Kehf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kehf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2024 Perşembe

KEHF SURESİ MEALİ

1- 2- 3- 4- Övgü Allah'adır. O'ki kulunun üzerine kitabı indirdi ve kendi katından şiddetli sıkıntıyı uyarması ve inanıp düzgün işler işleyenlere, şüphesiz ki onlar için orada ebedi olarak durup bekleyici olacakları güzel ödülü müjdelemesi ve "Allah çocuğa tutundu" diyenleri uyarması için, onu eğrisi büğrüsü olmayan dosdoğru (bir kitap) yaptı.

5- Onun hakkında ne onlar için ve ne de ataları için bilgi vardır. Ağızlarından çıkan kelime ne büyüktür. Onlar yalandan başkasını söylemiyorlar.

6- Herhalde sen eğer bu söze inanmazlarsa, onların izleri üzerinde benliğini kederlenerek tüketicisin.

7- Şüphesiz ki biz yeryüzünün üzerinde olanları, onların iş bakımından hangisi daha güzel işleyecek diye yıpratmak için, ona süs yaptık.

8- Ve şüphesiz ki biz onun üzerinde olanları, kesinlikle kupkuru toprak haline de dönüştürücüleriz.

9- Yoksa sen Mağara ve Yazıt arkadaşlarının şaşılacak delillerimizden olduklarını mı hesap ettin?

10- Bir zaman o genç erkekler mağaraya sığınmış da: "Efendimiz katından bize rahmet ver ve işimizden bizim için erginlik oluştur" demişlerdi. 

11- Bunun üzerine biz de onların kulaklarının üzerine mağarada seneler sayısınca vurmuştuk (uyumalarını sağlamıştık).

12- Sonra onları (mağarada) kaldıkları süreyi iki tarafın hangisinin daha iyi sayan olduğunu bilmemiz için harekete geçirmiştik.

13- Biz onların haberlerini sana gerçekle anlatıyoruz. Şüphesiz ki onlar Efendilerine inanmış genç erkeklerdi ve biz de onların yolca doğruluklarını artırmıştık.

14- 15- Ve ayağa kalkarak: "Efendimiz, göklerin ve yerin Efendisidir. O'nun aşağısından olanı tanrı olarak asla çağırmayız (eğer çağırırsak), o takdirde and olsun ki haddi aşan söz söylemiş oluruz. İşte şu topluluğumuz, O'nun aşağısından tanrılara tutundular. Onlar hakkında apaçık bir yetki getirmeli değiller miydi? Artık Allah'ın üzerine yalan yakıştırmış olandan daha haksızlık yapan kimdir" dedikleri zaman, kalplerinin (kaymaması için) üzerine bağ vurmuştuk.

16- (İçlerinden biri): "Ve madem ki onlardan ve onların Allah'tan başka kulluk etmekte olduklarından uzaklaştınız, artık mağaraya sığının ki Efendiniz sizin için kendi rahmetinden yayar ve sizin için içinizden dirseklik (dayanacak ortam) oluşturur (demişti).

 17- Ve onlar ondan geniş bir yerde (uyuyor halde) iken sen (orada olsaydın) güneşi doğduğu zaman onların mağaralarından sağın tarafına eğriliyor ve battığı zaman da solun tarafına aşıyor olduğunu görürdün. İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah kimi doğru yola iletirse, artık o doğru yolu bulmuştur. Ve kimi saptırırsa, artık onun için yönelen erginleştirici asla bulamazsın

18- Ve sen onları uyanık haldeler hesap edersin oysa onlar uyuyor haldelerdir. Ve onları sağın tarafına ve solun tarafına çevriltiyorduk. Ve onların köpekleri de iki kolunu girişe genişletmişti. Eğer onların üzerine doğsaydın (hallerine tanık olsaydın), kesinlikle onlardan kaçar halde (başka tarafa) yönelir ve (içine) onlardan ürkeklik doldurulurdu.

19- 20- Ve işte aralarında birbirlerine sormaları için böylece onları harekete geçirdik. İçlerinden bir sözcü: "Ne kadar kaldınız?" dedi. (Onlar da): "Bir gün veya günün bir kısmı kaldık" dediler. (Bu cevabı alanlar): "Kaldığınız süreyi Efendiniz daha iyi bilendir. Şimdi birinizi şu gümüş paranızla o şehre harekete geçirin de hangi yemek daha arınmış ona baksın, ondan size rızık getirsin. Ve (şehir halkına) lütufkâr davransın ve sizi hiçbirine fark ettirmesin. Şüphesiz ki onlar eğer size üstün gelirlerse, sizi taşlarlar veya sizi ortak değerlerine geri döndürürler ve o takdirde ebedi olarak asla arzuladığınıza kavuşturulmazsınız" dediler. 

21- Ve işte böylece şüphesiz ki Allah'ın sözünün gerçek olduğunu ve şüphesiz ki saatin kendisinde belirsizlik olmadığını bilmeleri için, onları rastlaştırdık. O zaman (şehir halkı yapacakları) işlerini aralarında çekişiyor ve: "Onların üzerine bir yapı inşa edin. Efendileri onları daha iyi bilendir" dediler. Onların (yapacakları) işleri üzerine (çekişmede) üstün gelenler ise: "Onların üzerine kesinlikle boyun eğilen bir yer (inşa edip ona) tutunacağız" dedi.

22- (Kimileri) diyecekler ki: "Üçtürler onların dördüncüleri köpekleridir." Ve duyularla algılanamayananı taşlayarak (kimileri de): "Beştirler onların altıncıları köpekleridir" diyorlar. Ve (kimileri de): "Yedidirler ve onların sekizincileri köpekleridir" diyorlar. De ki: Benim Efendim onların sayılarını en iyi bilendir. Onları az kimseden başkası bilmiyor." Artık onlar hakkında (sana bilgisi) açık olan münakaşadan başka münakaşa etme. Ve onlar hakkında onların hiçbirinden de çözüm isteme.

23- 24- Ve hiçbir şey için de, eğer Allah dilerse başka (demeden) sakın: "Şüphesiz ki ben işte bunu yarın yapıcıyım" deme. Ve unuttuğun zaman da, Efendini hatırla ve: "Efendimin erginlikçe beni bundan daha yakına iletmesini umarım" de.

25- Ve: "Onlar mağaralarında 300 sene kaldılar ve bunu 9 (sene) artırdılar" (dediler).

26- De ki: "Allah, onların kaldıkları süreyi en iyi bilendir. Göklerin ve yerin duyularla algılanamayananı O'nundur. O, neleri gören ve neleri işitendir. Onların O'nun aşağısından bir yöneleni yoktur. Ve kendi kararına hiçbirini ortaklaştırmaz."

27- Ve senin Efendinin kitabından sana vahyolunanı peşi sıra oku. O'nun kelimelerini değiştirici yoktur. Ve O'nun aşağısından bir sığındırıcı da asla bulamazsın.

28- Ve O'nun yüzünü isteyerek sabah ve akşam (sürekli olarak) Efendilerini çağırmakta olanlarla beraber benliğinle direnerek gayret et. Ve iki gözünü şimdiki yaşamın süsünü isteyerek onlardan ayırma. Ve keyfi arzusuna uyarak işi kusur işlemek olan ve bizi hatırlamaktan kalbini duyarsızlaştırdığımız kimseye de itaat etme.

29- Ve de ki: "Gerçek Efendinizdendir. Artık dileyen inansın ve artık dileyen de  (gerçeği) örtsün." Şüphesiz ki biz haksızlık yapanlar için ateşi hazırladık. Onun surları onları çevrelemiştir. Ve eğer yağmur yardımı isterlerse, onlara yüzleri kavuran yağ tortusu gibi suyla yağmur yardımı yapılır. (O yağ tortusu) ne kötü içecektir ve (o ateş) dirseklikçe de (dayanacak ortamca) ne kötüdür. 

