Kehf ve Rakım ashabı adı ile anlatılan kıssa bilindiği üzere, müşrik olan toplumlarına karşı çıkan, ve sayısını Allah (c.c) nin bildiği bir kaç gencin mağarada yıllarca uyutulduktan sonra uyandırılmasını anlatmaktadır. Her kıssada olduğu gibi bu gençlerin kıssası da bir çok ibretli mesaj taşımakta, onların kıssaları bir çok alt başlıkta okunarak bize dair neler söylemiş olabileceği konusunda fikir yürütülmeye müsait bir kıssadır.
Biz bu yazımızda, bu gençlerin mağaralarında kaç yıl uyutulduğu üzerinde yapılan yorumların üzerinde durarak, bu konuda hangi yorumun daha doğru olabileceğini anlamaya çalışacağız. Bu gençlerin kaç yıl uyumuş olduğu belki önemsiz ve tali bir konu olarak görülebilir, fakat bizim böyle bir konuyu ele alma sebebimiz, son yıllarda ortaya çıkan farklı Kur'an algılarının bazı kıssalarda anlatılan olayların vaki olmadığı, bu anlatımların mecazi bir anlatım olduğu yönündeki düşünceler ortaya atması çerçevesinde , Kehf ve Rakım ashabının mağaralarında kalış süresi hakkında farklı yorumlar yapılmasına sebep olmasından dolayıdır
Ve lebisû fî kehfihim selâse mietin sinîne vezdâdû tis'â(tis'an).
Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar,
Kehf s. 25. ayetinde böyle bir süre verilmiş olmasına rağmen, bir sonraki 26. ayette "De ki: «Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir. Göklerin ve yerin
gaybı O'na aittir. O, ne mükemmel görendir! O ne mükemmel işitendir! İnsanların
O'ndan başka dostu yoktur. O, hiç kimseyi hükümranlığa ortak kılmaz." buyurulmuş olması, bu gençlerin mağaralarında kaldığı sürenin Allah (c.c) tarafından bildirilmiş bir süre olmadığı, 25. ayette verilen sürenin başkaları tarafından ortaya atılmış bir iddia olduğu, 26. ayette bu iddianın ret edilerek, bu gençlerin mağaralarından kaç yıl kaldığı konusunda herhangi bir bilgi verilmemiş olduğu iddia edilmektedir.
Yani Kehf ve Rakım ehlinin mağaralarında kaç yıl kaldığı konusunda iki farklı yaklaşım bulunmakta olup, bir yaklaşım onların mağaralarında 309 yıl kalmış olduğunu iddia ederken, diğer yaklaşım ise bu sürenin kaldıkları süreyi değil, başkaları tarafından ortaya atılan iddialar olduğunu kabul etmektedir.
Bu gençlerin mağaralarında kaldığı süre hakkında ortaya atılan yaklaşımların her ikisinin de doğru olması mümkün görülmemekle birlikte, bizlerin bu konuda yapabileceğimiz tek şey, farklı yaklaşımların bir tanesini doğru olarak kabul etmek olacaktır. İki farklı yaklaşımdan birini kabul ederken, kabul etmediğimiz diğer yaklaşımı yanlış olarak mahkum etmenin, ilmi bir yaklaşım olmayacağını da şimdiden hatırlatmak isteriz.
Bundan önce yazdığımız bir yazımızda, Kehf s. 25. ayetinin Muhammed Esed, Mustafa İslamoğlu ve Mustafa Öztürk tarafından yapılmış çevirilerini ele alarak, onların Kehf s. 25. ayetine yaptığı çevirilerin yorum farkından dolayı kabul edilen anlayışın, ayete söylettirilmesi olduğuna dikkat çekerek, bu tür yapılan çeviri yönteminin yanlışlığını ifade etmeye çalışmıştık.
Bazı Kur'an ayetlerinin farklı yorumlara açık olması bir realite olmakla birlikte, farklı yorumlardan birisinin kesin doğru kabul edilerek, diğer yorumun kesin yanlış olarak görülmesi pek doğru bir yaklaşım değildir. Ayetlerin yapılan yorumları şayet, ayet metninde tahrif yapılmak sureti ile varılan bir sonuç değil ise, yapılan yorumları kabul etmesek dahi onu mahkum etmek hakkımız olmadığını önemle vurgulamak istiyoruz.
Kehf ve Rakım ashabının mağaralarında kalış süreleri ile ilgili olarak varılan iki farklı sonuç, ayetin tahrif edilerek varılan bir sonuç olmamasından ötürü kabul edilmeyen yoruma saygı duyulması gerektiğini hatırlatmak isteriz.
Bizim bu konuda nasıl düşündüğümüze gelince ise, şunları söyleyebiliriz;
Kehf s. 11. ayetine baktığımızda şöyle buyurulmaktadır;
Fe darabnâ alâ âzânihim fîl kehfi sinîne adedâ(adeden).
Bunun üzerine yıllarca mağarada onların kulaklarına perde vurduk.
Bu ayet gençlerin mağarada kalış süreleri hakkında net bir süre vermemekle birlikte, gençlerin yıllarca mağarada kaldıklarını haber vermektedir. Bu ayetin Kehf s. 25. ve 26. ayetleri nasıl anlayabileceğimiz konusunda da ipi ucu verdiğini düşünmekteyiz.
Ayrıca kıssayı okuduğumuzda, mağaraya sığınan gençlerin mağaraya sığınması ile, uyanarak şehir halkı tarafından bulunması arasında uzun bir zaman geçtiğini anlayabiliriz. Bütün bunları bir araya getirmek sureti ile Kehf s. 25. ayetini okuduğumuzda, bu ayetin gençlerin mağarada 309 yıl olarak geçen kalış süresini haber verdiği yönünde yapılan yorumların daha isabetli olabileceğini göstermektedir.
Ayrıca surenin 22. ayetinde Kehf ve Rakım ashabının sayıları hakkında fikir yürütenler hakkında Allah (c.c) nin "Karanlığa taş atar gibi, «Mağara ehli üçtür, dördüncüleri köpekleridir» derler,
yahut, «Beştir, altıncıları köpekleridir» derler, yahut «Yedidir, sekizincileri
köpekleridir» derler. De ki: «Onların sayısını en iyi bilen Rabbim'dir. Onları
pek az kimseden başkası bilmez.» Bunun için, onlar hakkında, bu kısaca
anlatılanın dışında, kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey
sorma." buyurmuş olması, 25. ayeti anlamamızda bize ışık tutacaktır.
İnsanların bu kimselerin sayıları hakkında 22. ayette ortaya attıkları iddiayı onaylamayan Allah (c.c), şayet bu insanların mağarada kalış süreleri olan 309 yılı kendisi değil de, o insanlar ortaya atmış olsaydı, 22. ayette buyurduklarını bu ayette de buyurarak, onların karanlığa taş atarak mağarada kaldıkları süre hakkında olur olmaz sözler ettiklerini beyan ederdi. "Karanlığa taş atar gibi mağaralarında 309 yıl kaldılar derler" şeklinde bir beyanın olmaması, gençlerin mağarada kalış sürelerinin 309 yıl olarak Allah (c.c) tarafından beyan edilmiş olması bizce daha makul bir yaklaşım olarak görülmektedir.
Sonuç olarak; Kehf ve Rakım ashabının mağaralarında kaç yıl kaldıkları konusunda yapılan iki farklı yorumdan birisini kabul etmek demek, diğer yorumu ret etmek anlamına gelmektedir. Bu tür yoruma açık ayetlerde dikkat edilmesi gereken nokta, bir yorumu kabul ederken diğer yorumu kesin yanlış olarak görmemek olmalıdır.
Kanaat olarak Kehf s. 25. ayetinin, gençlerin mağarada 309 yıl kaldıklarını haber verdiği şeklindeki yorumun daha isabetli olduğunu düşünmüş olmamız, diğer yorumu yanlış olarak mahkum ettiğimiz anlamına gelmemektedir. Yazımızda asıl bu konu üzerinde durmaya gayret ederek, yoruma açık olan bazı ayetlerde, kabul ettiğimiz yorumu mutlak ve nihai doğru olarak görmemek gerektiğini, diğer yorumu kabul etmemiş olsak dahi saygı duymak gerektiğinin önemi üzerinde durmaya çalıştık.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
rakım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
rakım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
29 Mayıs 2017 Pazartesi
19 Nisan 2016 Salı
Kehf ve Rakım Ashabı Kıssasından Şirk'e Karşı Duruş Örnekliği
Kur'an kıssaları geçmiş hayatlardan kesitler sunarak , bu hayatlardaki iyi ve kötü örnekler üzerinden bizlere mesajlar içeren bilgiler ihtiva etmektedir. Kehf ve Rakım ashabı kıssası , bu örneklerin sunulduğu bir kıssa olarak karşımızda durmaktadır. Yaşamın gayesi olan tek ilaha kulluk esasına dayanan bir hayat sürmek hem kişisel , hem de toplumsal bazda bizden istenilmesine karşılık , bu yolda engeller çıkarak, şirk temeline dayalı düşünce ve sistemler insanları esir almak istemektedirler.
Kur'anda "Kehf ve Rakım ashabı" adı ile anılan topluluk, tek ilaha kulluk esasına dayanan bir hayat tercih etmelerine rağmen, yaşadıkları toplum bu esası ret ederek, başka ilahlara kulluk esasına dayanan sistemleri tercih etmişlerdir. İşte bu noktada ayrışım meydana gelerek, şirke dayalı düşünce ve sistemi ret eden gençler o toplumdan kendilerini tecrit etmeyi tercih etmişlerdir.
[018.014] Kalplerini pekiştirmiştik. Hani, ayağa kalkıp şöyle demişlerdi; «Bizim Rabb'imiz, göklerin ve yerin Rabb'idir; O'ndan başkasına yalvarmayız, yoksa saçmalamış oluruz.»
[018.015] «Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan düzüp-uydurandan daha zalim kimdir?
[018.016] Madem ki, onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından uzaklaşmayı tercih ettiniz, o halde mağaraya çekilin ki, sizin için Rabbiniz rahmetini yaysın ve size işinizden bir kolaylık hazırlasın.»
Yukarıdaki 3 ayet , Kehf ve Rakım ashabının yaşadıkları toplumun inanç yapısını ifade etmektedir. Kavimleri , Allah (c.c) nin hüküm koyma alanına başkalarını dahil ederek , onun dışında rab ve ilahlar edinmişler , ve böylelikle "Müşrik" konumuna düşmüşlerdir. Böyle bir konuma düşen kavimleri ile birlikte yaşamak istemeyen gençler , o toplumu terk ederek onlardan kopmayı tercih etmişlerdir.
"Kehf ve Rakım ashabı" adı ile anılan gençlerin yapmış olduğu bu ayrılma , iman edenlerin müşrik kavme karşı nasıl bir duruş sergilenmesi noktasında, örnek bir duruş olarak karşımızdadır.
Dikkat edilirse bu gençler, yaşadıkları toplumun yerleşik düzenlerini değiştirebilecek bir güce sahip olmadıkları için böyle bir yolu seçmişlerdir. Şirk içinde yaşayan bir toplum içinde eriyip gitmektense o toplumdan hicret edebilmek, tabiri caizse her babayiğidin harcı değildir.
