11 Şubat 2015 Çarşamba

Hadisin Kur'ana Arzı Sorunu: Keler Öldürme Hadisi Örneği

Hadis denildiği zaman akla ilk olarak , "Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözler" şeklindeki tarif gelir. Bu tarif üzerinden gittiğimiz zaman bu gün elimizdeki bir takım rivayet kitaplarında ona ait olduğu iddia edilen sözler bulunmaktadır. Bu kitaplardaki sözlerin ona aidiyeti , o rivayeti nakleden kişilerin yani  ravilerin  "Cerh ve Ta'dil" denilen yöntem dahilinde yapılan kişilik tahlili neticesinde belirlenmiştir. Bu yöntemin sağlıklı bir yöntem olmadığını ve daha sağlıklı olanın hadisin Kur'ana arz yöntemi olduğunu düşündüğümüzü bu konular ile ilgili yazılarımızda belirtmeye çalışmıştık. 

Hadisin Kur'ana arz yönteminin de belirli şartları olması gerektiği, son zamanlarda herkesin bu yöntemi uygulamaya kalkması neticesinde ortaya çıkan bazı yanlış neticelerden dolayı kaçınılmaz olmuştur. Hadisleri bir uçtaki insanların "Vahiy" görüp , diğer uçtaki insanların "HaBis" şeklinde görmeleri bunun orta bir yolu olması şartını kaçınılmaz kılmıştır. 

Hadisler, cüppeleri ve sakalları akıllarından daha uzun olan "Ehli Tarik" veya "Ehli Hadis" fırkalarının elinde kaldığı müddetçe diğer tarafın onu HaBis olarak görme yanlışı ortadan kalkmayacaktır. Bu yazımızda Kur'an ehli olduğunu iddia edenler tarafından uydurma olarak damgalanan bir Hadisi ele alarak önerdiğimiz yöntemi pratize etmeye çalışacağız.  

Ele alacağımız Hadis Keler öldürmenin sevabı üzerine rivayet edilen bir Hadistir. 

"Kim keleri ilk darbede öldürürse ona yüz sevap yazılır. İkinci vuruşta öldürürse daha az kazanır. Üçüncü vuruşta ise bundan da az sevap kazanır"
 Ebu Hureyre den rivayet edilen bu hadis , Müslim , Tırmizi , Ebu Davud da mevcuttur. 
 İlk bakışta, hayvanlara karşı şiddet uygulaması içermesi ve Muhammed (a.s) ın böyle bir uygulamayı tavsiye etmesinin imkansız olduğu düşüncesi ile hadisin Kur'ana uygun olmadığı gerekçesi ile "Uydurma" damgası anında vurulmuştur. 
 Baştan şunu belirtmek isteriz ki ; Yazımızın amacı bu hadisin sahih bir hadis olduğunu ispatlamaya çalışmak değildir. Amacımız, bir hadisi Kur'ana arz ederken öncelikle bu sözün tarihi bir arka planı olup olmadığının araştırılma gereğidir. Rivayetin dini anlamda her hangi bir hüküm içermemesi açısından bakıldığında , bu rivayetin "Sahih" veya "Uydurma" olarak kategorize edilmesi gibi bir mecburiyetin olmadığını ifade etmek istiyoruz. Amacımız bu tür tarihi arka planı olabilecek rivayetler konusunda takip edilecek yolun nasıl olması gerektiği üzerinedir.
 Hadis taraftarlarının yaptıkları en büyük yanlış ,rivayetlerin tümünün evrensel mesajlar içermiş olduğu iddiasıdır. Bu iddia kesinlikle kabul edilebilir değildir. Hadisleri toptan red edenlerin kalkan olarak kullandığı argümanlardan bir tanesi de, Hadis taraftarlarının yapmış oldukları bu yanlıştır. Bizler başkalarının yaptıkları yanlışları kalkan edinmek yerine ilmi usul ve eleştiri ahlakına sadık kalarak elimizdeki bir Hadis metni konusunda fikir yürütmek zorundayız. 
Hadis şeklinde gelen rivayetleri , öncelikle söylendiği zaman ve mekan şartları içinde değerlendirmek gerekmektedir , o Hadisin bu güne dair her hangi bir mesaj taşımaması durumunda "Uydurma" damgasını vurmak doğru bir düşünce olmayıp "5 N 1 K" olarak bildiğimiz , "Ne, Nerede, Niçin , Nasıl ,Nerede , Kime" sorularının sorularak cevabının bulunması neticesinde bir değerlendirmeye tabi tutulması gerekir. 
 Rivayette bahsedilen "Keler" adlı hayvanın nasıl bir hayvan olduğunu bilmeden, bizim bu gün bildiğimiz hayvanlar cinsinden olduğunu düşünerek " Bunları öldürmenin ne gibi sevabı olabilir?" sorusu haklı olarak kafaları karıştıracaktır.  
Hadislerin mana olarak bizlere geldiğini ,ve bu rivayetin" Terhib ve Terğib" (Sakındırma ve Özendirme)  bir rivayet türü olduğunu unutmadan şunları söylemek mümkündür; Muhammed (a.s) ın yaşadığı dönem içinde "Keler" adı verilen hayvanın haddinden fazla çoğalması ve yaşayan insanları tehdit etmesi gibi sorun olması ihtimal dahilindedir. Bu hayvanın zehirli bir tür olması aynı şekilde ihtimal dahilinde olup tehlikesinin görüldüğü anda öldürülmesi gerektiği yönünde bir bilgi taşıması düşünülebilir. 
Keler adı verilen hayvanın yer yüzünde bir çok türünün olması realitesini unutmadan, bu hayvanın bizim ülkemizde olan kertenkele cinsinden daha büyük olması , etinin yenilip yenilmemesi gibi sorunların tartışılmasından anlaşılmaktadır. Bu gün herhangi bir ülkede vahşi bir hayvanın aşırı şekilde çoğalması sonucu insanları tehdit unsuru haline gelmesi onların çoğalmasının önüne geçilerek dengenin sağlanmasını gerektirir. 1500 yıl öncesi imkanlarının bu günkü gibi olmaması , kısırlaştırma gibi imkanlardan yoksun olunması, onları öldürerek çoğalmalarının önüne geçmek şeklinde bir çareye mecbur bırakabilir.
Bu rivayetin söyleniş sebebi bu tür tarihsel arka plan dahilinde olması muhtemel olup , bu arka planı düşünmeden böyle bir sevab kazanmak içi elinde taş dağ bayır Kertenkele öldürmeye koşanların yaptığı işin adı kısaca "Aptallık" tır. 

Hadis külliyatı içinde bu tür tarihsel arka planı olan ve sadece o günün şartları dahilinde söylenmiş ve bizim yaşadığımız güne herhangi bir mesajı olmayan hatta bu gün artık onların yapılmasına gerek olmayan bir çok rivayet mevcuttur. "Unutulan Sünnetler" adlı bahislerde o günkü yaşam şartları dahilinde yapılmış olan bazı fiilleri dinsel açıdan herhangi bir mecburiyeti olmayan şeyleri "Sünnet" adı altında dinleştirerek bizlere sunanların yaptıkları bu tür uygulamalar cehaletten başka bir şey değildir. 

Bizlere "Hadis" adı altında gelen müktesabatı, birilerinin aşırılığa kaçarak dinin olmazsa olmazı sayması bizi diğer bir uca götürmemelidir. Bırakın sahih olabilecek hadisleri , uydurma olduğu kesin olan rivayetler dahi o günkü düşünce arka planını öğrenme açısından bizlere arka plan bilgisi vermesi açısından önemlidir. Bunları söylerken uydurmaları alıp başımıza taç yapalım demek istemediğimizi hatırlatalım. 

"Kur'an Merkezli Düşünce" söylemi etrafında toplanan İnsanların bir kısmında arız olan düşünce sorunlarından bir tanesi, Kur'anın nazil olduğu zaman ve mekan şartlarını hesaba katmadan sadece bu gün inmiş bir Kitap olarak bakılmasıdır. Bu bakış sonucunda kendisine Kur'an inen Elçinin yaşadığı zaman içinde bazı sözler söylemiş olabileceği bile hesaba katılmamaktadır. 

Kur'anı bu gün inmiş gibi okuyanların , rivayetleri de bu gün söylenmiş gibi görmeleri neticesinde günümüz şartları dahilinde artık her hangi bir bilgi değeri olmayan rivayetlere karşı böyle toptancı bir tutum sergilemeleri normaldir. Halbuki bu tür rivayetleri o günün şartları dahilinde söylenmiş olabileceği ihtimalini göz ardı etmeyerek okusalardı , bize bir mesajı olmayan bu tür rivayetlerin uydurma olduğu gibi bir düşünce içinde olmazlardı.

Sonuç olarak; Keler öldürmenin sevabı olsun veya buna benzer konular ile ilgili olarak rivayet kitaplarında olan bilgilerin evrensel anlamda bir hüküm taşıdığını iddia edenlere karşı olarak bunlara direk uydurma etiketi takmadan önce ilim usulunun gerektirdiği çalışmaların yapılması zorunluluğu vardır. Keler öldürmenin her zaman sevab olacağı inancı aptalca bir düşünce olup ,bu aptallıklara karşı olarak bu sözlerin arka planı olabileceği düşüncesi taşımadan ortaya atılan karşı düşünceler de doğru bir yaklaşım değildir. Öldürülmesi gereken hayvanın zehirli , şehir halkını tehdit edecek kadar çoğalması gibi sorunlarm karşısında böyle bir çareye başvurulmuş olabileceği ihtimali göz önüne alınarak bu sözün söylenme sebebi anlaşılabilir. Rivayete bakacağımız taraf dini anlamda herhangi bir hüküm olarak değil o günün muhtemel bir sorununa karşı söylenmiş bir söz olmalıdır. Yazının amacı bu hadisin sahih olduğu veya sahih olmadığı gibi bir düşünce beyanından öte bu tür rivayetlere bakış açısının nasıl olması yönünde getirilmiş bir okuma teklifidir. 

                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

10 Şubat 2015 Salı

Duanın Adabı ve Sünnetullah

Dua kelimesi; kulun Allah(c.c)'den olan isteklerini, O'na sesli olarak bildirmesi anlamında kullanılmaktadır. Kur'an'da bu yönde bize bir takım usul ve adaplar öğretilmiştir. Ancak klasik din kitaplarına baktığımızda "dua adabı" başlığı altında, akıllara zarar şartların konulduğuna da şahit olmaktayız. Adap adına edepsizliğe kadar varan adaplara(!); aslında duanın kabulu için değil, duanın kabul olmaması için gerekli şartlar demek daha doğru olacaktır.

Dua etmeyi, Mehmet Akif'in deyimiyle "Allah(c.c)'yi (haşa) bir yanaşma ve ırgat haline getirmek" şeklindeki anlayışın tipik örneklerini sergileyen Müslümanlar, bunun sonucunda duaların kabul olmadığını görünce Allah(c.c)'yi suçlamakta ve O'na karşı isyankar bir tutum almaktadır. Allah(c.c), "Sünnetullah" adını verdiğimiz bir takım yasalar koymuş ve kendisine yapılan duanın, bu yasalara uyularak yapıldığında gerçekleşeceğini yaşanmış canlı örneklerle sunarak bizlerin de aynı yolu izlemesini istemiştir.

Örnek verecek olursak; Bedir ve Uhud savaşlarında Müslümanlar galip gelmek için Allah(c.c)'ye mutlaka dua etmişlerdir. Ancak Bedir'de galibiyet, Uhud'da ise yenilgi ile sonuçlanan bu savaşlarda, duanın Uhud'da neden kabul edilmediği, Uhud savaşının kritiğinin yapıldığı ÂL-İ İMRAN Suresi ayetlerinde açık seçik okunmaktadır.

Klasik din kitaplarında "dua adabı" başlığı altında yazılanlara baktığımızda; gördüğümüz şartlar üzerinde durarak nasıl bir yanlış içinde olduğumuzu görelim.

Dua ile pratik hayatı birbirinden ayıran bu tür şartlar kişiyi miskin bir hale sokarak çalışmasını engellemektedir.

Adap yapılan adapsızlıkların başında duaya "Peygamberimiz'e salavat" ile başlanması gerektiği yönündeki şart gelmektedir. Salavat getirmek meselesi ayrı bir konu olup bunu "AHZAB Suresi 56 Ayeti ve Salavat Kültürü" başlıklı bir yazımızda ele almaya çalışmıştık.

Klasik din kitaplarındaki düşünceleri tasvip edenler için bu düşüncemizin Peygamberimiz'e çok ağır bir hakaret içerdiği akla gelecektir. Ancak Muhammed(a.s)'ın O'nun kulu ve elçisi olduğu düşüncesini sadece dilde değil pratikte de uygulayanlar için bu düşüncemiz ters gelmeyecektir. Allah(c.c), kendisine dua ederken kim olursa olsun araya katılmamasını, aracıya gerek olmadığını defaatle beyan etmesine rağmen yapılan duaların veya salavatların önce Peygamberimiz'e arz edildiği yalanına inananlar, maalesef O'na salavat getirmedikçe veya O'nun yüzü suyu hürmetine istenilmedikçe duaların kabul olunmayacağı yalanlarına inandırılarak, bunun tersi bir işlemin Peygamber düşmanlığı olduğuna inandırılmışlardır.

[002.186] Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.

BAKARA 186 ayetinin beyanına göre; kullarına YAKIN olduğunu haber veren Rabbimiz, bunu haber vermekle uzak olmadığını, uzak olduğunu sananların bu uzaklığı kaldırmak için araya aracılar koymasına gerek olmadığını, bu aracı Peygamber dahi olsa doğru olmadığını, bu tür bir işlemin adının ŞİRK olduğunu bildirmektedir.

[039.003] İyi bil ki, halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka birtakım dostlar tutanlar da şöyle demektedirler: «Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.» Şüphe yok ki Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz.

ZÜMER 3 ayetini okurken; "Bu ayet müşrikler için inmiş" diyerek kendimize herhangi bir pay çıkarmadığımız için "Allah'a daha çok yaklaştırsınlar" diye başta Peygamber(a.s) ve veliliği kendilerinden veya müritlerinden menkul zatları araya koymakta herhangi bir besi görmediğimiz gibi, duanın kabul şartı olarak görmek ŞİRK'in en katmerlisidir.

DEMEK OLUYOR Kİ DUANIN NE BAŞTA GELEN ŞARTI; ARAYA BİRİNİ KOYMAK DEĞİL, ARAYA KİMSEYİ KOYMAMAKTIR.

Bu bağlamda "yüzü suyu hürmetine" şeklinde çokça kullanılan ifadenin; araya birini koymak olarak bilinmesi gerektiğinde fayda vardır. Birçok Müslüman'ın, sanki birilerinin yüzü suyu hürmetine istenmedikçe Allah(c.c)'nin duaları kabul etmeyeceğine dair olan yanılgısı, dua etme konusunda yapılan büyük hatalardandır.

Böyle bir istememe şeklinin, sanki Peygamber'e hakaret anlamı taşıdığı gibi bir düşünce doğru olmayıp, asıl hakaret ve yanlış bu tür bir isteme şeklindedir. Peygamber'i sevmek demek, onu Allah(c.c) ile aramıza koymak değil, onu bu şekil bir düşünce içinde anmaktan uzak tutmak olmalıdır.

Dua adabı olarak öğretilen şartların içinde, dua yapılacak yerin kutsal bir mekanda yapılmasının kabul oranını yükselttiği(!!!) vardır. Bu adab(sızlığ)a uymak için, özellikle çocuklarının imtihan günü öncesi "bilmem ne baba türbeleri" önünde birbirini çiğneyenlerin yaptıkları dua değil; maalesef bir şirk ayininden öteye geçmemektedir.

Duanın belirli gün ve gecelerde yapılmasının kabul oranını yükselteceği iddiası da yapılan yanlışlardandır. Kandil geceleri adında ihdas edilen ve Hıristiyanlık özentisinin bir ürünü olan bu geceler, dua etmeyi sadece belli zamana hapseden ve olayı sadece bir ritüele dönüştüren adapsızlıklardandır.

Duanın adaplarından bir diğeri de "Esma-ul Husna" yani Allah(c.c)'nin güzel isimleri ile O'na dua etmektir. Bu adap yanlış anlaşılmakta ve sadece o isimleri tekrarlayarak duanın kabul olacağı zannını oluşturulmaktadır. Halbuki Allah(c.c) kuluna yardım etmeye söz vermiştir ancak bu sözün yerine gelmesi, o kulun bir takım şartları yerine getirmesi ile karşılık bulacaktır.

Hasta olan bir kul elini açıp sadece "Yâ şafi" (Ey şifa veren) şeklinde dua ederek, tedavi olmak şeklindeki yapılması gerekenleri yapmadıkça şifa bulamaz. Elini açıp bu şekilde dua etmesi, Allah(c.c)'ın şifa veren olmasının gereğinin yerine getirilmesinden sonra olabilir.

Hasta olduğunda şu sure, şu dua veya şu salavat şeklindeki paket duaların tümü Sünnetullah'a aykırı dualar olup, yerine getirilmediğinde kulun Allah'a olan isyanının artmasına sebep olmaktadır.

Duada yapılan adapsızlıklardan bir tanesi de "Ya Rabbi bizleri ...... ile imtihan eyleme" şeklindeki hitaplardır.

[002.155-156] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde derler ki; «Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz.»

BAKARA 155-156 ayetlerinde bu şekilde buyuran Rabbimiz'in bu beyanına karşı "biz bunları istemiyoruz" anlamına gelen bu şekil hitaplardır. Allah(c.c); kulun istediği imtihanı değil, kuluna istediği imtihanı göndermek hakkına sahiptir. Kula düşense; bu imtihan gereğini yerine getirmek olmalıdır. Rabbimiz'in bu tür siparişlere tabi olmak gibi bir durumu olmadığını asla unutmayalım.

Müslümanlar olarak yaptığımız en büyük yanlış; Allah(c.c)'nin ayetlerini sadece Mushaf içinde aramak ve içindeki ayetleri bazı dertlere deva olan ayetler bellememizdir. Halbuki Allah'ın ayetleri sadece Mushaf içindekiler değil, yarattığı herşeydir. Bu bağlamda hastalığa şifa için kullanılması gereken tedavi usulleri de onun ayetlerinden olup, tedavi için önce bunları okumak yani uygulamak gerekmektedir.

Hasta olan bir kişi bunları okumayıp sadece "Ya Şafi" diye dua ettiğinde, binlerce kere söylese dahi hastalığı iyileşmeyecek ve sonunda ölüp gidecektir. Sünnetullah'tan haberi olmayan bir kişi de "bu kişi Allah'a bu kadar dua etti ama Allah onun duasını kabul etmedi" diyerek suçu Allah'a yükleyecektir. Halbuki suç; duanın adabını yanlış bilerek sebeplere sarılmayan kuldadır.

İşleri kötüye giden veya rızık darlığı çeken kişi, aynı şekilde Sünnetullah yasalarına uymadan "Ya Rezzak" (Ey rızık veren) diye akşamlara kadar dua edip rızkını temin için çalışmaz ise, istediği rızık gökten başına asla düşmeyecektir.

Bundan birkaç sene önce, dini yayın yaptığını zannettiğimiz bazı televizyon kanallarında "Sır Kapısı" adı altında bir takım dizileri hepimiz hatırlarız. Bu dizilerde Sünnetullah'a aykırı olarak bazı kimselere yapılan iyilikler, gerçek hayatta aynı durumda olan diğer insanların "bana da neden yapılmıyor? Allah'ın torpilli kulları mı var?" şeklinde itirazlara sebep olmuştur. Bu programları yapanlar sebep oldukları yanlış düşüncelerin farkında bile olmadan, sadece reyting kaygısı içide bunları yapmışlar ancak bir sürü insanı isyana ve küfre sürüklemişlerdir.

Dua adabını Kur'an'dan öğrenecek olursak şunları söylemek mümkündür;
  1. Dua ederken, araya Peygamber(a.s) dahi olsa kimseyi koymamak,
  2. Özel mekan ve özel gece şeklinde bir düşünce içinde olmamak,
  3. Sünnetullah olgusuna, yani Allah(c.c)'nin duanın kabulu için koyduğu evrensel yasalara uymak. Bu yasalara örnek verecek olursak; hasta olduğumuzda tedavi imkanlarına tabi olmak, rızkımız daraldığında genişlemesi için gerekli olan çalışmaları yapmak, düşman işgaline uğradığımızda düşmana beddua seansları yerine düşmanın silahı ile silahlanıp ona misli ile karşı koymak.
Bunlara "fiili dua" demek mümkündür. "Kavli Dua" şeklindeki yakarışlarımız "fiili dua"nın ardından gelmelidir ki dualarımızın kabul oranı yükselsin. Aksi takdirde yaptığımız dualar suyu akmayan bir çeşmeye avucumuzu uzatıp, suyun akmasını beklemekten başka bir işe yaramayacaktır.

Gelenekçi kesimde bu tür hatalar mevcut olup, kendisini "Kur'an Müslümanı" olarak tanımlayan bir kısım insanlar tarafından duanın sonunda "amin" demenin, eski Mısır'ın "Amon" adlı tanrısından geldiği şeklinde iddialar ortaya atılarak suni gündemler peşinde koşulmaktadır. Bu konuyu "Amin demek şirk midir?" başlıklı bir yazı ele almaya çalıştığımız için kısa kesiyor, bu tür tartışmaları adapsızlığın diğer uçtaki yansımaları olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyoruz.

Sonuç olarak; kulun Rabbi'ne karşı olan acziyetinin ve ihtiyacının bir ifadesi olan dua, maalesef bir takım Kur'an dışı şartlara bağlanarak adap yerine edepsizlik haline getirilmiştir. Tevhid merkezli bir inancın, maalesef şirk merkezli bir inanç haline dönüşmesine sebep olan gelenekteki dua adaplarının içindeki bazı şirk unsurlarının acilen temizlenmesi gerekmektedir. Dua etmeyi hiçbir şey yapmadan Allah'ın verme mecburiyeti haline getirdiğimizden dolayı, yerine gelmediği zaman Allah'a karşı isyan içine girenler maalesef Allah'ın bizim yanaşma veya ırgatımız olmadığını unutmaktadırlar. Kur'an'ı hayat ile bağını kopararak okumanın tezahürlerinden olan dua adapsızlıkları şeklinde sıralanan şartlar, maalesef günümüz Müslümanlarında yaygın olarak mevcuttur. Sünnetullah olarak bildiğimiz yasalara uymadan yapılacak dualar, maalesef karşılığını bulmayacak, öncelikle "sebeplere tevessül" olarak bildiğimiz şartları yerine getirmek duanın ilk kabul şartı olarak bilinmeden yapılacak dualar kuru kuruya söylenen sözler olarak kalacaktır. Rabbimiz bizleri Sünnetullah'ın doğrultusunda dua eden kullarından kılsın.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

8 Şubat 2015 Pazar

Enam s. 23. Ayetindeki "Fitnetuhum" Kelimesinin Çevirileri Üzerine

Alemlere rahmet ve hidayet rehberi olan Kur'an, Arap dilinde nazil olmuş bir Kitap olması nedeni ile bu dili bilmeyenlerin  Kur'anı anlamaları için konuştukları dile çevrilmiş olması gerekmektedir. Türkiye bazında düşündüğümüz zaman son yıllarda Kur'ana olan ilginin artması beraberinde çevirilerinde artmasını getirmiştir. Bu sevindirici durumun yanısıra yapılan çevirilerde bir takım hatalar gözümüze çarpmaktadır. Bu hataların sebebi Arapçayı bilmemekten değil , çeviri yapmaya soyunanların Kur'ana olan hakimiyet noktasında yetersizliklerinden kaynaklanmaktadır.

Arapçayı bilmeyen fakat , Kur'an bütünlüğüne vakıf olan bir okuyucu dahi bu tür çeviri hatalarını görebilmektedir. Herkesin Arapçayı öğrenme imkanı olmaması nedeniyle çevirilerin okunmaya devam etmesi gerektiğini, ancak çeviri yapanların Arapçadan önce Kur'an bütünlüğüne vakıf olmaları gerektiğini hatırlatarak bu tür bir vukufiyetsizlik sonucu yapılmış olan Enam s. 23. Ayetinin çevirisi ile ilgili olarak düşüncelerimizi paylaşmaya çalışalım.

"Summe lem tekun fitnetuhum illâ en kâlû vallâhi rabbinâ mâ kunnâ muşrikîn(muşrikîne)."

Enam s. 21-24. Ayetlerinde , Allaha karşı yalan düzüp uyduran zalimlerin Ahiret günündeki halleri tasvir edilmekte , 23. Ayette onların Dünya hayatındaki yapmış oldukları fitneye devam edemedikleri görülmektedir. Bu Ayetin çevirileri genel olarak şu şekildedir. 

Adem Uğur:
Sonra onların mazeretleri, "Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!" demekten başka bir şey olmadı.

Ahmet Tekin :
Sonra onlar inkârlarının ve yalana cüretlerinin sebep olduğu azabı gördüklerinde:
'Rabbimiz Allah’a yemin ederiz ki, biz ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allah’a ortak koşan müşriklerden değildik' demekten başka bir mazeret ileri süremeyecekler.

Ahmet Varol :
Sonra: 'Rabbimiz olan Allah'a yemin olsun ki, biz Allah'a ortak koşanlar değildik' demekten başka bir kaçamak bulamazlar.

Ali Fikri Yavuz :
Sonra (kurtuluş için) özürleri mevcut olmayıp sadece şöyle diyeceklerdir: “- Rabbimiz olan Allah’a yemin ederiz ki, biz, müşriklerden değildik.”

Bayraktar Bayraklı :
Sonunda şunu söylemekten başka bahaneleri kalmaz: “Rabbimiz Allah’a yemin olsun ki, ortak koşanlardan değildik.”

Edip Yüksel :
Onların tek savunması şu olacak: 'Rabbimiz ALLAH'a andolsun ki biz ortak koşmadık.'

Şaban Piriş :
Fakat onların şaşkınlıkları ile (cevapları) “Rabbimize Vallahi, şirk koşanlardan değildik” demekten başka bir şey olmayacaktır.

Verdiğimiz meal örneklerinde "Fitnetuhum" kelimesine , başta "Mazeret" olmak üzere , Kaçamak , Özür, Bahane, Savunma v.s anlamlar verildiğini görmekteyiz. 

Başka Ayetlerde Cehennem ehlinin öne sürdükleri mazeretlerin kabul edilmeyeceğini görmekteyiz , bu durum "Mazeret" kelimesi ile ifade edilmektedir. Fitne kelimesi bu tür bir anlama gelmez iken, maalesef "Mazeret" anlamında çevrilerek hata yapılmıştır.

 [030.057] Zulmedenlerin, o gün mazeretleri fayda vermez; artık kendilerinden Allah'ı hoşnut edecek şeyleri yapmaları da istenmez.
 [040.052] O gün; mazeretleri zalimlere fayda vermez. La'net onların, yurdun kötüsü de onlarındır.

"Mazeret" kelimesinin kullanılmasını göz önüne alarak , "Fitnetuhum" kelimesinin bu anlama gelmeyeceğini biraz düşünüp bu kelimenin anlam alanı biraz araştırılsaydı bu tür hatalı anlamların verilmesinin önüne geçilebilirdi.

Bu çevirilerin yanısıra doğru çeviri olduğunu düşündüğümüz çevirileri yazımızın sonunda vereceğiz , bu çevirileri vermeden önce "Fitne" kelimesinin anlam alanı etrafında kısaca durarak Enam s. 23. Ayetinde kullanılma sebebini görelim.

"Fitne" kelimesi ; Fe -Te-Ne kökünden , "Altının kalitesinin kaç ayar olduğunun belli olması için onun ateşte eritilmesi" anlamına gelir. Bu sözlük anlamı Kur'an ile ıstılahlaşarak , "Kişinin imanının kaç ayar olduğunun belli olması için onun denenmesi" anlamında kullanılmıştır.

Fitnenin ıstılah anlamından yola çıkarak , Kur'anda bir gezinti yaptığımız takdirde , bu çeşit denemenin 1-Allah (c.c) 2- İnsan kaynaklı olduğunu görürüz. İnsan kaynaklı fitneyi Kur'anda, Mü'minlerin arasını bozma, onları sıkıntıya düşürme v.s gibi çalışmalar olarak özetlemek mümkündür. Bu çalışmaları Mü'min olmayanların yaptığını onların Müşrik , Münafık ,Kafir olarak isimlendirilenlerin yaptıklarını yine Kur'anda görmekteyiz. Vereceğimiz bir kaç Ayet meali konuyu anlamaya yardımcı olacaktır.

[002.191] Ve onları her nerede bulursanız öldürünüz. Ve sizi çıkarmış oldukları yerden siz de onları çıkarın. Fitne ise katilden daha şedîttir. Ve onlar sizinle savaşta bulunmadıkça siz de Mekke hareminde onlar ile savaşta bulunmayınız. Fakat onlar sizinle savaşta bulunurlarsa onları öldürünüz. Kâfirlerin cezası böyledir.
[002.193]  Fitne kalmayıp, din de Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vaz geçerlerse, artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.
[002.217] Sana haram aydan ve onda savaştan soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak; büyük bir günahtır. Fakat insanları Allah yolundan alıkoymak ve O'nu inkar etmek, Mescid-i Haram'a gitmelerine engel olmak, onun ehlini oradan çıkarmak Allah katında daha büyük günahtır. Fitne, katilden de beterdir. Kafirlerin güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler. Sizden her kim dininden dönerde kafir olarak ölürse; onların yaptığı ameller dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Ve onlar, cehennem ehlidirler. Orada temelli kalacaklardır.
[004.091]  Bir de öyleleriyle karşılaşacaksınız ki onlar hem sizden, hem de kendi kavimlerinden emin kalmak isterler. Bunlar ne zaman fitneye çağırılsalar derhal ona dalarlar. Ohalde bunlar sizden uzak durmaz, size barış teklif etmezler, ellerini sizden çekmezlerse onları nerede bulursanız yakalayın, öldürün! İşte bunlara karşı size kesin bir izin ve yetki vermişizdir.
[008.039]  Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.
[008.073] Küfredenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmzsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.
[009.047](Münafıklar) Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranızda koşarlardı. İçinizde, onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allah zalimleri gayet iyi bilir.
[033.014] Eğer Medine'nin etrafından üzerlerine varılmış olsa, sonra da kendilerinden fitne çıkarmaları istense hemen buna girişip derhal yapmaktan geri kalmazlardı.

Hayatlarını Mü'minler arasında fesada harcayarak ölen ve hesap günü artık kaçacak bir yerleri olmayanların hali şu şekilde anlatılmaktadır.

[016.087]  O gün (artık) Allah'a teslim olmuşlardır ve uydurdukları (yalancı ilahlar) da onlardan çekilip-uzaklaşmıştır.
[037.026]  Hayır; bugün onların hepsi teslim olmuşlardır.

Zalimler o gün Dünya hayatında yaptıklarının karşılıklarını çekmek üzere Cehenneme sevk edilirler ve hiç bir yardımcıları yoktur, feryatları hiç bir şekilde fayda etmeyecektir. 

Enam s. 21-24. Ayetleri de zalimlerin bu durumlarını anlatmaktadır. Bu Ayetleri Elmalılı mealinden vermek istiyoruz. Bunun sebebi Elmalılının Enam s. 23. Ayetine verdiği anlamın doğru olduğunu düşünmemizdir. 

 [006.021] [E0] Allaha iftira ederek yalan uyduran veya onun âyetlerine yalan deyen kimseden daha zalim kim olabilir? Şüphe yok ki zalimler felâh bulmazlar
[006.022] [E0] Hele hepsini Mahşere toplıyacağımız, sonra o şirk koşanlara diyeceğimiz gün: Hani nerede o sizin zu'm etmekte olduğunuz şerikleriniz?
[006.023] [E0] SONRA BAŞKA FİTNELİK EDEMEYECEKLER SADE ŞÖYLE DİYECEKLER :RABBİMİZ ALLAHA YEMİN EDERİZ : VALLAHİ BİZLER MÜŞRİK DEĞİL İDİK.
[006.024] [E0] Bak vicdanlarına karşı nasıl yalan söylediler, gâib oluverdi de kendilerinden o uydurdukları ma'budlar

21-24. Ayetler de Dünya hayatlarında Mü'minlerin aralarını bozmak için fitne peşinde koşanların artık fitne peşinde koşamayacakları , ateşten kurtulmak için yalana dahi başvuracak kadar çaresiz bir durumda kalacakları beyan edilmektedir. 

Elmalılı nın verdiği bu anlamın daha doğru ve FİTNE KELİMESİNİN KUR'AN BÜTÜNLÜĞÜNDE KULLANILIŞINA SADIK KALINARAK YAPILDIĞINI düşünmekteyiz. Gel gelelim Elmalılıyı SADELEŞTİRME adına yapılan çalışmaların , bu işlerin ,Kur'anı anlamak şöyle dursun  ELMALILI YI DAHİ ANLAMAYANLARIN elinde kaldığını üzülerek görmekteyiz. 

İsimlerini bilmediğimiz sadeleştiricilerin internet ortamında yayınlanan meallerde Enam s. 23. Ayetine yaptıkları Elmalılı sadeleştirmesi (aslında cinayet denilebilir) şöyledir. 

Elmalılı (sadeleştirilmiş) :
Sonra başka çare bulamayacaklar ve sadece şöyle diyecekler: «Rabbimiz Allah'a yemin ederiz ki, vallahi bizler Allah'a şirk koşanlar değildik.»

Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) :
Sonra, (Onlar): «Rabbimiz, Allah'a yemin ederiz ki, biz müşriklerden değildik» demekten başka bir özür bulamayacaklar.

Bundan önceki yazılarımızda , Enbiya s. 95. , Mümtehine s. 13. Ayeti ile ilgili olarak Elmalılı nın orjinal mealine sadık kalınmayarak, daha doğrusu Elmalının o Ayete verdiği anlamı anlayacak kapasiteden yoksun olanların sadeleştirme adına yaptıkları cinayetlere örnek vermiştik. Enam s. 23. Ayetini, diğer meal yapıcılarının gözetmediği Kur'an bütünlüğünü gözeterek çeviren Elmalılı nın vermiş olduğu bu anlam maalesef bazılarının elinde kaybolup gitmiştir.

Elmalılı nın yanısıra , doğru olarak yapıldığını düşündüğümüz bir kaç çeviri örnekleri de şunlardır. 

 Ali Bulaç :
(Bundan) Sonra onların: "Rabbimiz olan Allah'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik" demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı.)

Celal Yıldırım :
Sonra onların bir başka fitnesi olmayacak, sadece şu sözleri olacak: «Rabbimiz Allah'a yemin ederiz ki, biz ortak koşanlar değildik !»

Hasan Basri Çantay :
(Bu suâlden) sonra (gûyâ kurtulabilmeleri için) onların (baş vuracakları) fitne: «Rabbimiz olan (Sen) Allaha andederiz ki biz eş tutanlardan değildik» dedelerinden başka (bir şey) olmadı (olmayacakdır).

Ömer Nasuhi Bilmen :
Sonra onların hilesi, «Vallahi ey Rabbimiz! Bizler müşriklerden olmadık,» demekten başka olmayacak.

Sonuç olarak ; Kur'anı anlamak için meallere başvurmanın bir zorunluluk olduğu bir gerçektir, ancak meal yapan ve meal okuyanların gözetmesi gereken bazı noktaların olduğu da bir gerçektir. Meal yapanlar öncelikle Arapçadan daha elzem olana Kur'an bütünlüğüne hakimiyet noktasında son derece dikkatli olmak zorundadırlar. Meal okuyanlar ise okudukları mealdeki bazı hatalı tarafları anlayabilecek bütünlüğü sahip olmaları tek bir meale bağlı kalmamaları mümkünse bi kaç farklı meali takip etmeleri onların menfaatleri gereğidir.

Yazımıza konu edindiğimiz Enam s. 23. Ayetinin Kur'an bütünlüğü gözetilmeden yapıldığı , daha doğrusu herkesin birbirinden kopya ederek aynı anlamı taşıyan kelimeleri farklı ibarelerle meallerine yansıttığını görmemiz meal yapma işinin pek ciddiye alınmadığını göstermektedir, hele hele doğru olarak yapılan Elmalılı çevirisinin onu sadeleştirenler tarafından dahi anlaşılamaması işin vehametini ortaya koymaktadır. Meal yapıcılarına tavsiyemiz  şu dur ki , yaptıkları işin sorumluluğuna sahip olmaları ve bu sorumluluğu taşıma düşüncesi içersinde meal yapmaya soyunmalarıdır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

6 Şubat 2015 Cuma

Maide s.33-34. Ayeti: Fesadçıların Cezası ve Tevbesi

Allah (c.c) Alemlere rahmet ve hidayet olarak gönderdiği Kitabında bir takım had, yani işlenen suça uygulanacak dünyevi cezaları vaz etmiştir. Bu had cezalarının uygulanması , İslam hükümlerinin tatbik edildiği bir devlet sistemi içinde olması gerekmektedir. Had cezalarının uygulanması bu devlet içinde yaşayan insanların, o cezayı hak edecek fiileri yapmak zorunda kalmasının önünü kapattıktan  sonra uygulanabileceğini hatırlattıktan sonra konumuz olan Maide s. 33-34. Ayetlerine geçebiliriz.

[005.033]  Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır.

[005.034]  Ancak, siz kendilerini ele geçirmeden önce tevbe edenleri olursa, biliniz ki, Allah bağışlayan ve merhamet edendir.

Ayetler , Allah ve Resulune karşı savaşan ve fesada koşanların İslami bir devlet çerçevesinde nasıl bir cezaya çarptırılacaklarına dair hükümleri ihtiva etmekte olup bu cezalar , 1- öldürülmeleri , 2- asılmaları , 3- elleri ve ayaklarının çapraz vari kesilmesi, 4- bulundukları yerden sürülmeleridir. 

Ayet içinde , öldürülmek ve asılmak şeklinde iki ayrı cezanın geçtiği dikkati çekmektedir. Bu Ayeti okuyan birisi haklı olarak " ikisi de aynı şey değilmi? diye soracaktır . Evet aynı şeydir ama "öldürülmek" şeklindeki cezayı savaş alanında yapılacak karşılıklı muharebe çerçevesinde , asılmayı ise ele geçirildikten sonra uygulanacak ceza olarak düşünürsek , sorunun cevabı bulunacaktır. 

 Bu suçları işleyenlerin çarptırılacakları cezalar , suçun derecesine göre değişkenlik arz edebileceği ve suçun ağırlığına  Ayet içindeki cezaların belirlenmesi hukukçuların içtihadına bırakılmıştır.

"Ellerin ve ayakların çapraz kesilmesi" cezası ile ilgili olarak bir takım meallerde farklı çeviriler olduğunu hatırlatarak , bu çevirilerin doğru olmadığını düşündüğümüzü ve bu düşüncemizi, verilen mealleri ele almaya çalıştığımız bir yazımızda belirtmeye çalıştığımız için bu yazıda  konuya değinmeyeceğiz. 

Bu cezayı, Firavun'un iman eden sihirbazlara karşı uyguladığını görmekteyiz. Bu uygulamanın Firavun uygulaması olduğundan hareketle , Allah (c.c) nin böyle korkunç bir ceza uygulamasını nasıl emrettiği şeklinde bir takım tereddütlerin olduğu görülmektedir. 

Bu ceza için bakılması gereken taraf , Firavun uygulaması olduğu değil , Firavunun bu cezayı haksız yere uygulaması olmalıdır. Başkaları uygulamış diye bu cezanın Allah (c.c) tarafından uygulamasının emredilmesini hümanist bakışla değil, caydırıcılık olması bakımından okunmasının daha doğru bir bakış açısı olduğunu düşünmekteyiz. Firavunun uygulamış olmasına bakılarak , haşa Allah (c.c) nin zalim olduğunu düşünmek yerine , Firavunun böyle bir ceza ihdas etmekle İlahlığa soyunmuş olmasının yanlışlığı görülmelidir. 

34. Ayet , bu suçu işleyenlerin tevbe etmesi ile ilgili bir Ayet olup, edilen tevbenin had cezasını kaldırıp kaldırmayacağı tefsirlerde tartışılan konulardandır. 

Bazı tefsirci ve fıkıhçıların, 33. Ayet içindeki belirtilen suçu işleyenlerin ele geçirilmeden önce tevbe ettikleri takdirde, had cezasının düşeceği yani uygulanamayacağı yönündeki görüşlerine katılmadığımızı baştan söyleyerek bu konudaki düşüncelerimizi paylaşalım.  

33. Ayette işlenen suça verilecek cezalar beyan edildikten sonra "Bu, dünyada onlar için bir zillettir." buyurularak bu cezaların Dünyadaki karşılığı olduğu , Ayetin devamında "
Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır." buyurularak , Dünyadaki cezalarından sonra Ahirette de onlara ayrı bir ceza olduğu beyan edilmektedir. 

34. Ayette  istisna edilen ceza Ahiretteki ceza olup , Ayetin "Allah bağışlayan ve merhamet edendir." şeklindeki son cümlesi buna işaret etmektedir. Allah (c.c) nin bağışlayıcılığı Ahiretteki karşılık için geçerli olup , Dünyadaki had cezasının uygulamasını kaldırmaz. Suçu işleyen kişi eğer yakalandıktan sonra tevbe ederse , bu tevbesi ahirette de makbul olmayacaktır. Tevbenin makbul olması için gerekli şartları Rabbimiz şu Ayetlerde beyan etmektedir.

[004.017-18]  Allah kötülüğü bilmeyerek yapıp da, hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul etmeyi üzerine almıştır. Allah işte onların tevbesini kabul eder. Allah Bilen'dir, Hakim olandır.Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman; «şimdi tevbe ettim» diyenler ile kafir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azab hazırlamışızdır.

 Tevbe edilmiş olması şayet , Dünyadaki verilecek cezanın kalkmasına sebeb olsaydı , had cezalarındaki asıl amaç olan "Caydırıcılık" unsuru deformasyona uğrar , cezadan kurtulmak için herkes tevbe eder ve kurtulurdu, kimsenin kalbini yarıp bakma imkanı olmadığı için yapılan bu tevbe ile cezaların uygulaması iptal edilir ve bu noktada art niyetlilerin istismarına kapı aralanmış olurdu. Kişi ,eğer suçu işlediği sabit olduğu takdirde tevbe etmiş olsa da işlediğinin Dünyadaki cezasını çekmekten kurtulamaz , ancak ettiği tevbe gerçekten samimi ise Ahiret cezasından kurtulur. Had cezalarının caydırıcılık ve başkalarına ibret olma yönü bu şekilde hayatiyetini sürdürme imkanı bulabilir. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

5 Şubat 2015 Perşembe

Maide s. 12-14 Ayetleri Yahudi ve Hıristiyanlardan Alınan Misak

Kur'an okumalarında yaptığımız önemli yanlışlardan bir tanesi , İsrailoğulları veya Ehli Kitab a hitap eden Ayetler hakkında olup , bu Ayetlerden kendimize her hangi bir pay düşmediğini düşünmek , onlarla ilgili Ayetleri sadece onları lanetlemek için okumaktır. Halbuki o Ayetlerdeki "Ey İsrailoğulları" veya "Ey Kitap ehli" şeklindeki hitapları , "Ey Müslümanlar" şeklindeki hitaplar olduğunu düşünerek okuduğumuzda , dün İsrailoğulları veya Ehli Kitabın yaptıkları yanlışların aynısını biz Müslümanlarında yaptığını görürüz.

Kur'an , "İsrailoğulları" olarak hitap ettiği insanların , Allah (c.c) nin Elçilerine ve Kitaplarına karşı yaptıkları yanlışların, onları Dünyada nasıl bir sonuca sürüklediğini geçmişteki canlı örneklerini sunarak , Kur'anın nazil olduğu dönemdeki yahudileri aynı sona uğramamaları hususunda defaatle ikaz etmiş , onlar bu ikazları kulak arkası ederek , geçmişteki hainliklerine devam etmiş ve Muhammed (a.s) komutasında ordular tarafından yenilgiye uğratılarak Sünnetullahın tecellisi Müslümanların eli ile gerçekleşmiştir.

Yazımıza konu edeceğimiz Ayetler, Yahudi ve Hıristiyanların geçmişteki yaptıkları hataların Sünnetullah ın onlar üzerinde nasıl işlediği hatırlatılarak , bizlere hitaben " Aynı yolu izlediğimiz takdirde aynı sünnetin işleyeceğini" hatırlatmaktadır.

[005.012]  And olsun ki, Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. Onlardan oniki reis seçtik. Allah: «Ben şüphesiz sizinleyim, salatı ayakta tutarsanız, zekat verirseniz, peygamberlerime inanır ve onlara yardım ederseniz, Allah uğrunda güzel bir takdimede bulunursanız, and olsun ki kötülüklerinizi örterim. And olsun ki, sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden kim inkar ederse şüphesiz doğru yoldan sapmış olur» dedi.

[005.013]  Sözlerini bozdukları için onlara lanet ettik, kalblerini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün, onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.

[005.014]  «Biz hıristiyanız» diyenlerden de söz almıştık; onlar, kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular, bu yüzden aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Allah, yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.

Ayetleri sathi bir okuma yapacak olursak , Allah (c.c) İsrailoğullarından söz almış ve reislerine elçileri vasıtası ile bildirdiği emirleri yerine getirdikleri takdirde onlara bir takım vaadlerde bulunmuş , ancak onlar bu emirleri yerine getirmeyerek lanetlenmişler , aynı söz Hıristiyanlardan da alınmış , aynı hatayı onlar da yaparak laneti hak etmişlerdir. 

Ayetleri sadece Yahudi ve Hıristiyanlar bağlamında düşündüğümüz zaman, bize dönük mesaj taşıması gibi bir düşünce içinde olmamız mümkün değildir. Ancak Ayetlerdeki emirleri düşünecek olursak, aynı emirler ile bizler de muhatabız ve aynı yanlışı yaptığımız takdirde Sünnetullah bizim içinde işleyecektir. "Ayetlerin bize dönük nasıl bir mesajı olabilir ?" sorusunun cevabını şu şekilde vermek mümkündür.

Allah (c.c) yarattığı bütün insanlardan, Araf s. 172 -173. Ayetlerde görüldüğü üzere onlardan söz aldığını beyan etmektedir. Yarattığı insanların bu sözü unutmamaları ve hatırlarında tutmaları için, hatırlatıcı Elçi ve Kitaplar göndermiştir. İsrailoğulları Elçi ve Kitap ile muhatap olan bir kavim olması nedeni ile onların Kitap ve Elçilere yaptıkları muamelere örnekler verilerek aynı yolu izeleyenlerin akıbetleri hatırlatılmaktadır. 

Ayetlerdeki alınan sözü sıralayacak olursak aynı sözleri Müslümanlar olarak bizlerin de vermiş olduğu görülecektir.

1- Salatı ayakta tutmak.
2-Zekatı vermek.
3-Resullere inanmak ve onları desteklemek.
4-Allah güzel bir borç vermek.

Kur'an geneline baktığımızda bu 4 emir Allah (c.c) nin bütün Elçileri ile göndermiş olduğu emirler dahilinde olup , Allah (c.c) nin bizimle birlikte olması için gerekli olan şartlardandır. 

4. şıktaki Allah borç vermek, teşbihi bir anlatım olup, "Verdiğini belirli bir süre sonra geri almak" demektir. Bu borcun "Güzel" olarak ifade edilenin karşılığı ebedi Cennet , "Çirkin" olarak verilenin karşılığı ise ebedi Cehennem olarak ödenecektir. 

"Güzel borç" demek geniş bir anlama sahip olup bunun anlam alanı içinde , ihtiyacı olan kardeşinin ihtiyacını gidermek vardır. Nisa s. 160. Ayetinde İsrailoğullarının sözlerini bozmalarına örnek olarak faiz almaları gösterilmektedir. 

Faizli işlemleri yasaklayan Allah (c.c) nin bu emrine aykırı bir hareket en küçük birim olan insandan başlayarak , en büyük birim olan insanların oluşturudukları devletlerin batmasına sebeb olmaktadır. Zengini daha daha zengin yapan bu şekil bir işlemin uygulanamasına sebeb olmak , Dünya hayatında ekonomik helaklara sebeb olacak , Ahiret hayatında ise ebedi azaba sebeb olacaktır. 

Bu emirleri yerine getirdiğimiz takdirde , vereceği karşılığı bildiren Rabbimizin bu emirlerini çiğneyen Yahudi ve Hıristiyanlara Dünya hayatlarında verdiği cezadan bahsedilmektedir. Yaptığımız okuma yanlışı da buradadır. Biz onlara verilen bu cezaların sadece onlara has olduğu zannına kapılarak Ayetleri okuduğumuz için, bizlerinde aynı yanlışı yaparak onlardan bir farkımız kalmadığını maalesef unutmaktayız. 

Allah (c.c) nin bizler için vaz ettiği kurallar bütünü sadece Ahiret endeksli olmakla kalmayıp, öncelikle Dünya hayatımızın selameti için konulmuş kurallardır. "Salatı ikame etmek" şeklindeki emri sadece 5 vakit namaz olarak görüp , bunu eda ettiğimiz zaman bu emri yerine getirdiğimiz düşüncesi yapılacak en büyük hatadır. 

"Salat" kelimesinin anlam alanı sadece Namaz ile sınırlı olmayıp , Namaz bu kelimenin sadece bir cüzüdür. Bizlere emredilen "Salatın ikamesi" hayatın her anında geçerli olup sadece Cami içinde sınırlı değildir. Sadece Cami içinde olduğu zannedilen Salatın ikamesi , hayatın diğer kesimlerinde ayakta tutulmayarak terkedildiği için toplumsal sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır. 

"Zekat" kelimesinin özellikle mal temizleme boyutu sosyal yardımlaşmanın en büyük tezahürüdür. Temizlenen mal  ihtiyaç sahipleri arasında paylaştırılarak ihtiayçlar giderilir , mal sadece zenginler rasında gezen bir meta haline gelmemiş olur. Bunun tersi bir uygulama toplum içinde zengin ile fakir arasında büyük uçurumlar meydana getirip , düşmanlıklara vesile olacaktır.

Allah (c.c) nin bizler için vaz ettiği kuralların terkedilmesi toplumsal olarak çöküşlere yol açabileceği ve Dünyayı cehenneme çevireceğini bu gün canlı örnekleri ile görmekteyiz. Kevni Ayetleri okuyarak güç ve servet sahibi olanların , Elçileri vasıtası ile gönderilen ve bir nevi kevni Ayetleri okuma klavuzu olan Kitapların arkaya atılması neticesinde, Dünya müstekbirlerin elinde cehennem haline gelmiştir. Şayet yukarda belirtilen 4 emir hayat safhasına konulmuş olsaydı , insanların birbirlerine olan düşmanlıklarının sebeb olduğu kaos ortamı olmayacak ve Dünya cennet haline gelecektir.  

 Diğer Ayetlerde bu emirlerin yerine getirilmemesi sonucu onların başlarına gelenler hatırlatılmaktadır.

1- Sözlerini bozmaları.
2-Kalplerin katılaşması.
3-Kelimeleri yerlerinden oynatmaları.
4-Hatırlatılan şeyden pay almayı unutmaları.
5-İhanet.

Bu fiileri işlemeleri sonucunda onların lanetlendiği bildirilmektedir. Rabbimiz bunları Kitabında bildirmekle, sadece bir kavmin yaptıklarını bizlerin bilmesini istemekten ziyade , lanetini hak edenlerin nasıl bir cürüm işlemeleri sonucu buna hak kazanacaklarını hatırlatarak bizlerin de aynı yanlışa düşmememizi istemektedir. 

Bu Ayetler çerçevesinde Müslümanlar olarak kendimizi biraz düşünelim , şu an da yukardaki bildirilen 5 şık içindeki amellerin hangisi bizde yok ?. 

Örnek nesil dediğimiz Ashab , Allah (c.c) nin kendilerine emrettiklerini yerine getirmeleri ile ilgili olan ve bizlerin örnek alması gereken 9 ve 10. Ayetleri bu emirleri hayatlarında nasıl pratize ettiklerini şöyle anlatmaktadır.

[059.009]  Onlardan önce o diyarı yurt edinmiş ve göğüslerine imanı yerleştirmiş olanlar; kendilerine hicret edip gelenleri severler. Ve onlara verilenlerden ötürü içlerinde bir çekememezlik duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları, kendilerine tercih ederler. Her kim nefsinin tamahkarlığından korunabilmişse; işte onlar, felaha erenlerin kendileridir.

[059.010]  Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin» derler.

Bu Ayetler , konumuzun başlığı olan Ayetlerde beyan edilen alınan sözün , Ensar ve Muhacir üzerindeki yansımasını anlatmaktadır. Her şeyini terk ederek sadece Allah rızası için hicret edenlere Medine deki Ensar kucak açmış ve her şeyini onlarla paylaşmıştır. Allah (c.c) ye vermiş oldukları sözden caymayan , Salatı ve Zekatı ikame eden , Resulu destekleyen , Allaha güzel bir borç veren Mü'minleri Allah (c.c) Sünneti gereği başarıya ulaştırmıştır.  

[048.029] Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken, Allah'tan lütuf ve hoşnudluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu, onların Tevrat'ta anlatılan vasıflarıdır. İncil'de de şöyle vasıflandırılmışlardı: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkarcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vadetmiştir.

Fetih s. 29. Ayeti , Allaha verdikleri söze sadık kalanların Muhammed (a.s) ı nasıl destekledikleri anlatılmaktadır. Ancak ilerleyen zamanda verilen sözlerin unutulması sonucu bu durum ters dönmüş ve birbirlerine karşı merhametli olanların torunları , birbirlerine karşı şedid olmaya başlayarak kardeş kanı dökmekten geri durmamışlardır.

Ne zamanki "Yahudileşme Temayülü" diyebileceğimiz yamulmalar ortaya çıkmış ve ondan sonra kalplar katılaşmış ve Ensar ve Muhacirin birbirine olan kardeşliğinin tersi şiddetinde düşmanlıklar ortaya çıkmış , hala devam etmektedir.

14. Ayette , Hıristiyanların verdikleri sözü unuttukları ve bu sözleri hayatlarına pratize etmedikleri bildirilerek onların aralarına kıyamete kadar sürecek kin ve düşmanlık salındığı bildirilmektedir. Bu Ayeti okuyan birisi haklı olarak , "Peki Allah böyle diyor ama bu gün Müslümanlar Hıristiyanlardan daha şiddetli olarak birbirlerine düşman olmasını nasıl izah edersiniz" dediğinde çoğumuz bunun cevabını bulamayız , oysa cevabı basittir.

Bu durum sadece Yahudi ve Hıristiyanlar çerçevesinde değil , Arz üzerinde geçerli olan yasalar yani Sünnetullah çerçevesinde değerlendirilerek cevabı bulunabilir. 

Allah (c.c) yaratmış olduğu kullarına, yaşadıkları hayat içinde uyulması gereken bir takım vecibeler yüklemiştir. Bu vecibeler yarattığını en iyi bilmesi bakımından insan için en doğru olan hükümleri ihtiva etmektedir. İnsanlar bu hükümler çerçevesinde bir hayat sürdükleri zaman hem Dünyada mutlu ve mesut bir hayatın , hemde Ahirette ebedi saadetin yolu açılmış olur. 

Ancak İnsanların bir çoğu bu yasaları çiğneyerek başka yasalara tabi olmak sureti ile hem Dünyalarını hemde Ahiretlerini berbat etmektedirler. Allah (c.c) nin hükümlerine tabi olarak yaşanan bir hayatın kesitini Haşr s. 9 -10, Fetih s. 29. Ayetlerinini meallerini paylaşarak nasıl pratize edildiğini görmüştük. 

Ancak Yukarda sıraladığımız hükümleri hiçe sayarak yaşanan bir hayatın karşılığı insanların arasına kin ve düşmanlık başgöstermesi ve kan dökülmesidir. Bu durum Hıristiyanlar bazında pratize edilerek "Aralarına kıyamete kadar kin ve düşmanlık salındığı" nın beyan edilmesi bu düşmanlığın onların kendi yaptıklarına karşılık Sünnetullahın tecelli etmesi olarak okunmalıdır. Bu şekil bir hayatı süren kim olursa olsun aynı yasalar onlar içinde geçerli olacaktır. 

ŞİMDİ SORUYORUZ ; BU GÜN MÜSLÜMANLAR OLARAK YAHUDİ VE HIRİSTİYANLARIN YAPMIŞ OLDUKLARI YANLIŞLARIN AYNISINI BİZLER FAZLASI İLE YAPMIYORMUYUZ? 

 El cevab ; evet yapıyoruz. 

Bu demektir ki Allah (c.c) nin arz üzerinde cari olan Sünneti bizler içinde işlemiş ve bizim aramıza da kıyamete kadar kin ve düşmanlık salınmıştır . Bu salınmayı bizler kendi ellerimizin işledikleri sonucu kazanmış olup suçun sorumluluğu tamamen bizlere aittir.

Soru =Peki bu durumdan kurtulmanın yolu varmıdır ?.
El cevap = Tabiki vardır.

Bu durumdan kurtulmanın yolu yukarda sayılan 4 şıkkın hayat içinde pratize edilmesidir. Salatı ve Zekatı yeniden doğru olarak ayağa kaldırmak , Resullere inanmak ve onları desteklemek. Resulun olmadığı bir zaman içinde bunun uygulaması onların örnekliğini hayata pratize etmek şeklinde şeklinde olacaktır. 

Kur'an Ayetleri Allah (c.c) ye kul olmuş Mü'minlerin tarih boyunca Elçilerin önderliğindeki tevhid mücadelesinin örnekleri ile doludur. Bizler bu Ayetleri masal olaak değil hayata pratize örnekleri olarak okuyarak aynı yoldan gitmek zorundayız. Bu yol bizi yeniden birbirimize karşı merhametli , kafire karşı şiddetli , Ensar Muhacir kardeşliğinin Kur'an Ayetlerine yansıyan şeklini yeniden yaşatacaktır. 

İsrailoğulları ile ilgili anlatımları sadece onlara mahsus bir okuma ile değil , Sünnetullahın tecellisinin canlı örnekleri olarak okuduğumuzda bu gün yaşayan bizlerin , muhatap olduğu Ayetlerin sadece Cennet ve nimetleri ile ilgili Ayetler olmadığını görürüz. Bir kısım Ayetler kafirlere , bir kısım Ayetler münafıklara , bir kısım Ayetler müşriklere , bir kısım Ayetler ehli kitaba inmiş gibi okuyup , Cehennem Ayetlerini onlara, Cennet Ayetlerini bizlere inmiş gibi okuduğumuzda , Yahudilerin kendilerini seçilmiş kul zannına kapılması misali bizde kendimizi seçilmiş kullar olarak görmeye başlarız. Halbuki Allah (c.c) nezdinde böyle bir kul zümresi asla yoktur, hangi kul , veya hangi kavme mensup olursak olalım onun koyduğu yasalara uyanlar felaha ereceklerdir. 

Sonuç olarak ; Kur'anın bizden öncekilerin başlarından geçen bazı olayları anlatması sadece onlarla ilgili bir durum olarak okunmayıp ibret almak maksadı ile okunmalı ve yapılan doğrular örnek alınmalı , yapılan yanlışların tekrarlamamalıdır. Allah (c.c) nin söz aldığı insanlar sadece Yahudi ve Hıristiyanların olduğu zannı ile okunan bu Ayetlerden bizlerin herhangi bir mesaj okuması pek mümkün olmayacaktır. Allah (c.c) nin biz Müslümanlardan da söz aldığını düşünerek okuduğumuz zaman tıpku Yahudi ve Hıristiyanların izlediği yolu bizlerin de izlediği görülecek ve bu günkü zelil halimizin sebebi daha iyi anlaşılacaktır. Durumuzu düzeltmek için Allah (c.c) nin İsrailoğullarına verdiği emirlerin bizler içinde geçerli olduğu şuuruna vakıf olmak ve emirleri hayat içinde pratize ederek Allah (c.c) nin bizlerle birlikte olmasını yeniden sağlamak , ve bunun yolu da Sahabenin bu konudaki icraatının, Kur'an Ayetlerindeki anlatımlarını okuyarak hayata geçirmek gerekmektedir.

Maide s. 12-14. Ayetleri arasında yapılan anlatımı bu gözle okuduğumuzda düşülen durumun sadece Yahudi ve Hıristiyanlara mahsus olmadığı , aynı yoldan gidenler kim olursa olsun aynı tehlike ile karşı karşıya kalacakları unutulmamalıdır. Biz Müslümanlar açısından okuduğumuz zaman aynı durumun bizler içinde geçerli olduğu , şu anda içinde bulunduğumuz birbirimize karşı olan düşmanlık ve kini terketmek için gerekli olan yol yine bu Ayetlerde beyan edilmektedir. Bugün eğer yeni bir Elçi ile yeni bir Kitap gelmiş olsaydı Ayet içinde bahsedilen Yahudi ve Hıristiyanların yerini biz Müslümanlar alacak aynı ibareler sadece isim değişikliği ile yeniden nazil olacaktır. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

3 Şubat 2015 Salı

Kıst Kavramı Üzerine Kur'anda Bir Gezinti

Allah (c.c) yol gösterici olarak indirdiği Kitabında , insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde olması ve olmaması gerekenleri beyan ederek, hangi yolu takib edersek onun karşılığını alacağımızı haber vermiştir. Bu beyanlar çerçevesinde , insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde nasıl bir davranış sergilemeleri gerektiğini "Kıst" kelimesinin kullanıldığı ayetler ile beyan etmiştir. 

"El kıstu" ; Kişinin arkadaşından kendi verdiğine eşit faydalar elde etmesine yani alışverişte ki adalete,benzer biçimde adil olarak paylaştırılan paya , hisseye denilir. (Elmüfredat)

Bu kelimenin geçtiği Ayetleri sıralayarak bu kelimenin insan hayatındaki önemini ve bunun zıddı uygulamalarını hayatı nasıl etkileyeceğini görmeye çalışalım.

[002.282] Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun). Çağırıldıkları vakit şahitler gelmemezlik etmesin. Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli (Aksetu), şehadet için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. alış-veriş yaptığınızda şahit tutun. Ne yazan, ne de şahit zarara uğratılsın. Eğer bunu yaparsanız (zarar verirseniz) şüphe yok ki bu, sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah'tan korkun. Allah size gerekli olanı öğretiyor. Allah her şeyi bilmektedir.

Bilindiği üzere ticaret yapmak usulu ile insanların aralarında bir etkileşim vardır, ve Allah (c.c) bu tür etkileşimi bir kurala bağlayarak , adalet , hak ve hukukun korunması esasına dayandırmıştır. Son cümle olan Allahın her şeyi bilmiş olması bu tür ilişkilerde yapılan her türlü uygulamanın bilindiği , yapılanların hesap günü karşılığının verileceği hatırlatması yapılmaktadır.  Esas olan karşılık rızaya dayalı ve insanların birbirlerine haksızlık yapmadığı bir sistem olup bu sistemin esasları o günkü şartlar gereği nasıl olması gerektiği beyan edilmiştir. Bu gün aynı kurallar geçerli olup bu günün imkanları ne ise o imkanların kullanılarak haksızlık ve aldatma türü adaletsizliklerin önünün alınması gerekmektedir.

 [033.005]  Onları (evlatlıkları) babaları adına çağırın. Allah yanında o daha doğrudur(Aksetu). Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Bununla beraber hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur. Fakat kalblerinizin kasdettiğinde vardır. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.

Evlatlık düzenlemesi ile ilgili olan Ayete baktığımızda , doğru olan yolun onları doğurana nisbet edilmeleri olup neslin karışmasının önü alınmaktadır. Kişinin ebeveyninin onu doğuran olduğu hatırlatması yapılarak , kimsenin doğumuna vesile olmadığı bir kişiye anne ve babalık gibi hukuki bir işlem yapma hakkı olmadığını bildirmektedir.

[005.042]  Onlar yalana kulak verirler, haram yerler. Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet, yahut onlardan yüz çevir; yüz çevirirsen sana bir zarar veremezler. Eğer hükmedersen aralarında adaletle hüküm ver. Allah adil olanları sever(Elmuksitin).

Maide s. 42. Ayeti münafıklar ile ilgili bir bağlam dahilinde olup kim olursa olsun hakkında hüküm vermek gerekirse asla adaletsizlik yapılmamasının gerektiği vurgusu yapılmaktadır. Bu konuda aynı surenin 8. Ayeti daha açık bir ifade ile bu duruma dikkat çeker. 

 [005.008]  Ey İnananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahidler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun; bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah'tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden Haberdar'dır.

Bu Ayet , hükmetme makamında olanlar için çok önemli bir noktaya dikkat çekmekte olup karşınızdaki düşmanınız dahi olsa adaletten ayrılmamamızı emretmektedir.

[049.009]  Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz; eğer biri diğeri üzerine saldırırsa, saldıranlarla Allah'ın buyruğuna dönmelerine kadar savaşınız; eğer dönerlerse aralarını adaletle bulunuz, adil davranınız, şüphesiz Allah adil davrananları sever (Elmuksitin).

Hucurat s. 9. Ayetinde birbirleri ile savaşan iki Mü'min gurup ile ilgili olarak takip edilmesi gereken prosedürün nasıl olması gerektiği , yanlış yapan tarafa dahi adeletten ayrılınmaması tavsiye edilmektedir.

[060.008]  Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah adil olanları sever/Elmuksitin).

Mümtehine s. 8.Ayetinde bize düşman fakat bizimle savaşmayan insanlara karşı uygulanacak yolu beyan ederken yine kıst kelimesini kullanmakta, sevdiği kimseler arasında adil davrananlarında olduğunu buyurmaktadır.

 [003.018]  Allah Teâlâ, kendisinden başka bir ilâh bulunmadığına adâletle kâim olarak şehâdet etmiştir(Bilkısti). Melekler de, ilim sahipleri de (şehâdette bulunmuşlardır). O hakîmden başka asla bir ilâh yoktur.

Al-i imran s. 18. Ayetinde Allah (c.c) kendisinden başka ilah olmadığı yönündeki iddiasını te'yid için yine bu kelimeyi kullanarak hak ve adalet ölçüsünden ayrılmadan böyle bir iddiada bulunulduğunu bildirmektedir.  

 [003.021]  Allah'ın ayetlerini inkar edenlere, haksız yere peygamberleri öldürenlere, insanlardan adaleti emredenleri öldürenlere elem verici bir azabı müjdele.

Al-i imran s. 21. Ayetinde bir toplum içinde "Adaleti emreden insan" ların o toplumun ayakta kalmasını sağlamalarını açısından önemi büyüktür . Fesadın yaygınlaşmasına sebeb olan unsurlardan birisi de bir toplum içinde "İyiliği emreden kötülükten nehyeden" insanların yok olmasıdır . Bu sure içinde bu duruma vurgu yapılarak toplum içinde bu tür bir cemaatin oluşmasının sağlanması istenmektedir.

 [004.127] Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap'ta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil (bilkısti) davranmanız hakkında size okunan âyetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.
[004.003]  Eğer, velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet, aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur.

Nisa s. 127. Ayetinde, Allah (c.c) tarafından hak olarak yazılmış olanı vermemek için yasaklanan yollara başvurulmaması ve yine adaletten ayrılınmaması emredilmektedir.3. Ayette ise yine yetim hakları ile ilgili bir düzenleme olup , onlarla evlenerek mallarını yemek yerine başka kadınlarla evlenilmesi tavsiye edilmektedir.

 
[004.135]  Ey İnananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin(bilkısti); ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.

 Nisa s. 135. Ayetinde , en yakınlarımızın da içinde olduğu  insanlarla alakalı hüküm meselesinde doğru olan taraf lehine karar verilmesini , haksız olan taraf en yakınlarımız dahi olsa adaletten sapmamamız emredilmektedir.

[006.152]  «Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiç bir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız daha olsa- adil olun. Allah'ın ahdine de vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.»

 En am s. 151. Ayetinden başlayan Allah (c.c) nin haram kıldıkları bu Ayette de devam etmekte ancak haram olma durumu bu emirlerin tersini yapmak şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

[010.004]  Hepinizin dönüşü, O'nadır. Allah'ın vadi haktır. O, önce yaratır, sonra inanıp yararlı işler yapanların ve inkar edenlerin hareketlerinin karşılığını adaletle vermek için tekrar diriltir. İnkarcılara, inkarlarından ötürü kızgın bir içecek ve can yakıcı azab vardır.
[010.047]  Her ümmet için bir Resul vardır, o Resulleri geldiği vakıt aralarında adâletle huküm verilir, hiç birine zulmedilmez.
[010.054]  Haksızlık etmiş olan her kişi, yeryüzünde olan her şeye sahip olsa, onu azabın fidyesi olarak verirdi. Azabı görünce pişmanlık gösterdiler. Haksızlığa uğratılmadan aralarında adaletle hükmolunmuştur.
[021.047]  Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak Biz yeteriz.

Yunus s. 4. , 47. ve 54. ve Enbiya s. 47. Ayetlerinde , Dünya hayatında yapılanların karşılığının bir çok Ayette olduğu üzere bu Ayette de haksızlık yapılmadan adaletle verileceği bildirilmektedir.

[057.025]  And olsun ki peygamberlerimizi belgelerle gönderdik; insanların doğru (adaletli) hareket etmeleri için peygamberlere kitap ve ölçü indirdik; pek sert olan ve insanlara birçok faydası bulunan demiri de indirdik. Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeksizin yardım edenleri meydana çıkarması içindir. Doğrusu Allah kuvvetlidir, güçlüdür.

Hadid s. 25. Ayeti bizlere Rabbimizin emrettiği adaleti hangi teraziye göre uygulamak gerektiğini bildirmektedir. Buna göre hiç kimse kendi hevasına uygun bir adalet ölçüsü koyma hakkı olmayıp, yaratıcı İlah olan Allah (c.c) nin koyduğu terazi ile adaleti uygulamak zorundadır. 

[055.009]  Tartıyı adaletle yapın, terazide eksiklik yapmayın.

Rahman s. 9. Ayetinden önceki Ayetlerde , Rahmanın sema da olan her şeyin bir ölçü koymuş olduğunu ve bizlere de her şey de ölçülü davranmamızı ve ölçünün de onun Elçileri ile vahyettiği bilgiler dahilinde olmasını emretmektedir.

[011.085]  Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.

Şuayb (a.s) ın kavminin helak sebebi Allah (c.c) nin kendilerine emrettiği ölçü ve tartıda adaletli olmak emrine karşı gelmeleridir. Bu karşı gelme sadece ticaret hayatında 1 kg ı 900 gr olarak tartarak 100 gr çalmak şeklinde değil hayatlarının her anında gözetilmesi gereken vahyin emrettiği hayat sistemini uygulama alanına koymamalarıdır. Bu helak sadece Şuayb (a.s) ın kavmi ile sınırlı olmayıp , evrensel bir helak yasasıdır. Dünyanın hangi yerinde hangi zaman biriminde olursa olsun dengeli bir hayatı red eden insanlar ve o insanların oluşturduğu toplumlar ölçüyü gözetmedikleri takdirde Dünya hayatı içinde yıkıma uğralamarı evrensel yasaların yani Sünnetullahın bir gereğidir.

[072.014]  İçimizde, (Allah'a) teslimiyet gösterenler de var, hak yoldan sapanlar da var(Elkasitune). Teslimiyet gösteren kimseler, doğru yolu arayanlardır.
[072.015]  Hak yoldan sapanlara (Elkasitune) gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır.

Cin suresi 14 ve 15. Ayetlerdeki kullanımı "Başkasının payını hissesini almak" anlamında olup haksızlık yaparak adaletten ayrılanların akıbeti bildirilmektedir. 

Sonuç olarak; İnsanların birbirleri ile olan ilişkilerinde, olmazsa olmazlardan olan adalet ve eşitlik prensiplerinin uygulanmasına Kur'anda dikkat çekilerek her şartta , hiç bir zaman , kimin aleyhine olursa olsun , insanları hak ve hukuk çerçevesinde davranmaktan geri durulmaması öğütlenmektedir. Hak ve adalet çerçevesinde yaşanılan bir Dünyada insanlar mutlu olacak , birilerinin kanı üzerinden başkaları menfaatlenemeyecek , bir litre benzin binlerce insanın kanından daha değerli olmayacaktır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

2 Şubat 2015 Pazartesi

Kur'anı Sarhoş Olarak Okuma Örnekleri

             Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. (Nahl s. 98)

Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c) , bizlere hidayet ve rahmet olarak indirdiği kitabını okumaya 
başlarken yapılacak ameliye yi abdest almak değil, "Şeytan dan sığınmak" olması gerektiğini beyan etmiştir. "Şeytan dan sığınmak" demek , euzu besmeleyi teganni ile söylemek değil , onu okurken bize yanaşan şeytanlara pirim vermemek ve onlar tarafından yapılan iğvalara sırt dönmek demektir. Yani kafamızı aklımızı onun bize verdiği okuma metoduna çevirmek , Şeytanların önerdikleri okumaları red ederek kafamızı salim bir şekilde ona yöneltmektir.

Maaleseftir ki aşağıda vereceğimiz bazı okuma örnekleri sağlam bir kafa ile yapılması imkansız diyebileceğimiz örnekler olup yazmaktan utandığımız  kabilden örneklerdir, utancımız Kuran hakkında böylesine yanlış çıkarımlar yapılıp bunları paylaşanların bu kadar cehalet içinde olabilmesidir. Bu yazıyı yazma sebebimiz bazı kişilerin bu tür düşünce ile yazılmış olan yazıları okuyarak doğruluğu hakkında soru sormalarıdır. 

Nisa s. 43. Ayetinde Salata yaklaşılmaması gereken durum "Sekir" yani sarhoşluk durumudur . Yaklaşmama emri "Ne söylediğini bilememe" gibi bir gerekçesi vardır. Bu hal maalesef herhangi sarhoş edici bir madde almadan bile meydana gelmekte , Kur'an okumalarında bu tür bir sarhoşluk sonucu bir takım uçuk çıkarımlara şahid olmaktayız.Dilimizde kullandığımız bir tabir olan "İçmeden sarhoş olmak" , herhalde bu kişiler için kullanılacak uygun bir tabirdir.

Yazımıza konu edeceğimiz ilk okuma örneği Kur'anın bir çok yerinde haram edilmiş olan Domuz eti hakkındadır. Sağlam bir kafa ile yapılması mümkün olmayacağını düşündüğümüz te'vil , "Hınzır" olarak belirtilen şeyin hayvan olmadığı, Hınzır olarak kast edilen şeyin "Kokmuş veya yenilebilirliğini kaybetmiş et" olduğudur.  

Kur'an , Arapça bir dil üzere nazil olan bir Kitap olup , onu doğru anlayabilmek için önce lisani anlamı üzerinden doğru bir yaklaşım sergilemek gerekir. Bunu yapmak için Kur'an içindeki kelime karşılıklarının o günkü Arabın zihnindeki anlamının bilinmesi lazımdır. 

"Lahmel Hınzır" terkibi ile gelen emrin ne anlama geldiğinin anlaşılması için, bu kelimenin Arap dilindeki karşılığının ne olduğuna bakmak gerekmektedir. "Hınzır" kelimesi ile kast edilen şey, Arabın zihnindeki karşılığı o isim ile bildikleri bir hayvan ve bu hayvanın etinin haram olduğudur. 

Araba dil , Allah'a din öğretecek kadar cevval!! olan bu tür iddia sahipleri, bu çıkarımlarının kaynaklarını birilerinin yapmış olduğu mealler olduğunu bile hesaba katmadan kendi kafalarınca anlam çarpıtmasına gitmektedirler. Sadece bu hayvanın adının geçtiği Ayetleri alt alta koyup okusalar , bu kelimenin geçtiği Ayetlerden olan Maide s. 60 . Ayetine bakıp verdikleri anlamın acaba buradaki anlam ile uyuşup uyuşmadığına baksalar ne kadar gülünç bir düşünce içine girdiklerini görmüş olurlardı . 

  [005.060]  «Allah katında bundan daha kötü bir karşılığın bulunduğunu size haber vereyim mi?» de, Allah kime lanet ve gazab ederse, kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytana kullar kılarsa, işte onlar yeri en kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlardır.

Maide s. 60. Ayetinde "Kıredeten" (Maymun) ve "Hanazire" adında, iki hayvan isminden bahsedilmektedir. Hanazire kelimesi , Hınzır kelimesinin çoğulu ve "Domuz" anlamında kullanılmıştır. 

Hınzır kelimesinin , "Kokmuş et" anlamına geldiğini iddia edenler bu Ayete sakin bir kafa ile baksalardı verdikleri "Kokmuş et" şeklindeki anlamın burada oturmadığını görebilerlerdi. Onların verdikleri anlamı bu Ayete uygularsak ortaya çıkacak anlam şölye olur.

[005.060]  «Allah katında bundan daha kötü bir karşılığın bulunduğunu size haber vereyim mi?» de, Allah kime lanet ve gazab ederse, kimlerden maymunlar, KOKMUŞ ETLER ve şeytana kullar kılarsa, işte onlar yeri en kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlardır.

Olayın vahameti şimdi daha iyi anlaşılmaktadır ,böyle bir anlam vermek ancak tiner koklayarak Kur'an okumaya başlamak  ile mümkün olabilir. 

Geçmişteki Zahirilik düşüncesinin modern bir versiyonu olarak karşımıza çıkan bu tür insanlar söyledikleri sözün Kur'an bütünlüğünde karşılığının ne olduğunu veya yaptıkları hataların onları ne kadar komik bir duruma düşürdüklerinden habersiz olarak maalesef "Ben yaptım oldu , ben dedim oldu" mantığı ile hareket etmektedirler. 