30- Şüphesiz ki inanan ve düzgün işler işleyenlere gelince, şüphesiz ki biz iş bakımından daha güzel kimsenin mükâfatını kayba uğratmayız.

31- İşte onlar için altlarından nehirler akar Adn cennetleri vardır. Orada süslü koltuklar üzerine dayananlar olarak orada altından bileziklerle süslendirilirler ve ince ipekten ve kalın ipekten elbiseler giyerler. Ne güzel ödüldür ve dirseklikçe de (dayanacak ortamca) ne güzeldir. 

32- Ve onlar için iki adamı örnek olarak ortaya koy. İkisinden biri için üzümlerden iki bahçe vermiş ve o ikisini de hurmalıkla çevirmiş ve ikisinin arasını da ekinlik olarak yapmıştık.

33- İki bahçenin her ikisi de yemişini vermiş ve ondan (yemişini vermekten) yana hiçbir şeyi de haksızlık yapmamıştı. Ve ikisinin arasından bir de nehir fışkırtmıştık.

34- Ve onun için (adam için başka) ürün de olmuştu. Durum böyleyken onunla karşılıklı konuşurken arkadaşına: "Ben senden mal olarak daha çok ve insan gücü olarak da daha güçlüyüm" demişti.

35- 36- Ve benliğine haksızlık yapan olduğu halde bahçesine girmiş ve: "Ben bunun kuruyup yok olacağına ebedi olarak kanaat getirmiyorum ve saatin ayağa dikileceğine de kanaat getirmiyorum. Ve eğer Efendime geri döndürülecek olursam da, kesinlikle bundan daha hayırlı bir çevrilmişlik bulurum" demişti.

37- 38- 39- 40- 41- Onunla karşılıklı konuşurken arkadaşı ona: "Seni topraktan sonra döllenmiş hücreden takdir eden sonra seni bir adam olarak düzenlendireni (n iyiliğini) mi örttün? Fakat O Allah benim Efendimdir ve ben Efendime hiçbirini ortaklaştırmam. Ve her ne kadar sen beni senden mal olarak ve çocuk olarak daha az olarak görüyor olsan da bahçene girdiğin zaman, '(Bu bahçe) Allah'ın dilemesidir, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demeli değil miydin? Benim Efendimin bana senin bahçenden daha hayırlısını vermesi ve onun üzerine gökten hesap gönderip böylelikle kaygan toprak haline sokması umulabilir. Veya onun suyu çukura çekilir hale gelir de onu (tekrar yukarı) istemeye asla güç yetiremezsin" demişti.

42- Ve onun ürünü çevrelendi. Böylece çardakları üzerine çökmüş haldeki (bahçesine bakıp) ona harcağı şeye (içi yanarak) iki elini oğuşturuyor ve: "Keşke Efendime hiçbirini ortaklaştırmasaydım" diyordu. 

43- Ve onun için Allah'ın aşağısından ona yardım edecek askeri birlik olmadı ve kendisi de öç alabilecek değildi.

44- İşte o durumda gerçek yönelim Allah'a aittir. O, dönüşümce daha hayırlı ve sonuçça daha hayırlıdır.

45- Ve onlar için şimdiki yaşamın örneğini ortaya koy. (Şimdiki hayat) gökten onu indirdiğimiz bir su gibidir. Böylece onunla yeryüzünün bitkisi birbirine karıştı. Derken (sonunda) rüzgârların savurmakta olduğu ot kırıntısı oldu. Ve Allah her şey üzerine güç yetiricidir.

46- Mal ve çocuklar şimdiki yaşamın süsüdür. Ve kalıcı düzgün işler ise, senin Efendinin yanında dönüşümce daha hayırlıdır ve beklentice daha hayırlıdır.

47- Ve o gün dağları yürütürüz ve sen yeryüzünü (bir uçtan bir uca) belirgin olarak görürsün. Ve geride onlardan hiçbirini bırakmaksızın onları sürüp toplamışızdır.

48- Ve saf halinde senin Efendine sunulmuşlardır. And olsun ki sizi ilk defasındaki takdir ettiğimiz gibi bize geldiniz. Oysa ki sizin için (belirlenmiş) bir söz zamanı asla belirlemeyeceğimizi iddia etmiştiniz.

49- Ve kitap konulmuştur, artık suçluların onun içinde olandan dolayı: "Vay başımıza gelene bu kitaba ne oluyor ki ne küçük ve ne de büyük bırakmadan onu sayılandırmış" diyerek afalladıklarını görürsün. Ve (yaptıkları) işleri hazır olarak bulmuşlardır. Ve senin Efendin hiçbirine haksızlık yapmaz.

50- Ve bir zaman meleklere: "Adem'e boyun eğin" demiştik. İblis dışında hemen boyun eğmişlerdi. O (ateşten takdir edildiği için) cinden oldu (ğunu iddia etmiş) böylelikle kendisinin Efendisinin buyruğundan çıkmıştı. Onlar size düşman olduğu halde, siz benim aşağımdan ona ve soyuna yönelenler olarak mı tutunuyorsunuz? Haksızlık yapanlar için ne kötü değişimdir.

51- Ben onları ne göklerin ve yerin takdir edilişine ve ne de benliklerinin takdir edilişine tanıklaştırdım. Ve ben ne de saptırıcılara güçlendirici olarak tutunan oldum.

52- Ve o gün (Allah): "İddia ettiğiniz ortaklarıma seslenin" der. Bunun üzerine onları çağırmışlar fakat onlar kendilerine cevap vermemişlerdir. Ve (çünkü) aralarına derinlik koymuşuzdur.

53- Ve suçlular ateşi görmüş, artık şüphesiz ki kendilerinin de ona düşücüler oldukları kanaatine varmışlardır. Ve ondan çevrilecek bir yer de bulamamışlardır.

54- Ve and olsun ki biz bu Kur'an'da insanlara her örnekten evire çevire açıkladık. Ve (gerçeği örten) insanın tartışmacılığı ise her şeyden (diğer canlılardan) daha çoktur

55- Ve insanları, onlara doğru yol geldiği zaman inanmalarına ve Efendilerinden bağışlama istemelerine öncekilerin yasasının onlara gelmesinden veya azabın karşılarına gelmesinden başkası alıkoymadı.

56- Ve elçileri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olmalarından başkasıyla göndermiyoruz. Ve (gerçeği) örtenler ise onunla gerçeği kaydırmaları için gerçek olmayanla tartışıyorlar. Benim ayetlerime ve uyarıldıkları şeye alay konusu olarak tutundular.

57- Ve kendisinin Efendisinin ayetleri ona hatırlatılmasına rağmen ondan kayıtsız kalan ve iki elinin sunduğunu unutan kimseden daha haksızlık yapan kimdir? Şüphesiz ki biz onu (Kur'an'ı) kavrarlar diye kalplerinin üzerine korunak ve kulaklarına da ağırlık koyduk. Eğer sen onları doğru yola çağırsan, o takdirde de onlar doğru yolu asla bulamayacaklardır.

58- Ve senin Efendin çok bağışlayıcıdır, çok rahmet sahibidir. Eğer kazandıkları nedeniyle onları (hemen) tutmuş olsaydı, onlar için azabı kesinlikle hızlandırırdı. Aksine onlar için (belirlenmiş) bir söz zamanı vardır ki (o zaman gelince) O'nun aşağısından kurtulacak bir yer de asla bulamayacaklardır.

59- İşte bu şehirler, haksızlık yaptıklarında onları yok ettik. Ve onları yok etme zamanı için bir söz zamanı belirlemiştik.

60- Ve bir zaman Musa genç uşağına: "İki denizin birleştiği birleştiği yere ulaşıncaya kadar (yürümekten) ayrılmayacağım veya (buraya ulaşmak için) uzun zaman geçireceğim" demişti.

