-Sünnet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
-Sünnet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ekim 2014 Çarşamba

Kur'an -Hadis -Sünnet

Yazımıza başlık olarak seçtiğimiz bu 3 kelime , İslam denilince en önce akla gelen kelimelerden biridir. Bu 3 kelimeyi kısaca özetleyecek olursak ; 
 1- Kur'an , Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) 23 senede zarfında indirdiği vahy'in toplanmış olduğu kitabın adı.
2- Hadis , Muhammed (a.s) ın 23 yıllık elçiliği içinde söylediği rivayet edilen sözlere verilen ad. 
3-Sünnet , Muhammed(a.s) ın 23 yıllık elçiliği içindeki fiilleri olarak söyleyebiliriz. 

Müslümanlar arasındaki ihtilafların , bu 3 kelimenin ifade ettiği malzemelerin doğru anlaşılamamasından kaynaklandığınıda üzülerek ifade edelim ,bu ihtilafın tarihini kısaca özetleyecek olursak şunları söyleyebiliriz. 

Muhammed (a.s) daha hayatta iken , onun söz ve fiilerini anlama konusunda ,Sahabe arasında 2 farklı yaklaşım olduğunu görmekteyiz. 1. gurup sahabe onun her yaptığını taklit etme gibi bir seçim içine girmiş (Abdullah ibni ömer , Ebu hureyre r.a gibi sahabeler) 2. gurup sahabe ise onu yaptıkları ve söyledikleri konusunda ,sorgulayıcı bir tutum içinde girerek , ne ,niçin ,nerede,nasıl,ne zaman ve kime sorularının cevabını aramak şeklinde bir tutum içinde girmiş (Ömer ve Aişe r.a validemiz gibi) olanlar şeklinde ayırmak mümkündür. Zaman içinde bu iki akım fırkalaşarak "Ehli hadis" ve "Ehli rey" olarak kendini göstermiş ve bu güne kadar bu 2 ana ayrışım süregelmiştir.

"Ehli hadis" fırkasının genel anlayışı , adından da anlaşılacağı üzere hadise karşı bir ilgi şeklinde kendini göstermiş (bu anlayışa İmam Şafii ,Ahmed İbni Hanbel gibi kişileri örnek verebiliriz), "Ehli rey" fırkasının genel anlayışı ise hadislere karşı daha sorgulayıcı , daha seçici bir yaklaşım olarak kendisini göstermiştir (bu anlayışa örnek Ebu Hanifeyi gösterebiliriz)

Ehli hadis fırkasına mensup olan İmam Şafii nin ilk olarak ortaya koyduğu , "Gayri metluv vahiy" teorisi ve "Sünnetin vahiy olması" konusu Müslümanlar arasındaki , belkide kıyamete kadar sürecek olan ihtilafın kaynağını oluşturmaktadır.

Allah (c.c) nin Elçisine indirmiş olduğu vahyi ikiye ayırarak , Kur'anı "Metluv vahiy" yani namazlarda okunan vahiy olarak , Hadis ve Sünneti de "Gayri metluv vahiy", yani namazlarda okunmayan vahiy olarak kategorize ederek elçiyi sadece bir robot konumuna indiren anlayış İslama vurulmuş en büyük darbebir diyebiliriz.

Sünnetin veya Hadisin vahiy olması bizlere Kur'anın verdiği bir bilgi olmayıp , İmam Şafiinin ortaya attığı düşüncedir , bu düşünceyi kur'andan delillendirmek amacı ile Necm suresinin ilk ayetleri Bektaşi misali üzeri örtülerek okunmuş ve "al sana işte ayet" diyerek bizlere sunulmuştur. İsteğe göre ayet arama yöntemi ile yapılan ayet aramalarında amaç ayetin verdiği mesaj olmayıp , oluşturulan inancın Kur'andan delilini aramak şeklinde yapılan bir işlem olması nedeniyle zorlama te'viller yapılarak, gerekirse ayet tahrif edilerek bu tür çıkarımlar yapılmakta olduğuna , Kuranda olmayan bir çok konuyu Kur'andanmış gibi göstermek sureti ile insanlara kabul ettirilmeye çalışıldığı herkesin malumudur.