Kur'anda , "Lahm" (Et) kelimesininin geçtiği diğer ayetleri bunların gözü ile okuyarak durumun ne kadar traji komik bir hale dönüşebileceğini görelim. 

[022.037] Onların ne etleri ne de kanlar ı Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!

Ayet içinde geçen "Onların ne etleri ne de kanlar ı Allah'a ulaşır;" cümlesinde kesilen hayvanın yağından bahsedilmemiş olması ile ,o hayvanın yağının Allah'a ulaştığını iddia edebilirmiyiz ?.

[002.259]  Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi? «Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?» dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti, «Ne kadar kaldın?» dedi, «Bir gün veya bir günden az kaldım» dedi, «Hayır yüz yıl kaldın, yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bak ve hem seni insanlar için bir ibret kılacağız, kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydiriyoruz» dedi; bu ona apaçık belli olunca, «Artık Allah'ın her şeye Kadir olduğuna inanmış bulunuyorum» dedi.

Bakara s. 259. ayetinde ölen eşeğin yeniden dirilmesini anlatan cümlede "sonra onlara et giydiriyoruz»" şeklinde bir ifadeden acaba eşeğe sadece et giydirilip yağ giydirilmediğini söyleyebilirmiyiz?. 

[035.012]  İki deniz bir değildir. Birinin suyu tatlı ve kolay içimlidir; diğeri tuzlu ve acıdır. Her birinden taze balık eti yersiniz; takındığınız süsler çıkarırsınız; Allah'ın lütfuyla rızık aramanız için gemilerin onu yararak gittiğini görürsün. Belki artık şükredersiniz.
[016.014]  Taze et yemeniz, takındığınız süsleri edinmeniz ve Allah'ın bol nimetinden faydalanmanız için denize -ki gemilerin onu yara yara gittiğini görürsün- boyun eğdiren de O'dur. Artık belki şükredersiniz.

Fatır s. 12 ve Nahl suresinin 14.  ayetinde "Taze et " olarak geçmesi denizdeki hayvanların yağının olmadığınımı gösterir ?.

[023.014]  Sonra nutfeyi kan pıhtısına çevirdik, kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık: Biçim verenlerin en güzeli olan Allah ne uludur!

Müminun s. 14. deki bu ayette ,insana et ve kemik giydirilmesi ona yağ giydirilmediğine veya yağın başkası tarafından giydirildiğinimi göstermektedir?.

Aynı şekil okuma abdest konusu ile ilgili olarak yine karşımıza çıkmaktadır. Bu okuma örneği "Yellenmenin abdesti bozmadığı!!" şeklinde bir iddia ile karşımıza çıkmaktadır. Delil olarak Maide s. 6. Ayetindeki " Ev cae ehadin minküm min elğaiti" (veya biriniz tuvaletten gelmiş ise) ibaresinden hareketle , abdestin büyük veya küçük tuvaletin yapılması ile bozulduğu iddiası yapılmaktadır.

Arapça metin içindeki "Elğait" kelimesi ; " insan dışkısı ve büyük tuvalet yapmak için açılmış geniş çukur" anlamındadır. Bu anlama bakacak olursak yellenme geçmediği için böyle bir halin abdesti bozmadığını düşünenler, abdesti bozan hallerin sadece büyük tuvalet olduğunu iddia etmek zorundadırlar . Ayet içinde geçen bu kelime insan dışkısı ile ilgili bir durumu belirtmekte olup küçük tuvaletini yaptıktan sonra namaz kılmakta bir beis görmemeleri gerekir. 

Bunları söylerken , yellenme ve küçük tuvaletin abdesti bozmadığını iddia ettiğimiz anlaşılmasın bu tür düşüncede olanların içinde oldukları çelişkiyi ortaya koymak açısından bunları söylemekteyiz. 

Üçüncü  örneğimiz yine abdest ile ilgili ve Her Namaz için ayrı abdest almak gerektiği şeklinde bir iddiadır. Bu iddiaya delil ise "Salata kalkacağınız zaman" şeklindeki cümledir. İddiaya göre bu cümle, her Namaz için ayrı abdest almak gerektiğini ifade etmektedir. Bu iddia kendilerini "Ehli hadis" olarak vasıflandıranların kişilerin , Kur'anı öncelleyenlere yönelttiği bir soru olup " Haydi bakalım bana Kur'andan aynı abdestle diğer namazın kılınacağını göster" şeklinde ortaya atılmaktadır. Ehli hadis taifesinin bu soruyu sormaktaki amacı , aynı abdest ile sonraki namazın kılınacağının Sünnet ile sabit olduğu böyle bir soruya verilecek Kur'an da bulunmadığı iddiasıdır. Hem Ehli hadis taifesinin , hemde "her Namaz için ayrı abdest alınmalıdır"  iddiası sahiplerine verilecek cevap Kur'an da bulunmaktadır.  

Abdest Ayetine baktığımızda Salata kalkılacağı zaman , Cünüp ,  ve kadına yaklaşma (cinsel ilişki) halinde gusletme , tuvaletten gelindiğinde ise yüz ve ellerin yıkanması , baş ve ayakların mesh edilmesi emredilmektedir. Kişi eğer abdest eylemini gerçekleştirerek namazını kılar , diğer namaza kadar , abdesti bozan haller olan yukardaki eylemleri yapmaz ise abdesti devam eder ve yeni kılacağı Namaz için yeni bir abdeste gerek duymaz çünkü abdest almayı gerektirecek her hangi bir hal bulunmamaktadır , yeniden almak isteyene "Alma" demeyiz ancak "Her namaz için ayrı abdest gerekir" diyenlerin iddiaları maalesef doğru değildir.  

Vereceğimiz son sarhoş okuma örneği sayın Hakkı Yılmaz ın "Tebyinül Kur'an" adlı eserindeki Maide s. 6 ve Nisa s. 43. Ayetleri ile ilgilidir. Sayın yazarın Maide s. 6. Ayetine verdiği anlam şöyledir . 

" Ey iman etmiş kişiler! Salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarına] doğru kalktığınız/toplum içine çıktığınız zaman, hemen yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı el ile silin. Ve eğer cünüp/aşırı şehvet nedeniyle aklınız başında olmayacak durumda iseniz temizlik üstüne temizlik yapın [cinsel ilişkiye girin, orgazm olun ve yıkanın]. Ve eğer hasta iseniz yahut yolculukta iseniz yahut sizden birisi tuvaletten gelmişse yahut kadınlarla temaslaştıysanız/cinsel ilişkiye girdiyseniz, sonra da su bulamamışsanız, hemen temiz bir toprağa yönelin. Sonra da temiz topraktan yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat sizi temizlemek ve kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödemeniz için üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister."

Üzerinde duracağımız konu, Sayın yazarın Ayet içinde geçen "Cünüben" kelimesine verdiği anlamdır. Bu anlam ile ilgili olarak Nisa s. 43. Ayetine şu şekilde bir yorumda bulunmaktadır. 


"جنب [cenb] sözcüğünün türevlerinden olan جُنُبْ [cünüb] sözcüğü ile ilgili olarak klâsik eserlerde şu bilgiler yer almaktadır:
Cenb sözcüğü, “bir şeyin parçası, küçük-büyük bir şeyden koparılan parça” demektir. Cânib ve cünüb sözcükleri, “ğarîb” [çok uzak olan] demektir. Cenebe'r-raculü ifadesi, “kişi onu defetti, uzaklaştırdı” demektir. Ezherî şöyle demiştir: “Salât mevzilerine yaklaşması yasaklandığı için cünüb denmiştir.” İbn Esîr dedi ki: “Cünüb, ‘cima ve meninin çıkışı ile üzerine yıkanmak vâcib olan kişi’; cenâbet, ‘meni’ demektir.” 
Ancak, Lisân'da zikredilen Ezherî ve İbn Esîr'e ait görüşleri kabul etmek mümkün değildir; zira bu sözcük, Arap dilinde Kur’ân'dan evvel de mevcuttu. Cünüb olarak salât mevzilerine [musallâya; eğitim-öğretim ve sosyal yardım/destek yerlerine] yaklaşılması, Kur’ân ile yasaklanmıştır.

Sayın yazar alıntı yaptığı kişilerin yazdıklarını dahi kendi kafasına göre değiştirerek "Salat mevzii" olarak tercüme etmiş , son paragrafta açtığı parantezle salat mevziilerinin ne anlama geldiğini Ezheri ye söylettirmiştir!. Halbuki alıntı yaptığı sözlüklerde "Cünüb" olmak demenin salata yaklaşmamak olduğu konusunda görüşler mevcut olup kendisinin bu görüşlere katılmadığını söylemektedir. 

Kur'an da geçen Salat kavramına kendince bir anlam yükleyen sayın yazar çevirisini bile kendi kafasına göre yaptığı eski sözlüklerdeki anlamı kabul etmediğini söyleyerek kendisinin bu konudaki ilmi! yaklaşımını şu şekilde belirtmektedir. 

"Özetlersek cünüb sözcüğü kısaca, “uzak olan, kopuk olan” anlamına gelir. Nisâ/43 ve Mâide/6 âyetleri ışığında değerlendirilecek olursa bu sözcüğün; “şehvetin kabarması, nefsin uyanması sebebiyle hayattan kopuk olan, dengesini yitirmiş, sağduyulu davranamayan” demek olduğu anlaşılır. Zira herkesin bildiği gibi, bu hâldeki insan, hayat ve dünyadan kopuk olur, sağduyusunu yitirir. Nitekim böyle kişilere halk arasında, “Aklı bilmem neyinde” denir ve insanın bu duruma gelmesine sebep olan fizikî hazların tatmin aracı olan organlar için de “dini-imanı olmaz” tabiri kullanılır.
Buradan anlaşılan odur ki cünüblük, “meninin gelmesi ile yıkanma arasındaki hâl” değil, “şehvetin kabarması ile meninin inmesi arasındaki gergin hâl”dir.

Sayın yazar dudak uçurtan ilmi yaklaşımını!!! halk arasında kullanılan argo tabirler olan "Aklı bilmem neyinde" ve "dini-imanı olmaz" tabirlerini kullanarak göstermekte ve "Cünüb" kelimesine Arabın bile bilmediği yeni bir anlam!! yüklemektedir.

Sonuç olarak ; Kur'an okumalarına yapılan yanlışlara örnek olarak vermeye çalıştığımız bu durum maalesef bir realitedir. Kur'anın bizleri yöneltmek istediği mecranın tam tersi olarak ortaya atılan bu düşünceler , çağlar boyunca gelmiş Elçilerin ve onlara tabi olan Mü'minlerin konuşmadıkları , konuşma gereği duymadıkları konular olup bu gün bu tür gündemler , suni gündem olarak ortaya atılan ve asıl hareket noktasını unutturan düşüncelerdir. Kimsenin kalbini yarıp bakma imkanımızın olmadığını biliyoruz , ancak bu tür gündemlerin bizlere her hangi bir kazancı olmadığının altını çizmek istiyoruz. Gündem edilmesi gereken baş konu , Kur'anın bizleri Tevhidi bir düşünceye yöneltmesi ve Şirke karşı olan savaşımız olmalıdır. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

30 Ocak 2015 Cuma

Ritüel Secdenin İmkanı Üzerine

Secde" Kur'an'ın odak kavramlarından bir tanesi olup, kişinin yücelttiği varlığa karşı olan saygı ifadesinin dışa vurumudur. Bu bağlamda bu kelimenin anlam alanı içine giren ritüel olarak bu hareketin Müslümanlar tarafından yapılmış olmasının yanlış olduğu, Kur'an'ın böyle ritüel bir secdeden bahsetmediği iddiaları ortaya atılarak, tabiri caizse "Kitaplı Deizm" diyebileceğimiz bir düşünce akımı oluşturulmak istenmektedir. Bu akıma göre "Allah(c.c) Kitap ve Elçi göndermiştir ama bu Kitap'ı yorumlama konusunda Elçi örnekliği bizi bağlamaz. Kitap'ın içindeki bazı ritüel ibadetler tamamen mecazî olarak anlaşılmalıdır" şeklinde bir iddiada bulunulmaktadır. Kısacası Kur'an adında bir kitaba inandığını iddia eden fakat namaz, oruç, abdest, hacc vb. ritüelleri red eden fırka oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Bu bağlamda ritüel secde diye bir şey olmadığını, Kur'an'da geçen bu kelimenin "itaat" anlamına geldiğini, güneşin, ayın, ağaçların Allah'a secde etmesi ile ilgili ayetleri okuyarak "bunlar yatarak mı secde ediyorlar?" diyerek gelenek dininin bir tezahürü olan "parçacı okuma" örneklerini sergilemektedirler.

Kur'an okumalarında yapılan en büyük yanlışlık; "biz Kitap'tan ne anlamak istiyoruz?" şeklinde bir soru sorulup, o soruya uygun cevap aramaktır. Halbuki aslolan "Kitap bize nasıl bir mesaj vermek istiyor?" sorusunun cevabını aramak olmalıdır. Kur'an'da herhangi bir konu ile alakalı olarak düşünce beyan etmek için, o konu ile ilgili ayetlerin tümü ele alınmalı ve ön kabulden uzak bir yaklaşım sergileyerek okunmaya çalışılmalıdır.

Bu tür bir okumaya "secde etmek" ile ilgili ayetler örnek olup, ön kabul olarak "Kur'an'da ritüel yani şekilsel secde yoktur" şeklinde bir düşünceyi Kur'an'a onaylatma çabası içine girildiği görülmektedir. Biz bu yazımızda "Kur'an'da ritüel secde vardır" şeklinde bir ön kabul ile değil, ilgili ayetleri başka ayetler ile bağlamaya çalışarak konu ile ilgili düşüncelerimizi paylaşacağız.

"Secde" kelimesi "öne eğilme, aşağı bükülme ve tezellül gösterme, kendini alçak tutma veya kendi kibirini, gururunu kırma" anlamlarına gelir. Allah'a karşı kendini alçaltma, alçak tutma veya kendi kibirini, gururunu kırmayı, ibadet etmeyi ifade etmek için kullanılmıştır. İNSAN, HAYVAN ve CANSIZLARI kapsayan genel bir sözcüktür (Elmüfredat).

Bu kelimenin Kur'an'da geçtiği ayet meallerini paylaşarak anlam alanını kavramaya çalışalım.

[013.015] Yerde ve göklerdeki kimseler de, gölgeleri de, sabah akşam, ister istemez Allah'a secde ederler.

[016.049] Göklerde ve yerde bulunan her canlı ve melekler, büyüklük taslamaksızın Allah'a secde ederler.

[022.018] Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların birçoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların birçoğu da azabı hak etmiştir. Allah'ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Doğrusu Allah ne dilerse yapar.

[055.006] Bitkiler ve ağaçlar secde ederler.

[016.048] Allah'ın yarattığı şeylerin, gölgeleri sağa sola vurarak, Allah'a boyun eğerek secde etmekte olduklarını görmüyorlar mı?

Yukarıdaki ayet mealleri, secdeyi ritüel anlamda okumanın mümkün olmadığı ayetlerdir. Burada secdeden kasıt; Allah(c.c)'nin yarattığı varlıklar üzerinde koyduğu kurallara uyulması anlamındadır.

[015.028-30] Hani Rabbin meleklere demişti ki: «Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım.» «Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın! (Fekau lehu sacidin)» Bunun üzerine meleklerin hepsi bütünüyle secde etti.

[038.071-73] Rabbin meleklere şöyle demişti: «Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın (Fekau lehu sacidin)» Meleklerin hepsi topluca secde etti;

[002.034] Meleklere, «Adem'e secde edin» demiştik, İblis müstesna hepsi secde ettiler, o ise kaçındı, büyüklük tasladı ve inkar edenlerden oldu.

[007.011] And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, «Adem'e secde edin» dedik; İblis'ten başka hepsi secde etti, o secde edenlerden olmadı.

[018.050] Hani biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerden oldu; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!

[017.061] Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: «çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?» demişti.

[020.116] Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik; İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o çekinmişti.

Adem ve İblis kıssasının anahtar terimlerinden biri olan "secde" kelimesinin HİCR ve SÂD Sureleri'nde geçen pasajlarına baktığımızda "fekau lehu sacidin" ibaresindeki "fekau" kelimesi üzerinde durmak gerekmektedir.

Bu kelimenin kökü "Ve-Ka-E" olup "bir nesnenin sabit ve payidar olması, düşmesi" anlamına gelir. Konumuzla alakalı olarak "vakaat tairu" (Kuş kondu), "vakaal mataru" (Yağmur düştü) deyimleri "bir nesnenin yukarıdan aşağı doğru inmesi, düşmesi" anlamındadır. Meleklerin "fekau" kelimesi ile ifade edilen secdeleri; onların bizim anladığımız anlamda secde ettiklerini ifade etmektedir.

[020.070] Nihâyet sahirler, secde eder oldukları halde (yerlere) atıldılar. «Harun ile Mûsa'nın Rabbine imân ettik,» dediler.

[026.046] Sihirbazlar, hemen secde ediciler olarak yere atıldı.

Firavun'un sihirbazlarının iman etmesi bahsinde geçen bu iki ayet içinde "atıldılar" olarak çevrilen kelimenin Arapça metni "fe ulkiye"dir. Bu kelimenin anlamı ve konumuzu ilgilendiren birkaç geçiş yerini görelim.

Sihirbazların secde eylemini şekilsel olarak yaptıklarının bir göstergesi olarak bu kelimenin anlamı ve diğer ayetlerde kullanılışı bütüncül okumanın bir örneği olması açısından önemlidir.

"El ilkau"; "bir nesneyi, daha sonra onunla karşı karşıya gelebilecek veya ona tesadüf edilebilecek bir yere atmak, bırakmak" demektir. Yaygın kullanımda, her türlü atmanın adı haline gelmiştir. Sihirbazların kendilerini "secde eder olarak atmaları", onların bu eylemi ritüel olarak yaptıklarını göstermektedir. Musa(a.s)'ın asası, Yusuf(a.s)'ın kuyuya ve İbrahim(a.s)'ın ateşe atılması ile ilgili olarak bu kelime geçmektedir.

[020.019] Allah «onu yere at. (Elkahe)«dedi. Böylece, o da onu attı (Fe elkahe); (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan bir yılan .«Tut onu! Korkma, Biz onu eski haline çevireceğiz» buyurdu.

[007.116-117] «Siz atın» (Elkuu) dedi. Onlar atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir gösterdiler. Biz de Musa'ya, «Asanı at!» (Elkı) diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor.

[012.010] Üvey kardeşlerden biri dedi ki; «Yusuf'u öldürmeyiniz; eğer mutlaka bir şey yapmak istiyorsanız, onu bir kuyunun dibine atınız da (Ve elkuhu) yoldan geçecek kervanlardan biri onu çıkarıp alsın.»

[037.097] Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın! (Fe ulkuhu) dediler.

Secdenin "harru" kelimesi ile ifade edildiği ayetler de önemli göstergelerdir.

[012.100] Babasını ve annesini Arş üzerine yükseltti; onun için secdeye kapandılar (Ve harru lehu sücceden). Dedi ki: «Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendir. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan O'dur.»

[019.058] İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberler; Adem'in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan; İbrahim ve İsmail'in neslinden ve doğru yola erdirdiğimizden, seçip beğendiklerimizdendirler. Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı (Harru sücceden).

[032.015] Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar (Harru sücceden) ve Rablerini hamd ile tesbih ederler.

[017.107]  De ki: «İster ona inanın, ister inanmayın; zira bundan önce kendilerine bilgi verilmiş olanlara okununca çeneleri üstü secdelere kapanıyorlar (Yehirrune).

[017.109] Ağlayarak çene üstü yere kapanırlar (Yehirrune); bu, onların gönüllerindeki saygıyı artırır.

[038.024] (Davut) dedi ki: «Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle sana zulmetmiştir. Gerçekten karışıkların (bir toplum içinde yaşayanların) çoğu biribirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edip de salih amel işleyenler başka. Ama onlar da pek az. Davut kendisini imtihan ettiğimizi sanmıştı. Hemen Rabbinden mağfiret diledi , rüku ederek yere kapandı (veharre) , tevbe ederek (Allah'a) yöneldi.

[025.073] Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır olarak kapanmazlar (lem yahirrune).

FURKAN 73 ayeti; Müminlerin vasıfları olarak, onlara Allah'ın ayetleri hatırlatıldığında kör ve sağır olarak kapanmak yerine, yukardaki ayet meallerindeki gibi secde ediciler olarak kapanacaklarını beyan etmektedir.

"Harre"; "kendisinden bir 'Harir' duyulacak şekilde düşmek" anlamında olup, "Harir" sözcüğü ise "yüksek bir yerden düşen su, yağmur, rüzgar vb. türden olan şeylerin sesi"ne denilmektedir. Bu kelimenin geçtiği diğer ayet meallerini gördüğümüzde, konu biraz daha açıklığa kavuşacaktır.

[007.143] Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi de onunla konuşunca: «Rabbim, bana göster, Seni göreyim» dedi. (Allah:) «Beni asla göremezsin. Ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin.» Rabbi dağa tecelli edince, onu param parça etti, Musa bayılarak yere düştü (Harre). Kendine geldiğinde: «Sen ne yücesin (Rabbim) . Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim» dedi.

[016.026] Onlardan öncekiler de tuzak kurdular. Fakat Allah onların binalarını temelinden sarstı, çatı tepelerinden üzerlerine çöktü (Feharre) ve azap onlara farkedemedikleri bir yönden geldi.

[022.031] Allah için, O'na ortak koşmaksızın birliğini tanıyan kimseler olun. Her kim Allah a ortak koşarsa, sanki gökten düşüp (Harre) de kendisini kuşlar kapışmış veya rüzgar kendisini ücra bir yere sürüklemiş atmış olur.

[034.014] Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun ölümünü cinlere farkettirdi. O, ölü olarak yere düşünce (Harre), ortaya çıktı ki, şayet cinler görülmeyeni bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azap içinde kalmazlardı.

[019.090] Bundan dolayı, neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp düşecektir (ve tahirru)!

"Harre" kelimesinin diğer ayetlerdeki geçişlerinin verdiği bilgiden hareketle, "yüksekten düşmek" anlamı dikkate alındığında; secde etmenin "Harre" fiili birlikte kullanılmış olması, bu eylemin şekli olarak yapıldığının bir kanıtıdır.

Sebe ülkesine giden Hüdhüd'ün söyledikleri de konumuz için önem arz etmektedir.

[027.024-25] Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar. Göklerde ve yerde gizli olanları ortaya koyan, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye.

Bunları söylerken "secde" emrinin sadece yatıp kalkmak şeklinde bir eylem olduğunu iddia etmiyoruz. Allah'a kulluk dediğimiz olay kompleks bir eylem olup, kulun sadece Allah'ı İlah olarak kabul ettiğinin dışa vurumu ve şekilsel bir göstergesidir. Secde karşıtlarının bu eylemi sadece yatıp kalkmak olarak gören ve kulluğunu başka ilahların yol göstericiliğine göre belirleyenlerin yaptıkları yanlışları kalkan edinerek buna karşı çıkmaları yaptıkları en büyük hatadır. 

[068.042-43] O gün işler son derece güçleşir, paçalar tutuşur. secdeye dâvet edilirler, fakat kâfirler secde edemezler. Gözleri düşmüş, kendilerini bir zillet sarmış bulunur, halbuki o secdeye onlar sağ sâlim iken da'vet olunuyorlardı.

KALEM 42-43 ayetleri; dünyada iken secdeye davet edilip bunu red edenlerin düşecekleri sonucu şimdiden haber vermektedir. Kur'an'a iman ettiğini iddia ederek böyle bir emri red eden insanlar, bu tehdidi göz önünde bulundurarak içinde bulundukları bu tür düşünceleri Kur'an bütünlüğündeki ayetleri okuyarak yeniden gözden geçirmelerini tavsiye etmekteyiz.

Şeytanların sağdan yanaşma taktikleri olarak vasıflandırabileceğimiz bu tür iğvalara karşı uyanık olunması, Kur'an'ın parçacı ve ön kabullu yaklaşımlardan kurtulup salim bir kafa ile okunması, bizleri bu tür yanlışlara düşmekten alıkoyacak ve Şeytan iğvalarından korunmada yardımcı olacaktır.

Sonuç olarak; bazı kimselerin "secde" eyleminin ritüel bir eylem olmadığını ve bu kelimenin Kur'an'da geçtiği ayetlerdeki anlamın bunu yansıtmadığını belirtmeleri doğru bir düşünce değildir. Secde eylemi insanlığın ortak hafızası olup, kişilerin tazim ettiği varlığa karşı duydukları saygının dışa vurum ifadesidir. Bu şekilsel eylem, ilk insandan beri olup, sadece İlah farkı olarak Allah veya onun dışında başka bir ilah için yapılmaktadır. Allah(c.c) emri; bu eylemin sadece kendisi için olması gerektiğidir ve bu emir birçok ayette beyan edilmiştir. Hal böyle iken "Kur'an'da ritüel secde diye bir şey yoktur" şeklindeki bir ifade; İblis'in Adem'e secde etmeyi red etmesi durumu ile aynıdır. Allah(c.c) bizlere "Bana secde edin" diye buyuruyor ancak biz ona "Senin Kitap'ında böyle bir secde yok" diyerek İblisleşiyor isek, onun "Şeytan" olması gibi bizim de Şeytan veya onun askerilerinden olmamız ve bu küfrümüz sebebi ile ebedi cehennem ehli olmamız kaçınılmazdır.

[025.064] Gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler.

[096.019] Sakın ona itaat etme; sen secde et, Rabbine yaklaş.

[053.062] Haydi Allah'a secde edip O'na kulluk edin!

[039.009] Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse inkar eden kimse gibi olur mu? De ki: «Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.»

[009.112] Allah'a tevbe eden, kullukta bulunan, O'nu öven, O'nun uğrunda gezen, rüku ve secde eden, uygun olanı buyurup fenalığı yasak eden ve Allah'ın yasalarını koruyan müminlere de müjdele.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.