18 Ocak 2015 Pazar

Kur'an Hakkında Konuşmak

Son yıllarda Kur'anın gündem edilmeye başlanması ,bir çok olumlu gelişmenin yanında bir takım olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir. Kur'anın gündem edilmesinin olumlu yanı , Kur'an dışındaki bilgilerin "Din" olarak sunulmasına karşı çıkan insanların çoğalmış olmasıdır ve bu sevindirici bir gelişmedir, olumsuz tarafı ise bir takım okuma metodlarının geliştirilmiş olması neticesinde aynı Kitabı okuyanların , geçmişteki fırkalaşmaya benzer bir tutum içine girmiş olmalarıdır. 

Peki neden herkes okuduğu Ayetlerden farklı bir şeyler çıkararak diğerinin çıkarımını beğenmez ve birbirini tekfir eder ?. 

Yazımızda bu durumu irdelemeye çalışıp fırkalaşmayı en aza indirmek konusundaki düşüncelerimizi ve okuma yöntemi teklifimizi paylaşmaya çalışacağız.

Kur'an yıllarca tekel altında tutularak , sadece bazı insanların anlayacağı bir Kitap olarak lanse edilmiş ve o bazı insanların anlattıkları veya yazdıkları Kur'an yerine geçmiştir. Türkiye ölçeğinde baktığımızda bu işin böyle yürümeyeceği yaklaşık 50 yıl öncesinden dile getirilmeye başlanmış ve tabiri caizse , zincirler şakırdatılmaya başlanmıştır. 

Zincirler kırılmış ancak bu sefer ortaya daha başka sıkıntılar  baş göstererek, farklı Kur'an anlayışları ortaya çıkmıştır ve herkes bir başkasının okuduğu ve anladığı Ayetler hakkında "sen yanlışsın ben doğruyum" demeye başlamıştır. Yazımızın amacı kimin yanlış kimin doğru olduğundan ziyade birbirine yanlış diyenlerin ne kadar doğru oldukları meselesidir. 

Kur'anı okuyan kişi eğer orjinal metni okuyarak anlamaktan yoksun ise , bir başkası tarafından yapılan çevirileri okumak durumundadır. Bu durumu kesinlikle yadırgamadığımızı söyleyerek , bu söylemekteki amacımızın meali yapan kişinin, bir takım düşünce kalıplarına sahip olduğunu ve bu çeviriyi yaparken bu kalıpları öne çıkarma ihtimalinin göz önünde bulundurulması gerektiğini hatırlatmaktır.

 Bu bağlamda, yapılan çeviriler hakkındaki düşüncelerimizi kısaca paylaşmak yerinde olacaktır; Türkiye de son yıllarda bir hayli çevirinin yapıldığı malumdur, bu çevirileri iki ayrı kategoride değerlendirmek mümkündür. 1- Metne sadık kalarak yapılan çeviriler , 2- Anlam yorum tarzı çeviriler. 

Metne sadık kalarak yapılan çeviriler , orjinal metindeki kelimenin birebir çevirisini esas alarak yapılan çeviriler olup , kişisel düşüncelerin anlama etki etmemesi cihetinden bakıldığında daha güvenilirdir. Bu çeviri tarzının olumsuz tarafı , motamot yapılan bir çeviri ile türkçenin ifade kalıplarının eksiklik arz ederek yapılan bazı meallerin anlaşılmamasıdır.

Anlam yorum tarzı çeviriler , orjinal metni esas almakla birlikte yorum ağırlıklı bir çeviriyi esas almaktadır. Bu çeviri tarzının olumsuz tarafı kişisel düşüncelerin anlama etkisinin daha fazla olmasıdır. Bu tarz çevirileri kesinlikle red etmek gibi bir düşüncemiz olmadığını beyan ederek , metne sadık kalarak yapılan çevirileri tercih ettiğimizi söyleyelim. 

Meal okurken tek bir meale bağlı kalarak okumak yerine bir kaç tane mealden faydalanmak , bir mealdeki olası hata veya ifade eksikliğinin diğer meal tarafından giderilme ihtimali açısından faydalı olacaktır. 

Meal meselesinden sonra, iş okuduklarımızı anlamak meselesine gelecektir , işin en önemli kısmı da burasıdır.

Hepimiz (Bu satırları yazanda dahil) okuduğumuz Kur'an dan  anladıklarımızın, kendi kapasitemiz ve düşünce yapımız dahilindeki okumalardan yaptığımız çıkarımlar olduğunu unutmamak zorundayız. Hiç kimsenin okuduğu Ayetlerden yaptığı çıkarımlar mutlak doğru olarak görülemez ve gösterilemez. Aynı Kitabı okuyanların düştüğü en büyük yanlışlardan birisinin bu nokta olduğunu düşünüyoruz. 

Zincirleri kopararak geleneksel din algısını yıkan insanların bir kısmının , "Kur'an Müslümanı" adı altında geleneksel din algısının bir ürünü olan "Şeyh Mürit" ilişkisini devam ettirdiğini üzülerek görmekteyiz. Beğendiği Alimin Kur'an yorumunu "Mutlak doğru" kabul edenler, bu doğrular üzerinden farklı düşünce içindekileri mahkum etmeye çalışmaktadırlar. 

İnsanların bilmediklerini bir başkasından öğrenmesi gayet normal bir durumdur , ancak bu öğrenilenin, o kişinin şahsi düşüncesi olduğu unutulmamalıdır , veya kişi kendisinin herhangi bir yorumunu nihai doğru olarak görerek diğer yorumları mahkum etme hakkına sahip değildir. Hiçkimse yaptığı okumalardaki çıkarımlarının doğru olduğu noktasında Allah (c.c) den vahiy almamaktadır , hiç kimse ortaya koyduğu düşüncenin kendi şahsi düşüncesi olduğunu unutmamalıdır , hiç kimsenin kendi yorumunu veya kabul ettiği alimi kabul etmesi yolunda kimseye baskı yapma hakkı olmadığını bilmesi gerekmektedir. 

Bu tür yaklaşımlar karşımızdaki farklı düşüncelere daha esnek veyumuşak bir tavır sergilememize sebeb olacak ve diyalog ortamı doğacaktır.

Yapılan okumalarda yanlış çıkarımlar olacaktır ve bu yanlışlığın tesbitinin neye göre, hangi kritere göre yapılacağı meselesi düşünce farklılıklarının doğmasına sebeb olmaktadır. Aynı Kur'anı okuyan iki kişinin , aynı konu hakkındaki farklı yorumları bir kişinin diğerine göre yanlış olmasını beraberinde getirecektir. 

Bir kişinin diğerine "Sen yanlışsın Ben doğruyum" demesi için doğru olarak öne sürdüğü argümanların Kur'an bütünlüğüne uygun olması gerekmektedir , yanlışların ve doğruların delili Kur'an olmalıdır ki ortak bir payda üzerinde buluşma imkanı kolaylaşsın.

Bu sefer de, Kur'an okumalarında ortak bir bakış açısının önemi ortaya çıkacak ve bu noktanın tesbitinin neye göre yapılacağı gündeme gelecektir.  Farklı bakış açıları doğruların sayısını çoğaltacağı için herkes kendisinin ortaya koyduğu delilin doğru olduğunu iddia edecektir. Nasreddin hoca misali herkese " Sende haklısın" demek mümkün olamayacağına göre, haklı olmak için ortak bir bakış açısı içinde olmak gerekmektedir. Ortak bir bakış açısında buluşamayanların delilleri kendilerine göre haklı olacağından yapılan diyalog " Havanda su dövmek" misali olacaktır.

Geleneksel din algısından kurtulan insanların önündeki engel , modernist bir din algısına düşme tehlikesidir. Bu tarz bir algıda ortaya çıkan en bariz nokta , Kur'anın sanki bu gün inmişcesine yapılan bir okuma olup , indiği zaman ve mekan şartlarının göz önünde bulundurulmamasıdır. Muhammed (a.s) a inen Kitap , binlerce yıllık insanlık tarihinin bireyleri olan ve o tarih içindeki bilgilere sahip olan bir kavmi muhatap almaktadır. 

Bu muhatabiyet sadece onlarla sınırlı olmamakla birlikte , bizlere dönük mesajının doğru olarak okunmasında önemli bir rol oynamaktadır. Kur'an içindeki bilgiler , yaşayan bir topluma ve kendinden öncekilerin bilgi birikimine sahip olan insanlara inmiştir, hiç bir bilgi için "yahu bu ne demek istiyor?" şeklinde bir söz edilmemiş olup , salat , oruç , hac , kurban ,şefaat , şirk , tevhid , ölüm ,ahiret v.s gibi meseleler bu konularda daha önce bilgi sahibi olmaları nedeniyle ilk defa işitilen konular olmamıştır. 
 
Bu gün yapılan okumalarda bu ve benzeri bilgilerin önceki bilinmişlikleri göz ardı edilerek , Kitap sanki bu gün ve dağ başına mushaf halinde inmiş bir kitap olarak okunarak , Kur'anın ana konuları bu bilgilerin göz ardı edilmesi yolu ile anlaşılmaya çalışılmaktadır. Ortak hafıza dediğimiz şey , ilk insandan beri süregelen bilgilerin bir sonrakiler tarafından kullanılması sureti ile bir ilerleme kaydedilmesidir. Bu hafıza Din alanında da geçerlidir, bu alandaki bilgiler de bir insandan diğer insana devredilerek gelmiştir , eğer biz bütün geçmişi silerek elimizdeki Kitabı okumaya kalkarsak duvara toslayan araba misali darmadağın olmamız kaçınılmazdır.  

Peki doğru bir okumanın yolu nasıl olmalıdır ?. 

Kur'an arapça bir dil üzerine nazil olmuş bir Kitap olduğu için öncelikle Kur'an içindeki Ayetlerin anlamlarının Arap dilindeki karşılığı göz önüne alınmalıdır. Kur'an arapların günlük dilde kullanmış olduğu bazı kelimelere özel anlamlar yükleyerek ona farklı bir anlam yüklemiştir , bu yükleme sözlük anlamı göz önüne alınarak yapılmış bu yüklenmiş anlamın adına "Istılahi Anlam" denilir. 

Kelimeler Ayet içinde tek başına ele alınarak değil , cümle ile birlikte ele alınarak okunmalıdır. Örnek verecek olursak , "Salat" kelimesi çok anlamlı kelimelerden olup bütün geçtiği yerlerde aynı anlama gelmez. Salatın ritüel kısmı olan namaz konusunda red yoluna gidenler, bu çok anlamlılığı bilerek veya bilmeyerek istismar etmektedirler . Ahzab s. 56. Ayetinde ki " Allah ve Meleklerin Resule salat etmeleri" ni , "Allah ve Melekleri resule namaz mı kılıyor?" diyerek traji komik bir soru ile karşımıza çıkmaktadırlar. 

Her dilde olduğu gibi Arap dilinde de bir takım edebi usluplar vardır , bir kelimenin hakiki veya mecaz anlama geldiği, Ayet ve Kur'an bütünlüğü gözetilerek tesbit edilmelidir . Hiç kimse kendi indi yorumu olarak bir kelimeye keyfi anlam yüklemeye hakkı yoktur. Geçmişte , "Batınilik" denilen akım bu yönde bir düşünceyi esas alarak , kelimelerin bütününe kendi düşünceleri doğrultusunda anlamlar yükleyerek bir anla(ma)ma çalışması yapmışlar , bu gün dahi bu geleneğin etkisinde kalanlar mevcut olup kendi anla(ma)malarını mutlaklaştırarak, kafalarınca bir Kur'an yazmaktadırlar.

Bu gibi sıradışı yöntemler Kur'anı anlamayı değil , anlamamayı esas almakta olup, bu anlamama üzerinden üretilen farklı düşünceler Dinin aslı gibi gösterilerek bir kısım insanın sapmasına sebeb olmaktadır. İsrailoğulları prototip bir kavim olarak Tevrata yapmış oldukları işlem bizlere anlatılarak , aynı işlemin Kur'ana yapılmaması öğütlenmektedir. 

"Kelilmelerin yerinden oynatılması" , " Dillerin eğilip bükülmesi" gibi deyimler üzerinden Kitaba yapılan zulümler anlatılarak onların akıbetleri beyan edilmekte ve aynı akıbete bizlerinde düçar olmaması için, Kitaba sımsıkı sarılmamız emredilmektedir. Bu sarılma ameliyesinin nasıl olaması gerektiği yine Kitabın içindeki Ayetlerden okunabilir.

Kur'anın ve önceki Kitapların ortak çağrısı , Allah (c.c) nin tek İlah olarak tanınması ve onun önerdiği kuralların hayata hakim olmasıdır. Yapılan okumalarda bu çağrı göz ardı edilerek başka öncellemelere yer verildiği takdirde herkesin ayrı bir Kur'anı ortaya çıkar büyük bir kaos doğar. Bu tür kaosa yol açmamak için Kur'anın Tevhidi çağrısı merkeze alınarak bir okuma yapılması ve bu okumanın hayata pratize edilme çalışmalarına girişilmesi gerekmektedir.

Tevhidi bir gaye gözetilmeden yapılan okumalar , daha önceki red ettiğimiz geleneksel din algısındaki benzer yanlışlara düşme ihtimalini beraberinde getirmesi kaçınılmaz bir sonuçtur.Elçilerin kıssaların anlatılma sebebi onlar üzerinden yürütülen bu mücadelenin bizler içinde aynı şekilde yürütülmesi gerektiğinin hatırlatılmasıdır. Elçi kıssalarını onların Tevhid merkezli mücadelesinin boyutunu anlamak ve onları örnek edinmek gayesi ile okumak varken sadece yaşanmışlık içinde kalıp bize dönük mesajını okumamak ve kıssa içindeki tali meseleler ile uğraşmak doğru bir yöntem değildir. 

Tevhidi bir gözle okunan Kur'anda onu bizlere getiren Elçi nin konumu net olarak görülecektir, ne Allah (c.c) nin koyduğu gibi haram helal koyucusu birisi olarak , ne de tamamen dışlanmış alalade bi insan muamelesine tabi tutulmaktan çıkarılacaktır.

Sonuç olarak; Kur'an hakkında konuşmak herkesin hakkıdır , bu hakkı kimse tekeline alamaz, ancak bu hakkı kullanırken uygulanacak yöntem sorunlarını görmezlikten gelemeyiz . Kur'an hakkında söylenecek sözlerin kişilerin düşünce kalıplarına göre şekilleneceği unutulmadan , Kur'an hakkında yapılan bütün yorumların kişilerin indi yorumları olduğu bilinmelidir . Önemli olan bu yorumları tek doğru olarak kabul ederek diğerlerini mahkum etmemektir. Kur'an hakkında konuşmak için , bu Kitabın öncelikli konularının ne olduğu ortaya konarak bu öncelikler göz önüne alınarak okumalar yapılması ve hayata pratize edilmeye çalışılması gerekmektedir. Hayatımız yansımayan bir Kitap sadece entellektüel sohbet malzemesi olarak kalarak, eskilerin saten nakışlı kılıfların içinden çıkarmamalarından bir farkı olmayacaktır. Yazılarımızın sonunda "En doğrusunu Allah (c.c) bilir" şeklindeki ifademiz bu tür kaygıların bir ürünü olup, konuştuğumuz Ayet hakkındaki görüşlerimizin kendi düşüncemiz olduğu ne bizim ne başkasının bu düşüncemizi mutlak doğru görme hakkı olmadığını unutmadığımızın bir ifadesidir. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder