Varmı ? etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Varmı ? etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2014 Cuma

Kur'an'da Namazların Kaç Rekat Kılınacağı Var Mı?

Yazımıza başlık olarak aldığımız sorunun cevabı üzerinde, kendilerine "Kur'an Müslümanı" adı veren bir takım insanların tartışmalarına şahid olmaktayız. Bu tartışmaların temelinde rivayetlere ve yaşanarak gelen bazı bilgilere karşı olan alerjinin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

"Kur'an Müslümanı" şeklinde bir terkibi kullanmanın, diğer terkiplerle kendilerini ifade eden insanlara karşı bir tepki sonucu türediğinin altını çizerek, bize Kur'an'da verilen ismin önüne arkasına veya yanına artı bir ismin gereksiz olduğunu kısaca ifade etmek istiyoruz.

Kur'an'ı öncelleme adına, geleneksel inanç içinde olan bazı yerleşik düşüncelerin sorgulanmaya başlandığı herkesin bilgisi dahilindedir. Geleneksel anlayışa hakim olan rivayet merkezli din anlayışının, Kur'an'ın önüne geçirilmiş olduğu da malum bir konudur. Kur'an'ı okumaya ve anlamaya başlayan insanlar, haklı olarak gelenekteki bu tür anlayışlara karşı çıkmakta ve Kur'anın bu konudaki beyanlarının esas alınmasını dile getirmektedirler.

Bu sorgulama; Kur'an'ın bazı kavramlarının içinin boşaltılması neticesinde, sadece ayinsel ve şekilsel bir duruma dönüşmüş olan "salat" kavramı içinde yer alan ve günlük dilimizde "namaz" olarak bilinen ritüel ibadete de yansımıştır. Bu ritüelin gelenekteki ilmihal bilgileri ile şişirilmiş halinin aynen devam etmesi asla müdafaa edilemez. Özellikle vakitleri ve rekatları konusu üzerinde "sadece Kur'an" denilerek buradan çıkarımlar yapılmaya çalışılması neticesinde, ortaya kaos çıktığını da gözlemlemekteyiz. Bu yazımızda namaz rekatları konusu ile ilgili nasıl bir tutum içinde olmamız gerektiği hakkındaki düşüncemizi paylaşmaya çalışacağız.

"Salat" konusu ile ilgili yazmaya çalıştığımız bazı yazılarda özellikle vurgulamaya dikkat ettiğimiz bir noktayı yine vurgulamak istiyoruz. Vakit ve rekat konusundaki bir takım tartışmalar tevhidî bir gösteri olarak niteleyebileceğimiz bu ibadetin asıl ruhuna gölge düşürmektedir.

Bir kısım insanların, namazın rekatları ile ile ilgili olarak "istediğim kadar kılarım, beni kimse bağlamaz" şeklinde bir düşünce içinde olduğunu görmekteyiz. Şunu ifade etmek isteriz ki; geleneksel ilmihal kitaplarında belirtilen "Farz veya Sünnet Namaz" şeklinde bir ayrımın doğru olmadığının altını çizelim. Öğle dört, ikindi dört, akşam üç, yatsı dört ve sabah iki rekat FARZ olarak kitaplarda geçen bilgilerin, farz şeklinde bir delil ile ortaya konulması da doğru değildir.

Geleneksel fıkıhta bir meselenin "farz" hükmünü alması için "delaleti ve subuti kat'i" şeklinde bir hüküm gereklidir. Böyle bir kat'i olma durumuna, Kur'an'dan başka hiç bir bilgi kaynağı sahip olamaz. Dolayısı ile rekatların "farz" hükmünü alması, onun yukarıda yazmış olduğumuz şekli ile Kur'an'da hiç bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde olmasına bağlıdır.

Ancak "şu namazı şu kadar rekat kılacaksınız şeklinde bir emir; Kur'an'ın hiç bir yerinde yoktur" derken, "herkes kendi istediği kadar rekat kılabilir" şeklinde bir düşünce içinde bunları söylemediğimizi de hatırlatalım.

Burası, tâbir-i caizse, zurnanın zırt dediği yer olup, namaz rekatları konusunda nasıl bir tutum içinde olmak gerektiği sorusunun cevabı önem kazanmaktadır.

Kur'an'a baktığımız zaman; gönderilmiş olan Elçilerin gönderilme sebebleri, bizlere bu konuda nasıl bir tutum içinde olmamız gerektiğine dair bilgi verecektir. Elçilerin bizler için "en güzel örnek" (Usvetün Hasenetün) olduğunu beyan eden ayetleri hepimiz okumaktayız. Bu örnekliğin namaz ritüeli boyutunda nasıl olabileceği hakkında düşüncemiz şudur;

Öncelikle hadis kitaplarını referans göstererek, namazın oradan öğrenilmesi gerektiği düşüncesine katılmadığımızı hatırlatalım. Namaz adı ile bildiğimiz, içinde kıyam, rükû ve secde olan ritüeller, insanlığın kadim bir kültürü olup Muhammed(a.s)'dan önce de bilinen uygulamalar idi. Elçi olduğu zaman kendisine bunları Cebrail'in öğrettiğine dair olan rivayetlerin doğru olmadığını hatırlatmak isteriz.

İnsanlığın bilgi birikimi binlerce yıldır süren ve kıyamete kadar devam edecek bir süreçtir. Bu süreç içinde ilk insanın bilgisini, kendisinden sonra gelen insanlara aktarması şeklinde devam eden süreç, sadece din alanında değil her alanda kendisini göstermiştir. Bugün insanlığın bilgisi olan fizik, kimya, biyoloji, tıp gibi bilim dalları ile ilgili eriştiğimiz sonuçlar, binlerce senedir süregelen bir bilgi alışverişinin ürünüdür. Bu bilgi alışverişi din alanında da bu şekilde yürümüş ve din adına gelen bilgiler, insanların sonraki nesillere aktarması ile süregelmiştir.

Bu süreklilik ibadet alanında da süregelen bir bilgi birikimidir. Secde, rükû, kıyam gibi ritüeller ortak bir bilgi ürünü olup, insanların kulluk ettikleri varlıklara olan ta'zimini gösterir. Bu bağlamda bir müşrik; ilah olarak tanıdığı putunun önünde bunları yaparken, bir başka insan ilah olarak tanıdığı Allah'ın önünde bunları yapar. Adına "namaz" dediğimiz bu ritüeller herkesin kendi ilahına yaptığı bir ta'zim gösterisi olup, binlerce senedir gelen bilgi birikiminin ürünüdür.

Muhammed(a.s)'ın Elçi olarak gönderilmiş olması, bu gösterinin sadece ve sadece Allah'a karşı olması gerektiğini hatırlatmak amacı iledir. Vakit ve rekat konusu, namazın ikinci derecede öneme haiz konuları olup, ilk derecede öneme haiz olan konusu onun TEVHİDİ bir yönelim olması meselesidir. Bu yönün bir tarafa bırakılıp, tali meseleler üzerinde durulması, özellikle Kur'an'ı öncellediğini iddia eden insanlar tarafından yapılmaması gereken ameliyeler olduğunu düşünüyoruz.

Namazın birlik beraberlik içinde yapılan bir tevhid gösterisi olduğunu tekrar hatırlatarak, sosyolojik anlamda insanların birlik ve beraberlik içinde olmalarının ifade ettiği anlam insanlık için önemli bir değerdir.

Namazı bu bağlamda değerlendirecek olursak; özellikle rekatlar konusunda farklı yaklaşımlar sergilemek, "kafama göre takılırım" şeklinde bir düşünce ile olaya yaklaşmak, bu ibadetin asıl ruhuna gölge düşürecektir. Farz anlamında rekat sayılarının Kur'an'da olmayışı bizleri başıboşluğa düşürmek için yeterli bir gerekçe olamaz. 

Elçiler tarih boyunca insanlığın öğretmenleri olmuşlar ve onlara "bilmediklerini" öğretmişlerdir. Bu bağlamda namaz rekatları konusunda Muhammed(a.s)'dan beri süregelen bilgi birikiminin, bizler için yeterli bir delil olarak uygulanmasından bir sakınca görülmemesi gerekmektedir.

Namaz, hadis kitapları tedvin edilmeden önce de var olan ve uygulanan bir ritüel olup, rekatları konusu hadis kitaplarından öte uygulanarak gelmiş bir birikimin sonucu bize kadar ulaşmıştır. Kur'an'da bu rekat konusu ile ilgili ayetleri NİSÂ 101-103 ayetleri arasında okumaktayız.

[004.101] Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, salattan kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır.

[004.102] Sen içlerinde olup da onlara salatı ikame ettirdiğinde, içlerinden bir kısmı seninle beraber salatı ikame etsin, silahlarını da yanlarına alsınlar, bunlar secdeye vardıklarında diğer kısım arkanızda beklesinler, sonra henüz salatı ikame etmemiş olan diğer kısım gelsin seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunup silahlarını da yanlarına alsınlar. Kafirler silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil bulunsanız da size ani bir baskında bulunsunlar diye arzu ederler. Eğer yağan yağmurdan bir güçlüğe uğrarsanız veya hasta olursanız, silahları bırakmanızda bir mahzur yoktur. Bununla beraber ihtiyatı elden bırakmayın. Çünkü Allah kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

[004.103] Salatı ikame ettikten sonra, Allah'ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, salatı gereğince kılın. Salat şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır.

Yukarıdaki ayetler savaş durumunda secdeli salat olan namazın nasıl kısaltılacağı beyanı olup, ayetlerin öncelikli mesajının her durumda namazın terk edilmemesi gerektiğini okumak mümkündür.

Namaz rekatları konusunda fikir yürütenler; 102. ayetteki "savaş durumunda tek rekat" olan bir namazın, normal durumlarda iki rekat olması gerektiğini çıkarmışlardır. Öncelikle bu çıkarım mantığının doğru olmadığın söyleyelim. Savaş durumunda tek ise normal durumda ikidir düşüncesi ancak kişilerin şahsi düşünceleridir.

Namaz rekatları konusunda NİSÂ 102 ayetini delil sayarak, Muhammed(a.s)'ın örnekliğini red edenlerin unuttukları önemli bir nokta vardır; NİSÂ Suresi Medine'de nâzil olmuş bir suredir. Bu sebeple 102. ayeti de orada nâzil olmuştur. O ana kadar namaz kılınıyor ise, ki kılınıyordu, rekat ayarlaması neye göre yapıldı? Bu ayet nâzil olana dek Muhammed(a.s), kendi tarafından belirlenen rekat sayısında namazı i'fâ ediyordu ve bu ayet nâzil olana kadar Müslümanlar Elçi'ye uyarak bu eylemi yerine getiriyorlardı. Bize ne oluyor ki, Elçinin örnekliğini red ederek, zorlama te'villerle Kur'an'dan rekat sayılarını çıkarmaya çalışıyoruz?

Düşüncemiz odur ki; Muhammed(a.s) kendi içtihadı dahilinde rekatlar konusunda tasarrufta bulunmuş ve vahiy buna bir yanlışlık itirazında bulunmamıştır. Bu sebeple, bu rekatların bugüne kadar gelen adedi ile namazların ikame edilmesi gerekmektedir. Bu şekil bir tasarruf, vahyin öğretisine rağmen kendi düşüncesini öne çıkaran bir düşünce asla değildir. Elçi olması nedeniyle böyle bir işe kalkıştığında, HÂKKA Suresi ayetleri dahilinde başına geleceği çok iyi bilen birisi, nasıl vahiy öğretisine aykırı bir amelde bulunabilir? Namaz rekatları konusunda vahiy Muhammed(a.s)'a kesin bir talimat vermemiş, inisiyatifi ona bırakmış, o da bunu uygulamıştır.

Burada Muhammed(a.s)'dan beri gelen bilgilerin ne kadar sağlıklı olduğu konusunda haklı olarak tereddütler olacaktır. Bu tereddütlere karşı şunları söyleyebiliriz; namazın rekatları ile ilgili bilgiler hadis kitapları ile değil "uygulamalı tevâtür" dediğimiz bilgi sistemi ile bizlere ulaşmıştır. Din dışı bilgilerin bizlere bu şekilde ulaştığını yeniden hatırladıktan sonra, Müslümanların birçok konuda ihtilaf etmeleri gerçeğinden yola çıkarak, namaz rekatları konusunda ihtilafa düşmemiş olmaları, bu konudaki gelen bilginin doğruluğuna dair bir göstergedir. Tarih boyunca bir çok fıkhî ve itikadî mezheplere bölünen Müslümanların, ortak paydaları olan namaz vakit ve rekatları konusunda ihtilafa düşmemiş olmaları dikkate değer bir noktadır.

Burada da Muhammed(a.s)'ın bu uygulamasının bağlayıcılığı konusu gündeme gelecektir. Muhammed(a.s)'ın namaz rekatları ile ilgili tasarrufu, Kur'an'da açık olarak beyan edilmeyen bir konu hakkında olup, onun Elçi olması nedeniyle yapmış olduğu örneklik dahilinde olan bir uygulamadır. "O yapmış olabilir, beni bağlamaz" şeklinde bir itiraz; kişinin kendi düşüncesini din edinmesi anlamına gelir ki, bu şekil bir itiraz özellikle kendisine Kur'an'a nisbet eden bir Müslümana yakışmaz.

Namazın, Müslümanların birlik ve beraberlikleri ilan ettikleri ortak bir tevhid gösterisi şuuru içinde olanların kendi indi görüşlerini öne çıkararak, ümmetin ortak aklını red etmeleri doğru bir davranış olmayıp, bu tür davranışlar malum çevrelerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramayacaktır.

Herkesin kendi kafası doğrusunda bir rekat sayısı belirleyip ona göre salatı ikame ettiklerini şöyle bir düşünelim. Birlik ve beraberlik unsurlarından birisi olan bu ibadetin, böyle tali meseleler etrafındaki tartışmalar sebebi ile asıl amacından saptırılması ve sahte ilah ve rablere karşı olan tevhidî mücadelenin bir unsuru olmaktan çıkarılması, özellikle geleneğin ilmihal bilgileri ile doldurulmuş olan yanlışlarına Kur'an adına karşı çıkan insanların aynı yanlışlara düşmesine sebep olacaktır. Bu nokta göz önüne alınarak rekat konusu hakkında Müslümanların herhangi bir itirazları olmamalı. Ana mesele; namazın aslî unsuru olan tevhidî boyutunun öne çıkarılmaya gayret edilmesidir.

Sonuç olarak; Kur'an'ı geleneksel yanlışlara karşı çıkarak öncelleyenlerin, gelenekteki bir takım yanlışlar olan ilmihal kavgalarına düşerek namaz rekatları konusunda tartışmaları bizleri doğru bir alana yöneltmeyecektir. Muhammed(a.s)'ın örnekliğini red ederek kendi örnekliğini veya başkalarının örnekliğini öne çıkararak yapılan rekat sayısı tartışmaları, geleneğin ilmihal kavgalarının modern boyuta taşınmasından başka bir şey değildir. Bu tartışmaların temelini atanların halis bir niyet içinde olmadıklarını düşündüğümüzü hatırlatarak, bu temelleri yükseltmeye çalışan halis niyetle Kur'an'a yaklaşan kardeşlerimize ana meselenin bu değil, tevhid ve onun etrafında bir okuma, anlama ve hayata yansıtma olması gerektiğini tekrar hatırlatmak isteriz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.