Kadının etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kadının etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Temmuz 2017 Salı

Süleymaniye Vakfı'nın Kur'an'ı Anlama Yöntemi, Bu Yöntemin Adetli Kadının Namazı İle İlgili Görüşlerindeki Değişimi Üzerinden Eleştirisi

Süleymaniye Vakfı  sitesinde, sayın Erdem Uygan tarafından kaleme alınan, Kur'an Üzerinde Bireysel Olarak Çalışmanın Yanlışlığı isimli makalede, sayın Mehmet Okuyan hocanın Ademe secde edilmesi ile ilgili ayetlerin çevirisi konusundaki görüşleri eleştirilerek, Okuyan hocanın böyle bir hataya düşmesinin sebebi ortaya konulmaktadır.

Sayın Uygan'ın, Okuyan hocanın Üscudu li Ademe ibaresinin Ademe secde ediniz şeklinde çevrilmesinin yanlış olduğu, bu ibarenin Adem için secde ediniz şeklinde olması gerektiğine dair görüşüne karşı getirdiği eleştirinin haklı olduğunu öncelikle söylemek istiyor, ve Uygan'ın bu konudaki düşüncelerine katıldığımızı belirtiyoruz. Sayın Okuyan hocanın ortaya koyduğu bazı düşüncelerini tek ve nihai doğrular olarak sunmasının, aynı konudaki kendi görüşünün haricinde olan farklı görüşleri mahkum eden bir üsluba sahip olmasının hatalı bir davranış olduğu, bu düşüncesini ortaya koyduğu bazı konular hakkında yazmaya çalıştığımız bazı yazılarımızda dile getirmiştik. 

Ancak bizim yazımızda merkeze alacağımız konu, sayın Uygan tarafından ortaya konulan Okuyan hocanın düştüğü hatanın sebebi üzerinde olup, Uygan tarafından dile getirilen Kur'an'ı anlama yönteminin, Süleymaniye Vakfı'nın önerdiği Kur'an'ı anlama yöntemi ile örtüşmesi nedeniyle, vakfın bu söyleminin içerdiği bazı hatalara dikkat çekmeye çalışmak olacaktır. 

Sayın Uygan yazısına ilahiyat camiasındaki bir çok akademisyenin Kur'an'ı tek başına anlama yoluna gittiklerini, bu yöntemin ise yanlış olduğunu söyleyerek başlamakta, Kur'an'ı tek başına anlamanın yanlışlığına, Hud s. 1. ve 2. ayetlerini delil olarak sunarak, Allah'ın böyle bir çalışmaya cevaz vermediğini iddia etmektedir.

Yazısına Kur'an'ı anlama çalışmasının ekip halinde yapılması gerektiğini öne sürerek devam eden Uygan, bu iddialarını Kur'an ayetleri ile delillendirmekte, Müzzemmil suresi ilk ve son ayetlerini bu iddiasına dayanak yapmaktadır.

"Bu ayetlerdeki emri bir ekiple çalışarak yerine getirdiğini aynı surenin son ayetinden öğreniyoruz" 
diyerek "Senin ve seninle beraber olanlardan bir kısmının, gecenin üçte ikisine yakınını, yarısını ve üçte birini uyanık geçirdiğini Rabbin elbette biliyor"  şeklindeki Müzzemmil suresi 20. ayetinin bir kısmını vermek sureti ile Muhammed (a.s) ın ekibi ile birlikte Kur'an'ı anlama çalışması yaptığını söylemektedir. 

Ancak Uygan'ın bu konuda kaçırdığını veya hesaba katmadığını düşündüğümüz, aynı ayetin devam eden bir cümlesi daha vardır.

"Gece ile gündüzün ölçüsünü koyan Allah’tır. Sizin bunu tam başaramayacağınızı bildiği için yüzünüze baktı (da işinizi kolaylaştırdı). Artık Kur'ân’ı kolayınıza geldiği zaman[*] okuyun"

Müzzemmil s. 20. ayetinin bu cümlesi, Uygan'ın Muhammed (a.s) ın Kur'an'dan hikmeti çıkarmak için ekip halinde çalışması gerektiğine dair bir emir olduğunu iddia ettiği ilk ayetlerdeki emrin hafifletilmesi ile alakalıdır. Sayın Uygan sadece ayetin kendi işine yaradığını düşündüğü kısmını alarak, bir nevi Bektaşi okuması yapmıştır Şöyle ki;

Yukarıda mealini verdiğimiz Müzzemmil s. 20. ayetinin cümlesi, aynı surenin ilk ayetlerinde Muhammed (a.s) a verilen "Ey içine kapanan kişi! Az bir kısmı dışında gece kalk! Ya gecenin yarısı kadar ya yarısından biraz az, ya da yarısından fazla bir süre kalk da Kur'ân'ı yavaş yavaş ve düşünerek oku!"  şeklindeki emirden onu muaf hale getirmektedir. 

Bu ayete Uygan'ın gözlüğü ile baktığımız zaman, Muhammed (a.s) ekip çalışmasından muaf tutulmakta veya Kur'an'ı anlama çalışmasında kendisine eskiye nazaran biraz daha kolaylıklar tanınmaktadır. Fakat Uygan, ortaya koyduğu iddiasını çürütebilecek olan ayet cümlesini makalesine almamak sureti ile parçacı bir okuma yöntemi ortaya koymuştur. 

Kur'an'ın ekip çalışması ile daha iyi ve güzel anlaşılacağı iddialarına katılmakla beraber, bu ekip çalışmasının Kur'an ayetleri ile desteklenmeye çalışılarak Allah'ın emri olduğu, tek başına yapılan çalışmaların ise Allah'ın onaylamadığı bir yöntem olduğu iddialarına katılmadığımızı hatırlatmak isteriz. Çünkü Uygan'ın ortaya koyduğu iddialarına mesnet olarak getirdiği ayetler, kendisi tarafından yorumlanmak sureti ile ortaya konmuş ayetler olup, bir başkası çıkıp o ayetleri başka bir şekilde yorumlayarak ekip çalışması ile alakası olmadığını iddia edebilir. Yoruma açık olan ayetler üzerinden yapılan çıkarımları mutlaklaştırmak sureti ile nihai sonuca vardığını iddia etmek, maalesef Kur'an ile hemhal olduğunu iddia eden birçok kimsenin sorunudur.

Sayın Uygan makalesine Okuyan hocanın düştüğü hatanın sebebini anlatarak devam etmektedir. 

"Kanaatimizce çok sevdiğimiz ve ilmine güvenip değer verdiğimiz, Kur’an üzerine yaptığı çalışmalarından her vesile ile istifade ederek bu uğurdaki cihadını her şekilde desteklediğimiz değerli hocamızın bazı konularda Kur’an’dan onay almayacak sonuçlara ulaşmış olması tek başına çalışmayı tercih etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu şekilde Allah’ın Kur’an’ı anlama metodunu doğru uygulayabilmesi, çok istese de mümkün olamaz. Çünkü doğru olduğunu düşündüğü bir konuda kendisine itiraz edecek, uyaracak ya da onun göremediği bir başka açıdan, bir başka ayetle konuya bakmasını sağlayacak bir ekibi bulunmamaktadır"

Uygan, Okuyan hocanın hataya düşme sebebini tek başına çalışmaya bağlamaktadır. Uygan'ın ekip çalışması ile Kur'an'ın anlaşılması gerektiği iddiası kişisel bir iddia olmaktan çok, Abdülaziz Bayındır hoca ve Süleymaniye vakfının yıllardır dile getirdiği bir anlama yöntemi olarak bilinmektedir. 






Yukarıdaki iki videonun birisinde sayın Bayındır hoca, adetli kadının namaz kılamayacağını söylerken, diğer videoda adetli kadının namaz kılabileceğini söylemektedir. Yani Bayındır hoca zaman içinde adetli kadının namaz kılamayacağı görüşünden geri dönerek, adetli kadının namaz kılabileceğini iddia etmektedir.

Ekip çalışması yöntemi ile çalışarak Kur'an'ın doğru biçimde anlaşıldığını iddia etmek demek, Kur'an'dan çıkarılan hükümlerin Allah'ın muradı olduğunu iddia etmek anlamına da gelmektedir. Süleymaniye vakfının, Allah'ın emrettiği yöntem olduğunu iddia ettiği ekip çalışması yaparak adetli kadının namaz kılamayacağını yıllar boyunca dile getirmelerinin ardından, bu görüşlerini değiştirerek adetli kadının namaz kılabileceğini iddia etmesi, ekip çalışması ile yapılan Kur'an araştırmalarından çıkan sonuçların ne derece sağlıklı olabileceğini de göstermesi açısından ilginçtir.

Burada şu noktayı önemle hatırlatmak isteriz ki, Bayındır hoca ve Süleymaniye Vakfı'nın adetli kadının namaz kılamayacağı yönündeki yanlış görüşünden dönerek, adetli kadının namaz kılabileceğini iddia etmeleri, her alimde görmek istediğimiz fakat göremediğimiz, takdir edilecek olumlu bir davranıştır. Bizim Bayındır hoca ve vakfı eleştirme sebebimiz eski görüşlerinden neden döndükleri değil, ekip çalışması ile en doğru hükmü bulduklarını iddia ettikleri halde, aynı konuda aynı ekibin zaman içinde taban tabana zıt çıkarımda bulunabilmeleridir.

Yıllar önce adetli kadının namaz kılıp kılamayacağı konusunda yaptıkları ekip çalışmasında, adetli kadının namaz kılamayacağı hükmünü çıkaran sayın vakıf, yıllar sonra aynı ekip ve ekip çalışması ile, adetli kadının namaz kılabileceği hükmünü çıkarabilmiştir. Okudukları Kur'an aynı oldukları halde o Kur'an'ın yıllarca adetli kadının namaz kılamayacağını söylediğini iddia edenler, yıllar sonra yine aynı kitabın adetli kadının namaz kılabileceğini söylediğini iddia etmeleri, Allah'ın emri olduğunu iddia ettikleri ekip çalışması yönteminin doğru hüküm çıkarma konusunda pek para etmediğini göstermektedir. 

Çünkü aynı kitabı ekip olarak değil de, tek başına okuyarak adetli kadının namaz kılabileceği hükmünü çıkaranların sayısı bilindiği üzere az değildir. Hatta bu kimselerin bazıları Bayındır hocaya sahip olduğu bu görüşünden dolayı yaptıkları itirazlarda hocadan azar dahi işitebilmiştir.