 61- İkisi, ikisinin (iki denizin) arasının birleştiği yere ulaştıklarında, balıklarını unuttular. Böylece o da denizde akıp giderek yoluna tutundu.

62- İkisi (orayı) geçtiklerinde (Musa) genç uşağına: "Sabah gıdamızı bize getir, and olsun ki bu yolculuğumuzdan (dolayı) yorgunlukla karşılaştık" demişti.

63- (Genç uşağı da ona): "Gördün mü, kayaya sığındığımız zaman şüphesiz ki ben o balığı unuttum. Ve onu (sana) hatırlatmamı bana şeytandan başkası da unutturmadı ve o da denizde şaşılacak şekilde yoluna tutundu" demişti.

64- (Musa genç uşağına): "İşte bu, peşine düşmekte olduğumuz şeydir" demişti. İkisi de hemen izleri üzerine o izleri takip ederek geri döndürülmüşlerdi.

65- (Oraya vardıklarında) ikisi, yanımızdan ona bir rahmet verdiğimiz ve katımızdan ona bir bilgi öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul bulmuşlardı.

66- Musa ona: "Sana erginlik olarak öğretilmiş olan o bilgiden, senin de bana öğretmen için sana uyabilir miyim?" demişti.

67- 68- (Kul Musa'ya): "Şüphesiz ki sen benimle beraber direnerek gayret etmeye asla güç yetiremezsin. Ve haber olarak onun üzerini çevreleyemediğin bir şeye karşı nasıl direnerek gayret edebilirsin?" demişti.

69- (Musa kula): "Allah dilerse beni direnerek gayret eden olarak bulacaksın ve sana iş konusunda karşı çıkmayacağım" demişti.

70- (Kul Musa'ya): "Eğer sen bana uyacak olursan, ben sana ondan hatırlatma oluşturuncaya kadar, artık bana hiçbir şeyden sormayacaksın" demişti.

71- Böylece ikisi (bulundukları yerden) çözüldüler. Nihayet ikisi bir gemiye bindikleri zaman (kul) onu deldi. (Musa kula): "Onun halkını batırman için sen onu deldin mi? And olsun ki çok tehlikeli bir işle geldin" demişti.

72- (Kul Musa'ya): "Ben sana şüphesiz ki sen, benimle beraber direnerek gayret etmeye asla güç yetiremezsin dememiş miydim?" demişti.

73- (Musa kula): "Unutmam nedeniyle beni (sorumlu) tutma ve beni işimden (itirazımdan) dolayı zorluğa büründürme" demişti.

74-(Kul Musa'ya): "Ben sana şüphesiz ki sen, benimle beraber direnerek gayret etmeye asla güç yetiremezsin dememiş miydim?" demişti. bir oğlan çocuğu ile karşılaştıkları zaman (kul) hemen onu öldürdü. (Musa kula): "Arınmış haldeki bir benliği, bir benliği (öldürmenin) karşılığı olmaksızın sen öldürdün mü? And olsun ki çok yadırganacak bir işle geldin" demişti.

75- (Kul Musa'ya): "Ben sana şüphesiz ki sen, benimle beraber direnerek gayret etmeye asla güç yetiremezsin dememiş miydim?" demişti.

76- (Musa kula): "Eğer bundan sonra bir şeyden sana sorarsam, artık bana arkadaşlık etme. Benim katımdan kesinlikle bir gerekçeye ulaştın" demişti.

77- Böylece ikisi (bulundukları yerden) çözüldüler. Nihayet ikisi bir şehre geldikleri zaman, onun halkından yemek istemişler, fakat onlar ikisini konuklamaktan direnmişlerdi. Durum böyle iken ikisi orada yıkılmayı isteyen bir duvar bulmuşlar o (kul) da hemen onu ayağa kaldırmıştı. (Musa ona): "Eğer dileseydin, buna karşı kesinlikle bir ödüle tutunurdun" demişti.

78- 79- 80- 81- 82- (Kul Musa'ya): İşte bu (soru), senin aranla benim aramın ayrılmasıdır. Kendisine direnerek gayret etmeye güç yetiremediğin şeyin geri dönüşümünü sana haber vereceğim. Gemiye gelince; o, denizde çalışan düşkünlere aitti. Ben onu kusurlu yapmak istedim, çünkü onların arkasında her gemiyi zor kullanarak tutan bir hükümdar vardı. Ve oğlan çocuğuna gelince; Onun babası annesi iki inanan idi. Dolayısıyla onun, ikisini taşkınlığa ve (gerçeği) örtücülüğe büründürmesinden endişe duyduk. Böylece ikisinin Efendisinin onlara arınmışlıkça ondan daha hayırlısı ve merhametçe daha yakınıyla değiştirmesini istedik. Ve duvara gelince; o, o şehirdeki yetim iki oğlan çocuğuna aitti ve onun altında ikisine ait bir hazine vardı ve babaları da düzgündü. Dolayısıyla senin Efendin o ikisinin erginliklerine ulaşmalarını ve senin Efendinden bir rahmet olarak hazinelerini (o zaman) çıkarmalarını istedi. Ve ben bunu kendi işimden (dolayı) yapmadım. İşte bu, kendisine direnerek gayret etmeye güç yetiremediğin şeyin geri dönüşümüdür" demişti.

83- Ve sana Zülkarneyn'den soruyorlar. De ki: "Sizin üzerinize ondan bir hatırlatmayı, peşi sıra okuyacağım."

84- 85- Şüphesiz ki biz yeryüzünde ona (güç) sağlamış ve ona her şeyden bir araç vermiştik. Böylece o da araca uymuş (ordusuyla yola çıkmış)tı.

86- Nihayet güneşin battığı yere ulaştığı zaman, onu kara balçık gözesinde batıyor olarak bulmuş ve onun yanında da bir topluluk bulmuştu. Ona: "Ey Zülkarneyn, (onlara) ya azap etmen de ve ya da onlar hakkında güzelliğe tutunman da (sana kalmış)" demiştik.

87- 88- O da: "Haksızlık yapana gelince; onu ileride azaplandıracağız. Sonra kendisinin Efendisine geri döndürülür, böylece O'da onu yadırganan bir azapla azaplandırır. Ve inanan ve düzgün iş işleyene gelince; ona da karşılıkça en güzeli vardır. Ve ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleyeceğiz" demişti.

89- Sonra araca uymuş (ordusuyla yola devam etmiş)tu.

90- Nihayet güneşin doğduğu yere ulaştığı zaman onu, onun (güneşin) aşağısından onlar için bir engel yapmadığımız bir topluluğun üzerine doğuyor olarak bulmuştu.

91- İşte böyle, kesinlikle onun katında olanı haber (alma) bakımından çevrelemiştik

92- Sonra araca uymuş (ordusuyla yola devam etmiş)tu.

93- Nihayet iki seddin arasına ulaştığı zaman, iki seddin önünde söyleneni anlama bakımından neredeyse hiçbir şey kavrayamayan bir topluluk bulmuştu.

94- (Topluluk): "Ey Zülkarneyn, Ye'cüc ve Me'cüc bu yerde bozuculuk yapıyorlar. Bizim aramız ve onlar arasına senin bir sed yapman (karşılığı) üzerine sana maddi karşılık bakımından bir şey verelim mi?" demişlerdi.

95- 96- (Zülkarneyn): "Benim Efendimin bu konuda bana sağladığı (güç) daha hayırlıdır. Artık siz bana (bedeni) kuvvet ile yardım edin de bizim aramız ve onlar arasına dayanıklı bir  engel yapayım. Bana demirin tomarlarını getirin" demişti. Nihayet iki yamaç arası eşitlendiği zaman: "Üfleyin (ateşi körükleyin)" demişti. Nihayet onu (demiri) ateş haline soktuğu zaman : "Bana getirin de onun üzerine erimiş bakır boşaltayım" demişti.