Ehli rey fırkasının başını çeken Ebu Hanife ve onun çizgisinde olanlar , özellikle Hadis konusunda daha seçici davranarak kur'ana arz metodunu seçtiklerini görmekteyiz. Bu tarz bir hadis anlayışının özellikle Ehli Hadis yanlısı olan İmam Buhari tarafından çok şiddetli bir biçimde eleştirildiği , hatta Ebu Hanifenin kafir olduğu gerekçesi ile tevbeye davet edildiği bazı eserlerde yer almaktadır.

Ehli Hadis fırkası , kendilerine gelen bir hadisi , o hadisin senet zincirindeki ravilerin cerh ve ta'dil metodu ile seçime tabi tutulması sonucunda elde edilen verilerle değerlendirmekte olup , Ehli rey fırkası ise senet zincirine ek olarak ( senet zincirini tamamen red etmemektedir) Kur'ana arz metodu ile değerlendirmektedir. 

Ehli Hadis'in tercih ettiği "Cerh ve Ta'dil" denilen bu metoda göre Hadis zincirinde ismi geçen şahısların elemeleri yapılarak elekten geçmek yada geçememek durumuna göre hadis derecelendirilmektedir. Kişisel tercihlerin önde olduğu bu metoda göre A hadisçisine göre sağlam olan bir ravi , B hadisçisine göre sağlam olmayabilmektedir, böylesine kaypak bir zeminde yapılan hadis tahlilinin, o hadisin sahihliği hakkında ne kadar doğru bir bilgi verebileceği düşündürücüdür.

Bugün elimizde olan "Kütübü sitte" adı ile maruf olan kitaplar veya onun dışındaki hadis kitaplarının içindeki hadislerin tamamı Ehli hadis'in tenkit metodu olan sened tenkidi ile ortaya konan hadisler olup , Kur'ana arz edildiğinde Kur'an ile uyuşmayan bir çok rivayet mevcuttur. Zaman içinde bu eserlere bindirilen aşırı değer sonucu bu eserler artık sorgulanamaz , la yus'el bir konuma geçirilerek dokunulmazlık zırhına büründürülmüştür. 

 Bu durum bu güne kadar böyle olup bugün bile "Buhari hadisi" veya "Müslim hadisi" denildimi akan sular durmakta olup herhangi birisi bu eserlerdeki hadislere yan gözle bakmak cüretinde bulunduğu zaman yediği damga "KAFİR" damgasıdır. 

Ehli Hadis düşüncesinin bu tasallutundan kurtulmak isteyen düşünce sahipleri her devirde ortaya çıkmış olup yeni bir düşünce olarak ortaya atılmış değildir. Ehli Hadis olan İbni Kuteybe'nin türkçeyede çevrilmiş olan "Hadis Müdafaası" adlı eserinin "Zina edenin recmedilmesini red edenler" ile ilgili açmış olduğu bölüm bizlere , daha 1000 kusur sene öncesi Kur'anı kendisine rehber edinmek isteyenler ile buna karşı çıkanların aralarındaki atışmaların var olduğunu göstermektedir. İbni Kuteybe bu başlık altında , zina edenlerin recm edilmesine karşı çıkanların ortaya koyduğu delillere karşı bir nevi kıvırma harekatında bulunmaktadır. 

Bugün Ehli rey düşüncesinin başını çeken Ebu Hanife'nin mezhebine bağlı olduklarını iddia edenlerin , Ebu Hanife nin baş düşmanı diyebileceğimiz , İmam Buharinin eserine toz kondurmamaları geldiğimiz noktanın çelişkilerini görmek açısından manidardır.

Şu ana kadar yazdıklarımızı özetleyecek olursak ; Müslümanların en büyük sıkıntısı Kur'an , Hadis ve Sünnet'in nereye ve  nasıl bir konuma sahip olarak görülmesi noktasından kaynaklanmaktadır diyebiliriz. Peki bu sıkıntıya karşı nasıl bir teklif sunabiliriz veya bu 3 kelime ile ifade edilen şeyleri nasıl bir konuma koyabiliriz?. 

Kur'an , Allah (c.c) indirmiş olduğu vahiy kitabı olması itibarı ile bilgi kaynağı ve bize gelen bilgileri onunla değerlendirmeye tabi tutmamız gereken  tek kaynaktır. Maaleseftirki geleneksel İslam düşüncesinin oluşturduğu düşünce sisteminde Kur'an, "adı var kendisi yok" mesabesinde bırakılmış hatta " Mütevatir Sünnetin Kur'anı nesh edebileceği" gibi bir teori ihdas edilerek, Kur'an otomatikman arka plana atılmış bunun yerine Sünnet ve Hadis Kur'anın önüne geçen bilgi kaynağı olarak işlem görmeye başlamıştır.

Bu şekil bir anlayış şöyle bir durumu beraberinde getirmiştir; Bilgi kaynağı olarak tepe noktada "Sünnet ve Hadis" olunca , özellikle Hadisler "Ehli Hadis" fırkasının anlayışına göre sahih olup olmadığı tesbit edildiği ve Kur'ana uygun olup olmadığı herhangi bir önem arzetmeyince ,Kur'an artık Hadise vurularak anlaşılmaya çalışılan bir kitap haline gelmiştir. 

Kur'anın arkaya atılarak rivayetlerin öne geçmesi ile zina cezası evli , bekar ayrımı yapılarak evlinin cezası Kur'anda böyle bir hüküm olmamasına rağmen taşlanarak öldürülür , İsa (a.s) kıyamete yakın bir zamanda yeniden Dünyaya gönderilir , Mushafa abdest almadan el sürmek haram olur , kabir azabı adı altında bir çok rivayet inanç meselesi haline gelir.

Bu hale gelen bir kitabın ayetleri, Hadislere uygun olması için gerekli olan tahrifata uğratılarak okunmaya başlar ve elimizdeki mevcut din anlayışı Kur'an merkezli değil , Hadis merkezli bir din olur. Burada Hadis kelimesinin bize ne ifade ettiği üzerinde durmanın gerektiğini düşünmekteyiz. 

Hadis adı verilen sözler , Muhammed (a.s) ın söylemiş olduğu rivayet edlen sözler olup onun Kur'an aykırı olarak bir söz ve icraat yapması asla mümkün değildir. Bir çok Kur'an ayeti onun sadece kendisine vahyedilen uymasını ve uyduğunu , kendisine vahyedilene aykırı bir söz söylediğinde ona ne yapılacağını Hakka suresi ayetlerinden okuyan birisinin rivayet kitaplarında mevcut olan sözlerin bir çoğunun söylemesinin imkansız olduğunu göstermektedir.

Kur'ana aykırı söz ve fiilde bulunması imkansız olan bir elçinin ,Kur'ana aykırı olarak yaptığı ve söylediği rivayet edilen bütün fiil ve sözlerin olması gereken yeri rivayet kitapları değil çöp tenekesidir.

Düşüncemiz o durki , Kur'anın önüne geçen her düşünce , her kitap Allah (c.c) ye ortak koşmak anlamına gelmekte olup bu 3 kelimenin asla aynı seviyede olarak görülmesi , düşünülmesi , ona uygun bir anlayış geliştirilmesi ancak Allaha şirk koşulması anlamına gelmektedir. 

"Şirk" kelimesini , Allah (c.c) nin hakkı olan konularda onun yerine yaratmış olduklarının konuşması şeklinde özetlemek mümkündür.

Allah (c.c) Alemlerin yegane Rabbi ve İlahı olarak sadece kendisinin bilinmesi için tarih boyunca göndermiş olduğu elçilerini kendisinin yanında herhangi bir hüküm koyucu vasfına sahip olarak göndermemiştir. Muhammed (a.s) elçilerin son halkası olup bu konuda onunda diğer elçilerden herhangi bir ayrıcalığı bulunmamaktadır.

Hırıstiyanların İsa (a.s) a yükledikleri misyonun bir benzeri Muhammed (a.s) a yüklenerek , onunda Allah (c.c) gibi haram helal beyan etme yetkisi olduğu yönündeki düşünceler, geleneksel düşünce  içinde kemikleşmiş bir vaziyet almıştır.

