15 Ekim 2014 Çarşamba

Kur'an -Hadis -Sünnet

Yazımıza başlık olarak seçtiğimiz bu 3 kelime , İslam denilince en önce akla gelen kelimelerden biridir. Bu 3 kelimeyi kısaca özetleyecek olursak ; 
 1- Kur'an , Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) 23 senede zarfında indirdiği vahy'in toplanmış olduğu kitabın adı.
2- Hadis , Muhammed (a.s) ın 23 yıllık elçiliği içinde söylediği rivayet edilen sözlere verilen ad. 
3-Sünnet , Muhammed(a.s) ın 23 yıllık elçiliği içindeki fiilleri olarak söyleyebiliriz. 

Müslümanlar arasındaki ihtilafların , bu 3 kelimenin ifade ettiği malzemelerin doğru anlaşılamamasından kaynaklandığınıda üzülerek ifade edelim ,bu ihtilafın tarihini kısaca özetleyecek olursak şunları söyleyebiliriz. 

Muhammed (a.s) daha hayatta iken , onun söz ve fiilerini anlama konusunda ,Sahabe arasında 2 farklı yaklaşım olduğunu görmekteyiz. 1. gurup sahabe onun her yaptığını taklit etme gibi bir seçim içine girmiş (Abdullah ibni ömer , Ebu hureyre r.a gibi sahabeler) 2. gurup sahabe ise onu yaptıkları ve söyledikleri konusunda ,sorgulayıcı bir tutum içinde girerek , ne ,niçin ,nerede,nasıl,ne zaman ve kime sorularının cevabını aramak şeklinde bir tutum içinde girmiş (Ömer ve Aişe r.a validemiz gibi) olanlar şeklinde ayırmak mümkündür. Zaman içinde bu iki akım fırkalaşarak "Ehli hadis" ve "Ehli rey" olarak kendini göstermiş ve bu güne kadar bu 2 ana ayrışım süregelmiştir.

"Ehli hadis" fırkasının genel anlayışı , adından da anlaşılacağı üzere hadise karşı bir ilgi şeklinde kendini göstermiş (bu anlayışa İmam Şafii ,Ahmed İbni Hanbel gibi kişileri örnek verebiliriz), "Ehli rey" fırkasının genel anlayışı ise hadislere karşı daha sorgulayıcı , daha seçici bir yaklaşım olarak kendisini göstermiştir (bu anlayışa örnek Ebu Hanifeyi gösterebiliriz)

Ehli hadis fırkasına mensup olan İmam Şafii nin ilk olarak ortaya koyduğu , "Gayri metluv vahiy" teorisi ve "Sünnetin vahiy olması" konusu Müslümanlar arasındaki , belkide kıyamete kadar sürecek olan ihtilafın kaynağını oluşturmaktadır.

Allah (c.c) nin Elçisine indirmiş olduğu vahyi ikiye ayırarak , Kur'anı "Metluv vahiy" yani namazlarda okunan vahiy olarak , Hadis ve Sünneti de "Gayri metluv vahiy", yani namazlarda okunmayan vahiy olarak kategorize ederek elçiyi sadece bir robot konumuna indiren anlayış İslama vurulmuş en büyük darbebir diyebiliriz.

Sünnetin veya Hadisin vahiy olması bizlere Kur'anın verdiği bir bilgi olmayıp , İmam Şafiinin ortaya attığı düşüncedir , bu düşünceyi kur'andan delillendirmek amacı ile Necm suresinin ilk ayetleri Bektaşi misali üzeri örtülerek okunmuş ve "al sana işte ayet" diyerek bizlere sunulmuştur. İsteğe göre ayet arama yöntemi ile yapılan ayet aramalarında amaç ayetin verdiği mesaj olmayıp , oluşturulan inancın Kur'andan delilini aramak şeklinde yapılan bir işlem olması nedeniyle zorlama te'viller yapılarak, gerekirse ayet tahrif edilerek bu tür çıkarımlar yapılmakta olduğuna , Kuranda olmayan bir çok konuyu Kur'andanmış gibi göstermek sureti ile insanlara kabul ettirilmeye çalışıldığı herkesin malumudur.

Ehli rey fırkasının başını çeken Ebu Hanife ve onun çizgisinde olanlar , özellikle Hadis konusunda daha seçici davranarak kur'ana arz metodunu seçtiklerini görmekteyiz. Bu tarz bir hadis anlayışının özellikle Ehli Hadis yanlısı olan İmam Buhari tarafından çok şiddetli bir biçimde eleştirildiği , hatta Ebu Hanifenin kafir olduğu gerekçesi ile tevbeye davet edildiği bazı eserlerde yer almaktadır.

Ehli Hadis fırkası , kendilerine gelen bir hadisi , o hadisin senet zincirindeki ravilerin cerh ve ta'dil metodu ile seçime tabi tutulması sonucunda elde edilen verilerle değerlendirmekte olup , Ehli rey fırkası ise senet zincirine ek olarak ( senet zincirini tamamen red etmemektedir) Kur'ana arz metodu ile değerlendirmektedir. 

Ehli Hadis'in tercih ettiği "Cerh ve Ta'dil" denilen bu metoda göre Hadis zincirinde ismi geçen şahısların elemeleri yapılarak elekten geçmek yada geçememek durumuna göre hadis derecelendirilmektedir. Kişisel tercihlerin önde olduğu bu metoda göre A hadisçisine göre sağlam olan bir ravi , B hadisçisine göre sağlam olmayabilmektedir, böylesine kaypak bir zeminde yapılan hadis tahlilinin, o hadisin sahihliği hakkında ne kadar doğru bir bilgi verebileceği düşündürücüdür.

Bugün elimizde olan "Kütübü sitte" adı ile maruf olan kitaplar veya onun dışındaki hadis kitaplarının içindeki hadislerin tamamı Ehli hadis'in tenkit metodu olan sened tenkidi ile ortaya konan hadisler olup , Kur'ana arz edildiğinde Kur'an ile uyuşmayan bir çok rivayet mevcuttur. Zaman içinde bu eserlere bindirilen aşırı değer sonucu bu eserler artık sorgulanamaz , la yus'el bir konuma geçirilerek dokunulmazlık zırhına büründürülmüştür. 

 Bu durum bu güne kadar böyle olup bugün bile "Buhari hadisi" veya "Müslim hadisi" denildimi akan sular durmakta olup herhangi birisi bu eserlerdeki hadislere yan gözle bakmak cüretinde bulunduğu zaman yediği damga "KAFİR" damgasıdır. 

Ehli Hadis düşüncesinin bu tasallutundan kurtulmak isteyen düşünce sahipleri her devirde ortaya çıkmış olup yeni bir düşünce olarak ortaya atılmış değildir. Ehli Hadis olan İbni Kuteybe'nin türkçeyede çevrilmiş olan "Hadis Müdafaası" adlı eserinin "Zina edenin recmedilmesini red edenler" ile ilgili açmış olduğu bölüm bizlere , daha 1000 kusur sene öncesi Kur'anı kendisine rehber edinmek isteyenler ile buna karşı çıkanların aralarındaki atışmaların var olduğunu göstermektedir. İbni Kuteybe bu başlık altında , zina edenlerin recm edilmesine karşı çıkanların ortaya koyduğu delillere karşı bir nevi kıvırma harekatında bulunmaktadır. 

Bugün Ehli rey düşüncesinin başını çeken Ebu Hanife'nin mezhebine bağlı olduklarını iddia edenlerin , Ebu Hanife nin baş düşmanı diyebileceğimiz , İmam Buharinin eserine toz kondurmamaları geldiğimiz noktanın çelişkilerini görmek açısından manidardır.

Şu ana kadar yazdıklarımızı özetleyecek olursak ; Müslümanların en büyük sıkıntısı Kur'an , Hadis ve Sünnet'in nereye ve  nasıl bir konuma sahip olarak görülmesi noktasından kaynaklanmaktadır diyebiliriz. Peki bu sıkıntıya karşı nasıl bir teklif sunabiliriz veya bu 3 kelime ile ifade edilen şeyleri nasıl bir konuma koyabiliriz?. 

Kur'an , Allah (c.c) indirmiş olduğu vahiy kitabı olması itibarı ile bilgi kaynağı ve bize gelen bilgileri onunla değerlendirmeye tabi tutmamız gereken  tek kaynaktır. Maaleseftirki geleneksel İslam düşüncesinin oluşturduğu düşünce sisteminde Kur'an, "adı var kendisi yok" mesabesinde bırakılmış hatta " Mütevatir Sünnetin Kur'anı nesh edebileceği" gibi bir teori ihdas edilerek, Kur'an otomatikman arka plana atılmış bunun yerine Sünnet ve Hadis Kur'anın önüne geçen bilgi kaynağı olarak işlem görmeye başlamıştır.

Bu şekil bir anlayış şöyle bir durumu beraberinde getirmiştir; Bilgi kaynağı olarak tepe noktada "Sünnet ve Hadis" olunca , özellikle Hadisler "Ehli Hadis" fırkasının anlayışına göre sahih olup olmadığı tesbit edildiği ve Kur'ana uygun olup olmadığı herhangi bir önem arzetmeyince ,Kur'an artık Hadise vurularak anlaşılmaya çalışılan bir kitap haline gelmiştir. 

Kur'anın arkaya atılarak rivayetlerin öne geçmesi ile zina cezası evli , bekar ayrımı yapılarak evlinin cezası Kur'anda böyle bir hüküm olmamasına rağmen taşlanarak öldürülür , İsa (a.s) kıyamete yakın bir zamanda yeniden Dünyaya gönderilir , Mushafa abdest almadan el sürmek haram olur , kabir azabı adı altında bir çok rivayet inanç meselesi haline gelir.

Bu hale gelen bir kitabın ayetleri, Hadislere uygun olması için gerekli olan tahrifata uğratılarak okunmaya başlar ve elimizdeki mevcut din anlayışı Kur'an merkezli değil , Hadis merkezli bir din olur. Burada Hadis kelimesinin bize ne ifade ettiği üzerinde durmanın gerektiğini düşünmekteyiz. 

Hadis adı verilen sözler , Muhammed (a.s) ın söylemiş olduğu rivayet edlen sözler olup onun Kur'an aykırı olarak bir söz ve icraat yapması asla mümkün değildir. Bir çok Kur'an ayeti onun sadece kendisine vahyedilen uymasını ve uyduğunu , kendisine vahyedilene aykırı bir söz söylediğinde ona ne yapılacağını Hakka suresi ayetlerinden okuyan birisinin rivayet kitaplarında mevcut olan sözlerin bir çoğunun söylemesinin imkansız olduğunu göstermektedir.

Kur'ana aykırı söz ve fiilde bulunması imkansız olan bir elçinin ,Kur'ana aykırı olarak yaptığı ve söylediği rivayet edilen bütün fiil ve sözlerin olması gereken yeri rivayet kitapları değil çöp tenekesidir.

Düşüncemiz o durki , Kur'anın önüne geçen her düşünce , her kitap Allah (c.c) ye ortak koşmak anlamına gelmekte olup bu 3 kelimenin asla aynı seviyede olarak görülmesi , düşünülmesi , ona uygun bir anlayış geliştirilmesi ancak Allaha şirk koşulması anlamına gelmektedir. 

"Şirk" kelimesini , Allah (c.c) nin hakkı olan konularda onun yerine yaratmış olduklarının konuşması şeklinde özetlemek mümkündür.

Allah (c.c) Alemlerin yegane Rabbi ve İlahı olarak sadece kendisinin bilinmesi için tarih boyunca göndermiş olduğu elçilerini kendisinin yanında herhangi bir hüküm koyucu vasfına sahip olarak göndermemiştir. Muhammed (a.s) elçilerin son halkası olup bu konuda onunda diğer elçilerden herhangi bir ayrıcalığı bulunmamaktadır.

Hırıstiyanların İsa (a.s) a yükledikleri misyonun bir benzeri Muhammed (a.s) a yüklenerek , onunda Allah (c.c) gibi haram helal beyan etme yetkisi olduğu yönündeki düşünceler, geleneksel düşünce  içinde kemikleşmiş bir vaziyet almıştır.

Allah (c.c) nin yanına konulan her şahıs , her düşünce , nasıl şirk ise , onun kitabının yanına konulup onun kitabı ile eş değer görülen her kitab ta ona şirk koşulması anlamına gelmektedir. 

Allah -Muhammed gibi ikilemelerin camilerde bile bulunması  , bu tür şirkin içselleşmesine yol açmış olmasından kaynaklananan bir yansımadır. Allah (c.c) nin bu elçisi Muhammed (a.s) olsa dahi , Kur'anın yanına adı Buhari , Müslim v.s olsa dahi hiç bir surette bir ikilemede bulunulamaz bu şekil bir ikileme Hıristiyanların Baba -Oğul -Ruhulkudüs şeklindeki teslis akidesinden herhangi bir farkı yoktur.

"Kur'an - Sünnet" veya "Kur'an-Hadis" şeklinde yapılan ikilemeler Kur'anın yanına eş bilgi kaynakları koymak ameliyesi olması itibarı ile şirk içeren düşünceler olup Kur'anın yanına hiç bir surette ek kaynak konulması gibi bir duruma ihtiyaç olduğunu iddia etmek , Allah (c.c) nin kitabına eksiklik izafe edip bu eksiği Hadis ve Sünnet'in kapattığını iddia etmek anlamına gelir.

