2 Şubat 2015 Pazartesi

Kur'anı Sarhoş Olarak Okuma Örnekleri

             Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. (Nahl s. 98)

Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c) , bizlere hidayet ve rahmet olarak indirdiği kitabını okumaya 
başlarken yapılacak ameliye yi abdest almak değil, "Şeytan dan sığınmak" olması gerektiğini beyan etmiştir. "Şeytan dan sığınmak" demek , euzu besmeleyi teganni ile söylemek değil , onu okurken bize yanaşan şeytanlara pirim vermemek ve onlar tarafından yapılan iğvalara sırt dönmek demektir. Yani kafamızı aklımızı onun bize verdiği okuma metoduna çevirmek , Şeytanların önerdikleri okumaları red ederek kafamızı salim bir şekilde ona yöneltmektir.

Maaleseftir ki aşağıda vereceğimiz bazı okuma örnekleri sağlam bir kafa ile yapılması imkansız diyebileceğimiz örnekler olup yazmaktan utandığımız  kabilden örneklerdir, utancımız Kuran hakkında böylesine yanlış çıkarımlar yapılıp bunları paylaşanların bu kadar cehalet içinde olabilmesidir. Bu yazıyı yazma sebebimiz bazı kişilerin bu tür düşünce ile yazılmış olan yazıları okuyarak doğruluğu hakkında soru sormalarıdır. 

Nisa s. 43. Ayetinde Salata yaklaşılmaması gereken durum "Sekir" yani sarhoşluk durumudur . Yaklaşmama emri "Ne söylediğini bilememe" gibi bir gerekçesi vardır. Bu hal maalesef herhangi sarhoş edici bir madde almadan bile meydana gelmekte , Kur'an okumalarında bu tür bir sarhoşluk sonucu bir takım uçuk çıkarımlara şahid olmaktayız.Dilimizde kullandığımız bir tabir olan "İçmeden sarhoş olmak" , herhalde bu kişiler için kullanılacak uygun bir tabirdir.

Yazımıza konu edeceğimiz ilk okuma örneği Kur'anın bir çok yerinde haram edilmiş olan Domuz eti hakkındadır. Sağlam bir kafa ile yapılması mümkün olmayacağını düşündüğümüz te'vil , "Hınzır" olarak belirtilen şeyin hayvan olmadığı, Hınzır olarak kast edilen şeyin "Kokmuş veya yenilebilirliğini kaybetmiş et" olduğudur.  

Kur'an , Arapça bir dil üzere nazil olan bir Kitap olup , onu doğru anlayabilmek için önce lisani anlamı üzerinden doğru bir yaklaşım sergilemek gerekir. Bunu yapmak için Kur'an içindeki kelime karşılıklarının o günkü Arabın zihnindeki anlamının bilinmesi lazımdır. 

"Lahmel Hınzır" terkibi ile gelen emrin ne anlama geldiğinin anlaşılması için, bu kelimenin Arap dilindeki karşılığının ne olduğuna bakmak gerekmektedir. "Hınzır" kelimesi ile kast edilen şey, Arabın zihnindeki karşılığı o isim ile bildikleri bir hayvan ve bu hayvanın etinin haram olduğudur. 

Araba dil , Allah'a din öğretecek kadar cevval!! olan bu tür iddia sahipleri, bu çıkarımlarının kaynaklarını birilerinin yapmış olduğu mealler olduğunu bile hesaba katmadan kendi kafalarınca anlam çarpıtmasına gitmektedirler. Sadece bu hayvanın adının geçtiği Ayetleri alt alta koyup okusalar , bu kelimenin geçtiği Ayetlerden olan Maide s. 60 . Ayetine bakıp verdikleri anlamın acaba buradaki anlam ile uyuşup uyuşmadığına baksalar ne kadar gülünç bir düşünce içine girdiklerini görmüş olurlardı . 

  [005.060]  «Allah katında bundan daha kötü bir karşılığın bulunduğunu size haber vereyim mi?» de, Allah kime lanet ve gazab ederse, kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytana kullar kılarsa, işte onlar yeri en kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlardır.

Maide s. 60. Ayetinde "Kıredeten" (Maymun) ve "Hanazire" adında, iki hayvan isminden bahsedilmektedir. Hanazire kelimesi , Hınzır kelimesinin çoğulu ve "Domuz" anlamında kullanılmıştır. 

Hınzır kelimesinin , "Kokmuş et" anlamına geldiğini iddia edenler bu Ayete sakin bir kafa ile baksalardı verdikleri "Kokmuş et" şeklindeki anlamın burada oturmadığını görebilerlerdi. Onların verdikleri anlamı bu Ayete uygularsak ortaya çıkacak anlam şölye olur.

[005.060]  «Allah katında bundan daha kötü bir karşılığın bulunduğunu size haber vereyim mi?» de, Allah kime lanet ve gazab ederse, kimlerden maymunlar, KOKMUŞ ETLER ve şeytana kullar kılarsa, işte onlar yeri en kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlardır.

Olayın vahameti şimdi daha iyi anlaşılmaktadır ,böyle bir anlam vermek ancak tiner koklayarak Kur'an okumaya başlamak  ile mümkün olabilir. 

Geçmişteki Zahirilik düşüncesinin modern bir versiyonu olarak karşımıza çıkan bu tür insanlar söyledikleri sözün Kur'an bütünlüğünde karşılığının ne olduğunu veya yaptıkları hataların onları ne kadar komik bir duruma düşürdüklerinden habersiz olarak maalesef "Ben yaptım oldu , ben dedim oldu" mantığı ile hareket etmektedirler. 

Kur'anda , "Lahm" (Et) kelimesininin geçtiği diğer ayetleri bunların gözü ile okuyarak durumun ne kadar traji komik bir hale dönüşebileceğini görelim. 

[022.037] Onların ne etleri ne de kanlar ı Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!

Ayet içinde geçen "Onların ne etleri ne de kanlar ı Allah'a ulaşır;" cümlesinde kesilen hayvanın yağından bahsedilmemiş olması ile ,o hayvanın yağının Allah'a ulaştığını iddia edebilirmiyiz ?.

[002.259]  Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi? «Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?» dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti, «Ne kadar kaldın?» dedi, «Bir gün veya bir günden az kaldım» dedi, «Hayır yüz yıl kaldın, yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bak ve hem seni insanlar için bir ibret kılacağız, kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydiriyoruz» dedi; bu ona apaçık belli olunca, «Artık Allah'ın her şeye Kadir olduğuna inanmış bulunuyorum» dedi.

Bakara s. 259. ayetinde ölen eşeğin yeniden dirilmesini anlatan cümlede "sonra onlara et giydiriyoruz»" şeklinde bir ifadeden acaba eşeğe sadece et giydirilip yağ giydirilmediğini söyleyebilirmiyiz?. 

[035.012]  İki deniz bir değildir. Birinin suyu tatlı ve kolay içimlidir; diğeri tuzlu ve acıdır. Her birinden taze balık eti yersiniz; takındığınız süsler çıkarırsınız; Allah'ın lütfuyla rızık aramanız için gemilerin onu yararak gittiğini görürsün. Belki artık şükredersiniz.
[016.014]  Taze et yemeniz, takındığınız süsleri edinmeniz ve Allah'ın bol nimetinden faydalanmanız için denize -ki gemilerin onu yara yara gittiğini görürsün- boyun eğdiren de O'dur. Artık belki şükredersiniz.

Fatır s. 12 ve Nahl suresinin 14.  ayetinde "Taze et " olarak geçmesi denizdeki hayvanların yağının olmadığınımı gösterir ?.

[023.014]  Sonra nutfeyi kan pıhtısına çevirdik, kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık: Biçim verenlerin en güzeli olan Allah ne uludur!

Müminun s. 14. deki bu ayette ,insana et ve kemik giydirilmesi ona yağ giydirilmediğine veya yağın başkası tarafından giydirildiğinimi göstermektedir?.

Aynı şekil okuma abdest konusu ile ilgili olarak yine karşımıza çıkmaktadır. Bu okuma örneği "Yellenmenin abdesti bozmadığı!!" şeklinde bir iddia ile karşımıza çıkmaktadır. Delil olarak Maide s. 6. Ayetindeki " Ev cae ehadin minküm min elğaiti" (veya biriniz tuvaletten gelmiş ise) ibaresinden hareketle , abdestin büyük veya küçük tuvaletin yapılması ile bozulduğu iddiası yapılmaktadır.

Arapça metin içindeki "Elğait" kelimesi ; " insan dışkısı ve büyük tuvalet yapmak için açılmış geniş çukur" anlamındadır. Bu anlama bakacak olursak yellenme geçmediği için böyle bir halin abdesti bozmadığını düşünenler, abdesti bozan hallerin sadece büyük tuvalet olduğunu iddia etmek zorundadırlar . Ayet içinde geçen bu kelime insan dışkısı ile ilgili bir durumu belirtmekte olup küçük tuvaletini yaptıktan sonra namaz kılmakta bir beis görmemeleri gerekir. 

Bunları söylerken , yellenme ve küçük tuvaletin abdesti bozmadığını iddia ettiğimiz anlaşılmasın bu tür düşüncede olanların içinde oldukları çelişkiyi ortaya koymak açısından bunları söylemekteyiz. 

Üçüncü  örneğimiz yine abdest ile ilgili ve Her Namaz için ayrı abdest almak gerektiği şeklinde bir iddiadır. Bu iddiaya delil ise "Salata kalkacağınız zaman" şeklindeki cümledir. İddiaya göre bu cümle, her Namaz için ayrı abdest almak gerektiğini ifade etmektedir. Bu iddia kendilerini "Ehli hadis" olarak vasıflandıranların kişilerin , Kur'anı öncelleyenlere yönelttiği bir soru olup " Haydi bakalım bana Kur'andan aynı abdestle diğer namazın kılınacağını göster" şeklinde ortaya atılmaktadır. Ehli hadis taifesinin bu soruyu sormaktaki amacı , aynı abdest ile sonraki namazın kılınacağının Sünnet ile sabit olduğu böyle bir soruya verilecek Kur'an da bulunmadığı iddiasıdır. Hem Ehli hadis taifesinin , hemde "her Namaz için ayrı abdest alınmalıdır"  iddiası sahiplerine verilecek cevap Kur'an da bulunmaktadır.  

Abdest Ayetine baktığımızda Salata kalkılacağı zaman , Cünüp ,  ve kadına yaklaşma (cinsel ilişki) halinde gusletme , tuvaletten gelindiğinde ise yüz ve ellerin yıkanması , baş ve ayakların mesh edilmesi emredilmektedir. Kişi eğer abdest eylemini gerçekleştirerek namazını kılar , diğer namaza kadar , abdesti bozan haller olan yukardaki eylemleri yapmaz ise abdesti devam eder ve yeni kılacağı Namaz için yeni bir abdeste gerek duymaz çünkü abdest almayı gerektirecek her hangi bir hal bulunmamaktadır , yeniden almak isteyene "Alma" demeyiz ancak "Her namaz için ayrı abdest gerekir" diyenlerin iddiaları maalesef doğru değildir.  

Vereceğimiz son sarhoş okuma örneği sayın Hakkı Yılmaz ın "Tebyinül Kur'an" adlı eserindeki Maide s. 6 ve Nisa s. 43. Ayetleri ile ilgilidir. Sayın yazarın Maide s. 6. Ayetine verdiği anlam şöyledir . 

" Ey iman etmiş kişiler! Salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarına] doğru kalktığınız/toplum içine çıktığınız zaman, hemen yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı el ile silin. Ve eğer cünüp/aşırı şehvet nedeniyle aklınız başında olmayacak durumda iseniz temizlik üstüne temizlik yapın [cinsel ilişkiye girin, orgazm olun ve yıkanın]. Ve eğer hasta iseniz yahut yolculukta iseniz yahut sizden birisi tuvaletten gelmişse yahut kadınlarla temaslaştıysanız/cinsel ilişkiye girdiyseniz, sonra da su bulamamışsanız, hemen temiz bir toprağa yönelin. Sonra da temiz topraktan yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat sizi temizlemek ve kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödemeniz için üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister."

Üzerinde duracağımız konu, Sayın yazarın Ayet içinde geçen "Cünüben" kelimesine verdiği anlamdır. Bu anlam ile ilgili olarak Nisa s. 43. Ayetine şu şekilde bir yorumda bulunmaktadır. 


"جنب [cenb] sözcüğünün türevlerinden olan جُنُبْ [cünüb] sözcüğü ile ilgili olarak klâsik eserlerde şu bilgiler yer almaktadır:
Cenb sözcüğü, “bir şeyin parçası, küçük-büyük bir şeyden koparılan parça” demektir. Cânib ve cünüb sözcükleri, “ğarîb” [çok uzak olan] demektir. Cenebe'r-raculü ifadesi, “kişi onu defetti, uzaklaştırdı” demektir. Ezherî şöyle demiştir: “Salât mevzilerine yaklaşması yasaklandığı için cünüb denmiştir.” İbn Esîr dedi ki: “Cünüb, ‘cima ve meninin çıkışı ile üzerine yıkanmak vâcib olan kişi’; cenâbet, ‘meni’ demektir.” 
Ancak, Lisân'da zikredilen Ezherî ve İbn Esîr'e ait görüşleri kabul etmek mümkün değildir; zira bu sözcük, Arap dilinde Kur’ân'dan evvel de mevcuttu. Cünüb olarak salât mevzilerine [musallâya; eğitim-öğretim ve sosyal yardım/destek yerlerine] yaklaşılması, Kur’ân ile yasaklanmıştır.

Sayın yazar alıntı yaptığı kişilerin yazdıklarını dahi kendi kafasına göre değiştirerek "Salat mevzii" olarak tercüme etmiş , son paragrafta açtığı parantezle salat mevziilerinin ne anlama geldiğini Ezheri ye söylettirmiştir!. Halbuki alıntı yaptığı sözlüklerde "Cünüb" olmak demenin salata yaklaşmamak olduğu konusunda görüşler mevcut olup kendisinin bu görüşlere katılmadığını söylemektedir. 

Kur'an da geçen Salat kavramına kendince bir anlam yükleyen sayın yazar çevirisini bile kendi kafasına göre yaptığı eski sözlüklerdeki anlamı kabul etmediğini söyleyerek kendisinin bu konudaki ilmi! yaklaşımını şu şekilde belirtmektedir. 

"Özetlersek cünüb sözcüğü kısaca, “uzak olan, kopuk olan” anlamına gelir. Nisâ/43 ve Mâide/6 âyetleri ışığında değerlendirilecek olursa bu sözcüğün; “şehvetin kabarması, nefsin uyanması sebebiyle hayattan kopuk olan, dengesini yitirmiş, sağduyulu davranamayan” demek olduğu anlaşılır. Zira herkesin bildiği gibi, bu hâldeki insan, hayat ve dünyadan kopuk olur, sağduyusunu yitirir. Nitekim böyle kişilere halk arasında, “Aklı bilmem neyinde” denir ve insanın bu duruma gelmesine sebep olan fizikî hazların tatmin aracı olan organlar için de “dini-imanı olmaz” tabiri kullanılır.
Buradan anlaşılan odur ki cünüblük, “meninin gelmesi ile yıkanma arasındaki hâl” değil, “şehvetin kabarması ile meninin inmesi arasındaki gergin hâl”dir.

Sayın yazar dudak uçurtan ilmi yaklaşımını!!! halk arasında kullanılan argo tabirler olan "Aklı bilmem neyinde" ve "dini-imanı olmaz" tabirlerini kullanarak göstermekte ve "Cünüb" kelimesine Arabın bile bilmediği yeni bir anlam!! yüklemektedir.

Sonuç olarak ; Kur'an okumalarına yapılan yanlışlara örnek olarak vermeye çalıştığımız bu durum maalesef bir realitedir. Kur'anın bizleri yöneltmek istediği mecranın tam tersi olarak ortaya atılan bu düşünceler , çağlar boyunca gelmiş Elçilerin ve onlara tabi olan Mü'minlerin konuşmadıkları , konuşma gereği duymadıkları konular olup bu gün bu tür gündemler , suni gündem olarak ortaya atılan ve asıl hareket noktasını unutturan düşüncelerdir. Kimsenin kalbini yarıp bakma imkanımızın olmadığını biliyoruz , ancak bu tür gündemlerin bizlere her hangi bir kazancı olmadığının altını çizmek istiyoruz. Gündem edilmesi gereken baş konu , Kur'anın bizleri Tevhidi bir düşünceye yöneltmesi ve Şirke karşı olan savaşımız olmalıdır. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder