akidesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
akidesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Kasım 2014 Cumartesi

Ehli Sünnet Akidesi Adı Altında Müslümanlara Yapılan Mahalle Baskısı

Tarih içinde gelişen siyasi olaylar neticesinde "Ehli sünnet" ve "Şia" olarak iki guruba ayrılan Müslümanlar, bu ayrışımı itikadi noktada da göstererek araya aşılmaz duvarlar örmüşlerdir. Bu iki gurubun tek ortak noktası Kur'an ile olan bağlarının sadece sözde kalmış olması ve itikatlarını Kur'an ın değil rivayetlerin belirlemiş olmalarıdır. 

Türkiye Müslümanlarının bir çoğunun bağlı bulunduğu "Ehli sünnet akidesi" adı altındaki yapılanma son yıllarda ortaya çıkan "Kur'ana dönüş" hareketine alternatif bir hareket olarak yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Bu yapılanma asla, yanlış düşünceleri Kur'an merkezli bir zemine oturtma amaçlı değil, aksine Kur'an merkezli düşüncelere alternatif olarak yeniden sunulma gayretidir.

Her hareketin içinde olabilecek olumsuzluklar çerçevesinde, Kur'an dönüş hareketinin içinde de olumsuz düşünceler olduğu bir gerçektir. Bu olumsuzluklar gerekçe gösterilerek hareketin bütününü mahkum etmeye kalkmak doğru bir davranış değildir. Ehli sünnet düşüncesinin savunucuları olumlu- olumsuz ayrımı yapmadan hareketin bütününü mahkum etmeye kalkarak herkesi kendi düşüncelerine davet etmeye çalışmaktadırlar. 

Peki bu davetlerinin temeli nedir ve davet hakları varmıdır?. 

Ehli sünnet akidesi adı altındaki yapılanma temelinin "Ehli Hadis" düşüncesinden almış olup , bilindiği üzere bu düşüncenin ana temeli, rivayetlerin baz alınarak din oluşturulması esasına dayanmaktadır. Rivayet ile Kitap çeliştiği anda Kitabın değil rivayetin alınması gerektiği bu akidenin temel inancı olarak bu düşüncenin savunucuları tarafından her fırsatta dile getirilmektedir. 

Kur'an her yanlış düşünceyi mahkum eden bir Kitap olarak , Ehli sünnet düşüncesinin bu tür yanlışlarını da mahkum etmektedir. Kur'ana dönüş hareketi ile bu yanlışlar ile yüzyüze gelenler ,salim akıl ile düşündükleri zaman gerçeği görmekte ve Ehli sünnet düşüncesine karşı cephe almaya başlamaktadırlar.

Son zamanlarda bu düşünceye mensup "akademisyen" etiketli bazı insanların biraz daha fazla günyüzüne çıkmaya çalışarak, Kur'ani düşüncelere ve bu düşünceler etrafındaki bazı insanlara karşı bir yıpratma kampanyası başlatarak kendi akidelerini savunmaktadırlar.  Özellikle akademisyen kimliklerine sığınarak söylemlerini haklı çıkarma gayretleri gözden kaçmamaktadır.

"O dediyse doğrudur" düşüncesini empoze ederek , bazı insanların empoze ettiği dini "Hak Din" olarak sunma gayretinde olan bu zevat özellikle Kur'ana karşı aşırı bir kutsiyet atfederek onu herkesin eline bile almaya cesaret edemeyeceği bir Kitap olduğu fikrini yaymaya çalışarak kendi söylemlerini oturtmaya çalışmaktadırlar. 

Herkesin anlayamayacağı bir Kitap nasıl olurda avamın eline geçer ve bu avam geleneği sorgulayabilir? , bu bazıları için akıl almaz bir olaydır  halbuki olması gereken şuydu ; Biz din adına ne anlatırsak o kabul edilmeli Kur'ana uyup uymadığı gibi sapıkça! sözlere asla yer verilmemeliydi, ama olanlar oldu ve bazı sapıklar ! zincirlerini şakırdatan köleler misali bazı şeylerin iyi gitmediğini , bazı düşüncelerin yanlış olduğunu söylemeye başladılar hemde bunu avamın anlamayamacağı! bir Kitap olan Kur'an üzerinden yapmaya başladılar.   

Bu sapıklara karşı Ehli sünnet ulemasının ! öne çıkan söylemleri, bütün Müslümanların "Ehli sünnet akidesi" ne uymaları gerektiği ve kendilerinin bu akideye çağırdıkları , bu akidenin dışında kalanların Cehennem azabına hak kazanacakları şeklinde söylemler olup bir tür "Mahalle baskısı" yöntemini kullanmalarıdır. 

Peki Allah (c.c) bizlerin Cennet veya Cehennem ile karşılık bulacağımız ameller yapmayı bu akideye mensup olma veya olmama şartına mı bağlamıştır?.

Allah (c.c) bizleri, Cennet veya Cehennem ile karşılık görmek için Dünya hayatında onun Kitabına uymak veya uymamak şeklinde ortaya çıkan amellerimize bağlamıştır , "Ehli sünnet düşüncesine mensup bir hayat sürerek o düşüncenin söylemlerini savunmak bizleri nereye götürür?" sorusunun cevabını, bu düşüncenin  esaslarından bir kaçını görerek cevaplamaya çalışalım. 

1- Mütevatir Sünnet veya Hadis Kur'an ayetini nesheder. 

Bu teori özellikle zina cezası bağlamında evli bekar ayrımı yapılarak , evli iken zina edenin recm edilerek öldürülmesini meşru bir zemine oturtmak için üretilmiştir. Kur'anın zina eden kişiye evli-bekar ayrımı yapmadan aynı cezayı vermiş olmasına rağmen , evli kişinin recm edilmesini rivayetlerden alınan bilgiler ışığında öngören bu düşünce , evli kişinin recm edilmesine dair bir ayetin aslında indiğini fakat o ayeti keçi yediği için mushafa alınmadığını "Metni mensuh hükmü baki ayetler" adı altında bir kategori oluştururarak Dinin aslı gibi göstermektedirler. 

Kendisine vahy olunandan başkasına uymayan , ve uymamakla yükümlü bulunan bir elçi nasıl böyle bir cürüm işleyebilir sorusunun cevabı , "hadislerde ayet gibidir" şeklinde olup büyük bir iftira ile cevablandırılmaktadır. Şimdi sorarız  , recm cezasının kabul edilmesimi yoksa kabul edilmemesi küfürdür.

2- Muhammed (a.s) ölmediği kabrinde diri olduğu ve amellerimizin ona arz olunduğu. 

Bu düşünce bu akidenin temel düşüncelerinden birisi olup işi daha azıtanlar , Muhammed (a.s) ın eşlerinin bile ölmediğini hatta onlarla cinsel ilşki dahi kurduğunu söyleme cüretine kadar işi götürebilmektedirler. Kur'an da bu şekil bir düşüncenin asla karşılığı olmamasına rağmen üretilen Din esası haline getirilmiş " Sen de öleceksin onlar da ölecekler" , "Her nefis ölümü tadacaktır" gibi ayetler göz ardı edilmiştir. Şimdi sorarız , ayete rağman hale Muhammed (a.s) "ölmedi" demek mi yoksa "öldü" demek mi küfürdür*.

3- İsa (a.s) ın yeniden yer yüzüne ineceği düşüncesi. 

Bu düşünce diğer düşünceler gibi Ehli sünnet in temel düşüncelerinden biri olup , temelini Kur'an dan değil Hıristiyan düşüncesinden almış ve Kur'an ayetlerini tahrif etme pahasına Kitaptanmış gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.

4- Allah (c.c) nin dışında şefaatçiler olduğu düşüncesi. 

Şefaat düşüncesi Ehli sünnetin rivayetler kanalıyla oluşturduğu dinin olmazsa olmazlarından olup , Kur'anda Allah (c.c) dışında kimsenin şefaatçi olamayacağına dair ayetlere karşılık bu ayetler rivayetler ışığında okunarak , Allahın dışında şefaatçiler olduğu düşüncesi ayetler tahrif edilerek oturtulmuştur. 

Kur'an aykırı tüm düşünceleri ele almak yazının hacmini büyülteceği için sadee örnek olarak vermeye çalıştığımız bu ve benzeri Ehli sünnet akidesi düşüncelerinin bir çoğu Kur'andan onay almamakta olup aksine Kur'an ın red ettiği düşüncelerdir. 

Bu ve benzeri Kur'an dışındaki düşüncelerin önünde en büyük engel Kur'an olup bu Kitabın öne çıkmaması için elinden gelen gayreti gösteren Ehli sünnet savunucuları , Kur'an dönüş hareketi içindeki bir takım olumsuz düşünceleri delil göstererek bu hareketi mahkum etmek yoluna gitmektedirler. 

Hiç bir düşünce kendi içindeki yanlışlar örnek gösterilerek mahkum edilemez , bu tür davranışları etik olarak değerlendirmek mümkün değildir. Eğer bir hareket veya bir düşünce eleştirilecek ise o düşünceyi savunan kişiler üzerinden değil o düşüncenin argümanları üzerinden yapılmalıdır etik olan budur.  

Ehli sünnet düşüncesi mensupları , kendi düşüncelerini insanlara kabul ettirmek için bu düşüncelerin Kur'an ile uyumlu olup olmadığı gibi bir test edilme düşüncesini dini argümanları kullanarak mahkum etmeye kalkmaları en hafif deyim ile cambazlıktan başka bir şey değildir. 

"Atalar dini" mantığına uygun olarak , "bizden öncekilerin dedikleri mutlaka doğrudur ve kabul edilmelidir" , "biz hocalarımızın dediğini kabul ederiz" , " sizden önce bunları kimse dememiş" gibi belden aşağı vurucu argümanlar ile cahil halk kesimi uyuşturularak bu düşüncenin dışındaki söylemler batılmış inancı yaygınlaştırılmak istenmektedir. 

Akıldan asla çıkarılmaması gereken şudur ki; Din sadece Allahın Kitabında delili bulunan meseleler olup bunun dışında , delilini Kitap tan almayan her düşünce, adı insanları korkutmak için karizmatik bir yapıya büründürülmüş olsa bile  mahkum edilmelidir. 

 Rabbimiz bizlere hesap günü Ehli sünnet akidesine uyup uymadığımızı değil onun Kitabına  uyup uymadığımızı soracak ve ona göre bir değerlendirmeye tabi tutacaktır. Ehli sünnet savunucularının Kur'an dışındaki rivayet kitaplarını Kur'an ile eşdeğer kılmaları bizleri aldatmamalıdır. Rivayet kitaplarında geçen herhangi bir meselenin doğruluğu veya yanlışlığı Kur'ana arz edilerek ölçülmelidir. 

İşte bu noktada Ehli sünnet savunucuları bu kapıyı kapatmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Kur'ana arz denilen metodun doğru olmadığını! hararetle savunarak Kur'an dışı kaynakların esas alınması gerektiğini yaymaya çalışmakta ve Kur'anı rivayetlere arz ederek okumaktadırlar. 

Rivayetlerin Kur'ana arz edilmesi karşısında hop oturup hop kalkanlar , Kur'anı rivayetlere arz ederek oluşturulmuş dinin verdiği inanç konularının sorgulanmasına asla müsamaha göstermemektedirler. Şayet oluşturulmuş olan düşünceden yana bir sıkıntıları yoksa ve Kur'ana uygun ise neden böyle bir ameliyeden rahatsız olmaktadırlar, malından emin olanın o malın kontrol edilmesinden hiç bir surette kaygı duymaması gerekmektedir,eğer böyle bir kaygısı varsa malından emin değil demektir.

Sonuç olarak; "Aklı birilerine kiraya verme" esasına dayalı din anlayışı olan "Ehli sünnet akidesi" adı altındaki yapılanma , insanlar üzerinde "Mahalle baskısı" oluştururak , "bizden çıkan Cehenneme gider" şeklinde bir dayatma içine girmişlerdir. Yukarıda bir kaçını örnek verdiğimiz Ehli sünnet düşüncesine baktığımız zaman esas o düşünceleri savunanların yerinin Cehennem olduğu açık seçik ortadadır. Kur'an bu tür aykırı düşüncelerin karşısında en büyük engel olup , Kur'anın etkinliğini ortadan kaldırarak rivayetlerin etkinliğini empoze etmeye çalışmak Ehli sünnet düşüncesinin en büyük silahıdır. Bize Kitab'ta "Müslüman" ismi verilmesine rağmen bu ismin önüne veya arkasına eklenecek olan her türlü ilave doğru bir düşüncenin eseri olamaz. Müslümanlar kendi üzerilerinde oluşturulmak istenen bu tür baskı faaliyetlerine karşı Kur'an temelli bir düşünce üzerinde bulunarak , oluşturulmuş her türlü karizmatik ismi ve düşünceyi Kur'ana arz etmek zorundadırlar. 

Ehli sünnet akidesi adı altındaki düşüncelerin ve bu düşünceleri ortaya atanların, sorgulanamaz olduğu gibi bir düşünce asla doğru olmadığı gibi böyle bir düşünceyi yayarak cahil kesimi baskı altında tutmak isteyenler bu fiilerinin karşılığını hesap günü acı bir biçimde ödeyeceklerdir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

12 Ağustos 2014 Salı

Kur'an-Hadis-Sünnet : Müslümanların Teslis Akidesi

Kur'an , Hadis ve Sünnet İslam inancı içinde önemli yer tutan bilgi kaynakları olarak her Müslümanın dilinde dolaşan üç kelimedir. Bu üç kelime ile ifade edilen kaynaklar zaman içinde farklı anlayışlar çerçevesinde değerlendirilmeye başlanarak bu kaynaklara bakış açısı veya nasıl bir konuma sahip olması gerektiği meselesi Müslüman dünyasında tartışmalara yol açmış olup hala tartışılmaktadır.

Bu 3 kelime ile ifade edilen kaynakların içerikleri geleneksel İslam inancı içinde öyle kemikleşmiş bir yapıya sahip kılınmıştır ki sadece kur'anın adını tek olarak söylemek sanki büyük bir cürüm olarak görülerek , kur'anın yanına sünnet veya hadis ilavelerini yaparak konuşmayanlar hadis ve sünnet düşmanı olarak görülür olmuştur. Bu 3 kelime ile ifade edilen kaynakları nasıl bir konuma koymak gerektiğinden önce böyle bir üçlemenin nasıl bir itikadi yaraya yol açabileceği üzerinde durmak istiyoruz.

Bu durum hıristiyanların baba -oğul-ruhul kudüs şeklindeki üçlemelerini hatırlatmakta olup alevi geleneğindeki Allah -Muhammed -Ali üçlemesi gibi bir duruma yol açmaktadır. Özellikle gelenekçi kesime mensup fikir adamlarının "hadis veya sünnet olmadan kur'an boş bir metin gibidir" sözleri ile ortaya atılan görüşler kur'anı anlamak için olmazsa olmazlar mesabesinde görülmüş , üstüne üstlük kur'an ve hadis öyle bir seviyeye çıkarılmıştır ki "Mütevatir sünnet Kur'an ayetini nesheder" şeklinde korkunç bir düşünce üretilmiştir.

Önce şu tesbiti yapmamız gerekmektedir; kur'an Allah cc nin indirmiş olduğu bir kaynak , hadis ve sünnet o kitabın indirildiği şahsın sözleri ve fiileri olarak bilinen kaynaktır. Allah cc nin yanına her ne sebeble olsun oturtulan kişi ,eser ,düşünce vs nin ortak adı ŞİRK tir. Kur'an +hadis+sünnet şeklinde yapılan bir üçlemenin adı , Allah cc nin kitabının yanına ortak kaynaklar konulması şeklinde tezahür eden bir eylemin adı da aynen ŞİRK tir. 

Hadis ve sünnet olmadan kur'an anlaşılmaz diyenlerin yeri geldiği zaman kur'an ayetleri ile çelişen bir çok rivayeti nasıl öncellediği hepimizin malumudur. Bu malumatları göz önüne alacak olursak, Kur'anın hadis ve sünnet adı altında ortaya atılan bir takım uydurmaların arkasına atılarak değersizleştirilmesi İsa as a yapılan muameleden bir farkının olmadığını açıkça göstermektedir. 

Kur'an'ın bu şekil bir anılmayı müşriklere hitab eden ayetlerde zikretmiş olması , "bu ayetler onlara bize değil" diyerek göz ardı etmemizi ve mesajını anlamamamızı gerektirmez. 

[017.046] Kuran'ı anlarlar diye kalblerine örtüler ve kulaklarına da ağırlık koyduk. Kuran'da Rabbini bir tek olarak andığın zaman, onlar ürkerek ardlarına dönerler.
[039.045]  Böyle iken Allah bir olarak anıldığı vakıt Ahırete inanmıyanların yürekleri burkulur da ondan berikiler anıldığı vakıt derhal yüzleri güler
 [040.012]  Onlara: «Yalnız Allah çağrıldığı zaman inkar ederdiniz de, O'na eş koşulunca inanırdınız. Bugün hüküm, yüce Allah'ındır» denir.

 Bu ayetler direk olarak müşrikler ile ilgilidir ama vermek istediği mesaj açısından aynı durum Allah cc ve onun kitabının yanında Muhammed as veya hadis , sünnet anılmadan herhangi bir söz edildiği zaman ortaya çıkan durum , "neden sadece Allah veya Kur'an" denildiği ,neden "Muhammed as veya hadis ,sünnet" denilmediği şeklinde bir itirazdır. 

Allah+Muhammed veya Kur'an+hadis+sünnet kelimelerinin birbirinden ayrılmadan söylenmiş olması hıristiyan inancındaki teslis akidesinden ne farkı vardır?. Baba+oğul+ruhul kudüs şeklinde bir üçlemenin hıristiyanların kafir olma sebebi olduğunu bildiren rabbimizin bu sözlerini okuyarak bizlerinde başka bir türlü bir üçleme içine girmemiz akıl alacak iş değildir. 

Ehli hadis fırkasının hadislere karşı aşırı bir yüceltmeye tabi tutmuş olması , hıristiyanların İsa as a karşı uyguladıkları aşırı yüceltmeden örnek olarak yapılmış olması bu tür teslisin bizdede yer bulmasını kolaylaştırmış olup , kur'an ayetlerini yanlı bir biçimde okuyarak, elçinin mesajını değil kendisini yüceltmel şeklinde tezahir eden bir düşünce biçimi yerleştirilmiş hatta gerekli uydurmalar ve iftiralar ile kemikleşmiş bir yapıya bürünmesi sağlanmıştır. 

Bir Müslüman kur'anın yanında sünneti zikretmeden mesela "ben sadece kur'ana iman ediyorum" dese o Müslümanın sanki hadisi veya sünneti red ediyormuşcasına bir algı oluşturularak sünnet düşmanı olarak lanse edilmesi, tabiri caizse bu konu üzerinde bir mahalle baskısı oluşmuş olduğunu göstermektedir. Buradan açık ve net olarak şunu söylemek istiyoruz; kur'anın yanında hadise iman gibi bir zorunluluk yoktur,çünkü bize Muhammed as adına gelen bütün haberler istisnasız olarak zan içermektedir, zan içeren bilgilere inanmanın imanın şartı gibi sayılması elçi hakkında oluşturulmuş olan aşırı yüceltmeci bir düşüncenin ürünü olup kur'anın bize böyle bir emri yoktur.

Gelenekte hadise iman elçiye iman ile eşdeğer bir inancın olmuş olması , bir kısım insanın hadis ve sünnet kelimelerine karşı aşırı bir allerji duyarak, bu kelimeler ile ifade edilen kaynakların tamamen atılması gerektiği şeklinde düşünceler doğurmuştur. İfrata karşı tefrit diyebileceğimiz bu tepkinin doğru bir tepki olmadığını düşündüğümüzü beyan ederek hadis ve sünneti nasıl bir konuma koymak gerektiği konusunda düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.

Öncelikle Allah cc nin , kullarına emir ve nehiylerini bildirmek için seçtiği kullarının bizler gibi bir beşer olduğu gerçeğini acı ama gerçek kabilinden kabul etmek zorundayız. Elçinin Allah cc nin yanına koyan her türlü düşüncenin ŞİRK olduğu gerçeği bilinmeden , elçinin konumu sadece kur'an boyutundan öğrenilerek ona göre bir konuma oturtulmadan doğru bir yaklaşımın sergilenmesinin imkansız olduğu bilinmelidir.

Kur'an elçilerin tamamı için geçerli olan bir tarif getirerek bu tarifin dışında hiç bir elçinin özel bir durumu olduğu gibi bir şeyden asla bahsetmez. Bu durumda Muhammed as a atfen onun özel bir konumu olduğu şeklindeki sözler tamamen uydurma ve iftiradan başkası değildir. Bu sözlerin sahipleri elçiyi yüceltelim derken Allah cc ye iftira attıklarının farkında olmak durumundadırlar.

Kur'an Allah cc nin elçileri için vahyi tebliğ ve yaşama örnekliği şeklinde özetleyebileceğimiz bir göreve sahip olduklarını beyan eder. tebliğ ve örneklik olarak tezahür eden bu görevin birbirinden ayrılarak sadece tebliğ olarak görülmesi , gelenekteki elçi anlayışına karşı oluşmuş olan aşırı bir tepkidir.  

 [033.021]  Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.
[060.004]  İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: «Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız; sizin dininizi inkar ediyoruz; bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke başgöstermiştir.» -Yalnız, İbrahim'in, babasına: «And olsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi savmaya gücüm yetmez» sözü bu örneğin dışındadır- «Rabbimiz! Sana güvendik, Sana yöneldik; dönüş Sanadır.»

 Sadece Muhammed as değil, kur'anda zikri geçen bütün elçiler ve ona tabi olanlar bizler için örneklik olarak anlatılmıştır, sadece bu örnekliğe Muhammed as ı dahil etmek elçiler arasını ayırmak anlamına gelirki bu kur'anın asla tasvip etmediği bir yaklaşımdır. Bu örnekliğin nerede ve nasıl olacağı tartışma konusu olup tabiri caizse zurnanın zırt dediği yerdir.


Karizmatik bir yapıya büründürülerek kur'anın yanına oturtulan hadis kitaplarındaki bütün rivayetler istisnasız olarak ZAN olarak ifade edeceğimiz bilgilerdir. Zan içeren bir bilginin kesinlik ifade eden bir bilgi kaynağı ile sağlamasının yapılmadan doğru olup olmadına karar vermek asla doğru bir yaklaşım değildir. Hadis denilen sözleri içeren kaynakları kısaca nasıl bir konuma sahip olması gerektiğinden sonra, sünnet dediğimiz bilgi kaynağına yüklenecek değerin nasıl olacağı konusu önemli bir yer tutmaktadır. 

Kur'andan çıkarabileceğimiz ve "sünnet" kelimesi ile ifade edilebilecek bilgiler sadece tek bir elçi ile sınırlı değildir. Bu şekil bir sınırlama hem gelenekteki , hemde yeni kur'an anlayışlarında gördüğümüz ortak bir yanlıştır. Bütün elçilere iman gibi bir vazife yüklenmiş olmamız sadece onların adına değil , kıssalar yolu ile anlatılan hayatlarındaki mücadele yöntemlerini içselleştirip hayat içine aktarmak şeklinde olması gerekmektedir.

Kur'anda zikir geçen bütün elçileri örnek alma zorunluluğu bir kısım insanın allerji kaptığı sünnet kelimesinede daha doğru bir yaklaşım sergilemesine sebeb olacaktır. Gelenekteki sünnet kelimesinin sadece Muhammed as ile sınırlandırılmış olması , içerik olarak sadece hangi el ile yemek yemek ,hangi ayak ile tuvalete girmek , sarık ,cüppe ,şalvar vs gibi gereksiz bilgiler ile donatılmış olması bazı kişilerde haklı olarak bu kelime ile ifade edilen içeriğe karşı bir allerji oluşmasına sebebiyet vermiştir.

Bazılarının yaptığı yanlışlar bizlerin o yanlışları kalkan olarak kullanmasına vesile olmamalı , aksine doğru olan şeyin ne olduğu araştırmasına vesile olmalıdır. Kur'nın tevhid merkezli bir çağrısı olduğu asla hatırdan çıkarılmadan bütün elçilerin şirki yıkmak için yapmış olduğu mücadeler yöntemleri bizler için örneklik teşkil edip bu örnekliğin literatürdeki adı SÜNNET tir. Muhammed as a anlatılan elçilerin kıssaları, o ve ona tabi olan mü'minler tarafından içselleştirilerek okunmuş ve kendileri için yol haritası olarak anlatıldığının şuuruna vakıf olarak mücadelelerinde takip ettikleri metoda önemli katkılar sağlamıştır. 

Sünnet kelimesinin içini bu şekil bir düşünce ile doldurduğumuz takdirde,sadece tek bir elçi ile sınırlı olmadığı , insan olmak nedeniyle yapılanların sünnet kapsamı içinde değerlendirilemeyeceği ortaya çıkacaktır. Kur'anın tevhid merkezli bir çağrısı olduğu düşünülerek yapılan okumalarda, bütün elçilerin yaptıkları sünnet olarak adlandırılması gerektiği ortada iken sünnetin toptan atılması şeklinde tezahür eden anlayışın kur'anın bir çok ayetini red etme durumuna düştüğü açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. 

"Sünneti toptan atalım" şeklinde tezahür eden anlayış altında istisnaları olmak üzere art niyetli bir düşünce yatmakta olduğu gerçeği görülmelidir. Kur'an canlı bir hayat içinden verdiği örneklerle tarih boyunca tevhid mücadelesini bizlere anlatmaktadır. Zikri geçen elçilerin tümünü kapsayan örnekliği atacak olursak ortada kitap dediğimiz bir şey kalmaz , okunan ayetleri bir taraf sevap kazanmak için anlamını düşünmeden belli zamanlarda ve mekanlarda okur , diğer bir taraf tarihi örnekliği yok saydığı için , namaz varmı yokmu , oruç varmı yokmu , hac varmı yokmu vs gibi tartışmalar ile hevalarına uygun bir kitap oluşturmaktan başka bir şey yapmamış olur. 

"Sünneti toptan atalım" düşüncesinin istisnaları olarak bahsettiğimiz kesim bu konuda yanlış kapıları çalmış fakat arayış içinde olan kesimdir, bu şekilde olanların öncelikle kur'anı esas almaları , birilerinin kur'an anlayışlarını kur'anın kendisi olarak görmemeleri gerektiği hususuna çok dikkat etmeleri gerektiğini vurgulamak istiyoruz. 

Kur'an dışı bilgi kaynakları olan hadis ve  sünnete bu şekil bir yaklaşımın ifrata karşı tefrit düşüncesinden uzak mutedil bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz. Tarihi bilgiler olarak görülmesi gereken sözlü külliyatı içeren bilgiler içindeki uydurmaların dahi bizlere yaşanmış tarih içinde gelişen olaylar hakkında bilgi içermesi açısından değerlendirmesi gerektiğini düşünmekteyiz, bu düşüncemiz yanlış anlaşılarak uydurmalar bile kabul edilsin şeklinde anlaşılmamalıdır.

Sonuç olarak;  kur'an+hadis+sünnet şeklinde bir ortaklaştırma ameliyesi , hıristiyanlardan alınan teslis akidesinin bir benzeri olup şirk içeren bir düşüncedir.Kur'an Allah cc nin kelamı olması hasebiyle yanına hiç bir şekilde ortak kabul etmez. Hadis ve sünnet, Allah cc ve kur'ana ortak bir kaynak değil onlardan ayrı bir şekilde kategorize edilmesi ve elçilerin kur'andaki vazifeleri çerçevesinde değerlendirilmesi gereken kaynaklardır. Sünnet kelimesi ile ifade edilen şey sadece tek bir elçi için geçerli olmayıp bütün elçiler için geçerli olan bir kavramdır ve kur'anın bu elçiler ile verdiği örnekler bizler için olmazsa olmaz değerinde örnekliklerdir. Sünneti atalım demenin kur'anın bir çok ayetindeki elçi örneklikleri atalım demek olduğu bilincinde olarak bu düşüncelerin doğru bir kur'an anlayışı doğurmadığı bilinmelidir.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.