Müslümanlar arasında bir çok konuda görüş ayrılıkları olduğu bilinen bir gerçektir. Birbirleri ile görüş ayrılığına düşen iki Müslümanın bir diğerine "Sapık" damgası vurduğu da bilinen bir gerçektir. Kur'anın bazı inasanlara bu damgayı vurduğunu bir çok Ayet içinde görmekle birlikte bu damgayı hak edenlerin, Ayetlerin beyanının aksine hareket etmeleri sonucu buna hak kazandıklarını bilmekteyiz.
Ancak Müslümanların birbirine bu damgayı vurmaları ,ellerindeki "Hüden" ( Yol gösterici) ,"Münir"(Aydınlatıcı) Kur'an ile değil ,bu vasıfları yükledikleri başka kitapların yol göstericiliği ile olmaktadır. Kur'an dışı her hangi bir bilgi kaynağını Hüden ve Münir olarak gören bir kısım Müslümanlar bu kitaplardaki düşüncelerin aksini iddia edenleri "Sapık" , "Kafir" , "Hadis ve Sünnet inkarcısı" gibi yaftalarla itham etmektedir.
Kur'anın her konuda belirleyici bir Kitap olduğu için, bize gelen bilgileri bu Kitabın verileri ile ölçer tartar ona göre kabul veya red ederiz , olması gereken bu dur. Eğer birisine "Kafir" demek gerekirse bu Kitabın aksine bir iddiada bulunduğu için deriz , başka kitaplara aykırı söz söylediği için birisine böyle iddia da bulunmak silahın geri dönmesi misali sahibine döner.
"Tekfirnikof" marka tüfeği alarak önüne gelen ateş açan bir kısım insanlar bu tüfeğin namlusunun onlara yönelik , tekfir edilmeleri asıl gereken kendileri olduğunu bilmelidirler. Onların tekfir ettikleri insanların düşünceleri Kur'anın doğruları olup , kendi yanlışlarını doğru , doğruları yanlış gördükleri için önüne geleni tekfir etmeyi maharet sayan kesim aslında kendilerinin buna daha layık olduklarını aşağıda ele almaya çalışacağımız "Kabir azabı" konusu üzerinden göreceklerdir.
"Kabir azabı" konusu , Kur'anın bu konuda herhangi bir beyanı olmamasına rağmen bir takım rivayetler aracılığı ile inanç konuları arasına sokularak, bir nevi imanın şartı haline getirilmiştir. "Kabir azabı yoktur" şeklinde bir iddia da bulunan, sanki Kur'ana ters bir iddiada bulunmuş gibi muamale görerek , "Kafir , Sapık , Hadis inkarcısı v.s" gibi sözlerle itham edilmektedir.
Yazımızda , Kabir azabı konusunun tarihi temellerini ortaya koyarak bu düşüncenin nereden geldiği ve bu düşüncenin nasıl Kur'ana aykırı bir düşünce olduğu , SAPIK vey KAFİR damgası vurulması şart ise RED EDENLERİN değil, KABUL EDENLERİN bu damgayı yemesi gerektiği üzerinde olacaktır.
Kabir azabı düşüncesinde en önemli konu , azab görenin beden değil RUH olduğudur , fakat Kur'an insanı böyle bir ayrıma yani BEDEN-RUH ayrımına tabi tutmaz. Kur'an, ölen insanın bedeninin çürüdüğü ve çürümüş kemiklerin bir araya getirilerek yeniden yaratılacağını beyan eder. Aynı Kur'an , insanda RUH diye ölmeyen bir şey olduğu konusunda en ufak bir bilgi kırıntısı dahi vermez. Hal böyle iken Kabir azabı ile ilgili düşünce de , azab gören şeyin beden değil ruh olduğu ve ruhun asla ölmediği iddiası vardır.
Peki Kur'anda olmayan BEDEN-RUH ayrımı İslam düşüncesine nasıl girdi ve neredeyse imanın şartı haline geldi ?.
Beden-ruh ayrımı , Yunan felsefecilerinin savunduğu bir düşünce olup (burada Eflatun u zikredebiliriz), ruhun ölmeyip başka bedenlere girerek yaşadığı düşüncesi yani "Reenkarnasyon" bu tür düşüncelerin bir uzantısıdır. Şia nın aşırı kollarından olan ve bu gün Suriye de yaşayan Nusayrilik te bu düşünce etkin bir rol oynamaktadır.
Yunan felsefecilerinden etkilenin, İslam felsefecileri aracılığı ile beden -ruh ayrımı İslam düşüncesi içine girmiştir. Temeli Yunan felsefesi olan "Ruhun ölümsüzlüğü" meselesi , İslam düşüncesi ile harmanlanarak " Madem ruhlar ölmez öyleyse ruhlar dünyada yaptıkları işlerin karşılığını kıyamet gününe kadar görürler" şeklinde bir iddia ile "Kabirlerin Cennet bahçelerinden bir bahçe" veya "Cehennem çukurlarında bir çukur" olacağı düşüncesi Yunan felsefecilerinin etkisi ile içimize girmiştir.
Ancak burada bir kaç yönden çelişki ve arızalı durumlar ortaya çıkmaktadır;
Öncelikle kökü dışardan ithal bir fikir olan "Ruhun ölümsüzlüğü" ilkesi Kur'an ile çelişen bir düşüncedir. Siz Yunan dan bir düşünce ithal ederek bunu İslam düşüncesindeki , yaptıklarının karşılığını öldükten sonra almak ile harmanlarsanız ortaya hilkat garibesi bir düşünce ortaya çıkar.
Eğer bu düşünceyi kabul edecek olursak şunu da kabul etmemiz gerekmektedir; Madem ruhlar ölümsüz öyleyse kıyamet günü yeniden diriliş olayı bedenen olmaması gerekir , ölmeyen bir şeyin yeniden dirilmesi söz konusu olamaz. Bu düşünceden hareketle Yunan felsefesi etkisinde kalan İslam felsefecileri , "Cismani haşir yoktur ruhani haşir vardır" diyerek bedenen haşri red etmişlerdir. Halbuki bir çok Kur'an Ayeti yeniden dirilişin BEDENEN olacağını beyan etmiştir, bu düşüncenin İslam literatüründeki adı KÜFR dür.
Bu şekilde İslam düşüncesine giren "Kabir azabı" konusu rivayetler desteği ile dini bir temele!! oturtulmaya çalışılmıştır. Halbuki Kur'an da bir çok Ayet, ölüm ile yeniden diriliş arasında geçen zamanı , yeniden dirilenlerin kendi aralarında yapacakları konuşma üzerinden vermektedir .
[036.052] Dediler; «vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte
Rahman'ın vadettiği şey budur. Demek peygamber doğru söylemiş.»
Yasin s. 52. Ayetinde gördüğümüz sözün sahipleri eğer kabirlerinde azap görür bir halde kalmış olsalardı bu gib bir söz edecekler bizlere haber verilirmiydi?.
Bu ve benzeri Ayetlerin, Kur'anda yer almış olmasına rağmen hala bazılarımızın "Ayet var diyorsun ama Hadis var kardeşim" şeklindeki itirazlarını duyar gibi olmaktayız. Bağlamından kopartılmış Ayetleri kullanarak (Mü'min s. 46) bu ithal düşünceye dayanak yapmaya çalışmak işin ayrı bir yanlış tarafıdır.
Hem kabir azabını kabul etmek , hem de bedenen dirilişi kabul etmek çelişkili bir durum arz edeceği için , ya kabir azabını kabul etmekle birlikte cismani haşri red edeceğiz , ya da kabir azabı diye bir şey yoktur diyerek bedenen haşri kabul edeceğiz.
Hem kabir azabını kabul etmek , hemde cismani haşri kabul etmek çelişkili bir durumdur. Bir çok Ayet , kıyamet sonrası dirilen insanların hesaplarının görüldükten sonra Cennet veya Cehenneme sevk edileceğini beyan etmesine rağmen hesap gününden önce böyle bir karşılığın olacağını söylemek Kur'an ile çelişir.
Kabir azabı konusunu kabul etmenin beraberinde getirdiği problemleri sıralayacak olursak ;
1- Kur'anın Beden - Ruh şeklinde bir ayrım yapmış olmamasına rağmen böyle bir ayrımı kabul etmek.
2- Bir çok Kur'an ayeti Kıyamet sonrası kurulacak olan mahkeme de herkesin sorguya çekileceğini beyan ederken , kişinin ölür ölmez hesaba çekilerek kabirde Cenneti veya Cehennemi yaşayacağı Kur'anla çelişmektedir.
3- Şayet ruh ölümsüz ise yeniden dirilişin bedenen olacağını kabul etmek çelişkili bir durumdur.
4-Kur'anın böyle bir haberi yok iken , Yunan felsefesinden ithal edilen fikirleri İslam düşüncesine sokmak.
5-Ön kabul olarak ortaya bir konunun meşruiyetini Kur'an Ayetlerine kabul ettirmeye çalışmak.
Şimdi soruyoruz ; Evet ortada yanlış olan bir durum vardır ama bu durum KABİR AZABINI RED ETMEK MİDİR ? YOKSA KABUL ETMEK MİDİR?
Şimdi soruyoruz; Ortada sapkın olan bir durum vardır , BU SAPKINLIK KABİR AZABINI RED ETMEK Mİ DİR YOKSA KABUL ETMEK Mİ DİR?.
Şimdi ellerine "Tekfirnikof" marka tüfekleri alarak sağa sola rast gele ateş açan "Din Magandaları" bu tüfeğin namlusunun kendilerine yönelik olduğunu görmelidirler. Kendi sapkun düşüncelerine bakmadan başkalarını kabir azabını red ettikleri gerekçesi ile tekfir edenler asıl sapık olanların kendileri olduğunu bilmelidirler.
Bizlere "Vay sen kabir azabını redmi ediyorsun?" diye soranlara asıl bizler , " Yoksa sen kabir azabını kabul mu ediyorsun?" diye sorarak bu tür düşüncelerin sapkınlık olduğunu hatırlatmalıyız.Bu konuda savunma yapmaları gerekenler Kur'ana rağmen böyle bir inanç içinde olanlardır.
Sonuç olarak; İslam düşüncesine ithal fikirler ile sokulan beden-ruh ayrımının sonucu işin nereye vardığı görülmektedir. Her konuda belirleyici olması gereken Kur'anın yerine Yunan felsefesinin belirleyici olduğu "Ruh" kavramı insan ile özdeşleştirilmiş ve "Ruhun ölümsüzlüğü" prensibi yerleştirilmiştir. Temeli bu şekilde atılan düşünceye İslam düşüncesinde olan Dünyada iken yapılanların karşılığını ölümden sonra alma konusu da kıyamet sonrası için değil ölüm sonrası kabre konulduktan sonra başlatılmıştır. Hal böyle iken, temeli Yunan felsefesine dayanan "Kabir azabı" meselesi İslam düşüncesi içine sokularak Dinleştirilmiş ve red edenin sapık olarak damga yediği bir mesele haline gelmiştir. Ortada eğer bir sapkınlık varsa bu sapkınlık kabir azabını red edene değil kabul edene ait olmalıdır.Bizler Müslüman olarak Kur'anın bize din olarak verdiği bilgilere itibar etmekle , bunun dışındaki ithal edilmiş düşüncelere itibar etmemekle mükellefiz bunun gerisi lafu güzaf tır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Mumin 40 ayet açıkça piskolojik bir azabın olacağı bunun kıyamete kadar süreceğini bu yaşarken gördüğümüz kabus gibi bir şey olacağı bununda bir azap olduğudur
YanıtlaSilMümin 46 ayet açık olarak azabın olcağını belirtir
YanıtlaSilkabir azabı ile ilgili iddia edilen ayet ya da ayetlere değinip bunların ilgili olmadığını iddia etmenizi beklerdim. Belirttiğiniz ayette ben ruhun uyku halinden kalkması olarak anlıyorum ve bu ayet iddianız için yeterli bir sebep değil Ayrıca mümin suresi 46 ayet için acıklama yapmanızı rica ediyorum
YanıtlaSilhttps://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/11/mumin-s-46-ayetini-takdim-tehir-usulu.html
SilTevbe 101.Ayet: Çevrenizdeki bedevî Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bilmezsin, biz biliriz onları. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir azaba itileceklerdir.Bu ayetin kabir azabı için bir delil olduğunu düşünüyorum. Çünkü ayette geçen üç azap birincisi dünya ikincisi kabir üçüncüsü ise büyük azap olarak belirtilen ahiret azabı.
YanıtlaSilhttps://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2011/08/mumin-s-46-ve-tevbe-s101ayeti-kabir.html
Sil