Bu gençlerin , hicret etmek zorunda kaldıkları toplumda mutlaka, bir çok insanın terk etmekte zorlanacakları makam , mevki , mal ve akrabaları bulunmaktadır. Şirk içindeki bir toplumda yaşamaktansa, o toplumu ve her şeylerini terk etmeyi seçmek, kişinin kulluk yolunda yapabileceği büyük bir fedakarlıklardan birisidir.
Onların bu fedakarlığı, başta Muhammed (a.s) olmak üzere , diğer Mekkeli Müslümanlara örnek olmuş, ve onlar müşrik toplum içinde yaşamak yerine, her şeylerini terk ederek Medineye hicret etmişlerdir.
Bu kıssanın nasıl okunması gerektiği yönündeki örnekliği, Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlarda görmekteyiz. Kendisine inen bu kıssayı ashabına masal tadında okuMAyan Muhammed (a.s) , bu kıssadan alınabilecek olan hisseyi öne çıkaran bir okuma gerçekleştirerek , bu okumayı yaşamına pratize etmiş ve her şeyini terk ederek Mekkeden hicret etmiştir.
Bu kıssadan bize düşen hisse ne olabilir ?.
Bizler eğer , Kehf ve Rakım ashabının yaşamış olduğu toplumun şirke dayalı inanç değerlerinin bir benzerinin yaşandığı bir toplum içinde yaşıyor ,ve bu toplumun şirke dayalı inanç değerlerini değiştirebilecek bir güce sahip değilsek , o topluma entegre olmak yerine, kendimizi o toplumun inanç değerlerinden arınmış bir hale getirmek zorundayız.
İbrahim (a.s) ve onunla birlikte olanların tutumlarının bizlere anlatıldığı, Mümtehine s. 4 ayeti bu noktada hatırlanması gereken önemli bir ayettir.
[060.004] İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: «Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.» Şu kadar var ki, İbrahim babasına: «Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez» demişti. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.
Kendisine "Ben Müslümanlardanım" diyerek , bu sözünün gereği olan şeyleri hayat içinde pratikte yerine getirmeyen bir kişi , zaman içinde bu sözünü sadece lafza indirgeyerek , hayat içinde pratik olarak başka ilah ve rablere tabi olan toplumun değerlerine sahip çıkmaya başlayacaktır.
Her inanç sistemi, beraberinde bireysel ve toplumsal yaşama dair bir takım kuralları vaz eden değerlere sahip olup , bu değerlerini toplumsal alanda yaşar ve yaşatırlar. Toplumun genel geçer yaşam düzenlerini ret ederek farklı yaşam sistemi tercih edenler , o toplum tarafından kabul görmezler. Bu durum bütün inanç sistemleri için aynıdır.
[018.020] «Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.»
Kehf s. 20. ayeti ,uzun uykularından uyanan gençlerin bu kaygılarını dile getirmektedir. Kur'anın başka ayetlerinde , kendi yaşam sistemlerini kabul etmeyenlere karşı takınılan tutumların örneklerini görmekteyiz.
[014.013-4] Kâfirler resullerine dediler ki: «Ya sizi yurdumuzdan kovarız, yahut bizim dinimize dönersiniz.» Rab’leri de onlara şöyle vahyetti: «Elbette Biz o zalimleri imha edeceğiz ve onlardan sonra o ülkeye sizi yerleştireceğiz. İşte bu, huzuruma çıkmaktan ve uyardığım azaptan çekinenler içindir.»
[007.088] Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: «Ey Şuayb! Seni ve seninle beraber inananları memleketimizden kesinlikle çıkaracağız veya dinimize döneceksiniz» (Şuayb): İstemesek de mi? dedi.
Müşrik kavimlerinden bu tür tehditlere maruz kalan iman edenlerin , müşrik kavimleri ile kesin bir ayrışma içine girerek , onların dinlerini ret eden bir yaşam tercihinde bulunduklarına dikkat çekmek isteriz.
Aynı tehdit Muhammed (a.s) içinde geçerli olmuş , ve Allah (c.c) müşriklerin bu tehditlerine hiç bir zaman boyun eğmemesini bir çok kez hatırlatmıştır.
[068.008-9] Bundan böyle, yalanlayanlara itaat etme;Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.
Kalem s. 8 ve 9. ayetlerinde , müşriklerden gelecek olan uzlaşma tekliflerinin, kesinlikle ret edilmesi gerektiği hatırlatılmaktadır. Dün ret edilen bu tür uzlaşma teklifleri , bugün maalesef Müslümanlar tarafından kabul gören bir duruma geçilmiştir.
Kişisel bazda yasaklanan bazı hakların bir kısmının geri verilmiş olması , toplumun tabi olduğu sistemin kurallarının Allah (c.c) nin dışındakilerden alındığını unutturarak, Müslümanları atalet içine sokmuş , ve iman etmenin bir gereği olan ayrışmayı bir kenara bırakarak sistem ile içli dışlı olan bir hale sokmuştur.
Eğer iman iddiasında isek , bize anlatılan kıssalardaki yaşam örnekleri, bizlerin nasıl bir hayat sürmemiz gerektiğini öğütleyen ibret vesikaları olarak hayatımızda yer almalıdır. Kıssalar eğer, geçmiş hakiki yaşam örnekleri olarak bizim hayatımızı yönlendiren vesikalar olmaz ise , ancak geçmiştekilerin masalları olarak anlatılardan ibaret kalacaktır.
Hayatın anlamı tek ilaha kulluk ise ki öyledir , geçmiştekilerin canlarını ve mallarını terk ederek , bu uğurda mücadele etmelerinin anlatılmış olmasının bizler için mutlaka bir şeyler ifade etmesi gerekmektedir.
"Dün öyleymiş ama bugün artık öyle değil" kabilinden itirazlar veya bahaneler , bizlerin Allah (c.c) ye karşı olan sorumluluğunu asla yok etmeyecektir. Kıssa yolu ile anlatılanlar "İsterseniz böyle yapabilirsiniz" kabilinden anlatımlar değil , "Eğer iman iddiasında iseniz rol model olarak almanız gereken insanlar bunlardır" kabilinden anlatımlardır.
Kehf ve Rakım ashabının terk ettiği mal , servet , mevki türünden dünya hayatının geçici metaı olanlar, şirke karşı bir duruş sergilemek adına terk edilemiyorsa , terk edemediğimiz o mallar, yarın hesap gününde bizim ateşimizi azdıran yakıtlar olmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
[009.024] De ki: «Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.»
En sevdiğini imanı yolunda terk ederek ondan ayrılma örneği veren atamız İbrahim (a.s) ı da burada anmak yerinde olacaktır. Babasını ve kavmini defalarca imana davet eden , ve bu davetine olumlu cevap alamayan İbrahim (a.s) , neticede onlardan ayrılarak imanının gereğini yerine getirme örneğini bizlere taşımıştır.
[019.048] «İşte sizi de, sizin Allah’tan başka ibadet ve dua ettiğiniz tanrılarınızı da terkediyorum. Rabbime niyaz edip yalvarıyorum. Rabbime niyaz etmem sayesinde mahrum ve perişan olmayacağımı umuyorum.
[019.049] Böylelikle, onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrılınca ona İshak'ı ve (oğlu) Yakub'u armağan ettik ve her birini peygamber kıldık.
Şurası asla unutulmamalıdır ki ; İmanımızın gereği olan Tevhidi duruşu hayatımızın her anında göstermekten bazı dünyevi nedenlerden imtina ettiğimizde , şirk ve ondan türeyen yaşam tarzları, artık bizleri için içselleştirilmeye başlanan bir hayat tarzı haline gelecektir.
Sonuç olarak ; Kehf ve Rakım ashabı kıssasının , mesajlarından olan ve en önemli mesajı olduğunu düşündüğümüz şirke karşı Müslüman duruşunun geçmişteki yaşanmış örneğinin anlatıldığı ayetlerdeki duruş örneği , aynı şartları yaşayan bir toplumda olduğumuzda, bizler için de yapılması gereken bir davranışı öğretmektedir. Allah (c.c) ye kulluk yolunda terk etmekte zorlandığımız ne varsa , yarın kıyamet gününde bize ateş azabı olarak geri dönecektir.
Kur'anda anlatılan bu itizal (ayrılma) örnekleri , bizlerin yapması gerekenin , bizden öncekiler tarafından yapılmışlığını göstererek , bu yolda yalnız olmadığımızı , bizden önce bu yolun uygulandığını göstererek, bizi bir nevi motivasyona yönelik anlatımlardır.
[011.120] Resullere ait haberlerden kalbini yatıştıracak olanlardan her türlüsünü sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda da sana bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve ibret gelmiştir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kur'anda "Kehf ve Rakım ashabı" adı ile anılan topluluk, tek ilaha kulluk esasına dayanan bir hayat tercih etmelerine rağmen, yaşadıkları toplum bu esası ret ederek, başka ilahlara kulluk esasına dayanan sistemleri tercih etmişlerdir. İşte bu noktada ayrışım meydana gelerek, şirke dayalı düşünce ve sistemi ret eden gençler o toplumdan kendilerini tecrit etmeyi tercih etmişlerdir.
[018.014] Kalplerini pekiştirmiştik. Hani, ayağa kalkıp şöyle demişlerdi; «Bizim Rabb'imiz, göklerin ve yerin Rabb'idir; O'ndan başkasına yalvarmayız, yoksa saçmalamış oluruz.»
[018.015] «Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan düzüp-uydurandan daha zalim kimdir?
[018.016] Madem ki, onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından uzaklaşmayı tercih ettiniz, o halde mağaraya çekilin ki, sizin için Rabbiniz rahmetini yaysın ve size işinizden bir kolaylık hazırlasın.»
Yukarıdaki 3 ayet , Kehf ve Rakım ashabının yaşadıkları toplumun inanç yapısını ifade etmektedir. Kavimleri , Allah (c.c) nin hüküm koyma alanına başkalarını dahil ederek , onun dışında rab ve ilahlar edinmişler , ve böylelikle "Müşrik" konumuna düşmüşlerdir. Böyle bir konuma düşen kavimleri ile birlikte yaşamak istemeyen gençler , o toplumu terk ederek onlardan kopmayı tercih etmişlerdir.
"Kehf ve Rakım ashabı" adı ile anılan gençlerin yapmış olduğu bu ayrılma , iman edenlerin müşrik kavme karşı nasıl bir duruş sergilenmesi noktasında, örnek bir duruş olarak karşımızdadır.
Dikkat edilirse bu gençler, yaşadıkları toplumun yerleşik düzenlerini değiştirebilecek bir güce sahip olmadıkları için böyle bir yolu seçmişlerdir. Şirk içinde yaşayan bir toplum içinde eriyip gitmektense o toplumdan hicret edebilmek, tabiri caizse her babayiğidin harcı değildir.
Bu gençlerin , hicret etmek zorunda kaldıkları toplumda mutlaka, bir çok insanın terk etmekte zorlanacakları makam , mevki , mal ve akrabaları bulunmaktadır. Şirk içindeki bir toplumda yaşamaktansa, o toplumu ve her şeylerini terk etmeyi seçmek, kişinin kulluk yolunda yapabileceği büyük bir fedakarlıklardan birisidir.
Onların bu fedakarlığı, başta Muhammed (a.s) olmak üzere , diğer Mekkeli Müslümanlara örnek olmuş, ve onlar müşrik toplum içinde yaşamak yerine, her şeylerini terk ederek Medineye hicret etmişlerdir.
Bu kıssanın nasıl okunması gerektiği yönündeki örnekliği, Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlarda görmekteyiz. Kendisine inen bu kıssayı ashabına masal tadında okuMAyan Muhammed (a.s) , bu kıssadan alınabilecek olan hisseyi öne çıkaran bir okuma gerçekleştirerek , bu okumayı yaşamına pratize etmiş ve her şeyini terk ederek Mekkeden hicret etmiştir.
Bu kıssadan bize düşen hisse ne olabilir ?.
Bizler eğer , Kehf ve Rakım ashabının yaşamış olduğu toplumun şirke dayalı inanç değerlerinin bir benzerinin yaşandığı bir toplum içinde yaşıyor ,ve bu toplumun şirke dayalı inanç değerlerini değiştirebilecek bir güce sahip değilsek , o topluma entegre olmak yerine, kendimizi o toplumun inanç değerlerinden arınmış bir hale getirmek zorundayız.
İbrahim (a.s) ve onunla birlikte olanların tutumlarının bizlere anlatıldığı, Mümtehine s. 4 ayeti bu noktada hatırlanması gereken önemli bir ayettir.
[060.004] İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: «Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.» Şu kadar var ki, İbrahim babasına: «Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez» demişti. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.
Kendisine "Ben Müslümanlardanım" diyerek , bu sözünün gereği olan şeyleri hayat içinde pratikte yerine getirmeyen bir kişi , zaman içinde bu sözünü sadece lafza indirgeyerek , hayat içinde pratik olarak başka ilah ve rablere tabi olan toplumun değerlerine sahip çıkmaya başlayacaktır.
Her inanç sistemi, beraberinde bireysel ve toplumsal yaşama dair bir takım kuralları vaz eden değerlere sahip olup , bu değerlerini toplumsal alanda yaşar ve yaşatırlar. Toplumun genel geçer yaşam düzenlerini ret ederek farklı yaşam sistemi tercih edenler , o toplum tarafından kabul görmezler. Bu durum bütün inanç sistemleri için aynıdır.
[018.020] «Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.»
Kehf s. 20. ayeti ,uzun uykularından uyanan gençlerin bu kaygılarını dile getirmektedir. Kur'anın başka ayetlerinde , kendi yaşam sistemlerini kabul etmeyenlere karşı takınılan tutumların örneklerini görmekteyiz.
[014.013-4] Kâfirler resullerine dediler ki: «Ya sizi yurdumuzdan kovarız, yahut bizim dinimize dönersiniz.» Rab’leri de onlara şöyle vahyetti: «Elbette Biz o zalimleri imha edeceğiz ve onlardan sonra o ülkeye sizi yerleştireceğiz. İşte bu, huzuruma çıkmaktan ve uyardığım azaptan çekinenler içindir.»
[007.088] Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: «Ey Şuayb! Seni ve seninle beraber inananları memleketimizden kesinlikle çıkaracağız veya dinimize döneceksiniz» (Şuayb): İstemesek de mi? dedi.
Müşrik kavimlerinden bu tür tehditlere maruz kalan iman edenlerin , müşrik kavimleri ile kesin bir ayrışma içine girerek , onların dinlerini ret eden bir yaşam tercihinde bulunduklarına dikkat çekmek isteriz.
Aynı tehdit Muhammed (a.s) içinde geçerli olmuş , ve Allah (c.c) müşriklerin bu tehditlerine hiç bir zaman boyun eğmemesini bir çok kez hatırlatmıştır.
[068.008-9] Bundan böyle, yalanlayanlara itaat etme;Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.
Kalem s. 8 ve 9. ayetlerinde , müşriklerden gelecek olan uzlaşma tekliflerinin, kesinlikle ret edilmesi gerektiği hatırlatılmaktadır. Dün ret edilen bu tür uzlaşma teklifleri , bugün maalesef Müslümanlar tarafından kabul gören bir duruma geçilmiştir.
Kişisel bazda yasaklanan bazı hakların bir kısmının geri verilmiş olması , toplumun tabi olduğu sistemin kurallarının Allah (c.c) nin dışındakilerden alındığını unutturarak, Müslümanları atalet içine sokmuş , ve iman etmenin bir gereği olan ayrışmayı bir kenara bırakarak sistem ile içli dışlı olan bir hale sokmuştur.
Eğer iman iddiasında isek , bize anlatılan kıssalardaki yaşam örnekleri, bizlerin nasıl bir hayat sürmemiz gerektiğini öğütleyen ibret vesikaları olarak hayatımızda yer almalıdır. Kıssalar eğer, geçmiş hakiki yaşam örnekleri olarak bizim hayatımızı yönlendiren vesikalar olmaz ise , ancak geçmiştekilerin masalları olarak anlatılardan ibaret kalacaktır.
Hayatın anlamı tek ilaha kulluk ise ki öyledir , geçmiştekilerin canlarını ve mallarını terk ederek , bu uğurda mücadele etmelerinin anlatılmış olmasının bizler için mutlaka bir şeyler ifade etmesi gerekmektedir.
"Dün öyleymiş ama bugün artık öyle değil" kabilinden itirazlar veya bahaneler , bizlerin Allah (c.c) ye karşı olan sorumluluğunu asla yok etmeyecektir. Kıssa yolu ile anlatılanlar "İsterseniz böyle yapabilirsiniz" kabilinden anlatımlar değil , "Eğer iman iddiasında iseniz rol model olarak almanız gereken insanlar bunlardır" kabilinden anlatımlardır.
Kehf ve Rakım ashabının terk ettiği mal , servet , mevki türünden dünya hayatının geçici metaı olanlar, şirke karşı bir duruş sergilemek adına terk edilemiyorsa , terk edemediğimiz o mallar, yarın hesap gününde bizim ateşimizi azdıran yakıtlar olmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
[009.024] De ki: «Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.»
En sevdiğini imanı yolunda terk ederek ondan ayrılma örneği veren atamız İbrahim (a.s) ı da burada anmak yerinde olacaktır. Babasını ve kavmini defalarca imana davet eden , ve bu davetine olumlu cevap alamayan İbrahim (a.s) , neticede onlardan ayrılarak imanının gereğini yerine getirme örneğini bizlere taşımıştır.
[019.048] «İşte sizi de, sizin Allah’tan başka ibadet ve dua ettiğiniz tanrılarınızı da terkediyorum. Rabbime niyaz edip yalvarıyorum. Rabbime niyaz etmem sayesinde mahrum ve perişan olmayacağımı umuyorum.
[019.049] Böylelikle, onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrılınca ona İshak'ı ve (oğlu) Yakub'u armağan ettik ve her birini peygamber kıldık.
Şurası asla unutulmamalıdır ki ; İmanımızın gereği olan Tevhidi duruşu hayatımızın her anında göstermekten bazı dünyevi nedenlerden imtina ettiğimizde , şirk ve ondan türeyen yaşam tarzları, artık bizleri için içselleştirilmeye başlanan bir hayat tarzı haline gelecektir.
Sonuç olarak ; Kehf ve Rakım ashabı kıssasının , mesajlarından olan ve en önemli mesajı olduğunu düşündüğümüz şirke karşı Müslüman duruşunun geçmişteki yaşanmış örneğinin anlatıldığı ayetlerdeki duruş örneği , aynı şartları yaşayan bir toplumda olduğumuzda, bizler için de yapılması gereken bir davranışı öğretmektedir. Allah (c.c) ye kulluk yolunda terk etmekte zorlandığımız ne varsa , yarın kıyamet gününde bize ateş azabı olarak geri dönecektir.
Kur'anda anlatılan bu itizal (ayrılma) örnekleri , bizlerin yapması gerekenin , bizden öncekiler tarafından yapılmışlığını göstererek , bu yolda yalnız olmadığımızı , bizden önce bu yolun uygulandığını göstererek, bizi bir nevi motivasyona yönelik anlatımlardır.
[011.120] Resullere ait haberlerden kalbini yatıştıracak olanlardan her türlüsünü sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda da sana bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve ibret gelmiştir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
17 Nisan 2016 Pazar
Kehf ve Rakım Ashabı Kıssasından Kabirde Geçecek Zaman İle İlgili Bir Bilgi Çıkarım Çalışması
Kur'an kıssaları , içerisinde bir çok mesajı taşıma kapasitesine sahip bulunan anlatımları içermektedir. Kehf ve Rakım ashabı kıssası , böyle bir kapasiteye sahip olan kıssalardan olup, kıssa içindeki bazı ayetler, ölüm ile yeniden diriliş arasında geçecek zaman hakkında bizleri bilgi sahibi yapmaktadır .
Bilindiği üzere, "Kabir Azabı" konusu başlığı altında verilen bilgilerde , ölüm sonrası kabre konulan kişinin, dünya hayatında yapmış olduğu amellere karşılık olarak, kabrinin ya cennet bahçelerinden bir bahçe , veya cehennem çukurlarından bir çukur olacağı anlatılmaktadır.
Ancak bu bilgiyi Kur'an içinden teyit edecek bir ayetimiz maalesef olmayıp , bu bilgi rivayetler ile İslam düşüncesi içine sokulmuş, ve bazı Kur'an ayetleri özellikle Mü'min suresi 46. ayeti bu konuya delil olarak sunulmaktadır. Allah (c.c) tarafından "Çelişkisiz bir kitap"(4.82) tanımlanan bu kitabın bir ayetinde kabir azabını kabul eden , bir başka ayetinde kabir azabını ret eden ayetin bulunmasının imkansız olacağına göre, bu konuda çelişki arz etmeyen bir düşünce içinde olmak gerekmektedir.
Kabir azabına delil olarak Kur'andan getirilen Mü'min s. 46. ayetinin meali şöyledir;
[040.046] Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün ise: «Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun» .
Bu ayete bakıldığında, firavun ve avanesi kıyamet öncesinde şu anda bile ateşin içinde azap görmektedirler. Bu düşünceyi bütün kafirler için genellediğimizde , ölmüş ve ölecek olan bütün kafirler ,kıyamet gününe kadar kabirlerinde azap göreceklerdir.
Şöyle bir düşünelim ; Ölmüş olan bütün kafirler eğer yeniden diriliş gününe kadar kabirlerinde azap görüyorlar ise , Kur'anın yeniden diriliş sahnesini anlattığı ayetlerde , böyle bir azap gördüklerine dair konuşmalar yer alması gerekmezmiydi ?.
Maalesef ölümden sonra yeniden dirilenlerin aralarında geçen konuşmalarda (bu konuşmalar genelde kafirlerin aralarındaki konuşmalardır) , onların kabirde azap gördüklerine dair bırakın en küçük bir karine teşkil edecek konuşma kırıntısı , onların kabirlerinde ne kadar kaldıklarına dair bilgileri bile olmadıklarına dair konuşmalar yer almaktadır.
Bu konuşmalar , kabir azabı görmek diye bir durumun söz konusu bile olmadığını göstermesi açısından önemli bilgiler içermektedir.
[017.052] Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız.
[036.052] Dediler; «vah bize, bizi yattığımız yerden (Merkadine) kim kaldırdı? İşte Rahman'ın vadettiği şey budur. Demek peygamber doğru söylemiş.»
Bu konuda bir çok ayet olduğunu hatırlatarak , Kehf ve Rakım ashabı kıssasından bu konu ile ilgili ayetleri okumaya çalışalım;
Bu kıssa içinde verilmek istenen mesajlardan bir tanesi , ölümden sonra yeniden dirilişin gerçek olduğunun dünya hayatı içinde gösterilmiş olmasıdır. Bu durumu, kıssanın 21. ayetinin "Böylece onları duyurduk ki, Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu ve kıyametin mutlaka geleceğini, onda asla şüphe olmadığını bilsinler." cümlesinde görmekteyiz.
Ölümden sonra diriliş haberinin gerçek olduğunu dünya hayatı içinde bir örnekle, bir kısım insanı senelerce uyuttuktan sonra bizlere gösteren Rabbimiz , yeniden diriliş sonrası olacakları da aynı kıssa içinde bizlere göstermektedir.
[018.019] Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: «Ne kadar kaldınız?» dedi. «Bir gün veya daha az bir müddet kaldık» dediler. «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın» dediler.
Kehf ve Rakım ashabının birbirine sorduğu "Ne kadar kaldınız?" sorusunun aynısı , başka ayetlerde kabirlerden kalkanlar tarafından birbirlerine sorulmaktadır.
[023.112] Dedi ki: «Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?»
Kehf ve Rakım ashabının sorulan soruya verdiği "Bir gün veya daha az bir müddet kaldık" cevabının aynısının , kabirlerden kalkanlar tarafından verildiğini de görmekteyiz.
[023.113] Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor, dediler.
Kehf ve Rakım ashabının uzun yıllar uyumalarına karşılık sanki bir gece yatıp ertesi sabah kalkmış gibi bir durumda olduklarını zannetmiş olmaları , onların uzun yıllar uyumuş olmalarının farkına varmadıklarını göstermektedir.
"Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız." sözleri, onların ne kadar uyuduklarının farkında olmadıklarını göstermektedir.
Yasin s. 52. ayetinde "Bizi merkadimizden kim kaldırdı ?" sorusundaki "Rakade" kelimesini , Kehf ve Rakım ashabının kıssasının anlatıldığı Kehf s. 18. ayetinde de görmekteyiz. "Bir de onları uyanıklar zannedersin halbuki uykudalardır (rükudun)"
Ölümün uykuya benzetildiği ve yeniden dirilişin uykudan uyanış gibi gösterildiği bu ayetlere karşın , uykunun ölüme , ve uykudan uyanmanın ise ölümden sonra dirilişe benzetildiği ayetleri de görmekteyiz.
[006.060] Geceleyin sizi öldüren, gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.
[039.042] Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.
Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki ; Kabir azabının olduğuna dair tek bir ayeti delil olarak göstererek , o delil olarak gösterilen ayetin de ölümden sonra yeniden dirilişin anlatıldığı ayetler ile çelişki arz ettiğini dikkate almadan, sadece rivayetleri Kur'ana onaylatma düşüncesinin bir ürünü olan kabir azabı düşüncesinin , Kur'an tarafından onaylanmamasına karşın, hala "Kabir azabı vardır" demek asla mümkün değildir.
Rivayetler kanalı ile gelen bilgiyi onaylatmak adına delil olarak gösterilmeye çalışılan Mü'min s. 46. ayeti , diğer ayetler ile çelişkili bir durum arz ettiği için, ya rivayetleri kabul ederek "Kabir azabı vardır" diyeceğiz, aynı zamandan bu kabulümüz Kur'an ayetlerini ret ettiğimiz anlamına gelecektir, ya da Kur'an ayetlerini kabul ederek "Kabir azabı yoktur" diyeceğiz.
Sonuç olarak ; Kur'an kıssalarının bir çok mesajı ihtiva eden anlatımlar olduğu düşüncesinden yola çıkarak, aynı kıssa içinde bir çok mesajın olabileceğini okuma örneğini , Kehf ve Rakım ashabı kıssası içindeki bazı ayetlerin, Kur'an içinde diğer ayetler ile bağını kurmaya çalışarak , ölüm sonrası yeniden diriliş vaktine kadar geçecek olan zamanı Kur'an içinden okumaya çalıştık.
Okuduğumuz ayetler bize göstermektedir ki , Kur'an "Kabir azabı" adı altında verilen bilgilerin hiç birini onaylamamakta , aksine yeniden diriliş vaktine kadar geçen zamanda insanların hiç bir şeyden habersiz olarak yatmakta olduklarını haber vermektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Bilindiği üzere, "Kabir Azabı" konusu başlığı altında verilen bilgilerde , ölüm sonrası kabre konulan kişinin, dünya hayatında yapmış olduğu amellere karşılık olarak, kabrinin ya cennet bahçelerinden bir bahçe , veya cehennem çukurlarından bir çukur olacağı anlatılmaktadır.
Ancak bu bilgiyi Kur'an içinden teyit edecek bir ayetimiz maalesef olmayıp , bu bilgi rivayetler ile İslam düşüncesi içine sokulmuş, ve bazı Kur'an ayetleri özellikle Mü'min suresi 46. ayeti bu konuya delil olarak sunulmaktadır. Allah (c.c) tarafından "Çelişkisiz bir kitap"(4.82) tanımlanan bu kitabın bir ayetinde kabir azabını kabul eden , bir başka ayetinde kabir azabını ret eden ayetin bulunmasının imkansız olacağına göre, bu konuda çelişki arz etmeyen bir düşünce içinde olmak gerekmektedir.
Kabir azabına delil olarak Kur'andan getirilen Mü'min s. 46. ayetinin meali şöyledir;
[040.046] Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün ise: «Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun» .
Bu ayete bakıldığında, firavun ve avanesi kıyamet öncesinde şu anda bile ateşin içinde azap görmektedirler. Bu düşünceyi bütün kafirler için genellediğimizde , ölmüş ve ölecek olan bütün kafirler ,kıyamet gününe kadar kabirlerinde azap göreceklerdir.
Şöyle bir düşünelim ; Ölmüş olan bütün kafirler eğer yeniden diriliş gününe kadar kabirlerinde azap görüyorlar ise , Kur'anın yeniden diriliş sahnesini anlattığı ayetlerde , böyle bir azap gördüklerine dair konuşmalar yer alması gerekmezmiydi ?.
Maalesef ölümden sonra yeniden dirilenlerin aralarında geçen konuşmalarda (bu konuşmalar genelde kafirlerin aralarındaki konuşmalardır) , onların kabirde azap gördüklerine dair bırakın en küçük bir karine teşkil edecek konuşma kırıntısı , onların kabirlerinde ne kadar kaldıklarına dair bilgileri bile olmadıklarına dair konuşmalar yer almaktadır.
Bu konuşmalar , kabir azabı görmek diye bir durumun söz konusu bile olmadığını göstermesi açısından önemli bilgiler içermektedir.
[017.052] Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız.
[036.052] Dediler; «vah bize, bizi yattığımız yerden (Merkadine) kim kaldırdı? İşte Rahman'ın vadettiği şey budur. Demek peygamber doğru söylemiş.»
Bu konuda bir çok ayet olduğunu hatırlatarak , Kehf ve Rakım ashabı kıssasından bu konu ile ilgili ayetleri okumaya çalışalım;
Bu kıssa içinde verilmek istenen mesajlardan bir tanesi , ölümden sonra yeniden dirilişin gerçek olduğunun dünya hayatı içinde gösterilmiş olmasıdır. Bu durumu, kıssanın 21. ayetinin "Böylece onları duyurduk ki, Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu ve kıyametin mutlaka geleceğini, onda asla şüphe olmadığını bilsinler." cümlesinde görmekteyiz.
Ölümden sonra diriliş haberinin gerçek olduğunu dünya hayatı içinde bir örnekle, bir kısım insanı senelerce uyuttuktan sonra bizlere gösteren Rabbimiz , yeniden diriliş sonrası olacakları da aynı kıssa içinde bizlere göstermektedir.
[018.019] Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: «Ne kadar kaldınız?» dedi. «Bir gün veya daha az bir müddet kaldık» dediler. «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın» dediler.
Kehf ve Rakım ashabının birbirine sorduğu "Ne kadar kaldınız?" sorusunun aynısı , başka ayetlerde kabirlerden kalkanlar tarafından birbirlerine sorulmaktadır.
[023.112] Dedi ki: «Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?»
Kehf ve Rakım ashabının sorulan soruya verdiği "Bir gün veya daha az bir müddet kaldık" cevabının aynısının , kabirlerden kalkanlar tarafından verildiğini de görmekteyiz.
[023.113] Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor, dediler.
Kehf ve Rakım ashabının uzun yıllar uyumalarına karşılık sanki bir gece yatıp ertesi sabah kalkmış gibi bir durumda olduklarını zannetmiş olmaları , onların uzun yıllar uyumuş olmalarının farkına varmadıklarını göstermektedir.
"Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız." sözleri, onların ne kadar uyuduklarının farkında olmadıklarını göstermektedir.
Yasin s. 52. ayetinde "Bizi merkadimizden kim kaldırdı ?" sorusundaki "Rakade" kelimesini , Kehf ve Rakım ashabının kıssasının anlatıldığı Kehf s. 18. ayetinde de görmekteyiz. "Bir de onları uyanıklar zannedersin halbuki uykudalardır (rükudun)"
Ölümün uykuya benzetildiği ve yeniden dirilişin uykudan uyanış gibi gösterildiği bu ayetlere karşın , uykunun ölüme , ve uykudan uyanmanın ise ölümden sonra dirilişe benzetildiği ayetleri de görmekteyiz.
[006.060] Geceleyin sizi öldüren, gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.
[039.042] Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.
Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki ; Kabir azabının olduğuna dair tek bir ayeti delil olarak göstererek , o delil olarak gösterilen ayetin de ölümden sonra yeniden dirilişin anlatıldığı ayetler ile çelişki arz ettiğini dikkate almadan, sadece rivayetleri Kur'ana onaylatma düşüncesinin bir ürünü olan kabir azabı düşüncesinin , Kur'an tarafından onaylanmamasına karşın, hala "Kabir azabı vardır" demek asla mümkün değildir.
Rivayetler kanalı ile gelen bilgiyi onaylatmak adına delil olarak gösterilmeye çalışılan Mü'min s. 46. ayeti , diğer ayetler ile çelişkili bir durum arz ettiği için, ya rivayetleri kabul ederek "Kabir azabı vardır" diyeceğiz, aynı zamandan bu kabulümüz Kur'an ayetlerini ret ettiğimiz anlamına gelecektir, ya da Kur'an ayetlerini kabul ederek "Kabir azabı yoktur" diyeceğiz.
Sonuç olarak ; Kur'an kıssalarının bir çok mesajı ihtiva eden anlatımlar olduğu düşüncesinden yola çıkarak, aynı kıssa içinde bir çok mesajın olabileceğini okuma örneğini , Kehf ve Rakım ashabı kıssası içindeki bazı ayetlerin, Kur'an içinde diğer ayetler ile bağını kurmaya çalışarak , ölüm sonrası yeniden diriliş vaktine kadar geçecek olan zamanı Kur'an içinden okumaya çalıştık.
Okuduğumuz ayetler bize göstermektedir ki , Kur'an "Kabir azabı" adı altında verilen bilgilerin hiç birini onaylamamakta , aksine yeniden diriliş vaktine kadar geçen zamanda insanların hiç bir şeyden habersiz olarak yatmakta olduklarını haber vermektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
16 Nisan 2016 Cumartesi
Kehf ve Rakım Ashabı Kaç Kişi idi ?
Yazının başlığını okuyanlar , bu yazının konusunun Kehf ve Rakım ashabının Kur'anda belirtilmeyen sayılarını aramak üzerine yazılmış bir yazı olduğunu zannedebilirler. Yazının konusu, onların kaç kişi olduklarını araştırmak değil , kıssanın anlatıldığı 22. ayeti dikkate alarak, Kur'an kıssalarını okuma yöntemi üzerinde durmaya çalışmak olacaktır.
Kehf ve Rakım ashabı kıssası , diğer kıssalar gibi, içinde bir çok mesajı barındıran bir hüviyete sahip olan kıssadır. Biz sadece Kehf s. 22. ayetini baz alarak, bu kıssadaki mesajlardan birisini anlamaya çalışacağız.
[018.022] Karanlığa taş atar gibi; üçtür, dördüncüsü köpekleridir, diyeceklerdir. Veya beştir, altıncıları köpekleridir, derler. Yahut: Yedidir, sekizincileri köpekleridir, derler. Onların sayısını en iyi bilen Rabbımdır, de. Onları pek az kimseden başkası bilmez. Bu yüzden onlar hakkında bu kısa anlatılanların dışında kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma.
Bu ayetin, kıssanın anlatıldığı ayetlerin sonunda olmasına ve ayet içindeki "Diyecekler" ifadesine dikkat edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. "Diyecekler" ifadesi, bu kıssayı okuyan veya dinleyen bazı kimselerin , kıssa ile ilgili olarak yapacağı yorumları , veya kıssadan anladığını ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Kıssayı okuyan veya dinleyen bir kısım insanın , bu kıssadan gerekli ibretleri çıkarmak yerine , alakasız bir konuya yönelerek , verilmeyen bilgi peşinde koşmaları sonucunda kıssanın buharlaşmasına sebep olan okumaların yanlışlığı, "Diyecekler" ifadesi ile vurgulanmaktadır.
Bu kıssayı okuyan veya dinleyen bazı kimselerin, kıssa içinde adetleri belirtilmemiş olan bu kimselerin sayıları üzerinde tartışmaya girecek olmaları , kıssa ile ilgili olarak alakasız bir durum olarak görülerek , bilgi verilmemiş , bilgi verilmesine de gerek duyulmamış olan bir konuda , zanna dayalı yorumlar yaparak, yapılan kıssa okumalarının kimseye bir şey kazandırmadığını söyleyebiliriz.
[017.036] Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.
Kıssa okumalarında esas olan verilmeyen bilgiler peşinde koşmak değil , verilmiş olan bilgileri dikkate alan bir okuma ve anlama gerçekleştirerek , o kıssanın bizim hayatımıza yansıması olmalıdır. Bizim hayatımıza dair bir sözü olmayan kıssa okuması , anlatımdan hasıl olması gereken maksadın anlaşılmadığını gösterecektir.
"Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali yapılan kıssa okumaları , okunan kıssayı boş bir masal haline çevirmekten başka bir hale döndürmeyecektir. Kehf ve Rakım ashabı ile ilgili anlatılanlardan gerekli olan mesajı çıkarmak yerine , kıssada bilgisi verilmeyen bir konuya yönelerek , gereksiz bir gündem oluşturmak , kıssa okumalarında yapılacak en büyük hatalı okuma olacaktır.
Dikkat edilirse yapılacak adet tahminleri ret edilirken, " 3-5-7 kişi oldukları yönünde sözler söyleyecekler diyerek , aslında o kadar değil bu kadar idi" denilerek kesin bir sayı da verilmemektedir. Buradan anlaşılması gereken nokta , "Demek ki bu kıssada verilmek istenilen mesajlar, sadece kıssada anlatılan kişilerin kahramanlıkları ve şahsiyetleri değil, o kişilerin yaptıkları üzerinden bize düşen hisse olmalıdır" şeklinde bir düşünce oluşmasını gerektirmektedir.
Ayetin devamında ise, bu konudaki doğru bilginin sadece Allah (c.c) nin katında olduğu hatırlatılarak , onun dışından gelecek olan bilgilere itibar edilmemesi hatırlatılmaktadır. Bu durum sadece bu kıssa için değil bütün kıssalar için geçerli bir okuma yönteminin temelini oluşturması gerekmektedir.
Klasik tefsirlere bakıldığında, Kur'anın kıssa anlatımları ile ilgili yapılan yorumlarda, rivayet türünden bilgilerin sayfaları doldurduğunu görmekteyiz. Bu bilgilerin kaynağı "İsrailiyyat" denilen ehli kitap kaynakları veya "Hadis" denilen ve Muhammed (a.s) atfedilen bilgilerdir. Kendisine okunan kıssalar ile ilgili olarak adına "Hadis" denilen bilgiler verebilmesi , onun Kur'an harici ayrı bir vahiy alarak , Kur'an içinde olmayan bilgileri ayrıca almış olmasını gerektirir ki böyle bir durum asla mümkün değildir.
Muhammed (a.s) a atfedilen ve tefsirlerde kıssalar ile ilgili ondan gelen gaybe dair rivayetlerin tamamı uydurma bilgiler olup , güvenilirliği asla söz konusu olamaz. Çünkü Muhammed (a.s) a verilen bilgiler sadece Kur'an ile sınırlıdır.
[012.003] Biz bu Kuran'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz.. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin.
[003.044] Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.
[011.049] İşte bunlar gayb haberlerindendir. Bunları sana vahiyle bildiriyoruz. Bundan önce bunları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, akıbet muhakkak muttakilerindir.
Kehf ve Rakım ashabının sayıları üzerinde yoğunlaşan bir okuma veya anlama çalışması , o kıssanın sadece yaşandığı zaman ve mekana hapsedilerek yapılan bir okuma örneğini de vermektedir. Halbuki asıl olan nokta kıssayı mesaj içerikli okumaya çalışmak olmalıdır.
Kıssa okumalarında asıl olan sadece o kıssanın yaşandığı zaman ve mekanda anlaşılması değil , o kıssanın yaşandığı zaman ve mekandan çıkarılarak güncel hale getirilerek , bizlere dair olan mesajları olmalıdır. Hangi kıssa okunursa okunsun, bu nokta dikkat edilmediği takdirde , Kehf ve Rakım ashabı üzerinde yapılan gereksiz sayı tartışmaları türünden tartışmalar, diğer kıssalar içinde yapılarak , Kur'anda önemli bir yer tutan kıssalardan alınması gerekli olan dersler çıkarılmayarak buharlaşmasına sebep olacaktır.
Sonuç olarak ; Kıssa okumaların en önemli nokta , o kıssa içinde kalmayan bir okuma gerçekleştirmek olmalıdır. Bunun yolu ise , kıssa içinde anlatılan kişilerin şahsiyetlerine takılmadan , o şahsiyetler üzerinden verilmek istenilen mesajın okunmasından geçmektedir. Şahıslara takılı kalan okumalar , kahramanlık destanlarına dönüşerek , kıssaları masal haline çevirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Kur'an kıssalarında verilmeyen teferruatlar peşinde koşarak , bizlerin bu teferruatları çıkarma çalışmaları , bizleri trajikomik neticelere vardırarak , gülünç duruma düşmemize sebep olacaktır.
"Diyecekler" ifadesi , kıssalar ile ilgili olarak zanni bilgiler peşinde koşmanın yanlışlığını ifade ederek "Böyle demeyin" yani size bilgisi verilmeyen şeylerin peşinde koşmayın demektedir.
Kıssadan hisse almaya yönelik okumalar bizleri daha doğru sonuçlara götürmesi açısından Kur'an tarafından tavsiye edilen okumalardır.
[011.120] Sana resullerin haberlerinden -kalbini kendisiyle sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda da sana hak ve mü'minlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kehf ve Rakım ashabı kıssası , diğer kıssalar gibi, içinde bir çok mesajı barındıran bir hüviyete sahip olan kıssadır. Biz sadece Kehf s. 22. ayetini baz alarak, bu kıssadaki mesajlardan birisini anlamaya çalışacağız.
[018.022] Karanlığa taş atar gibi; üçtür, dördüncüsü köpekleridir, diyeceklerdir. Veya beştir, altıncıları köpekleridir, derler. Yahut: Yedidir, sekizincileri köpekleridir, derler. Onların sayısını en iyi bilen Rabbımdır, de. Onları pek az kimseden başkası bilmez. Bu yüzden onlar hakkında bu kısa anlatılanların dışında kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma.
Bu ayetin, kıssanın anlatıldığı ayetlerin sonunda olmasına ve ayet içindeki "Diyecekler" ifadesine dikkat edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. "Diyecekler" ifadesi, bu kıssayı okuyan veya dinleyen bazı kimselerin , kıssa ile ilgili olarak yapacağı yorumları , veya kıssadan anladığını ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Kıssayı okuyan veya dinleyen bir kısım insanın , bu kıssadan gerekli ibretleri çıkarmak yerine , alakasız bir konuya yönelerek , verilmeyen bilgi peşinde koşmaları sonucunda kıssanın buharlaşmasına sebep olan okumaların yanlışlığı, "Diyecekler" ifadesi ile vurgulanmaktadır.
Bu kıssayı okuyan veya dinleyen bazı kimselerin, kıssa içinde adetleri belirtilmemiş olan bu kimselerin sayıları üzerinde tartışmaya girecek olmaları , kıssa ile ilgili olarak alakasız bir durum olarak görülerek , bilgi verilmemiş , bilgi verilmesine de gerek duyulmamış olan bir konuda , zanna dayalı yorumlar yaparak, yapılan kıssa okumalarının kimseye bir şey kazandırmadığını söyleyebiliriz.
[017.036] Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.
Kıssa okumalarında esas olan verilmeyen bilgiler peşinde koşmak değil , verilmiş olan bilgileri dikkate alan bir okuma ve anlama gerçekleştirerek , o kıssanın bizim hayatımıza yansıması olmalıdır. Bizim hayatımıza dair bir sözü olmayan kıssa okuması , anlatımdan hasıl olması gereken maksadın anlaşılmadığını gösterecektir.
"Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali yapılan kıssa okumaları , okunan kıssayı boş bir masal haline çevirmekten başka bir hale döndürmeyecektir. Kehf ve Rakım ashabı ile ilgili anlatılanlardan gerekli olan mesajı çıkarmak yerine , kıssada bilgisi verilmeyen bir konuya yönelerek , gereksiz bir gündem oluşturmak , kıssa okumalarında yapılacak en büyük hatalı okuma olacaktır.
Dikkat edilirse yapılacak adet tahminleri ret edilirken, " 3-5-7 kişi oldukları yönünde sözler söyleyecekler diyerek , aslında o kadar değil bu kadar idi" denilerek kesin bir sayı da verilmemektedir. Buradan anlaşılması gereken nokta , "Demek ki bu kıssada verilmek istenilen mesajlar, sadece kıssada anlatılan kişilerin kahramanlıkları ve şahsiyetleri değil, o kişilerin yaptıkları üzerinden bize düşen hisse olmalıdır" şeklinde bir düşünce oluşmasını gerektirmektedir.
Ayetin devamında ise, bu konudaki doğru bilginin sadece Allah (c.c) nin katında olduğu hatırlatılarak , onun dışından gelecek olan bilgilere itibar edilmemesi hatırlatılmaktadır. Bu durum sadece bu kıssa için değil bütün kıssalar için geçerli bir okuma yönteminin temelini oluşturması gerekmektedir.
Klasik tefsirlere bakıldığında, Kur'anın kıssa anlatımları ile ilgili yapılan yorumlarda, rivayet türünden bilgilerin sayfaları doldurduğunu görmekteyiz. Bu bilgilerin kaynağı "İsrailiyyat" denilen ehli kitap kaynakları veya "Hadis" denilen ve Muhammed (a.s) atfedilen bilgilerdir. Kendisine okunan kıssalar ile ilgili olarak adına "Hadis" denilen bilgiler verebilmesi , onun Kur'an harici ayrı bir vahiy alarak , Kur'an içinde olmayan bilgileri ayrıca almış olmasını gerektirir ki böyle bir durum asla mümkün değildir.
Muhammed (a.s) a atfedilen ve tefsirlerde kıssalar ile ilgili ondan gelen gaybe dair rivayetlerin tamamı uydurma bilgiler olup , güvenilirliği asla söz konusu olamaz. Çünkü Muhammed (a.s) a verilen bilgiler sadece Kur'an ile sınırlıdır.
[012.003] Biz bu Kuran'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz.. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin.
[003.044] Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.
[011.049] İşte bunlar gayb haberlerindendir. Bunları sana vahiyle bildiriyoruz. Bundan önce bunları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, akıbet muhakkak muttakilerindir.
Kehf ve Rakım ashabının sayıları üzerinde yoğunlaşan bir okuma veya anlama çalışması , o kıssanın sadece yaşandığı zaman ve mekana hapsedilerek yapılan bir okuma örneğini de vermektedir. Halbuki asıl olan nokta kıssayı mesaj içerikli okumaya çalışmak olmalıdır.
Kıssa okumalarında asıl olan sadece o kıssanın yaşandığı zaman ve mekanda anlaşılması değil , o kıssanın yaşandığı zaman ve mekandan çıkarılarak güncel hale getirilerek , bizlere dair olan mesajları olmalıdır. Hangi kıssa okunursa okunsun, bu nokta dikkat edilmediği takdirde , Kehf ve Rakım ashabı üzerinde yapılan gereksiz sayı tartışmaları türünden tartışmalar, diğer kıssalar içinde yapılarak , Kur'anda önemli bir yer tutan kıssalardan alınması gerekli olan dersler çıkarılmayarak buharlaşmasına sebep olacaktır.
Sonuç olarak ; Kıssa okumaların en önemli nokta , o kıssa içinde kalmayan bir okuma gerçekleştirmek olmalıdır. Bunun yolu ise , kıssa içinde anlatılan kişilerin şahsiyetlerine takılmadan , o şahsiyetler üzerinden verilmek istenilen mesajın okunmasından geçmektedir. Şahıslara takılı kalan okumalar , kahramanlık destanlarına dönüşerek , kıssaları masal haline çevirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Kur'an kıssalarında verilmeyen teferruatlar peşinde koşarak , bizlerin bu teferruatları çıkarma çalışmaları , bizleri trajikomik neticelere vardırarak , gülünç duruma düşmemize sebep olacaktır.
"Diyecekler" ifadesi , kıssalar ile ilgili olarak zanni bilgiler peşinde koşmanın yanlışlığını ifade ederek "Böyle demeyin" yani size bilgisi verilmeyen şeylerin peşinde koşmayın demektedir.
Kıssadan hisse almaya yönelik okumalar bizleri daha doğru sonuçlara götürmesi açısından Kur'an tarafından tavsiye edilen okumalardır.
[011.120] Sana resullerin haberlerinden -kalbini kendisiyle sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda da sana hak ve mü'minlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
15 Ekim 2011 Cumartesi
"Kehf ve Rakım Ashabı" Kıssası
Kehf ve Rakım Ashabı kıssası, Kur'anı Kerim'in Kehf suresinde anlatılan ve sureye ismini veren kıssadır. Bu kıssadaki anlatılanlar, Kur'anın bütünlüğünde bizlere anlatılan konuların canlı olarak pratik hayata geçirilişinin örneklerini yansıtması açısından bakılması dikkate değerdir. Kur'an kıssalarının yaşadığımız hayat içinde almamız gereken güzel örnekler barındırdığını gözden uzak tutmadığımız müddetçe bu kıssalar bizlere birer işaret taşı mesabesindedir. Geleneksel ve modernist yorumlara baktığımız zaman bu kıssaların yaşadığımız hayat içinde bizlere bir örnek teşkil etmesi gibi bir düşünce içinde olunmadığını görmekteyiz.
Geleneksel tefsir anlayışı içinde değerlendirilen kıssalar Kur'an harici bilgilerle kıssaları boğup bir sayfalık kıssayı sayfalarca rivayetler ile doldurarak anlamsız hikayeler haline getirmişlerdir. Kıssada göreceğimiz üzere özellikle gayp hakkında Kur'andan başka bilgi kaynağı üzerinde durulmamasının emredilmesine rağmen (22. ayet) maalesef yığınlarca İsraili bilgiler tefsirlerde mevcuttur.
Bunun yanında geleneksel anlayış ile kıssaları anlamama husunda aynı paralelde bulunan modernist anlayış , kıssaların yaşanmışlığı konusunda tereddütler ortaya atarak "Bunlar gerçek olarak yaşanmış olaylar değildir mecazi anlatımlardır" şeklindeki düşünceleri ile kıssaları hayattan koparmaya çalışmaktadırlar. Bunun örneğini budan önceki yazımızda "Tebyinül Kuran" adlı eserden, bu kıssa ile ilgili yorumları alıntılayarak , kıssanın hayattan koparma adına tahrif edilerek bilim kurgu filmi haline getirildiğinin örneklerini sergilemeye çalışmıştık.
"Kehf ve Rakım ehli " kıssasında, bizlere örnek olması gereken konuları 4 ana başlık halinde toplamamız mümkündür.
1-ŞİRK DÜZENLERİNE KARŞI TEVHİDİ DURUŞ.
2- ÖLÜMDEN SONRA DİRİLİŞİN HAKİKATI.
3- KABİR HAYATI.
4-GAYB BİLGİSİNİN KAYNAĞI.
Kıssanın ayet meallerini vererek bu konuları anladığımız kadarı ile paylaşmaya gayret edelim.
9- Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini Bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?
10- O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: "Rabbimiz, Katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl).
11- Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik).
12- Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık.
13- Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarıyoruz. Gerçekten onlar Rablerine iman etmiş gençlerdi ve Biz de onların hidayetlerini artırmıştık.
14- Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; (Krala karşı) Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir; İlah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız."
15- "Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir?"
16- (İçlerinden biri demişti ki:) "Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın."
17- (Onlara baktığında) Görürsün ki, güneş doğduğunda mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser-geçerdi ve onlar da onun (mağaranın) geniş boşluğundalardı. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi saptırırsa onun için asla doğru-yolu gösterici bir veli bulamazsın.
18- Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu. Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı.
19- Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin."
20- "Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız."
21- Böylece, Allah'ın va'dinin hak olduğunu ve gerçekten kıyametin, kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için (şehir halkına ve sonraki insan kuşaklarına) onları buldurmuş olduk. (Onları görenler) Kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı, (bir kısmı) dedi ki: "Onların üstüne bir bina inşa edin, Rableri onları daha iyi bilir." Onların işine galip gelen (sözleri geçen)ler ise: "Üstlerine mutlaka bir mescid yapmalıyız" dediler.
22- (Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki: "Üç'tüler, onların dördüncüsü köpekleridir." Ve: "Beştiler, onların altıncısı köpekleridir" diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. "Yedidirler, onların sekizincisi köpekleridir" diyecekler. De ki: "Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez." Öyleyse onlar konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
23- Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme.
24- Ancak: "Allah dilerse" (inşaAllah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: "Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir."
25- Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar.
26- De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz."
RAKIM EHLİ KİMLERDİR?
Öncelikle 9. ayette geçen "Kehf ve Rakım Ehli"nin kimler olduğu konusunun açıklığa kavuşturulması gerektiği kanaatindeyiz, çünkü tefsir kitaplarında bu konuda farklı bilgiler bulunmaktadır. Tefsir kitaplarında "Rakım Ehli" ile ilgili yazılanları toplayacak olursak, 1-mağara ehlinin isimlerinin yazıldığı taş kitabe,2-mağara ehlinin çıktıkları şehrin adı,3-kullandıkları gümüş para,4- köpeklerinin ismi gibi yorumlara rastlamaktayız.
Ancak kanaatimiz o dur ki , ilgili ayetler ve tefsirlerdeki yorumlar "Kehf ve Rakım ehlinin" aynı kişiler olduğu görüşü daha doğrudur. Tefsirlerde yorumlara dikkat edecek olursak yorumların birleştiği nokta Ashabı Kehf ile ilgilidir."Rakım" kelimesinin anlamı ile ilgili olarak ,Ragıp el isfahani "Müfredat"ında şunları der."Kalın bir şekilde iz işaret bırakmak,çizmek veya yazmak. "ashabul rakım" için ,bunun bir yer adı olduğu söylenmiştir.Bir görüşe göre "üzerine isimlerinin yazıldığı taşa nisbet edilerek böyle adlandırılmıştır."
Bu kıssanın yaşandığı zamanı gözümüzün önüne getirip yaşananları zihnimizde canlandıracak olursak ,yaşanan olayın öyle basit ve sıradan bir olay olmadığı anlaşılır. Birkaç muvahhit genç zalim hükümdara baş kaldırıp bir anda ortadan kayboluyorlar ve bir daha kendilerinden hiç bir şekilde haber alınamıyor.Böyle bir olay bugün bile yaşansa dikkatleri çekecek olan bir olaydır.
Arkeolojik kazılardan elde edilen en önemli bulgulardan biri o beldenin önemli olaylarının yazıldığı taş kitabelerdir.Ashabı Kehf'in de ortadan kaybolmadan önce yaşadığı olaylar kitabelere yazılmış olacağından ötürü onların Kur'andaki diğer adı da "Rakım Ashabı dır". 9. ayette "Kehf ve Rakım ehlini şaşılacak ayetlerimizden mi sandın" mealindeki ayet, bizlere onların sonra gelenler için bir ayet olduğunu anlatmaktadır. 17. ayette "bu Allah'ın ayetlerindendir" şeklindeki meale bakılacak olursa ayet olarak bahsedilen konu onların mağaradaki durumları ile ilgilidir. Buda bize "Kehf ve Rakım ashabının" aynı kişiler olduğu düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Bu tespitten sonra kıssadaki örnek almamız gereken konular üzerinde durabiliriz.
1- ŞİRK DÜZENLERİNE KARŞI TEVHİDİ DURUŞ
Rabbimizin , Kur'anda bizlere bildirdiği en önemli konu , dinin ona has kılınması ve rab ve ilah olarak ondan başkasının tanınmamasıdır. Adem as dan Muhammed as a kadar gelen bütün resullerin ortak daveti Allaha şirk koşulmaması noktasındadır. Ancak Kur'anda anlatılan zalim hükümdar örneklerine baktığımız zaman onların (Nemrut ve Firavun örneklerinde gördüğümüz gibi) halk üzerinde baskı ve zulümlerini sürdürmek amacı ile kendilerinin "rab" ve "ilah" olduklarını iddia etmeleridir.
Zalim hükümdarların bu iddiaları kıyamete kadar sürecektir. Kendi yanlarından çıkardıları hükümlerle insanları yönetme iddiasında olan bütün kişi ve kurumların ortak iddiaları KENDİLERİNİN ALLAH'TAN BAŞKA RABLER VE İLAHLAR OLDUĞU iddiasıdır.Bu iddiayı Kehf suresinde "Ashabı Kehf'in" yaşadığı şehrin hükümdarları da sürdürme gayreti içindedirler. Her devirde olduğu gibi her zalim iktidarın karşısına hakkı haykıran muvahhitler çıkmıştır ve çıkacaktır. "Ashabı kehf" bu ,hakkı haykıran muvahhitlerin bir örneğidir. Bu muvahhitler sayıca az olmalarına rağmen, makam mevki ,aile ,servet, ve el alem ne der kaygılarını bir tarafa atıp , DİNİ ALLAHA HAS KILMA mücadelesini vermişlerdir.
Neticede, "Bu toplum düzelmez bari biz bu topluma adapte olalım" şeklinde bir düşünce içinde olmayıp o şehirden hicret etmişlerdir. Çünkü şirk düzenlerinin hakim olduğu bir toplumda müminler ellerinden gelen tepkinin en azamisini göstermek durumundadırlar. Bu tepkiyi göstermeyenler rableri huzurunda sorumludurlar."Ashabı Kehf" bu azami tepkiyi vermenin bir örneğini gösterip , rahmeti başkalarından beklemeyip sadece Allah'tan bekleyerek yarın kaygısını bir tarafa atıp mağaraya sığınmışlardır.
2-ÖLÜMDEN SONRA DİRİLİŞİN HAKİKATI
Kur'anın en önemli haberlerinden biride "Kıyamet" ve ölümden sonra diriliş" hakikatıdır. Bu hakikati gelen resullerin kavimlerine olan tebliğlerinde görmekteyiz. Buna rağmen müşriklerin ölümden sonra yeniden dirilişi inkar ettiklerini görmekteyiz. Surenin 21. ayeti bize bu gerçeği haber vermektedir. "böylece, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve gerçekten kıyametin kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için onları(şehir halkına) buldurmuş olduk.
Bu olayın Ashabı Kehf'i bulan şehir halkı ve bizlere ibret olması gereken yönü, başlarından geçen olaylar efsane olmuş ,kendilerinden nesiller boyu alınamayan "Ashabı Kehf'in" bir anda şehir halkının karşısına çıkması ve bu olayın "ölümden sonra dirilişin" dünya hayatında canlı bir provası olmasıdır. Belki , "bizler Ashabı Kehf'in yaşadığı çağa şahit olmadık" şeklinde akıla gelebilecek olan bir düşünceye Kur'anın bize verdiği her bilgi ve haberin bizler için "aynel yakin" bilgi ifade etmesi gerekmektedir. Bunun tersi bir düşünce özellikle Kur'anda anlatılan kıssaların bizler için bir örnek değil "Esatirul Evvelin" (eskilerin masalları) olması durumuna düşer. Bugün modernist düşüncenin kıssa anlayışı maalesef bu merkezdedir.
3- KABİR HAYATI
Ölüm ile yeniden diriliş arası ile ilgili olarak kur'anda herhangi bir haber verilmemesine rağmen rivayetler uydurmak sureti ile "Kabir Azabı" iman konusu haline getirilip bunun inanılması gereken bir konu olduğu, ve inanmayanın "Kafir" durumuna düşeceği iftirası,bilindiği gibi ortada gezmektedir. Bu konu ile ilgili olarak müstakil yazılarımız olmasına rağmen kıssada bu konu ile ilgili ayetler olduğu için ve "Kabir Azabı" konusunun bu kıssada daha bariz bir biçimde, söz konusu dahi olmayacağının ifade edilmesi açısından bu konuya da değinmek istiyoruz.
19. ayette "böylece aralarında sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik.İçlerinden biri dedi ki " ne kadar kaldınız?" "bir gün veya bir kısmı kadar kaldık" dediler " cümlesindeki " ne kadar kaldınız ?"sorusu, Kur'an'ın bir çok ayetinde geçmektedir . Bu sorunun, kabirlerden kalkış zamanında sorulmuş olması ile "Ashabı Kehf'in" birbirine sorması ile arasındaki bağlantı , Ashabı Kehf'in mağarada uykuda kaldığı süre içinde hiçbir şeyden habersiz olduğu ve uyandıkları zaman 309 yıl geçmesine rağmen "Bir gün veya bir kısmı kadar" kaldıklarını zannetmeleridir.
"Bir gün veya bir günden az" şeklindeki cevap kıyamet sonrası kabirlerinden dirilenlerin "ne kadar kaldınız?" sorusuna , kabirlerinden kalkan diğer kişilerin verdikleri cevap ile aynıdır. Aradaki bağlantıyı kuracak olursak , "Ashabı Kehf'in" uykuları ve kabirlerinden kalkanların , ölümleri ile arasında geçen zamandan habersiz olduklarından çıkaracağımız sonuç şu olacaktır. Eğer rivayetlerde uydurulduğu şekli ile "kabir azabı" konusu kuranın haber verdiği bir konu olsaydı ,kabirlerde kıyamete kadar binlerce yıl kalma durumunda olanlar"bir gün veya daha azı" demezlerdi.
4- GAYB BİLGİSİNİN KAYNAĞI
Kıssada 22. ayette "Gayba taş atmak" tabiri ile kullanılan sonradan gelenlerin "Ashabı Kehf" hakkında olur olmaz iddiaları ele alınarak gayp hakkındaki bilgi kaynağının sadece Kur'an olması ve Allah'ın verdiği bilgi kadarı ile yetinilmesi vurgulanmaktadır. Müteaddit Kur'an ayetlerinde " Ben gaybı bilmem" diyen Muhammed as bu sözlerine karşılık sanki " Sen bilmezsen biz sana bildittiririz" dercesine ona atfen gayp hakkında özellikle "kıyamet alametleri" ve vefatından sonraki siyasi olayların etkisi ile gelen itikadi ayrılıkların kendi düşüncelerini kabul ettirme amaçlı olarak onun ağzından kendi itikadi düşüncelerini doğrulatmak amacı ile bir çok gaybi haberler uydurulmuştur. O gün uydurulan bir çok hadis bugün "Şia" ve "Ehli Sünnet" itikadı adı altında dinleştirilerek mensuplarına empoze edilmektedir.
Tefsir kitaplarında, özellikle kıssalar etrafında yoğunlaşan bilgi kirliliğinin kaynağına baktığımız zaman bu kaynakların " Hadis " adı altında yoğunlaştığına maalesef şahit olmaktayız. Yine Kur'anda defalarca " bu kıssaları sana bildirilmeden önce sen bundan habersizdin" mealindeki ayetlere rağmen , Kur'an kıssaları hakkındaki bilgisi sadece kur'andaki kadar olan bir resulün ağzından bir sürü İsrailiyyat haberler uydurulmuştur. 22. ayet ve bu yöndeki diğer kur'an ayetleri bize gösteriyor ki, Kur'an da anlatılan bir kıssa haricinde herhangi bir rivayete güvenilmesi mümkün değildir.
Sonuç olarak , bütün kur'an kıssalarını kur'anın istediği şekilde anlamak durumunda olan Mü'minler olarak bu kıssadan da" anlaşılması gereken sadece budur" şeklinde bir anlatım içinde olmayıp " bizim anladığımız budur" şeklinde bir tutum içinde "Ashabı Kehf" kıssasından anladığımızı paylaşmaya çalıştık. Bu anlayışımızın temel dayanağı KUR'AN KISSALARININ SADECE O GÜN İÇİN DEĞİL HER ÇAĞA BİR MESAJ TAŞIMASIDIR. Geleneksel ve modernist anlayışın birleştiği kur'an kıssalarının bir masal veya ütopya olarak anlaşılması ve hayata dair hiçbir mesajının olmaması kur'andan onay alan bir düşünce değildir. "Tebyinül Kur'an " adlı eserdeki bu kıssa ile ilgili yaklaşımları gördüğümüz zaman özellikle modernist düşüncenin , kur'an kıssaları üzerinden hareket ederek " parmak ayı gösterirken, aya değil parmağa baktırmak" metodu ile kıssaların içini boşaltıp onları modern masallar haline getirme tehlikesine de dikkat çekmek istiyoruz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Geleneksel tefsir anlayışı içinde değerlendirilen kıssalar Kur'an harici bilgilerle kıssaları boğup bir sayfalık kıssayı sayfalarca rivayetler ile doldurarak anlamsız hikayeler haline getirmişlerdir. Kıssada göreceğimiz üzere özellikle gayp hakkında Kur'andan başka bilgi kaynağı üzerinde durulmamasının emredilmesine rağmen (22. ayet) maalesef yığınlarca İsraili bilgiler tefsirlerde mevcuttur.
Bunun yanında geleneksel anlayış ile kıssaları anlamama husunda aynı paralelde bulunan modernist anlayış , kıssaların yaşanmışlığı konusunda tereddütler ortaya atarak "Bunlar gerçek olarak yaşanmış olaylar değildir mecazi anlatımlardır" şeklindeki düşünceleri ile kıssaları hayattan koparmaya çalışmaktadırlar. Bunun örneğini budan önceki yazımızda "Tebyinül Kuran" adlı eserden, bu kıssa ile ilgili yorumları alıntılayarak , kıssanın hayattan koparma adına tahrif edilerek bilim kurgu filmi haline getirildiğinin örneklerini sergilemeye çalışmıştık.
"Kehf ve Rakım ehli " kıssasında, bizlere örnek olması gereken konuları 4 ana başlık halinde toplamamız mümkündür.
1-ŞİRK DÜZENLERİNE KARŞI TEVHİDİ DURUŞ.
2- ÖLÜMDEN SONRA DİRİLİŞİN HAKİKATI.
3- KABİR HAYATI.
4-GAYB BİLGİSİNİN KAYNAĞI.
Kıssanın ayet meallerini vererek bu konuları anladığımız kadarı ile paylaşmaya gayret edelim.
9- Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini Bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?
10- O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: "Rabbimiz, Katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl).
11- Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik).
12- Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık.
13- Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarıyoruz. Gerçekten onlar Rablerine iman etmiş gençlerdi ve Biz de onların hidayetlerini artırmıştık.
14- Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; (Krala karşı) Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir; İlah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız."
15- "Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir?"
16- (İçlerinden biri demişti ki:) "Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın."
17- (Onlara baktığında) Görürsün ki, güneş doğduğunda mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser-geçerdi ve onlar da onun (mağaranın) geniş boşluğundalardı. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi saptırırsa onun için asla doğru-yolu gösterici bir veli bulamazsın.
18- Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu. Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı.
19- Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin."
20- "Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız."
21- Böylece, Allah'ın va'dinin hak olduğunu ve gerçekten kıyametin, kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için (şehir halkına ve sonraki insan kuşaklarına) onları buldurmuş olduk. (Onları görenler) Kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı, (bir kısmı) dedi ki: "Onların üstüne bir bina inşa edin, Rableri onları daha iyi bilir." Onların işine galip gelen (sözleri geçen)ler ise: "Üstlerine mutlaka bir mescid yapmalıyız" dediler.
22- (Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki: "Üç'tüler, onların dördüncüsü köpekleridir." Ve: "Beştiler, onların altıncısı köpekleridir" diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. "Yedidirler, onların sekizincisi köpekleridir" diyecekler. De ki: "Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez." Öyleyse onlar konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
23- Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme.
24- Ancak: "Allah dilerse" (inşaAllah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: "Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir."
25- Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar.
26- De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz."
RAKIM EHLİ KİMLERDİR?
Öncelikle 9. ayette geçen "Kehf ve Rakım Ehli"nin kimler olduğu konusunun açıklığa kavuşturulması gerektiği kanaatindeyiz, çünkü tefsir kitaplarında bu konuda farklı bilgiler bulunmaktadır. Tefsir kitaplarında "Rakım Ehli" ile ilgili yazılanları toplayacak olursak, 1-mağara ehlinin isimlerinin yazıldığı taş kitabe,2-mağara ehlinin çıktıkları şehrin adı,3-kullandıkları gümüş para,4- köpeklerinin ismi gibi yorumlara rastlamaktayız.
Ancak kanaatimiz o dur ki , ilgili ayetler ve tefsirlerdeki yorumlar "Kehf ve Rakım ehlinin" aynı kişiler olduğu görüşü daha doğrudur. Tefsirlerde yorumlara dikkat edecek olursak yorumların birleştiği nokta Ashabı Kehf ile ilgilidir."Rakım" kelimesinin anlamı ile ilgili olarak ,Ragıp el isfahani "Müfredat"ında şunları der."Kalın bir şekilde iz işaret bırakmak,çizmek veya yazmak. "ashabul rakım" için ,bunun bir yer adı olduğu söylenmiştir.Bir görüşe göre "üzerine isimlerinin yazıldığı taşa nisbet edilerek böyle adlandırılmıştır."
Bu kıssanın yaşandığı zamanı gözümüzün önüne getirip yaşananları zihnimizde canlandıracak olursak ,yaşanan olayın öyle basit ve sıradan bir olay olmadığı anlaşılır. Birkaç muvahhit genç zalim hükümdara baş kaldırıp bir anda ortadan kayboluyorlar ve bir daha kendilerinden hiç bir şekilde haber alınamıyor.Böyle bir olay bugün bile yaşansa dikkatleri çekecek olan bir olaydır.
Arkeolojik kazılardan elde edilen en önemli bulgulardan biri o beldenin önemli olaylarının yazıldığı taş kitabelerdir.Ashabı Kehf'in de ortadan kaybolmadan önce yaşadığı olaylar kitabelere yazılmış olacağından ötürü onların Kur'andaki diğer adı da "Rakım Ashabı dır". 9. ayette "Kehf ve Rakım ehlini şaşılacak ayetlerimizden mi sandın" mealindeki ayet, bizlere onların sonra gelenler için bir ayet olduğunu anlatmaktadır. 17. ayette "bu Allah'ın ayetlerindendir" şeklindeki meale bakılacak olursa ayet olarak bahsedilen konu onların mağaradaki durumları ile ilgilidir. Buda bize "Kehf ve Rakım ashabının" aynı kişiler olduğu düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Bu tespitten sonra kıssadaki örnek almamız gereken konular üzerinde durabiliriz.
1- ŞİRK DÜZENLERİNE KARŞI TEVHİDİ DURUŞ
Rabbimizin , Kur'anda bizlere bildirdiği en önemli konu , dinin ona has kılınması ve rab ve ilah olarak ondan başkasının tanınmamasıdır. Adem as dan Muhammed as a kadar gelen bütün resullerin ortak daveti Allaha şirk koşulmaması noktasındadır. Ancak Kur'anda anlatılan zalim hükümdar örneklerine baktığımız zaman onların (Nemrut ve Firavun örneklerinde gördüğümüz gibi) halk üzerinde baskı ve zulümlerini sürdürmek amacı ile kendilerinin "rab" ve "ilah" olduklarını iddia etmeleridir.
Zalim hükümdarların bu iddiaları kıyamete kadar sürecektir. Kendi yanlarından çıkardıları hükümlerle insanları yönetme iddiasında olan bütün kişi ve kurumların ortak iddiaları KENDİLERİNİN ALLAH'TAN BAŞKA RABLER VE İLAHLAR OLDUĞU iddiasıdır.Bu iddiayı Kehf suresinde "Ashabı Kehf'in" yaşadığı şehrin hükümdarları da sürdürme gayreti içindedirler. Her devirde olduğu gibi her zalim iktidarın karşısına hakkı haykıran muvahhitler çıkmıştır ve çıkacaktır. "Ashabı kehf" bu ,hakkı haykıran muvahhitlerin bir örneğidir. Bu muvahhitler sayıca az olmalarına rağmen, makam mevki ,aile ,servet, ve el alem ne der kaygılarını bir tarafa atıp , DİNİ ALLAHA HAS KILMA mücadelesini vermişlerdir.
Neticede, "Bu toplum düzelmez bari biz bu topluma adapte olalım" şeklinde bir düşünce içinde olmayıp o şehirden hicret etmişlerdir. Çünkü şirk düzenlerinin hakim olduğu bir toplumda müminler ellerinden gelen tepkinin en azamisini göstermek durumundadırlar. Bu tepkiyi göstermeyenler rableri huzurunda sorumludurlar."Ashabı Kehf" bu azami tepkiyi vermenin bir örneğini gösterip , rahmeti başkalarından beklemeyip sadece Allah'tan bekleyerek yarın kaygısını bir tarafa atıp mağaraya sığınmışlardır.
2-ÖLÜMDEN SONRA DİRİLİŞİN HAKİKATI
Kur'anın en önemli haberlerinden biride "Kıyamet" ve ölümden sonra diriliş" hakikatıdır. Bu hakikati gelen resullerin kavimlerine olan tebliğlerinde görmekteyiz. Buna rağmen müşriklerin ölümden sonra yeniden dirilişi inkar ettiklerini görmekteyiz. Surenin 21. ayeti bize bu gerçeği haber vermektedir. "böylece, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve gerçekten kıyametin kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için onları(şehir halkına) buldurmuş olduk.
Bu olayın Ashabı Kehf'i bulan şehir halkı ve bizlere ibret olması gereken yönü, başlarından geçen olaylar efsane olmuş ,kendilerinden nesiller boyu alınamayan "Ashabı Kehf'in" bir anda şehir halkının karşısına çıkması ve bu olayın "ölümden sonra dirilişin" dünya hayatında canlı bir provası olmasıdır. Belki , "bizler Ashabı Kehf'in yaşadığı çağa şahit olmadık" şeklinde akıla gelebilecek olan bir düşünceye Kur'anın bize verdiği her bilgi ve haberin bizler için "aynel yakin" bilgi ifade etmesi gerekmektedir. Bunun tersi bir düşünce özellikle Kur'anda anlatılan kıssaların bizler için bir örnek değil "Esatirul Evvelin" (eskilerin masalları) olması durumuna düşer. Bugün modernist düşüncenin kıssa anlayışı maalesef bu merkezdedir.
3- KABİR HAYATI
Ölüm ile yeniden diriliş arası ile ilgili olarak kur'anda herhangi bir haber verilmemesine rağmen rivayetler uydurmak sureti ile "Kabir Azabı" iman konusu haline getirilip bunun inanılması gereken bir konu olduğu, ve inanmayanın "Kafir" durumuna düşeceği iftirası,bilindiği gibi ortada gezmektedir. Bu konu ile ilgili olarak müstakil yazılarımız olmasına rağmen kıssada bu konu ile ilgili ayetler olduğu için ve "Kabir Azabı" konusunun bu kıssada daha bariz bir biçimde, söz konusu dahi olmayacağının ifade edilmesi açısından bu konuya da değinmek istiyoruz.
19. ayette "böylece aralarında sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik.İçlerinden biri dedi ki " ne kadar kaldınız?" "bir gün veya bir kısmı kadar kaldık" dediler " cümlesindeki " ne kadar kaldınız ?"sorusu, Kur'an'ın bir çok ayetinde geçmektedir . Bu sorunun, kabirlerden kalkış zamanında sorulmuş olması ile "Ashabı Kehf'in" birbirine sorması ile arasındaki bağlantı , Ashabı Kehf'in mağarada uykuda kaldığı süre içinde hiçbir şeyden habersiz olduğu ve uyandıkları zaman 309 yıl geçmesine rağmen "Bir gün veya bir kısmı kadar" kaldıklarını zannetmeleridir.
"Bir gün veya bir günden az" şeklindeki cevap kıyamet sonrası kabirlerinden dirilenlerin "ne kadar kaldınız?" sorusuna , kabirlerinden kalkan diğer kişilerin verdikleri cevap ile aynıdır. Aradaki bağlantıyı kuracak olursak , "Ashabı Kehf'in" uykuları ve kabirlerinden kalkanların , ölümleri ile arasında geçen zamandan habersiz olduklarından çıkaracağımız sonuç şu olacaktır. Eğer rivayetlerde uydurulduğu şekli ile "kabir azabı" konusu kuranın haber verdiği bir konu olsaydı ,kabirlerde kıyamete kadar binlerce yıl kalma durumunda olanlar"bir gün veya daha azı" demezlerdi.
4- GAYB BİLGİSİNİN KAYNAĞI
Kıssada 22. ayette "Gayba taş atmak" tabiri ile kullanılan sonradan gelenlerin "Ashabı Kehf" hakkında olur olmaz iddiaları ele alınarak gayp hakkındaki bilgi kaynağının sadece Kur'an olması ve Allah'ın verdiği bilgi kadarı ile yetinilmesi vurgulanmaktadır. Müteaddit Kur'an ayetlerinde " Ben gaybı bilmem" diyen Muhammed as bu sözlerine karşılık sanki " Sen bilmezsen biz sana bildittiririz" dercesine ona atfen gayp hakkında özellikle "kıyamet alametleri" ve vefatından sonraki siyasi olayların etkisi ile gelen itikadi ayrılıkların kendi düşüncelerini kabul ettirme amaçlı olarak onun ağzından kendi itikadi düşüncelerini doğrulatmak amacı ile bir çok gaybi haberler uydurulmuştur. O gün uydurulan bir çok hadis bugün "Şia" ve "Ehli Sünnet" itikadı adı altında dinleştirilerek mensuplarına empoze edilmektedir.
Tefsir kitaplarında, özellikle kıssalar etrafında yoğunlaşan bilgi kirliliğinin kaynağına baktığımız zaman bu kaynakların " Hadis " adı altında yoğunlaştığına maalesef şahit olmaktayız. Yine Kur'anda defalarca " bu kıssaları sana bildirilmeden önce sen bundan habersizdin" mealindeki ayetlere rağmen , Kur'an kıssaları hakkındaki bilgisi sadece kur'andaki kadar olan bir resulün ağzından bir sürü İsrailiyyat haberler uydurulmuştur. 22. ayet ve bu yöndeki diğer kur'an ayetleri bize gösteriyor ki, Kur'an da anlatılan bir kıssa haricinde herhangi bir rivayete güvenilmesi mümkün değildir.
Sonuç olarak , bütün kur'an kıssalarını kur'anın istediği şekilde anlamak durumunda olan Mü'minler olarak bu kıssadan da" anlaşılması gereken sadece budur" şeklinde bir anlatım içinde olmayıp " bizim anladığımız budur" şeklinde bir tutum içinde "Ashabı Kehf" kıssasından anladığımızı paylaşmaya çalıştık. Bu anlayışımızın temel dayanağı KUR'AN KISSALARININ SADECE O GÜN İÇİN DEĞİL HER ÇAĞA BİR MESAJ TAŞIMASIDIR. Geleneksel ve modernist anlayışın birleştiği kur'an kıssalarının bir masal veya ütopya olarak anlaşılması ve hayata dair hiçbir mesajının olmaması kur'andan onay alan bir düşünce değildir. "Tebyinül Kur'an " adlı eserdeki bu kıssa ile ilgili yaklaşımları gördüğümüz zaman özellikle modernist düşüncenin , kur'an kıssaları üzerinden hareket ederek " parmak ayı gösterirken, aya değil parmağa baktırmak" metodu ile kıssaların içini boşaltıp onları modern masallar haline getirme tehlikesine de dikkat çekmek istiyoruz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)