97- (Yapıldıktan sonra) artık ne ona üstün gelmeye güç yetirebildiler ve ne de onu delmeye güç yetirebildiler.

98- (Zülkarneyn): " İşte bu, benim Efendimin rahmetindendir. Artık benim Efendimin sözü (nün zamanı) geldiği zaman, onu dümdüz eder. Ve benim Efendimin sözü (her zaman) gerçekleşmiştir" demişti.

99- Ve o gün onları birbirleri içinde dalgalanır hale bırakmışızdır ve boruya da üfürülmüş böylece onları toplu olarak (eksiksiz olarak) toplamışızdır.

100- Ve o dönem cehennemi (gerçeği) örtücülere sunum olarak sunmuşuzdur.

101- Onlar ki benim Hatırlatmamdan gözleri perdeliydi ve onu işitmeye de dayanamazlardı.

102- O (gerçeği) örtenler benim aşağımdan kullarıma yönelenler olarak tutunabileceklerini mi hesap ettiler? Şüphesiz ki biz cehennemi (gerçeği) örtücülere ikramlık olarak hazırladık.

103- 104- De ki: "İş bakımından en çok ziyan edenleri size haber vereyim mi? Kendilerini şimdiki hayatta yetiştirmek bakımından güzellikler işlediklerini hesap ettikleri halde, koşmaları boşa gitmiş olanlardır."

105- İşte onlar Efendilerinin ayetlerini ve O'nunla karşılaşmayı örttüler, böylelikle onların işleri boşa gitti. Artık kalkışın gününde onlar için tartı (dahi) tutmayacağız.

106- İşte bu, (gerçeği) örtmeleri ve benim ayetlerime ve elçilerime alay konusu olarak tutunmalarının karşılığı cehennemdir.

107- Şüphesiz ki inanan ve düzgün işler işleyenlere de Firdevs cennetleri onlar için ikramlık olmuştur.

108- Ölüm görmemek üzere orada kalıcıdırlar. Oradan yer değişimi peşine de düşmezler.

109- De ki: "Eğer deniz benim Efendimin kelimeleri için mürekkep halinde olsa, ve eğer ki onun bir örneği kadarını da el uzatan yardımcı olarak getirmiş olsak, benim Efendimin kelimelerinin tükenmesinden önce deniz tükenirdi."

110- De ki: "Ben ancak ve ancak sizin örneğiniz gibi bir beşerim. Bana sizin tanrınızın ancak ve ancak tek tanrı olduğu vahyolunuyor. Artık kim kendisinin Efendisiyle karşılaşmayı bekliyorsa, düzgün iş işlesin ve kendisinin Efendisine kullukta hiçbirini ortaklaştırmasın."


29 Mayıs 2017 Pazartesi

Kehf s. 25. Ayeti: Kehf ve Rakım Ashabı Mağaralarında Kaç Yıl Uyutuldu?

Kehf ve Rakım ashabı adı ile anlatılan kıssa bilindiği üzere, müşrik olan toplumlarına karşı çıkan, ve sayısını Allah (c.c) nin bildiği bir kaç gencin mağarada yıllarca uyutulduktan sonra uyandırılmasını anlatmaktadır. Her kıssada olduğu gibi bu gençlerin kıssası da bir çok ibretli mesaj taşımakta, onların kıssaları bir çok alt başlıkta okunarak bize dair neler söylemiş olabileceği konusunda fikir yürütülmeye müsait bir kıssadır.

Biz bu yazımızda, bu gençlerin mağaralarında kaç yıl uyutulduğu üzerinde yapılan yorumların üzerinde durarak, bu konuda hangi yorumun daha doğru olabileceğini anlamaya çalışacağız. Bu gençlerin kaç yıl uyumuş olduğu belki önemsiz ve tali bir konu olarak görülebilir, fakat bizim böyle bir konuyu ele alma sebebimiz, son yıllarda ortaya çıkan farklı Kur'an algılarının bazı kıssalarda anlatılan olayların vaki olmadığı, bu anlatımların mecazi bir anlatım olduğu yönündeki düşünceler ortaya atması çerçevesinde , Kehf ve Rakım ashabının mağaralarında kalış süresi hakkında farklı yorumlar yapılmasına sebep olmasından dolayıdır

Ve lebisû fî kehfihim selâse mietin sinîne vezdâdû tis'â(tis'an).

Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar,

Kehf s. 25. ayetinde böyle bir süre verilmiş olmasına rağmen, bir sonraki 26. ayette "De ki: «Onların ne kadar kaldıklarını en iyi Allah bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'na aittir. O, ne mükemmel görendir! O ne mükemmel işitendir! İnsanların O'ndan başka dostu yoktur. O, hiç kimseyi hükümranlığa ortak kılmaz." buyurulmuş olması, bu gençlerin mağaralarında kaldığı sürenin Allah (c.c) tarafından bildirilmiş bir süre olmadığı, 25. ayette verilen sürenin başkaları tarafından ortaya atılmış bir iddia olduğu, 26. ayette bu iddianın ret edilerek, bu gençlerin mağaralarından kaç yıl kaldığı konusunda herhangi bir bilgi verilmemiş olduğu iddia edilmektedir. 

Yani Kehf ve Rakım ehlinin mağaralarında kaç yıl kaldığı konusunda iki farklı yaklaşım bulunmakta olup, bir yaklaşım onların mağaralarında 309 yıl kalmış olduğunu iddia ederken, diğer yaklaşım ise bu sürenin kaldıkları süreyi değil, başkaları tarafından ortaya atılan iddialar olduğunu kabul etmektedir.

Bu gençlerin mağaralarında kaldığı süre hakkında ortaya atılan yaklaşımların her ikisinin de doğru olması mümkün görülmemekle birlikte, bizlerin bu konuda yapabileceğimiz tek şey, farklı yaklaşımların bir tanesini doğru olarak kabul etmek olacaktır. İki farklı yaklaşımdan birini kabul ederken, kabul etmediğimiz diğer yaklaşımı yanlış olarak mahkum etmenin, ilmi bir yaklaşım olmayacağını da şimdiden hatırlatmak isteriz. 

Bundan önce yazdığımız bir yazımızda, Kehf s. 25. ayetinin Muhammed Esed, Mustafa İslamoğlu ve Mustafa Öztürk tarafından yapılmış çevirilerini ele alarak, onların Kehf s. 25. ayetine yaptığı çevirilerin yorum farkından dolayı kabul edilen anlayışın, ayete söylettirilmesi olduğuna dikkat çekerek, bu tür yapılan çeviri yönteminin yanlışlığını ifade etmeye çalışmıştık.

Bazı Kur'an ayetlerinin farklı yorumlara açık olması bir realite olmakla birlikte, farklı yorumlardan birisinin kesin doğru kabul edilerek, diğer yorumun kesin yanlış olarak görülmesi pek doğru bir yaklaşım değildir. Ayetlerin yapılan yorumları şayet, ayet metninde tahrif yapılmak sureti ile varılan bir sonuç değil ise, yapılan yorumları kabul etmesek dahi onu mahkum etmek hakkımız olmadığını önemle vurgulamak istiyoruz. 

Kehf ve Rakım ashabının mağaralarında kalış süreleri ile ilgili olarak varılan iki farklı sonuç, ayetin tahrif edilerek varılan bir sonuç olmamasından ötürü kabul edilmeyen yoruma saygı duyulması gerektiğini hatırlatmak isteriz. 

Bizim bu konuda nasıl düşündüğümüze gelince ise, şunları söyleyebiliriz;

Kehf s. 11. ayetine baktığımızda şöyle buyurulmaktadır;

Fe darabnâ alâ âzânihim fîl kehfi sinîne adedâ(adeden).

Bunun üzerine yıllarca mağarada onların kulaklarına perde vurduk.


Bu ayet gençlerin mağarada kalış süreleri hakkında net bir süre vermemekle birlikte, gençlerin yıllarca mağarada kaldıklarını haber vermektedir. Bu ayetin Kehf s. 25. ve 26. ayetleri nasıl anlayabileceğimiz konusunda da ipi ucu verdiğini düşünmekteyiz.

Ayrıca kıssayı okuduğumuzda, mağaraya sığınan gençlerin mağaraya sığınması ile, uyanarak şehir halkı tarafından bulunması arasında uzun bir zaman geçtiğini anlayabiliriz. Bütün bunları bir araya getirmek sureti ile Kehf s. 25. ayetini okuduğumuzda, bu ayetin gençlerin mağarada 309 yıl olarak geçen kalış süresini haber verdiği yönünde yapılan yorumların daha isabetli olabileceğini göstermektedir. 

Ayrıca surenin 22. ayetinde Kehf ve Rakım ashabının sayıları hakkında fikir yürütenler hakkında Allah (c.c) nin "Karanlığa taş atar gibi, «Mağara ehli üçtür, dördüncüleri köpekleridir» derler, yahut, «Beştir, altıncıları köpekleridir» derler, yahut «Yedidir, sekizincileri köpekleridir» derler. De ki: «Onların sayısını en iyi bilen Rabbim'dir. Onları pek az kimseden başkası bilmez.» Bunun için, onlar hakkında, bu kısaca anlatılanın dışında, kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma." buyurmuş olması, 25. ayeti anlamamızda bize ışık tutacaktır.

İnsanların bu kimselerin sayıları hakkında 22. ayette ortaya attıkları iddiayı onaylamayan Allah (c.c), şayet bu insanların mağarada kalış süreleri olan 309 yılı kendisi değil de, o insanlar ortaya atmış olsaydı, 22. ayette buyurduklarını bu ayette de buyurarak, onların karanlığa taş atarak mağarada kaldıkları süre hakkında olur olmaz sözler ettiklerini beyan ederdi. "Karanlığa taş atar gibi mağaralarında 309 yıl kaldılar derler" şeklinde bir beyanın olmaması, gençlerin mağarada kalış sürelerinin 309 yıl olarak Allah (c.c) tarafından beyan edilmiş olması bizce daha makul bir yaklaşım olarak görülmektedir.

Sonuç olarak; Kehf ve Rakım ashabının mağaralarında kaç yıl kaldıkları konusunda yapılan iki farklı yorumdan birisini kabul etmek demek, diğer yorumu ret etmek anlamına gelmektedir. Bu tür yoruma açık ayetlerde dikkat edilmesi gereken nokta, bir yorumu kabul ederken diğer yorumu kesin yanlış olarak görmemek olmalıdır.

Kanaat olarak Kehf s. 25. ayetinin, gençlerin mağarada 309 yıl kaldıklarını haber verdiği şeklindeki yorumun daha isabetli olduğunu düşünmüş olmamız, diğer yorumu yanlış olarak mahkum ettiğimiz anlamına gelmemektedir. Yazımızda asıl bu konu üzerinde durmaya gayret ederek, yoruma açık olan bazı ayetlerde, kabul ettiğimiz yorumu mutlak ve nihai doğru olarak görmemek gerektiğini, diğer yorumu kabul etmemiş olsak dahi saygı duymak gerektiğinin önemi üzerinde durmaya çalıştık. 

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

19 Nisan 2016 Salı

Kehf ve Rakım Ashabı Kıssasından Şirk'e Karşı Duruş Örnekliği

Kur'an kıssaları geçmiş hayatlardan kesitler sunarak , bu hayatlardaki iyi ve kötü örnekler üzerinden bizlere mesajlar içeren bilgiler ihtiva etmektedir. Kehf ve Rakım ashabı kıssası , bu örneklerin sunulduğu bir kıssa olarak karşımızda durmaktadır. Yaşamın gayesi olan tek ilaha kulluk esasına dayanan bir hayat sürmek hem kişisel , hem de toplumsal bazda bizden istenilmesine karşılık , bu yolda engeller çıkarak, şirk temeline dayalı düşünce ve sistemler insanları esir almak istemektedirler.

Kur'anda "Kehf ve Rakım ashabı" adı ile anılan topluluk, tek ilaha kulluk esasına dayanan bir hayat tercih etmelerine rağmen, yaşadıkları toplum bu esası ret ederek, başka ilahlara kulluk esasına dayanan sistemleri tercih etmişlerdir. İşte bu noktada ayrışım meydana gelerek, şirke dayalı düşünce ve sistemi ret eden gençler o toplumdan kendilerini tecrit etmeyi tercih etmişlerdir.

[018.014] Kalplerini pekiştirmiştik. Hani, ayağa kalkıp şöyle demişlerdi; «Bizim Rabb'imiz, göklerin ve yerin Rabb'idir; O'ndan başkasına yalvarmayız, yoksa saçmalamış oluruz.»
[018.015]  «Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan düzüp-uydurandan daha zalim kimdir?
[018.016]  Madem ki, onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından uzaklaşmayı tercih ettiniz, o halde mağaraya çekilin ki, sizin için Rabbiniz rahmetini yaysın ve size işinizden bir kolaylık hazırlasın.»

Yukarıdaki 3 ayet , Kehf ve Rakım ashabının yaşadıkları toplumun inanç yapısını ifade etmektedir. Kavimleri ,  Allah (c.c) nin hüküm koyma alanına başkalarını dahil ederek , onun dışında rab ve ilahlar edinmişler , ve böylelikle "Müşrik" konumuna düşmüşlerdir. Böyle bir konuma düşen kavimleri ile birlikte yaşamak istemeyen gençler , o toplumu terk ederek onlardan kopmayı tercih etmişlerdir.

"Kehf ve Rakım ashabı" adı ile anılan gençlerin yapmış olduğu bu ayrılma , iman edenlerin müşrik kavme karşı nasıl bir duruş sergilenmesi noktasında, örnek bir duruş olarak karşımızdadır. 

Dikkat edilirse bu gençler, yaşadıkları toplumun yerleşik düzenlerini değiştirebilecek bir güce sahip olmadıkları için böyle bir yolu seçmişlerdir. Şirk içinde yaşayan bir toplum içinde eriyip gitmektense o toplumdan hicret edebilmek, tabiri caizse her babayiğidin harcı değildir.

Bu gençlerin , hicret etmek zorunda kaldıkları toplumda mutlaka, bir çok insanın terk etmekte zorlanacakları makam , mevki , mal ve akrabaları bulunmaktadır. Şirk içindeki bir toplumda yaşamaktansa, o toplumu ve her şeylerini terk etmeyi seçmek, kişinin kulluk yolunda yapabileceği büyük bir fedakarlıklardan birisidir. 

Onların bu fedakarlığı, başta Muhammed (a.s) olmak üzere , diğer Mekkeli Müslümanlara örnek olmuş, ve onlar müşrik toplum içinde yaşamak yerine, her şeylerini terk ederek Medineye hicret etmişlerdir. 

Bu kıssanın nasıl okunması gerektiği yönündeki örnekliği, Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlarda görmekteyiz. Kendisine inen bu kıssayı ashabına masal tadında okuMAyan Muhammed (a.s) , bu kıssadan alınabilecek olan hisseyi öne çıkaran bir okuma gerçekleştirerek , bu okumayı yaşamına pratize etmiş ve her şeyini terk ederek Mekkeden hicret etmiştir. 

Bu kıssadan bize düşen hisse ne olabilir ?. 

Bizler eğer , Kehf ve Rakım ashabının yaşamış olduğu toplumun şirke dayalı inanç değerlerinin bir benzerinin yaşandığı bir toplum içinde yaşıyor ,ve bu toplumun şirke dayalı inanç değerlerini değiştirebilecek bir güce sahip değilsek , o topluma entegre olmak yerine, kendimizi o toplumun inanç değerlerinden arınmış bir hale getirmek zorundayız.

İbrahim (a.s) ve onunla birlikte olanların tutumlarının bizlere anlatıldığı, Mümtehine s. 4 ayeti bu noktada hatırlanması gereken önemli bir ayettir.

[060.004] İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: «Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.» Şu kadar var ki, İbrahim babasına: «Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez» demişti. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.

Kendisine "Ben Müslümanlardanım" diyerek , bu sözünün gereği olan şeyleri hayat içinde pratikte yerine getirmeyen bir kişi , zaman içinde bu sözünü sadece lafza indirgeyerek , hayat içinde pratik olarak başka ilah ve rablere tabi olan toplumun değerlerine sahip çıkmaya başlayacaktır. 

Her inanç sistemi, beraberinde bireysel ve toplumsal yaşama dair bir takım kuralları vaz eden değerlere sahip olup , bu değerlerini toplumsal alanda yaşar ve yaşatırlar. Toplumun genel geçer yaşam düzenlerini ret ederek farklı yaşam sistemi tercih edenler , o toplum tarafından kabul görmezler. Bu durum bütün inanç sistemleri için aynıdır.

[018.020]  «Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.»

Kehf s. 20. ayeti ,uzun uykularından uyanan gençlerin bu kaygılarını dile getirmektedir. Kur'anın başka ayetlerinde , kendi yaşam sistemlerini kabul etmeyenlere karşı takınılan tutumların örneklerini görmekteyiz. 

[014.013-4] Kâfirler resullerine dediler ki: «Ya sizi yurdumuzdan kovarız, yahut bizim dinimize dönersiniz.» Rab’leri de onlara şöyle vahyetti: «Elbette Biz o zalimleri imha edeceğiz ve onlardan sonra o ülkeye sizi yerleştireceğiz. İşte bu, huzuruma çıkmaktan ve uyardığım azaptan çekinenler içindir.»
[007.088] Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: «Ey Şuayb! Seni ve seninle beraber inananları memleketimizden kesinlikle çıkaracağız veya dinimize döneceksiniz» (Şuayb): İstemesek de mi? dedi.

Müşrik kavimlerinden bu tür tehditlere maruz kalan iman edenlerin , müşrik kavimleri ile kesin bir ayrışma  içine girerek , onların dinlerini ret eden bir yaşam tercihinde bulunduklarına dikkat çekmek isteriz.

Aynı tehdit Muhammed (a.s) içinde geçerli olmuş , ve Allah (c.c) müşriklerin bu tehditlerine hiç bir zaman boyun eğmemesini bir çok kez hatırlatmıştır.

[068.008-9] Bundan böyle, yalanlayanlara itaat etme;Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.

Kalem s. 8 ve 9. ayetlerinde , müşriklerden gelecek olan uzlaşma tekliflerinin, kesinlikle ret edilmesi gerektiği hatırlatılmaktadır. Dün ret edilen bu tür uzlaşma teklifleri , bugün maalesef Müslümanlar tarafından kabul gören bir duruma geçilmiştir.

Kişisel bazda yasaklanan bazı hakların bir kısmının geri verilmiş olması , toplumun tabi olduğu sistemin kurallarının Allah (c.c) nin dışındakilerden alındığını unutturarak, Müslümanları atalet içine sokmuş , ve iman etmenin bir gereği olan ayrışmayı bir kenara bırakarak sistem ile içli dışlı olan bir hale sokmuştur.

Eğer iman iddiasında isek , bize anlatılan kıssalardaki yaşam örnekleri, bizlerin nasıl bir hayat sürmemiz gerektiğini öğütleyen ibret vesikaları olarak hayatımızda yer almalıdır. Kıssalar eğer, geçmiş hakiki yaşam örnekleri olarak bizim hayatımızı yönlendiren vesikalar olmaz ise , ancak geçmiştekilerin masalları olarak anlatılardan ibaret kalacaktır. 

Hayatın anlamı tek ilaha kulluk ise ki öyledir , geçmiştekilerin canlarını ve mallarını terk ederek , bu uğurda mücadele etmelerinin anlatılmış olmasının bizler için mutlaka bir şeyler ifade etmesi gerekmektedir. 

"Dün öyleymiş ama bugün artık öyle değil" kabilinden itirazlar veya bahaneler , bizlerin Allah (c.c) ye karşı olan sorumluluğunu asla yok etmeyecektir. Kıssa yolu ile anlatılanlar "İsterseniz böyle yapabilirsiniz" kabilinden anlatımlar değil , "Eğer iman iddiasında iseniz rol model olarak almanız gereken insanlar bunlardır" kabilinden anlatımlardır.

Kehf ve Rakım ashabının terk ettiği mal , servet , mevki türünden dünya hayatının geçici metaı olanlar, şirke karşı bir duruş sergilemek adına terk edilemiyorsa ,  terk edemediğimiz o mallar, yarın hesap gününde bizim ateşimizi azdıran yakıtlar olmaktan başka bir işe yaramayacaktır. 

[009.024]  De ki: «Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.»

En sevdiğini imanı yolunda terk ederek ondan ayrılma örneği veren atamız İbrahim (a.s) ı da burada anmak yerinde olacaktır. Babasını ve kavmini defalarca imana davet eden , ve bu davetine olumlu cevap alamayan İbrahim (a.s) , neticede onlardan ayrılarak imanının gereğini yerine getirme örneğini bizlere taşımıştır. 

[019.048] «İşte sizi de, sizin Allah’tan başka ibadet ve dua ettiğiniz tanrılarınızı da terkediyorum. Rabbime niyaz edip yalvarıyorum. Rabbime niyaz etmem sayesinde mahrum ve perişan olmayacağımı umuyorum.
[019.049] Böylelikle, onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrılınca ona İshak'ı ve (oğlu) Yakub'u armağan ettik ve her birini peygamber kıldık.

Şurası asla unutulmamalıdır ki ; İmanımızın gereği olan Tevhidi duruşu hayatımızın her anında göstermekten bazı dünyevi nedenlerden imtina ettiğimizde , şirk ve ondan türeyen yaşam tarzları, artık bizleri için içselleştirilmeye başlanan bir hayat tarzı haline gelecektir.

Sonuç olarak ; Kehf ve Rakım ashabı kıssasının , mesajlarından olan ve en önemli mesajı olduğunu düşündüğümüz şirke karşı Müslüman duruşunun geçmişteki yaşanmış örneğinin anlatıldığı ayetlerdeki duruş örneği , aynı şartları yaşayan bir toplumda olduğumuzda, bizler için de yapılması gereken bir davranışı öğretmektedir. Allah (c.c) ye kulluk yolunda terk etmekte zorlandığımız ne varsa , yarın kıyamet gününde bize ateş azabı olarak geri dönecektir. 

Kur'anda anlatılan bu itizal (ayrılma) örnekleri , bizlerin yapması gerekenin , bizden öncekiler tarafından yapılmışlığını göstererek , bu yolda yalnız olmadığımızı , bizden önce bu yolun uygulandığını göstererek, bizi bir nevi motivasyona yönelik anlatımlardır. 

[011.120]  Resullere ait haberlerden kalbini yatıştıracak olanlardan her türlüsünü sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda da sana bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve ibret gelmiştir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

17 Nisan 2016 Pazar

Kehf ve Rakım Ashabı Kıssasından Kabirde Geçecek Zaman İle İlgili Bir Bilgi Çıkarım Çalışması

Kur'an kıssaları , içerisinde bir çok mesajı taşıma kapasitesine sahip bulunan anlatımları içermektedir. Kehf ve Rakım ashabı kıssası , böyle bir kapasiteye sahip olan kıssalardan olup, kıssa içindeki bazı ayetler, ölüm ile yeniden diriliş arasında geçecek zaman hakkında bizleri bilgi sahibi yapmaktadır . 

Bilindiği üzere, "Kabir Azabı" konusu başlığı altında verilen bilgilerde , ölüm sonrası kabre konulan kişinin, dünya hayatında yapmış olduğu amellere karşılık olarak, kabrinin ya cennet bahçelerinden bir bahçe , veya cehennem çukurlarından bir çukur olacağı anlatılmaktadır. 

Ancak bu bilgiyi Kur'an içinden teyit edecek bir ayetimiz maalesef olmayıp , bu bilgi rivayetler ile İslam düşüncesi içine sokulmuş, ve bazı Kur'an ayetleri özellikle Mü'min suresi 46. ayeti bu konuya delil olarak sunulmaktadır. Allah (c.c) tarafından "Çelişkisiz bir kitap"(4.82) tanımlanan bu kitabın bir ayetinde kabir azabını kabul eden , bir başka ayetinde kabir azabını ret eden ayetin bulunmasının imkansız olacağına göre, bu konuda çelişki arz etmeyen bir düşünce içinde olmak gerekmektedir.

Kabir azabına delil olarak Kur'andan getirilen Mü'min s. 46. ayetinin meali şöyledir;

[040.046]  Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün ise: «Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun» .

Bu ayete bakıldığında, firavun ve avanesi kıyamet öncesinde şu anda bile ateşin içinde azap görmektedirler. Bu düşünceyi bütün kafirler için genellediğimizde , ölmüş ve ölecek olan bütün kafirler ,kıyamet gününe kadar kabirlerinde azap göreceklerdir.

Şöyle bir düşünelim ; Ölmüş olan bütün kafirler eğer yeniden diriliş gününe kadar kabirlerinde azap görüyorlar ise , Kur'anın yeniden diriliş sahnesini anlattığı ayetlerde , böyle bir azap gördüklerine dair konuşmalar yer alması gerekmezmiydi ?.

Maalesef  ölümden sonra yeniden dirilenlerin aralarında geçen konuşmalarda (bu konuşmalar genelde kafirlerin aralarındaki konuşmalardır) , onların kabirde azap gördüklerine dair bırakın en küçük bir karine teşkil edecek konuşma kırıntısı , onların kabirlerinde ne kadar kaldıklarına dair bilgileri bile olmadıklarına dair konuşmalar yer almaktadır. 

Bu konuşmalar , kabir azabı görmek diye bir durumun söz konusu bile olmadığını göstermesi açısından önemli bilgiler içermektedir.

[017.052]  Sizi çağıracağı gün, O'na övgüyle icabet edecek (dünyada) pek az bir süre kaldığınızı sanacaksınız.
[036.052]  Dediler; «vah bize, bizi yattığımız yerden (Merkadine) kim kaldırdı? İşte Rahman'ın vadettiği şey budur. Demek peygamber doğru söylemiş.»

Bu konuda bir çok ayet olduğunu hatırlatarak , Kehf ve Rakım ashabı kıssasından bu konu ile ilgili ayetleri okumaya çalışalım;

Bu kıssa içinde verilmek istenen mesajlardan bir tanesi , ölümden sonra yeniden dirilişin gerçek olduğunun dünya hayatı içinde  gösterilmiş olmasıdır. Bu durumu, kıssanın 21. ayetinin "Böylece onları  duyurduk ki, Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu ve kıyametin mutlaka geleceğini, onda asla şüphe olmadığını bilsinler." cümlesinde görmekteyiz. 

Ölümden sonra diriliş haberinin gerçek olduğunu dünya hayatı içinde bir örnekle, bir kısım insanı senelerce uyuttuktan sonra bizlere gösteren Rabbimiz , yeniden diriliş sonrası olacakları da aynı kıssa içinde bizlere göstermektedir.

[018.019] Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: «Ne kadar kaldınız?» dedi. «Bir gün veya daha az bir müddet kaldık» dediler. «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın» dediler.

Kehf ve Rakım ashabının birbirine sorduğu "Ne kadar kaldınız?" sorusunun aynısı , başka ayetlerde kabirlerden kalkanlar tarafından birbirlerine sorulmaktadır.

[023.112] Dedi ki: «Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?»

Kehf ve Rakım ashabının sorulan soruya verdiği "Bir gün veya daha az bir müddet kaldık" cevabının aynısının , kabirlerden kalkanlar tarafından verildiğini de görmekteyiz.

[023.113] Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor, dediler.

Kehf ve Rakım ashabının uzun yıllar uyumalarına karşılık sanki bir gece yatıp ertesi sabah kalkmış gibi bir durumda olduklarını zannetmiş olmaları , onların uzun yıllar uyumuş olmalarının farkına varmadıklarını göstermektedir.

"Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız." sözleri, onların ne kadar uyuduklarının farkında olmadıklarını göstermektedir.

Yasin s. 52. ayetinde "Bizi merkadimizden kim kaldırdı ?" sorusundaki "Rakade" kelimesini , Kehf ve Rakım ashabının kıssasının anlatıldığı Kehf s. 18. ayetinde de görmekteyiz. "Bir de onları uyanıklar zannedersin halbuki uykudalardır (rükudun)"

Ölümün uykuya benzetildiği ve yeniden dirilişin uykudan uyanış gibi gösterildiği bu ayetlere karşın , uykunun ölüme , ve uykudan uyanmanın ise ölümden sonra dirilişe benzetildiği ayetleri de görmekteyiz. 

[006.060] Geceleyin sizi öldüren, gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.
[039.042] Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.

Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki ; Kabir azabının olduğuna dair tek bir ayeti delil olarak göstererek , o delil olarak gösterilen ayetin de ölümden sonra yeniden dirilişin anlatıldığı ayetler ile çelişki arz ettiğini dikkate almadan, sadece rivayetleri Kur'ana onaylatma düşüncesinin bir ürünü olan kabir azabı düşüncesinin , Kur'an tarafından onaylanmamasına karşın,  hala "Kabir azabı vardır" demek asla mümkün değildir. 

Rivayetler kanalı ile gelen bilgiyi onaylatmak adına delil olarak gösterilmeye çalışılan Mü'min s. 46. ayeti , diğer ayetler ile çelişkili bir durum arz ettiği için, ya rivayetleri kabul ederek "Kabir azabı vardır" diyeceğiz, aynı zamandan bu kabulümüz Kur'an ayetlerini ret ettiğimiz anlamına gelecektir, ya da Kur'an ayetlerini kabul ederek "Kabir azabı yoktur" diyeceğiz.

Sonuç olarak ; Kur'an kıssalarının bir çok mesajı ihtiva eden anlatımlar olduğu düşüncesinden yola çıkarak, aynı kıssa içinde bir çok mesajın olabileceğini okuma örneğini , Kehf ve Rakım ashabı kıssası içindeki bazı ayetlerin, Kur'an içinde diğer ayetler ile bağını kurmaya çalışarak , ölüm sonrası yeniden diriliş vaktine kadar geçecek olan zamanı Kur'an içinden okumaya çalıştık.

Okuduğumuz ayetler bize göstermektedir ki , Kur'an "Kabir azabı" adı altında verilen bilgilerin hiç birini onaylamamakta , aksine yeniden diriliş vaktine kadar geçen zamanda insanların hiç bir şeyden habersiz olarak yatmakta olduklarını haber vermektedir. 

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.



16 Nisan 2016 Cumartesi

Kehf ve Rakım Ashabı Kaç Kişi idi ?

Yazının başlığını okuyanlar , bu yazının konusunun Kehf ve Rakım ashabının Kur'anda belirtilmeyen sayılarını aramak üzerine yazılmış bir yazı olduğunu zannedebilirler. Yazının konusu, onların kaç kişi olduklarını araştırmak değil , kıssanın anlatıldığı 22. ayeti dikkate alarak,  Kur'an kıssalarını okuma yöntemi üzerinde durmaya çalışmak olacaktır.

Kehf ve Rakım ashabı kıssası , diğer kıssalar gibi, içinde bir çok mesajı barındıran bir hüviyete sahip olan kıssadır. Biz sadece Kehf s. 22. ayetini baz alarak, bu kıssadaki mesajlardan birisini anlamaya çalışacağız.

[018.022]  Karanlığa taş atar gibi; üçtür, dördüncüsü köpekleridir, diyeceklerdir. Veya beştir, altıncıları köpekleridir, derler. Yahut: Yedidir, sekizincileri köpekleridir, derler. Onların sayısını en iyi bilen Rabbımdır, de. Onları pek az kimseden başkası bilmez. Bu yüzden onlar hakkında bu kısa anlatılanların dışında kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma.

Bu ayetin, kıssanın anlatıldığı ayetlerin sonunda olmasına ve ayet içindeki "Diyecekler" ifadesine dikkat edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. "Diyecekler" ifadesi, bu kıssayı okuyan veya dinleyen bazı kimselerin , kıssa ile ilgili olarak yapacağı yorumları , veya kıssadan anladığını ifade ettiğini söyleyebiliriz. 

Kıssayı okuyan veya dinleyen bir kısım insanın , bu kıssadan gerekli ibretleri çıkarmak yerine , alakasız bir konuya yönelerek , verilmeyen bilgi peşinde koşmaları sonucunda kıssanın buharlaşmasına sebep olan okumaların yanlışlığı, "Diyecekler" ifadesi ile vurgulanmaktadır.

Bu kıssayı okuyan veya dinleyen bazı kimselerin, kıssa içinde adetleri belirtilmemiş olan bu kimselerin sayıları üzerinde tartışmaya girecek olmaları , kıssa ile ilgili olarak alakasız bir durum olarak görülerek , bilgi verilmemiş , bilgi verilmesine de gerek duyulmamış olan bir konuda , zanna dayalı yorumlar yaparak, yapılan kıssa okumalarının kimseye bir şey kazandırmadığını söyleyebiliriz. 

[017.036] Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.

Kıssa okumalarında esas olan verilmeyen bilgiler peşinde koşmak değil , verilmiş olan bilgileri dikkate alan bir okuma ve anlama gerçekleştirerek , o kıssanın bizim hayatımıza yansıması olmalıdır. Bizim hayatımıza dair bir sözü olmayan kıssa okuması , anlatımdan hasıl olması gereken maksadın anlaşılmadığını gösterecektir.

"Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali yapılan kıssa okumaları , okunan kıssayı boş bir masal haline çevirmekten başka bir hale döndürmeyecektir. Kehf ve Rakım ashabı ile ilgili anlatılanlardan gerekli olan mesajı çıkarmak yerine , kıssada bilgisi verilmeyen bir konuya yönelerek , gereksiz bir gündem oluşturmak , kıssa okumalarında yapılacak en büyük hatalı okuma olacaktır. 

Dikkat edilirse yapılacak adet tahminleri ret edilirken, " 3-5-7 kişi oldukları yönünde sözler söyleyecekler diyerek , aslında o kadar değil bu kadar idi" denilerek kesin bir sayı da verilmemektedir. Buradan anlaşılması gereken nokta , "Demek ki bu kıssada verilmek istenilen mesajlar, sadece kıssada anlatılan kişilerin kahramanlıkları ve şahsiyetleri değil, o kişilerin yaptıkları üzerinden bize düşen hisse olmalıdır" şeklinde bir düşünce oluşmasını gerektirmektedir. 

Ayetin devamında ise, bu konudaki doğru bilginin sadece Allah (c.c) nin katında olduğu hatırlatılarak , onun dışından gelecek olan bilgilere itibar edilmemesi hatırlatılmaktadır. Bu durum sadece bu kıssa için değil bütün kıssalar için geçerli bir okuma yönteminin temelini oluşturması gerekmektedir.

Klasik tefsirlere bakıldığında, Kur'anın kıssa anlatımları ile ilgili yapılan yorumlarda, rivayet türünden bilgilerin sayfaları doldurduğunu görmekteyiz. Bu bilgilerin kaynağı "İsrailiyyat" denilen ehli kitap kaynakları veya "Hadis" denilen ve Muhammed (a.s) atfedilen bilgilerdir. Kendisine  okunan kıssalar ile ilgili olarak adına "Hadis" denilen bilgiler verebilmesi , onun Kur'an harici ayrı bir vahiy alarak , Kur'an içinde olmayan bilgileri ayrıca almış olmasını gerektirir ki böyle bir durum asla mümkün değildir.

Muhammed (a.s) a atfedilen ve tefsirlerde kıssalar ile ilgili ondan gelen gaybe dair rivayetlerin tamamı uydurma bilgiler olup , güvenilirliği asla söz konusu olamaz. Çünkü Muhammed (a.s) a verilen bilgiler sadece Kur'an ile sınırlıdır. 

[012.003]  Biz bu Kuran'ı vahyederek, sana en güzel kıssaları anlatıyoruz.. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin.
[003.044]  Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.
[011.049]  İşte bunlar gayb haberlerindendir. Bunları sana vahiyle bildiriyoruz. Bundan önce bunları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, akıbet muhakkak muttakilerindir.

Kehf ve Rakım ashabının sayıları üzerinde yoğunlaşan bir okuma veya anlama çalışması , o kıssanın sadece yaşandığı zaman ve mekana hapsedilerek yapılan bir okuma örneğini de vermektedir. Halbuki asıl olan nokta kıssayı mesaj içerikli okumaya çalışmak olmalıdır. 

Kıssa okumalarında asıl olan sadece o kıssanın yaşandığı zaman ve mekanda anlaşılması değil , o kıssanın yaşandığı zaman ve mekandan çıkarılarak güncel hale getirilerek , bizlere dair olan mesajları olmalıdır. Hangi kıssa okunursa okunsun, bu nokta dikkat edilmediği takdirde , Kehf ve Rakım ashabı üzerinde yapılan gereksiz sayı tartışmaları türünden tartışmalar, diğer kıssalar içinde yapılarak , Kur'anda önemli bir yer tutan kıssalardan alınması gerekli olan dersler çıkarılmayarak buharlaşmasına sebep olacaktır.

Sonuç olarak ; Kıssa okumaların en önemli nokta , o kıssa içinde kalmayan bir okuma gerçekleştirmek olmalıdır. Bunun yolu ise , kıssa içinde anlatılan kişilerin şahsiyetlerine takılmadan , o şahsiyetler üzerinden verilmek istenilen mesajın okunmasından geçmektedir. Şahıslara takılı kalan okumalar , kahramanlık destanlarına dönüşerek , kıssaları masal haline çevirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Kur'an kıssalarında verilmeyen teferruatlar peşinde koşarak , bizlerin bu teferruatları çıkarma çalışmaları , bizleri trajikomik neticelere vardırarak , gülünç duruma düşmemize sebep olacaktır. 

"Diyecekler" ifadesi , kıssalar ile ilgili olarak zanni bilgiler peşinde koşmanın yanlışlığını ifade ederek "Böyle demeyin" yani size bilgisi verilmeyen şeylerin peşinde koşmayın demektedir.

Kıssadan hisse almaya yönelik okumalar bizleri daha doğru sonuçlara götürmesi açısından Kur'an tarafından tavsiye edilen okumalardır. 

[011.120] Sana resullerin haberlerinden -kalbini kendisiyle sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda da sana hak ve mü'minlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.