Kehf ve Rakım ashabı adı ile anlatılan kıssa bilindiği üzere, müşrik olan toplumlarına karşı çıkan, ve sayısını Allah (c.c) nin bildiği bir kaç gencin mağarada yıllarca uyutulduktan sonra uyandırılmasını anlatmaktadır. Her kıssada olduğu gibi bu gençlerin kıssası da bir çok ibretli mesaj taşımakta, onların kıssaları bir çok alt başlıkta okunarak bize dair neler söylemiş olabileceği konusunda fikir yürütülmeye müsait bir kıssadır.
Biz bu yazımızda, bu gençlerin mağaralarında kaç yıl uyutulduğu üzerinde yapılan yorumların üzerinde durarak, bu konuda hangi yorumun daha doğru olabileceğini anlamaya çalışacağız. Bu gençlerin kaç yıl uyumuş olduğu belki önemsiz ve tali bir konu olarak görülebilir, fakat bizim böyle bir konuyu ele alma sebebimiz, son yıllarda ortaya çıkan farklı Kur'an algılarının bazı kıssalarda anlatılan olayların vaki olmadığı, bu anlatımların mecazi bir anlatım olduğu yönündeki düşünceler ortaya atması çerçevesinde , Kehf ve Rakım ashabının mağaralarında kalış süresi hakkında farklı yorumlar yapılmasına sebep olmasından dolayıdır
Ve lebisû fî kehfihim selâse mietin sinîne vezdâdû tis'â(tis'an).
Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar,
Kehf s. 25. ayetinde böyle bir süre verilmiş olmasına rağmen, bir sonraki 26. ayette "De ki: «Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir. Göklerin ve yerin
gaybı O'na aittir. O, ne mükemmel görendir! O ne mükemmel işitendir! İnsanların
O'ndan başka dostu yoktur. O, hiç kimseyi hükümranlığa ortak kılmaz." buyurulmuş olması, bu gençlerin mağaralarında kaldığı sürenin Allah (c.c) tarafından bildirilmiş bir süre olmadığı, 25. ayette verilen sürenin başkaları tarafından ortaya atılmış bir iddia olduğu, 26. ayette bu iddianın ret edilerek, bu gençlerin mağaralarından kaç yıl kaldığı konusunda herhangi bir bilgi verilmemiş olduğu iddia edilmektedir.
Yani Kehf ve Rakım ehlinin mağaralarında kaç yıl kaldığı konusunda iki farklı yaklaşım bulunmakta olup, bir yaklaşım onların mağaralarında 309 yıl kalmış olduğunu iddia ederken, diğer yaklaşım ise bu sürenin kaldıkları süreyi değil, başkaları tarafından ortaya atılan iddialar olduğunu kabul etmektedir.
Bu gençlerin mağaralarında kaldığı süre hakkında ortaya atılan yaklaşımların her ikisinin de doğru olması mümkün görülmemekle birlikte, bizlerin bu konuda yapabileceğimiz tek şey, farklı yaklaşımların bir tanesini doğru olarak kabul etmek olacaktır. İki farklı yaklaşımdan birini kabul ederken, kabul etmediğimiz diğer yaklaşımı yanlış olarak mahkum etmenin, ilmi bir yaklaşım olmayacağını da şimdiden hatırlatmak isteriz.
Bundan önce yazdığımız bir yazımızda, Kehf s. 25. ayetinin Muhammed Esed, Mustafa İslamoğlu ve Mustafa Öztürk tarafından yapılmış çevirilerini ele alarak, onların Kehf s. 25. ayetine yaptığı çevirilerin yorum farkından dolayı kabul edilen anlayışın, ayete söylettirilmesi olduğuna dikkat çekerek, bu tür yapılan çeviri yönteminin yanlışlığını ifade etmeye çalışmıştık.
Bazı Kur'an ayetlerinin farklı yorumlara açık olması bir realite olmakla birlikte, farklı yorumlardan birisinin kesin doğru kabul edilerek, diğer yorumun kesin yanlış olarak görülmesi pek doğru bir yaklaşım değildir. Ayetlerin yapılan yorumları şayet, ayet metninde tahrif yapılmak sureti ile varılan bir sonuç değil ise, yapılan yorumları kabul etmesek dahi onu mahkum etmek hakkımız olmadığını önemle vurgulamak istiyoruz.
Kehf ve Rakım ashabının mağaralarında kalış süreleri ile ilgili olarak varılan iki farklı sonuç, ayetin tahrif edilerek varılan bir sonuç olmamasından ötürü kabul edilmeyen yoruma saygı duyulması gerektiğini hatırlatmak isteriz.
Bizim bu konuda nasıl düşündüğümüze gelince ise, şunları söyleyebiliriz;
Kehf s. 11. ayetine baktığımızda şöyle buyurulmaktadır;
Fe darabnâ alâ âzânihim fîl kehfi sinîne adedâ(adeden).
Bunun üzerine yıllarca mağarada onların kulaklarına perde vurduk.
Bu ayet gençlerin mağarada kalış süreleri hakkında net bir süre vermemekle birlikte, gençlerin yıllarca mağarada kaldıklarını haber vermektedir. Bu ayetin Kehf s. 25. ve 26. ayetleri nasıl anlayabileceğimiz konusunda da ipi ucu verdiğini düşünmekteyiz.
Ayrıca kıssayı okuduğumuzda, mağaraya sığınan gençlerin mağaraya sığınması ile, uyanarak şehir halkı tarafından bulunması arasında uzun bir zaman geçtiğini anlayabiliriz. Bütün bunları bir araya getirmek sureti ile Kehf s. 25. ayetini okuduğumuzda, bu ayetin gençlerin mağarada 309 yıl olarak geçen kalış süresini haber verdiği yönünde yapılan yorumların daha isabetli olabileceğini göstermektedir.
Ayrıca surenin 22. ayetinde Kehf ve Rakım ashabının sayıları hakkında fikir yürütenler hakkında Allah (c.c) nin "Karanlığa taş atar gibi, «Mağara ehli üçtür, dördüncüleri köpekleridir» derler,
yahut, «Beştir, altıncıları köpekleridir» derler, yahut «Yedidir, sekizincileri
köpekleridir» derler. De ki: «Onların sayısını en iyi bilen Rabbim'dir. Onları
pek az kimseden başkası bilmez.» Bunun için, onlar hakkında, bu kısaca
anlatılanın dışında, kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey
sorma." buyurmuş olması, 25. ayeti anlamamızda bize ışık tutacaktır.
İnsanların bu kimselerin sayıları hakkında 22. ayette ortaya attıkları iddiayı onaylamayan Allah (c.c), şayet bu insanların mağarada kalış süreleri olan 309 yılı kendisi değil de, o insanlar ortaya atmış olsaydı, 22. ayette buyurduklarını bu ayette de buyurarak, onların karanlığa taş atarak mağarada kaldıkları süre hakkında olur olmaz sözler ettiklerini beyan ederdi. "Karanlığa taş atar gibi mağaralarında 309 yıl kaldılar derler" şeklinde bir beyanın olmaması, gençlerin mağarada kalış sürelerinin 309 yıl olarak Allah (c.c) tarafından beyan edilmiş olması bizce daha makul bir yaklaşım olarak görülmektedir.
Sonuç olarak; Kehf ve Rakım ashabının mağaralarında kaç yıl kaldıkları konusunda yapılan iki farklı yorumdan birisini kabul etmek demek, diğer yorumu ret etmek anlamına gelmektedir. Bu tür yoruma açık ayetlerde dikkat edilmesi gereken nokta, bir yorumu kabul ederken diğer yorumu kesin yanlış olarak görmemek olmalıdır.
Kanaat olarak Kehf s. 25. ayetinin, gençlerin mağarada 309 yıl kaldıklarını haber verdiği şeklindeki yorumun daha isabetli olduğunu düşünmüş olmamız, diğer yorumu yanlış olarak mahkum ettiğimiz anlamına gelmemektedir. Yazımızda asıl bu konu üzerinde durmaya gayret ederek, yoruma açık olan bazı ayetlerde, kabul ettiğimiz yorumu mutlak ve nihai doğru olarak görmemek gerektiğini, diğer yorumu kabul etmemiş olsak dahi saygı duymak gerektiğinin önemi üzerinde durmaya çalıştık.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Kaç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kaç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
29 Mayıs 2017 Pazartesi
16 Nisan 2016 Cumartesi
Kehf ve Rakım Ashabı Kaç Kişi idi ?
Yazının başlığını okuyanlar , bu yazının konusunun Kehf ve Rakım ashabının Kur'anda belirtilmeyen sayılarını aramak üzerine yazılmış bir yazı olduğunu zannedebilirler. Yazının konusu, onların kaç kişi olduklarını araştırmak değil , kıssanın anlatıldığı 22. ayeti dikkate alarak, Kur'an kıssalarını okuma yöntemi üzerinde durmaya çalışmak olacaktır.
Kehf ve Rakım ashabı kıssası , diğer kıssalar gibi, içinde bir çok mesajı barındıran bir hüviyete sahip olan kıssadır. Biz sadece Kehf s. 22. ayetini baz alarak, bu kıssadaki mesajlardan birisini anlamaya çalışacağız.
[018.022] Karanlığa taş atar gibi; üçtür, dördüncüsü köpekleridir, diyeceklerdir. Veya beştir, altıncıları köpekleridir, derler. Yahut: Yedidir, sekizincileri köpekleridir, derler. Onların sayısını en iyi bilen Rabbımdır, de. Onları pek az kimseden başkası bilmez. Bu yüzden onlar hakkında bu kısa anlatılanların dışında kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma.
Bu ayetin, kıssanın anlatıldığı ayetlerin sonunda olmasına ve ayet içindeki "Diyecekler" ifadesine dikkat edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. "Diyecekler" ifadesi, bu kıssayı okuyan veya dinleyen bazı kimselerin , kıssa ile ilgili olarak yapacağı yorumları , veya kıssadan anladığını ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Kıssayı okuyan veya dinleyen bir kısım insanın , bu kıssadan gerekli ibretleri çıkarmak yerine , alakasız bir konuya yönelerek , verilmeyen bilgi peşinde koşmaları sonucunda kıssanın buharlaşmasına sebep olan okumaların yanlışlığı, "Diyecekler" ifadesi ile vurgulanmaktadır.
Bu kıssayı okuyan veya dinleyen bazı kimselerin, kıssa içinde adetleri belirtilmemiş olan bu kimselerin sayıları üzerinde tartışmaya girecek olmaları , kıssa ile ilgili olarak alakasız bir durum olarak görülerek , bilgi verilmemiş , bilgi verilmesine de gerek duyulmamış olan bir konuda , zanna dayalı yorumlar yaparak, yapılan kıssa okumalarının kimseye bir şey kazandırmadığını söyleyebiliriz.
[017.036] Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.
Kıssa okumalarında esas olan verilmeyen bilgiler peşinde koşmak değil , verilmiş olan bilgileri dikkate alan bir okuma ve anlama gerçekleştirerek , o kıssanın bizim hayatımıza yansıması olmalıdır. Bizim hayatımıza dair bir sözü olmayan kıssa okuması , anlatımdan hasıl olması gereken maksadın anlaşılmadığını gösterecektir.
"Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali yapılan kıssa okumaları , okunan kıssayı boş bir masal haline çevirmekten başka bir hale döndürmeyecektir. Kehf ve Rakım ashabı ile ilgili anlatılanlardan gerekli olan mesajı çıkarmak yerine , kıssada bilgisi verilmeyen bir konuya yönelerek , gereksiz bir gündem oluşturmak , kıssa okumalarında yapılacak en büyük hatalı okuma olacaktır.
Dikkat edilirse yapılacak adet tahminleri ret edilirken, " 3-5-7 kişi oldukları yönünde sözler söyleyecekler diyerek , aslında o kadar değil bu kadar idi" denilerek kesin bir sayı da verilmemektedir. Buradan anlaşılması gereken nokta , "Demek ki bu kıssada verilmek istenilen mesajlar, sadece kıssada anlatılan kişilerin kahramanlıkları ve şahsiyetleri değil, o kişilerin yaptıkları üzerinden bize düşen hisse olmalıdır" şeklinde bir düşünce oluşmasını gerektirmektedir.
Ayetin devamında ise, bu konudaki doğru bilginin sadece Allah (c.c) nin katında olduğu hatırlatılarak , onun dışından gelecek olan bilgilere itibar edilmemesi hatırlatılmaktadır. Bu durum sadece bu kıssa için değil bütün kıssalar için geçerli bir okuma yönteminin temelini oluşturması gerekmektedir.
Klasik tefsirlere bakıldığında, Kur'anın kıssa anlatımları ile ilgili yapılan yorumlarda, rivayet türünden bilgilerin sayfaları doldurduğunu görmekteyiz. Bu bilgilerin kaynağı "İsrailiyyat" denilen ehli kitap kaynakları veya "Hadis" denilen ve Muhammed (a.s) atfedilen bilgilerdir. Kendisine okunan kıssalar ile ilgili olarak adına "Hadis" denilen bilgiler verebilmesi , onun Kur'an harici ayrı bir vahiy alarak , Kur'an içinde olmayan bilgileri ayrıca almış olmasını gerektirir ki böyle bir durum asla mümkün değildir.
Muhammed (a.s) a atfedilen ve tefsirlerde kıssalar ile ilgili ondan gelen gaybe dair rivayetlerin tamamı uydurma bilgiler olup , güvenilirliği asla söz konusu olamaz. Çünkü Muhammed (a.s) a verilen bilgiler sadece Kur'an ile sınırlıdır.
[012.003] Biz bu Kuran'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz.. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin.
[003.044] Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.
[011.049] İşte bunlar gayb haberlerindendir. Bunları sana vahiyle bildiriyoruz. Bundan önce bunları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, akıbet muhakkak muttakilerindir.
Kehf ve Rakım ashabının sayıları üzerinde yoğunlaşan bir okuma veya anlama çalışması , o kıssanın sadece yaşandığı zaman ve mekana hapsedilerek yapılan bir okuma örneğini de vermektedir. Halbuki asıl olan nokta kıssayı mesaj içerikli okumaya çalışmak olmalıdır.
Kıssa okumalarında asıl olan sadece o kıssanın yaşandığı zaman ve mekanda anlaşılması değil , o kıssanın yaşandığı zaman ve mekandan çıkarılarak güncel hale getirilerek , bizlere dair olan mesajları olmalıdır. Hangi kıssa okunursa okunsun, bu nokta dikkat edilmediği takdirde , Kehf ve Rakım ashabı üzerinde yapılan gereksiz sayı tartışmaları türünden tartışmalar, diğer kıssalar içinde yapılarak , Kur'anda önemli bir yer tutan kıssalardan alınması gerekli olan dersler çıkarılmayarak buharlaşmasına sebep olacaktır.
Sonuç olarak ; Kıssa okumaların en önemli nokta , o kıssa içinde kalmayan bir okuma gerçekleştirmek olmalıdır. Bunun yolu ise , kıssa içinde anlatılan kişilerin şahsiyetlerine takılmadan , o şahsiyetler üzerinden verilmek istenilen mesajın okunmasından geçmektedir. Şahıslara takılı kalan okumalar , kahramanlık destanlarına dönüşerek , kıssaları masal haline çevirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Kur'an kıssalarında verilmeyen teferruatlar peşinde koşarak , bizlerin bu teferruatları çıkarma çalışmaları , bizleri trajikomik neticelere vardırarak , gülünç duruma düşmemize sebep olacaktır.
"Diyecekler" ifadesi , kıssalar ile ilgili olarak zanni bilgiler peşinde koşmanın yanlışlığını ifade ederek "Böyle demeyin" yani size bilgisi verilmeyen şeylerin peşinde koşmayın demektedir.
Kıssadan hisse almaya yönelik okumalar bizleri daha doğru sonuçlara götürmesi açısından Kur'an tarafından tavsiye edilen okumalardır.
[011.120] Sana resullerin haberlerinden -kalbini kendisiyle sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda da sana hak ve mü'minlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kehf ve Rakım ashabı kıssası , diğer kıssalar gibi, içinde bir çok mesajı barındıran bir hüviyete sahip olan kıssadır. Biz sadece Kehf s. 22. ayetini baz alarak, bu kıssadaki mesajlardan birisini anlamaya çalışacağız.
[018.022] Karanlığa taş atar gibi; üçtür, dördüncüsü köpekleridir, diyeceklerdir. Veya beştir, altıncıları köpekleridir, derler. Yahut: Yedidir, sekizincileri köpekleridir, derler. Onların sayısını en iyi bilen Rabbımdır, de. Onları pek az kimseden başkası bilmez. Bu yüzden onlar hakkında bu kısa anlatılanların dışında kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma.
Bu ayetin, kıssanın anlatıldığı ayetlerin sonunda olmasına ve ayet içindeki "Diyecekler" ifadesine dikkat edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. "Diyecekler" ifadesi, bu kıssayı okuyan veya dinleyen bazı kimselerin , kıssa ile ilgili olarak yapacağı yorumları , veya kıssadan anladığını ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Kıssayı okuyan veya dinleyen bir kısım insanın , bu kıssadan gerekli ibretleri çıkarmak yerine , alakasız bir konuya yönelerek , verilmeyen bilgi peşinde koşmaları sonucunda kıssanın buharlaşmasına sebep olan okumaların yanlışlığı, "Diyecekler" ifadesi ile vurgulanmaktadır.
Bu kıssayı okuyan veya dinleyen bazı kimselerin, kıssa içinde adetleri belirtilmemiş olan bu kimselerin sayıları üzerinde tartışmaya girecek olmaları , kıssa ile ilgili olarak alakasız bir durum olarak görülerek , bilgi verilmemiş , bilgi verilmesine de gerek duyulmamış olan bir konuda , zanna dayalı yorumlar yaparak, yapılan kıssa okumalarının kimseye bir şey kazandırmadığını söyleyebiliriz.
[017.036] Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.
Kıssa okumalarında esas olan verilmeyen bilgiler peşinde koşmak değil , verilmiş olan bilgileri dikkate alan bir okuma ve anlama gerçekleştirerek , o kıssanın bizim hayatımıza yansıması olmalıdır. Bizim hayatımıza dair bir sözü olmayan kıssa okuması , anlatımdan hasıl olması gereken maksadın anlaşılmadığını gösterecektir.
"Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali yapılan kıssa okumaları , okunan kıssayı boş bir masal haline çevirmekten başka bir hale döndürmeyecektir. Kehf ve Rakım ashabı ile ilgili anlatılanlardan gerekli olan mesajı çıkarmak yerine , kıssada bilgisi verilmeyen bir konuya yönelerek , gereksiz bir gündem oluşturmak , kıssa okumalarında yapılacak en büyük hatalı okuma olacaktır.
Dikkat edilirse yapılacak adet tahminleri ret edilirken, " 3-5-7 kişi oldukları yönünde sözler söyleyecekler diyerek , aslında o kadar değil bu kadar idi" denilerek kesin bir sayı da verilmemektedir. Buradan anlaşılması gereken nokta , "Demek ki bu kıssada verilmek istenilen mesajlar, sadece kıssada anlatılan kişilerin kahramanlıkları ve şahsiyetleri değil, o kişilerin yaptıkları üzerinden bize düşen hisse olmalıdır" şeklinde bir düşünce oluşmasını gerektirmektedir.
Ayetin devamında ise, bu konudaki doğru bilginin sadece Allah (c.c) nin katında olduğu hatırlatılarak , onun dışından gelecek olan bilgilere itibar edilmemesi hatırlatılmaktadır. Bu durum sadece bu kıssa için değil bütün kıssalar için geçerli bir okuma yönteminin temelini oluşturması gerekmektedir.
Klasik tefsirlere bakıldığında, Kur'anın kıssa anlatımları ile ilgili yapılan yorumlarda, rivayet türünden bilgilerin sayfaları doldurduğunu görmekteyiz. Bu bilgilerin kaynağı "İsrailiyyat" denilen ehli kitap kaynakları veya "Hadis" denilen ve Muhammed (a.s) atfedilen bilgilerdir. Kendisine okunan kıssalar ile ilgili olarak adına "Hadis" denilen bilgiler verebilmesi , onun Kur'an harici ayrı bir vahiy alarak , Kur'an içinde olmayan bilgileri ayrıca almış olmasını gerektirir ki böyle bir durum asla mümkün değildir.
Muhammed (a.s) a atfedilen ve tefsirlerde kıssalar ile ilgili ondan gelen gaybe dair rivayetlerin tamamı uydurma bilgiler olup , güvenilirliği asla söz konusu olamaz. Çünkü Muhammed (a.s) a verilen bilgiler sadece Kur'an ile sınırlıdır.
[012.003] Biz bu Kuran'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz.. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin.
[003.044] Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.
[011.049] İşte bunlar gayb haberlerindendir. Bunları sana vahiyle bildiriyoruz. Bundan önce bunları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, akıbet muhakkak muttakilerindir.
Kehf ve Rakım ashabının sayıları üzerinde yoğunlaşan bir okuma veya anlama çalışması , o kıssanın sadece yaşandığı zaman ve mekana hapsedilerek yapılan bir okuma örneğini de vermektedir. Halbuki asıl olan nokta kıssayı mesaj içerikli okumaya çalışmak olmalıdır.
Kıssa okumalarında asıl olan sadece o kıssanın yaşandığı zaman ve mekanda anlaşılması değil , o kıssanın yaşandığı zaman ve mekandan çıkarılarak güncel hale getirilerek , bizlere dair olan mesajları olmalıdır. Hangi kıssa okunursa okunsun, bu nokta dikkat edilmediği takdirde , Kehf ve Rakım ashabı üzerinde yapılan gereksiz sayı tartışmaları türünden tartışmalar, diğer kıssalar içinde yapılarak , Kur'anda önemli bir yer tutan kıssalardan alınması gerekli olan dersler çıkarılmayarak buharlaşmasına sebep olacaktır.
Sonuç olarak ; Kıssa okumaların en önemli nokta , o kıssa içinde kalmayan bir okuma gerçekleştirmek olmalıdır. Bunun yolu ise , kıssa içinde anlatılan kişilerin şahsiyetlerine takılmadan , o şahsiyetler üzerinden verilmek istenilen mesajın okunmasından geçmektedir. Şahıslara takılı kalan okumalar , kahramanlık destanlarına dönüşerek , kıssaları masal haline çevirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Kur'an kıssalarında verilmeyen teferruatlar peşinde koşarak , bizlerin bu teferruatları çıkarma çalışmaları , bizleri trajikomik neticelere vardırarak , gülünç duruma düşmemize sebep olacaktır.
"Diyecekler" ifadesi , kıssalar ile ilgili olarak zanni bilgiler peşinde koşmanın yanlışlığını ifade ederek "Böyle demeyin" yani size bilgisi verilmeyen şeylerin peşinde koşmayın demektedir.
Kıssadan hisse almaya yönelik okumalar bizleri daha doğru sonuçlara götürmesi açısından Kur'an tarafından tavsiye edilen okumalardır.
[011.120] Sana resullerin haberlerinden -kalbini kendisiyle sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda da sana hak ve mü'minlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
5 Aralık 2014 Cuma
Kur'an'da Namazların Kaç Rekat Kılınacağı Var Mı?
Yazımıza başlık olarak aldığımız sorunun cevabı
üzerinde, kendilerine "Kur'an Müslümanı" adı veren bir takım insanların
tartışmalarına şahid olmaktayız. Bu tartışmaların temelinde rivayetlere
ve yaşanarak gelen bazı bilgilere karşı olan alerjinin olduğunu söylemek
yanlış olmayacaktır.
"Kur'an Müslümanı"
şeklinde bir terkibi kullanmanın, diğer terkiplerle kendilerini ifade
eden insanlara karşı bir tepki sonucu türediğinin altını çizerek, bize
Kur'an'da verilen ismin önüne arkasına veya yanına artı bir ismin
gereksiz olduğunu kısaca ifade etmek istiyoruz.
Kur'an'ı
öncelleme adına, geleneksel inanç içinde olan bazı yerleşik
düşüncelerin sorgulanmaya başlandığı herkesin bilgisi dahilindedir.
Geleneksel anlayışa hakim olan rivayet merkezli din anlayışının,
Kur'an'ın önüne geçirilmiş olduğu da malum bir konudur. Kur'an'ı okumaya
ve anlamaya başlayan insanlar, haklı olarak gelenekteki bu tür
anlayışlara karşı çıkmakta ve Kur'anın bu konudaki beyanlarının esas
alınmasını dile getirmektedirler.