Allah (c.c) nin yanına konulan her şahıs , her düşünce , nasıl şirk ise , onun kitabının yanına konulup onun kitabı ile eş değer görülen her kitab ta ona şirk koşulması anlamına gelmektedir. 

Allah -Muhammed gibi ikilemelerin camilerde bile bulunması  , bu tür şirkin içselleşmesine yol açmış olmasından kaynaklananan bir yansımadır. Allah (c.c) nin bu elçisi Muhammed (a.s) olsa dahi , Kur'anın yanına adı Buhari , Müslim v.s olsa dahi hiç bir surette bir ikilemede bulunulamaz bu şekil bir ikileme Hıristiyanların Baba -Oğul -Ruhulkudüs şeklindeki teslis akidesinden herhangi bir farkı yoktur.

"Kur'an - Sünnet" veya "Kur'an-Hadis" şeklinde yapılan ikilemeler Kur'anın yanına eş bilgi kaynakları koymak ameliyesi olması itibarı ile şirk içeren düşünceler olup Kur'anın yanına hiç bir surette ek kaynak konulması gibi bir duruma ihtiyaç olduğunu iddia etmek , Allah (c.c) nin kitabına eksiklik izafe edip bu eksiği Hadis ve Sünnet'in kapattığını iddia etmek anlamına gelir.

Bu sefer Kur'anın yanına konulan bu iki kaynağın nasıl bir değer ve nasıl bir konumda olması gerektiği gündeme gelecektir.


Öncelikle şunu ifade etmek isteriz ki Hadis ve Sünnet Muhammed (a.s) ın elçilik vazifesi dahilinde yaptıkları ve söylediklerinin genel bir adı olup ne geleneksel anlayış içinde toptan kabul , ne de modernist anlayış içinde toptan red edilebilecek bilgi kaynaklarıdır. 

 Kur'anın tek belirleyiciliği çerçevesinde, bu bilgi kaynaklarının sahih olup olmadığı şeklinde yapılan tasnifler sonucunda sahih olanlarının kabul edilebileceğini belirtmek isteriz. Sünnet olarak bize gelen, zina yapan evlilerin recm edilmesi şeklindeki ceza kur'ana uyup uymadığı noktasında yapılan işlem sonucunda doğru bir cezalandırma olmadığı sabittir. 

Geleneksel İslam hukukunda "Mütevatir sünnetin Kur'an ayetini neshetmesi" gibi bir durum, sadece bu  cezanın oturtulması amacı yapılmış bir Kur'anı öteleme işlemidir. Ayetlerin açık beyanı ortada olduğu halde rivayetler ile bunu dinin esası haline getirerek red edeni kafir damgası vuran zihniyet , asıl kafirliğin bu tür meselelerde açık beyana rağmen kitabı ötelemek olduğunu bilmelidir. 

Bu 3 kelime ile ifade edilen kaynakların modernist anlayış olarak ifade edebileceğimiz düşüncedede doğru bir zemine oturtulmadığını görmekteyiz. Geleneksel anlayışa tepki olarak doğan bu anlayışta Kur'an tek kaynak olarak görülmekte fakat Allah (c.c) nin tarih boyunca Elçi ve Kitap gönderme gerekçesi olan onun tek İlah olarak bilinmesine dayalı bir sistem içinde yaşama düşüncesi modernist düşünce içinde pek rağbet görmemektedir. Kıssalar yolu ile anlatılan Tevhid mücadelesinin yaşanmışlığı göz ardı edilerek o yaşanmışlık içindeki bazı sıradışı olayların (mucize olarak bildiğimiz) olup olmadığı tartışmaları ile vakit geçirtilerek vakit kaybedilmesi amaçlanmış ve maalesef başarılı olunduğuda gözlenmektedir. 

Muhammed (a.s) ın 23 yıllık elçiliği içinde söylediği sözler veya fiilleri yok sayılarak geçmiş tamamen sıfırlanmak istenmekte ve Kitap sanki bugün inmiş gibi okunarak binlerce yıldır gelen örneklikler hiçe sayılmak istenmektedir. Muhammed (a.s) diye birisi hiç yaşamamış yokmuş gibi okunan bir Kitab ütopik , hayata dair bir mesajı olmayan , yaşanmışlık diye bir geçmişi olmayan entel toplantıların çerezi haline gelmiştir. 

