Bazı
yazılarımızda vurgulamaya çalıştığımız üzere Kur'an'ı doğru anlamanın
önündeki en büyük engellerden birisi; oluşturulmuş olan ön kabullerin
delilini aramak amacı ile okunması ve ayetlerin bu ön kabuller
doğrultusunda anlaşılmaya çalışılmasıdır. Bu yöntem ile okunan Kur'an
ayetleri alakasız konulara delil olarak sunulmuş ve "Allah böyle diyor"
denilerek kitleler aldatılmıştır.
Geleneksel
İslam düşüncesi içinde Hadis ve Sünnet'in vahiy olduğu, bunların da
aynen Kur'an ayetleri gibi indirildiği şeklinde bir söylemin olduğu
hepimizin malumudur. Bu ön kabullü düşünceye delil olması için bir takım
Kur'an ayetleri o düşünce doğrultusunda te'vil edilerek, sonradan
oluşma bu düşünceyi Kur'an'a onaylatma girişimlerinde bulunulduğu da
hepimizin malumudur.
Kur'an'ın bazı ayetlerinde
Muhammed(a.s)'a indirilen Kitap ile birlikte Hikmet'in de zikredilmiş
olması, Hadis ve Sünnet'in vahiy olduğu düşüncesine sahip olanlar için
bir delil olarak görülmüştür. Böylece Hikmet'in Sünnet olduğu, dolayısı
ile "Sana Kitap ve Hikmet indirdik" şeklindeki ayetlerden; indirilen Kitap'ın Kur'an, indirilen Hikmet'in Sünnet olduğu düşüncesi hakim olmuştur.
En
baştan söylediğimiz gibi; ön kabullu bir okuma ürünü olan bu düşünceyi
Kur'an bütünlüğünde değerlendirdiğimiz zaman, Muhammed(a.s)'a indirilen
tek bir şeyin olduğu konusundaki bir çok ayetin mevcudiyeti, inen şeyin
sadece Kur'an olduğunu anlatmaktadır.
Yazımızın ana gayesi Hikmet'in ne olmadığı üzerine değil, ne olduğu üzerinedir. Hikmet'in ne olmadığı ile ilgili olarak Hikmet Kur'an'dan Ayrı Olarak İndirilmiş Bir Vahiy midir? başlıklı bir yazımız mevcuttur.
Burada "Hikmet nedir?" sorusunun cevabının, Kur'an ayetlerinden bulunarak ne olduğunun ortaya konulması gerekmektedir.
Hikmet kelimesi; "ıslah etmek, düzeltmek maksadı ile men etmek, engellemek" anlamlarına gelen "Ha-Ke-Me" kelimesinden türemiş olup, sözlükteki anlamı dahilindeki işlemleri yapmanın ismidir.
HİKMET; EŞYANIN TABİATINA HAKİM OLMAK VE ONU YÖNETMEK KABİLİYETİNİN ADIDIR.
Bu bağlamda yaratılan bütün insanlara Hikmet verilmiş olup, asıl mesele verilen bu Hikmetin yani "ıslah etmek, düzeltmek maksadı ile men etmek" şeklindeki amellerin dayandığı ölçünün ne olacağıdır.
[006.136]
Allah'ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah'a pay ayırıp
zanlarınca, bu Allah'a, bu da ortaklarımıza (putlarımıza) dediler.
Ortakları için ayrılan Allah'a ulaşmıyor, fakat Allah için ayrılan
ortaklarına ulaşıyor! Ne kötü hüküm veriyorlar?
EN'AM
136 ayetinde Mekkeli müşriklerin verdikleri HÜKMün ne kadar kötü
olduğunun bildirilmesindeki mesajlardan birisi de; onlara verilmiş olan
doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırma melekesini doğru kullanmadıkları,
dolayısı ile yapmış oldukları şirk amellerinin kendilerine doğru
göründüğü, bunun yanlışlığını haber vermeye gelen Elçiye var güçleri ile
karşı çıkma amaçlarının kendi doğrularına göre hareket etmeleri
olduğudur.
[038.004-6] Aralarından bir
uyarıcı gelmesine şaşırdılar. İnkârcılar; «bu yalancı bir sihirbazdır»
dediler.İlâhları hep bir ilâh mı kılmış? Bu cidden şaşılacak bir şey:
çok tuhaf. İçlerinden ileri gelenler fırladılar ve dediler ki:
«İlâhlarınız üzerinde sabır ve sebat edin. Bu, gerçekten arzu edilen bir
murad!»
Burada Allah(c.c) tarafından
gönderilen Elçi ve Kitapların fonksiyonu öne çıkmaktadır. Şöyle ki;
insanda yaratılıştan gelen bir özellik olan Hikmet yeteneği, ona verilen
kullanma kılavuzuna göre yönetilmelidir ki insana verilen Hikmet onun
elinde bir silah olup zulüm ve fesada dönüşmesin.
[002.011-12]
Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah
edicileriz» derler. Bilesin ki onlar, fesadçıların ta kendileridir de
bunun farkında değiller.
Allah(c.c)'nin
Elçilerine verdiği Kitap, hem onlara verdiği Hikmeti, hem de diğer
insanlara verdiği Hikmeti nasıl kullanacaklarına dair gerekli olan
kılavuzdur. Olayı teşbihî bir misalle anlatacak olursak; herhangi bir
yerden aldığımız beyaz eşya türünden bir elektronik aleti, eğer o aletin
içinde bulunan kullanma kılavuzuna göre çalıştırmaz isek alet doğru
çalışmaz ve arıza çıkarır. Tarih boyunca gönderilen Kitaplar işte böyle
bir kullanma kılavuzu olup bu kılavuzu kullanmayıp, kafasına göre
kılavuzlar icat edenlerin akıbetlerinin ne olduğu ve olacağı bir çok
ayet içinde haber verilmiştir.
Hikmet kelimesi
ile yakından alakalı olduğunu düşündüğümüz "Ayet" ve "Kitap"
kelimelerinin de bu konu içinde açıklığa kavuşması gerektiğini
düşünüyoruz.
"Ayet" kelimesini kısaca; "Allah(c.c)'nin yaratmış olduğu ve onun kudretine delalet eden her şeyin genel adı" olarak tarif edebiliriz. "Kitap" kelimesini de; "bu ayetlerin toplanmış olduğu yerin adı"
olarak tarif edebiliriz. "Kainat Kitabı" deyimi bu anlamda kullanılmış
olup, gördüğümüz ve görmediğimiz yaratılmış olan şeylerin bütünü için
söylenen bir deyimdir.
"Kitap verilmek" deyimini 2 ayrı açıdan değerlendirmek mümkündür.
- Yaratılan bütün insanlara, yaşadığı dünyada ayakta kalmak için kendisine verilen doğuştan gelen bazı özellikler,
- İnsanlar içinden seçilen Elçilere Allah(c.c)'nin vahy etmesi şeklinde verilen "okunan Kitap".
[002.031] Allah,
Adem'e bütün isimleri öğretti. Sonra bütün nesneleri meleklere
göstererek, «Haydi, eğer davanızda haklı iseniz, bunların isimlerini
bana söyleyin» dedi.
BAKARA Suresi içinde anlatılan Adem kıssası içinde "Adem'e bütün isimlerin öğretilmesi"ndeki mesaj; bütün insanlara hayatı okumaları için gerekli olan bilginin onlara doğuştan kodlandığını anlatmaktadır.
"Kitap
ve Hikmet" ikilisi, yaratılmış olan insanların hepsinde var olan bir
olgu olup, insan doğuştan kendisinde var olan Kitap bilgisini yine
kendisinde var olan Hikmet bilgisi ile yani doğruyu yanlıştan ayırt etme
kabiliyeti ile okuyarak hayat içinde yönünü çizer. Elçiler bu noktada
çok önemli bir role sahiptirler ve insanlığın bir nevi öğretmenleri
olup, beşer olarak yaratılışlarında bulunan Kitap ve Hikmet bilgilerini,
Allah(c.c)'nin onlara indirdiği Kitap ile yönlendirerek diğer insanlara
örnek olmuşlardır.
[004.113] Eğer sana
Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni
sapıtmaya çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını
saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Kitap ve hikmet
indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti ne
büyüktür.
[033.034] Ve hanelerinizde
Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları hatırlayınız.
Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.
Elçilere
indirilmiş olan Hikmet, onlara indirilen okunan Kitap gibi inen bir şey
olmayıp, insan olmaları nedeniyle yaratılışlarında bulunan bir
özelliktir. Bu bağlamda Hikmete sahip olma açısından Elçilerin diğer
insanlar ile farkı olmayıp, tek farkları; kendilerine inmiş olan okunan
vahiy Kitabının onlara çizdiği yol üzerinden giderek kendilerinde
bulunan Hikmeti, okunan vahiy Kitabı doğrultusunda hayata pratize
etmeleridir.
Doğuştan kendisine Kitap bilgisi
verilen insan yine kendisine verilen Hikmet sayesinde, "Kainat Kitabı"nı
okur. Ancak bu okuma Hikmete göre olacağı için, Hikmetin neye göre
şekillendiği önem arz eder. Hikmeti vahye göre mi yoksa şeytana göre mi
şekillendireceği meselesi, insanlık tarihi boyunca problem olmuştur.
