3 Mayıs 2013 Cuma

Araf s 156. Ayeti ve Allah cc nin Yazması Konusu

 

"İnsanın kaderinin yazılması" konusu geçmişteki yapılan tartışmaların bir ürünü olup kur'an kaynaklı bir konu değildir. Allah cc yaratmış olduğu kullarının bütün yapacaklarını yazmış ve bu yazılanlar dışına çıkmasını imkanı yoktur şeklinde bir düşünce "cebriyye" fırkasının düşüncesi olup insan iradesini devreden çıkaran bir düşüncedir. Sayın Bayındır hocamız bu düşüncenin yanlış olduğunu haklı olarak dile getirirken bu düşünceyi çürütmek için bazı yanlış delillendirmelere başvurduğunu düşünmekteyiz. Peki yüzyıllardır insanların zihnini megul eden bu yazılma konusu kur'an açısından baktığımız zaman nasıl anlatılmaktadır?   

Bilindiği gibi Allah cc insanların dünya hayatının geçici bir yer olduğu asıl olan ebedi mekanın ahirette olduğu insanların ebedi olan ahiret yurtlarındaki yerlerini belirlenmesindeki kriterin dünyadadaki imtihan sonuçlarına göre belirlendiğini bizlere bildirmektedir. Cennet veya cehennem şeklinde belirlenen bu mekanı hak eden insanların adil bir muhakeme sonucu zerre kadar haksızlık yapılmayarak hakimlerin hakimi olan Allah cc tarafından belirlendiği bizlere yine kur'anda bildirilen gerçeklerdendir. 

İnsanların cennet veya cehenneme gitmelerinde herhangi bir haksızlık yapılmadığı bu  yerlere girmenin insanın işlemiş olduğu ameller neticesinde olduğu yine bizlere bildirilen gerçeklerdendir, o zaman insan bu işlemiş amellerde bir zorlama olmadan kendi iradesini kullanarak seçmek durumundadır'ki girdiği yere hak ederek girmiş olsun ve bunda herhangi bir zorlama olmasın. 

Şimdi kul tarafından görünen durum bu halde iken olayın birde Allah tarafından görünen yüzü vardır. Bu olay yine bizlere bilmemiz için yeterli olacak kadarı ile anlatılmıştır. Allah cc bütün eksiklerden münezzeh olması hasebiyle kulları hakkında her şeyi bilmektedir. Onlar yaratılmadan evvel onları yaratıldıktan sonrada yapacak olduğu bütün şeyleri bilmektedir. Kulunun hayatta iken yapacağı amelleri bilerek onun cennet veya cehenneme gideceğini bilmesi o kuluna iradesini kullanma yönünde herhangi bir baskı yapması anlamına gelmez. Karıştırılan nokta burasıdır, bazıları "madem Allah bizim nereye gideceğimizi biliyor neden imtihan ediyor?" şeklinde sözler sarfederek yaptığı amellerin suçunu Allah cc ye yüklemek istemektedirler. Bu yanlış düşünceyi izale için yüzyıllar evvel karşı yanlış düşüncelerde üretilmiştir.  

Cehm bin safvan (cehmiyyenin kurucusu) ve bağlılarının görüşlerine baktığımız zaman bayındır hocanın dile getirmiş olduğu düşüncelerin benzerini ondada görmekteyiz. "Allah cc bir şeyi yaratmadan önce bilemeyeceğini" savunan bu görüş insanların cennet veya gitmede Allah cc nin direk bir irade yönlendirmesi olmadığını ifade için böyle bir düşünce ortaya atmış olabilir ama bu görüşte yanlış olup "kaş yapayım derken göz çıkarma" deyimine uygun düşen bir görüştür.  

Allah cc nin yazması demek ,kullarının yapacak oldukları üzerinde bir baskısı olmaması demek olduğuna göre bu yazma konusunu Allah cc nin bilmesi ile ilişkilendirmek gerekmektedir. "Yazmak" fiilinin Allah cc için kullanıldığı yerlerde bu yazma eyleminin bizim yazmamız gibi olmadığını bilmemiz gerekmektedir. İnsanın herhangi bir şeyi yazmak ihtiyacı duyması onun unutkan olması ile irtibatlı olup,  "söz uçar yazı kalır" deyimi bunu ifade eden güzel bir deyimdir. Allah cc nin, haşa unutkanlığı sebebi ile bir şeyleri yazmak ihtiyacı duymayacağını hepimizin malumudur. Sayın Bayındır hocanın araf s.156. ayeti ile ilgili görüşlerine katılmadığımızı ve bu ayetin kaderin sonradan yazılması konusu ile uzaktan bile bir irtibatı olmadığını düşünüyoruz.  

                                                           ARAF S. 156. AYETİ

Araf s. 156. ayeti Musa as kıssası ile ilgili ayetlerdendir, Musa as rabbi ile 40 gün sözleşip tur dağına çıktıktan sonra kavmi onun yokluğunu fırsat bilerek samirinin önderliğinde buzağıya tapmışlardır, Musa as döndükten sonra olanlar anlatılırken 156. ayette musa as ın duasını görmekteyiz. 

 وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ ۚ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاءُ ۖ  وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ ۚ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُمْ بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ
 Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz, şüphesiz ki biz Sana yöneldik. Dedi ki: Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; onu korkup sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım.

Bu ayetteki "Bize bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz"şeklindeki duadan sayın Abdülaziz Bayındır hocamız son günlerde tartışma konusu olan konulardan birisi olan " insanın kaderi ne zaman yazılır?" sorusunun cevabı olarak bu ayeti delil göstererek, "ezelde yazılmış olsa idi böyle bir dua neden edilsin demekki insanın kaderi ezelde yazılmıyor" şeklinde bir çıkarımda bulunmaktadır.  

İnsanın başına gelecekler  ile ilgili yazılanlar dünya hayatındaki imtihanı ile alakalı ise ve bu ayette "bu dünyada da, ahirette de iyilik yaz" derken ahiretten neden bahsedilmektedir?, çünkü ahiret hayatı bir imtihan alanı değildir aksine imtihan sonuçlarının karşılığının görüleceği bir yerdir. Ayrıca Allah cc nin yazması demesi kişinin iradesine baskı koymak anlamına geliyorsa, neden " bize yaz" şeklinde iradeye baskı kurulmasını isteyen bir istek bizden istensin? . Yazmanın ezelden veya sonradan olması demek kulun iradesini baskı altına alınması düşüncesi açısından herhangi bir farkı görünmemektedir.

-----002.200-201-202 Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. «Rabbimiz! Bize sadece dünyada ver» diyen insanlar vardır, öylesine, ahirette bir pay yoktur. «Rabbimiz! Bize dünyada iyiyi, ahirette de iyiyi ver, bizi ateşin azabından koru» diyenler vardır. İşte onlara, kazançlarından ötürü karşılık vardır. Allah hesabı çabuk görür.

Mealini verdiğimiz bakara suresi ayetlerinde kulun rabbinden isterken sadece dünyada değil ahirettede iyiyi istemesi emredilmektedir. Araf s. 156. ayetindede bu şekilde bir isteği görüyoruz, Allah cc nin bu isteğe cevap vermesinin "korkup sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere" için geçerli olduğu beyan edilmektedir. Ayetin, sayın hocanın iddia ettiği şekilde başımıza gelenlerin sonradan yazılması konusu ile alakası bulunmamaktadır.   

Allah cc nin insanın başına gelecekleri bilmesi zamanının bizim tarafımızdan belirlenmesi diye bir durum sözkonusu olamaz.Allah cc yi bizim için geçerli olan zaman ve mekan tarifleri ile vasıflandırmak doğru değildir. Yaratmış olduğu kullarının ne yapacağını kestiremeyen bir Allah tasavvuru kur'an tarafından onay alan bir tasavvur değildir.  

Çoğu konuda yapmış olduğumuz bir yanlış vardır'ki bu konudada maalesef yapmaya devam ediyoruz. Kur'anın konusu olmayan fakat bazı insanların önkabulleri neticesinde oluşturdukları düşüncelerine kur'andan onay almak için ayetler üzerinde kendi düşüncelerine uygun te'villerde bulunulmasına karşın aynı yanlış metod ,o düşünceye karşı çıkanlar tarafından uygulamaya konulmaya çalışılmaktadır.  

Biz olaya sadece kendi açımızdan bakmak zorunda iken, kalkıp  bu konunun Allah cc tarafından nasıl görüldüğü üzerine fikirler üretmekteyiz. İnsanları yaratan Allah cc onlara seçme serbestiyeti vererek kararlarında herhangi bir dahli bulunmadığını bizlere bildirmektedir. Yaratmış olduğu kullarının öncesini sonrasını bildiğini beyan eden rabbimizin bu bilgisi konusunda ona herhangi bir noksanlık atfetmek yapılacak en büyük hatalardan  biri olsa gerektir. 

"Allah cc nin yazması" demenin müteşabih yani benzetmeli bir anlatım olduğunu düşünürsek insanın unutmamak için yaptığı eylemlerden birisinin yazıya dökmek olduğu ve bu yazıya dökülmesi neticesinde bilginin unutulmadığı düşünülecek olursa Allah cc ninde böyle bir unutkanlığının olmadığını kullarına beyan etmek için yazdığını buyurması onun elinde kalem önünde defter olup yazması anlamına gelmez. 

Allah (c.c) nin yazması demek , Cennete veya Cehenneme gitmenin  kurallarını oluşturarak bu kurallar dahilinde hareket edenleri Cennete veya Cehenneme koyması demek olup , Araf s. 156. Ayetinde Cennete koyma yazısının yani kuralının , "Korkup sakınanlar , Zekatı verenler , Ayetlere iman edenler" için işleyeceğini beyan etmektedir. 

Allah (c.c) nin kulları için Dünyada iyilik yazması , önce kullarının o iyilikleri işlemesini gerektirmekte olup , iyiliğin yazılması için nasıl bir amel işlenmesi gereği beyan edilmektedir. Aksi takdirde Allah (c.c) nin kullarına yapmadan önce bir şeyler yazması demek , onların iradeleri üzerinde baskı kurması anlamına gelecektir ki bu baskıyı kurmayacağını , kullarına iki yol gösterip hangisini seçerlerse ona göre karşılık alacaklarını müteaddit ayetlerde beyan etmiştir.

"Kader inancı" başlığı altında oluşturulmuş olan ve kur'anın konusu olmayan bir konu amentü esaslarından bir haline getirilip yüzyıllardır bazı zalimlerin cinayetlerini örtme aracı olarak insanlar üzerinde bir baskı aracı haline getirilmiş olması yanlışına karşı çıkmak başka bir yanlışla olmamalıdır. Allah cc nin kullarının yapacaklarını bilmesi zamanının onun zamana bakışının bize kur'anda anlatıldığı şekli ile bilmek durumunda olduğumuz hatırdan çıkarılmamalıdır. Ezelde bilmesinin yapacaklarımız üzerinde bir dahli olmadığını bildirdikten sonra ne gibi bir zararı olduğunu, ona eksiklik etmenin allah cc kulu olarak bize ne gibi veballer yükleyeceğini düşünüp bu konu etrafında eskileri tekrar etmenin bir yararı olmadığı bilinci ile "kur'an bu konuda ne diyor" sorusunun cevabı aranmalaıdır.  

Sonuç olarak; Araf s. 156. ayetinin oluşturulan önkabullere destek olması açısından değilde , ayetin nasıl bir mesajı olabilir? şeklinde bir sorunun cevabını almak için okunduğunda şöyle bir mesaj çıkabilir . Kul dünya hayatında yapmış olduğu salih amellere karşılık olarak ahirette bunun karşılığını alır.Kul eğer araf s. 156. ayetinde olduğu gibi Allah cc nin kendisine ahirette hasene vermesini istiyorsa bunu dünya hayatında yapması gerekenleri yaparak hak edecektir. Kul sadece ellerini açıp dua ederek herhangi bir salih amel yapmaksızın buöyle bir şey isterse Alah cc ona böyle bir karşılık vermeyecek bu karşılığın nasıl verileceğini aynı ayet içinde "onu korkup sakınanlara, zekatı verenlere ve bizim ayetlerimize iman edenlere yazacağım" şeklinde buyurarak, kulun ahirette iyilik istiyorsa dünya hayatında nasıl ameller yapması gerektiğini bizlere bildirmektedir. Ayetin Allah cc nin önceden yazmadığı gibi bir mesajı olmayıp, bu ayetteki  yazma konusu kader ile uzaktan yakından alakalı olmayıp , kul eğer dünya ve ahirette iyilik istiyorsa bu istemenin gereklerini yerine getirmek sureti ile bunun gerçekleştirileceği beyan edilmektedir. Kul eğer Allah cc den onun için iyi ameller yazmasını istiyorsa bu amelleri yaparak yazılmasını sağlayacak olup hiç bir kula yattığı yerden iyi amel yazılmaz , Allah cc nin kuralı budur.

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

2 Mayıs 2013 Perşembe

Kur'an Müslümanlığını Yeniden Düşünmek (3) Resul-Hadis-Sünnet Anlayışı

Özeleştiri olarak başlamış olduğumuz yazı dizilerinin 3. yazısını resul-hadis ve sünnet anlayışımızdaki yanlışlıklar üzerinde durarak devam etmek istiyoruz. Geleneksel islam düşüncesindeki resul anlayışının nasıl olduğu hepimizin malumudur, kainatın onun yüzü suyu hürmetine yaratılmış olan, bütün resullerin en üstünü olan, sözleri vahiy olan, haram ve helal koyan bir elçi anlayışı üzerine kurulmuş bir din anlayışına karşı çıkan kur'an müslümanlığı tabiri altında toplanmış müslümanlar.   

Geleneğin ifrat anlayışına karşı çıkmak için üretilen bazı tefriti anlayışların maalesef kur'anın tasvir ettiği resul anlayışı ile alakası olmadığı gibi yanlışlık açsından geleneğin içinde bulunduğu yanlıştan'da bir farkı yoktur. Geleneğin oluşturmuş olduğu resul anlayışı onu öldürmek üzerine kurulmuş bir anlayış anlayış olduğu gibi buna karşı çıkan düşüncenin oluşturmuş olduğu resul anlayışıda aynı şekilde resulu öldürmek üzerine kurulmuştur. "Resulleri öldürmek" tabiri sadec israiloğullarına has bir tabir olmayıp vahyin oluşturduğu anlayışın dışında oluşturulan her resul anlayışını anlatır.  

Allah cc, Adem as dan Muhammed as a kadar sayısını kendisinin bildiği elçiler göndererek dünyadaki hayatları için gerekli olan emir ve yasakları onlar vasıtası ile bildirmiştir. Gönderilmiş olan bu elçiler sadece vahyi ulaştırmakla kalmayıp kendilerine indirilen vahyi pratik olarak uygulamış ve örnek olmuşlardır.    

Muhammed as da bu resullerin son halkası olup önceki elçilerin nasıl bir görevi varsa oda aynı görevle  gönderilmiş olan bir elçiydi. Ancak daha hayatta iken onun yapıp ettiklerinin anlaşılması konusunda sahabe arasında bile farklı anlayışlar başgöstermiştir. Muhammed as ın her yaptığını taklit eden bir gurup sahabeye karşın onun yaptıklarının maksadını gözeten ayrı bir gurup sahabenin mevcudiyeti hepimizin malumudur. Bu iki farklı anlayış bugüne kadar süregelmiş olup baskın olan anlayış onun şahsiyetini kutsayan sözlerini kur'ana eşdeğer sayan
 bir anlayış olarak günümüzde devam etmektedir.   

Kur'anın sınırlarını çizdiği görevinin dışına çıkmayan muhammed as, vefatı sonrası olduğundan farklı bir duruma getirilerek sanki yardımcı ilah pozisyonuna getirilmiştir. Kur'an müslümanlığı düşüncesi etrafında buluşan müslümanlar bu yanlışları dile getirerek muhammed as ın kur'anın verdiği misyonun dışına çıkarılan anlayışlara karşı çıkmışlardır.   

Mutedil olan düşünceler bir tarafa , "hepsini al " düşüncesine karşı "hepsini at" düşüncesinin konuşulmaya başlanması ve bu düşünce etrafında bazı uygulamaların ortaya konulmasından anlaşıldıki "hepsini at" düşünceside öteki düşünce gibi yanlış bir düşüncedir." Hadisi şerif" deyimi muhammed as a ait olduğu iddia edilen sözlerin literatürdeki bir adıdır, elimizdeki hadis külliyatında ona atfedilen sözlerin olduğu ciltlerce kitaplar olmasına karşın maalesef içinde olan hadislerin büyük bir kısmı kur'anla uyuşmayan sözlerdir. Kur'an müslümanı olmak demek  o hadislerin topunu atmak değil o hadislerin kur'ana uygun olanı ile olmayanları birbirinden ayırarak seçmektir.

Hadis konusundan daha önemli konu "sünnet" tir, bu konuda yapılan yanlışlar mevcut olup daha vahim bir durum arzetmektedir. Kur'an hiç bir ayetinde, "resulun görevi ölene kadardır" şeklinde bir aksine haber vermemiş, aksine resullerin misyonunun kur'anın devamı ile eşdeğer bir zaman ile sınırlı olduğunu bildirmiştir. Bunun aksi bir durum resul ile ilgili ayetlerin hepsini nesh olmuş duruma getirir.   

Kur'an, yaşanan hayat içinde inmiş olan bir kitap olması nedeniyle onu yaşanmış olduğu hayat içinden ayırmak doğru olmaz. Kur'anın insan hayatını düzenleyen kaide ve kurallar kitabı olduğu açık iken, elçinin kendisine indirilen kitabı uygulayış şekli hakkındaki bilgilerin bir kenara atılması Allah ve elçisine hakarettir.

Kur'an daki bazı ayetlere baktığımız zaman o ayetler ile bilgilerin önceden mevcut olduğu yeni gelen ayetlerin o bilgi alt yapısı dahilinde olduğu görülür. Hacc,salat,kurban,oruç vs gibi konularle ilgili ayetler alt yapı bilgisi dahilinde nazil olmuştur. Hal böyle iken herhangi bir kişi bu kitab kendisine inmiş gibi bildiklerini bir kenara atıp kur'anı okumaya kalksa "bu kitab ne diyor?" diye başkasına sormak zorunda kalacağı açıktır.

Bilindiği üzere kur'an ritüeller konusu ile ilgili olarak yeni bir uygulama getirmemiştir, mevcut olan uygulamaları şirk karanlığından çıkarıp tevhidin aydınlığına çıkarmıştır. Muhammed as a inen ayetlerde "secde et" emri bu kelimenin ifade etmiş olduğu anlamın bilgisi dahilinde uygulanmıştır, çünkü kur'an nazil olmadan evvel insanlar secde etmekte olup kendilerine yaratan rablerine değil aracı kıldıkları putlara secde etmekteydi, salat kelimesi ile ifade ve içinde kıyam,ruku ve secdeyi barındıran ibadet yine bilinen bir ibadet olup şirk bulaşmış bir haldeydi.    

Bu güne baktığımız zaman eline kur'anı alan bazı kişilerin namaz,oruç,hacc gibi ibadetlerin şirk olduğunu iddia etmeleri trajikomik bir durum arzetmektedir. Bu tür düşüncelerin samimiyetten uzak olduğunu kur'anı doğru okuyan bir kişide bu tür düşüncelerin olamayacağını daha önceki bazı yazılarımızda belirtmeye çalışmıştık.  

Bu gün kılmış olduğumuz namaz uygulanarak gelmesi itibarı ile bizlerinde aynı şekilde ifa etmek durumunda olduğumuz ritüellerdendir. Kur'an müslümanlığı düşüncesi etrafında şekillenen bazı düşüncelere baktığımız zaman geleneğin ilmihal hastalığınını bir benzeri duruma düşüldüğü görülmektedir. Vakitleri ve rekatları ve nereye yönelmek gerektiği konusunda sanki herkes muhayyer ve istenildiği gibi hareket edilebilir gibi bir durumun olduğu zannedilmektedir.

Namaz ibadetinin ne demek olduğu kur'andan anlaşılacaksa, kur'anın ritüel ibadetlerin ne demek olduğunu bildiren ayetlerin iyi anlaşılması gerekmektedir. Herkes kafasına göre rekat,vakit, yön ve şekil uydurup bu ibadeti ifa etmeye kaktığı zamanki ortaya çıkacak olan kargaşadan kimlerin fayadalanacağı düşünülerek bu tür ibadetler üzerinde gereksiz olan ilmihal kavgaları bırakılarak bu ibadetlerin gerçek yönü ortaya çıkarılmalıdır.

Resulun örnekliği bu konuda bizlere en önemli bir kaynak olmalıdır. Yaşamış olduğu zamanla ilgili olarak yapmış olduğu bu tür ibadetler ile ilgili haberlerde herhangi bir namazı farklı sayıda rekatle kıldığı veya bir vakiti terk ettiği gibi haberler kesinlikle olmayıp aksine devamlılık ve kararlılık ve cemaat şeklinde birlikte ifa edildiğini bilmekteyiz.

Sonuç olarak, kur'an müslümanlığı tabirinden anlaşılması gereken resul sav i hayatın dışına atmak değil , hayatın içine alarak onun uygulamalarını örnek edinmek olmalıdır. Onu yok sayarak yapılacak kur'an okumaları doğru bir okuma olmayıp beraberinde yanlışları getiren okumalar olacaktır. Dışlama metodu ile yapılan okumalara baktığımız zaman kur'anı hayatın içine almak diye bir gayesi olmayan okumalar olup ibrahim as ın yolundan gittiğini ifade edip onun kırdığı putların önünde secde eden çakma haniflerden bir farkımız kalmaz.  

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

28 Nisan 2013 Pazar

Ateş Bize sayılı Günler Dokunacaktır Diyenler

Kur'an israiloğulları ile ilgili bilgiler verirken onların "ateş bize sayılı günler dokunacaktır" demelerinden bahseder ve bu dediklerinin yanlış olduğunu ifade eder. Bu iddialarından önce israiloğullarının günahı içselleştirdikleri görülmekte olup onların bu günahlarına kılıf olmak amacı ile işlemiş olduklarına karşı böyle bir düşünce geliştirip ateş sonrası cenneti garantilemiş gibi bir hava estirdikleri görülmektedir. Kur'an onların bu iddialarını reddetmiş olmasına rağmen aynı iddia müslüman olduklarını söyleyen insanlarda nerdeyse bir akide konusu haline getirilmiştir. Önce israiloğullarının bu iddiaları ilgili ayetleri görelim.  

------[002.080] «Ateş bize sadece sayılı birkaç gün değecektir», derler; sor, «Allah katından siz söz mü aldınız?», eğer öyle ise Allah sözünden caymayacaktır. «Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?
-----[003.024]  Bu, onların: «Bize ateş sadece sayılı birkaç gün değecektir» demelerindendir. Uydurup durdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır. 

Bakara ve al-i imran surelerinde geçen bu ayetlerin öncesine baktığımız zaman israiloğulların işledikleri cürümler anlatılmakta olup bu cürümlerinin cezasını ateşte belli bir zaman içinde kalarak ödedikten sonra cennete geçirilecekleri gibi bir zan içinde oldukları görülmekte olup sonraki ayetler bu iddialarını red etmektedir.  

----- [002.081]  Hayır öyle değil; kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan kimseler; cehennemlikler işte onlardır. Onlar orada temellidirler.
-----[003.025] [DI] Geleceğinden şüphe olmayan günde, onları topladığımız ve haksızlık yapılmayarak herkese kazandığı eksiksiz verildiği zaman, nasıl olacak?

İsrailoğullarının yapmış oldukları cürümlerin anlatılma sebebi, sadece onların ne menem bir kavim olduklarının ifşası değil insan olmaları hasebiyle yasak delme ve bu konuda insanın dini kuralları nasıl alt üst edebileceğinin canlı bir örneğidir. Günahları işlemeden önce o günahın karşılığı için bir kılıf uyduran israiloğulları, nasıl olsa ateşten çıkacağız" mantığı ile günahları içselleştirmekte bir beis görmeden cürüm yolundaki taşları ayıklama yoluna gitmişlerdir.     

İsrailoğullarının iddiasının aynısı islam düşüncesi içindeki yerini alarak,günahları olan müslümanların günahlarınının cezasını çektikten sonra cennete gideceği kuralı konulmuştur. İslam düşüncesi içinde yerini bulan "sayılı gün ateş dokunması" iddiası meryem s. 71. ayeti üzerinden delillendirlmeye çalışılsada bağlamdan kopuk  ve ön kabullu bir okumanın ürünü olduğu açıktır, Bu konu ile ilgili olarak " meryem s 71. ayeti ile ilgili bir mülahaza" adlı yazımıza bakılabilir.    

Kur'an, kıyamet sonrası olacakları açık seçik olarak bir çok ayette anlatmış olmasına karşın kıyamet günü günahkar müslümanların önce ateşe sonra cennete gireceklerine dair herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Bu düşüncenin kabul görmesi, harici düşüncesindeki "büyük günah işleyen kafirdir" söylemine karşı üretilmiş karşı bir bir düşünce olduğu açıktır, her ne kadar haricilerin bu düşüncesine katılmasak'da büyük günah işleyen kişinin durumu hakkında Allah cc kıyamet günü en doğru kararı verecektir. Bu yazımızdaki amaç bu konuyu tartışmak değil israiloğullarının ortaya attığı bir düşüncenin kur'an tarafında red edilmiş olmasına karşın müslümanlar arasında kabul görmüş olmasıdır. Kul hayatta iken ölüm anı hariç işlemiş olduğu günahından tevbe edebilir ve Allah cc bu tevbeleri kabul edeceğini beyan etmiştir.

Kul yaşadığı zaman süreci içinde muhakkak günah işleyebilir ama onun işlemiş olduğu bu günah, kendisinin müslüman olması hasebiyle  cennete gideceğinin garantisi altında olduğu zannına kapılmasına vesile olmamalıdır.  
----- 031.033 Ey insanlar! Rabbinizden korkunuz ve bir günden de endişe ediniz ki, bir baba evladından bir şey ödeyemez, evlat da atasından bir şey ödeyecek değildir. Şüphe yok ki, Allah'ın vaadi haktır. Sizi dünya hayatı sakın aldatmasın ve sizi o çok aldatıcı (şeytan) Allah hakkında şaşırtmasın. 
------035.005 Ey insanlar; Allah'ın vaadi muhakkak haktır, dünya hayatı sizi aldatmasın. Ve o mağrur da Allah ile sizi aldatmasın.
Şeytan'ın insana karşı olan iğvalar'dan biriside o kulun nasıl olsa affa uğrayacağı zannını vererek günah işlemeye yöneltmesidir. Allah cc günahları bağışlayıcı olduğunu bizlere bir çok ayette bildirmesine rağmen yukarda verilen ayet örnekleri bizim affedilme garantisi rehavetine kapılmamızı önlemeye yöneliktir.   

----- 004.017 Ancak Allah'ın kabul etmesini vaad buyurduğu tevbe, o kimseler içindir ki, bilmeyerek günah işleyip hemen tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah bunların tevbelerini kabul eder. Allah alîmdir hakîmdir. (Her şeyi bilendir, hikmet sahibidir).
-----004.018 Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman; «şimdi tevbe ettim» diyenler ile kafir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azab hazırlamışızdır.

Ğaffar olan Allah cc günahlar için yapılan tevbeyi kabul edeceğini beyan etmesine rağmen ölüm anında "şimdi tevbe ettim" diyerek kafir olarak ölenlerin tevbelerinin makbul olmayacağını bildiriyor. Eğer bir kul tevbe kapısı her zaman açık deyip günahları kendisine alışkanlık edecek olursa bu durum kul için bağışlanması imkansız bir durum meydana getirecektir.   

 İsrailoğulların yapmış oldukları cürümlere karşı geliştirmiş oldukları "sayılı günlerde ateşin dokunması" kalkanı kur'an tarafından reddedilmiş olup, bu red görmezlikten gelinerek islam düşüncesine sokulmuştur, bu düşünce etrafında yine kur'anın red ettiği şefaat düşünceside devreye sokularak muhammed sav e "şefaatım ümmetimden büyük günah işleyenedir" şeklinde bir söz söylettirilmiştir. 

-----004.031Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz.
-----042.037 Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.
-----053.032 Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için 053.032] [DV] Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.
. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.

Rabbimiz bizlere büyük günahlardan kaçınmayı emrederken muhammed as a söyletilen uydurma sanki onun kur'anın emrine ters olarak büyük günahları teşvik ettiği gibi bir durum meydana getirmiştir. Necm s 32 deki " kendinizi temize çıkarmayın." emri, cenneti garantilemiş gibi bir havaya girmeyin anlamındadır.

Sonuç olarak, israiloğullarının bir iftirası olduğu bildirilen "ateşin sayılı günler dokunması" konusu islam inancında yerini bulmuş ve müslümanlar arasında, "nasıl olsa cennet garanti" şeklinde bir hava oluşturularak israioğulları gibi günahların içselleştirilmesine dönüştürülmüş olup birde buna ilaveten şefaat konusu ilave edilerek " ateş bize hiç dokunmayacak" şeklinde bir düşünce üretilmeye çalışılmıştır. Kulun korku ile ümit arasında olması her zaman tetikte  bulunması esas olmasına rağmen "nasılsa affedileceğiz" mantığı ile iş ahiretteki şefaatçilere bırakılmıştır. Kıyamet günü bunun böyle olmadığı ortaya çıkınca dünya hayatını affedilme hayali ile boşa geçirenler tekrar dünyaya geri döndürülmesi mümkün olmayacaktır.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

23 Nisan 2013 Salı

Nisa s. 158-159. Ayetleri ve İsa a.s ın Ref'i ve Şahidliği

İsa as kur'anda zikri geçen elçilerden olup onun akıbeti meselesi müslümanların en fazla ihtilaf ettiği konulardan birisi olarak gündemdeki konularımız arasında baş sırayı almaktadır. Geleneksel islam düşüncesindeki yaygın anlayış isa as ın ölmediği onun göğe çekildiği kıyamete yakın bir zamanda yeryüzüne ineceği şeklindedir. Bu düşünceye uygun bazı ayetler, üzerinde gerekli olan te'viller yapılarak olayın kur'ana onaylattırılma boyutuda bir şekilde halledilmiştir! , bir ileri safha olarak bu konu akidevi bir hale getirilmiş olup bu şekilde inanmamak "küfr" olarak tescil edilmiştir!. Subutu ve delaleti zanni bile olamayacak kadar alakasız bir konuyu itikad konusu haline getirip oluşturdukları sahte itikada inanmayanları "kafir" olarak damgalayanların hükmünü Allah cc kıyamet günü verecektir.    

Bu yazımızda bu konu ile ilişkilendirilmeye çalışılan iki ayet üzerinde durarak bu ayetlerin mesajlarını anlamaya gayret edeceğiz. İsa as ile ilgili ayetlerin nuzulü ile ilgili olarak arka plan bilgisine sahip olursak bu ayetlerin mesajı daha kolay anlaşılabilecek iken ön kabullu okumalar neticesi zorlama te'villerle alakasız yorumlarda bulunulması kur'anın herkesin kendi düşüncesine uygun ayet arama kitabı olmasına sebeb olmuştur.   

İsa as ilgili ayetlere baktığımız zaman bütün ayetlerin hıristiyan düşüncesindeki "Allah'ın oğlu" olduğunu iddiasını red sadedinde olup onun herkes gibi bir kul olduğu vurgulanmaktadır. Bir çok elçinin başına geldiği gibi kavmi onuda öldürmeye yeltenmiş ama bunda muvaffak olamamıştır.    

Nisa . s 158. ayetinde onun "ref" edilmesi göğe çekilmesi şeklinde yorumlanmış, 159. ayetinde ise onun geri geleceği iddiasına destek olan bir ayet zannedilerek oluşturulmuş iddialara mesned olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Şimdi bu ayet ile ilgili mesajı anlamaya çalışalım.    

                                                             NİSA S.158.AYETİ

              doğrusu Allah onu kendine doğru ref'eyledi, Allah bir azîz, hakîm bulunuyor.
Bu ayet 156-157. ayetlerde anlatılan israiloğulları'nın onu öldürme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanması ile ilgili olarak devam eden bir ayet olup kavminin onu öldüremediğini anlatmaktadır. Ayet'te geçen " kendine ref etti" sözünden isa as ın göğe çekildiği iddia edilmesi bu düşüncenin, çelişkileri barındırması açısından yanlışları mevcuttur.    

Ehli sünnet itikadı'na mensup olduğunu iddia edip, Allah cc nin mekan'dan münezzeh olduğuna inanıp (ki doğru bir düşüncedir) isa as ın göğe çekildiğine inanmak bu düşünceyi taşıyanlar açsından çelişkili olup arka planında, "Allah semadadır" söylemini savunan müşebbihe düşüncesini tasdik anlamına gelmektedir. Hem ehli sünnet inancı denilip hemde isa asın göğe çekildiğine inanmak içinde çelişkiyi barındıran bir düşüncedir. bu düşünceyi "Allah semadadır" diyen müşebbihe savunmuş olsa bir şekilde çelişki ortadan kalkar ancak müşebbihenin, "Allah semadadır" düşünceside yanlış bir düşüncedir.  

"Ref" kelimesi kur'anda hem hakiki hemde mecazi anlamda kullanılan bir kelimedir, bu kelimeyi hakiki anlamda kullanmak çelişki doğuran bir düşünce olduğu için bu kelimenin mecaz olarak kullanıldığı araf s.175-176. ayetleri üzerinden anlamaya çalışmak daha doğru olacaktır.
 "Onlara, kendisine âyetlerimiz hakkında ilim nasib ettiğimiz kimsenin de kıssasını anlat: Evet, o adam bu ilme rağmen o âyetlerin çerçevesinden sıyrıldı, şeytan da onu peşine taktı, derken azgınlardan biri olup çıktı. Eğer dileseydik, onu o âyetler sayesinde yüksek bir mevkiye çıkarırdık, lâkin o yere saplandı ve hevasının esiri oldu. Onun hali tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi haline bıraksan da yine dilini salar solur! İşte bu, tıpkı âyetlerimizi yalan sayan kimselerin misalidir. Sen olayı onlara anlat, olur ki düşünüp kendilerine çekidüzen verirler."
Bu ayetler, Allah cc nin kendisine ayetlerini verip bu ayetlerden sıyrılan kişinin durumunu anlatmakta olup bu ayetlere sarılmış olsaydı , Allah cc nin (le refe'nahu) ref edeceği anlatılmaktadır. Buradaki ref edilmeye hiç kimse tarafından,onun göğe çekilmesi anlamında olduğu iddia edilmemiştir.İsa as ın ref edilmesi yukardaki ayetler'in "ref " kelimesine  yüklediği anlam  çerçevesinde anlaşılarak isa as ın Allah cc nin ayetlerine karşı bir nankörlük yapmadan elçiliğini hakkı ile ifa ettiğini anlatmkta olup bedenen göğe çekilmesi şeklinde bir anlam taşımamaktadır. 

                                                NİSA S. 159. AYETİ 
Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır.
Bu ayet, isa as ın ölmediği yönündeki düşüncelere dayanak olduğu iddia edilen bir ayettir, ilk sıkıntı zamirin mercii konusundadır. "mevtihi" kelimesindeki "hi" zamirinin ehli kitab içinmi yoksa isa as içinmi olduğu tartışması hala devam etmektedir. Bu ayeti zamirin mercii yönünden değil şahidlik konusu ile ilgili ayetler çerçevesi ile bağlanatılı olarak anlamaya çalışırsak bu ayetin mesajı'da daha kolay anlaşılacaktır. Bilindiği gibi kur'andaki isa as ile ilgili ayetlerin  onun bir beşer olduğunu vurgulaması açısından okunması gerekmektedir. Kıyamet sonrası ile ilgili ayetleri hatırlayacak olursak ,mahkeme tasviri içinde bir sorgulama olacağı bizlere bildirilmektedir(hakka s.). Bu mahkemede hakimlerin hakimi Allah cc ve sorgulanacak kimseler ve şahidler olacaktır. İsa as ın şahidler içinde olacağının anlatılması onun herhangi bir ilahlık durumunun olmadığının beyanı olup maide s.116-118. ayetleri bunu anlatmaktadır.  

----- 005.116Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, «Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin» diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, «Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.
-----005.117 Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.
-----005.118 «Onlara azabedersen, doğrusu onlar Senin kullarındır; onları bağışlarsan, Güçlü olan, Hakim olan şüphesiz ancak Sensin.»

Bu ayetlerde kıyamet sonrası olacak olaylardan bir tasvir verilmekte olup bu tasvir isa as ve ona iman ettiğini iddia edenlerin ona olan imanlarında onun tebliğ ettiği şekli ile değil tahrif etikleri şekil ile iman ettikleri ve bu imanın kimseye bir yarar sağlamadığı beyanı vardır. Bu tasvir'de isa as ın durumuna baktığımız zaman hakim yani ilah pozisyonunda değil hakim olan Allah cc tarafından sorgulanan bir kul olduğuda anlaşılmakta olup bu kulun Allah cc nin verdiği karar üzerinde herhangi bir etkisi yoktur ve sadece Allah cc nin hükmüne diğer kullar gibi boyun eğmekten başka bir şey yapamayacaktır.   

Aynı durum muhammed as içinde geçerli olup onunla ilgili olarak'ta nisa s 41. ayetini görmekteyiz. "Her ümmete bir şahid getirdiğimiz ve seni de bunlara şahid getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak?". Bu ayette'de muhammed as da aynı isa as gibi kıyamet sonrası mahkemede hakim veya hakim yardımcısı pozisyonunda değil şahid possizyonunda olup karar ile ilgili herhangi bir dahli olmayan kul durumundadır.  

Aynı şahidliği muhammed as da yapıp ona iman iddiasında bulunan bir kısım müslümanın, Allah cc nin ona yüklemediği bir görevi ona  iman iddiasında bulunanların yüklemiş olduğu, fakat bu yüklenen görevin onun tebliği ile taban taban zıt olması isa as gibi onun tekrarladığı sözlerin benzerini tekrarlamasına sebeb olacaktır. Hıristiyanların isa asın durumu ile ilgili sapkınlıklarının bir benzeri muhammed as için müslümanlar tarafından yapılmakta olup kıyamet günü bu sapkınlıklarıda muhammed as red edecektir.

İsa as ile ilgili bu iki ayet'in mesajı bu şekilde iken kur'an harici bilgiler ile donatılan kitaplar bu konuyu akide haline getirip, kur'an doğrultusunda düşünen müslümanların tekfir edilmesine kadar giden korkunçluklara sebeb vermektedir.Eğer tekfir edilmesi gereken birileri varsa isa as hakkında kur'an harici bilgilerle donatılan düşüncelerin ve onları müdafaa edenlerin tekfir edilmesi gerekir.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

21 Nisan 2013 Pazar

Beyt ve Beytullah Kelimelerine Sosyolojik Bir Bakış Denemesi

Bu yazımızda, "Beyt" kelimesi üzerinden Kabe'nin sosyolojik anlamda nasıl bir yer işgal ettiği hususundaki düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz. 

"Beyt" kelimesi lügatta , "insanın gece sığındığı yer " anlamına gelmektedir. Bu anlam üzerinden , Kabe adı verilen beyt'in insanlar için ne ifade ettiğini Kur'an üzerinden değerlendirmeye çalışacağız.    

Al-i imran s. 96. ayetinde, " Doğrusu insanlar için vaz'olunan ilk beyt, elbette Bekkedeki o çok mübarek ve bütün âlemîne hidayet olan Beyttir" mealinde buyurulmuş olması , insaoğlunun yaratılışı icabı barınma ve sığınma ihtiyacının bir gerçeği olarak tesis edildiğinin bir gerçeği olup bu beyt herhangi bir beyt olmayıp Allah cc nin emri ile tesis ettirilmiştir. 97. ayetin devamı bu durumun bir anlatımıdır. "Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağni (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç)dir.". Hacc s.29.30 da "elbeytil atik" (eski ev) deyimi ile ifade edilmesi bu evin ibrahim as dan daha eski bir geçmişi olduğu yolundaki düşünceleri desteklemektedir.İbrahim as ile oğlu ismail as ın beyt ile ilgili yaptıklarının, bakara s. 127. ayetinde " Ve o zaman ki, İbrahim Beyt'in temellerini yükseltiyordu. İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: «Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur. Çünkü daima işiten, daima bilen Sensin ancak Sen!" şeklinde anlatılması beyt'in onlar tarafından ilk defa değil olan bir mekanı yeniden inşa anlamında anlaşılması daha doğru olacağını düşünmekteyiz.    

Kişilerin birlikte yaşama olgusunun bir gereği olan belirli kurallar dahilinde yaşama durumu taa ilk insandan beridir süregelmiştir. Mesela Maide s. 27-31. ayetler'de anlatılan Adem'in iki oğlunun kıssası konulmuş kurala karşı çıkmanın bir örneğidir. Konulmuş kurallar olmadan birlikte yaşamanın imkansız olduğu gerçeğinden yola çıkarak bu insanları yaratan Allah cc kural koyma hakkını kendisinde görerek yarattığı insana kurallarını elçileri vasıtası ile  bildirmiştir. İnsanlar kural koyma hakkını Allah cc den alarak kendilerinde görmeleri onların "tağutlaşması" anlamına gelir'ki bu şekil bir hakkı kendisinde gören veya kendisinde göreni destekleyenlerin dahi sonlarının neresi olduğu kur'anda açıkça bildirilmiştir.

"Ev" kelimesi bizlerin günlük hayatının ayrılmaz bir parçası olarak hayatımızda yer eden bir kelimedir. "Hükümet konağı", "vali konağı" , "cumhurbaşkanlığı konutu" ," adliye sarayı" gibi deyimler yine aynı şekilde günlük hayatımızda kullanılan deyimler olup bu deyimlerin ifade etmiş olduğu anlamlar malumdur. "Hükümet konağı" tabiri hepimizin bir şekilde işinin düştüğü resmi işlerimizin orada halledildiği bir mekan olması itibarı ile "ev" kelimesi ile irtibatlıdır.

Kişiler, bu deyimler ile ifade edilen evlerin yönetimi altında günlük hayatlarını idame ettirmek zorunda olup bu evlerin ortaya koyduğu kanunlara muhalefet etmek kişinin ceza görmesini gerektirir. Bu evlerin içinde yönetim amiri durumunda olanların tabi oldukları belirli bir kurallar zinciri vardır.Bu evlerin tabi olmak zorunda olduğu Allah cc nin hükümlerinin yerine kulların yapmış oldukları kanunların bu evlerin kuralları olması bu evlerin tağut kavramı ile birlikte anılmasını gerektirir.

Mekke'deki beyt'in ne anlama geldiği veya gelmesi gerektiği konusu "Beyt" kelimesinin insanın sosyal hayatında ifade ettiği anlam ile eşdeğer olarak hayat bulur. Allah cc yaratmış olduğu insanlara "abd" yani kul vasfını layık görmesi kendisini'de "ilah ve rab" olarak bizlere tanıtması, kul durumunda olan insanın, ilah ve rab durumunda olan varlığa karşı her an "ruku ve secde" halinde olmasını gerektirir . Ruku ve secde halinde olması bilinen şekilsel anlamın dışında daha geniş bir anlama sahip olmasını kastetmekteyiz. Allah cc ye ruku ve secde etmeyi red eden insan ya kendi tağutlaşmış yada kendi cinsinden bir tağutu rab edinmiş olur. 

"Beyt" kelimesinin. "geceleri sığınılan yer" olma anlamından hareketle mekke'deki beyt'in ne anlama geldiği konusunu kur'anın "gece" kelimesine yüklediği mecazi anlamdan hareket ederek izah edebiliriz. 

-----002.257 Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.
-----005.016Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir.

Karanlıkta olan insanı elçileri vasıtası ile gönderdiği vahiy ile aydınlığa çıkaran Allah cc, gönderdiği vahiy ile emin bir duruma geçileceğini mekke'de sembolik olarak elçileri ile yaptırmış olduğu beytinde kullarına göstermek istemektedir. Mekke'nin emin bir belde olarak değer bulması içinde olduğu "Beytullah" yani Kabe'den ötürüdür.   

-----002.126 İbrahim: «Rabbim! Burasını emin bir şehir kıl, halkından, Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır» demişti. Allah da: «İnkar edeni de az bir müddet geçindirir, sonra da onu ateşin azabına uğramak zorunda bırakırım, ne kötü sonuç» buyurmuştu.
----- 003.097 Orada apaçık deliller vardır, İbrahim'in makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana Allah için Beyt'i haccetmesi gereklidir. Kim inkar ederse, bilsin ki; doğrusu Allah alemlerden müstağnidir.
-----014.035  İbrahim şöyle demişti: «Rabbim! Bu şehri güvenli kıl; beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.»
-----029.067 Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken, bizim (Mekke'yi) güven içinde kudsî bir yer yaptığımızı görmediler mi? Hâla bâtıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?

 "Beytullah" ın "Kabe" adı ile anılmasına sebeb yapılmış olan binanın köşeli olması nedeniyledir. Beytullah yani Allah'ın evi bir deyim olup içinde Allah cc nin olduğu ev anlamında olmayıp kendisine iman edenlerin emin olduğunu oraya girenlerin her türlü tehlikeden uzak olduğunu sembolik bir göstergesidir. Beytullah deyiminin kur'anda bu şekilde geçmemesi bazı kişilerin kafasında soru işareti olduğuna şahid olduğumuz için, bakara 125. ve hacc 26. ayetlerinde "beyti" (evimi) denilmesi o evin Allah cc tarafından sahiplenildiğini gösterir , dolayısı ile oraya "BEYTULLAH" demek kadar doğru bir şey olamaz.      

Hacc ibadeti yılda bir kez beytullah'a gelerek orada tavaf etmek ve diğer ritüelleri gerçekleştirmek ile eda edilir, bunu yapmaktaki kasıt kulun bu tavafı ile Allah cc nin emirleri dairesi içinde dönüp durduğunu yani hiç dışarı çıkmadığını sembolik olan evini ziyaret ederek ona yine sembolik olarak göstermesi ile olur.   

Kulun ruku , kıyam ve secde etmesi , Allah cc ye olan itaatinin  yine sembolik ve ritüel olarak göstermesi şeklinde adına günlük dilimizde namaz denilen ibadetin rükünlerindendir. Ruku,  kıyam ve secde kavramları bir itaat göstergesi olarak kişinin itaatının dışa vurumudur. Kişi eğer itaatını Allah cc ye yapıyor ise bunu namaz dediğimiz vakitli ibadeti eda ederek rabbine gösterir. Kişinin günlük hayatında şekilsel olarak yaptığı bu hareketlerin sembolik olarak gösterilmesi hayatın tamamını kapsaması gerekir. Kişi hayatının her safhasında Allah cc ye kul olduğunu günün belli vakitlerinde diğer insanlarla birlikte eda ettiklerinde namazında gösterir. Eğer kişi sadece namaz vakitlerinde bu şekilleri yapıp diğer vakitlerinde tağuta kulluğunu sergileyecek eylemlerde bulunuyorsa bu namaz sadece kuru bir ibadet olarak karşısına çıkacaktır.   

Beytullah etrafında, hacc,tavaf ve namaz gibi ritüeller kulun Allah cc ye olan kulluk bilincinin dışa vurumu olup kuru bir ibadet kasdı ile yapılamaz. Kişi hayatının diğer vakitlerinde Allah cc nin dışındakilere tabi oluyorsa onların etrafında tavaf edip onlara ruku,kıyam ve secde ediyor demektir. Bugün kendisine "müslümanım" diyenlerin bir çoğu bu şuurdan yoksun olarak bu ritüelleri eda etmekte olup bunun yanlışlığını gören diğer bir kısım kendine "kur'an müslüman!!" diyen kişiler bu ibadetlerin "şirk" olduğunu iddia etmeleri onların bu sözleri, bilgisizliklerinin eseri değilse hiyanet ve dalaletlerinin bir eserinden başak bir şey değildir. Onca ilgili ayete rağmen kur'anı okuduğunu iddia edip bu ritüellerin ne anlama gelmesi gerektiğinin bilincinden yoksun olunması bizleri derin düşünceye sevketmekte olup kur'an ile bağ kurmuş olanların başkalarının yanlışını kalkan edinerek yanlış olanın yerine doğruyu ikame ettirme çabası yerine "hepsini kaldır at" mantığı ile hareket etmelerinin kimlerin ekmeğine yağ sürdürüğünü çok iyi düşünmeleri gerekir.    

"Beyt" kelimesi , sığınılan yer anlamının bir karşılığı olarak , kulun kendisini yaratan Allah cc den başkasına sığınmasının şirk olduğu, o beyt etrafında oluşturulan din hükümlerinin kabul edildiğinin göstergesi olarak namazlarında her nerede olursa olsun yüzünü oraya dönmesi mecburiyetindedir. Yine üzülerek müşahede ettiğimiz ve "kur'an müslümanı !!" olma iddiasında olan bazı kişilerin namaz kıldıkları halde namazda beytullah'a yönelmek gibi bir mecburiyet olmadığı düşünceleri "beyt" kelimesinin kur'ani karşılığını anlamadıklarının bir göstergesidir. İman iddiasında bulunan bir kişinin dünyanın neresinde bulunursa bulunsun o beyt'in ifade ettiği anlama uygun olarak kitaba uygun bir yaşam sürmesi onun beyt'i tavaf etmesi anlamında olup bunun aksi bir durum yani tavaf veya yüzünü beyt'e dönmeyi red etmesi Allah cc ye kulluğu red anlamına gelir.    

Bugün uygulamadaki yanlışlıklar Allah cc nin bize emrettiği bu ritüelleri red etmek şeklinde bir tefrite varmamalıdır. Beytullah,hacc, tavaf, salat kavramlarının kur'ani karşılığının önce bizler tarafından içi doldurulup dinin Allah cc ye has  kılınması sonra bu doğru dinin başkalarına tebliğ edilmesi şeklinde olmalıdır. Kabe'ye put namaza şirk diyen bazı sözde çakma kur'an müslümanlarının TC yi oluşturan kişi ve kurumlar önünde ruku secde ve kıyam etmeleri onların ilahlarının TC yi oluşturan kişi ve kurumların olduğu dolayısı ile kendi dinlerinin dışındaki dinlerin ibadetlerinin ve mekanlarının şirk veya put olarak yaftalamaları normal bir durumdur. Eğer tevhid isteniyorsa bu tevhid Allah cc nin dini ve o dinin sembolleri etrafında olması ve diğer dinin sembol ve ritüellerinin şirk olduğu ATAMIZ İBRAHİM AS misali haykırılmalıdır ."Kur'an Müslümanıyım " deyip kur'anın şirk dediği şekillere secde etmek bu iddiada bulunanların samimi olmadıklarının göstergesidir.    

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

18 Nisan 2013 Perşembe

Bakara s. 222. Ayeti ve Bir Tabu: Hayızlı Kadının Namazı ve Orucu Meselesi

İslam düşüncesi içinde tabu haline getirilerek , hiç kimsenin yerleşik algının dışında  söz söyleyemeyeceği , söz söylediğinde recm edileceği konuların başında hayızlı bir kadının namazı veya oruç tutması gelmektedir. Hayızlı kadının namaz veya oruç tutması konusunda yaygın olan kanaat, herkesin malumu olduğu üzere , onların bu ibadetleri yapmasının "HARAM" olduğu yönündedir. 

Halbuki bir mesele hakkında "Haram" hükmü vermek için, "Subutu ve delaleti kati" bir nas olması gerekmektedir. Hayızlı kadının namaz kılmasının veya oruç tutmasının "Haram" olması için , Kur'anın bu konuda sarih bir hükmünün bulunması gerekmektedir. Örneğin ; Domuz etinin haramlığı hakkında kimsenin itirazı olması mümkün olmayıp bu etin haramlığı "Subutu ve delaleti kati" bir nas olan ayet ile sabittir. Hal böyle iken hayız konusunda yerleşik algıyı destekleyecek bir nas olmayıp , bu naslar rivayetler yardımı ile bulunmuş ve yıkılmaz bir duvar örülerek "Hayızlı kadının namaz kılması oruç tutması HARAMDIR" hüküm kitaplarda yerini almıştır. 

Bu yazımızda konuyu, ilgili ayet üzerinden ele almaya çalışacağız.


Bakara s. 222. ayetinde Allah cc bizlere şöyle buyurmaktadır.  

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُواْ النِّسَاء فِي الْمَحِيضِ وَلاَ تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّىَ يَطْهُرْنَ فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ

-----2.222 [E0] Sana hayızdan da soruyorlar, deki o bir ezadır, onun için hayız zamanı kadınlardan çekilin ve temizlenene kadar onlara yanaşmayın, iyi temizlendiler mi o vakit Allahın emrettiği yerden onlara varın, her halde Allah çok tevbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.

Ayeti Medine de yaşayan Hristiyan ve Yahudilerin, hayızlı kadın ile ilgili olarak uç düşüncelerinin olduğu arka planını hesaba katarak düşünmek gerekmektedir. Hristiyanlar, adetli kadınla cinsel ilişki konusunda herhangi bir yasak tanımaz iken , Yahudiler, hayızlı kadını eve almayacak kadar aşırı bir düşünce içinde idiler. Sahabe bu tarihi arka plan dahilinde , kendilerinin nasıl bir yaklaşım sergilemesi gerektiğine dair sorduğu soruya cevabı Bakara s. 222. ayetinde almaktadır. 

Bu ayetin işaretine göre, kadınların hayız zamanı onlarla sadece cinsel ilişki yasaklanmıştır. Ayetin nuzül dönemi arka planını düşündüğümüzde , vasat olan yol gösterilerek, hayızlı kadına sadece ilişki yasağı getirildiği beyan edilmektedir. Ayet bu arka plan bilgisi dahilinde nazil olmuş ve soranlar için hayızlı kadına nasıl muamele edileceği konusunda vasat olan yolu bildirmekte olup, o durumun bir eza hali olduğu, ve bu halde iken onlara yaklaşılmaması bu hal geçtikten sonra onlara yaklaşılması  emredilmektedir.     

Ayet bizlere bu bilgiyi vermesine rağmen, adetli kadınlar ilgili fıkhi hükümlere baktığımız zaman neredeyse Yahudilere yakın bir anlayış geliştirilmiş, ve onları toplumdan dışlayıcı hükümler ortaya atılmış , bu hükümler etrafında oluşturulan din anlayışı bugün öyle bir hale gelmiştir ki bu konuda gık demek bile yasaklanmıştır.   

Hayızlı kadının camiye girmesi , kur'an okuması , oruç tutması konusunun, Kur'anı dinde belirleyici kaynak yapanların büyük çoğunluğu tarafından bir tabu olmaktan çıkarılması sevinç verici bir durum olması yanında, bu konuları cesaret ile dile getiren sayın Abdülaziz Bayındır ve Mustafa İslamoğlu hocalar gibi alimleri burada tebrik etmekle birlikte, onların da namaz konusu hakkında, oruçta gösterdikleri, bu cesareti bu konuda gösteremediklerine şahit oluyoruz.

Kur'an din konusunda belirleyici bir kaynak ise ki öyle olması gereklidir , bize bu konuda ayetler yol gösterici olacaktır.

Namaz öncesi yapılacak olan hazırlık bizlere Maide s. 6 ve Nisa s 43. ayetlerinde bildirilmiştir.

-----5.006 Ey İnananlar! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi, -başlarınızı meshedip- topuk kemiklerine kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüpseniz yıkanıp temizlenin; şayet hasta veya yolculukta iseniz veya ayak yolundan gelmişseniz yahut kadınlara yaklaşmışsanız ve su bulamamışsanız temiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinizi, ellerinizi onunla meshedin. Allah sizi zorlamak istemez, Allah sizi arıtıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.

-----4.043 Ey İnananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, yolcu olan müstesna gusledene kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut biriniz ayak yolundan gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız ve bu durumlarda su bulamamışsanız tertemiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah affeder ve bağışlar.

Ayetlerde namaza yaklaşılmaması hali olarak, sarhoş olmak,cünüb olmak, tuvaletten gelmiş olmak,kadına yaklaşmış olmak gibi durumlar sayılmış olup hayız hali sayılmamıştır. Bakara s. 222. ayetinde hayız halinin "eza" olduğu bildirilmekte olup, Bakara s. 196 ve Nisa s.102 de eza halinde bazı emirlerin ertelenmesi ve düşmesi söz konusu edilmiş olup, bunu oruç ibadeti ile ilgili düşünecek olursak, oruçta güç yetirilmemesi durumunda diğer günler tutulabileceğinin buyurulduğunu düşünecek olursak, hayızlı bir kadın eğer içinde olduğu durumdan ötürü güçlük çekiyorsa orucunu tutmayabilir, ancak hayız hali ona herhangi bir rahatsızlık vermiyor ise orucunu tutar .     

Hayızlı kadının namaz kılmasının onun hayız halinde cünüp olduğu gerekçesi ile haram olduğu iddia edilmiş olsa da , cünüplük halinin yıkanmak ile geçtiği ayette belirtilmiştir. Ancak adetli kadın bu durumda iken cünüp sayılmamaktadır. Fıkıh kitaplarında bu durum ile ilgili yazılanlara baktığımız zaman adet kaç gün ise o gün kadar namazı terketmesi,eğer kanama devam ediyorsa namazlarına devam edebileceği yazmaktadır. 

Eğer cünüp olması nedeniyle kadının namaz kılmaması gerektiği şeklinde bir görüş ortaya atılırsa, Maide 6 ve Nisa 43 ayetlerinde beyan edilen ,namaza yaklaşmak için gerekli olan şart yıkanmak sureti ile yerine getirilmiş olur. Ancak her vakit için gusletmesi zor olabileceği gibi bir görüş ortaya atılırsa bu zorluğu aşmak içinde teyemmüm ayeti devreye girebilir. Suyun olmaması demek sadece su bulunmaması demek olmayıp ,kullanma imkanından yoksun olmak anlamına da gelebilir , eğer bir kişi gusletmesi gerekip soğuk bir ortamda bulunursa ve sıcak su bulamıyor ve soğuk su ile gusletmesine engel varsa su olduğu halde teyemmüm ile bu cünüplükten kurtulabilir. Böylece kadınların cünüp olduğu için namaz kılmamaları gerektiği hükmü de çürümüş olur.

Süleymaniye vakfı sitesinde bu konu ile ilgili fetvaya baktığımız zaman bu konudaki fetvada,"
“Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın” emri, âdetli kadının temiz sayılmadığını gösterir. Namaz için abdesti veya boy abdestini şart koşan âyet şöyle biter:
“… Allah size güçlük çıkarmak istemez ama sizi temiz kılmak … ister.” (Mâide 5/6)
Âdetli kadın temiz sayılamadığından namaz kılması mümkün olmaz. Bu sebeple namazdan sorumlu tutulamaz. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara 2/286)" " denilmektedir.  

Kadının temiz sayılmaması, onun cinsel ilişki ile ilgili durumu ile ilgili olduğu nedense gözden kaçırılmış, onun bu hali ile namaz kılamayacağı şeklindeki fetvalarına dayanak olmuştur. Vakıf akademisyenlerinin, bu konuda bazı kesimlerden gelebilecek olan tepkiyi düşünerek bu şekilde geleneğin doğrultusunda bir fetva verdiklerini düşünüyoruz. Hatta İslamoğlu hocanın bu konu ile ilgili düşüncelerini serdettiği bir videoda "Adam bir kere şehid olur kadın ise her ay şehid olur" şeklinde Kayserili uyanık tüccar mantığıyla sözler söylemesini, onun bu konuda mahalle baskısından kaçarak, topu taca atması şeklinde yorumlamaktayız.

Din konusunda helal haram koymanın Allah c.c nin yetkisinde olduğunu iddia edip , hayızlı kadının namaz kılması konusunda bunun tersi bir düşünceye sahip olunarak kişilerin oluşturduğu fıkha göre hüküm verilmesini çelişkili bir durum olarak gördüğümüzü ifade edelim. Bu konuda da cesaretli adımlar atıp, oruç konusunda  isabetli düşünen sayın hocalarımızı namaz konusunda da Kur'an merkezli düşünceler içinde olmaya davet ediyoruz. 

Bir konuda kesin olarak "Haramdur" denilmesinin dayanağı , delaleti ve subutu kati, yani domuz etinin haram olması veya hayızlı iken cinsel ilişkinin yasak olması gibi hiç bir şüphe ve itiraz edilemeyecek derecede olması gerekir ki, "Adetli kadının namaz kılması veya oruç tutması HARAMdır" denilsin. Ancak bu haramlılık bu şekil bir hükme dayanarak verilmeyip, zanni delillere dayandığı için, "Haram" şeklinde bir hüküm konulması ancak nahl s. 116. ayetinin muhatabı olmak anlamına gelecektir. 

[016.116]  Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak «Bu helâldir, şu da haramdır» demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.

Maide s.6 ve Nisa s 43. ayetinde, namazın yasak olduğu haller en açık biçimde açıklanmıştır. Bu açıklığa rağmen bunun dışında tutulan hayız halini namaza engel bir hal olarak söylemek doğru değildir. İlmihal kitaplarında özür halinde olan bir erkek veya bayanın her namaz için ayrı abdest alıp özrü (devamlı idrar veya kan gelme durumu) devam etse de namaz kılabileceğine dair olan fetvalar hayızlı kadın için neden verilmediğinin düşünülmesi gerekmektedir.   

Sonuç olarak ; Dinlerindeki helal ve haram ölçüsünü Kur'anın rehberliğinde arayan kur'an Müslümanları için hayızlı durumda namaz konusunun herhangi bir sıkıntısı olmadığı halde, yüzyıllardır hayızlı kadının namazı ve orucunun tabu haline gelmiş olan bir mesele olması hasebiyle bu konu "Arı kovanına çomak sokmak " mesabesindedir. Muhammed as ın helal ve haram koyma yetkisi diye bir şey olmadığını, onun Kur'anın doğrultusunda bir yaşam sürdürdüğünü, eğer bir şeye helal veya haram diyorsa onun Kur'ani karşılığının mutlaka olduğunu düşünenler,  bu konuda Kur'ani karşılığın sadece Nisa s. 43 ve Maide s. 6 ayetleri olduğunu unutmamalıdırlar.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.

Not : Süleymaniye vakfı ve Abdülaziz Bayındır hoca bu yazının yayınlandığı tarihte sahip oldukları hayızlı kadın namaz kılamaz düşüncesinden artık vaz geçmiştir.

17 Nisan 2013 Çarşamba

Kitab'ın Tahrifi İsrailoğulları ve Müslümanlar

İsrailoğulları, kur'anda en fazla zikri geçen kavim olması itibari ile belirginlik kazanan bir kavimdir. Bu kavimle ilgili anlatımlara baktığımız zaman, bir insana has ne kadar olumsuz özellikler varsa bu kavim üzerinden anlatıldığı görülür. Kur'an israiloğullarını anlatırken onların ne kadar nankör bir kavim olduklarını bizlere deşifre etmek amaçlı olarak anlatmış olabileceği gibi , onların'da insan olması nedeniyle kitaba ve elçilere yapmış oldukları zulmün onların üzerinden anlatılarak bu zülmün pratikte nasıl uygulandığı gösterilmekte, sonraki kitap ve elçi  muhataplarının israiloğullarının izlerini takip etmemesi, onların uğradığı lanete uğramaması öğütlenmektedir.  

İsrailoğulların, kur'anda anlatılan bu nankörlüklerinden birisi "kitabı tahrif" etmeleri şeklinde ortaya çıkmaktadır. 

-----2.075Size inanacaklarını umuyor musunuz? Oysa onlardan bir takımı Allah'ın sözünü işitiyor, ona akılları yattıktan sonra, bile bile onu tahrif ediyorlardı.
-----4.046 Yahudilerden, sözleri yerlerinden değiştirip: «İşittik ve karşı geldik, kulak vermeyerek dinle» ve dillerini eğip bükerek ve dini yererek: «Bizi de dinle» diyenler vardır. Şayet: «İşittik ve itaat ettik, dinle ve bizi gözet» demiş olsalardı, onlar için daha iyi daha doğru olurdu. İşte Allah inkarları yüzünden onlara lanet etmiştir. Onların ancak pek azı inanır.
-----5.013 Sözlerini bozdukları için onlara lanet ettik, kalblerini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün, onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.
-----5.041Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyle «inandık» diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar(ın hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, ve sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. «Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!» derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa (fitneye) düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap vardır.
-----2.079 Vay, Kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, «Bu Allah katındandır» diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!
-----003.078Onlardan bir takımı, Kitapta olmadığı halde Kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde: «Allah katındandır» derler, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler.

Kur'anda israiloğulları ilgili anlatımlara bakacak olursak onların yapmış oldukları zulümlerin bolca anlatıldığı görülür, ancak bu anlatımlar sadece israiloğulların kitaba yapmış oldukları tahrifin onlar tarafından nasıl yapıldığı gösterilerek sonrakilerinde  kitaba karşı böyle bir muamele yapmamaları öğütlenmektedir. Ayetler onlar ile ilgili biz israiloğulları değiliz , deyip bu ayetlerin bizler için bir mesaj taşımadığını zannetmek kafamızı kuma gömmek misali bugünkü durumumuzu görmemek anlamına gelir.      

Eğer bugün yeni bir kitap ve elçi gelmiş olsa idi aynı ayetler "ey israiloğulları" şeklinde değil " ey müslümanlar" şeklinde olurdu nedenmi ?, maalesef dün onların yaptığı "kitabı tahrif" eylemini muhammed as sonrasında müslüman olduğunu iddia edenler yapmaya çalışmışlardır. 
Kur'anın tahrifi önceki kitaplar gibi metnin tahrifi şeklinde tabiki olmamış, kur'an muhammed as a indirildiği şekli ile günümüzü kadar mevcut olup kıyamete kadar'da böyle kalacaktır. Kur'an başına gelen tahrif şekli diğer kitapların başına geldiği şekli ile "metin tahrifi" şeklinde değil "ANLAM TAHRİFİ"  şeklinde olmuştur.     

"ANLAM TAHRİFİ" dediğimiz şey nasıl bir şeydir? diye sorulacak olursa bu tahrif şekli çok yönlü bir şekilde tezahür etmektedir. Muhammed as ın söylemiş olduğu sözlerin "ehli hadis" ekolu adı altında bir fırka halinde kendini göstermesi ile birlikte fırkacığın gereği olarak hadislere ayır bir anlam yükleme ihtiyacı hasıl olmuştur. Bu ekolün öne çıkan söylemi " HADİSLER VAHİYDİR" sloganı olup bu sloganı kur'ana tasdik ettirmek amaçlı olarak uygun ayetler aranması ihtiyacı'da haliyle başgöstermiştir.   

En uygun ayetler olarak necm s. ilk 5 ayeti seçilmiş bu ayetler'in devamı bektaşi misali kapatılarak bağlamından koparılmış, " bak onun konuştuğu vahiymiş öyleyse hadislerde vahiydir" şeklindeki sözlerle bu güne kadar devam eden "ANLAM TAHRİFİ" yapılarak hadisler "gayri metluv vahiy" ( namazda okunmayan vahiy) kategorisine  sokulmuştur. Sonraki oluşturulan hadis külliyatı artık kur'an gibi sorgulanamaz bir kitaplar serisi olmuş ve kur'andan sonra ikinici sahih kitap!! adı altında kitlelere sunulmuştur.   

Artık, "kur'an ayetleride bu kitaplardaki rivayetlere uygun olarak anlaşılması gerekmektedir" düşüncesi altında bu rivayetlere  uygun ayet tahrifleri' kaçınılmaz olarak başlamıştır.  

"Kur'ana abdestsiz dokunulmaz" söylemine uygun olarak hemen vakıa suresi ayetlerine gerekli parantez içi tahrif metodu uygulanmış ve ayet "Ona tertemiz (abdestli) olanlardan başkası dokunamaz." şeklinde yerini bulmuştur.   
"İsa as kıyamete yakın bir zamanda gelecek" rivayetine  uygun olarak zuhruf suresi 61. ayetinde gerekli olan parantez için tahirf yönetmi uygulanmaya konmuş ve bu ayet " Gerçekten o, (İsâ'nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur." şeklinde meallerde yerini almıştır.
"Kabir azabı" ile ilgili rivayetlere uygun olarak, bu konuyu reddeden bir çok ayet olmasına karşın, mü'min s. 46 ayeti en uygun ayet olarak görülmüş oda bağlamından koparılarak " bak firavuna sabah akşam azap varmış sonra bide kıyamet günü azap varmış" denilerek ön kabule uygun ayet' in bulunduğu zannedilmiştir.

Zina cezasının kur'anda evli ve bekar ayrımı yapılmadan 100 sopa olarak belirlenmesine karşın , bu cezanın evliler için "recm" (taşlanarak öldürülme) şeklinde olduğu islam hukuku ile ilgili kitaplarda en sağlam şekilde yerini bulmuş olmasına karşın bu cezayı oturtabilmek için, "sünnetin kur'anı neshedeceği" teorisi ortaya atılmış, işin daha korkunç olanı ise recm ayetinin önceden varolduğu , peygamberimizin vefatı sırasındaki karışıklıkta bu ayetin bir keçi tarafından yenildiği dahi rivayet kitaplarında yerini bulmuştur. "Metni mensuh hükmü baki" adı altında bir teori uydurulmuş olup kur'anın mevsukiyetine gölge düşürmüş olması bile hiçe sayılarak israiloğullarına parmak ısırtacak tahrif metodları geliştirilerek bu güne kadar gelmiştir.   

İşin daha garibi bu tür rivayetlerin kur'ana uymadığını ve yanlış olduğunu iddia edenler " sapık", "hadis ve sünnet inkarcısı" vs gibi yaftalarla suçlanmaya çalışılmıştır. Bu suçlamaları yapanlar kendileri , bunları kabul etmenin "KUR'AN İNKARCILIĞI" olduğunu bilseler bir çoğu bu düşüncesinden vazgeçecektir.

Bir şia'nın kur'anda yüzlerce ayetin ali ,hasan ve hüseyin, fatıma ile ilgili olduğunu iddia etmesi , bir tasavvufçunun maide 35. de " ona vesile arayın" Allah cc ye karşı edinmiş oldukları aracılara delil getirerek şirkini ayete ortak etmeleri bu ANLAM TAHRİFİ nin sonuçlarıdır.   

Gelenekteki hadis anlayışının onu vahiy kabul etmesine karşın "hadis ve sünnet'in put olduğunu iddia eden anlayışın, görünürde birbirine zıt olduğu düşünülse bile yanlış sonuçlar doğurması açısından herhangi bir farkı görünmemektedir.   

İsrailoğullarının ellerindeki tevrata onun tefsiri diyebileceğimiz bilgileri direk olarak dahil ederek tevrata dagil etmelerine  karşın müslümanlar "kütübü sitte" veya "kütübü tis'a"dedikleri hadis kitaplarını neredeyse kur'an ile eş tutarak kitaba endirek ilave yoluna giderek bu konuda israiloğullarından aşağı kalmaz bir duruma düşmüşlerdir. 

Gelenekteki, anlam tahrifi'nin yanında , kur'anın modernist okuma ile okunması ve bunun sonucundaki çıkarımların yine anlam tahrifi metodu ile yapıldığını görmekteyiz. Özellikle kur'an kıssaları üzerinden yapılmaya çalışılan bu okuma metodunda mucize diye bildiğimiz "görsel ayetler" in hakiki bir alma taşımadığı bunların mecazi anlatımlar olduğu şeklindeki yorumlara rastlamaktayız. Bu tür okuma yine oluşturulmuş önkabullerin yardımı ile yapılmış bir okuma örneği olup ayetler bağlamlarından koparılmış, hatta metin üzerinde bile tahrif yapacak kadar ileri gidip yapılan bir okuma örneğidir . Metin üzerinde tahrif'ten kasdımız, daha önceki yazılarımızda bahsi geçen ve kıssalar konusundaki modernist düşüncelerini ele almaya çalıştığımız bir yazarın bazı düşünceleri ortaya koyarken " bu kelime yanlış yazılmış böyle olmalıydı" şeklindeki iddialarıdır.    

Kökü eskilere dayanan batıni düşüncesinin uzantısıda yine aynı şekilde kur'anın anlam tahrifi'ne örnek olacak okumalardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. "Allah cc nin ne dediği değil ne demek istediği önemlidir" veya "Allah cc nin dediği ile kastettiği birbirini tutmaz" söylemleri üzerinden kendi söylemlerinin kur'an diye sunmaya çalışmaları rastladığımız örneklerdir.

Sonuç olarak, kur'anın israiloğulları üzerinden verdiği kitabı tahrif örnekleri aynı şekilde kur'an için yapılmış veya yapılmaya çalışılan bir durum olduğuna şahid olmaktayız. Kur'ana yaklaşırken bütün dış düşünceleri atmadan yapılacak her türlü yaklaşım doğru bir anlayışı getirmeyeceği gibi onun anlam olarak tahrif edilme tehlikesinide beraberinde getirmesi açısından Allah cc nin kesinlikle yasaklığı bir eylemdir.  

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.




14 Nisan 2013 Pazar

Musa ve İlim Verilen Kul Kıssası

Musa ve ilim verilen kul kıssası kur'anın en çok istismar edilen kıssalarından biri ve kerameti kendinden menkul bazı din baronlarının bir kısım insanlar üzerindeki hegomonyasını artırmak amaçlı olarak yüzyıllardır "hızır" efsanesi eşliğinde insanlara yutturulmaya çalışılmaktadır. Hızır mitolojisi sadece islamda değil diğer dinlerdede bulunan mitolojik şahsiyetlerden birisidir. Bu oluşturulmuş şahsın etrafında uydurulan din söylemleri akıllara durgunluk verecek seviyelerde olup kur'anın hiçbir ayetinden onay almadığı gibi kur'ana aykırı bir durumdur. Bu yazımızda bu şahıs olduğu iddia edilen "ilim verilen kul" şeklinde kur'anda geçen kişi ile musa nın yolculuğunun bizlere nasıl bir mesaj içerdiğini paylaşmaya çalışacağız.   

Musa ve ilim verilen kul kıssası kur'andaki kıssaların içinde ayrı bir yeri olan ve anlaşılma açısından biraz müşkilatlar taşıyan bir kıssadır. Çünkü yer,zaman,mekan ve şahsiyetler bakımından gaybi denilebilecek unsurlar mevcuttur. Musa isminin elçi olan musa'mı yoksa başka bir musa'mı olduğu tefsirlerde tartışılan bir konudur. Evet elçi musadır denilse, " ozaman kavminden neden ayrıldı tur dağına çıktığında onun yokluğunu firsat bilen kavmi buzağıya  tapındı öyleyse kavmini neden terketti?" şeklinde bir soru sorulduğunda cevabının nasıl verileceği merak konusudur, "hayır musa elçi olmadan evvel çıktı" denilebilsede cevabımız ,"kıssadaki musa adındaki şahsın kimliğinin pek fazla önemi yoktur" olursa daha doğru olacaktır. Bu kıssanın yanlış anlaşılma sebeblerinden biride kıssayı yaşandığı zaman sınırları içinde anlamaya çalışmak olduğu görülür halbuki kıssayı zaman, mekan, şahıs isimleri etrafında değil nasıl bir mesaj vermek istediği şeklinde anlamaya çalışmak ayrıntı dediğimiz şeyler etrafında vakit kaybetmemizi önleyecektir.

Kur'an kıssalarını daha doğru anlamak için kıssanın görsel bir anlatım tarzı olduğunu düşünüp sanki bir tiyatro veya sinema eserini izler gibi izleyip, sahnedeki şahısların kimliği üzerinde takılmadan o şahısların kimliği üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanmak gerekmektedir. Musa ve salih kul kıssasıda bu tür bir anlatım olup sahısların kimliğini değil o kimlik üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanmamız bizden istenmektedir.

Bu kıssayı  yaşandığı zaman ,mekan ve şahıslar etrafında düşünüp verilmek istenen mesajı anlamaya çalışmamak bu kıssa üzerindeki istismar edilen konulara kapı aralamak anlamına gelmektedir. Kıssa iki bölüm olarak anlatılmaktadır, ilk bölüm musa ile arkadaşının yolda geçen zamanları ikinci bölümde ise vardıkları yerdeki şahıs ile olan yolculuk,bu yolculukta musa'nın arkadaşı sahneden çekilmektedir. 

-----18.060] [E0] Bir vakit de Musâ fetâsına demişti ki: durmıyacağım tâ iki denizin cemolduğu yere kadar varacağım, yâhud senelerce gideceğim.
-----018.061] [E0] Bunun üzerine ikisi bir vaktaki iki deniz arasının cemolduğu yere vardılar balıklarını unuttular o vakıt o, denizde bir deliğe yolunu tutmuştu.
 -----018.062] [E0] Bu sûretle vakta ki geçtiler fetâsına getir, dedi: Kuşluk yemeğimizi, hakikaten biz bu seferimizden yorgunluğa giriftar olduk.
-----018.063] [E0] Gördünmü? dedi: kayaya sığındığımız vakıt doğrusu ben balığı unuttum, ve bana onu söylememi her halde Şeytan unutturdu, o âcayib bir sûrette denizdeki yolunu tutmuştu.
-----018.065] [E0] Derken kullarımızdan bir kul buldular ki biz ona nezdimizden bir rahmet vermiş ve ledünnimizden bir ılim öğretmiştik.

Kıssanın ilk bölümü musa'nın arkadaşına hedeflediği menzile varmak için ne gerekiyorsa yapacağını bildirmektedir. Musa adındaki şahsın elçi musa'mı yoksa başka bir musa'mı olduğu tefsirlerde tartışılmıştır ancak bu tartışma bizce gereksiz bir tartışma olup musa yerine herhangi bir isim olabilirdi. Kıssalarda bizlere anlatılan şeyler tarihi bilgi değil o kıssada anlatılanlardan hisse çıkarmak amaçlıdır. Burada hisse olarak, hedeflediğimiz menzile varmak için kararlılık ve bu yolda gerekli olan çalışmadır. Musa kendisinden ilim öğrenmek için aradığı şahsın yanına gelmesini beklememiş aksine kendisi onu aramaya çıkmış ve yolda önüne çıkan engelleri arkadaşı hata yapmış olsada onu kırmadan telafi ederek sonunda hedeflerine ulaşmışlardır.     

Kıssanın ikinci bölümü ile ilgili ayetlerin mealleride şu şekildedir.
-----018.066] [E0] Musâ, ona öğretildiğin ılimden bana bir rüşd öğretmen şartiyle sana ittiba edebilirmiyim? dedi.
-----018.067] [E1] O: «Doğrusu sen benimle beraber olmaya sabredemezsin.
-----018.068] [E0] Havsalanın almadığı şey'e nasıl sabredeceksin?
-----018.069] [E0] İnşaallah dedi: beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir emrine âsı olmam.
-----018.070] [E0] O halde dedi: eğer bana tabi, alacaksan bana hiç bir şeyden suâl etme tâ ben sana ondan bir söz açıncıya kadar.
-----018.071] [E0] Bunun üzerine ikisi bir gittiler, nihayet gemiye bindiklerinde tuttu gemiyi yaraladı, â, dedi: ehalisini gark etmek için mi yaralandın onu? Alimallah müdhiş bir şey yaptın.
-----018.072] [E0] Demedim mi, dedi: doğrusu sen benimle sabredemezsin?
-----018.073] [E0] Beni dedi: unuttuğumla muâhaze etme ve bana bu işimden dolayı güçlük çıkarma.
-----018.074] [E0] Yine gittiler, nihayet bir oğlana rast geldiler tuttu onu öldürüverdi, â! Dedi: ter temiz bir nefsi bir nefis mukabili olmaksızın öldürdün mü? alimallah çok münker bir şey yaptın.
-----018.075] [E0] doğrusu sen benimle sabredemezsin demedim mi sana? dedi.
-----018.076] [E0] Eğer, dedi: bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana musahib olma, doğrusu tarafımdan son özre erdin.
-----018.077] [E0] Bunun üzerine yine gittiler, nihayet bir karyenin ehline vardılar ki bunları müsafir etmekten imtina ettiler, derken orada yıkılmak isteyen bir divar buldular, tuttu onu doğrultuverdi, isteseydin, dedi: her halde buna karşı bir ücret alırdın.
-----018.078] [E0] İşte dedi: bu, seninle benim aramın ayrılması. Sana o sabredemediğin şeylerin te'vilini haber vereyim
-----018.079] [E2] «Gemi, denizde çalışan bir kaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, çünkü onların ilerisinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.»
-----018.080] [E0] Evvelâ gemi, denizde çalışan bir takım biçarelerin idi, ben onu ayıblandırmak istedim ki: ötelerinde bir Melik vardı, her sağlam gemiyi gasben alıyordu.
-----018.081] [E0] Oğlana gelince: ebeveyni mü'minlerdi, onun için bunları tuğyan ve küfrile sarmasından sakındık da istedik ki kendilerinin rabbı ona bedel bunlara temizlikçe daha hayırlısını ve merhametce daha yakınını versin.
-----018.082] [E0] Gelelim divara: şehir de iki yetîm oğlanın idi, altında onlar için saklanmış bir defîne vardı ve babaları salih bir zat idi, onun için rabbın irade buyurdu ki ikisi de rüştlerine ersinler ve defînelerini çıkarsınlar, hep bunlar rabbından bir rahmet olarakdır ve ben hiç birini kendi re'yimden yapmadım ve işte senin sabredemediğin şeylerin te'vili.

Kıssanın ikinci bölümünde musa aradığı kişiyi bulmuştur ve onun ilminden öğrenmek için ona tabi olmak istemektedir. Bu kıssada en çok istismara uğrayan taraf musa'nın tabi olmak istediği kul hakkında oluşmuş olup bu konu üzerinde yazımızın girişinde durmaya çalışmıştık. İlim verilen kulun melekmi insanmı olduğu tartışmasıda aynı şekilde kıssanın ilk bölümünde musanın hangi musa olduğu tartışması kabilinden bir tartışma olup o şahsın kimliğide çok önemli değildir. Ancak bu şahsın kimliği, kafasında soru işareti olarak kalacak kimseler için şahsın kimliği hakkında onun melek değil insan olduğu daha ağır basmaktadır. 65. ayette "tarafımızdan rahmet verilmiş" denilmesi , 77. ayette vardıkları kasaba halkından yiyecek istemeleri o kişinin insan olma ihtimalini güçlendirmektedir.   

Kıssada özellikle bu şahsın kimliği üzerinden yaptıklarını değerlendirecek olursak bir çok soruyu beraberinde getirecek olan müşkilat ortaya çıkacaktır. Özellikle çocuğun öldürülmesi konusundan yola çıkılarak gelecekleri için tehlike arzettiğini düşündükleri bebekleri dahi boğdurmaktan geri durmayan osmanlı sultanlarına fetvayı veren saray alimleri bu kıssayı örnek almışlardır.   

Kıssayı anlamada en büyük problem bu şahsın kimliği üzerinden verilmek istenen mesajın anlaşılmamasıdır. Kıssadaki iki şahsiyetten biri olan musa'nın temsil ettiği, olayların zahiri yönünü bilen bir kul , ilim verilen kulun temsil ettiği ise Allah cc nin kulları için öngürmüş olduğu emir ve yasakların sorgulanmadan "semi'na ve ata'na"(duyduk ve itaat ettik) denilerek kabul edilmesinin gerektiğidir. Çünkü kul Allah cc nin kendisi için öngördüğü emir ve yasakların ebedi hayatı için gerekli olan faydalarını idrak etmeyebilir. Kul , "rabbim benim için en doğrusunu bilir" deyip ona teslim olmak durumundadır.    

Çocuğun öldürülmesi konusunu sadece kıssa içinde anlamak durumunda kaldığımız müddetçe bazı problemler ortaya çıkacaktır. Ortada bir çocuk vardır , ilim verilen kul onu öldürür, hemen musa bir insanın hangi şartlar altında öldürülebileceğini söyleyerek ona itiraz eder doğru olanda budur . Bilindiği üzere, büyüyünce kafir olacağı için çocukların öldürülmesi diye bir şey Allah cc nin kitabında yoktur, çünkü  bu bir gaybi konu olup birileri kafir yapma korkusu ile şimdiden o kişinin öldürülmesininde Allah cc nin ktabında yeri yoktur. Dahası, ilim verilen kulun çocuğu öldürme gerekçesi " istedik ki kendilerinin rabbı ona bedel bunlara temizlikçe daha hayırlısını ve merhametce daha yakınını versin. " demesidir . Bunu demesini sadece kıssa içinde ele alacak olursak kelamcıların yüzyıllardır tartıştıkları meseleler gündeme gelecektir. Yeni doğacak olan çocuğun öldürülen çocuk gibi kafir olmayacağının garantisi nedir? , çünkü Allah cc yaratmış olduğu kullarına irade vererek onlara göstermiş olduğu iki yoldan birini şeçme konusunda serbest bırakmıştır. Allah cc nin, doğacak olan çocuğun diğer yaratılanlardan ayrı olarak iradesini zorla mü'min olma yolunda bir baskı kurması düşünülemez , bunu düşünmek cebriye inancının buradan destek alması anlamına gelir.   

Aynı şekilde kasabadaki duvarı düzeltme gerekçesini açıklarken "şehir de iki yetîm oğlanın idi, altında onlar için saklanmış bir defîne vardı ve babaları salih bir zat idi, onun için rabbın irade buyurdu ki ikisi de rüştlerine ersinler ve defînelerini çıkarsınlar,"demiştir. Şimdi buradada ,"babaları salih olması o çocuklarında büyüyünce salih olacaklarının garantisimidir? sorusu gündeme gelebilir.    

Çocuğun öldürülme olayının bir'de kıssada sahne almayan anne babası tarafında nasıl karşılanmış olacağı yönü vardır. Kıssada bu yön anlatılmamış olsa bile hiç bir anne babanın ölen bir çocuğu için üzüntü duymamasını imkansız olmasından yola çıkarak onlarında büyük bir üzüntüye düştmüş olacağını söyleyebiliriz. Ancak çocuk büyüyünce anne babasına asi olup ahkaf s 17. ayetinde anlatılan kafir çocuk misali "Anasına-babasına: «Of size! Siz bana, benden önce nice kuşaklar geçmiş iken, tekrar çıkarılacağımı mı va'd ediyorsunuz?» diyen kimseye anası-babası Allah'a eleman çekerek (sığınarak): «Yazık sana; iman et! Kesinlikle Allah'ın va'di gerçektir.» diyorlar da o, yine: «Bu eskilerin uydurmalarından başka birşey değildir!» diyor." diyenlerden olacağını anne babası önceden bilmiş o çocuğun keşke daha bu günahları işlemeden ölmesine razı olmazlarmıydı?, veya ahirette cehenneme atılan bir kul "rabbim beni neden çocuk iken öldürmedin?" diye bir itirazda bulunmazmı ?   

Bu tür müşkilatlar kıssayı, sadece olayın geçtiği zaman , mekan ve şahıslarla sınırlı anlamak durumunda kaldığımız takdirde doğru anlamamız güçleşecektir. Kıssayı eğer görsel bir anlatım usulu ile okuyarak kıssadaki şahısların kimliğini değil o kimlikler üzerinden bizlere verilen mesajı okumaya çalışırsak doğru bir anlam yakalamamız kolaylaşacaktır.   

Kur'an kıssaları anlatım tekniği açısından birden fazla mesaj taşıması düşünülebilecek kıssalar olarak okunabilecek kıssaları olur "musa ve alim kul" kıssasıda bu türden mesajlar taşıyan bir kıssadır.

Öncelikle kıssa içindeki musa'nın Allah cc nin kullarının durumu olarak görülmelidir. Alim kulu ayrıcalığı olan bir kişi olarak gördüğümüz takdirde o kula benzetilerek gaybı bildiğini iddia eden ve diğer insanlar üzerinde hegomonyasını bu şekilde kurmak isteyen insanların türemesi içten bile değildir. Alim kul tiplemesi burada teşbihi bir tipleme olup Allah cc nin kulları üzerinde yapmış olduğu tasarrufun biz kullar açısından yanlış olduğu düşünülse bile yarınımız için doğru bir tasarruf olduğunun alim kulun yaptıklarının üzerinde sembolik olarak gösterilmesidir.

Kıssa'da anlatılan alim kul tasviri üzerinden yola çıkılarak , Allah cc nin bazı kullarına gaybı bildirdiği, o kulların kur'ana aykırı bir iş yapmış olsalar dahi " bie hikmeti vardır" şeklinde hoşgörü ile karşılanması şeklinde bir anlayış bu kıssa üzerinde yapılabilecek en büyük bir istismardır. İlim verilen kul tasviri Allah cc nin insanları üzerindeki yapmış olduğu tasarrufun o an için hoş olmayan durumlar doğursa bile ilerisi için hayırlı sonuçlar doğrucağını anlatır. Bu kıssadaki mesaj bütün  insanların musa'nın konumunda olduğu hiç bir kula "ledün ilmi" adı altında gayri meşru işler yapabilme yetkisi verilmediğidir. Musa dikat edileceği üzere "yaptığının bir hikmeti vardır" diyerek ona boyun eğmememiş ve bildikleri üzerinden ona itiraz etmiştir.

Bu kıssayı birde yöneten yönetilen,hoca talebe,amir memur vs ilişkileri açısında okumakda mümkündür.İnsan olarak herşeyi bilmemiz mümkün olmadığından bazı şeyleri bizden daha iyi bildiğini düşündüğümüz kişilerden öğrenmek durumunda olmamız bir gerçektir. İnsanların tabiatları gereği birlikte yaşama ihtiyacı olduğu ve bu birlikte yaşamanın belli kurallara bağlı olduğu bu birlikte yaşam içinde yöneten ve yönetilen sınıfı olmasıda bir gerçektir.    

Talebe olarak hocamıza, yönetilen olarak yönetenimize, memur olarak amirimize tabi olurken onlarında uyması gereken şartlar olduğunu onların her zaman hatırlaması için onların dediklerine uymamızın belli kurallar dahilinde olması gerektiği yani teba olarak başımızdakilerin her zaman ensesinde olmamız yine  bu kıssadan çıkarılabilecek sonuçlardan birisidir.     

Olayın birde yönetici tarafından bakılması yönü vardır. Bir yönetici eğer insanları yönetmek için o insanlardan onay almışsa onun diğer insanlardan belirgin özelliği onun ileri görüşlü olması gerektiğidir. Yönetimi altında bulunan insanların o gün için zararlarına olan bir durum, eğer gelecek için fayda sağlayacaksa yönetici o insanların tepkilerinden çekinmeden onu uygulamalıdır. Eğer "insanlar ne der" diye çekinerek yerine getirmediği bir vazife ilerde o toplum için sıkıntı yarattığı takdirde sorumlu olan kişi yöneticidir.   

Çocuğun öldürülmesi meselesi'nide yöneticinin feraset sahibi olması gerekmesi yönünden ele almak mümkündür. Büyük tepkiyi göze alarak, bugün yapmış olduğu icraatın yanlış olduğunu zanneden topluma karşı direnen feraset sahibi bir yöneticinin doğru icraatı ilerideki günler için bilineceği  için günlük menfaatlerini düşünen halk tarafından olumlu olarak karşılanmayabilir, ancak yönetici bu tepkilere göüğüs gerecek cesarette olmalıdır.  

Sonuç olarak, anlatılan kıssadan hisse alınması gerekmesi,kıssada anlatılan kişi ve olayların sadece kıssa içinde anlaşılmaması gerektiği düşüncesinden yola çıkarak "musa ve ilim verilen kul" kıssası ile anladıklarımızı sizlerle paylaşmak istedik, eksiğimiz mutlaka olabileceği gibi yanlışlarımızda olabilir , yazdıklarımız okuyup anladıklarımızdan yapmaya çalıştığımız çıkarımlar olup "sadece bu kadardır" şeklinde bir iddiamızın asla olmadığını hatırlatmak isteriz.    

                                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

10 Nisan 2013 Çarşamba

Necm s. Ayetlerinin Miraç İle İlişiklendirilmesi Üzerine Bir Kaç Söz

Bazı yazılarımızda sıkça vurguladığımız bir durum olan "rivayete uygun ayet arama" hastalığı , "miraç" adı altında uydurulmuş olan muhammed as ın isra s. 1. ayetinde anlatılan mescidi haram'dan mescidi aksa'ya olan yolculuğunun bazı insanlar için az gelmesi sonucunda onu göklere çıkartıp Allah cc ile konuşturmaya kadar varan anlatımlara destek olmak içinde uygulanmıştır. İsra ve miraç hadisesi hakkında uydurulanlar bilindiği üzere "akıllara zarar" kabilinden olup rivayet kitaplarında, özellikle buharinin sahihin'deki miraç hadisi ile ilgili anlatılanlar daha ilk devir hadisçileri tarafından tenkide uğramıştır. 

İsra s. 1. ayetinde anlatılan yolculuk arz üzerinde olmasına rağmen özellikle türkiyede bu olay için özel günler ihdas edilmiş bu olay öyle bir anlatılmış'ki insanların bu olay ile ilgili olarak "acaba oldumu olmadımı?" şeklinde sormaları bile haram ilan edilmiş ve büyük bir mahalle baskısı oluşturulmuştur. İsra s. 1. ayetinde götürdüğü yeri adı ile bildiren rabbimiz daha büyük bir olay olan miracı bu ayetinde anlatmamış diye sorgulamak çoğumuz için "cısss yanarsın"kabilinden kırmızı nokta haline gelmiştir. İsra s. 1. ayetinde bu olay ile ilgili en ufak bir bilgi dahi olmamasına rağmen necm suresine el atılmış ve bu sureden bir şey çıkarılmaya çalışılmıştır.     

Bu tür olayların altında peygamberlerin yarıştırılması ve eziklik psikolojisinin yatmış olduğunu üzülerek müşahede etmekteyiz. Kime sorsak bütün peygamberlere iman ettiğini iddia eder ama muhammed as için " bizim peygamberimiz" şeklinde bir söz sarfetmekten çekinmez. Muhammed as için kullandığımız "bizim peygamberimiz" sözünün arka planında, şuur altımızda yerleştirilmiş olan onun Allah  cc indinde özel yeri olduğu onun "habibullah" veya levleke levlek" sırrına mazhar olduğu uydurmaları yatmaktadır. Müşriklerin istemiş olduğu "melek peygamber" isteği bizim müslümanlarda karşılığını bulmuş ve insanüstü , yarı ilah bir peygamber tasavvuru inşa edilmiş bu bu tasavvura uygun alt yapı mucizeleri oluşturularak bizlere sunulmuş ve bunların etrafına aşılmaz tel örgüler konularak önüne yeşil sarıklı ulu hocalar muhafız olarak dikilmiştir.

Miraç uydurmasıda işte bu tasavvurun bir yansıması olup musa as ın Allah cc ile konuşmasına nazire olarak, " sizin peygamberiniz bunu yaptıysa bizim peygamberimizde miraca çıkmıştır" denilerek bir nebze ezikliğimizin! giderilmesine çalışılmıştır. Sıra artık oluşturulmuş olan bu olaya uygun ayet aramaya gelmiştir, "arayan bulur" mantığıyla yapılan çalışmalar semeresini vermiş en uygun ayetler NECM suresinde bulunmuştur.   

Necm s nin isra. s. den önce inmiş olması bile önemli değildi ve ona bile " kardeşim sen miracı bir keremi sanırsın birkaç defa olmuştur" şeklinde bir kulp bile ayarlanmıştır. Necm suresini okuduğumuz zaman ayetlerin siyak ve sibakı böyle bir olayı anlatmaktan uzak olup hiçbir şekilde bu olay ile ilgili bir anlatıma rastlamak mümkün değildir.    

Necm s. 1-18. ayetleri mealini görüp bu konu ile ne kadar ilgili olduğunu görmeye çalışalım.  

1. Battığı zaman yıldıza andolsun ki;
2. Arkadaşınız  sapmadı ve bâtıla inanmadı.
3. O,arzusuna göre de konuşmaz.
4. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.
5. Çünkü onu güçlü kuvvetli biri  öğretti.
6. Ve üstün yaratılışlı doğruldu:
7. Kendisi en yüksek ufukta iken.
8. Sonra  yaklaştı sarktı.
9. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.
10. Verdi kuluna verdiği vahyi
11. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı.
12. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?
13. Andolsun onu, önceden bir defa daha görmüştü,
14. Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında .
15. Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır.
16. Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
17. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı.
18. Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.  

Nuzül süreci mekke dönemini hatırlayacak olursak, belli bir zaman mekke halkı içinde yaşayan muhammed as bir gün mekkelilerin karşısına çıkıp onlara Allah cc nin kendisini elçi seçtiğini ilan eder. Mekkenin müstekbirleri bu elçiliği red edip onun mecnun, şair vs gibi suçlamalarda bulunurlar. Necm suresi ayetleri onların bu tür suçlamalarını  red ederek muhammed as ın mekkelilere olan tebliğinin hevasından değil Allah cc nin ona vahyettikleri olduğunu bildirir. Muhammed as bu vahyi direk Alah cc değil şura s. 51. ayetinde gördüğümz üzere bir elçi vasıtası ile vahyedilmektedir. Necm s. ayetleri , muhammed as ın bu elçiden vahyi almasının anlatıldığı ayetlerdir.   

"Sizin mecnun diye iftira attığınız arkadaşınızın size söylemiş olduğu sözler Allah cc nin elçisi vasıtası ile ona vahyetmiş olduğu sözler olup bu elçi sizin iddia ettiğiniz gibi onun halusünasyon şeklinde gördüğü bir hayal olmayıp, gözü ile gördüğü bir varlıktır" şeklinde mesaj taşıyan bu ayetler, muhammed as ın bu vahiy meleğini miraca çıktığı zaman gördüğü iddiasına dönüşmüştür.   

Necm s. 7-8.ayetlerinde vahiy meleğinin yere doğru inişinden bahsetmesi miraç uydurucuları için hiç bir şey ifade etmemektedir'ki muhammed as ı yukarı çıkarmışlardır.İşin daha garip olan olanı "nezleten" (iniş) kelimesini "çıkış" anlamında olduğu dahi iddia edilmiştir. Birbirleri ile olan yakınlığı "iki yay arası" deyimi ile anlatılmıştır. Bu yakınlık gökte değil yerdedir, ilerleyen ayetlerde muhammed as ın bu elçiyi bundan öncede gördüğü anlatılır. Tekvir suresi 23. ayetinde "Andolsun ki; onu, apaçık ufukta görmüştür." buyurularak bu görüş zamanı bildirilir , tekvir s. necm suresinden önce nazil olan bir sure olup ilk olarak görmesi ile ilgili anlatımlar necm suresinin 13-18. ayetlerinde anlatılmaktadır.   

13-18. ayetler arasında anlatılan vahiy meleğini önceki görüşü necm suresinin inişinden önceki bir görüşü anlatmasına rağmen zorlama te'villerle miraçı kur'andan delillendirmek isteyen zihniyet olayın miraçta olduğunu iddia edecek kadar gözünü karartabilmiştir. Eğer necm suresindeki bu ayetler miracı anlatıyorsa vahiy meleğini gördüğü zaman neden "önceden" ibaresi ile anlatılmakta olduğunu miraç savunucuları ya hiç düşünmediler yada "nasılsa millet kur'andan anlamaz biz ne dersek ona inanırlar" mantığı ile yutturmaya çalışmışlardır. Vahiy meleğini ilk gördüğü zamanı anlatan bu ayetler maalesef sanki muhammed as ı miraçta gördüklerini anlatıyor zannı verilerek miracın kur'ani dayanağı!!! oturtulmaya çalışılmıştır.

"Sidretul münteha ve cennetül me'va" deyimleri üzerinde gerekli ayarlamalar yapılarak bu anlatılanların gökyüzünde olduğu iddiaları tefsirlerde yerini almıştır. Ayette, yere inen vahiy meleğini gören muhammed as ın gökte olduğu söylenen bu yere çıkarılmasının  bir çelişki olduğu hiç hesaba bile katılmadan miraç uydurmasına dayanak edilemeye gayret edilmesi maalesef bir çok tefsirde yerini alıp "la yus'el" (sorgulanamaz) duruma getirilmiştir.   

"Sidretül münteha" deyiminin öncesindeki "inde" edatının mekan değil zaman zarfı olarak kullanılmış olması ve "şaşkınlığın doruk noktası" olarak anlaşılması daha doğru olsa gerektir. Yerde olduğu anlatılan bir vahiy alışı ile ilgili deyimlerin gökte olduğunu iddia etmek ancak"rivayete uygun ayet aramak" hastalığının bir neticesidir.   

"Sidretül münteha ve cennetül me'va" terimleri, vahiy meleğinin necm suresindeki görülme zamanı için kullanılmadığınıda burada dikkat çekmek isterim, müfessirler bu olayın sanki necm suresi ayetlerinde anlatılan görülme ile ilgisi olduğunu düşünüp miraç olayınıda bu şekilde anlatmışlardır. 13. ayette "bundan önce gördü" denildikten sonra o görme ile ilgili anlatımlar yapılmakta olup illaki miraç olayını anlattırıcağız diye yapılan zorlamalar muhammed sav in bir kaç defa miraça  çıktığına dair söylemlere dahi sebeb olmuştur. Çünkü miraç olayı ile zorlama bir bağlantı kurulmaya çalışılması mecburen çelişkili bir durum ortaya koymaktadır. Tekvir s. 23. ayetinde anlatılan görülme ilk vahyi aldığı sıradaki görülmenin anlatıldığı durum olması daha doğru görülmektedir. Öyleyse bu vahyi gökte almadığına göre bu terimlerin bizlere  ifade ettiği durum muhammed as ın kendisine görünen vahiy meleğinin yeryüzüne indiği andaki durumu ve onu herhangi bir gözün algılamasının imkansız olması ve bu hal üzerinde yere inen cibril'i muhammed as ın gördüğü , yani muhammed as ın kendisine verilen bu vahyin Allah cc nin elçisi tarfından verildiği anlatımıdır.   

"Cennetül me'va" kelimesinin kur'anın diğer ayetlerinde bizlere vaad edilen cennet olarak anlatılması bizlere necm suresinde geçen bu kelimenin ahiretteki cennet olduğu zannı vermesine rağmen "cennet" kelimesinin kur'anın diğer ayetlerinde "bahçe " anlamında kullanıldığı unutulmamalıdır. "Yukarda olan cennetül me'vayı aşağıya indirdiniz" şeklinde yapılacak olan bir itiraza cevabımız ise "anlatılanlar aşağıda olduğu için bu teriminde aşağıda olan bir yer için kullanılmış olması konu bütünlüğüne daha uygundur" şeklinde olacaktır .  
Her ne kadar bu düşüncemize itirazlar gelecek olsada itiraz edenlere tavsiyemiz ilgili kur'an ayetlerini miraç düşüncesini hiç hesaba katmadan okumaları ve bu düşünce bu ayetlerden çıkarmı çıkmazmı şeklinde bir sorgulama yapmalarıdır. 

İsra s. 1 den miraca delil çıkaranlar , aynı surenin 93. ayetini hiç okumazlarmı ? o ayette "
«Veya altın bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin ama oradan okuyacağımız bir kitap indirmezsen yine o yükselmene inanmayacağız" diyen müşriklere karşı Allah cc neden muhammed as a " öyle demeyin miraca çıktım hatta bakara s. son iki ayetini bile getirdim daha neden inanmıyorsunuz?" dedirtmedide aynı ayetin devamında " sübhanallah ben ancak beşer bir Resulüm" demesi emredildi bunu hiç düşünmezlermi?

Sonuç olarak, bizlere miraç adı altında anlatılan olayın kur'andan desteklenmesi ve bu desteğin necm suresi ayetlerinden çıkarılmaya çalışılması içinde çelişkiler barındıran bir anlayıştan başkası değildir. Ayetlerin siyak ve sibakı tebliğ sürecinde bu tebliğe karşı çıkan müşriklerin elçi sav i mecnun vs gibi yaftalarla iftira edip onun tebliğinin önünü kesme çalışmalarına karşı indirlmiş olan ayetlerdendir. Kur'anın hiç bir yerinde bizlere bildirilmeyen miraç uydurmasına uygun ayet bulma çabasının bir ürünü olan bu tür çalışmalar içinde çelişkiler barındıran iddialar olup her zaman iddia sahibinin yüzünde patlamaya mahkumdur.    

                                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.