Mesele demek ki Kur'an'ı ekip çalışması ile okumak değil, ekip veya ferdi çalışma ile olsa da Kur'an mantığını doğru kavrayabilmek, kişilerin din adına ortaya attığı görüşlerinde hata veya kesiklik payı bırakabilmesidir. Bayındır hoca neden sahip olduğu görüşünden döndüğü konusunda kendisine sorulan soruya cevap olarak,  her zaman bu konudaki çalışmalarını sürdürdüklerini söylediğini, yani nihai görüşünün bu yönde olmadığını söylediğini ifade etmektedir.

Sayın Bayındır hocanın net olarak Biz bu konuda hata yaptık şimdi hatamızdan dönüyoruz demek yerine, lafı döndürüp dolaştırmaya çalışması, başka konularda net ve kesin ifadeler kullanarak, Ben demiyorum Allah böyle diyor dediğini hatırlayan kimseler pek için inandırıcı olmayacaktır.

Uygan makalesinin devamında, Kur'an'ın kişisel yorumlara açık olmadığını, hiç kimsenin Kur'an'ı yorumlama yetkisi olmadığını şu şekilde dile getirmektedir; 

"Hikmet doğru hüküm anlamına gelir. Bir konuda sadece bir adet doğru sonuç olabilir. Allah’ın gösterdiği Kur’an’ı anlama metodu, her konuda işte bu tek doğru sonuca varmak için uygulanmak zorundadır. Bu da Kur’an’ın kişisel yorumlara açık olmadığı anlamına gelir. Diğer bir deyişle ilmimiz, ünvanımız, kariyerimiz, mevkimiz ne olursa olsun hiç birimizin Kur’an ayetlerini yorumlama yetkimiz yoktur."

Sayın Uygan'ın makalesindeki "Bir konuda sadece bir adet doğru sonuç olabilir cümlesini, vakfın adetli kadının namazı konusundaki düşünce değişimi çerçevesinde düşündüğümüzde, Doğru sonuç diye sunulan veya iddia edilen bir şeyin asla olamayacağı, olsa olsa DOĞRU OLDUĞU DÜŞÜNÜLEN, VEYA DOĞRU OLDUĞU İDDİA EDİLEN SONUÇ olabileceği anlaşılmaktadır. 

Çünkü dün doğru sonuç olarak sunulan adetli kadının namaz kılamayacağı düşüncesi, bugün yanlış sonuç haline gelmiş, dün yanlış sonuç olarak görülen adetli kadının namaz kılabileceği düşüncesi ise, bugün doğru sonuç haline gelmiştir. 

Şayet Uygan'ın iddia ettiği gibi bir konuda sadece bir adet doğru sonuç olabilir ise, vakfın aynı konuda birbirine taban tabana zıt görüşleri farklı zamanlarda DOĞRU olarak serdetmiş olması nasıl izah edilebilir?. Uygan böyle bir cümle sarf etmekle vakfın adetli kadının namazı konusunda yaptığı çıkarımları hiç dikkate almadığını göstererek, bir nevi vakfın ayağına kurşun sıkmaktadır. Uygan şayet vakfın adetli kadının namazı konusundaki değişimlerini dikkate almış olsaydı, böyle bir cümleyi asla sarf edemezdi.

Uygan'ın yukarıdaki paragraftaki ortaya attığı 2 iddianın üzerinde durmak istiyoruz. 

1-  Kur'an kişisel yorumlara açık değildir.
2- Hiç kimsenin Kur'an ayetlerini yorumlama yetkisi yoktur. 

Sayın Uygan ortaya attığı bu iki iddiayı kendisi bile çiğneyerek makalesinin başında verdiği ayetleri ekip çalışmasının farziyetine delil olarak sunmak sureti ile yorumlayarak kendisi ile çelişkiye düşmüştür. 

Bir ayetin kişisel yorum olarak görülmemesi için, kişinin o ayet hakkındaki görüşünün doğruluğu hakkında Allah'tan bir vahiy alması gerekmektedir ki kişi, Ben demiyorum Allah böyle diyor diyebilsin, hiç bir beşerin artık böyle bir imkanı olamayacağına göre, Uygan da dahil herkesin ayetler hakkında öne süreceği görüşleri kendi indi görüşleridir, ve bu görüşlerin doğru veya yanlış olma ihtimali her zaman mevcuttur.

Yukarıdaki 2 iddiayı yine adetli kadının namazı konusu üzerinden düşündüğümüzde, ortaya çıkan manzara gerçekten akıllara zarardır. Kişisel yoruma açık olmayan ve kimsenin ayetlerini yorumlamaya yetkisi olmadığı iddia edilen kitabın bir ayeti üzerinden taban tabana zıt çıkarımlar yapmanın adının ne olduğunu, Uygan ve Süleymaniye Vakfı ekibine soracak olursak acaba nasıl bir cevap alabileceğiz.

Şayet Kur'an Uygan'ın iddia ettiği gibi kişisel yorumlara açık olmayan bir kitap ise neden Süleymaniye vakfı bir konuda farklı zamanlarda iki farklı iddia ortaya atabilmektedir?. Adetli kadının namaz kılamayacağı ve kılabileceği konusunda farklı hükümler çıkaran vakıf, bu farklı hükümleri neye göre vermiştir?.

Şayet Kur'an kişisel yorumlara açık değilse neden Süleymaniye vakfı adetli kadının namazı konusunda neden birbiri ile zıt iki farklı hüküm ortaya atabilmiştir?.

Süleymaniye vakfı adetli kadının namazı konusunda bal gibi de kişisel yorumlarını ortaya koyarak birbirine zıt iki hüküm meydana çıkarabilmiş. Eğer bu hükümlerden herhangi birisinin Allah'ın hükmü olduğunu iddia edecek olurlar ise, adetli kadının namaz kılabileceği veya kılamayacağı konusunda hangisinin Allah'ın hükmü olduğunu bize söylemelidirler.

Uygan tarafından ortaya atılan bu iddialar Uygan'ı ve bunu destekleyenleri şu noktaya getirmesi açısından korkunç neticeleri olan bir iddiadır. 

 BİZİM HERHANGİ BİR KUR'AN AYETİ HAKKINDA ORTAYA ATTIĞIMIZ DÜŞÜNCE BİZİM ŞAHSİ YORUMUMUZ OLMAYIP, ALLAH'IN BU KONUDAKİ MURADIDIR.

Böyle bir iddia ortaya atmak, veya bu iddiayı çağrıştıracak bir iddia ortaya atmaya kalkmak, hiç kimsenin haddi değildir.

Sayın Uygan ve Süleymaniye Vakfı ekibine bu noktada bazı hatırlatmalarımız olacaktır. 

Kur'an ayetleri hakkında yaptığınız çıkarımlar ve ortaya attığınız düşünceler, tek ve nihai doğrular asla değildir. Herhangi bir ayet ve konu hakkında yaptığınız çıkarım ile ilgili olarak söyleyebileceğiniz tek söz ancak, Bu konudaki bizim düşüncemiz bu dur şeklinde olabilir. Adetli kadının namazı konusunda düştüğünüz yanılgı sizler için bir tecrübe olmalıdır. Çünkü bugün doğru olarak gördüğünüz bir konu, sizin için yarın yanlış olarak görülebilir. Ortaya attığınız görüşleri tek ve en doğru olarak gördüğünüz, şayet yarın o görüşlerinizden geri dönmek zorunda kaldığınız takdirde, bunu izah etmeniz mümkün olmayacaktır.

Ayrıca yaptığınız çıkarımları tek ve nihai doğrular olarak sunmanız, sizi Allah adına konuşan kişiler haline getirir ki bu yetki sadece elçilere verilmiş Muhammed (a.s) ile son bulmuş, ondan sonra da Allah adına konuşan bir başka kimse gönderilmeyecektir. Elçi Muhammed (a.s) şayet hata yapacak olursa onun bu hatası vahiy ile uyarılmakta idi. Sizin yapabileceğiniz bir hata size vahiy inerek uyarılmayacak, dolayısı ile muhtemel bir hatanızı insanlara Allah'ın bu konudaki hükmü olarak sunarak vebal altına gireceksiniz.

Ortaya attığınız Kur'an'i çıkarımlarda daha esnek ve daha mütevazi davranmaya çalışmanız, sizleri insanların gözünde daha saygın bir kişi kurum olarak görülmesine vesile olacaktır. Ortaya attığınız Kur'an'i çıkarımları Alem buysa kral biziz tarzında sunmaya çalışmanız ise, sizleri insanların gözünde itibarsız bir duruma düşürecektir.


10 Aralık 2014 Çarşamba

Kadının Şahitliği Meselesi

Kur'anın içinde olan bazı hükümler hakkında , bir takım insanların itirazları olduğu malumdur  ve bu itirazların başında kadının şahitliği meselesi de gelmektedir. Bakara s. 282. ayet içinde bildirilen şahit olma durumunda , bir erkeğin yerine, iki kadının şahit olabileceği beyan edilmiş olması Kur'anın kadınları aşağıladığı ikinci sınıf bir varlık gördüğü gibi itirazları da beraberinde getirmiştir.

Yazımızın amacı , Kur'anın kadın haklarına ne kadar değer verdiği , Kur'anın aslında çağdaş bir kitap olduğu v.s gibi sözlerle eziklik psikolojisi altında kalarak savunma amaçlı değil, bu meselenin nasıl anlaşılması gerektiğine dair düşüncelerimizi paylaşmak şeklinde olacaktır. Konu ile ilgili ayetin meali şu şekildedir. 

 [002.282]  Ey iman edenler, birbirinizden belirli bir vade ile borç aldığınızda, onu yazın; aranızda doğrulukla tanınmış bir yazı bilen kişi, onu yazsın. Yazı bilen de kendisine Allah'ın öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın. Bir de borçlu adam söyleyip yazdırsın, her biri Allah'tan korksun ve haktan birşey eksiltmesin. EĞER BORÇLU , AKLI ERMEYEN BİRİ YAHUT KÜÇÜK VEYA KENDİSİ SÖYLEYİP YAZDIRAMAYACAK İSE, VELİSİ DOSDOĞRU SÖYLEYİP YAZDIRSIN. ERKEKLERİNİZDEN İKİ ŞAHİT GÖSTERİN.EĞER İKİSİ DE ERKEK OLAMIYORSA O ZAMAN DOĞRULUĞUNA GÜVENDİĞİNİZ BİR ERKEKLE İKİ ŞAHİT OLSUN Kİ BİRİ UNUTUNCA DİĞERİ HATIRLATSIN.  Şahitler de çağrıldıklarında kaçınmasınlar. Siz yazanlar da az olsun çok olsun onu vadesine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu Allah yanında adalete en uygun olduğu gibi şahitlik için daha sağlam ve şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Ancak aranızda peşin devrettiğiniz bir ticaretse, o zaman bunu yazmamanızda size bir sakınca yoktur. Alışveriş yaptığınızda da şahit tutun, bir de ne yazana ne de şahitlik edene zarar verilmesin. Eğer zarar verirseniz bu mutlaka kendinize dokunacak bir günah olur. Allah'tan korkun! Allah size ilim öğretiyor ve Allah her şeyi bilir.

Ayet meali içinde büyük harflerle yazılı cümlelere dikkat edecek şahitlik gerektiren durum anlatılmaktadır. 

Öncelikle şu tesbiti yapmak durumundayız ;Kur'anı doğru anlamak için indiği zaman ve mekan şartlarının göz önüne alınması ve ilk önce ayetin ilk muhatapların yaşadığı şartların göz önünde bulundurulması gerektiğini hatırlatarak, bir erkeğin yerine iki kadının çağrılması gerekçesinin ne için gerekli olduğunun düşünülmesi gerekmektedir.

Ticaret hayatının bu gün dahi çoğunlukla erkeklerin iştigal sahasını olduğunu hatırlayarak , bu işle daha az meşgul olan kadınların ticaret hukuku ile ilgili uygulamalarda erkeğe göre daha acemi olduğunu gerçeğini unutmamak zorundayız. 

Bu sözlerimiz , kadınların erkeklere göre daha az akıl sahibi olduğunu iddia etmek anlamında değildir. Kadın veya erkek olsun her kişi iştigal ettiği alanda ihtisas sahibi olur ve o alan üzerinde diğer cinse göre daha tecrübeli olabilirler. Ev hanımı olan bir kadın erkeğe göre daha tecrübeli olduğu ve ev işlerini erkeklerden daha iyi bildiği malumdur. Bu durum , erkeğin kadına göre daha az akıllı olduğuna anlamına gelmez. 

Kadın olsun erkek olsun her kişi beceri edindiği alanda uzmanlık sahibidir, bu anlamda kadın veya erkeğin fıtratlarından kaynaklanan ayrı özellikleri vardır. Bu özellikler bir cinsin üstünlüğü diğer cinsin aşağılığı anlamında ele alınmamalıdır. 
  
İki kadının şahitliğinin, bir erkeğe denk gelmesi bütün şahitliklerde olması gerektiği yönündeki görüşlere katılmadığımızı beyan ederek , Kur'anın şahit getirilmesini istediği diğer ayetlerde böyle bir ayrım görülmemektedir , bu noktanın göz önünde bulundurulmasının gereğine dikkat çekmek istiyoruz.

Olaya günümüzde yapılan kadın hakları tartışmaları türünden bir gözle değil , Mü'min gözü ile baktığımızda bizleri yaratan Allah (c.c) nin fıtratımızı daha iyi bildiği ve konuda koymuş olduğu hükmün en doğru olduğu kanaati hasıl olması gerekirken ,bazı kimselerin bu tür konuları istismar etmesi haklı olarak Müslümanları da düşündürmektedir.

Olaya ayet bazlı baktığımızda Mü'min olarak söylenmesi gereken söz "İşittik ve itaat ettik" olmalıdır , ancak ayetin kastı , maksadı , hikmeti gibi konular üzerinde anlaşılma gayreti olabilir ve olması gerekir. Allah (c.c) bizler için indirmiş olduğu Kitabının içindeki bütün hükümler , Mülk s. 14. ayetinde beyan edildiği gibi "Yaratan bilmez olur mu? O, Latif'tir, haberdardır." ön bilgisi dahilinde okunmalı , şayet bir yanlışlık görüyorsak onu Kur'anda değil bizim düşüncemizde arayıp Kur'an doğrultusunda onu düzeltmemiz gerekmektedir.

Bu gün bile ticaret hayatı içindeki kadın-erkek oranına baktığımızda erkek yüzdesi kadınlara oranla daha fazladır.Ayetin 1400 küsur yıl önce indiğini , bu günkü gibi modern hesaplama sistemlerinin olmadığını hesaba katacak olursak böyle bir ayrıntıyı kadın hakları açısından ele almak değil , Allah (c.c) nin insan haklarına ne kadar değer verilmesi gerektiğini bizlere öğretmesi açısından ele almanın daha doğru olduğu görülecektir. 

Bu ayetin bu gün nasıl uygulanabileceği veye uygulanabilirliği meselesine gelince; 

Ticaret hayatının bu gün daha modern sistemler ile tutulmuş olması bu tür şahitliklerin bu gün için hayat içinde yer bulup bulamayacağı konusunun gündem edilmesini gerektirdiğini düşünüyoruz. Bunu derken Kur'ana tarihselci bir açıdan bakıp , " bu ayetler sadece o gün geçerlidir bu gün için geçerli değildir " şeklinde bir iddiamız olmadığını hatırlatalım.

