6 Ekim 2015 Salı

Müslümanların Gündemini Hangi Konular Meşgul Etmelidir ?

Biz müslümanlar , maalesef yüzyıllardır dünya üzerinde yaşayan toplulukların birbiri ile en fazla ihtilaf ettiği , birbirlerine karşı düşmanlıkta yarışan gurupların en başta geleni olarak nerede olumsuzluk varsa üzerimizde toplamış bir vaziyette yaşamlarımızı sürdürmekteyiz. Halbuki Allah (c.c) bizleri , "İnsanlar içinde çıkarılmış en hayırlı topluluk" olarak vasıflandırarak , "İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak" (3. 110) gibi bir sorumluluk yüklemiştir. 

Ne acıdır ki bizler, Allah (c.c) sanki bunun tersini emretmiş gibi algı içine girerek, var gücümüzle bu ayetin tersini yapmakta birbirimiz ile yarışır bir hal içinde olmamız hem bizleri , hem bütün insanları zalimlerin elinde oyuncak haline düşürmüştür.

Bugün yaşadığımız dünyanın zulüm , kan , gözyaşı içinde olan topluluklarının en başında yine biz müslümanların geldiği hepimizin malumu olup, hala yaşadığımız olaylardan ders çıkararak " Nerede yanlış yapıyoruz?" sorusunu sorarak, bunun cevabını aramak gibi bir ameliye içinde olamamamız , bırakın bütün insanlara hayırlı olmayı bizleri, kendimize dahi hayrı olmayan bir topluluk haline getirmiştir. 

Bu zilletten kurtulmak için ne yapmalıyız ?. 

Bu kısa sorunun cevabı sadece bir makale içinde verilemeyecek kadar uzun bir cevap olduğunu söyleyerek bir kaç yol önermesi yapabiliriz.

Öncelikle kitabın temel çağrısının ne olduğu bilincine vakıf olmaya çalışarak , bu çağrıyı içselleştirmek gerekmektedir. "Kitabın temel çağrısı nedir ?" sorusunun cevabı ise, yaratılan tüm insanların Allah (c.c) yi tek ilah olarak kabul etmeleri ve bütün insanların onun kulu olduğunun temel alınmasıdır diyebiliriz. 

Bu çağrı nasıl içselleştirilir? 

Bu sorunun yüzyıllardır verilen cevabı, maalesef artık günümüz müslümanını tatmin etmemekte ve bu verilen cevapların etrafında geliştirilen müslüman yaşamı ne müslümana ne de başka insanlara örnek olaMAmaktadır. 

 İslamın sadece tapınak dini bu dinin kitabının da sadece bir sevap kazanma makinesi olduğu kanısı kafalara öyle bir kazınmış ki, hayatı boyunca sadece namaz kılan , oruç tutan , günde bilmem kaç defa tevbe istiğfar eden, Kur'anı boyna hatim eden bir resulu örnek almak şeklinde geliştirilen din algısı, bu gün bile hala geçerliliğini korumaktadır. Bu yapılanları tamamen red etmek adına söylem geliştirmek istemediğimizi, bu yapılanların tevhidi şuurun gelişmesi yönünde bir seyirde olması gerektiğini hatırlatarak , din dediğimiz şeyin sadece bunlardan ibaret olmadığının bilinci içinde bir düşünce ve yaşam sistemi geliştirilmesi zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir. 

Bir çok insan, adına müslüman denilen bu insanların yaptıkları ibadetlerin kendilerine bir hayır sağlamadığını , bu ibadetleri yapmayan başka insanların , bir çok konuda biz müslümanlardan ileride olduğunu gördükçe "Din bu ise ben gavur olmayı tercih ederim" diyerek kendilerini artık müslüman kimliği altında göstermekten imtina etmektedirler.

