Kehf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kehf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2024 Perşembe

KEHF SURESİ MEALİ

1- 2- 3- 4- O övgü Allah'adır. O'ki kuluna o kitabı indirdi ve kendi katından bir sert sıkıntıyı uyarması ve o düzgün işleri işleyen o inananlara, şüphesiz ki onlar için orada bir sonsuzlukla durup bekleyici olacakları bir iyi iş karşılığı müjdelemesi ve "Allah bir çocuğa tutundu" diyenleri uyarması için, onu bir eğriliği olmayan dosdoğru (bir kitap) olarak oluşturdu.

5- Onun hakkında onların ve atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan büyük bir kelimedir. Onlar bir yalandan başkasını söylemiyorlar.

6- Herhalde sen bu söze inanmadılar diye, onların izleri üzerinde benliğini kederlenerek tüketicisin

7- Şüphesiz ki biz o yerin üzerinde olan şeyleri, onların hangisi bir işçe daha iyi işleyecek diye yoklamak için, ona bir süs olarak oluşturduk.

8- Ve şüphesiz ki biz onun üzerinde olan şeyleri, kesinlikle bir kupkuru toprak haline de dönüştürücüleriz.

9- Yoksa sen o mağara ve o yazıt arkadaşlarının şaşılacak ayetlerimizden olduklarını mı hesap ettin?

10- Bir zaman o genç erkekler o mağaraya sığınmış da: "Ey Efendimiz katından bize bir rahmet ver ve işimizden bizim için bir olgunluk oluştur" demişlerdi. 

11- Bunun üzerine biz de (ses duyup uyanmamaları için) onların kulaklarının üzerine o mağarada seneler sayısınca vurmuştuk.

12- Sonra onları (o mağarada) kaldıkları süreyi o iki grubun hangisinin daha iyi sayan olduğunu bilmemiz için harekete geçirmiştik.

13- Biz onların haberlerini sana o gerçekle anlatıyoruz. Şüphesiz ki onlar Efendilerine inanmış genç erkeklerdi ve biz de onların doğruya iletilmelerini artırmıştık.

14- 15- Ve ayağa kalkarak: "Bizim Efendimiz, o göklerin ve o yerin Efendisidir. O'nun aşağısından hiç birini tanrı olarak asla çağırmayız, (eğer çağırırsak) ant olsun ki haddi aşan bir söz söylemiş oluruz. İşte şu topluluğumuz, O'nun aşağısından bir takım tanrılara tutundular. Onlar hakkında bir açık yetki getirmeleri gerekmez miydi? Artık Allah'a karşı bir yalan yakıştıran kimseden daha haksızlık yapan kimdir" dedikleri zaman, kalplerinin (sağlamlaşması için) üzerine bağ vurmuştuk.

16- (İçlerinden biri): "Ve madem ki onlardan ve onların Allah'tan başka kulluk etmekte oldukları şeylerden uzaklaştınız, artık o mağaraya sığının ki Efendiniz size kendi rahmetinden yayar ve size içinizden dirseklik (dayanacak ortam) oluşturur (demişti).

 17- Ve onlar onun geniş bir yerinde (uyuyor) iken sen (orada olsaydın) o güneşi aydınlandığı zaman onların mağaralarından o sağın tarafına eğriliyor ve battığı zaman da o solun tarafına aşıyor olduğunu görürdün. İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah kimi doğruya iletirse, artık o, o doğruya iletilmiştir. Ve kimi saptırırsa, artık onun için yönelen bir olgunlaştıran asla bulamazsın

18- Ve sen (orada olsaydın) onları uyanıklar olarak hesap ederdin oysa onlar uyuyorlardır. Ve onları o sağın tarafına ve o solun tarafına çevriltiyorduk. Ve onların köpekleri de iki kolunu o girişe genişletmişti. Eğer onların üzerine aydınlatılsaydın (hallerine tanık olsaydın), kesinlikle onlardan kaçarak (başka tarafa) yönelir ve (içine) onlardan dolayı bir korku doldurulurdu.

19- 20- Ve işte böyle (bir haldelerken) kendilerinin arasında birbirlerine sormaları için onları harekete geçirdik. İçlerinden bir sözcü: "(Uykuda) kaç (zaman) kaldınız?" dedi. (Onlar da): "Bir gün veya bir günün kısmı kadar kaldık" dediler. (Bu cevabı alanlar): "Kaldığınız zamanı Efendiniz en iyi bilendir. Birinizi şu gümüş paranızla hemen şu şehre harekete geçirin de hangi yiyecek daha arınmış ona baksın da ondan size bir rızık getirsin. Ve (şehir halkına) lütufkâr davransın ve sizi bir kimseye fark ettirmesin. Şüphesiz ki onlar eğer sizin üzerinize üstün gelirlerse, sizi taşlarlar veya sizi inançlarına tekrar döndürürler ve o takdirde de bir sonsuzlukla asla başarıya eriştirilmezsiniz" dediler. 

21- Ve işte böylece şüphesiz ki Allah'ın verdiği sözün bir gerçek olduğunu ve şüphesiz o saat ki onda bir belirsizlik olmadığını bilmeleri için, onları rastlaştırdık. O zaman (şehir halkı yapacakları) işlerini kendilerinin arasında çekişiyorlardı. (Bazıları): "Onların üzerine bir yapı inşa edin. Efendileri onları daha iyi bilendir" dediler. Onların (yapacakları) işleri üzerine (çekişmede) yenenler ise: "Onların üzerine kesinlikle boyun eğilen bir yer (inşa edip ona) tutunacağız" dedi.

22- (Kimileri) diyecekler ki: "Üçtürler onların dördüncüleri köpekleridir." Ve o algılanamayananı taşlayarak (kimileri de): "Beştirler onların altıncıları köpekleridir" diyecekler. Ve (kimileri de): "Yedidirler ve onların sekizincileri köpekleridir" diyecekler. De ki: Benim Efendim onların sayılarını en iyi bilendir. Onları az kimseden başkası bilmiyor." Artık onlar hakkında (sana bilgisi gaybi olmayan) bir görünür münakaşadan başka münakaşa etme. Ve onlar hakkında onlar hakkında bir kimseden de çözüm isteme.

23- 24- Ve hiçbir şey için de, "Eğer Allah'ın dilemesi başka" (demeden) sakın: "Şüphesiz ki ben bunu yarın yapıcıyım" deme. Ve unuttuğun zaman da, Efendini hatırla ve: "Efendimin olgunlukça beni bundan daha yakına iletmesini umulur" de.

25- Ve: "Onlar mağaralarında 300 sene kaldılar ve bunu 9 (sene) artırdılar" (dediler).

26- De ki: "Allah, onların ne kadar kaldıklarını en iyi bilendir. O göklerin ve o yerin algılanamayananı (n bilgisi) O'nundur. O, neler görür ve neler işitir. Onların O'nun aşağısından hiçbir yöneleni yoktur. Ve kendi kararına bir kimseyi ortaklaştırmaz."

27- Ve senin Efendinin kitabından sana vahyolunan şeyi peşi sıra oku. O'nun kelimelerini değiştirici olmaz. Ve O'nun aşağısından bir sığındırıcı da asla bulamazsın.

28- Ve O'nun yüzünü isteyerek o sabah o akşam karanlığı (sürekli olarak) Efendilerini çağırmakta olanlarla beraber benliğinle direnip gayret et. Ve iki gözünü bu şimdiki yaşamın süsünü isteyerek onlardan ayırma. Ve keyfi arzusuna takılarak işi kusur işlemek olan ve bizi hatırlamaktan kalbini duyarsızlaştırdığımız kimseye de itaat etme.

29- Ve de ki: "O gerçek Efendinizdendir. Artık dileyen inansın ve artık dileyen de  (gerçeği) örtsün." Şüphesiz ki biz o haksızlık yapanlar için bir ateş hazırladık ki onun surları onları kuşatmıştır. Ve eğer yana yakıla yardım isterlerse, onlara o yüzleri kavuran o yağ tortusu gibi bir suyla yardım edilir. O ne kötü içecektir ve (o ateş) dirseklikçe de (dayanacak ortamca) ne kötüdür. 

30- Şüphesiz ki inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olanlara gelince, şüphesiz ki biz bir işçe daha iyi kimsenin iş karşılığını kayba uğratmayız.

31- İşte onlar için altlarından o nehirler akar Adn bahçeleri vardır. Orada o süslü koltuklar üzerine dayananlar olarak orada altından bileziklerden süslendirilecekler ve ince ipekten ve kalın ipekten giysiler giyeceklerdir. Ne iyi ödüldür ve dirseklikçe de (dayanacak ortamca) ne güzeldir. 

32- Ve onlara iki adamı bir örnek olarak ortaya koy. İkisinden birine üzümlerden iki bahçe vermiş ve o ikisini de hurmalıkla çevirmiş ve ikisinin arasını da bir ekinlik olarak oluşturmuştuk.

33- O iki bahçenin her ikisi de yemişini vermiş ve ondan (yemişini vermekten) yana hiçbir şeyi haksızlık yapmamıştı. Ve ikisinin arasından bir de bir nehir fışkırtmıştık.

34- Ve onun (o adamın başka) ürünü de olmuştu. Durum böyleyken onunla karşılıklı konuşurken arkadaşına: "Ben senden mal olarak daha çok ve insan gücü olarak da daha güçlüyüm" demişti.

35- 36- Ve benliğine haksızlık yapan biri olarak bahçesine girmiş ve: "Ben bunun kuruyup yok olacağına bir sonsuzlukla kanaat getirmiyorum ve ben o saatin ayağa dikileceğine de kanaat getirmiyorum. Ve ant olsun ki eğer Efendime geri döndürülecek olursam da, kesinlikle bundan daha hayırlı bir çevrilmişlik bulurum" demişti.

37- 38- 39- 40- 41- Onunla karşılıklı konuşurken arkadaşı ona: "Seni bir topraktan sonra bir döllenmiş hücreden takdir eden sonra seni bir adam olarak denkleştireni(n iyiliğini) mi örttün? Fakat O Allah benim Efendimdir ve ben, benim Efendime hiçbirini ortaklaştırmam. Ve her ne kadar sen beni senden malca ve çocukça daha az olarak görüyor olsan da bahçene girdiğin zaman, '(Bu bahçe) Allah'ın dilemesidir, Allah'tan başka bir kuvvet yoktur' demeli değil miydin? Benim Efendimin bana senin bahçenden daha hayırlısını vermesi ve onun üzerine gökten bir hesap gönderip de kaygan bir toprak olarak sabahlaması umulabilir. Veya onun suyu çukura çekilir olarak sabahlaması onu (tekrar yukarı) istemeye asla güç yetirememen (umulabilir)" demişti.

42- Ve onun ürünü kuşatıldı. Böylece onun tavanları üzerine çökmüş haldeki (bahçesine bakıp) ona harcadığı şeye (içi yanarak) iki elini oğuşturuyor ve: "Keşke ben Efendime hiçbirini ortaklaştırmasaydım" diye sabahladı. 

43- Ve ona Allah'ın aşağısından ona yardım edecek hiçbir askeri birlik olmadı ve kendisi de öç alıcı da olamadı.

44- İşte o durumda o gerçek yönelim Allah'a aittir. O, bir dönüşümce daha hayırlı ve bir sonca daha hayırlıdır.

45- Ve onlara bu şimdiki yaşamın örneğini ortaya koy. (Bu şimdiki yaşam) o gökten onu indirdiğimiz böylece o yerin bitkisinin birbirine karıştığı gökten indirdiğimiz bir su gibidir. Derken (o bitki) o rüzgârların savurmakta olduğu bir ot kırıntısı olarak sabahladı. Ve Allah her şey üzerine güç yetiricidir.

46- O mal ve o çocuklar, bu şimdiki yaşamın bir süsüdür. Ve o kalıcı düzgün işler ise, senin Efendinin yanında dönüşümce daha hayırlıdır ve beklentice daha hayırlıdır.

47- Ve o gün o dağları dolaştırırız ve sen o yeri (bir uçtan bir uca) belirgin olarak görürsün. Ve onlardan hiçbirini geride bırakmaksızın sürüp toplamışızdır.

48- Ve saf halinde senin Efendine sunulmuşlardır. Ant olsun ki sizi ilk defasındaki takdir ettiğimiz gibi bize geldiniz. Oysa ki sizin için (belirlenmiş) bir söz zamanı asla belirlemeyeceğimizi iddia etmiştiniz.

49- Ve o kitap konulmuştur, artık o suçluların onun içindeki şeylerden dolayı: "Vay başımıza gelene bu kitaba ne oluyor ki küçük ve büyük geride bırakmadan onu sayılandırmış" diyerek korkuyla titreyenler olduklarını görürsün. Ve işledikleri şeyleri hazır olarak bulmuşlardır. Ve senin Efendin bir kimseye haksızlık yapmaz.

50- Ve bir zaman o meleklere: "Adem'e boyun eğin" demiştik de İblis hariç hemen boyun eğmişlerdi. O cinden olmuş böylelikle kendisinin Efendisinin buyruğundan çıkmıştı. Onlar size bir düşman olduğu halde, siz benim aşağımdan ona ve soyuna yönelenler olarak mı tutunuyorsunuz? O haksızlık yapanlar için ne kötü bir değişimdir.

51- Ben onları o göklerin ve o yerin takdir edilişine ve benliklerinin takdir edilişine tanıklaştırmadım. Ve ben o saptırıcılara bir pazu (güçlü kol) olarak tutunan da olmadım.

52- Ve o gün (Allah): "İddia ettiğiniz ortaklarıma seslenin" der. Bunun üzerine onları çağırmışlar fakat onlar kendilerini cevaplandırmamışlardır. Ve (çünkü) onların arasına bir derinlik koymuşuzdur.

53- Ve o suçlular o ateşi görmüş, artık şüphesiz ki kendilerinin de ona düşücüler olduklarına (kesin) kanaat getirmişlerdir. Ve ondan çevrilecek bir yer de bulamamışlardır.

54- Ve ant olsun ki biz bu okunan (Kur'an) da o insanlara her bir örnekten evire çevire açıkladık. Ve o insanın söz dalaşıcılığı ise her şeyden (diğer canlılardan) daha çoktur

55- Ve o insanları, onlara o doğruya ileten geldiği zaman inanmalarına ve Efendilerinden bağışlama istemelerine o ilklerin yasasının onlara gelmesinden veya o azabın karşılarına gelmesinden başkası alıkoymadı.

56- Ve o gönderilmişleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olmalarından başkasıyla göndermiyoruz. Ve (gerçeği) örtenler ise onunla gerçeği kaydırmaları için o geçersizle söz dalaşı yapıyorlar. Benim ayetlerime ve uyarıldıkları şeye bir alay konusu olarak tutundular.

57- Ve kendisinin Efendisinin ayetleri hatırlatılmış, buna rağmen onlardan kayıtsız kalmış ve iki elinin öncelediğini unutmuş kimseden, daha haksızlık yapan kimdir? Şüphesiz ki biz onu (Kur'an'ı) kavrarlar diye kalplerinin üzerine bir kamuflaj ve kulaklarına da bir ağırlık oluşturduk. Eğer sen onları o doğruya iletene çağırsan, yine de onlar bir sonsuzlukla asla doğruya iletilmezler.

58- Ve senin Efendin o çok bağışlayıcıdır, o çok rahmet sahibidir. Eğer kazandıkları şeyler nedeniyle onları (hemen) tutmuş olsaydı, onlar için o azabı kesinlikle çabuklandırırdı. Aksine, onlar için (belirlenmiş) bir söz zamanı vardır ki (o zaman gelince) O'nun aşağısından kurtulacak bir yer de asla bulamazlar.

59- İşte şu kasabalar, haksızlık yaptıklarında onları yok etmiştik. Ve onların yok edilmeleri için bir söz zamanı belirlemiştik.

60- Ve bir zaman Musa genç uşağına: "O iki su kütlesinin birleştiği birleştiği yere ulaşıncaya kadar (yürümekten) ayrılmayacağım veya (oraya ulaşmak için) uzun bir zaman geçireceğim" demişti.

 61- İkisi, ikisinin (iki su kütlesinin) arasının birleştiği yere ulaştıklarında, balıklarını unutmuşlar. Böylece o da o su kütlesinde kaçıp gidecek bir yol tutmuştu.

62- İkisi (orayı) geçtiklerinde (Musa) genç uşağına: "Sabah gıdamızı bize getir, ant olsun ki bu yolculuğumuzdan dolayı bir yorgunlukla karşılaştık" demişti.

63- (Genç uşağı): "Gördün mü, o kayaya sığındığımız zaman şüphesiz ki ben o balığı unuttum. Ve onu (sana) hatırlatmamı bana o şeytandan başkası da unutturmadı ve o da o su kütlesinde şaşılacak bir şekilde yolunu tuttu" demişti.

64- (Musa): "İşte bu, peşine düşmekte olduğumuz şeydir" demişti. İkisi de hemen eserlerinin üzerini takip ederek geri döndürülmüşlerdi.

65- (Oraya vardıklarında) ikisi, yanımızdan ona bir rahmet verdiğimiz ve katımızdan ona bir bilgi öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul bulmuşlardı.

66- Musa ona: "Sana bir olgunluk olarak öğretilmiş olan şeyden, senin de bana öğretmen için sana takılabilir miyim?" demişti.

67- 68- (Kul): "Şüphesiz ki sen benimle beraber direnip gayret etmeye asla güç yetiremezsin. Ve haber olarak onu kuşatamadığın bir şeye karşı nasıl direnip gayret edebileceksin?" demişti.

69- (Musa): "Eğer Allah dilemişse, beni direnip gayret eden biri olarak bulacaksın ve sana iş konusunda karşı çıkmayacağım" demişti.

70- (Kul): "Eğer sen bana takılacak olursan, ben sana ondan bir hatırlatma oluşturuncaya kadar, bana hiçbir şeyden sormayacaksın" demişti.

71- Böylece ikisi (bulundukları yerden) çözülmüşlerdi. Nihayet ikisi o gemiye bindikleri zaman (kul) onu delmişti. (Musa): "Onun halkını batırman için mi sen onu deldin? Ant olsun ki çok tehlikeli bir işle geldin" demişti.

72- (Kul): "Ben sana şüphesiz ki sen, benimle beraber direnip gayret etmeye asla güç yetiremezsin dememiş miydim?" demişti.

73- (Musa): "Unutmam nedeniyle beni (sorumlu) tutma ve beni işimden (itirazımdan) dolayı bir zorluk büründürme" demişti.

74- Yine ikisi (bulundukları yerden) çözülmüşlerdi. Nihayet bir oğlan çocuğu ile karşılaştıkları zaman (kul) hemen onu öldürmüştü. (Musa): "Sen bir arınmış benliği, bir benliği (öldürmesi) olmaksızın mı öldürdün? Ant olsun ki çok yadırganacak bir işle geldin" demişti.

75- (Kul): "Ben sana şüphesiz ki sen, benimle beraber direnip gayret etmeye asla güç yetiremezsin dememiş miydim?" demişti.

76- (Musa): "Eğer ondan sonra sana bir şeyden sorarsam, artık bana arkadaşlık etme. Benim katımdan kesinlikle bir gerekçeye ulaştın" demişti.

77- Yine ikisi (bulundukları yerden) çözülmüşlerdi. Nihayet ikisi bir kasaba halkına geldikleri zaman, oranın halkından yiyecek istemişler, fakat onlar ikisini konuklamaktan direnmişlerdi. Durum böyle iken ikisi orada yıkılmayı isteyen bir duvar bulmuşlar o (kul) da hemen onu ayağa kaldırmıştı. (Musa): "Eğer dileseydin, buna karşı kesinlikle bir iş karşılığı tutardın" demişti.

78- 79- 80- 81- 82- (Kul): İşte bu, senin aranla benim aramın ayrılmasıdır. Kendisine karşı direnip gayret etmeye güç yetiremediğin şeylerin geri dönüşümünü seni haberlendireceğim. O gemiye gelince, o su kütlesinde çalışan durgunlara aitti. Ben onu kusurlu yapmayı istedim, çünkü onların ötesinde her gemiyi zor kullanarak tutan bir hükümdar vardı. Ve o oğlan çocuğuna gelince, Onun babası annesi iki inanan idi. Dolayısıyla onun, ikisini bir taşkınlığa ve bir (gerçeği) örtücülüğe büründürmesinden endişelendik. Böylece ikisinin Efendisinin onlara arınmışlıkça ondan daha hayırlısıyla ve merhametçe daha yakınıyla değiştirmesini istedik. Ve o duvara gelince, O şehirdeki yetim o iki oğlan çocuğuna aitti ve onun altında ikisine ait bir hazine vardı ve babaları da düzgün biriydi. Dolayısıyla senin Efendin o ikisinin en sertliklerine ulaşmalarını ve senin Efendinden bir rahmet olarak hazinelerini (o zaman) çıkarmalarını istedi. Ve ben bunu kendi buyruğumdan dolayı yapmadım. İşte bu, kendisine direnip gayret etmeye güç yetiremediğin şeylerin geri dönüşümüdür" demişti.

83- Ve sana Zülkarneyn'den soruyorlar. De ki: "Sizin üzerinize ondan bir hatırlatmayı, peşi sıra okuyacağım."

84- 85- Şüphesiz ki biz o yerde ona olanak sağlamış ve ona her şeyden bir araç vermiştik. Böylece o da bir araca takılmış (ordusuyla yola çıkmış)tı.

86- Nihayet o güneşin battığı yere ulaştığı zaman, onu bir kara balçık gözesinde batıyor bulmuş ve onun yanında da bir topluluk bulmuştu. Ona: "Ey Zülkarneyn, (onlara) ya o azabı etmen ve ya da onlar hakkında iyiliğe tutunman (sana kalmış)" demiştik.

87- 88- O da: "Haksızlık yapana gelince, onu ileride azaplandıracağız. Sonra kendisinin Efendisine geri döndürülür, böylece O'da onu yadırganan bir azapla azaplandırır. Ve inanan ve bir düzgün iş işleyene gelince, ona da o en iyi bir karşılık vardır. Ve ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleyeceğiz" demişti.

89- Sonra bir araca takılmış (ordusuyla yola devam etmiş)tı.

90- Nihayet o güneşin aydınlandığı yere ulaştığı zaman onu, onun (güneşin) aşağısından kendilerine bir engel oluşturmadığımız bir topluluğun üzerine aydınlanıyor olarak bulmuştu.

91- Onun katında olan şeyleri haber (alma) bakımından kesinlikle işte böyle kuşatmıştık.

92- Sonra bir araca takılmış (ordusuyla yola devam etmiş)tı.

93- Nihayet iki seddin arasına ulaştığı zaman, o iki seddin berisinde söyleneni anlama bakımından neredeyse hiçbir şey kavrayamaz bir topluluk bulmuştu.

94- (Topluluk): "Ey Zülkarneyn, Ye'cüc ve Me'cüc bu yerde bozuculuk yapıyorlar. Bizim aramızla onların arasına senin bir sed oluşturman (karşılığı) üzerine sana bir vergi verelim mi?" demişlerdi.

95- 96- (Zülkarneyn): "Benim Efendimin bu konuda bana sağladığı olanak daha hayırlıdır. Artık siz beni (bedeni) bir kuvvet ile destekleyin de bizim aramıza ve onların arasına dayanıklı bir engel oluşturayım. Bana o demirin tomarlarını getirin" demişti. Nihayet o iki yamacın arası denkleştiği zaman: "Üfleyin (ateşi körükleyin)" demişti. Nihayet onu (demiri) bir ateş haline soktuğu zaman : "Bana getirin de onun üzerine erimiş bir bakır boşaltayım" demişti.

97- (Yapıldıktan sonra) artık ona üstün gelmeye güç yetirememişler ve onu delmeye de güç yetirememişlerdi.

98- (Zülkarneyn): " İşte bu, benim Efendimden bir rahmettir Artık benim Efendimin sözü (nün zamanı) geldiği zaman, onu dümdüz bir hale dönüştürür. Ve benim Efendimin sözü bir gerçektir" demişti.

99- Ve o gün onları bir kısmını bir kısmı içinde dalgalanır hale bırakmışızdır ve o boruya da üfürülmüş böylece onları toplu olarak toplamışızdır.

100- Ve o gün cehennemi o (gerçeği) örtücülere bir sunumla sunmuşuzdur.

101- Onlar ki, benim hatırlamamdan gözleri bir perde içindeydi ve onu işitmeye de dayanamazlardı.

102- O (gerçeği) örtenler benim aşağımdan kullarıma yönelenler olarak tutunabileceklerini mi hesap ettiler? Şüphesiz ki biz cehennemi o (gerçeği) örtücülere bir ikramlık olarak hazırladık.

103- 104- De ki: "İş bakımından o en ziyan edenleri sizi haberlendireyim mi? Kendilerini bu şimdiki yaşamda ustalıkla yaparak iyilikler işlediklerini hesap ettikleri halde, koşmaları boşa gitmiş olanlardır."

105- İşte onlar, Efendilerinin ayetlerini ve O'nun karşılamasını örtmüş olanlardır, böylelikle onların işleri boşa gitti. Artık o kalkışın günü onlar için bir tartı kurmayacağız.

106- İşte bu, (gerçeği) örtmelerinin ve benim ayetlerime ve elçilerime bir alay konusu olarak tutunmalarının karşılığı cehennemdir.

107- Şüphesiz ki inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olanlara da, o firdevs bahçeleri onlar için bir ikramlık olmuştur.

108- Orada sürekli kalıcıdırlar. Oradan bir yer değişimi peşine de düşmezler.

109- De ki: "Eğer o su kütlesi benim Efendimin kelimeleri için bir mürekkep olsa, ve eğer ki onun bir örneğini de bir mürekkep olarak getirsek, benim Efendimin kelimelerinin tükenmesinden önce o su kütlesi tükenirdi."

110- De ki: "Ben ancak ve ancak sizin örneğiniz bir beşerim. Bana sizin tanrınızın ancak ve ancak tek bir tanrı olduğu vahyolunuyor. Artık kim kendisinin Efendisinin karşılamasını bekliyorsa, bir düzgün iş işlesin ve kendisinin Efendisine kullukta bir kimseyi ortaklaştırmasın."


29 Mayıs 2017 Pazartesi

Kehf s. 25. Ayeti: Kehf ve Rakım Ashabı Mağaralarında Kaç Yıl Uyutuldu?

Kehf ve Rakım ashabı adı ile anlatılan kıssa bilindiği üzere, müşrik olan toplumlarına karşı çıkan, ve sayısını Allah (c.c) nin bildiği bir kaç gencin mağarada yıllarca uyutulduktan sonra uyandırılmasını anlatmaktadır. Her kıssada olduğu gibi bu gençlerin kıssası da bir çok ibretli mesaj taşımakta, onların kıssaları bir çok alt başlıkta okunarak bize dair neler söylemiş olabileceği konusunda fikir yürütülmeye müsait bir kıssadır.

Biz bu yazımızda, bu gençlerin mağaralarında kaç yıl uyutulduğu üzerinde yapılan yorumların üzerinde durarak, bu konuda hangi yorumun daha doğru olabileceğini anlamaya çalışacağız. Bu gençlerin kaç yıl uyumuş olduğu belki önemsiz ve tali bir konu olarak görülebilir, fakat bizim böyle bir konuyu ele alma sebebimiz, son yıllarda ortaya çıkan farklı Kur'an algılarının bazı kıssalarda anlatılan olayların vaki olmadığı, bu anlatımların mecazi bir anlatım olduğu yönündeki düşünceler ortaya atması çerçevesinde , Kehf ve Rakım ashabının mağaralarında kalış süresi hakkında farklı yorumlar yapılmasına sebep olmasından dolayıdır

Ve lebisû fî kehfihim selâse mietin sinîne vezdâdû tis'â(tis'an).

Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar,

Kehf s. 25. ayetinde böyle bir süre verilmiş olmasına rağmen, bir sonraki 26. ayette "De ki: «Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O, ne mükemmel görendir! O ne mükemmel işitendir! İnsanların O'ndan başka dostu yoktur. O, hiç kimseyi hükümranlığa ortak kılmaz." buyurulmuş olması, bu gençlerin mağaralarında kaldığı sürenin Allah (c.c) tarafından bildirilmiş bir süre olmadığı, 25. ayette verilen sürenin başkaları tarafından ortaya atılmış bir iddia olduğu, 26. ayette bu iddianın ret edilerek, bu gençlerin mağaralarından kaç yıl kaldığı konusunda herhangi bir bilgi verilmemiş olduğu iddia edilmektedir. 

Yani Kehf ve Rakım ehlinin mağaralarında kaç yıl kaldığı konusunda iki farklı yaklaşım bulunmakta olup, bir yaklaşım onların mağaralarında 309 yıl kalmış olduğunu iddia ederken, diğer yaklaşım ise bu sürenin kaldıkları süreyi değil, başkaları tarafından ortaya atılan iddialar olduğunu kabul etmektedir.

Bu gençlerin mağaralarında kaldığı süre hakkında ortaya atılan yaklaşımların her ikisinin de doğru olması mümkün görülmemekle birlikte, bizlerin bu konuda yapabileceğimiz tek şey, farklı yaklaşımların bir tanesini doğru olarak kabul etmek olacaktır. İki farklı yaklaşımdan birini kabul ederken, kabul etmediğimiz diğer yaklaşımı yanlış olarak mahkum etmenin, ilmi bir yaklaşım olmayacağını da şimdiden hatırlatmak isteriz. 

Bundan önce yazdığımız bir yazımızda, Kehf s. 25. ayetinin Muhammed Esed, Mustafa İslamoğlu ve Mustafa Öztürk tarafından yapılmış çevirilerini ele alarak, onların Kehf s. 25. ayetine yaptığı çevirilerin yorum farkından dolayı kabul edilen anlayışın, ayete söylettirilmesi olduğuna dikkat çekerek, bu tür yapılan çeviri yönteminin yanlışlığını ifade etmeye çalışmıştık.

Bazı Kur'an ayetlerinin farklı yorumlara açık olması bir realite olmakla birlikte, farklı yorumlardan birisinin kesin doğru kabul edilerek, diğer yorumun kesin yanlış olarak görülmesi pek doğru bir yaklaşım değildir. Ayetlerin yapılan yorumları şayet, ayet metninde tahrif yapılmak sureti ile varılan bir sonuç değil ise, yapılan yorumları kabul etmesek dahi onu mahkum etmek hakkımız olmadığını önemle vurgulamak istiyoruz. 

Kehf ve Rakım ashabının mağaralarında kalış süreleri ile ilgili olarak varılan iki farklı sonuç, ayetin tahrif edilerek varılan bir sonuç olmamasından ötürü kabul edilmeyen yoruma saygı duyulması gerektiğini hatırlatmak isteriz. 

Bizim bu konuda nasıl düşündüğümüze gelince ise, şunları söyleyebiliriz;

Kehf s. 11. ayetine baktığımızda şöyle buyurulmaktadır;

Fe darabnâ alâ âzânihim fîl kehfi sinîne adedâ(adeden).

Bunun üzerine yıllarca mağarada onların kulaklarına perde vurduk.


Bu ayet gençlerin mağarada kalış süreleri hakkında net bir süre vermemekle birlikte, gençlerin yıllarca mağarada kaldıklarını haber vermektedir. Bu ayetin Kehf s. 25. ve 26. ayetleri nasıl anlayabileceğimiz konusunda da ipi ucu verdiğini düşünmekteyiz.

Ayrıca kıssayı okuduğumuzda, mağaraya sığınan gençlerin mağaraya sığınması ile, uyanarak şehir halkı tarafından bulunması arasında uzun bir zaman geçtiğini anlayabiliriz. Bütün bunları bir araya getirmek sureti ile Kehf s. 25. ayetini okuduğumuzda, bu ayetin gençlerin mağarada 309 yıl olarak geçen kalış süresini haber verdiği yönünde yapılan yorumların daha isabetli olabileceğini göstermektedir. 

Ayrıca surenin 22. ayetinde Kehf ve Rakım ashabının sayıları hakkında fikir yürütenler hakkında Allah (c.c) nin "Karanlığa taş atar gibi, «Mağara ehli üçtür, dördüncüleri köpekleridir» derler, yahut, «Beştir, altıncıları köpekleridir» derler, yahut «Yedidir, sekizincileri köpekleridir» derler. De ki: «Onların sayısını en iyi bilen Rabbim'dir. Onları pek az kimseden başkası bilmez.» Bunun için, onlar hakkında, bu kısaca anlatılanın dışında, kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma." buyurmuş olması, 25. ayeti anlamamızda bize ışık tutacaktır.

İnsanların bu kimselerin sayıları hakkında 22. ayette ortaya attıkları iddiayı onaylamayan Allah (c.c), şayet bu insanların mağarada kalış süreleri olan 309 yılı kendisi değil de, o insanlar ortaya atmış olsaydı, 22. ayette buyurduklarını bu ayette de buyurarak, onların karanlığa taş atarak mağarada kaldıkları süre hakkında olur olmaz sözler ettiklerini beyan ederdi. "Karanlığa taş atar gibi mağaralarında 309 yıl kaldılar derler" şeklinde bir beyanın olmaması, gençlerin mağarada kalış sürelerinin 309 yıl olarak Allah (c.c) tarafından beyan edilmiş olması bizce daha makul bir yaklaşım olarak görülmektedir.

Sonuç olarak; Kehf ve Rakım ashabının mağaralarında kaç yıl kaldıkları konusunda yapılan iki farklı yorumdan birisini kabul etmek demek, diğer yorumu ret etmek anlamına gelmektedir. Bu tür yoruma açık ayetlerde dikkat edilmesi gereken nokta, bir yorumu kabul ederken diğer yorumu kesin yanlış olarak görmemek olmalıdır.

Kanaat olarak Kehf s. 25. ayetinin, gençlerin mağarada 309 yıl kaldıklarını haber verdiği şeklindeki yorumun daha isabetli olduğunu düşünmüş olmamız, diğer yorumu yanlış olarak mahkum ettiğimiz anlamına gelmemektedir. Yazımızda asıl bu konu üzerinde durmaya gayret ederek, yoruma açık olan bazı ayetlerde, kabul ettiğimiz yorumu mutlak ve nihai doğru olarak görmemek gerektiğini, diğer yorumu kabul etmemiş olsak dahi saygı duymak gerektiğinin önemi üzerinde durmaya çalıştık. 

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

19 Nisan 2016 Salı

Kehf ve Rakım Ashabı Kıssasından Şirk'e Karşı Duruş Örnekliği

Kur'an kıssaları geçmiş hayatlardan kesitler sunarak , bu hayatlardaki iyi ve kötü örnekler üzerinden bizlere mesajlar içeren bilgiler ihtiva etmektedir. Kehf ve Rakım ashabı kıssası , bu örneklerin sunulduğu bir kıssa olarak karşımızda durmaktadır. Yaşamın gayesi olan tek ilaha kulluk esasına dayanan bir hayat sürmek hem kişisel , hem de toplumsal bazda bizden istenilmesine karşılık , bu yolda engeller çıkarak, şirk temeline dayalı düşünce ve sistemler insanları esir almak istemektedirler.

Kur'anda "Kehf ve Rakım ashabı" adı ile anılan topluluk, tek ilaha kulluk esasına dayanan bir hayat tercih etmelerine rağmen, yaşadıkları toplum bu esası ret ederek, başka ilahlara kulluk esasına dayanan sistemleri tercih etmişlerdir. İşte bu noktada ayrışım meydana gelerek, şirke dayalı düşünce ve sistemi ret eden gençler o toplumdan kendilerini tecrit etmeyi tercih etmişlerdir.

[018.014] Kalplerini pekiştirmiştik. Hani, ayağa kalkıp şöyle demişlerdi; «Bizim Rabb'imiz, göklerin ve yerin Rabb'idir; O'ndan başkasına yalvarmayız, yoksa saçmalamış oluruz.»
[018.015]  «Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan düzüp-uydurandan daha zalim kimdir?
[018.016]  Madem ki, onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından uzaklaşmayı tercih ettiniz, o halde mağaraya çekilin ki, sizin için Rabbiniz rahmetini yaysın ve size işinizden bir kolaylık hazırlasın.»

Yukarıdaki 3 ayet , Kehf ve Rakım ashabının yaşadıkları toplumun inanç yapısını ifade etmektedir. Kavimleri ,  Allah (c.c) nin hüküm koyma alanına başkalarını dahil ederek , onun dışında rab ve ilahlar edinmişler , ve böylelikle "Müşrik" konumuna düşmüşlerdir. Böyle bir konuma düşen kavimleri ile birlikte yaşamak istemeyen gençler , o toplumu terk ederek onlardan kopmayı tercih etmişlerdir.

"Kehf ve Rakım ashabı" adı ile anılan gençlerin yapmış olduğu bu ayrılma , iman edenlerin müşrik kavme karşı nasıl bir duruş sergilenmesi noktasında, örnek bir duruş olarak karşımızdadır. 

Dikkat edilirse bu gençler, yaşadıkları toplumun yerleşik düzenlerini değiştirebilecek bir güce sahip olmadıkları için böyle bir yolu seçmişlerdir. Şirk içinde yaşayan bir toplum içinde eriyip gitmektense o toplumdan hicret edebilmek, tabiri caizse her babayiğidin harcı değildir.

Bu gençlerin , hicret etmek zorunda kaldıkları toplumda mutlaka, bir çok insanın terk etmekte zorlanacakları makam , mevki , mal ve akrabaları bulunmaktadır. Şirk içindeki bir toplumda yaşamaktansa, o toplumu ve her şeylerini terk etmeyi seçmek, kişinin kulluk yolunda yapabileceği büyük bir fedakarlıklardan birisidir. 

Onların bu fedakarlığı, başta Muhammed (a.s) olmak üzere , diğer Mekkeli Müslümanlara örnek olmuş, ve onlar müşrik toplum içinde yaşamak yerine, her şeylerini terk ederek Medineye hicret etmişlerdir. 

Bu kıssanın nasıl okunması gerektiği yönündeki örnekliği, Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlarda görmekteyiz. Kendisine inen bu kıssayı ashabına masal tadında okuMAyan Muhammed (a.s) , bu kıssadan alınabilecek olan hisseyi öne çıkaran bir okuma gerçekleştirerek , bu okumayı yaşamına pratize etmiş ve her şeyini terk ederek Mekkeden hicret etmiştir. 

Bu kıssadan bize düşen hisse ne olabilir ?. 

Bizler eğer , Kehf ve Rakım ashabının yaşamış olduğu toplumun şirke dayalı inanç değerlerinin bir benzerinin yaşandığı bir toplum içinde yaşıyor ,ve bu toplumun şirke dayalı inanç değerlerini değiştirebilecek bir güce sahip değilsek , o topluma entegre olmak yerine, kendimizi o toplumun inanç değerlerinden arınmış bir hale getirmek zorundayız.

İbrahim (a.s) ve onunla birlikte olanların tutumlarının bizlere anlatıldığı, Mümtehine s. 4 ayeti bu noktada hatırlanması gereken önemli bir ayettir.

[060.004] İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: «Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.» Şu kadar var ki, İbrahim babasına: «Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez» demişti. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.

Kendisine "Ben Müslümanlardanım" diyerek , bu sözünün gereği olan şeyleri hayat içinde pratikte yerine getirmeyen bir kişi , zaman içinde bu sözünü sadece lafza indirgeyerek , hayat içinde pratik olarak başka ilah ve rablere tabi olan toplumun değerlerine sahip çıkmaya başlayacaktır. 

Her inanç sistemi, beraberinde bireysel ve toplumsal yaşama dair bir takım kuralları vaz eden değerlere sahip olup , bu değerlerini toplumsal alanda yaşar ve yaşatırlar. Toplumun genel geçer yaşam düzenlerini ret ederek farklı yaşam sistemi tercih edenler , o toplum tarafından kabul görmezler. Bu durum bütün inanç sistemleri için aynıdır.

[018.020]  «Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.»

Kehf s. 20. ayeti ,uzun uykularından uyanan gençlerin bu kaygılarını dile getirmektedir. Kur'anın başka ayetlerinde , kendi yaşam sistemlerini kabul etmeyenlere karşı takınılan tutumların örneklerini görmekteyiz. 

[014.013-4] Kâfirler resullerine dediler ki: «Ya sizi yurdumuzdan kovarız, yahut bizim dinimize dönersiniz.» Rab’leri de onlara şöyle vahyetti: «Elbette Biz o zalimleri imha edeceğiz ve onlardan sonra o ülkeye sizi yerleştireceğiz. İşte bu, huzuruma çıkmaktan ve uyardığım azaptan çekinenler içindir.»
[007.088] Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: «Ey Şuayb! Seni ve seninle beraber inananları memleketimizden kesinlikle çıkaracağız veya dinimize döneceksiniz» (Şuayb): İstemesek de mi? dedi.

Müşrik kavimlerinden bu tür tehditlere maruz kalan iman edenlerin , müşrik kavimleri ile kesin bir ayrışma  içine girerek , onların dinlerini ret eden bir yaşam tercihinde bulunduklarına dikkat çekmek isteriz.

Aynı tehdit Muhammed (a.s) içinde geçerli olmuş , ve Allah (c.c) müşriklerin bu tehditlerine hiç bir zaman boyun eğmemesini bir çok kez hatırlatmıştır.

[068.008-9] Bundan böyle, yalanlayanlara itaat etme;Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.

Kalem s. 8 ve 9. ayetlerinde , müşriklerden gelecek olan uzlaşma tekliflerinin, kesinlikle ret edilmesi gerektiği hatırlatılmaktadır. Dün ret edilen bu tür uzlaşma teklifleri , bugün maalesef Müslümanlar tarafından kabul gören bir duruma geçilmiştir.

Kişisel bazda yasaklanan bazı hakların bir kısmının geri verilmiş olması , toplumun tabi olduğu sistemin kurallarının Allah (c.c) nin dışındakilerden alındığını unutturarak, Müslümanları atalet içine sokmuş , ve iman etmenin bir gereği olan ayrışmayı bir kenara bırakarak sistem ile içli dışlı olan bir hale sokmuştur.

Eğer iman iddiasında isek , bize anlatılan kıssalardaki yaşam örnekleri, bizlerin nasıl bir hayat sürmemiz gerektiğini öğütleyen ibret vesikaları olarak hayatımızda yer almalıdır. Kıssalar eğer, geçmiş hakiki yaşam örnekleri olarak bizim hayatımızı yönlendiren vesikalar olmaz ise , ancak geçmiştekilerin masalları olarak anlatılardan ibaret kalacaktır. 

Hayatın anlamı tek ilaha kulluk ise ki öyledir , geçmiştekilerin canlarını ve mallarını terk ederek , bu uğurda mücadele etmelerinin anlatılmış olmasının bizler için mutlaka bir şeyler ifade etmesi gerekmektedir. 

"Dün öyleymiş ama bugün artık öyle değil" kabilinden itirazlar veya bahaneler , bizlerin Allah (c.c) ye karşı olan sorumluluğunu asla yok etmeyecektir. Kıssa yolu ile anlatılanlar "İsterseniz böyle yapabilirsiniz" kabilinden anlatımlar değil , "Eğer iman iddiasında iseniz rol model olarak almanız gereken insanlar bunlardır" kabilinden anlatımlardır.

Kehf ve Rakım ashabının terk ettiği mal , servet , mevki türünden dünya hayatının geçici metaı olanlar, şirke karşı bir duruş sergilemek adına terk edilemiyorsa ,  terk edemediğimiz o mallar, yarın hesap gününde bizim ateşimizi azdıran yakıtlar olmaktan başka bir işe yaramayacaktır. 

[009.024]  De ki: «Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.»

En sevdiğini imanı yolunda terk ederek ondan ayrılma örneği veren atamız İbrahim (a.s) ı da burada anmak yerinde olacaktır. Babasını ve kavmini defalarca imana davet eden , ve bu davetine olumlu cevap alamayan İbrahim (a.s) , neticede onlardan ayrılarak imanının gereğini yerine getirme örneğini bizlere taşımıştır. 

[019.048] «İşte sizi de, sizin Allah’tan başka ibadet ve dua ettiğiniz tanrılarınızı da terkediyorum. Rabbime niyaz edip yalvarıyorum. Rabbime niyaz etmem sayesinde mahrum ve perişan olmayacağımı umuyorum.
[019.049] Böylelikle, onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrılınca ona İshak'ı ve (oğlu) Yakub'u armağan ettik ve her birini peygamber kıldık.

Şurası asla unutulmamalıdır ki ; İmanımızın gereği olan Tevhidi duruşu hayatımızın her anında göstermekten bazı dünyevi nedenlerden imtina ettiğimizde , şirk ve ondan türeyen yaşam tarzları, artık bizleri için içselleştirilmeye başlanan bir hayat tarzı haline gelecektir.

Sonuç olarak ; Kehf ve Rakım ashabı kıssasının , mesajlarından olan ve en önemli mesajı olduğunu düşündüğümüz şirke karşı Müslüman duruşunun geçmişteki yaşanmış örneğinin anlatıldığı ayetlerdeki duruş örneği , aynı şartları yaşayan bir toplumda olduğumuzda, bizler için de yapılması gereken bir davranışı öğretmektedir. Allah (c.c) ye kulluk yolunda terk etmekte zorlandığımız ne varsa , yarın kıyamet gününde bize ateş azabı olarak geri dönecektir. 

Kur'anda anlatılan bu itizal (ayrılma) örnekleri , bizlerin yapması gerekenin , bizden öncekiler tarafından yapılmışlığını göstererek , bu yolda yalnız olmadığımızı , bizden önce bu yolun uygulandığını göstererek, bizi bir nevi motivasyona yönelik anlatımlardır. 

[011.120]  Resullere ait haberlerden kalbini yatıştıracak olanlardan her türlüsünü sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda da sana bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve ibret gelmiştir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

17 Nisan 2016 Pazar

Kehf ve Rakım Ashabı Kıssasından Kabirde Geçecek Zaman İle İlgili Bir Bilgi Çıkarım Çalışması

Kur'an kıssaları , içerisinde bir çok mesajı taşıma kapasitesine sahip bulunan anlatımları içermektedir. Kehf ve Rakım ashabı kıssası , böyle bir kapasiteye sahip olan kıssalardan olup, kıssa içindeki bazı ayetler, ölüm ile yeniden diriliş arasında geçecek zaman hakkında bizleri bilgi sahibi yapmaktadır . 

Bilindiği üzere, "Kabir Azabı" konusu başlığı altında verilen bilgilerde , ölüm sonrası kabre konulan kişinin, dünya hayatında yapmış olduğu amellere karşılık olarak, kabrinin ya cennet bahçelerinden bir bahçe , veya cehennem çukurlarından bir çukur olacağı anlatılmaktadır. 

Ancak bu bilgiyi Kur'an içinden teyit edecek bir ayetimiz maalesef olmayıp , bu bilgi rivayetler ile İslam düşüncesi içine sokulmuş, ve bazı Kur'an ayetleri özellikle Mü'min suresi 46. ayeti bu konuya delil olarak sunulmaktadır. Allah (c.c) tarafından "Çelişkisiz bir kitap"(4.82) tanımlanan bu kitabın bir ayetinde kabir azabını kabul eden , bir başka ayetinde kabir azabını ret eden ayetin bulunmasının imkansız olacağına göre, bu konuda çelişki arz etmeyen bir düşünce içinde olmak gerekmektedir.

Kabir azabına delil olarak Kur'andan getirilen Mü'min s. 46. ayetinin meali şöyledir;

[040.046]  Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün ise: «Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun» .

Bu ayete bakıldığında, firavun ve avanesi kıyamet öncesinde şu anda bile ateşin içinde azap görmektedirler. Bu düşünceyi bütün kafirler için genellediğimizde , ölmüş ve ölecek olan bütün kafirler ,kıyamet gününe kadar kabirlerinde azap göreceklerdir.

Şöyle bir düşünelim ; Ölmüş olan bütün kafirler eğer yeniden diriliş gününe kadar kabirlerinde azap görüyorlar ise , Kur'anın yeniden diriliş sahnesini anlattığı ayetlerde , böyle bir azap gördüklerine dair konuşmalar yer alması gerekmezmiydi ?.

Maalesef  ölümden sonra yeniden dirilenlerin aralarında geçen konuşmalarda (bu konuşmalar genelde kafirlerin aralarındaki konuşmalardır) , onların kabirde azap gördüklerine dair bırakın en küçük bir karine teşkil edecek konuşma kırıntısı , onların kabirlerinde ne kadar kaldıklarına dair bilgileri bile olmadıklarına dair konuşmalar yer almaktadır. 

Bu konuşmalar , kabir azabı görmek diye bir durumun söz konusu bile olmadığını göstermesi açısından önemli bilgiler içermektedir.

[017.052]  Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız.
[036.052]  Dediler; «vah bize, bizi yattığımız yerden (Merkadine) kim kaldırdı? İşte Rahman'ın vadettiği şey budur. Demek peygamber doğru söylemiş.»

Bu konuda bir çok ayet olduğunu hatırlatarak , Kehf ve Rakım ashabı kıssasından bu konu ile ilgili ayetleri okumaya çalışalım;

Bu kıssa içinde verilmek istenen mesajlardan bir tanesi , ölümden sonra yeniden dirilişin gerçek olduğunun dünya hayatı içinde  gösterilmiş olmasıdır. Bu durumu, kıssanın 21. ayetinin "Böylece onları  duyurduk ki, Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu ve kıyametin mutlaka geleceğini, onda asla şüphe olmadığını bilsinler." cümlesinde görmekteyiz. 

Ölümden sonra diriliş haberinin gerçek olduğunu dünya hayatı içinde bir örnekle, bir kısım insanı senelerce uyuttuktan sonra bizlere gösteren Rabbimiz , yeniden diriliş sonrası olacakları da aynı kıssa içinde bizlere göstermektedir.

[018.019] Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: «Ne kadar kaldınız?» dedi. «Bir gün veya daha az bir müddet kaldık» dediler. «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın» dediler.

Kehf ve Rakım ashabının birbirine sorduğu "Ne kadar kaldınız?" sorusunun aynısı , başka ayetlerde kabirlerden kalkanlar tarafından birbirlerine sorulmaktadır.

[023.112] Dedi ki: «Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?»

Kehf ve Rakım ashabının sorulan soruya verdiği "Bir gün veya daha az bir müddet kaldık" cevabının aynısının , kabirlerden kalkanlar tarafından verildiğini de görmekteyiz.

[023.113] Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor, dediler.

Kehf ve Rakım ashabının uzun yıllar uyumalarına karşılık sanki bir gece yatıp ertesi sabah kalkmış gibi bir durumda olduklarını zannetmiş olmaları , onların uzun yıllar uyumuş olmalarının farkına varmadıklarını göstermektedir.

"Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız." sözleri, onların ne kadar uyuduklarının farkında olmadıklarını göstermektedir.

Yasin s. 52. ayetinde "Bizi merkadimizden kim kaldırdı ?" sorusundaki "Rakade" kelimesini , Kehf ve Rakım ashabının kıssasının anlatıldığı Kehf s. 18. ayetinde de görmekteyiz. "Bir de onları uyanıklar zannedersin halbuki uykudalardır (rükudun)"

Ölümün uykuya benzetildiği ve yeniden dirilişin uykudan uyanış gibi gösterildiği bu ayetlere karşın , uykunun ölüme , ve uykudan uyanmanın ise ölümden sonra dirilişe benzetildiği ayetleri de görmekteyiz. 

[006.060] Geceleyin sizi öldüren, gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.
[039.042] Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.

Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki ; Kabir azabının olduğuna dair tek bir ayeti delil olarak göstererek , o delil olarak gösterilen ayetin de ölümden sonra yeniden dirilişin anlatıldığı ayetler ile çelişki arz ettiğini dikkate almadan, sadece rivayetleri Kur'ana onaylatma düşüncesinin bir ürünü olan kabir azabı düşüncesinin , Kur'an tarafından onaylanmamasına karşın,  hala "Kabir azabı vardır" demek asla mümkün değildir. 

Rivayetler kanalı ile gelen bilgiyi onaylatmak adına delil olarak gösterilmeye çalışılan Mü'min s. 46. ayeti , diğer ayetler ile çelişkili bir durum arz ettiği için, ya rivayetleri kabul ederek "Kabir azabı vardır" diyeceğiz, aynı zamandan bu kabulümüz Kur'an ayetlerini ret ettiğimiz anlamına gelecektir, ya da Kur'an ayetlerini kabul ederek "Kabir azabı yoktur" diyeceğiz.

Sonuç olarak ; Kur'an kıssalarının bir çok mesajı ihtiva eden anlatımlar olduğu düşüncesinden yola çıkarak, aynı kıssa içinde bir çok mesajın olabileceğini okuma örneğini , Kehf ve Rakım ashabı kıssası içindeki bazı ayetlerin, Kur'an içinde diğer ayetler ile bağını kurmaya çalışarak , ölüm sonrası yeniden diriliş vaktine kadar geçecek olan zamanı Kur'an içinden okumaya çalıştık.

Okuduğumuz ayetler bize göstermektedir ki , Kur'an "Kabir azabı" adı altında verilen bilgilerin hiç birini onaylamamakta , aksine yeniden diriliş vaktine kadar geçen zamanda insanların hiç bir şeyden habersiz olarak yatmakta olduklarını haber vermektedir. 

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.



16 Nisan 2016 Cumartesi

Kehf ve Rakım Ashabı Kaç Kişi idi ?

Yazının başlığını okuyanlar , bu yazının konusunun Kehf ve Rakım ashabının Kur'anda belirtilmeyen sayılarını aramak üzerine yazılmış bir yazı olduğunu zannedebilirler. Yazının konusu, onların kaç kişi olduklarını araştırmak değil , kıssanın anlatıldığı 22. ayeti dikkate alarak,  Kur'an kıssalarını okuma yöntemi üzerinde durmaya çalışmak olacaktır.

Kehf ve Rakım ashabı kıssası , diğer kıssalar gibi, içinde bir çok mesajı barındıran bir hüviyete sahip olan kıssadır. Biz sadece Kehf s. 22. ayetini baz alarak, bu kıssadaki mesajlardan birisini anlamaya çalışacağız.

[018.022]  Karanlığa taş atar gibi; üçtür, dördüncüsü köpekleridir, diyeceklerdir. Veya beştir, altıncıları köpekleridir, derler. Yahut: Yedidir, sekizincileri köpekleridir, derler. Onların sayısını en iyi bilen Rabbımdır, de. Onları pek az kimseden başkası bilmez. Bu yüzden onlar hakkında bu kısa anlatılanların dışında kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma.

Bu ayetin, kıssanın anlatıldığı ayetlerin sonunda olmasına ve ayet içindeki "Diyecekler" ifadesine dikkat edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. "Diyecekler" ifadesi, bu kıssayı okuyan veya dinleyen bazı kimselerin , kıssa ile ilgili olarak yapacağı yorumları , veya kıssadan anladığını ifade ettiğini söyleyebiliriz. 

Kıssayı okuyan veya dinleyen bir kısım insanın , bu kıssadan gerekli ibretleri çıkarmak yerine , alakasız bir konuya yönelerek , verilmeyen bilgi peşinde koşmaları sonucunda kıssanın buharlaşmasına sebep olan okumaların yanlışlığı, "Diyecekler" ifadesi ile vurgulanmaktadır.

Bu kıssayı okuyan veya dinleyen bazı kimselerin, kıssa içinde adetleri belirtilmemiş olan bu kimselerin sayıları üzerinde tartışmaya girecek olmaları , kıssa ile ilgili olarak alakasız bir durum olarak görülerek , bilgi verilmemiş , bilgi verilmesine de gerek duyulmamış olan bir konuda , zanna dayalı yorumlar yaparak, yapılan kıssa okumalarının kimseye bir şey kazandırmadığını söyleyebiliriz. 

[017.036] Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.

Kıssa okumalarında esas olan verilmeyen bilgiler peşinde koşmak değil , verilmiş olan bilgileri dikkate alan bir okuma ve anlama gerçekleştirerek , o kıssanın bizim hayatımıza yansıması olmalıdır. Bizim hayatımıza dair bir sözü olmayan kıssa okuması , anlatımdan hasıl olması gereken maksadın anlaşılmadığını gösterecektir.

"Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali yapılan kıssa okumaları , okunan kıssayı boş bir masal haline çevirmekten başka bir hale döndürmeyecektir. Kehf ve Rakım ashabı ile ilgili anlatılanlardan gerekli olan mesajı çıkarmak yerine , kıssada bilgisi verilmeyen bir konuya yönelerek , gereksiz bir gündem oluşturmak , kıssa okumalarında yapılacak en büyük hatalı okuma olacaktır. 

Dikkat edilirse yapılacak adet tahminleri ret edilirken, " 3-5-7 kişi oldukları yönünde sözler söyleyecekler diyerek , aslında o kadar değil bu kadar idi" denilerek kesin bir sayı da verilmemektedir. Buradan anlaşılması gereken nokta , "Demek ki bu kıssada verilmek istenilen mesajlar, sadece kıssada anlatılan kişilerin kahramanlıkları ve şahsiyetleri değil, o kişilerin yaptıkları üzerinden bize düşen hisse olmalıdır" şeklinde bir düşünce oluşmasını gerektirmektedir. 

Ayetin devamında ise, bu konudaki doğru bilginin sadece Allah (c.c) nin katında olduğu hatırlatılarak , onun dışından gelecek olan bilgilere itibar edilmemesi hatırlatılmaktadır. Bu durum sadece bu kıssa için değil bütün kıssalar için geçerli bir okuma yönteminin temelini oluşturması gerekmektedir.

Klasik tefsirlere bakıldığında, Kur'anın kıssa anlatımları ile ilgili yapılan yorumlarda, rivayet türünden bilgilerin sayfaları doldurduğunu görmekteyiz. Bu bilgilerin kaynağı "İsrailiyyat" denilen ehli kitap kaynakları veya "Hadis" denilen ve Muhammed (a.s) atfedilen bilgilerdir. Kendisine  okunan kıssalar ile ilgili olarak adına "Hadis" denilen bilgiler verebilmesi , onun Kur'an harici ayrı bir vahiy alarak , Kur'an içinde olmayan bilgileri ayrıca almış olmasını gerektirir ki böyle bir durum asla mümkün değildir.

Muhammed (a.s) a atfedilen ve tefsirlerde kıssalar ile ilgili ondan gelen gaybe dair rivayetlerin tamamı uydurma bilgiler olup , güvenilirliği asla söz konusu olamaz. Çünkü Muhammed (a.s) a verilen bilgiler sadece Kur'an ile sınırlıdır. 

[012.003]  Biz bu Kuran'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz.. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin.
[003.044]  Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.
[011.049]  İşte bunlar gayb haberlerindendir. Bunları sana vahiyle bildiriyoruz. Bundan önce bunları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, akıbet muhakkak muttakilerindir.

Kehf ve Rakım ashabının sayıları üzerinde yoğunlaşan bir okuma veya anlama çalışması , o kıssanın sadece yaşandığı zaman ve mekana hapsedilerek yapılan bir okuma örneğini de vermektedir. Halbuki asıl olan nokta kıssayı mesaj içerikli okumaya çalışmak olmalıdır. 

Kıssa okumalarında asıl olan sadece o kıssanın yaşandığı zaman ve mekanda anlaşılması değil , o kıssanın yaşandığı zaman ve mekandan çıkarılarak güncel hale getirilerek , bizlere dair olan mesajları olmalıdır. Hangi kıssa okunursa okunsun, bu nokta dikkat edilmediği takdirde , Kehf ve Rakım ashabı üzerinde yapılan gereksiz sayı tartışmaları türünden tartışmalar, diğer kıssalar içinde yapılarak , Kur'anda önemli bir yer tutan kıssalardan alınması gerekli olan dersler çıkarılmayarak buharlaşmasına sebep olacaktır.

Sonuç olarak ; Kıssa okumaların en önemli nokta , o kıssa içinde kalmayan bir okuma gerçekleştirmek olmalıdır. Bunun yolu ise , kıssa içinde anlatılan kişilerin şahsiyetlerine takılmadan , o şahsiyetler üzerinden verilmek istenilen mesajın okunmasından geçmektedir. Şahıslara takılı kalan okumalar , kahramanlık destanlarına dönüşerek , kıssaları masal haline çevirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Kur'an kıssalarında verilmeyen teferruatlar peşinde koşarak , bizlerin bu teferruatları çıkarma çalışmaları , bizleri trajikomik neticelere vardırarak , gülünç duruma düşmemize sebep olacaktır. 

"Diyecekler" ifadesi , kıssalar ile ilgili olarak zanni bilgiler peşinde koşmanın yanlışlığını ifade ederek "Böyle demeyin" yani size bilgisi verilmeyen şeylerin peşinde koşmayın demektedir.

Kıssadan hisse almaya yönelik okumalar bizleri daha doğru sonuçlara götürmesi açısından Kur'an tarafından tavsiye edilen okumalardır. 

[011.120] Sana resullerin haberlerinden -kalbini kendisiyle sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda da sana hak ve mü'minlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.