Ayeti doğru anlamak için , önce nazil olduğu zaman şartlarının göz önüne alınmasının önemli olduğunu tekrar hatırlattıktan sonra , esas maksadı göz önünde tutmanın gerektiği ortaya çıkmaktadır. Ayette özürlü  veya engelli diyebileceğimiz duruma sahip olan ve kendi hakkını korumaktan aciz olan birisinin hakkının korunmasına yönelik bir hüküm ortaya konmuştur. O gün için geçerli olan hukuki durum böyle bir titizliği gerektirmekteydi demek sanırım yanlış olmayacaktır. 

Bu şekil bir durum bu gün karşımıza çıktığımızda yapılması gereken , o durumda olan kişinin hakkının zerre kadar yenilmemesi üzerine bir amaç dahilinde zaman içinde geçerli olan şartlar dahilinde uygulanacak işlemler olmalıdır. Ayet o zamanki şartları göz önüne alarak bir hüküm üretmiştir , bu gün bu tür bir şahitliğe gerek duyulmasını gerektiren ortam yoktur , bunu derken ayetin hükmü nesh olmuştur geçerli değildir demiyoruz , ancak nuzül zamanı şartları eğer yeniden canlanacak olursa bu şekil bir uygulamayı hayata aktarabiliriz , bu gün içinde olduğumuz şartlar böyle bir şahitlik durumunu gerektirdiğini düşünmüyoruz. 

 Kur'anın içinde olduğumuz şartlar göz önüne alınarak bu şartlar dahilinde çareler sunma mantığının dikkate alınmasının şart olduğunu düşünmekteyiz, bunun tersi bir durum bizi 1400 yıl öncesi bir hayat sürmemizi şart koşar ki bu şekil bir hayat kimse tarafından kabul görmez. 

Kur'anın hüküm içeren ayetlerinin ana maksadı belirleme açısından okunmasının gerektiğini düşünmekteyiz şöyle ki ; Hırsızlık cezası ile ilgili olarak hırsıza el kesme cezası öneren Kur'an , bu cezanın ibret olması gerektiğini belirtir .Bu gün şayet Kur'anın hüküm alanında uygulanması söz konusu olursa , hangi tür hırsızlığa nasıl ceza verilmesi gerektiği gündeme gelecektir , çünkü bütün hırsızlık türlerinde el kesme cezasnın uygulanması adil olmayacaktır , insan faktörü burada devreye girerek hukukçular tarafından bunların belirlenmesi gerekir. 

Ticaret hukuku da aynı şekilde düzenleme gerektirmektedir , asıl olanın hak yenilmemesi ve adaletli uygulama olması bazında gerekli olan evrensel ilkeler baz alınarak alt düzenlemeler yine hukukçular tarafından düzenlenecektir. Allah (c.c) kullarına karşı asla zulümkar olmadığı hatırdan çıkarılmayarak bazı durumlarda iki kadının şahitliğinin bir erkek yerine olmasının zulüm değil yaratanın bilmesi açısından okunmalıdır.

Sonuç olarak ; Bakara s. 282. ayetinde iki kadının bir erkek şahitliğine eş tutulması bütün şahitlerde değil ticaret ile ilgili olan uygulamada olduğu , Kur'anın şahitlik ile ilgili diğer ayetlerinde böyle bir uygulama emredilmemiş olmasından anlaşılmaktadır. Yaratanın yarattığını en iyi bildiği bilgisinden yola çıkarak, Kur'anın bu tür ayetlerinin kadın-erkek eşitsizliği açısından değil ,aksine hakka ve hukuka dayalı bir sistemin oluşması açısından bakılması gerektiğini düşünmekteyiz. Eziklik psikolojisi altında kimseye şirin görünmek gibi bir mecburiyetimiz olmadığını hatırlatarak , Kur'an içinde olan emirlere olması gereken Mü'min tavrının "İşittik ve itaat ettik" şeklinde olması gerektiğini bilenlerden olmamız gerekmektedir. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

18 Nisan 2013 Perşembe

Bakara s. 222. Ayeti ve Bir Tabu: Hayızlı Kadının Namazı ve Orucu Meselesi

İslam düşüncesi içinde tabu haline getirilerek , hiç kimsenin yerleşik algının dışında  söz söyleyemeyeceği , söz söylediğinde recm edileceği konuların başında hayızlı bir kadının namazı veya oruç tutması gelmektedir. Hayızlı kadının namaz veya oruç tutması konusunda yaygın olan kanaat, herkesin malumu olduğu üzere , onların bu ibadetleri yapmasının "HARAM" olduğu yönündedir. 

Halbuki bir mesele hakkında "Haram" hükmü vermek için, "Subutu ve delaleti kati" bir nas olması gerekmektedir. Hayızlı kadının namaz kılmasının veya oruç tutmasının "Haram" olması için , Kur'anın bu konuda sarih bir hükmünün bulunması gerekmektedir. Örneğin ; Domuz etinin haramlığı hakkında kimsenin itirazı olması mümkün olmayıp bu etin haramlığı "Subutu ve delaleti kati" bir nas olan ayet ile sabittir. Hal böyle iken hayız konusunda yerleşik algıyı destekleyecek bir nas olmayıp , bu naslar rivayetler yardımı ile bulunmuş ve yıkılmaz bir duvar örülerek "Hayızlı kadının namaz kılması oruç tutması HARAMDIR" hüküm kitaplarda yerini almıştır. 

Bu yazımızda konuyu, ilgili ayet üzerinden ele almaya çalışacağız.


Bakara s. 222. ayetinde Allah cc bizlere şöyle buyurmaktadır.  

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُواْ النِّسَاء فِي الْمَحِيضِ وَلاَ تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّىَ يَطْهُرْنَ فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ

-----2.222 [E0] Sana hayızdan da soruyorlar, deki o bir ezadır, onun için hayız zamanı kadınlardan çekilin ve temizlenene kadar onlara yanaşmayın, iyi temizlendiler mi o vakit Allahın emrettiği yerden onlara varın, her halde Allah çok tevbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.

Ayeti Medine de yaşayan Hristiyan ve Yahudilerin, hayızlı kadın ile ilgili olarak uç düşüncelerinin olduğu arka planını hesaba katarak düşünmek gerekmektedir. Hristiyanlar, adetli kadınla cinsel ilişki konusunda herhangi bir yasak tanımaz iken , Yahudiler, hayızlı kadını eve almayacak kadar aşırı bir düşünce içinde idiler. Sahabe bu tarihi arka plan dahilinde , kendilerinin nasıl bir yaklaşım sergilemesi gerektiğine dair sorduğu soruya cevabı Bakara s. 222. ayetinde almaktadır. 

Bu ayetin işaretine göre, kadınların hayız zamanı onlarla sadece cinsel ilişki yasaklanmıştır. Ayetin nuzül dönemi arka planını düşündüğümüzde , vasat olan yol gösterilerek, hayızlı kadına sadece ilişki yasağı getirildiği beyan edilmektedir. Ayet bu arka plan bilgisi dahilinde nazil olmuş ve soranlar için hayızlı kadına nasıl muamele edileceği konusunda vasat olan yolu bildirmekte olup, o durumun bir eza hali olduğu, ve bu halde iken onlara yaklaşılmaması bu hal geçtikten sonra onlara yaklaşılması  emredilmektedir.     

Ayet bizlere bu bilgiyi vermesine rağmen, adetli kadınlar ilgili fıkhi hükümlere baktığımız zaman neredeyse Yahudilere yakın bir anlayış geliştirilmiş, ve onları toplumdan dışlayıcı hükümler ortaya atılmış , bu hükümler etrafında oluşturulan din anlayışı bugün öyle bir hale gelmiştir ki bu konuda gık demek bile yasaklanmıştır.   

Hayızlı kadının camiye girmesi , kur'an okuması , oruç tutması konusunun, Kur'anı dinde belirleyici kaynak yapanların büyük çoğunluğu tarafından bir tabu olmaktan çıkarılması sevinç verici bir durum olması yanında, bu konuları cesaret ile dile getiren sayın Abdülaziz Bayındır ve Mustafa İslamoğlu hocalar gibi alimleri burada tebrik etmekle birlikte, onların da namaz konusu hakkında, oruçta gösterdikleri, bu cesareti bu konuda gösteremediklerine şahit oluyoruz.

Kur'an din konusunda belirleyici bir kaynak ise ki öyle olması gereklidir , bize bu konuda ayetler yol gösterici olacaktır.

Namaz öncesi yapılacak olan hazırlık bizlere Maide s. 6 ve Nisa s 43. ayetlerinde bildirilmiştir.

-----5.006 Ey İnananlar! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi, -başlarınızı meshedip- topuk kemiklerine kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüpseniz yıkanıp temizlenin; şayet hasta veya yolculukta iseniz veya ayak yolundan gelmişseniz yahut kadınlara yaklaşmışsanız ve su bulamamışsanız temiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinizi, ellerinizi onunla meshedin. Allah sizi zorlamak istemez, Allah sizi arıtıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.

-----4.043 Ey İnananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, yolcu olan müstesna gusledene kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut biriniz ayak yolundan gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız ve bu durumlarda su bulamamışsanız tertemiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah affeder ve bağışlar.

Ayetlerde namaza yaklaşılmaması hali olarak, sarhoş olmak,cünüb olmak, tuvaletten gelmiş olmak,kadına yaklaşmış olmak gibi durumlar sayılmış olup hayız hali sayılmamıştır. Bakara s. 222. ayetinde hayız halinin "eza" olduğu bildirilmekte olup, Bakara s. 196 ve Nisa s.102 de eza halinde bazı emirlerin ertelenmesi ve düşmesi söz konusu edilmiş olup, bunu oruç ibadeti ile ilgili düşünecek olursak, oruçta güç yetirilmemesi durumunda diğer günler tutulabileceğinin buyurulduğunu düşünecek olursak, hayızlı bir kadın eğer içinde olduğu durumdan ötürü güçlük çekiyorsa orucunu tutmayabilir, ancak hayız hali ona herhangi bir rahatsızlık vermiyor ise orucunu tutar .     

Hayızlı kadının namaz kılmasının onun hayız halinde cünüp olduğu gerekçesi ile haram olduğu iddia edilmiş olsa da , cünüplük halinin yıkanmak ile geçtiği ayette belirtilmiştir. Ancak adetli kadın bu durumda iken cünüp sayılmamaktadır. Fıkıh kitaplarında bu durum ile ilgili yazılanlara baktığımız zaman adet kaç gün ise o gün kadar namazı terketmesi,eğer kanama devam ediyorsa namazlarına devam edebileceği yazmaktadır. 