Bu sefer Kur'anın yanına konulan bu iki kaynağın nasıl bir değer ve nasıl bir konumda olması gerektiği gündeme gelecektir.


Öncelikle şunu ifade etmek isteriz ki Hadis ve Sünnet Muhammed (a.s) ın elçilik vazifesi dahilinde yaptıkları ve söylediklerinin genel bir adı olup ne geleneksel anlayış içinde toptan kabul , ne de modernist anlayış içinde toptan red edilebilecek bilgi kaynaklarıdır. 

 Kur'anın tek belirleyiciliği çerçevesinde, bu bilgi kaynaklarının sahih olup olmadığı şeklinde yapılan tasnifler sonucunda sahih olanlarının kabul edilebileceğini belirtmek isteriz. Sünnet olarak bize gelen, zina yapan evlilerin recm edilmesi şeklindeki ceza kur'ana uyup uymadığı noktasında yapılan işlem sonucunda doğru bir cezalandırma olmadığı sabittir. 

Geleneksel İslam hukukunda "Mütevatir sünnetin Kur'an ayetini neshetmesi" gibi bir durum, sadece bu  cezanın oturtulması amacı yapılmış bir Kur'anı öteleme işlemidir. Ayetlerin açık beyanı ortada olduğu halde rivayetler ile bunu dinin esası haline getirerek red edeni kafir damgası vuran zihniyet , asıl kafirliğin bu tür meselelerde açık beyana rağmen kitabı ötelemek olduğunu bilmelidir. 

Bu 3 kelime ile ifade edilen kaynakların modernist anlayış olarak ifade edebileceğimiz düşüncedede doğru bir zemine oturtulmadığını görmekteyiz. Geleneksel anlayışa tepki olarak doğan bu anlayışta Kur'an tek kaynak olarak görülmekte fakat Allah (c.c) nin tarih boyunca Elçi ve Kitap gönderme gerekçesi olan onun tek İlah olarak bilinmesine dayalı bir sistem içinde yaşama düşüncesi modernist düşünce içinde pek rağbet görmemektedir. Kıssalar yolu ile anlatılan Tevhid mücadelesinin yaşanmışlığı göz ardı edilerek o yaşanmışlık içindeki bazı sıradışı olayların (mucize olarak bildiğimiz) olup olmadığı tartışmaları ile vakit geçirtilerek vakit kaybedilmesi amaçlanmış ve maalesef başarılı olunduğuda gözlenmektedir. 

Muhammed (a.s) ın 23 yıllık elçiliği içinde söylediği sözler veya fiilleri yok sayılarak geçmiş tamamen sıfırlanmak istenmekte ve Kitap sanki bugün inmiş gibi okunarak binlerce yıldır gelen örneklikler hiçe sayılmak istenmektedir. Muhammed (a.s) diye birisi hiç yaşamamış yokmuş gibi okunan bir Kitab ütopik , hayata dair bir mesajı olmayan , yaşanmışlık diye bir geçmişi olmayan entel toplantıların çerezi haline gelmiştir. 

Sonuç olarak ; Kur'an , Hadis ve Sünnet'in konum itibarı ile yanlış yerlere oturtulmuş olması , Müslümanlar arasındaki ihtilafların baş müsebbibi olarak görülmektedir. İhtilafların en aza indirilmesi bu 3 kelime ile ifade edilen kaynakların olması gereken yerlerine oturtularak Kur'ana eş değer hatta, Kur'andan üstün görülmesinin önüne geçilmesi ile mümkün olacaktır. Aksi takdirde geleneksel anlayış devam ettirildiği müddetçe ihtilafların bırakın azalması , artarak büyümesinin önü alınamayacaktır.Modernist anlayış şayet Kur'anı doğru bir anlama metodu ile okuyarak geçmişi silmek gibi bir düşünceyi terkederek Tevhidi bir anlayış ile Kur'ana yaklaştığı takdirde geleneksel anlayıştaki yanlışları tekrarlamak durumundan kurtulacaktır.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.



1 yorum:


  1. Kuran dışında peygamberin söylediği iddia edilen bir sözün Kuran'a uygun olması, o sözün peygamber tarafından söylendiğini kanıtlar mı?
    Tarihsel destekli okuma ile tevhidi sistemin oluşturulamayacağını düşünüyorum. Kuranın her zamana dönük mesajının bireylere-toplumlara ulaşması, kuran dışı tarihsel kitaplar yüzünden engellenmiyormu zaten?

    YanıtlaSil