Allah (c.c) , kendisinin her şeye güç yetiren olduğunu , kendisine dua edildiğinde ona icabet edeceğini , Kur'anın bir çok Ayetinde beyan etmiştir. Bu beyanını, sadece iddia boyutunda kalmayarak ispatlamıştır. Bu sebebten ötürü kullarına kendisinden hiç bir zaman ümit kesmemesini ve ona dua etmekten geri durmamasını öğütleyen Rabbimiz , ondan ümit kesmeyi ve ondan başkalarından istemeyi dalalet olarak haber vermiştir.
Kur'an kıssalarının sadece yaşandığı zaman ve mekana hapsedilmeden bize dönük mesajlar olarak okunması gerektiğini , kıssalar ile ilgili yazılarımızda hatırlatmaktayız. Bizler için imkansız olarak düşündüğümüz bir şeyin Allah (c.c) içinde aynı şekilde imkansız olmadığının açık seçik gösterilmesi, kıssa yollu anlatımlar üzerinden yapılarak iddianın ispatı da yapılmıştır.
[042.028] Umutsuzluğa düşmelerinin ardından yağmuru indiren, rahmetini
yayan O'dur. O, övülmeğe layık olan dosttur.
[039.053] De ki: «Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım!
Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini
bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir.»
[002.186] Eğer kullarım sana benden sorarlarsa onlara de ki; ben
kendilerine yakınım, bana dua edenin duasını, dua edince, kabul ederim. O halde
onlar da benim çağrıma olumlu karşılık vererek bana iman etsinler ki, doğru yolu
bulsunlar.
İbrahim ve Zekeriyya (a.s) ların ortak yönleri ikisininde ileri yaşa gelmelerine rağmen çocuk sahibi olamamış olmalarıdır. Onların bu durumları şöyle anlatılmaktadır.
[037.100-1] «Rabbim! Bana sâlihlerden (bir çocuk) ihsan buyur.» Biz de onu
pek yumuşak tâbiatli bir oğul ile müjdeledik.
İbrahim (a.s) ın Saffat s. Ayetlerinde bu şekilde dile getirdiği isteği , "İbrahim'in Misafirleri" nin anlatıldığı Hud , Hicr , Zariyat surelerinde gerçekleşme haberi şu şekilde verilmektedir.
[011.069] And olsun ki, elçilerimiz müjde ile İbrahim'e geldiler. «Selam
sana» dediler, «Size de selam» dedi, hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.
[011.070] Ona ellerini uzatmadıklarını görünce kendilerini yadırgadı ve
içinde onlara karşı bir korku duydu. Onlar: «Korkma, zira biz Lut kavmine
gönderildik!» dediler.
[011.071] Bu arada, İbrahim'in ayakta duran karısı gülünce, «Ona İshak'ı
ardından Yakub'u müjdeleriz» dediler.
[011.072] «Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuşken
nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu şaşılacak bir şey» dedi.
[011.073] Dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev
halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O,
övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur.
[015.051] Onlara İbrahim'in konuklarını da anlat:
[015.052] Hani İbrahim'in yanına girip selâm verdiklerinde O «Biz sizden
korkuyoruz» dedi.
[015.053] Dediler ki: Korkma; biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz.
[015.054] «Ben kocamışken bana müjde mi veriyorsunuz? Neye dayanarak
müjdeliyorsunuz?» deyince:
[015.055] Sana gerçeği müjdeledik, sakın ümitsizliğe düşenlerden olma!
dediler.
[015.056] Dedi ki: Sapıklardan başka Rabbının rahmetinden kim ümidini
keser?
[051.024] İbrahim'in ikram edilmiş konuklarının haberi sana geldi mi?
[051.025] Yanına girdikleri vakit: «Selam!» dediler. O da: «Selam!
Görülmedik bir topluluk» dedi.
[051.026] Gizlice ailesinin yanına gitti, semiz bir buzağı getirdi
[051.027] Onu, önlerine yaklaştırdı «Yemez misiniz?» dedi.
[051.028] Derken onlardan korkmaya başladı. «Korkma» dediler ve ona bilgin
bir oğlan çocuğu müjdelediler.
[051.029] Bunun üzerine zevcesi hayretle seslenerek döndü, yüzünü
kapayarak: Kısır bir kocakarı, dedi.
[051.030] Onlar: «Bu böyledir. Rabbin söylemiştir. O, hikmet sahibidir,
bilendir» dediler.
İlerlemiş yaşına ve kısır karısına rağmen , Rabbinden ümit kesmeyen İbrahim (a.s) ın bu isteğinin karşılandığının haberi ,kendisi ve karısı tarafından insan olmaları nedeniyle şaşkınlık ile karşılanır. İbrahim (a.s) haberi aldığında zaman ilk şaşkınlığını " Sapıklardan başka Rabbının rahmetinden kim ümidini
keser?" diyerek atar ve bu söz bizler içinde bir mesaj taşımaktadır.
Zekeriyya (a.s) ın Rabbinden çocuk istediği şu şekilde dile getirilmektedir.
[019.001] Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sad.
[019.002] Bu, Rabbinin Zekeriyya kuluna olan rahmetini, bir anıştır.
[019.003] Hani o, gizli bir sesle Rabbine niyaz etmişti:
[019.004] Rabbim! dedi, benden (vücudumdan), kemiklerim zayıfladı, saçım
başım ağardı. Ve ben, Rabbim, sana (ettiğim) dua sayesinde hiç bedbaht
olmadım.
[019.005] Ben bu halimle, arkamdan yerime geçecek olan akrabalardan
endişeliyim. Karımda kısır bulunuyor, onun için bana bir dost ver!
[019.006] «Ki bana da mirasçı olsun, Yakub ailesine de mirascı olsun.
Rabbim, onu sen rızana kavuştur.»
[019.007] Allah: «Ey Zekeriya! Sana, Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz.
Bu adı daha önce kimseye vermemiştik» buyurdu.
[019.008] Zekeriya: «Rabbim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken
nasıl oğlum olabilir?» dedi.
[019.009] (Ona gelen melek:) «İşte böyle» dedi. «Rabbin dedi ki: -Bu benim
için kolaydır, daha önce sen hiç bir şey değil iken, seni yaratmıştım.»
[019.010] Zekeriya «Rabbim! Öyleyse bana bir alamet ver» dedi. Allah:
«Senin alametin, sağlam ve sıhhatli olduğun halde üç gün üç gece insanlarla
konuşamamandır» buyurdu.
[003.037] Rabbi onu güzel bir kabulle karşıladı, güzel bir bitki gibi
yetiştirdi; onu Zekeriya'nın himayesine bıraktı. Zekeriya mabedde onun yanına
her girişinde, yanında bir yiyecek bulurdu. «Ey Meryem! Bu sana nereden geldi?»
demiş, o da: Bu, Allah'ın katındandır» cevabını vermişti. Doğrusu Allah
dilediğini hesapsız rızıklandırır.
[003.038] Orada Zekeriya Rabbine dua etti: «Ya Rabbi! Bana kendi katından
temiz bir soy bahşet, doğrusu Sen duayı işitirsin».
[021.089] Zekeriya da: «Rabbim! Beni tek Başıma bırakma, Sen varislerin en
hayırlısısın» diye nida etmişti.
[021.090] Biz de ona icabet ederek, Yahya'yı bahşetmiş, eşini de doğum
yapacak hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve
umarak Bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı.
Ortak noktaları ileri yaşa gelmiş olmalarına rağmen çocuk sahibi olamamak olan İbrahim ve Zekeriyya (a.s) lar üzerinden , ümit kesmemenin ve dua etmenin Allah katındaki karşılığı canlı olarak gösterilmektedir.
Bunlar anlatımlardan bizlere düşen hisse ne olmalıdır dersek şunları söylemek mümkündür;
Kullar hayatlarının her hangi bir zamanında zor ve sıkıntılı durumlara düşebilirler , bu durumlar imtihan olgusu içinde değerlendirilmesi gerekmektedir , bu durumlarda yapılması gerekenlerin ne olması gerektiği, bizden öncekilerin içine düştükleri sıkıntılı durumlardan kurtulmak için takip ettikleri yol anlatılarak, bizlerin de o yolu takip etmesi öğütlenmektedir.
İbrahim ve Zekeriyya (a.s) ların ileri yaşa gelmiş olmalarına rağmen çocuk sahibi olamamış olmaları onlar için bir sıkıntı kaynağıdır , onlar bu sıkıntıyı aşmak için yaşadıkları zaman şartları içinde yapılabilecek olan gerekli çalışmayı yapmış oldukları muhakkaktır. Onlar Allah (c.c) nin kuluna yardım etmesi için koymuş olduğu kuralı gayet iyi bilmektedirler. Kendi sıkıntıları olan çocuk sahibi olamamalarını aşmak için gerekli olan sebeblere tevessül etmiş olmalarına rağmen yine çocuk sahibi olamamışlardır.
Allah (c.c) kuluna yardım etmeyi üzerine almış olduğunu ve bir çok Ayette bu vazifeyi nasıl yerine getirdiğini bize yaşanmış örnekleri ile anlatmaktadır. Allah (c.c) nin kuluna yardım sözünü yerine getirmesi için kulun öncelikle çalışıp gayret etme şartı vardır. Bu şartları yerine getirmeden hiç bir kula yardım sözü gerçekleşmez.
[002.214] Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete
gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın
yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve
sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
Allah (c.c) nin yardımı kulun yapması gerekenlerin tamamını yapıp artık daha yapacak bir şeyi kalmadıktan sonra gelir . İbrahim ve Zekeriyya (a.s) lar örneğinde bunu görmekteyiz. O yaşlarına kadar ellerinden geleni yapmalarına rağmen elleri boş kalmış ve artık yardımı hak etmişlerdir. Bu durumu sadece doğum olayı ile sınırlandırmamak gerekir , bizler içine düştüğümüz her türlü sıkıntılı durumdan kurtulmak için gerekli olan çalışmayı yaparak bu yardıma hak kazanabiliriz.
İşleri kesat giden bir esnaf evinde oturarak dua ettiği takdirde işleri dahada bozulacaktır. İşleri kesat giden esnaf eğer erkenden işine gider işlerinin yolunda gitmesi için gereken ne ise onu yaptığı takdirde bir çeşit fiili dua yapmış olur ve sıkıntılarından kurtulma imkanına sahip olur.
Allah (c.c) nin yardım sözü belli kurallara bağlıdır , buna "Sünnetullah" denilmekte ve bu kural ilk günden son güne kdar değişmemiş ve değişmeyecektir. Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz sıkıntılı durumlardan kurtulmak için önce bu durumdan kurtulmanın çarelerini aramak ve bu çareleri sonuna kadar kullanmak zorundayız .
Bunları yaparken her zaman ümitvar olmak zorundayız , çünkü arkamızda tek İlah ve yardımcı olarak kabul ettiğimiz bir Rabbimiz var. O bizlerin kendisinden başka yardımcısı olmadığına inandığımızı ve bu inancımızı yerine getirdiğimizi gördüğünde kendisini üzerine vazife aldığı yardımı yerine getirecektir , sözüne en sadık olan ondan başka kim vardır.
[030.047] Andolsun ki, senden önce birçok peygamberleri kavimlerine
gönderdik de onlara apaçık delillerle vardılar. Onun üzerine suç işleyenlerden
intikam aldık. Mü'minlere yardım ise üzerimizde bir hak oldu.
Sonuç olarak; Bir çok Ayetinde bizlere kendisinden ümit kesmemeyi emreden ve dua ettiğimizde bize icabet edeceğini buyuran Rabbimiz , verdiği sözü yerine getirdiğine dair geçmişteki canlı örnekleri kıssalar ile bizlere anlatmaktadır. Allah (c.c) kullarına yardım etme sözünü yerine getirmek için bir takım kurallar koymuş ve bu kurallar yerine gelmeden bu sözünü yerine getirmemektedir. Kur'an kıssalarını bize dönük mesajlar olarak okuduğumuzda bir kıssa içinden belki onlarca konu başlığı çıkabilecek mesajlar çıkabilmektedir. İbrahim ve Zekeriyya (a.s) lar üzerinden verilen bu örnek , onların şahsında ümitvar olmanın ve dualara icabet eden Rabbimizin verdiği sözde nasıl durduğunun canlı örneklerini vererek bizlere aynı surumlara düştüğümüzde kime ve nasıl yönelmemiz gerektiğini hatırlatmaktadır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
İbrahim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İbrahim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
26 Ocak 2015 Pazartesi
4 Ocak 2015 Pazar
Makamı İbrahim: Taş Kutsayıcılığının Müslümanlara Yansıması
Atamız İbrahim ve oğlu İsmail (a.s) ın birlikte çalışarak temellerini yükselttikleri Mekke şehrinde bulunan ve insanlar için yapılan ilk Beyt olan (3.96) Kabe , arap cahiliyesinde şirk unsuru haline getirilmiş , Muhammed (a.s) 23 yıl süren mücadele sonunda orayı olması gereken haline yani Tevhidin sembolu haline getirmiştir.