Eğer cünüp olması nedeniyle kadının namaz kılmaması gerektiği şeklinde bir görüş ortaya atılırsa, Maide 6 ve Nisa 43 ayetlerinde beyan edilen ,namaza yaklaşmak için gerekli olan şart yıkanmak sureti ile yerine getirilmiş olur. Ancak her vakit için gusletmesi zor olabileceği gibi bir görüş ortaya atılırsa bu zorluğu aşmak içinde teyemmüm ayeti devreye girebilir. Suyun olmaması demek sadece su bulunmaması demek olmayıp ,kullanma imkanından yoksun olmak anlamına da gelebilir , eğer bir kişi gusletmesi gerekip soğuk bir ortamda bulunursa ve sıcak su bulamıyor ve soğuk su ile gusletmesine engel varsa su olduğu halde teyemmüm ile bu cünüplükten kurtulabilir. Böylece kadınların cünüp olduğu için namaz kılmamaları gerektiği hükmü de çürümüş olur.

Süleymaniye vakfı sitesinde bu konu ile ilgili fetvaya baktığımız zaman bu konudaki fetvada,"
“Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın” emri, âdetli kadının temiz sayılmadığını gösterir. Namaz için abdesti veya boy abdestini şart koşan âyet şöyle biter:
“… Allah size güçlük çıkarmak istemez ama sizi temiz kılmak … ister.” (Mâide 5/6)
Âdetli kadın temiz sayılamadığından namaz kılması mümkün olmaz. Bu sebeple namazdan sorumlu tutulamaz. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara 2/286)" " denilmektedir.  

Kadının temiz sayılmaması, onun cinsel ilişki ile ilgili durumu ile ilgili olduğu nedense gözden kaçırılmış, onun bu hali ile namaz kılamayacağı şeklindeki fetvalarına dayanak olmuştur. Vakıf akademisyenlerinin, bu konuda bazı kesimlerden gelebilecek olan tepkiyi düşünerek bu şekilde geleneğin doğrultusunda bir fetva verdiklerini düşünüyoruz. Hatta İslamoğlu hocanın bu konu ile ilgili düşüncelerini serdettiği bir videoda "Adam bir kere şehid olur kadın ise her ay şehid olur" şeklinde Kayserili uyanık tüccar mantığıyla sözler söylemesini, onun bu konuda mahalle baskısından kaçarak, topu taca atması şeklinde yorumlamaktayız.

Din konusunda helal haram koymanın Allah c.c nin yetkisinde olduğunu iddia edip , hayızlı kadının namaz kılması konusunda bunun tersi bir düşünceye sahip olunarak kişilerin oluşturduğu fıkha göre hüküm verilmesini çelişkili bir durum olarak gördüğümüzü ifade edelim. Bu konuda da cesaretli adımlar atıp, oruç konusunda  isabetli düşünen sayın hocalarımızı namaz konusunda da Kur'an merkezli düşünceler içinde olmaya davet ediyoruz. 

Bir konuda kesin olarak "Haramdur" denilmesinin dayanağı , delaleti ve subutu kati, yani domuz etinin haram olması veya hayızlı iken cinsel ilişkinin yasak olması gibi hiç bir şüphe ve itiraz edilemeyecek derecede olması gerekir ki, "Adetli kadının namaz kılması veya oruç tutması HARAMdır" denilsin. Ancak bu haramlılık bu şekil bir hükme dayanarak verilmeyip, zanni delillere dayandığı için, "Haram" şeklinde bir hüküm konulması ancak nahl s. 116. ayetinin muhatabı olmak anlamına gelecektir. 

[016.116]  Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak «Bu helâldir, şu da haramdır» demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.

Maide s.6 ve Nisa s 43. ayetinde, namazın yasak olduğu haller en açık biçimde açıklanmıştır. Bu açıklığa rağmen bunun dışında tutulan hayız halini namaza engel bir hal olarak söylemek doğru değildir. İlmihal kitaplarında özür halinde olan bir erkek veya bayanın her namaz için ayrı abdest alıp özrü (devamlı idrar veya kan gelme durumu) devam etse de namaz kılabileceğine dair olan fetvalar hayızlı kadın için neden verilmediğinin düşünülmesi gerekmektedir.   

Sonuç olarak ; Dinlerindeki helal ve haram ölçüsünü Kur'anın rehberliğinde arayan kur'an Müslümanları için hayızlı durumda namaz konusunun herhangi bir sıkıntısı olmadığı halde, yüzyıllardır hayızlı kadının namazı ve orucunun tabu haline gelmiş olan bir mesele olması hasebiyle bu konu "Arı kovanına çomak sokmak " mesabesindedir. Muhammed as ın helal ve haram koyma yetkisi diye bir şey olmadığını, onun Kur'anın doğrultusunda bir yaşam sürdürdüğünü, eğer bir şeye helal veya haram diyorsa onun Kur'ani karşılığının mutlaka olduğunu düşünenler,  bu konuda Kur'ani karşılığın sadece Nisa s. 43 ve Maide s. 6 ayetleri olduğunu unutmamalıdırlar.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.

Not : Süleymaniye vakfı ve Abdülaziz Bayındır hoca bu yazının yayınlandığı tarihte sahip oldukları hayızlı kadın namaz kılamaz düşüncesinden artık vaz geçmiştir.