Sonuç olarak ; Kur'an , Hadis ve Sünnet'in konum itibarı ile yanlış yerlere oturtulmuş olması , Müslümanlar arasındaki ihtilafların baş müsebbibi olarak görülmektedir. İhtilafların en aza indirilmesi bu 3 kelime ile ifade edilen kaynakların olması gereken yerlerine oturtularak Kur'ana eş değer hatta, Kur'andan üstün görülmesinin önüne geçilmesi ile mümkün olacaktır. Aksi takdirde geleneksel anlayış devam ettirildiği müddetçe ihtilafların bırakın azalması , artarak büyümesinin önü alınamayacaktır.Modernist anlayış şayet Kur'anı doğru bir anlama metodu ile okuyarak geçmişi silmek gibi bir düşünceyi terkederek Tevhidi bir anlayış ile Kur'ana yaklaştığı takdirde geleneksel anlayıştaki yanlışları tekrarlamak durumundan kurtulacaktır.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.



12 Ağustos 2014 Salı

Kur'an-Hadis-Sünnet : Müslümanların Teslis Akidesi

Kur'an , Hadis ve Sünnet İslam inancı içinde önemli yer tutan bilgi kaynakları olarak her Müslümanın dilinde dolaşan üç kelimedir. Bu üç kelime ile ifade edilen kaynaklar zaman içinde farklı anlayışlar çerçevesinde değerlendirilmeye başlanarak bu kaynaklara bakış açısı veya nasıl bir konuma sahip olması gerektiği meselesi Müslüman dünyasında tartışmalara yol açmış olup hala tartışılmaktadır.

Bu 3 kelime ile ifade edilen kaynakların içerikleri geleneksel İslam inancı içinde öyle kemikleşmiş bir yapıya sahip kılınmıştır ki sadece kur'anın adını tek olarak söylemek sanki büyük bir cürüm olarak görülerek , kur'anın yanına sünnet veya hadis ilavelerini yaparak konuşmayanlar hadis ve sünnet düşmanı olarak görülür olmuştur. Bu 3 kelime ile ifade edilen kaynakları nasıl bir konuma koymak gerektiğinden önce böyle bir üçlemenin nasıl bir itikadi yaraya yol açabileceği üzerinde durmak istiyoruz.

Bu durum hıristiyanların baba -oğul-ruhul kudüs şeklindeki üçlemelerini hatırlatmakta olup alevi geleneğindeki Allah -Muhammed -Ali üçlemesi gibi bir duruma yol açmaktadır. Özellikle gelenekçi kesime mensup fikir adamlarının "hadis veya sünnet olmadan kur'an boş bir metin gibidir" sözleri ile ortaya atılan görüşler kur'anı anlamak için olmazsa olmazlar mesabesinde görülmüş , üstüne üstlük kur'an ve hadis öyle bir seviyeye çıkarılmıştır ki "Mütevatir sünnet Kur'an ayetini nesheder" şeklinde korkunç bir düşünce üretilmiştir.

Önce şu tesbiti yapmamız gerekmektedir; kur'an Allah cc nin indirmiş olduğu bir kaynak , hadis ve sünnet o kitabın indirildiği şahsın sözleri ve fiileri olarak bilinen kaynaktır. Allah cc nin yanına her ne sebeble olsun oturtulan kişi ,eser ,düşünce vs nin ortak adı ŞİRK tir. Kur'an +hadis+sünnet şeklinde yapılan bir üçlemenin adı , Allah cc nin kitabının yanına ortak kaynaklar konulması şeklinde tezahür eden bir eylemin adı da aynen ŞİRK tir. 

Hadis ve sünnet olmadan kur'an anlaşılmaz diyenlerin yeri geldiği zaman kur'an ayetleri ile çelişen bir çok rivayeti nasıl öncellediği hepimizin malumudur. Bu malumatları göz önüne alacak olursak, Kur'anın hadis ve sünnet adı altında ortaya atılan bir takım uydurmaların arkasına atılarak değersizleştirilmesi İsa as a yapılan muameleden bir farkının olmadığını açıkça göstermektedir. 

Kur'an'ın bu şekil bir anılmayı müşriklere hitab eden ayetlerde zikretmiş olması , "bu ayetler onlara bize değil" diyerek göz ardı etmemizi ve mesajını anlamamamızı gerektirmez. 

[017.046] Kuran'ı anlarlar diye kalblerine örtüler ve kulaklarına da ağırlık koyduk. Kuran'da Rabbini bir tek olarak andığın zaman, onlar ürkerek ardlarına dönerler.
[039.045]  Böyle iken Allah bir olarak anıldığı vakıt Ahırete inanmıyanların yürekleri burkulur da ondan berikiler anıldığı vakıt derhal yüzleri güler
 [040.012]  Onlara: «Yalnız Allah çağrıldığı zaman inkar ederdiniz de, O'na eş koşulunca inanırdınız. Bugün hüküm, yüce Allah'ındır» denir.

 Bu ayetler direk olarak müşrikler ile ilgilidir ama vermek istediği mesaj açısından aynı durum Allah cc ve onun kitabının yanında Muhammed as veya hadis , sünnet anılmadan herhangi bir söz edildiği zaman ortaya çıkan durum , "neden sadece Allah veya Kur'an" denildiği ,neden "Muhammed as veya hadis ,sünnet" denilmediği şeklinde bir itirazdır. 

Allah+Muhammed veya Kur'an+hadis+sünnet kelimelerinin birbirinden ayrılmadan söylenmiş olması hıristiyan inancındaki teslis akidesinden ne farkı vardır?. Baba+oğul+ruhul kudüs şeklinde bir üçlemenin hıristiyanların kafir olma sebebi olduğunu bildiren rabbimizin bu sözlerini okuyarak bizlerinde başka bir türlü bir üçleme içine girmemiz akıl alacak iş değildir. 

Ehli hadis fırkasının hadislere karşı aşırı bir yüceltmeye tabi tutmuş olması , hıristiyanların İsa as a karşı uyguladıkları aşırı yüceltmeden örnek olarak yapılmış olması bu tür teslisin bizdede yer bulmasını kolaylaştırmış olup , kur'an ayetlerini yanlı bir biçimde okuyarak, elçinin mesajını değil kendisini yüceltmel şeklinde tezahir eden bir düşünce biçimi yerleştirilmiş hatta gerekli uydurmalar ve iftiralar ile kemikleşmiş bir yapıya bürünmesi sağlanmıştır. 

Bir Müslüman kur'anın yanında sünneti zikretmeden mesela "ben sadece kur'ana iman ediyorum" dese o Müslümanın sanki hadisi veya sünneti red ediyormuşcasına bir algı oluşturularak sünnet düşmanı olarak lanse edilmesi, tabiri caizse bu konu üzerinde bir mahalle baskısı oluşmuş olduğunu göstermektedir. Buradan açık ve net olarak şunu söylemek istiyoruz; kur'anın yanında hadise iman gibi bir zorunluluk yoktur,çünkü bize Muhammed as adına gelen bütün haberler istisnasız olarak zan içermektedir, zan içeren bilgilere inanmanın imanın şartı gibi sayılması elçi hakkında oluşturulmuş olan aşırı yüceltmeci bir düşüncenin ürünü olup kur'anın bize böyle bir emri yoktur.

Gelenekte hadise iman elçiye iman ile eşdeğer bir inancın olmuş olması , bir kısım insanın hadis ve sünnet kelimelerine karşı aşırı bir allerji duyarak, bu kelimeler ile ifade edilen kaynakların tamamen atılması gerektiği şeklinde düşünceler doğurmuştur. İfrata karşı tefrit diyebileceğimiz bu tepkinin doğru bir tepki olmadığını düşündüğümüzü beyan ederek hadis ve sünneti nasıl bir konuma koymak gerektiği konusunda düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.

Öncelikle Allah cc nin , kullarına emir ve nehiylerini bildirmek için seçtiği kullarının bizler gibi bir beşer olduğu gerçeğini acı ama gerçek kabilinden kabul etmek zorundayız. Elçinin Allah cc nin yanına koyan her türlü düşüncenin ŞİRK olduğu gerçeği bilinmeden , elçinin konumu sadece kur'an boyutundan öğrenilerek ona göre bir konuma oturtulmadan doğru bir yaklaşımın sergilenmesinin imkansız olduğu bilinmelidir.

Kur'an elçilerin tamamı için geçerli olan bir tarif getirerek bu tarifin dışında hiç bir elçinin özel bir durumu olduğu gibi bir şeyden asla bahsetmez. Bu durumda Muhammed as a atfen onun özel bir konumu olduğu şeklindeki sözler tamamen uydurma ve iftiradan başkası değildir. Bu sözlerin sahipleri elçiyi yüceltelim derken Allah cc ye iftira attıklarının farkında olmak durumundadırlar.

Kur'an Allah cc nin elçileri için vahyi tebliğ ve yaşama örnekliği şeklinde özetleyebileceğimiz bir göreve sahip olduklarını beyan eder. tebliğ ve örneklik olarak tezahür eden bu görevin birbirinden ayrılarak sadece tebliğ olarak görülmesi , gelenekteki elçi anlayışına karşı oluşmuş olan aşırı bir tepkidir.  

 [033.021]  Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.
[060.004]  İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: «Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız; sizin dininizi inkar ediyoruz; bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke başgöstermiştir.» -Yalnız, İbrahim'in, babasına: «And olsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi savmaya gücüm yetmez» sözü bu örneğin dışındadır- «Rabbimiz! Sana güvendik, Sana yöneldik; dönüş Sanadır.»

 Sadece Muhammed as değil, kur'anda zikri geçen bütün elçiler ve ona tabi olanlar bizler için örneklik olarak anlatılmıştır, sadece bu örnekliğe Muhammed as ı dahil etmek elçiler arasını ayırmak anlamına gelirki bu kur'anın asla tasvip etmediği bir yaklaşımdır. Bu örnekliğin nerede ve nasıl olacağı tartışma konusu olup tabiri caizse zurnanın zırt dediği yerdir.


Karizmatik bir yapıya büründürülerek kur'anın yanına oturtulan hadis kitaplarındaki bütün rivayetler istisnasız olarak ZAN olarak ifade edeceğimiz bilgilerdir. Zan içeren bir bilginin kesinlik ifade eden bir bilgi kaynağı ile sağlamasının yapılmadan doğru olup olmadına karar vermek asla doğru bir yaklaşım değildir. Hadis denilen sözleri içeren kaynakları kısaca nasıl bir konuma sahip olması gerektiğinden sonra, sünnet dediğimiz bilgi kaynağına yüklenecek değerin nasıl olacağı konusu önemli bir yer tutmaktadır. 

Kur'andan çıkarabileceğimiz ve "sünnet" kelimesi ile ifade edilebilecek bilgiler sadece tek bir elçi ile sınırlı değildir. Bu şekil bir sınırlama hem gelenekteki , hemde yeni kur'an anlayışlarında gördüğümüz ortak bir yanlıştır. Bütün elçilere iman gibi bir vazife yüklenmiş olmamız sadece onların adına değil , kıssalar yolu ile anlatılan hayatlarındaki mücadele yöntemlerini içselleştirip hayat içine aktarmak şeklinde olması gerekmektedir.

Kur'anda zikir geçen bütün elçileri örnek alma zorunluluğu bir kısım insanın allerji kaptığı sünnet kelimesinede daha doğru bir yaklaşım sergilemesine sebeb olacaktır. Gelenekteki sünnet kelimesinin sadece Muhammed as ile sınırlandırılmış olması , içerik olarak sadece hangi el ile yemek yemek ,hangi ayak ile tuvalete girmek , sarık ,cüppe ,şalvar vs gibi gereksiz bilgiler ile donatılmış olması bazı kişilerde haklı olarak bu kelime ile ifade edilen içeriğe karşı bir allerji oluşmasına sebebiyet vermiştir.

Bazılarının yaptığı yanlışlar bizlerin o yanlışları kalkan olarak kullanmasına vesile olmamalı , aksine doğru olan şeyin ne olduğu araştırmasına vesile olmalıdır. Kur'nın tevhid merkezli bir çağrısı olduğu asla hatırdan çıkarılmadan bütün elçilerin şirki yıkmak için yapmış olduğu mücadeler yöntemleri bizler için örneklik teşkil edip bu örnekliğin literatürdeki adı SÜNNET tir. Muhammed as a anlatılan elçilerin kıssaları, o ve ona tabi olan mü'minler tarafından içselleştirilerek okunmuş ve kendileri için yol haritası olarak anlatıldığının şuuruna vakıf olarak mücadelelerinde takip ettikleri metoda önemli katkılar sağlamıştır. 

Sünnet kelimesinin içini bu şekil bir düşünce ile doldurduğumuz takdirde,sadece tek bir elçi ile sınırlı olmadığı , insan olmak nedeniyle yapılanların sünnet kapsamı içinde değerlendirilemeyeceği ortaya çıkacaktır. Kur'anın tevhid merkezli bir çağrısı olduğu düşünülerek yapılan okumalarda, bütün elçilerin yaptıkları sünnet olarak adlandırılması gerektiği ortada iken sünnetin toptan atılması şeklinde tezahür eden anlayışın kur'anın bir çok ayetini red etme durumuna düştüğü açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. 

"Sünneti toptan atalım" şeklinde tezahür eden anlayış altında istisnaları olmak üzere art niyetli bir düşünce yatmakta olduğu gerçeği görülmelidir. Kur'an canlı bir hayat içinden verdiği örneklerle tarih boyunca tevhid mücadelesini bizlere anlatmaktadır. Zikri geçen elçilerin tümünü kapsayan örnekliği atacak olursak ortada kitap dediğimiz bir şey kalmaz , okunan ayetleri bir taraf sevap kazanmak için anlamını düşünmeden belli zamanlarda ve mekanlarda okur , diğer bir taraf tarihi örnekliği yok saydığı için , namaz varmı yokmu , oruç varmı yokmu , hac varmı yokmu vs gibi tartışmalar ile hevalarına uygun bir kitap oluşturmaktan başka bir şey yapmamış olur. 

"Sünneti toptan atalım" düşüncesinin istisnaları olarak bahsettiğimiz kesim bu konuda yanlış kapıları çalmış fakat arayış içinde olan kesimdir, bu şekilde olanların öncelikle kur'anı esas almaları , birilerinin kur'an anlayışlarını kur'anın kendisi olarak görmemeleri gerektiği hususuna çok dikkat etmeleri gerektiğini vurgulamak istiyoruz. 

Kur'an dışı bilgi kaynakları olan hadis ve  sünnete bu şekil bir yaklaşımın ifrata karşı tefrit düşüncesinden uzak mutedil bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz. Tarihi bilgiler olarak görülmesi gereken sözlü külliyatı içeren bilgiler içindeki uydurmaların dahi bizlere yaşanmış tarih içinde gelişen olaylar hakkında bilgi içermesi açısından değerlendirmesi gerektiğini düşünmekteyiz, bu düşüncemiz yanlış anlaşılarak uydurmalar bile kabul edilsin şeklinde anlaşılmamalıdır.

Sonuç olarak;  kur'an+hadis+sünnet şeklinde bir ortaklaştırma ameliyesi , hıristiyanlardan alınan teslis akidesinin bir benzeri olup şirk içeren bir düşüncedir.Kur'an Allah cc nin kelamı olması hasebiyle yanına hiç bir şekilde ortak kabul etmez. Hadis ve sünnet, Allah cc ve kur'ana ortak bir kaynak değil onlardan ayrı bir şekilde kategorize edilmesi ve elçilerin kur'andaki vazifeleri çerçevesinde değerlendirilmesi gereken kaynaklardır. Sünnet kelimesi ile ifade edilen şey sadece tek bir elçi için geçerli olmayıp bütün elçiler için geçerli olan bir kavramdır ve kur'anın bu elçiler ile verdiği örnekler bizler için olmazsa olmaz değerinde örnekliklerdir. Sünneti atalım demenin kur'anın bir çok ayetindeki elçi örneklikleri atalım demek olduğu bilincinde olarak bu düşüncelerin doğru bir kur'an anlayışı doğurmadığı bilinmelidir.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.