Hikmeti Allah'a göre şekillendirmek isteyenler ile şeytana göre
şekillendirmek isteyenler arasındaki mücadele binlerce sene boyunca
sürmüş olup, kıyamete dek de sürecektir.
Bu
izahlardan sonra diyebiliriz ki; Muhammed(a.s)'ın şahsında ona atfedilen
ve "Sünnet" olarak bildiğimiz, yaşadığı hayat içinde yapmış oldukları
vahiy değil, vahiy kaynaklıdır. Bunu sloganlaştıracak olursak; "SÜNNET
VAHİY DEĞİLDİR ANCAK VAHİY KAYNAKLIDIR" şeklinde söylemek mümkündür.
[002.128-129] Ey
Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat
eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul
et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.
Ey Rabbimiz, içlerinden onlara senin ayetlerini okuyacak, Kitab'ı ve
hikmeti öğretecek, kendilerini kötülüklerden arıtacak bir Resul gönder.
Hiç şüphesiz sen azizsin ve hikmet sahibisin.»
BAKARA
Suresi ayetlerinde; İbrahim(a.s)'ın, oğlu İsmail(a.s) ile Beyt'in
temellerini yükseltirken yapmış olduğu duada, kendi nesillerinden
olanlara Kitabı ve Hikmeti öğretecek bir resul gönderme duasının nasıl
karşılık bulduğu şu ayetlerde görülmektedir.
[002.151] Nitekim
Biz size, ayetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size
kitabı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan,
bir Resul gönderdik.
[003.164] And olsun
ki Allah, inananlara, ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitap ve
hikmeti öğreten, kendilerinden bir Resul göndermekle iyilikte
bulunmuştur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler.
[062.002] Ümmiler
arasından kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, onları arındıran,
onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir Resul gönderen Allah'tır: Halbuki
onlar daha önceleri apaçık bir sapıklık içindeydiler.
Bu
ayetler bizlere Resullerin görevlerinin ne olduğu hakkında bilgi
vermekte olup, kısaca onlara İNSANLIĞIN ÖĞRETMENLERİ diyebiliriz.
Allah(c.c)'nin kullarına vermiş olduğu yetenekleri hem nasıl
kullanacaklarına dair mesajları getirmiş olmaları, hem de o mesajların
hayata nasıl yansıyacağını kendileri pratize ederek göstermeleri
açısından Elçiler bizler için örneklik teşkil etmektedir.
Bu
öğretmenlik, fıtratta bulunan Allah(c.c)'yi Rab olarak bilme itiyadını
kaybederek, onun dışında rablere kul olan insanlara, bu sahte rab ve
ilahlara karşı nasıl mücadele edileceği şeklinde ortaya çıkarak diğer
insanlara örneklik oluşturmuştur.
Bu bağlamda
özellikle bu örnekliğe karşı çıkmak şeklinde tezahür eden Kur'an
anlayışlarının bir çok ayeti inkar etmek olduğunu hatırlatmak yerinde
olacaktır.
Kur'an, kendisine verilen Kitap ve
Hikmeti vahyin veya şeytanın hizmetinde kullanan insanların örneklerini
vererek olumlu ve olumsuz örneklerden hangisini seçersek onların
akıbetlerinin benzeri ile karşılacağımızı haber vermiştir. Bu konuda iki
örnek olarak Davud(a.s), Süleyman(a.s), Yusuf(a.s), Zülkarneyn(a.s) ve
isim verilmeyip fakat imana çağıran mü'minler; Firavun, Haman, Karun,
Nemrut, Kur'an'da "Mele" olarak bildirilen önde gelen müşrikleri
gösterebiliriz.
[002.251] Allah'ın
izniyle onları hemen hezimete uğrattılar. Davud da Calut'u öldürdü.
Allah ona mülk ve hikmet verdi. Dilemekte olduğunu da ona öğretti. Şayet
Allah'ın insanları birbiriyle def'edip savması olmasaydı yeryüzü
muhakkak fesada uğrardı. Ancak Allah, alemler üzerinde lutuf sahibidir.
[038.020] Ve O'nun (Davud'un) mülkünü kuvvetlendirmiştik ve O'na hikmet ve fasl-ı hitap vermiş idik.
Davud(a.s)
kıssasını hatırlayacak olursak; mülk sahibi bir elçi olup elindeki bu
gücü, kendisine verilen Hikmet'i Allah(c.c)'nin vahyi doğrultusunda
kullanmasına örnek olarak demiri işlemesi ve o demiri kullanarak elde
ettiği savaş gücünü, kuşların ve dağların tesbihini bozmama yolunda yani
arz üzerindeki dengeyi bozmama yolunda kullandığı görülür.
Aynı
şekilde mülk sahibi olan bir başka insan olan Firavun, kendisinde olan
Hikmeti vahyin doğrultusunda kullanmayı red ederek kendisi İlahlık ve
Rablik iddiasında bulunmuştur. Kendi koyduğu ölçüleri Hak kabul etmiş ve
bunun karşısındaki düşünceleri fesad olarak nitelemiştir.
[040.026] Bir
de Firavun: bırakın beni, dedi: öldüreyim Musâyı da o rabbına duâ
etsin, zira ben onun dininizi değiştirmesinden ve yâhud Arzda bir fesad
çıkarmasından korkuyorum
[040.029] «Ey
Kavmim, bugün mülk sizindir, yeryüzünde de hüküm sahibi kimselersiniz.
Fakat bize Allah'tan dayanılmaz bir azab gelecek olursa bize kim
yardımcı olabilecek?» Firavun dedi ki: «Ben, size yalnızca gördüğümü
(kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru olan yoldan da başkasına
yöneltmiyorum.»
Firavun bu sözleri söylerken
gayet samimi ve kendi koyduğu ölçüler dahilinde kendisini doğru yolda ve
ıslahçılardan görüp, Musa(a.s) ve Harun(a.s)'ı sapık müfsid görüp,
onların dalalet yolunda olduklarını söylüyordu. Bunun sebebi;
kendisindeki Hikmeti bağlamış olduğu şeyin vahiy olmamasıdır.
[004.058] Hiç
şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar
arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size
ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür.
NİSA
58 ayeti, insanlar arasında hüküm verme konusunda uyulması gereken
evrensel kuralın "Adalet" olmasını beyan ederek, bunun nasıl
gerçekleşeceğini Davud(a.s) kıssasının anlatıldığı SÂD 21-26 ayetleri
arasında kendisine gelen davacılar arasında nasıl hüküm vermesi
gerektiğini öğreten ayetlerde görmekteyiz.
Muhammed(a.s)
ile ilgili olarak kullanılan Hadis ve Sünnet adlı malzemeyi nereye
koyacağımız meselesi açıklığa kavuşmaktadır. Şöyle ki;
Muhammed(a.s)
insan olması nedeni ile diğer insanlara verildiği gibi ona da doğuştan
gelen yetenek olarak Kitap ve Hikmete ek olarak, Elçi olarak seçilmiş
olması nedeni ile ona okunan vahiy kitabı verilmiştir.
Bütün
insanlarda olan Kitap ve Hikmet yeteneğinin nasıl kullanılacağı
meselesi en son Elçi Muhammed(a.s)'a indirilen tek şey olan, okunan
vahiy kitabı yani KUR'AN'da beyan edilmiş ve kendisi de bu beyan
dahilinde bir hayat yaşayarak örnek olmuştur.
Hadis
ve Sünnet dediğimiz şeyler onun Elçilik safhasında söylemiş olduğu
sözler ve yapmış olduğu fiiller olup, tartışılması gereken husus bu
malzemelerin bize ulaşmış olan halinin Kur'an'la uyuşup uyuşmadığıdır.
Çünkü onu görenlerden aktarılanlar, onu görmeyenlere gelene kadar yolda
bazı kazalara uğramış olma ihtimali yüksektir.
Hadis
ve Sünneti, Kur'an gibi indirilmiş bir vahiy olarak görmek;
yapılabilecek en büyük hata olup bu şekil bir delil ancak kelimeleri
yerinden oynatmak sureti ile olup Kur'an bütünlüğünden asla böyle bir
delil çıkması mümkün değildir.
Sonuç olarak;
Kitap ve Hikmet kelimeleri çerçevesindeki ayetler maalesef bir takım ön
kabullu okumalara kurban edilmiş, özelikle Hikmet kelimesi Kur'an
çerçevesinden çıkarılmıştır. Böylece Muhammed(a.s)'a indirilmiş olan
Kur'an ile eş tutularak Hadis ve Sünnet ile alakalandırılmıştır.
Yaratılmış olan bütün insanlara yaşadığı hayat içinde ayakta kalması
için sahip olduğu bilgiler olarak tarif edebileceğimiz Kitap ve Hikmeti,
diğer Elçilere verilen okunan vahiy Kitabı doğrultusunda kullanmanın
gerektiğini beyan eden Rabbimiz bu doğrultuda bir çok Elçi ve Kitap
göndererek insanlara doğru ile yanlışı ayırt etmede kullanacakları
ölçünün ne olması gerektiğini öğretmiştir. Tarih boyunca olan
mücadelenin özetini, insanlara doğuştan verilen bu Hikmetin vahye
bağlanmasını isteyenler ile vahye bağlanmasını istemeyenlerin savaşı
olarak nitelemek herhalde yanlış olmayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.