Bu
sorgulama; Kur'an'ın bazı kavramlarının içinin boşaltılması neticesinde,
sadece ayinsel ve şekilsel bir duruma dönüşmüş olan "salat" kavramı
içinde yer alan ve günlük dilimizde "namaz" olarak bilinen ritüel
ibadete de yansımıştır. Bu ritüelin gelenekteki ilmihal bilgileri ile
şişirilmiş halinin aynen devam etmesi asla müdafaa edilemez. Özellikle
vakitleri ve rekatları konusu üzerinde "sadece Kur'an" denilerek buradan
çıkarımlar yapılmaya çalışılması neticesinde, ortaya kaos çıktığını da
gözlemlemekteyiz. Bu yazımızda namaz rekatları konusu ile ilgili nasıl
bir tutum içinde olmamız gerektiği hakkındaki düşüncemizi paylaşmaya
çalışacağız.
"Salat" konusu ile ilgili
yazmaya çalıştığımız bazı yazılarda özellikle vurgulamaya dikkat
ettiğimiz bir noktayı yine vurgulamak istiyoruz. Vakit ve rekat
konusundaki bir takım tartışmalar tevhidî bir gösteri olarak
niteleyebileceğimiz bu ibadetin asıl ruhuna gölge düşürmektedir.
Bir kısım insanların, namazın rekatları ile ile ilgili olarak "istediğim kadar kılarım, beni kimse bağlamaz"
şeklinde bir düşünce içinde olduğunu görmekteyiz. Şunu ifade etmek
isteriz ki; geleneksel ilmihal kitaplarında belirtilen "Farz veya Sünnet
Namaz" şeklinde bir ayrımın doğru olmadığının altını çizelim. Öğle
dört, ikindi dört, akşam üç, yatsı dört ve sabah iki rekat FARZ olarak
kitaplarda geçen bilgilerin, farz şeklinde bir delil ile ortaya
konulması da doğru değildir.
Geleneksel fıkıhta bir meselenin "farz" hükmünü alması için "delaleti ve subuti kat'i"
şeklinde bir hüküm gereklidir. Böyle bir kat'i olma durumuna,
Kur'an'dan başka hiç bir bilgi kaynağı sahip olamaz. Dolayısı ile
rekatların "farz" hükmünü alması, onun yukarıda yazmış olduğumuz şekli
ile Kur'an'da hiç bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde olmasına
bağlıdır.
Ancak "şu namazı şu kadar rekat kılacaksınız şeklinde bir emir; Kur'an'ın hiç bir yerinde yoktur" derken, "herkes kendi istediği kadar rekat kılabilir" şeklinde bir düşünce içinde bunları söylemediğimizi de hatırlatalım.
Burası,
tâbir-i caizse, zurnanın zırt dediği yer olup, namaz rekatları
konusunda nasıl bir tutum içinde olmak gerektiği sorusunun cevabı önem
kazanmaktadır.
Kur'an'a baktığımız zaman;
gönderilmiş olan Elçilerin gönderilme sebebleri, bizlere bu konuda nasıl
bir tutum içinde olmamız gerektiğine dair bilgi verecektir. Elçilerin
bizler için "en güzel örnek" (Usvetün Hasenetün) olduğunu beyan
eden ayetleri hepimiz okumaktayız. Bu örnekliğin namaz ritüeli boyutunda
nasıl olabileceği hakkında düşüncemiz şudur;
Öncelikle
hadis kitaplarını referans göstererek, namazın oradan öğrenilmesi
gerektiği düşüncesine katılmadığımızı hatırlatalım. Namaz adı ile
bildiğimiz, içinde kıyam, rükû ve secde olan ritüeller, insanlığın kadim
bir kültürü olup Muhammed(a.s)'dan önce de bilinen uygulamalar idi.
Elçi olduğu zaman kendisine bunları Cebrail'in öğrettiğine dair olan
rivayetlerin doğru olmadığını hatırlatmak isteriz.
İnsanlığın
bilgi birikimi binlerce yıldır süren ve kıyamete kadar devam edecek bir
süreçtir. Bu süreç içinde ilk insanın bilgisini, kendisinden sonra
gelen insanlara aktarması şeklinde devam eden süreç, sadece din alanında
değil her alanda kendisini göstermiştir. Bugün insanlığın bilgisi olan
fizik, kimya, biyoloji, tıp gibi bilim dalları ile ilgili eriştiğimiz
sonuçlar, binlerce senedir süregelen bir bilgi alışverişinin ürünüdür.
Bu bilgi alışverişi din alanında da bu şekilde yürümüş ve din adına
gelen bilgiler, insanların sonraki nesillere aktarması ile
süregelmiştir.
Bu süreklilik ibadet
alanında da süregelen bir bilgi birikimidir. Secde, rükû, kıyam gibi
ritüeller ortak bir bilgi ürünü olup, insanların kulluk ettikleri
varlıklara olan ta'zimini gösterir. Bu bağlamda bir müşrik; ilah olarak
tanıdığı putunun önünde bunları yaparken, bir başka insan ilah olarak
tanıdığı Allah'ın önünde bunları yapar. Adına "namaz" dediğimiz bu
ritüeller herkesin kendi ilahına yaptığı bir ta'zim gösterisi olup,
binlerce senedir gelen bilgi birikiminin ürünüdür.
Muhammed(a.s)'ın
Elçi olarak gönderilmiş olması, bu gösterinin sadece ve sadece Allah'a
karşı olması gerektiğini hatırlatmak amacı iledir. Vakit ve rekat
konusu, namazın ikinci derecede öneme haiz konuları olup, ilk derecede
öneme haiz olan konusu onun TEVHİDİ bir yönelim olması meselesidir. Bu
yönün bir tarafa bırakılıp, tali meseleler üzerinde durulması, özellikle
Kur'an'ı öncellediğini iddia eden insanlar tarafından yapılmaması
gereken ameliyeler olduğunu düşünüyoruz.
Namazın
birlik beraberlik içinde yapılan bir tevhid gösterisi olduğunu tekrar
hatırlatarak, sosyolojik anlamda insanların birlik ve beraberlik içinde
olmalarının ifade ettiği anlam insanlık için önemli bir değerdir.
Namazı bu bağlamda değerlendirecek olursak; özellikle rekatlar konusunda farklı yaklaşımlar sergilemek, "kafama göre takılırım"
şeklinde bir düşünce ile olaya yaklaşmak, bu ibadetin asıl ruhuna gölge
düşürecektir. Farz anlamında rekat sayılarının Kur'an'da olmayışı
bizleri başıboşluğa düşürmek için yeterli bir gerekçe olamaz.
Elçiler tarih boyunca insanlığın öğretmenleri olmuşlar ve onlara "bilmediklerini"
öğretmişlerdir. Bu bağlamda namaz rekatları konusunda Muhammed(a.s)'dan
beri süregelen bilgi birikiminin, bizler için yeterli bir delil olarak
uygulanmasından bir sakınca görülmemesi gerekmektedir.
Namaz,
hadis kitapları tedvin edilmeden önce de var olan ve uygulanan bir
ritüel olup, rekatları konusu hadis kitaplarından öte uygulanarak gelmiş
bir birikimin sonucu bize kadar ulaşmıştır. Kur'an'da bu rekat konusu
ile ilgili ayetleri NİSÂ 101-103 ayetleri arasında okumaktayız.
[004.101] Yeryüzünde
sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük etmelerinden endişe
ederseniz, salattan kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz
kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır.
[004.102] Sen
içlerinde olup da onlara salatı ikame ettirdiğinde, içlerinden bir
kısmı seninle beraber salatı ikame etsin, silahlarını da yanlarına
alsınlar, bunlar secdeye vardıklarında diğer kısım arkanızda
beklesinler, sonra henüz salatı ikame etmemiş olan diğer kısım gelsin
seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunup silahlarını da yanlarına
alsınlar. Kafirler silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil bulunsanız da
size ani bir baskında bulunsunlar diye arzu ederler. Eğer yağan
yağmurdan bir güçlüğe uğrarsanız veya hasta olursanız, silahları
bırakmanızda bir mahzur yoktur. Bununla beraber ihtiyatı elden
bırakmayın. Çünkü Allah kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
[004.103] Salatı
ikame ettikten sonra, Allah'ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de
anın. Emniyete kavuştuğunuzda, salatı gereğince kılın. Salat şüphesiz,
inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır.
Yukarıdaki
ayetler savaş durumunda secdeli salat olan namazın nasıl kısaltılacağı
beyanı olup, ayetlerin öncelikli mesajının her durumda namazın terk
edilmemesi gerektiğini okumak mümkündür.
Namaz rekatları konusunda fikir yürütenler; 102. ayetteki "savaş durumunda tek rekat"
olan bir namazın, normal durumlarda iki rekat olması gerektiğini
çıkarmışlardır. Öncelikle bu çıkarım mantığının doğru olmadığın
söyleyelim. Savaş durumunda tek ise normal durumda ikidir düşüncesi
ancak kişilerin şahsi düşünceleridir.
Namaz
rekatları konusunda NİSÂ 102 ayetini delil sayarak, Muhammed(a.s)'ın
örnekliğini red edenlerin unuttukları önemli bir nokta vardır; NİSÂ
Suresi Medine'de nâzil olmuş bir suredir. Bu sebeple 102. ayeti de orada
nâzil olmuştur. O ana kadar namaz kılınıyor ise, ki kılınıyordu, rekat
ayarlaması neye göre yapıldı? Bu ayet nâzil olana dek Muhammed(a.s),
kendi tarafından belirlenen rekat sayısında namazı i'fâ ediyordu ve bu
ayet nâzil olana kadar Müslümanlar Elçi'ye uyarak bu eylemi yerine
getiriyorlardı. Bize ne oluyor ki, Elçinin örnekliğini red ederek,
zorlama te'villerle Kur'an'dan rekat sayılarını çıkarmaya çalışıyoruz?
Düşüncemiz
odur ki; Muhammed(a.s) kendi içtihadı dahilinde rekatlar konusunda
tasarrufta bulunmuş ve vahiy buna bir yanlışlık itirazında
bulunmamıştır. Bu sebeple, bu rekatların bugüne kadar gelen adedi ile
namazların ikame edilmesi gerekmektedir. Bu şekil bir tasarruf, vahyin
öğretisine rağmen kendi düşüncesini öne çıkaran bir düşünce asla
değildir. Elçi olması nedeniyle böyle bir işe kalkıştığında, HÂKKA
Suresi ayetleri dahilinde başına geleceği çok iyi bilen birisi, nasıl
vahiy öğretisine aykırı bir amelde bulunabilir? Namaz rekatları
konusunda vahiy Muhammed(a.s)'a kesin bir talimat vermemiş, inisiyatifi
ona bırakmış, o da bunu uygulamıştır.
Burada
Muhammed(a.s)'dan beri gelen bilgilerin ne kadar sağlıklı olduğu
konusunda haklı olarak tereddütler olacaktır. Bu tereddütlere karşı
şunları söyleyebiliriz; namazın rekatları ile ilgili bilgiler hadis
kitapları ile değil "uygulamalı tevâtür" dediğimiz bilgi sistemi
ile bizlere ulaşmıştır. Din dışı bilgilerin bizlere bu şekilde
ulaştığını yeniden hatırladıktan sonra, Müslümanların birçok konuda
ihtilaf etmeleri gerçeğinden yola çıkarak, namaz rekatları konusunda
ihtilafa düşmemiş olmaları, bu konudaki gelen bilginin doğruluğuna dair
bir göstergedir. Tarih boyunca bir çok fıkhî ve itikadî mezheplere
bölünen Müslümanların, ortak paydaları olan namaz vakit ve rekatları
konusunda ihtilafa düşmemiş olmaları dikkate değer bir noktadır.
Burada
da Muhammed(a.s)'ın bu uygulamasının bağlayıcılığı konusu gündeme
gelecektir. Muhammed(a.s)'ın namaz rekatları ile ilgili tasarrufu,
Kur'an'da açık olarak beyan edilmeyen bir konu hakkında olup, onun Elçi
olması nedeniyle yapmış olduğu örneklik dahilinde olan bir uygulamadır. "O yapmış olabilir, beni bağlamaz"
şeklinde bir itiraz; kişinin kendi düşüncesini din edinmesi anlamına
gelir ki, bu şekil bir itiraz özellikle kendisine Kur'an'a nisbet eden
bir Müslümana yakışmaz.
Namazın, Müslümanların
birlik ve beraberlikleri ilan ettikleri ortak bir tevhid gösterisi şuuru
içinde olanların kendi indi görüşlerini öne çıkararak, ümmetin ortak
aklını red etmeleri doğru bir davranış olmayıp, bu tür davranışlar malum
çevrelerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Herkesin
kendi kafası doğrusunda bir rekat sayısı belirleyip ona göre salatı
ikame ettiklerini şöyle bir düşünelim. Birlik ve beraberlik
unsurlarından birisi olan bu ibadetin, böyle tali meseleler etrafındaki
tartışmalar sebebi ile asıl amacından saptırılması ve sahte ilah ve
rablere karşı olan tevhidî mücadelenin bir unsuru olmaktan çıkarılması,
özellikle geleneğin ilmihal bilgileri ile doldurulmuş olan yanlışlarına
Kur'an adına karşı çıkan insanların aynı yanlışlara düşmesine sebep
olacaktır. Bu nokta göz önüne alınarak rekat konusu hakkında
Müslümanların herhangi bir itirazları olmamalı. Ana mesele; namazın aslî
unsuru olan tevhidî boyutunun öne çıkarılmaya gayret edilmesidir.
Sonuç
olarak; Kur'an'ı geleneksel yanlışlara karşı çıkarak öncelleyenlerin,
gelenekteki bir takım yanlışlar olan ilmihal kavgalarına düşerek namaz
rekatları konusunda tartışmaları bizleri doğru bir alana
yöneltmeyecektir. Muhammed(a.s)'ın örnekliğini red ederek kendi
örnekliğini veya başkalarının örnekliğini öne çıkararak yapılan rekat
sayısı tartışmaları, geleneğin ilmihal kavgalarının modern boyuta
taşınmasından başka bir şey değildir. Bu tartışmaların temelini
atanların halis bir niyet içinde olmadıklarını düşündüğümüzü
hatırlatarak, bu temelleri yükseltmeye çalışan halis niyetle Kur'an'a
yaklaşan kardeşlerimize ana meselenin bu değil, tevhid ve onun etrafında
bir okuma, anlama ve hayata yansıtma olması gerektiğini tekrar
hatırlatmak isteriz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)