Müslümanlara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müslümanlara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2015 Pazar

Makamı İbrahim: Taş Kutsayıcılığının Müslümanlara Yansıması

Atamız İbrahim ve oğlu İsmail (a.s) ın  birlikte çalışarak temellerini yükselttikleri Mekke şehrinde bulunan ve insanlar için yapılan ilk Beyt olan (3.96) Kabe , arap cahiliyesinde şirk unsuru haline getirilmiş , Muhammed (a.s) 23 yıl süren mücadele sonunda orayı olması gereken haline yani Tevhidin sembolu haline getirmiştir.

İlerleyen zaman süreci içinde Kabe ve Hacc olması gereken boyutundan çıkarılmış içi boş ritüellerin tekrarlandığı, tevhidi şuur boyutunun akla dahi getirilmediği bir ibadetgah haline getirilmiştir. Semboller ile Allah (c.c) ye olan kulluğun ifade edildiği yer olan Kabe ve çevresi , araçların amaca dönüşmesi sürecinde oradaki taşların kutsandığı bir mekan haline dönüşmüştür. Kabenin duvarını ve kara taşı öpmek için, ezmek veya ezilmek pahasına gösterilen çabayı gördüğümüz zaman demek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır.

Bu yazımızda Kur'an da ifade edilen "Makamı İbrahim" den neyin kast edildiği üzerinde durmaya gayret ederek, kast edilen şeyin sadece bir taşı kutsamak olmadığını göstermeye çalışacağız.

" Makamı İbrahim" denilince akla ilk gelen , İbrahim (a.s) ın Kabeyi inşa ederken üzerine çıktığı ve üzerinde ayak izinin olduğu , Kabenin karşısında cam bir fanus içinde duran taş olduğudur. 

Fakat Kur'an bu terimi kullanırken, Beyt, Salat , Hacc , Tevhid , Şirk, Kıyam gibi anahtar kavramları kullanarak anlatmaktadır. Bu kavramların içlerinin boşaltılması ve aracın amaç haline dönüşmesi sonucu yapılan eylemler , sadece taş kutsayıcılığına dönüşmüş hala bu şekilde devam etmektedir. Yanlışların üzerinde durarak yazının hacmini büyültmek istemediğimiz için ,olması gerekenin üzerinde durmak istiyoruz. 

 [003.096]  Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke de, o, kutlu ve bütün insanlar  için hidayet olan  dir.
[003.097]  Orada apaçık nişâneler,  İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.

[002.125] Hani Evi (Kâ'beyi) insanlar için yaratılış gayelerini hatırlama  ve güvenlik yeri kıldık. «İbrahim'in makamını salat yeri edinin», İbrahim ve İsmail'e de, «Evi'mi tavaf edenler, oraya yönelenler ve rükû ve secde edenler için temizleyin» diye ahid verdik.

Bakara s. 125. ayet içinde geçen "Mesabeten" kelimesininin meallerde "Sevab kazanma yeri" olarak çevrildiğini görmekteyiz. Biz bu kelimeyi "yaratılış gayelerini hatırlama yeri" olarak çevirmeyi daha uygun gördük , bu uygun görüşümüzün gerekçesi şu dur ; 

"Sevbün" kelimesi sözlükte , " Bir nesnenin önceden, üzere bulunduğu ilk durumuna ya da düşüncede amaçlanmış ve düzenlenmiş veya hazırlanmış olan durumuna geri dönmesi" anlamına gelmektedir. (Elmüfredat)

"Beyt in mesabe kılınması" demek , insanların fıtratlarında olan Allah (c.c) yi Rab ve tek İlah olarak bilmelerinin yer yüzünde hatırlatılma mekanı olması" anlamındadır. İbrahim (a.s) örnek bir Elçi olarak , yaratılış gayesini bilen o yönde hareket eden , yaratılış gayelerinin aksine hareket eden babasına ve kavmine karşı canını ortaya koyarak vermiş olduğu mücadele bizler için kıyamete kadar çıkış noktası olması açısından önemi büyüktür. "Sevab kazanma yeri" olarak çevrilmesini , Kur'anın tevhidi mantığından uzak yapılmış mealler olduğunu hatırlatalım.

Elbeyt yani Kabe de İbrahim'in makamı olduğunun hatırlatılması sadece orada olan bir taşın hatırlatılması mı yoksa, "Makam" kelimesinin hatırlattığı anlamın ,İbrahim (a.s) üzerinden örnekliğinin hatırlatılarak bizlerinde aynı şuur içinde olması mı hatırlatılmak istenmektedir?. 

Bunu anlamak için "Makam" ve "Musalli" kelimelerinin anlam içeriğini okumak gerekmektedir. 

[005.097]  Allah, Beyt-i Haram (olan) Kâbe'yi insanlar için bir ayaklanma (kıyam evi) kıldı; Haram Ay'ı, kurbanı ve boyunlardaki gerdanlıkları da. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde ne varsa tümünü bildiğini ve Allah'ın gerçekten her şeyi bilen olduğunu bilmeniz içindir.

Maide s. 97. ayetinde Kabenin kıyam merkezi kılınmış olması ile , orada İbrahim (a.s) makamı olmasının ne anlama geldiği İbrahim (a.s) ın kıssası hatırlandığı takdirde anlaşılacaktır. 

İbrahim (a.s) kavminin şirkine karşı TEK BAŞINA karşı koyarak canı pahasına Tevhidi duruşun örnekliğini veren Elçilerden biri olması hasebiyle , kavminden kurtulduktan sonra Mekke bölgesine gelerek oğlu ile birlikte Beyt in temellerini yükseltmiştir. Hacc, onun bu duruşunun zihinlerde diri tutulmasına matuf bir ibadet olup , her Müslümanın onun bu örnekliğini anarak "HEPİMİZ İBRAHİMİZ" mesajını verdiği bir mekandır.  

Bu bağlamda Bakara s. 125. ayet içinde geçen , Salat , Tavaf , Ruku , Secde kelimelerinin anlamları gündeme gelecektir.

"Salat" kelimesi, genel anlamı ile kişinin yönelimini ifade eden bir kelime olup kişi kimi İlah olarak biliyorsa ona yaptığı tazim in adıdır. Kişinin yönelimi İlah olarak Tazim ettiği Allah (c.c) ye ise bunun adı TEVHİD  , kişinin yönelimi İlah olarak tazim ettiği başka kişi kurum v.s ler ise bunun adı ŞİRK tir. 

 "Tavaf" kelimesi, "Bir nesnenin etrafında yürümek" anlamında olup , buradan hareketle koruma amacıyla evinin etrafında dönüp dolaşan kimseye TAİFUN denmiştir. 

Müslümanların Kabe etrafında tavaf etmelerinin anlamı bu kelimenin anlam alanı bilindiğinde daha kolay ortaya çıkmaktadır. Müslümanlar Allah (c.c) nin Beyti nin etrafında dönerek , orayı yani Allah (c.c) Dinini koruyacaklarını deklere etmektedirler. Maaleseftir ki bu dönüş sadece şekilsel ifadesinde kalarak şuru boyutu geride bırakılmış sayıların tamamlanması etrafında içi boş bir dönüş haline gelmiştir.

"Ruku" ve "Secde" kelimeleri , kişinin acziyetini ifade etmesinin bir çeşit ifadesi olup , bu acziyeti hem hayatında Allah (c.c) nin Dinini hayatında pratize ederek i hemde belirli vakitler içinde topluca eda ettikleri Salatlarında ifade ederler. 

Yukarda verdiğimiz ayetleri yeniden toparlayacak olursak; 

"Beyt" kelimesinin , "İnsanın geceden ve onun tehlikelerinden sığındığı yer" anlamından hareketle, küfür karanlığından sığınılacak yer olarak Allahın Evi olarak ilk olarak Mekke de yapılan evin adı Kabe dir. Oraya sığınanın küfür karanlığından emin olacağını beyan eden Rabbimiz , küfre karşı can siperane bir kıyamda bulunan İbrahim (a.s) a orayı yeniden canlandırması emretmiş , o da oğlu ile orayı yeniden ihya etmiştir. 

Belli zamanda insanları oraya Hacca çağıran İbrahim (a.s) ın bu çağrısı kıyamete kadar baki olarak kalacak ve insanlar oraya Hacc için geleceklerdir. Oradaki sembollerden ve Kıyam yeri olarak belirlenen Kabe tavaf edilerek , Allah (c.c) nin dininin etrafından ayrılmayacaklarına dair olan sözler yeniden hatırlanır, İbrahim (a.s) örnekliği burada çok önemli bir konumda olup , onun Salat örneği yani canını hiçe sayarak şirke karşı tek başına olsa dahi karşı duruşu bizlerinde bu durumda olsak bile aynı mücadele içine olacağımızın Rabbimize karşı beyan etmemiz anlamındadır.

 Bütün bunlardan sonra görülüyor ki ; İbrahim as ın makamı demek, onun Kabeyi yeniden yükseltirken üzerine bastığı iddia edilen taş demek değildir. Bu ucuzcu bir yaklaşım olup, onun Tevhidi mücadelesinin hatırlanarak aynı yolda yürünmesine matuf olarak kişiye herhangi bir şuur vermemektedir. Aksine kişiyi taş kutsayıcılığı gibi bir duruma düşürmesi açısından tehlikeli bir durum olup şuur boyutundan uzaklaştıran bir obje olarak orada boşuna yer kaplamaktadır. 

HACC İBADETİNİN TARİHİ VE TURİSTİK BİR GEZİ OLMAKTAN ÇIKARILARAK ASLİ BOYUTUNA DÖNDÜRÜLME VAKTİ GELMEDİ Mİ?

Sonuç olarak ;Makamı İbrahim den salat yeri edinilmesi demek oradaki taşı karşısına alarak namaz kılmak eylemi olarak değil , İbrahim (a.s) ın örnekliğinin hatırlanması demektir. Şekilcilik hastalığının geldiği noktalardan birisi olarak gördüğümüz , Kabenin duvarlarına yapışmak , Hacerül Esved adındaki taşa ve Makamı İbrahim olarak bilinen taşa olan tazim eski hastalıkların nüksetmesinin bir yansımasıdır. Hacc ibadetinde asıl olanın tek İlah olan Allah (c.c) nin dışındakileri red ederek sadece ona kul olduğumuzun gösterilmesine yarayan bir takım araçların amaç haline getirilerek içinin boşaltılması sonucunda özellikle kendisini Kur'an Müslümanı olarak tarif eden bir takım kimseler tarafından Hacc ibadetinin tümden red edilmesi gibi bir düşünce içine girilmiştir. Müslümanların yaptıkları yanlışlar öne sürülerek doğru olanın red edilmesi mantığı daha yanlış bir yaklaşım olup , esas olan şeyin bunun doğrusunun anlaşılması üzerine çalışılması olmalıdır. Hacc ibadeti içindeki yapılan ritüeller anlam itibarı ile İbrahim (a.s) ın şirke karşı açmış olduğu Tevhid bayrağının kıyamete kadar dalgalandırılmasının ifadesi olup bu görevi ifa eden Müslümanlar yapmış oldukları ritüellerin ne ifade ettiğini bildikleri takdirde , önce Kabenin bulunduğu topraklardaki müstekdir tağuti Suud rejimine bayrak açarak onların zulümlerine isyan etmeleri , sonra geldikleri ülkelerin tağuti sistemleri İbrahim (a.s) misali isyan etmeleri gerekmektedir.
 

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

8 Kasım 2014 Cumartesi

Ehli Sünnet Akidesi Adı Altında Müslümanlara Yapılan Mahalle Baskısı

Tarih içinde gelişen siyasi olaylar neticesinde "Ehli sünnet" ve "Şia" olarak iki guruba ayrılan Müslümanlar, bu ayrışımı itikadi noktada da göstererek araya aşılmaz duvarlar örmüşlerdir. Bu iki gurubun tek ortak noktası Kur'an ile olan bağlarının sadece sözde kalmış olması ve itikatlarını Kur'an ın değil rivayetlerin belirlemiş olmalarıdır. 

Türkiye Müslümanlarının bir çoğunun bağlı bulunduğu "Ehli sünnet akidesi" adı altındaki yapılanma son yıllarda ortaya çıkan "Kur'ana dönüş" hareketine alternatif bir hareket olarak yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Bu yapılanma asla, yanlış düşünceleri Kur'an merkezli bir zemine oturtma amaçlı değil, aksine Kur'an merkezli düşüncelere alternatif olarak yeniden sunulma gayretidir.

Her hareketin içinde olabilecek olumsuzluklar çerçevesinde, Kur'an dönüş hareketinin içinde de olumsuz düşünceler olduğu bir gerçektir. Bu olumsuzluklar gerekçe gösterilerek hareketin bütününü mahkum etmeye kalkmak doğru bir davranış değildir. Ehli sünnet düşüncesinin savunucuları olumlu- olumsuz ayrımı yapmadan hareketin bütününü mahkum etmeye kalkarak herkesi kendi düşüncelerine davet etmeye çalışmaktadırlar. 

Peki bu davetlerinin temeli nedir ve davet hakları varmıdır?. 

Ehli sünnet akidesi adı altındaki yapılanma temelinin "Ehli Hadis" düşüncesinden almış olup , bilindiği üzere bu düşüncenin ana temeli, rivayetlerin baz alınarak din oluşturulması esasına dayanmaktadır. Rivayet ile Kitap çeliştiği anda Kitabın değil rivayetin alınması gerektiği bu akidenin temel inancı olarak bu düşüncenin savunucuları tarafından her fırsatta dile getirilmektedir. 

Kur'an her yanlış düşünceyi mahkum eden bir Kitap olarak , Ehli sünnet düşüncesinin bu tür yanlışlarını da mahkum etmektedir. Kur'ana dönüş hareketi ile bu yanlışlar ile yüzyüze gelenler ,salim akıl ile düşündükleri zaman gerçeği görmekte ve Ehli sünnet düşüncesine karşı cephe almaya başlamaktadırlar.

Son zamanlarda bu düşünceye mensup "akademisyen" etiketli bazı insanların biraz daha fazla günyüzüne çıkmaya çalışarak, Kur'ani düşüncelere ve bu düşünceler etrafındaki bazı insanlara karşı bir yıpratma kampanyası başlatarak kendi akidelerini savunmaktadırlar.  Özellikle akademisyen kimliklerine sığınarak söylemlerini haklı çıkarma gayretleri gözden kaçmamaktadır.

"O dediyse doğrudur" düşüncesini empoze ederek , bazı insanların empoze ettiği dini "Hak Din" olarak sunma gayretinde olan bu zevat özellikle Kur'ana karşı aşırı bir kutsiyet atfederek onu herkesin eline bile almaya cesaret edemeyeceği bir Kitap olduğu fikrini yaymaya çalışarak kendi söylemlerini oturtmaya çalışmaktadırlar. 

Herkesin anlayamayacağı bir Kitap nasıl olurda avamın eline geçer ve bu avam geleneği sorgulayabilir? , bu bazıları için akıl almaz bir olaydır  halbuki olması gereken şuydu ; Biz din adına ne anlatırsak o kabul edilmeli Kur'ana uyup uymadığı gibi sapıkça! sözlere asla yer verilmemeliydi, ama olanlar oldu ve bazı sapıklar ! zincirlerini şakırdatan köleler misali bazı şeylerin iyi gitmediğini , bazı düşüncelerin yanlış olduğunu söylemeye başladılar hemde bunu avamın anlamayamacağı! bir Kitap olan Kur'an üzerinden yapmaya başladılar.   

Bu sapıklara karşı Ehli sünnet ulemasının ! öne çıkan söylemleri, bütün Müslümanların "Ehli sünnet akidesi" ne uymaları gerektiği ve kendilerinin bu akideye çağırdıkları , bu akidenin dışında kalanların Cehennem azabına hak kazanacakları şeklinde söylemler olup bir tür "Mahalle baskısı" yöntemini kullanmalarıdır. 

Peki Allah (c.c) bizlerin Cennet veya Cehennem ile karşılık bulacağımız ameller yapmayı bu akideye mensup olma veya olmama şartına mı bağlamıştır?.

Allah (c.c) bizleri, Cennet veya Cehennem ile karşılık görmek için Dünya hayatında onun Kitabına uymak veya uymamak şeklinde ortaya çıkan amellerimize bağlamıştır , "Ehli sünnet düşüncesine mensup bir hayat sürerek o düşüncenin söylemlerini savunmak bizleri nereye götürür?" sorusunun cevabını, bu düşüncenin  esaslarından bir kaçını görerek cevaplamaya çalışalım. 

1- Mütevatir Sünnet veya Hadis Kur'an ayetini nesheder. 

Bu teori özellikle zina cezası bağlamında evli bekar ayrımı yapılarak , evli iken zina edenin recm edilerek öldürülmesini meşru bir zemine oturtmak için üretilmiştir. Kur'anın zina eden kişiye evli-bekar ayrımı yapmadan aynı cezayı vermiş olmasına rağmen , evli kişinin recm edilmesini rivayetlerden alınan bilgiler ışığında öngören bu düşünce , evli kişinin recm edilmesine dair bir ayetin aslında indiğini fakat o ayeti keçi yediği için mushafa alınmadığını "Metni mensuh hükmü baki ayetler" adı altında bir kategori oluştururarak Dinin aslı gibi göstermektedirler. 

Kendisine vahy olunandan başkasına uymayan , ve uymamakla yükümlü bulunan bir elçi nasıl böyle bir cürüm işleyebilir sorusunun cevabı , "hadislerde ayet gibidir" şeklinde olup büyük bir iftira ile cevablandırılmaktadır. Şimdi sorarız  , recm cezasının kabul edilmesimi yoksa kabul edilmemesi küfürdür.

2- Muhammed (a.s) ölmediği kabrinde diri olduğu ve amellerimizin ona arz olunduğu. 

Bu düşünce bu akidenin temel düşüncelerinden birisi olup işi daha azıtanlar , Muhammed (a.s) ın eşlerinin bile ölmediğini hatta onlarla cinsel ilşki dahi kurduğunu söyleme cüretine kadar işi götürebilmektedirler. Kur'an da bu şekil bir düşüncenin asla karşılığı olmamasına rağmen üretilen Din esası haline getirilmiş " Sen de öleceksin onlar da ölecekler" , "Her nefis ölümü tadacaktır" gibi ayetler göz ardı edilmiştir. Şimdi sorarız , ayete rağman hale Muhammed (a.s) "ölmedi" demek mi yoksa "öldü" demek mi küfürdür*.

3- İsa (a.s) ın yeniden yer yüzüne ineceği düşüncesi. 

Bu düşünce diğer düşünceler gibi Ehli sünnet in temel düşüncelerinden biri olup , temelini Kur'an dan değil Hıristiyan düşüncesinden almış ve Kur'an ayetlerini tahrif etme pahasına Kitaptanmış gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.

4- Allah (c.c) nin dışında şefaatçiler olduğu düşüncesi. 

Şefaat düşüncesi Ehli sünnetin rivayetler kanalıyla oluşturduğu dinin olmazsa olmazlarından olup , Kur'anda Allah (c.c) dışında kimsenin şefaatçi olamayacağına dair ayetlere karşılık bu ayetler rivayetler ışığında okunarak , Allahın dışında şefaatçiler olduğu düşüncesi ayetler tahrif edilerek oturtulmuştur. 

Kur'an aykırı tüm düşünceleri ele almak yazının hacmini büyülteceği için sadee örnek olarak vermeye çalıştığımız bu ve benzeri Ehli sünnet akidesi düşüncelerinin bir çoğu Kur'andan onay almamakta olup aksine Kur'an ın red ettiği düşüncelerdir. 

Bu ve benzeri Kur'an dışındaki düşüncelerin önünde en büyük engel Kur'an olup bu Kitabın öne çıkmaması için elinden gelen gayreti gösteren Ehli sünnet savunucuları , Kur'an dönüş hareketi içindeki bir takım olumsuz düşünceleri delil göstererek bu hareketi mahkum etmek yoluna gitmektedirler. 

Hiç bir düşünce kendi içindeki yanlışlar örnek gösterilerek mahkum edilemez , bu tür davranışları etik olarak değerlendirmek mümkün değildir. Eğer bir hareket veya bir düşünce eleştirilecek ise o düşünceyi savunan kişiler üzerinden değil o düşüncenin argümanları üzerinden yapılmalıdır etik olan budur.  

Ehli sünnet düşüncesi mensupları , kendi düşüncelerini insanlara kabul ettirmek için bu düşüncelerin Kur'an ile uyumlu olup olmadığı gibi bir test edilme düşüncesini dini argümanları kullanarak mahkum etmeye kalkmaları en hafif deyim ile cambazlıktan başka bir şey değildir. 

"Atalar dini" mantığına uygun olarak , "bizden öncekilerin dedikleri mutlaka doğrudur ve kabul edilmelidir" , "biz hocalarımızın dediğini kabul ederiz" , " sizden önce bunları kimse dememiş" gibi belden aşağı vurucu argümanlar ile cahil halk kesimi uyuşturularak bu düşüncenin dışındaki söylemler batılmış inancı yaygınlaştırılmak istenmektedir. 

Akıldan asla çıkarılmaması gereken şudur ki; Din sadece Allahın Kitabında delili bulunan meseleler olup bunun dışında , delilini Kitap tan almayan her düşünce, adı insanları korkutmak için karizmatik bir yapıya büründürülmüş olsa bile  mahkum edilmelidir. 

 Rabbimiz bizlere hesap günü Ehli sünnet akidesine uyup uymadığımızı değil onun Kitabına  uyup uymadığımızı soracak ve ona göre bir değerlendirmeye tabi tutacaktır. Ehli sünnet savunucularının Kur'an dışındaki rivayet kitaplarını Kur'an ile eşdeğer kılmaları bizleri aldatmamalıdır. Rivayet kitaplarında geçen herhangi bir meselenin doğruluğu veya yanlışlığı Kur'ana arz edilerek ölçülmelidir. 

İşte bu noktada Ehli sünnet savunucuları bu kapıyı kapatmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Kur'ana arz denilen metodun doğru olmadığını! hararetle savunarak Kur'an dışı kaynakların esas alınması gerektiğini yaymaya çalışmakta ve Kur'anı rivayetlere arz ederek okumaktadırlar. 

Rivayetlerin Kur'ana arz edilmesi karşısında hop oturup hop kalkanlar , Kur'anı rivayetlere arz ederek oluşturulmuş dinin verdiği inanç konularının sorgulanmasına asla müsamaha göstermemektedirler. Şayet oluşturulmuş olan düşünceden yana bir sıkıntıları yoksa ve Kur'ana uygun ise neden böyle bir ameliyeden rahatsız olmaktadırlar, malından emin olanın o malın kontrol edilmesinden hiç bir surette kaygı duymaması gerekmektedir,eğer böyle bir kaygısı varsa malından emin değil demektir.

Sonuç olarak; "Aklı birilerine kiraya verme" esasına dayalı din anlayışı olan "Ehli sünnet akidesi" adı altındaki yapılanma , insanlar üzerinde "Mahalle baskısı" oluştururak , "bizden çıkan Cehenneme gider" şeklinde bir dayatma içine girmişlerdir. Yukarıda bir kaçını örnek verdiğimiz Ehli sünnet düşüncesine baktığımız zaman esas o düşünceleri savunanların yerinin Cehennem olduğu açık seçik ortadadır. Kur'an bu tür aykırı düşüncelerin karşısında en büyük engel olup , Kur'anın etkinliğini ortadan kaldırarak rivayetlerin etkinliğini empoze etmeye çalışmak Ehli sünnet düşüncesinin en büyük silahıdır. Bize Kitab'ta "Müslüman" ismi verilmesine rağmen bu ismin önüne veya arkasına eklenecek olan her türlü ilave doğru bir düşüncenin eseri olamaz. Müslümanlar kendi üzerilerinde oluşturulmak istenen bu tür baskı faaliyetlerine karşı Kur'an temelli bir düşünce üzerinde bulunarak , oluşturulmuş her türlü karizmatik ismi ve düşünceyi Kur'ana arz etmek zorundadırlar. 

Ehli sünnet akidesi adı altındaki düşüncelerin ve bu düşünceleri ortaya atanların, sorgulanamaz olduğu gibi bir düşünce asla doğru olmadığı gibi böyle bir düşünceyi yayarak cahil kesimi baskı altında tutmak isteyenler bu fiilerinin karşılığını hesap günü acı bir biçimde ödeyeceklerdir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.