İlerleyen zaman süreci içinde Kabe ve Hacc olması gereken boyutundan çıkarılmış içi boş ritüellerin tekrarlandığı, tevhidi şuur boyutunun akla dahi getirilmediği bir ibadetgah haline getirilmiştir. Semboller ile Allah (c.c) ye olan kulluğun ifade edildiği yer olan Kabe ve çevresi , araçların amaca dönüşmesi sürecinde oradaki taşların kutsandığı bir mekan haline dönüşmüştür. Kabenin duvarını ve kara taşı öpmek için, ezmek veya ezilmek pahasına gösterilen çabayı gördüğümüz zaman demek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır.
Bu yazımızda Kur'an da ifade edilen "Makamı İbrahim" den neyin kast edildiği üzerinde durmaya gayret ederek, kast edilen şeyin sadece bir taşı kutsamak olmadığını göstermeye çalışacağız.
" Makamı İbrahim" denilince akla ilk gelen , İbrahim (a.s) ın Kabeyi inşa ederken üzerine çıktığı ve üzerinde ayak izinin olduğu , Kabenin karşısında cam bir fanus içinde duran taş olduğudur.
Fakat Kur'an bu terimi kullanırken, Beyt, Salat , Hacc , Tevhid , Şirk, Kıyam gibi anahtar kavramları kullanarak anlatmaktadır. Bu kavramların içlerinin boşaltılması ve aracın amaç haline dönüşmesi sonucu yapılan eylemler , sadece taş kutsayıcılığına dönüşmüş hala bu şekilde devam etmektedir. Yanlışların üzerinde durarak yazının hacmini büyültmek istemediğimiz için ,olması gerekenin üzerinde durmak istiyoruz.
[003.096] Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke de, o, kutlu ve bütün insanlar için hidayet olan dir.
[003.097] Orada apaçık nişâneler, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.
[002.125] Hani Evi (Kâ'beyi) insanlar için yaratılış gayelerini hatırlama ve güvenlik yeri kıldık. «İbrahim'in makamını salat yeri edinin», İbrahim ve İsmail'e de, «Evi'mi tavaf edenler, oraya yönelenler ve rükû ve secde edenler için temizleyin» diye ahid verdik.
Bakara s. 125. ayet içinde geçen "Mesabeten" kelimesininin meallerde "Sevab kazanma yeri" olarak çevrildiğini görmekteyiz. Biz bu kelimeyi "yaratılış gayelerini hatırlama yeri" olarak çevirmeyi daha uygun gördük , bu uygun görüşümüzün gerekçesi şu dur ;
"Sevbün" kelimesi sözlükte , " Bir nesnenin önceden, üzere bulunduğu ilk durumuna ya da düşüncede amaçlanmış ve düzenlenmiş veya hazırlanmış olan durumuna geri dönmesi" anlamına gelmektedir. (Elmüfredat)
"Beyt in mesabe kılınması" demek , insanların fıtratlarında olan Allah (c.c) yi Rab ve tek İlah olarak bilmelerinin yer yüzünde hatırlatılma mekanı olması" anlamındadır. İbrahim (a.s) örnek bir Elçi olarak , yaratılış gayesini bilen o yönde hareket eden , yaratılış gayelerinin aksine hareket eden babasına ve kavmine karşı canını ortaya koyarak vermiş olduğu mücadele bizler için kıyamete kadar çıkış noktası olması açısından önemi büyüktür. "Sevab kazanma yeri" olarak çevrilmesini , Kur'anın tevhidi mantığından uzak yapılmış mealler olduğunu hatırlatalım.
Elbeyt yani Kabe de İbrahim'in makamı olduğunun hatırlatılması sadece orada olan bir taşın hatırlatılması mı yoksa, "Makam" kelimesinin hatırlattığı anlamın ,İbrahim (a.s) üzerinden örnekliğinin hatırlatılarak bizlerinde aynı şuur içinde olması mı hatırlatılmak istenmektedir?.
Bunu anlamak için "Makam" ve "Musalli" kelimelerinin anlam içeriğini okumak gerekmektedir.
[005.097] Allah, Beyt-i Haram (olan) Kâbe'yi insanlar için bir ayaklanma (kıyam evi) kıldı; Haram Ay'ı, kurbanı ve boyunlardaki gerdanlıkları da. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde ne varsa tümünü bildiğini ve Allah'ın gerçekten her şeyi bilen olduğunu bilmeniz içindir.
Maide s. 97. ayetinde Kabenin kıyam merkezi kılınmış olması ile , orada İbrahim (a.s) makamı olmasının ne anlama geldiği İbrahim (a.s) ın kıssası hatırlandığı takdirde anlaşılacaktır.
İbrahim (a.s) kavminin şirkine karşı TEK BAŞINA karşı koyarak canı pahasına Tevhidi duruşun örnekliğini veren Elçilerden biri olması hasebiyle , kavminden kurtulduktan sonra Mekke bölgesine gelerek oğlu ile birlikte Beyt in temellerini yükseltmiştir. Hacc, onun bu duruşunun zihinlerde diri tutulmasına matuf bir ibadet olup , her Müslümanın onun bu örnekliğini anarak "HEPİMİZ İBRAHİMİZ" mesajını verdiği bir mekandır.
Bu bağlamda Bakara s. 125. ayet içinde geçen , Salat , Tavaf , Ruku , Secde kelimelerinin anlamları gündeme gelecektir.
"Salat" kelimesi, genel anlamı ile kişinin yönelimini ifade eden bir kelime olup kişi kimi İlah olarak biliyorsa ona yaptığı tazim in adıdır. Kişinin yönelimi İlah olarak Tazim ettiği Allah (c.c) ye ise bunun adı TEVHİD , kişinin yönelimi İlah olarak tazim ettiği başka kişi kurum v.s ler ise bunun adı ŞİRK tir.
"Tavaf" kelimesi, "Bir nesnenin etrafında yürümek" anlamında olup , buradan hareketle koruma amacıyla evinin etrafında dönüp dolaşan kimseye TAİFUN denmiştir.
Müslümanların Kabe etrafında tavaf etmelerinin anlamı bu kelimenin anlam alanı bilindiğinde daha kolay ortaya çıkmaktadır. Müslümanlar Allah (c.c) nin Beyti nin etrafında dönerek , orayı yani Allah (c.c) Dinini koruyacaklarını deklere etmektedirler. Maaleseftir ki bu dönüş sadece şekilsel ifadesinde kalarak şuru boyutu geride bırakılmış sayıların tamamlanması etrafında içi boş bir dönüş haline gelmiştir.
"Ruku" ve "Secde" kelimeleri , kişinin acziyetini ifade etmesinin bir çeşit ifadesi olup , bu acziyeti hem hayatında Allah (c.c) nin Dinini hayatında pratize ederek i hemde belirli vakitler içinde topluca eda ettikleri Salatlarında ifade ederler.
Yukarda verdiğimiz ayetleri yeniden toparlayacak olursak;
"Beyt" kelimesinin , "İnsanın geceden ve onun tehlikelerinden sığındığı yer" anlamından hareketle, küfür karanlığından sığınılacak yer olarak Allahın Evi olarak ilk olarak Mekke de yapılan evin adı Kabe dir. Oraya sığınanın küfür karanlığından emin olacağını beyan eden Rabbimiz , küfre karşı can siperane bir kıyamda bulunan İbrahim (a.s) a orayı yeniden canlandırması emretmiş , o da oğlu ile orayı yeniden ihya etmiştir.
Belli zamanda insanları oraya Hacca çağıran İbrahim (a.s) ın bu çağrısı kıyamete kadar baki olarak kalacak ve insanlar oraya Hacc için geleceklerdir. Oradaki sembollerden ve Kıyam yeri olarak belirlenen Kabe tavaf edilerek , Allah (c.c) nin dininin etrafından ayrılmayacaklarına dair olan sözler yeniden hatırlanır, İbrahim (a.s) örnekliği burada çok önemli bir konumda olup , onun Salat örneği yani canını hiçe sayarak şirke karşı tek başına olsa dahi karşı duruşu bizlerinde bu durumda olsak bile aynı mücadele içine olacağımızın Rabbimize karşı beyan etmemiz anlamındadır.
Bütün bunlardan sonra görülüyor ki ; İbrahim as ın makamı demek, onun Kabeyi yeniden yükseltirken üzerine bastığı iddia edilen taş demek değildir. Bu ucuzcu bir yaklaşım olup, onun Tevhidi mücadelesinin hatırlanarak aynı yolda yürünmesine matuf olarak kişiye herhangi bir şuur vermemektedir. Aksine kişiyi taş kutsayıcılığı gibi bir duruma düşürmesi açısından tehlikeli bir durum olup şuur boyutundan uzaklaştıran bir obje olarak orada boşuna yer kaplamaktadır.
HACC İBADETİNİN TARİHİ VE TURİSTİK BİR GEZİ OLMAKTAN ÇIKARILARAK ASLİ BOYUTUNA DÖNDÜRÜLME VAKTİ GELMEDİ Mİ?
Sonuç olarak ;Makamı İbrahim den salat yeri edinilmesi demek oradaki taşı karşısına alarak namaz kılmak eylemi olarak değil , İbrahim (a.s) ın örnekliğinin hatırlanması demektir. Şekilcilik hastalığının geldiği noktalardan birisi olarak gördüğümüz , Kabenin duvarlarına yapışmak , Hacerül Esved adındaki taşa ve Makamı İbrahim olarak bilinen taşa olan tazim eski hastalıkların nüksetmesinin bir yansımasıdır. Hacc ibadetinde asıl olanın tek İlah olan Allah (c.c) nin dışındakileri red ederek sadece ona kul olduğumuzun gösterilmesine yarayan bir takım araçların amaç haline getirilerek içinin boşaltılması sonucunda özellikle kendisini Kur'an Müslümanı olarak tarif eden bir takım kimseler tarafından Hacc ibadetinin tümden red edilmesi gibi bir düşünce içine girilmiştir. Müslümanların yaptıkları yanlışlar öne sürülerek doğru olanın red edilmesi mantığı daha yanlış bir yaklaşım olup , esas olan şeyin bunun doğrusunun anlaşılması üzerine çalışılması olmalıdır. Hacc ibadeti içindeki yapılan ritüeller anlam itibarı ile İbrahim (a.s) ın şirke karşı açmış olduğu Tevhid bayrağının kıyamete kadar dalgalandırılmasının ifadesi olup bu görevi ifa eden Müslümanlar yapmış oldukları ritüellerin ne ifade ettiğini bildikleri takdirde , önce Kabenin bulunduğu topraklardaki müstekdir tağuti Suud rejimine bayrak açarak onların zulümlerine isyan etmeleri , sonra geldikleri ülkelerin tağuti sistemleri İbrahim (a.s) misali isyan etmeleri gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
İlerleyen zaman süreci içinde Kabe ve Hacc olması gereken boyutundan çıkarılmış içi boş ritüellerin tekrarlandığı, tevhidi şuur boyutunun akla dahi getirilmediği bir ibadetgah haline getirilmiştir. Semboller ile Allah (c.c) ye olan kulluğun ifade edildiği yer olan Kabe ve çevresi , araçların amaca dönüşmesi sürecinde oradaki taşların kutsandığı bir mekan haline dönüşmüştür. Kabenin duvarını ve kara taşı öpmek için, ezmek veya ezilmek pahasına gösterilen çabayı gördüğümüz zaman demek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır.
Bu yazımızda Kur'an da ifade edilen "Makamı İbrahim" den neyin kast edildiği üzerinde durmaya gayret ederek, kast edilen şeyin sadece bir taşı kutsamak olmadığını göstermeye çalışacağız.
" Makamı İbrahim" denilince akla ilk gelen , İbrahim (a.s) ın Kabeyi inşa ederken üzerine çıktığı ve üzerinde ayak izinin olduğu , Kabenin karşısında cam bir fanus içinde duran taş olduğudur.
Fakat Kur'an bu terimi kullanırken, Beyt, Salat , Hacc , Tevhid , Şirk, Kıyam gibi anahtar kavramları kullanarak anlatmaktadır. Bu kavramların içlerinin boşaltılması ve aracın amaç haline dönüşmesi sonucu yapılan eylemler , sadece taş kutsayıcılığına dönüşmüş hala bu şekilde devam etmektedir. Yanlışların üzerinde durarak yazının hacmini büyültmek istemediğimiz için ,olması gerekenin üzerinde durmak istiyoruz.
[003.096] Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke de, o, kutlu ve bütün insanlar için hidayet olan dir.
[003.097] Orada apaçık nişâneler, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.
[002.125] Hani Evi (Kâ'beyi) insanlar için yaratılış gayelerini hatırlama ve güvenlik yeri kıldık. «İbrahim'in makamını salat yeri edinin», İbrahim ve İsmail'e de, «Evi'mi tavaf edenler, oraya yönelenler ve rükû ve secde edenler için temizleyin» diye ahid verdik.
Bakara s. 125. ayet içinde geçen "Mesabeten" kelimesininin meallerde "Sevab kazanma yeri" olarak çevrildiğini görmekteyiz. Biz bu kelimeyi "yaratılış gayelerini hatırlama yeri" olarak çevirmeyi daha uygun gördük , bu uygun görüşümüzün gerekçesi şu dur ;
"Sevbün" kelimesi sözlükte , " Bir nesnenin önceden, üzere bulunduğu ilk durumuna ya da düşüncede amaçlanmış ve düzenlenmiş veya hazırlanmış olan durumuna geri dönmesi" anlamına gelmektedir. (Elmüfredat)
"Beyt in mesabe kılınması" demek , insanların fıtratlarında olan Allah (c.c) yi Rab ve tek İlah olarak bilmelerinin yer yüzünde hatırlatılma mekanı olması" anlamındadır. İbrahim (a.s) örnek bir Elçi olarak , yaratılış gayesini bilen o yönde hareket eden , yaratılış gayelerinin aksine hareket eden babasına ve kavmine karşı canını ortaya koyarak vermiş olduğu mücadele bizler için kıyamete kadar çıkış noktası olması açısından önemi büyüktür. "Sevab kazanma yeri" olarak çevrilmesini , Kur'anın tevhidi mantığından uzak yapılmış mealler olduğunu hatırlatalım.
Elbeyt yani Kabe de İbrahim'in makamı olduğunun hatırlatılması sadece orada olan bir taşın hatırlatılması mı yoksa, "Makam" kelimesinin hatırlattığı anlamın ,İbrahim (a.s) üzerinden örnekliğinin hatırlatılarak bizlerinde aynı şuur içinde olması mı hatırlatılmak istenmektedir?.
Bunu anlamak için "Makam" ve "Musalli" kelimelerinin anlam içeriğini okumak gerekmektedir.
[005.097] Allah, Beyt-i Haram (olan) Kâbe'yi insanlar için bir ayaklanma (kıyam evi) kıldı; Haram Ay'ı, kurbanı ve boyunlardaki gerdanlıkları da. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde ne varsa tümünü bildiğini ve Allah'ın gerçekten her şeyi bilen olduğunu bilmeniz içindir.
Maide s. 97. ayetinde Kabenin kıyam merkezi kılınmış olması ile , orada İbrahim (a.s) makamı olmasının ne anlama geldiği İbrahim (a.s) ın kıssası hatırlandığı takdirde anlaşılacaktır.
İbrahim (a.s) kavminin şirkine karşı TEK BAŞINA karşı koyarak canı pahasına Tevhidi duruşun örnekliğini veren Elçilerden biri olması hasebiyle , kavminden kurtulduktan sonra Mekke bölgesine gelerek oğlu ile birlikte Beyt in temellerini yükseltmiştir. Hacc, onun bu duruşunun zihinlerde diri tutulmasına matuf bir ibadet olup , her Müslümanın onun bu örnekliğini anarak "HEPİMİZ İBRAHİMİZ" mesajını verdiği bir mekandır.
Bu bağlamda Bakara s. 125. ayet içinde geçen , Salat , Tavaf , Ruku , Secde kelimelerinin anlamları gündeme gelecektir.
"Salat" kelimesi, genel anlamı ile kişinin yönelimini ifade eden bir kelime olup kişi kimi İlah olarak biliyorsa ona yaptığı tazim in adıdır. Kişinin yönelimi İlah olarak Tazim ettiği Allah (c.c) ye ise bunun adı TEVHİD , kişinin yönelimi İlah olarak tazim ettiği başka kişi kurum v.s ler ise bunun adı ŞİRK tir.
"Tavaf" kelimesi, "Bir nesnenin etrafında yürümek" anlamında olup , buradan hareketle koruma amacıyla evinin etrafında dönüp dolaşan kimseye TAİFUN denmiştir.
Müslümanların Kabe etrafında tavaf etmelerinin anlamı bu kelimenin anlam alanı bilindiğinde daha kolay ortaya çıkmaktadır. Müslümanlar Allah (c.c) nin Beyti nin etrafında dönerek , orayı yani Allah (c.c) Dinini koruyacaklarını deklere etmektedirler. Maaleseftir ki bu dönüş sadece şekilsel ifadesinde kalarak şuru boyutu geride bırakılmış sayıların tamamlanması etrafında içi boş bir dönüş haline gelmiştir.
"Ruku" ve "Secde" kelimeleri , kişinin acziyetini ifade etmesinin bir çeşit ifadesi olup , bu acziyeti hem hayatında Allah (c.c) nin Dinini hayatında pratize ederek i hemde belirli vakitler içinde topluca eda ettikleri Salatlarında ifade ederler.
Yukarda verdiğimiz ayetleri yeniden toparlayacak olursak;
"Beyt" kelimesinin , "İnsanın geceden ve onun tehlikelerinden sığındığı yer" anlamından hareketle, küfür karanlığından sığınılacak yer olarak Allahın Evi olarak ilk olarak Mekke de yapılan evin adı Kabe dir. Oraya sığınanın küfür karanlığından emin olacağını beyan eden Rabbimiz , küfre karşı can siperane bir kıyamda bulunan İbrahim (a.s) a orayı yeniden canlandırması emretmiş , o da oğlu ile orayı yeniden ihya etmiştir.
Belli zamanda insanları oraya Hacca çağıran İbrahim (a.s) ın bu çağrısı kıyamete kadar baki olarak kalacak ve insanlar oraya Hacc için geleceklerdir. Oradaki sembollerden ve Kıyam yeri olarak belirlenen Kabe tavaf edilerek , Allah (c.c) nin dininin etrafından ayrılmayacaklarına dair olan sözler yeniden hatırlanır, İbrahim (a.s) örnekliği burada çok önemli bir konumda olup , onun Salat örneği yani canını hiçe sayarak şirke karşı tek başına olsa dahi karşı duruşu bizlerinde bu durumda olsak bile aynı mücadele içine olacağımızın Rabbimize karşı beyan etmemiz anlamındadır.
Bütün bunlardan sonra görülüyor ki ; İbrahim as ın makamı demek, onun Kabeyi yeniden yükseltirken üzerine bastığı iddia edilen taş demek değildir. Bu ucuzcu bir yaklaşım olup, onun Tevhidi mücadelesinin hatırlanarak aynı yolda yürünmesine matuf olarak kişiye herhangi bir şuur vermemektedir. Aksine kişiyi taş kutsayıcılığı gibi bir duruma düşürmesi açısından tehlikeli bir durum olup şuur boyutundan uzaklaştıran bir obje olarak orada boşuna yer kaplamaktadır.
HACC İBADETİNİN TARİHİ VE TURİSTİK BİR GEZİ OLMAKTAN ÇIKARILARAK ASLİ BOYUTUNA DÖNDÜRÜLME VAKTİ GELMEDİ Mİ?
Sonuç olarak ;Makamı İbrahim den salat yeri edinilmesi demek oradaki taşı karşısına alarak namaz kılmak eylemi olarak değil , İbrahim (a.s) ın örnekliğinin hatırlanması demektir. Şekilcilik hastalığının geldiği noktalardan birisi olarak gördüğümüz , Kabenin duvarlarına yapışmak , Hacerül Esved adındaki taşa ve Makamı İbrahim olarak bilinen taşa olan tazim eski hastalıkların nüksetmesinin bir yansımasıdır. Hacc ibadetinde asıl olanın tek İlah olan Allah (c.c) nin dışındakileri red ederek sadece ona kul olduğumuzun gösterilmesine yarayan bir takım araçların amaç haline getirilerek içinin boşaltılması sonucunda özellikle kendisini Kur'an Müslümanı olarak tarif eden bir takım kimseler tarafından Hacc ibadetinin tümden red edilmesi gibi bir düşünce içine girilmiştir. Müslümanların yaptıkları yanlışlar öne sürülerek doğru olanın red edilmesi mantığı daha yanlış bir yaklaşım olup , esas olan şeyin bunun doğrusunun anlaşılması üzerine çalışılması olmalıdır. Hacc ibadeti içindeki yapılan ritüeller anlam itibarı ile İbrahim (a.s) ın şirke karşı açmış olduğu Tevhid bayrağının kıyamete kadar dalgalandırılmasının ifadesi olup bu görevi ifa eden Müslümanlar yapmış oldukları ritüellerin ne ifade ettiğini bildikleri takdirde , önce Kabenin bulunduğu topraklardaki müstekdir tağuti Suud rejimine bayrak açarak onların zulümlerine isyan etmeleri , sonra geldikleri ülkelerin tağuti sistemleri İbrahim (a.s) misali isyan etmeleri gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)