Her inanç sisteminde bir takım ritüellerin olması gayet doğal bir durum olup , İslam'da da böyle ritüeller vardır. Ancak bu ritüellere bakış açısı maalesef yanlış olup, sadece bunların uygulanması ile müslüman olunacağı zannı hakim olmuştur. Kesilen kurbanlarla ilgili olarak Rabbimizin " Onların ne etleri ne kanları Allaha ulaşır , ona ulaşan sizin takvanızdır" (22.37) buyurması ,ritüellerden elde edilmesi gereken maksadı beyan etmektedir. 

Bütün ritüellerin maksadında ta'zim edilen her kimse ona olan saygının birlikte olarak dışa vurumu yatmaktadır ,bu dışa vurum İslamda da aynı maksada matuf olarak yapılmaktadır. Bizler ritüelleri maksadı bırakarak araçları amaç edinen bir yapıya büründürüp, "İşte din bu dur" dediğimiz zaman, birileri bunda bir yanlışlık olduğunu sezerek "Böyle olmamalı , din sadece bu olmamalı" diyerek sorgulama içine girmektedir.

Sorgulayan insanların büyük çoğunluğu yanlışı görerek, biz müslümanlar tarafından tarafından yapılan bu yanlışın ,dinin doğruları olduğunu zannetme hatasına düşmektedirler ,  halbuki Allah (c.c) bizlere böyle bir yaşantı önerMEmektedir.

Bu yanlışları görerek hepten hayattan silmeye yönelik düşünceler, bir başka yanlışı beraberinde getirerek , Osmanlı da bir maarif nazırının espri olarak söylediği "Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim" sözünü anımsatmaktadır. Mektebi olmayan bir hayat nasıl eksik kalırsa dinin gereklerinden olan herhangi bir şey yanlış yapılıyor diyerek toptan atılması o kadar yanlıştır. 

Gündemimizi bu tür konuların varlığı veya yokluğu üzerinden yapılan tartışmalar değil bu yapılanların hangi amaca matuf olarak yapılması gerektiği doldurmalıdır. Doğru bir gündem üzerinde tartışarak , fikir birlikteliği sağlamanın ve bu birliktelik üzerinden yeni düşünce açılımları yapmanın , hem suni gündemleri örtmek açısından faydaları olacaktır.

Bu gündemin yakalanması için Kur'anın , "Din dili" dediğimiz bir uslup içinde yaptığı anlatımların , bu gün yaşayan müslümanlar tarafından güncellenerek okunması gerekmektedir.

Örneğin kavimlerin helakı ile ilgili ayetler , bu dil kullanılarak anlatılmış , kavimler gelen elçileri red ederek şirklerini sürdürdükleri için helak edilmişlerdir. Ancak bu anlatımlar klasik tefsirlerde israiliyyat ve uydurmalarla örtülmüş hasıl olması gereken maksat elde edilememiştir. 

Modernist yaklaşımlarda ise böyle bir yıkımın olmasının mümkün olmadığı çünkü "Sünnetullah" denilen yasalar gereği herkesin hesap gününde yaptıklarının karşılığını alacakları iddiası dile getirilerek "Sünnetullah" kavramının ne olduğunun bilinmediği ortaya çıkmıştır. Ayrıca yüzyıllardır tartışılan konulardan birisi de kavimlerin helakı ile ilgili olarak bu helakların neden devam etmediği , helakın devam eden bir süreç olup olmadığı konusundadır.

Halbuki "Sünnetullah" kavramının ne olduğu, doğru olarak anlaşılmış olsaydı bu tür tartışmaların yanlış olduğu , esas tartışılması gereken noktanın , kavimleri helake götüren sebeblerin kıyamete kadar yaşanacağı için böyle bir helaka neden olacak sebeblerin hayattan çıkarılması için gerekli önlemlerin alınması yönünde bir yaşam sürülmesi gerektiği anlaşılabilirdi.

Kavimleri helaka götüren en önemli faktör "Şirk" tir. Bu kavram maalesef bir takım selefi tekfirci gurupların elinde , kendileri gibi düşünmeyenlere vurdukları bir damga haline gelmiştir. Halbuki şirk olgusunun boyutlarını çağdaş dünya insanının anlayacağı bir dil ile ifade etmek gerekmektedir , tabiki öncelikle bu kavramı anlatmaya aday insanların kendilerinin bu kavramı doğru anlamaları gerektiği açıktır.

Şirk dediğimiz olgu, bütün insanların karşı karşıya olduğu bir tehlike olup bu kavramın insan hayatında nasıl tezahür ettiğinin konuşulması ve ortaya konulmaya çalışılması gerekmektedir. Bu kavram herkesin elinde gezen bir kılıç gibi önüne gelene sallayabileceği bir şey olmamalıdır. 

Allah (c.c) kullarına yaşadıkları hayata dair kurallar koyarak bu kuralların uygulamaya konulduğu takdirde onları dünya ve ahirette güzellikler beklediğini vaad etmiştir. Dünya hayatına dair konan kurallar kompleks bir yapı halinde olup , ekonomik , sosyal , hukuki, ahlaki  olarak bir takım kurallar vaaz edilmiştir. 
  
Kur'an da adı geçen kavimlerin helak edilme sebeblerine baktığımızda, onlara gelen elçilerin tavsiye ettiği sisteme karşı çıkmaları idi . Bu kavimler elçilerin önerdiği sistemi red ederek , kendi yanlarından çıkardıkları sistem ile idare edilmeyi seçtikleri takdirde, toplumsal yasalar gereği yıkım onlar için kaçınılmaz bir son olmaktadır. 

Kur'ana baktığımız zaman toplumların yıkımına sebeb olan en önemli nokta, Allah (c.c) nin isteği doğrultusunda bir hayat sürmemeleridir. Bu doğrultuda hayat sürmemeleri yer yüzünde fesadın artmasına sebeb olmakta ve o toplulukların sonlarını getirmektedir. 

Bu yok oluş evrensel bir yasa olup kıyamete kadar sürecektir. Bu yok oluşun illaki bütün insanların birden ölmesi şeklinde gerçekleşme şartı yoktur. En yakın örnek olarak komşu ülke Yunanistan bazında bu helakı düşündüğümüzde helakın yasalarını canlı olarak görmek mümkündür.

Yusuf (a.s) ın Mısır ülkesinin ekonomisini yönetme şekli bizlere tek kişilik ekonomi yönetimi ile en geniş halka olan ülkelerin ekonomi yönetimlerinin nasıl olması gerektiği öğretmektedir. Yusuf (a.s) kıssasından öğrendiğimiz ekonomi yasalarını formülüze edecek olursak "Bollukta biriktirip darlıkta harcamak" diyebiliriz. Yusuf (a.s) bu formülü hayata oratize ederek Mısır ülkesinin kıtlık ekonomisini başarılı bir şekilde yürütmüştür. 

Yunanistan örneğinde ise uygulanan ekonomi modelini formülüze edecek olursak "Bollukta harca darlıkta ele güne muhtaç ol" şeklinde yaşanan bir ekononmik hayat bu ülkenin helak olmasına sebeb olmuştur. Yunanistan adındaki ülke, şu anda ekonomik yasaları uygulamadığı için helaka uğramıştır. Bu helaktan kurtulup yeniden toparlanmaları evrensel ekonomik yasaları yeniden hayata pratize etmeleri ile mümkündür. 

Kur'an , Ad , Semud gibi kavimlerin adlarını vererek bu kavimlerin yaşanan zamanın en üst refah seviyesinde oldukları , ancak bu refahı başkalarına karşı zulüm aracı olarak kullandıkları için helak edildiklerini beyan eder. Helak yasaları sadece Kur'anda adı geçen bu kavimler için geçerli değildir , helak yasaları bu kavimlerin işlediği cürümleri işleyen bütün kavimleriçin geçerli olup , bu gün dünkü Ad , Semud gibi kavimlerin yerini almış olan A.B.D , Rusya , Çin , İngiltere ,Fransa gibi ülkeler toplumsal yasalar gereği yıkılmaya mahkumdur. 

Hacc s. 40 , bakara s. 251. ayetlerin de , "Allah'ın bir kısım insanı bir kısım ile def etmesi" şeklinde bir yasadan bahsedilmektedir. Bu yasa evrensel bir yasa olup bu gün zalim olan bir topluluk ,  mutlaka bir başka topluluk tarafından yıkıma uğratılacaktır. Zalimleri yıkıma uğratan topluluk , bir başka zalim toplulukta olabilir. 

Bizler eğer bu yasaları Kur'andan doğru okuyabilirsek , bu zalim müstekbirlerin ecellerini tamamladıkları zaman yok olacaklarının bilinci içinde olarak , bu yok olanların yerine başka zalimlerin değil bizlerin başa geçmesi için gerekli çalışmaların yapılması gerektiğini idrakı içinde oluruz. Çünkü bir zalimi yıkan başka zalim ,zulmün devamından başka bir icraat yapmayacaktır.

Bizler üzerimize yüklenen "İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak" şeklindeki görevin bilici içinde bir hayat sürmemiz gerekirken , suni gündemler oluşturarak birbirimizi kırmaktan başka bir icraatımız olmadığı apaçık ortadadır. 

Bizler , "İnsanlar içinde çıkarılmış en hayırlı ümmet" vasfına sahip olmamız , ırkımız nedeniyle değil Allah (c.c) nin vahyini yüklenmiş olmamız nedeniyledir. Ancak bu vahyin sorumluluğunu dahi akletmekten uzak bir hayat sürmemiz , hem bizlerin hem başkalarının zelil bir hayat sürmesine sebeb olmaktadır. 

Bu düşünceleri dile getirirken , bazılarımız müslümanların tarih boyunca yaptıkları yönetimsel icraatların, dünya insanlarına ne kadar faydası olduğunu haklı olarak sorgulayacaklardır. Çünkü Muhammed (a.s) ın vefatı sonrası meydana gelen olaylar, bizim tarihimizin kara sayfalarını oluşturmaktadır. Bu kara sayfaların yazıcılarının hiç biri kendilerine Allah (c.c) nin önerdiği sistemi dikkate almamış sadece geçmişten gelen kavgalarını devam ettirmek için yönetimi ellerinde bir güç olarak kullanmışlardır.

Bizler gündem olarak geçmişteki , "Sefer ve Telli oğulları" kavgasının hangi tarafında olacağız kavgasını gündemimizden çıkarmadığımız müddetçe , dünyaya söyleyecek herhangi bir sözü olan topluluk olarak değil , söylenen sözler üzerinde kavgalar yaparak birbirlerini kıran bir topluluk olmaya mahkum kalmaktan kurtulamayız. 

Müslümanların gündemini , kısır ilmihal tartışmaları değil vahyin evrensel çağrısının insanlara doğru anlatılması üzerinde yapılan tartışmalar meşgul etmelidir. Hayırlı topluluk olmanın gereğini, birbirimizi kırarak değil önce birbirimiz ile kenetlenerek oluşturabileceğimiz hatırdan çıkarılmamalıdır.

Sünnetin , hadisin vahiy olup olmadığı yönünde yapılan kısır tartışmalar bir kenara bırakılarak , Sünnet kavramının Kur'anda adı geçen bütün elçiler ile bağının kurularak onların mücadelelerinin bu çağa olan mesajını okumaya çalışarak , sağ elle yemenin , sarık sarmanın , misvak kullanmanın hükümleri v.s gibi şeyler üzerinde vakit kaybetmemeliyiz.

Vahyi gündeme getirmeye çalışan bir kısım kişilerin de maalesef suni gündemler üzerinde vakit geçirmekte olduklarını görmekteyiz. Belirli ayetleri ellerine alarak , hadis ve sünnet yanlılarının kafir müşrik olduklarını iddia edenler , aynı ayetleri ellerine alan hadis ve sünnet taraftarlarınca aynı şekilde kafir ve müşrik olarak suçlanmaktadırlar. 

Kafir ve müşrik kavramları kimsenin elinde birbirine karşı kullanacağı ucuz kavramlar haline dönüşmemelidir. Müslümanların birbirleri olan kavgalarının kimlere yarayacağı dikkate alınarak , düşmanları kendimize güldürecek kavgaları bir tarafa bırakarak , düşmanların korkulu rüyası , mazlumların beklediği kurtarıcılar haline gelmenin yollarını tartışmalıyız. Mehdi adında birisinin gelerek dünyayı kurtaracağı masallarını bırakarak , hepimizin dünyayı kurtaracak mehdiler olması için çalışmalıyız.

Yazdıklarımızın uygulama safhasına konulmasının güçlüğü hepimizin malumu olup , bu güçlükler dikkate alınarak ipin ucunu koyvermek müslümana yakışan bir davranış değildir. Kur'an bu konuda Yunus ve Nuh (a.s) ların yaşamlarından kesitler sunarak , Yunus (a.s) ın sabırsızlığı neticesinde başına gelenleri hatırlatarak , Nuh (a.s) ın uzun yıllar kavmini sabırla doğru yola iletme çabaları bizler için örnek olmalıdır. 

Bu gün içinde bulunduğumuz ortama baktığımız zaman , bize vaaz edilen din ile yaşantımız arasında derin uçurumlar bulunmaktadır. Adımız müslüman dahi olsa yaşadığımız sistem içinde maalesef eriyip gitmiş bir halde bulunmaktayız. Biz bu dinin değerlerini doğru bir biçimde hayata aktarmada sıkıntı içinde olmamız, başkalarına örnek olma noktasında büyük bir eksikliktir. Din dediğimiz şeyin sadece mistik değerler ve cami ile sınırlı bir inanç olmadığı , dünyanın içinde bulunduğu ekonomik , sosyal , siyasal , askeri v.s gibi konularda söyleyecek sözleri olduğunu önce kendimizin bilmesi gerekmektedir ki sonra bu dinin gerici ve yobazların sarıldığı bir din olmadığı ilan edilebilsin. 

Sonuç olarak ; Müslümanlar olarak illaki bir yerlerden başlamak gerekmektedir. Bu başlangıç, önce inandığımız dinin inanç değerlerini doğru ve çağdaş insanın algısına uygun bir biçimde öğrenip ona göre bir söylem geliştirmek , onu hayata pratize etmeye yönelik ameller içinde olmalıdır. Söylemi çağdaş insanın algısına uygun bir biçimden kastımız yamultarak veya başkalrına şirin görünmeye yönelik olarak değil tavizsiz bir biçimde olmalıdır. İnancımız kimseye zorla kabul ettirme gibi bir vazifemiz olmadığını bilerek , sadece inancımızı doğru bir biçimde aktarmak gibi bir görevimiz olduğu bilinmelidir. 

Gündem belirleme konusunda başkalarının belirlediği suni gündemleri değil , kendimizin oluşturduğu ve bizlerin ufkunu açmaya yarayan , bizleri daha ilerilere taşıyacak gündemler oluşturarak bunları konuşmaya çalışmalıyız. Aramızda olan ihtilafların daha fazla açılmasına yarayacak şeyleri değil , aramızda ihtilaf konusu olan konuların ortak bir payda olan Kur'an üzerinde anlaşılarak en aza indirilmeye çalışılması gerekmektedir. Bunun tersi yapılan çalışmaların bizi nereye götürdüğü veya hiç bir yere götüremediği maalesef şu zamandaki durumumuzdan belli olmaktadır. 

                      ÇALIŞMA BİZDEN BAŞARI ALLAH (C.C) DEN DİR.

2 yorum: