Kur'an'ın son yıllarda Türkiye genelinde gündeme oturmaya başlaması ile İslam adına bildiğimiz bazı konular yeniden masaya yatırılmaya, ve bu konuların Kur'an'i dayanakları olup olmadığı yeniden tartışılmaya başlanmıştır. Dini Bayramlar olarak bildiğimiz, ve adına Ramazan ve Kurban Bayramı dediğimiz bayramlarımızın, kutlanmasının Kur'an'i açıdan ne derece doğru olduğu konusu, bu merkezde gündeme gelen ve masaya yatırılan konulardan bir tanesidir.
Bir kesim insanlar tarafından, bu tür kutlamaların delilinin Kur'an'da olmadığı, bundan dolayı bayram olarak bildiğimiz günlerin kutlanmasının yanlış olduğu, hatta daha ileri giderek bu tür kutlamaların Şirk olduğu gibi ortaya atılan iddialara rastlanmaktadır. Bu tür iddia sahipleri, din adına ortaya konan bir şeyin meşruiyetinin olması için, Kur'an içindeki herhangi bir surenin bir ayetinde Allah (c.c) tarafından bizlere, Ey kullarım sizler Ramazan ve Kurban bayramı adında iki bayram kutlayabilirsiniz türünden ayetler aradıkları, fakat böyle ayetler bulamadıkları için, bu türden yapılan kutlamaların meşru olmadığını iddia ettiklerini söyleyebiliriz.
Kur'an eğer, bu tür detaylı bilgiler vermiş olsaydı, bu kitap bir cilt içine değil, yüzlerce cilt içine dahi sığmayacak kadar detaylı bilgiler içeren bir kitap olması gerekirdi ki, bu imkansız bir şeydir. Öyleyse bizim bu konuya başka bir yönden yaklaşarak, bu tür kutlamaların meşruiyetini direk ayet olarak aramak yerine, insanların birlikte yaşamının bir gereği olarak ihdas edilen Yevmü-l Cem (toplanma günleri) deyiminin, insan hayatındaki yeri ve önemini dikkate alarak bakmak daha doğru ve makul bir yaklaşım olacaktır.
İnsan, fıtratından gelen özelliklerden dolayı, diğer insanlar ile birlikte yaşamak ihtiyacı sahip bir varlıktır. İnsanın bu özelliği ise birbirleri ile aralarında aidiyet bağları kurabilecekleri düşünce ve inançlara sahip olmasını beraberinde getirmiştir. Bir insan bir başka insanla, veya bir topluluk bir başka topluluk ile beraber yaşayabilmek için, bazı ortak değerlere sahip olmak ihtiyacını duymaktadır. Bu durum Müslüman olsun veya olmasın, bütün insanlar için aynilik arz eden bir durumdur.
İnsanların belirli zamanlarda bir araya gelmesi kadim bir kültür olup, bu kültürün izlerini Musa (a.s) kıssası içinde bulmaktayız.
[020.059 Musa: «Buluşma zamanımız sizin bayram gününüzde (yevmüzzineti), insanların
toplandığı kuşluk vaktidir» dedi.
Taha s. 59. ayetinde, Musa (a.s) Firavun'un sihirbazları ile buluşma gününün, onların bir araya geldiği bir günde yani bizim Bayram olarak bildiğimiz bir günde olmasını istemektedir. Bu ayete bakarak herhangi bir kimse eğer, Bak al sana işte ayet bayram kutlamak müşrik adetiymiş diyecek olursa, bu söz onun hayatında söyleyebileceği en trajikomik bir söz olacaktır.
Elbette temelinde şirk inancı yatan toplumların da, bu şirklerini kendi aralarında daha da pekiştirmek için ihdas ettikleri Milli Bayramları da olacaktır. Firavun toplumunun böyle bir bayram kutlamış olması, kadim bir insanlık kültürü bayram ihdasının şirk inancı olduğunu asla göstermez. Şirk inancına sahip olanların bayram kutlamaları yapmaları, bütün bayram kutlamalarının şirk içerdiği anlamına gelmez.
İnsanların bir araya gelmeleri fıtri bir ihtiyaçtan kaynaklandığına göre, onlar bu birlikteliklerini sahip oldukları inancın doğrultusunda oluşturmaları kadar doğal bir şey olamaz. Örneğin; Bir toplum eğer şirk olarak bildiğimiz bir ortak değere sahip ise, bu toplum bu inanca dayalı bayramlar ihdas ederek, bu inançlarını kendi aralarında daha da pekiştirmek yoluna gideceklerdir.
Kısacası bayramların insan hayatındaki yerini, sahip oldukları inanç ve düşünceleri kendi aralarında daha da pekiştirmek için belirli günler ve zamanlar ihdas etmek sureti ile tertip ettikleri toplantılar olarak tarif etiğimiz zaman, bu fıtri ihtiyacın biz Müslümanlar cephesinden nasıl algılanabileceği daha kolay anlaşılacaktır.
İslam adlı bir dine bağlı olmak demek, bu dine bağlı olan insanlar ile ortak bir payda da buluşmak, aynı inanç ve değerlere sahip olmak anlamına gelmektedir. Bayramların insan hayatındaki en büyük rolü, birbirleri ile dayanışma içinde olduklarını dost düşman herkese ilan etmektir. Bu durum Müslüman olsun veya olmasın her toplum için değişmezlik arz etmektedir. İnsanların birbirleri ile dayanışma içinde olduklarının en büyük göstergesi ise, birbirleri arasında sevgi bağının oluşmasına sebep olan yardımlaşma duygusudur.
Ramazan Bayramı olarak bildiğimiz bayramın daha önceki adının Fıtır Bayramı olduğunu, Fıtır Sadakası olarak bildiğimiz deyimin ise, şu anda her ne kadar olması gereken içeriği sembolik bir hale gelmiş olsa da, bu deyim bize bu bayramın ne anlama geldiğini anlamamızı kolaylaştıracaktır. Kurban Bayramı olarak bildiğimiz bayramın, özellikle Hac suresi içinde geçen Hac ibadeti ile ilgili ayetlerine baktığımızda, nusuk olarak kesilen hayvanların etlerinin insanlara dağıtılması ile, insanlar arasında birlik, beraberlik ve sevgi bağının oluşmasını amaçlandığını söyleyebiliriz.
Ramazan ve Kurban Bayramı olarak bildiğimiz bayramların temelinde, sahip olduğumuz İslam inancının kendi aramızda pekiştirilmesini sağlamak amacı ile Allah'a olan kulluğumuzu dost düşman herkese deklere etmek, bunun yanı sıra insanlar arasında sevgi ve merhametin oluşmasını sağmak amacı ile yardımlaşma vesilesi yattığını düşündüğümüzde, bu tür kutlamaların hayatımızdaki fonksiyonu ortaya çıkarak, bu kutlamaların şirk olduğu gibi saçma düşüncelere de yer olmayacaktır.
Her inanç sahibi nasıl kendi aralarındaki ortak bağları güçlendirmek için, bazı toplantılar düzenliyor ise, Müslümanlar da kendi aralarındaki ortak bağları güçlendirmek için, toplanma günleri düzenlemektedirler. Ramazan ve Kurban Bayramı adı ile bildiğimiz toplanma günleri, Müslümanların birbiri ile bağını güçlendirmek için kullandıkları önemli toplantı zamanlarındandır.
Bugün Türkiye genelinde yaşayan bazı insanların bayramları tatil vesilesi olarak görerek birbirinden kaçma vesilesi saymaları, hatta bazı bankaların bu kaçışı daha da hızlandırmak için Geleneksel Bayram Kredisi adı altında faizli krediler vermek için insanları teşvik etmesi, bizlerin bayramları olması gereken fonksiyonu göz ardı etmemizi gerektirmez.
Bayramların bazı kimseler tarafından zevk ve eğlence fırsatı haline getirilmiş olması, bizlerin bu bayramları diğer Müslümanların dertleri ile daha yoğun ilgilenme, birbirimiz ile yardımlaşma, Allah'a kulluğun bir vesilesi olarak görmemize engel değildir.
Bugün İslam adına sahip olduğumuz bazı değerlerin içi boşaltılarak anlamsız hale gelmiş olması, bizleri bu değerlerin tamamen ortadan kalkması gerektiği yönünde değil, olması gereken fonksiyonunun yeniden hayata geçirilmeye çalışılması yönünde gayrete gelmemizi sağlamalıdır. Bayramlar insanlar ile İslam adına en dar çerçevede birlik beraberlik sağlamayı değil, en geniş çerçevede birlik oluşturmaya çalışmak için gayret vesilesi olması gerektiği anlaşıldığı anda, gerçek anlamını bulmuş olacaktır.
Kendisini Kur'an ile tanımlayarak, bu tür kutlamalar konusunda farklı düşünce içinde bulunan kimselerin, bayramların insan hayatındaki fonksiyonunu dikkate alarak, bu fonksiyonun Müslüman hayatındaki yerini düşünmeye başladıkları anda, sahip oldukları düşüncelerin ne kadar yersiz olduğunu da kolaylıkla anlayacaklardır.
Bu meyanda bazı kimselerin ise bayramın delilinin Kur'an'da olmadığından yola çıkarak, kendisini Kur'an ile tanımlayan insanların neden bayram kutladıkları yönünde sorular sormak sureti ile alaycı tavırlar takınarak, onlara karşı nefret söylemini geliştirmeye çalışmalarının, bayramların olması gereken işlevine gölge düşürerek, ayrılıkların körüklenmesine vesile olduğunu burada üzülerek hatırlatmak isteriz.
BAYRAMLARIMIZIN ALLAH'A KULLUK, BİRLİK, BERABERLİK, YARDIMLAŞMA VESİLESİ GÖRÜLECEĞİ GÜNLER OLARAK ANLAŞILMASI TEMENNİSİ İLE.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
İnsanların etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnsanların etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
26 Haziran 2017 Pazartesi
7 Haziran 2016 Salı
ORUÇ : İnsanların Vicdanını Harekete Geçiren Bir İbadet
Bakara suresi 183-187. ayetleri arasında Allah (c.c), ramazan ayı içinde günün belirli zamanlarında yemek , içmek ve cinsel ilişkiyi yasaklamıştır. Bu emir sadece aç ve susuz kalmayı amaçlayan bir emir olmaktan ziyade, daha geniş anlamı ile kişileri terbiye edici bir role sahiptir. Yazımızda , bu yasaklamanın ilmihal boyutunu değil , kişi ve toplum boyutunda getirmeyi amaçladığı oto kontrol mekanizmasını ele almaya çalışacağız.
[005.094] Ey İnananlar! Gıyabında Kendisinden, kimin korktuğunu bilmek için, (ihramlıyken) elinizin ve mızraklarınızın ulaştığı avdan bir şeyle Allah and olsun ki sizi dener. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici azab vardır.
Oruç ibadetinin kişi ve toplum hayatında ne gibi kazanımlar meydana getirmeyi amaçladığını, Maide s. 94. ayetinin mesajını merkeze alarak anlamaya çalıştığımızda, bu ibadetin sadece aç kalmaya indirgenemeyecek kadar geniş bir anlamı olduğu da görülecektir.
Allah (c.c) bilindiği üzere hac günlerinde "İhram yasakları" olarak bildiğimiz bir takım yasaklar ihdas ederek, diğer günlerde helal olan bazı şeyleri belirli günler için haram kılmıştır. Bu haram kılmanın, kişi ve toplum vicdanını harekete geçiren bir yönü bulunmaktadır. Allah (c.c) kişilerin başına birer polis dikmek yerine vicdanlara hitap ederek , herkesin kendi polisi olmasını sağlayacak önlemler almaktadır. Bu önlemler toplum bazında insanların birbirine güven duyan bir ortamın sağlanmasına matuf olup , oruç ibadeti de böyle bir işleve sahiptir.
Ayet içindeki "Gıyabında Kendisinden, kimin korktuğunu bilmek için" cümlesi, anahtar bir cümle olup , herkesin kendi kendisinin polisi olmasını sağlayan bir oto kontrol sistemi meydana getirmektedir. Allah (c.c) bu gibi yasaklamalar ile vicdanları harekete geçirerek , kişinin başında bir polis olmasa bile her an gözetildiğini unutmamasını hatırlatmaktadır.
Allah (c.c) biz kullarına diğer günlerde HELAL olan bazı şeyleri , bazı günlerde HARAM kılmaktadır. Böyle bir uygulamanın yapılma amacı Maide s. 94. ayetinde beyan edilmektedir. Allah (c.c) kullarının kendisini görmemiş olsa bile , kendisinin kullarını her an gözetlediğini , onların her anını gördüğünü ve bildiğini bir çok ayette haber vererek , yaptıklarımızın her anının kayıt altına alındığını bilmemizi istemektedir.
Mantık açısından düşündüğümüzde bu yasakları izah etmek mümkün değildir . Değişen hiç bir şey yok iken helal olan bazı şeyler, birden belirli bir süre için harama dönüşüyor , helal iken yediğimiz bir yiyecek , yasaklanan zamanda yenildiği zaman harama dönüşüyor ve yiyen kişiyi vebal altına sokuyor.
Bu durumu Allah'a kulluk ve teslimiyetten başka bir şey ile açıklamak mümkün değildir. İnsan olarak bize düşen bunu sorgulamak değil , bu yasaklar ile bizlere verilmek istenen kişisel ve toplumsal terbiyeye odaklanarak , kul olma bilinci içinde teslim olmaktır.
İnsan topluluk halinde yaşama itiyadında olan bir varlık olup , bu yaşam bir takım kurallar dahilinde olması gerekmektedir. Kişilerin birbirlerinin hak hukukunu gözeten bir yaşam şekli toplumun selameti için olmazsa olmazlardandır. Allah (c.c) oruç gibi koyduğu ibadetler ile sadece kuru bir ibadeti değil , bu orucun insana sağladığı olgunluk vasıtası ile diğer insanların hakkına riayet edilmesini öğretmektedir.
Allah (c.c) veya beşer olsun , yasa koyucuların tamamı, koydukları yasaların çiğnenmemesini , şayet koydukları yasalar çiğnenecek olursa bu çiğnemenin cezasını da cezai müeyyide olarak yasalarına koyarlar. Beşer cinsinden olan yasa koyucular , polisiye tedbirler ile bu yasaların çiğnenmemesini sağlamaya çalışırlarken , Allah (c.c) herkesin vicdanına hitap ederek , herkesin kendi kendisinin polisi olmasını sağlamaktadır.
Oruç, insanların kendi kendisinin polisi olmasını sağlayan bir ibadet yöntemi olup , kişiler sair günlerde kendisine helal olan yiyeceklerin , ramazan ayı içinde belirli zamanda haram olması ile bir imtihana tabi tutularak nefisler terbiye edilmektedir.
Oruçlu olmak sadece belirli bir aya mahsus bir hal olarak kalmamalıdır. Oruçlu olma halini en geniş anlamda "Kötülüklerden kendini tutmak" olarak anlamlandırdığımızda kişilerin bu hallerinin belirli bir aya has değil yaşadığı hayatın tamamını kapsaması gerekmektedir.
Belirli bir zamanda farz kılınan oruç , kişilerin bütün yıl sürecek oruçlu olma halinin biraz daha yoğun yaşanacak olan bir zaman dilimini kapsamaktadır.
Oruç, kişilerden başlayarak toplumu düzelmesini sağlayan bir kulluk borcudur.
Oruç bugün her ne kadar sadece yeme ve içmeden kesilmeye odaklanmış bir ibadet haline getirilmiş ise de, bu ibadet insanların vicdanlarını harekete geçiren , her kesin kendi polisi olmasını sağlayan bir ibadettir.
Şöyle bir düşünelim ; Akşam yediğimiz bir yemek , veya içtiğimiz su, bize gündüz haram ve haram olan bu yiyecek ve içecek, elimizin altında ve karşımızda durarak bize bakmakta, ve biz ona el süremiyoruz. Yediğimiz takdirde bizi suçlu olarak görecek ve mahkum edecek hiç bir dünyevi merci olmamasına rağmen sadece , Allah (c.c) ye karşı olan GIYABİ KORKUdan dolayı elimizi yiyecek ve içeceğe süremiyoruz.
İşte oruç insandaki gıyabi korkuyu açığa çıkarıcı bir mahiyete sahiptir. Yemek ve içmek hususunda elini bağlayan olmamasına rağmen , kendi kendisi elini bağlayarak , içindeki Allah korkusunun ramazan ayında daha yoğun ortaya çıkmasını sağlayarak , diğer aylarda aynı korkunun devamı bu oruç ile sağlanır.
Bunları söylerken , oruç tutmaya gücü yetmeyenlerin bu gibi hasletlere sahip olamayacaklarını söylemek istemediğimizi hatırlatmak isteriz.
Bu bağlamda, insanda olan AHİRETE İMAN inancı büyük rol oynamaktadır. Ahirete iman etmiş olan bir kimse, bu inancı sayesinde dünya hayatı içinde yapacak olduğu bir takım hataların karşılığının ahiret gününde alacağını bilmektedir.
İşte bu ahirete iman inancı eğer gerçek olarak iman ettiğini iddia edenler tarafından içselleştirilerek , kişilerden başlayarak bütün toplumda hakim olduğu zaman, insanların birbirlerine kötülük yaptıkları takdirde , ahiret hesabının çetin olacağını bilmek korkusu insanları kötülükten alıkoyacaktır.
Bir toplumda yaşayan insanların huzur ve sükunetinin sağlanması için elbette polisiye tedbirler gerekecektir , ancak o toplumda yaşayan insanların vicdanların oluşturulacak olan vicdan polisleri , beşer polislerden daha etkili olarak görev yapacaktır.
Bir toplumun huzur ve refah içinde yaşamasının ilk kuralı , o toplumda yaşayan insanların yaptıkları kötülüğün karşılığında sadece dünya cezası ile kurtulamayacaklarını bilmeleri ile mümkündür. Yaptığı suçun dünya cezasına katlanan insan cezayı göze alarak suçu işleyebilir , ancak bu suçun uhrevi cezasının çok daha büyük olduğu inancına sahip olduğunda bu suçu işlemesi güçleşecektir.
Allah (c.c) nin yılda bir ay olarak farz kıldığı oruç ibadeti eğer maksadına uygun bir şekilde yerine getirilecek olursa , insanları yılın diğer aylarında da tutacak , ve onları yılın bütün aylarında kendisini kötülüklerden tutmasını sağlayacaktır.
Oruç tutmayı sadece ramazan ayında aç ve susuz kalmaya indirgeyenler ise , bu ibadetin hikmetini tam olarak kavramamış olacaklardır.
[005.094] Ey İnananlar! Gıyabında Kendisinden, kimin korktuğunu bilmek için, (ihramlıyken) elinizin ve mızraklarınızın ulaştığı avdan bir şeyle Allah and olsun ki sizi dener. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici azab vardır.
Oruç ibadetinin kişi ve toplum hayatında ne gibi kazanımlar meydana getirmeyi amaçladığını, Maide s. 94. ayetinin mesajını merkeze alarak anlamaya çalıştığımızda, bu ibadetin sadece aç kalmaya indirgenemeyecek kadar geniş bir anlamı olduğu da görülecektir.
Allah (c.c) bilindiği üzere hac günlerinde "İhram yasakları" olarak bildiğimiz bir takım yasaklar ihdas ederek, diğer günlerde helal olan bazı şeyleri belirli günler için haram kılmıştır. Bu haram kılmanın, kişi ve toplum vicdanını harekete geçiren bir yönü bulunmaktadır. Allah (c.c) kişilerin başına birer polis dikmek yerine vicdanlara hitap ederek , herkesin kendi polisi olmasını sağlayacak önlemler almaktadır. Bu önlemler toplum bazında insanların birbirine güven duyan bir ortamın sağlanmasına matuf olup , oruç ibadeti de böyle bir işleve sahiptir.
Ayet içindeki "Gıyabında Kendisinden, kimin korktuğunu bilmek için" cümlesi, anahtar bir cümle olup , herkesin kendi kendisinin polisi olmasını sağlayan bir oto kontrol sistemi meydana getirmektedir. Allah (c.c) bu gibi yasaklamalar ile vicdanları harekete geçirerek , kişinin başında bir polis olmasa bile her an gözetildiğini unutmamasını hatırlatmaktadır.
Allah (c.c) biz kullarına diğer günlerde HELAL olan bazı şeyleri , bazı günlerde HARAM kılmaktadır. Böyle bir uygulamanın yapılma amacı Maide s. 94. ayetinde beyan edilmektedir. Allah (c.c) kullarının kendisini görmemiş olsa bile , kendisinin kullarını her an gözetlediğini , onların her anını gördüğünü ve bildiğini bir çok ayette haber vererek , yaptıklarımızın her anının kayıt altına alındığını bilmemizi istemektedir.
Mantık açısından düşündüğümüzde bu yasakları izah etmek mümkün değildir . Değişen hiç bir şey yok iken helal olan bazı şeyler, birden belirli bir süre için harama dönüşüyor , helal iken yediğimiz bir yiyecek , yasaklanan zamanda yenildiği zaman harama dönüşüyor ve yiyen kişiyi vebal altına sokuyor.
Bu durumu Allah'a kulluk ve teslimiyetten başka bir şey ile açıklamak mümkün değildir. İnsan olarak bize düşen bunu sorgulamak değil , bu yasaklar ile bizlere verilmek istenen kişisel ve toplumsal terbiyeye odaklanarak , kul olma bilinci içinde teslim olmaktır.
İnsan topluluk halinde yaşama itiyadında olan bir varlık olup , bu yaşam bir takım kurallar dahilinde olması gerekmektedir. Kişilerin birbirlerinin hak hukukunu gözeten bir yaşam şekli toplumun selameti için olmazsa olmazlardandır. Allah (c.c) oruç gibi koyduğu ibadetler ile sadece kuru bir ibadeti değil , bu orucun insana sağladığı olgunluk vasıtası ile diğer insanların hakkına riayet edilmesini öğretmektedir.
Allah (c.c) veya beşer olsun , yasa koyucuların tamamı, koydukları yasaların çiğnenmemesini , şayet koydukları yasalar çiğnenecek olursa bu çiğnemenin cezasını da cezai müeyyide olarak yasalarına koyarlar. Beşer cinsinden olan yasa koyucular , polisiye tedbirler ile bu yasaların çiğnenmemesini sağlamaya çalışırlarken , Allah (c.c) herkesin vicdanına hitap ederek , herkesin kendi kendisinin polisi olmasını sağlamaktadır.
Oruç, insanların kendi kendisinin polisi olmasını sağlayan bir ibadet yöntemi olup , kişiler sair günlerde kendisine helal olan yiyeceklerin , ramazan ayı içinde belirli zamanda haram olması ile bir imtihana tabi tutularak nefisler terbiye edilmektedir.
Oruçlu olmak sadece belirli bir aya mahsus bir hal olarak kalmamalıdır. Oruçlu olma halini en geniş anlamda "Kötülüklerden kendini tutmak" olarak anlamlandırdığımızda kişilerin bu hallerinin belirli bir aya has değil yaşadığı hayatın tamamını kapsaması gerekmektedir.
Belirli bir zamanda farz kılınan oruç , kişilerin bütün yıl sürecek oruçlu olma halinin biraz daha yoğun yaşanacak olan bir zaman dilimini kapsamaktadır.
Oruç, kişilerden başlayarak toplumu düzelmesini sağlayan bir kulluk borcudur.
Oruç bugün her ne kadar sadece yeme ve içmeden kesilmeye odaklanmış bir ibadet haline getirilmiş ise de, bu ibadet insanların vicdanlarını harekete geçiren , her kesin kendi polisi olmasını sağlayan bir ibadettir.
Şöyle bir düşünelim ; Akşam yediğimiz bir yemek , veya içtiğimiz su, bize gündüz haram ve haram olan bu yiyecek ve içecek, elimizin altında ve karşımızda durarak bize bakmakta, ve biz ona el süremiyoruz. Yediğimiz takdirde bizi suçlu olarak görecek ve mahkum edecek hiç bir dünyevi merci olmamasına rağmen sadece , Allah (c.c) ye karşı olan GIYABİ KORKUdan dolayı elimizi yiyecek ve içeceğe süremiyoruz.
İşte oruç insandaki gıyabi korkuyu açığa çıkarıcı bir mahiyete sahiptir. Yemek ve içmek hususunda elini bağlayan olmamasına rağmen , kendi kendisi elini bağlayarak , içindeki Allah korkusunun ramazan ayında daha yoğun ortaya çıkmasını sağlayarak , diğer aylarda aynı korkunun devamı bu oruç ile sağlanır.
Bunları söylerken , oruç tutmaya gücü yetmeyenlerin bu gibi hasletlere sahip olamayacaklarını söylemek istemediğimizi hatırlatmak isteriz.
Bu bağlamda, insanda olan AHİRETE İMAN inancı büyük rol oynamaktadır. Ahirete iman etmiş olan bir kimse, bu inancı sayesinde dünya hayatı içinde yapacak olduğu bir takım hataların karşılığının ahiret gününde alacağını bilmektedir.
İşte bu ahirete iman inancı eğer gerçek olarak iman ettiğini iddia edenler tarafından içselleştirilerek , kişilerden başlayarak bütün toplumda hakim olduğu zaman, insanların birbirlerine kötülük yaptıkları takdirde , ahiret hesabının çetin olacağını bilmek korkusu insanları kötülükten alıkoyacaktır.
Bir toplumda yaşayan insanların huzur ve sükunetinin sağlanması için elbette polisiye tedbirler gerekecektir , ancak o toplumda yaşayan insanların vicdanların oluşturulacak olan vicdan polisleri , beşer polislerden daha etkili olarak görev yapacaktır.
Bir toplumun huzur ve refah içinde yaşamasının ilk kuralı , o toplumda yaşayan insanların yaptıkları kötülüğün karşılığında sadece dünya cezası ile kurtulamayacaklarını bilmeleri ile mümkündür. Yaptığı suçun dünya cezasına katlanan insan cezayı göze alarak suçu işleyebilir , ancak bu suçun uhrevi cezasının çok daha büyük olduğu inancına sahip olduğunda bu suçu işlemesi güçleşecektir.
Allah (c.c) nin yılda bir ay olarak farz kıldığı oruç ibadeti eğer maksadına uygun bir şekilde yerine getirilecek olursa , insanları yılın diğer aylarında da tutacak , ve onları yılın bütün aylarında kendisini kötülüklerden tutmasını sağlayacaktır.
Oruç tutmayı sadece ramazan ayında aç ve susuz kalmaya indirgeyenler ise , bu ibadetin hikmetini tam olarak kavramamış olacaklardır.
28 Şubat 2016 Pazar
DUA KİTAPLARI : İnsanların Umutlarını Sömüren Ahlaksızların Sömürü Aracı
"Dua" ; "sözlükte "Çağırmak" anlamına gelen bir fiilden türeyen , ıstılahta "Kulun Rabbine olan hacetini sözlü olarak dile getirmesi" anlamına gelen bir kelimedir.
[002.186] Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.
Kur'an içindeki bir çok ayet , Rabbimizin Bakara s. 186. ayetinde beyan etmiş olduğu, dualara karşılık verme sözünün yerine getirilmiş halini, bize canlı örnekleri ile sunarak , Rabbimizin vermiş olduğu bu sözün asla yalan olmadığını göstermektedir.
Ancak burada hatırdan çıkarılmaması gereken bir nokta vardır; Allah (c.c), kullarının dualarına karşılık vermesini şarta bağlamış , bu şartı ise, ona dua eden kulların bu karşılığı hak edecek ameller yapmasıdır. Kur'anda geçen duaya icabet örneklerinin tamamı , ancak bu şartı yerine getirmiş olanların dualarının kabul edildiğini göstermektedir.
Ancak ne var ki biz bu günkü Müslümanlar , bu şartı göz ardı eden bir tutum içine girerek , isteğimizi sadece söze döküp , bu isteği fiil olarak göstermediğimiz için dualar karşılık bulmamaktadır. Biz Müslümanların bu hazırcılığını ranta çevirmek isteyen kendisini uyanık zanneden din tüccarları, bu durumu istismar ederek, dua kitapları pazarlama şebekeleri kurmuşlar ve bu işi para kazanma vesilesi haline getirmişlerdir.
Yazımızın konusu , duaların nasıl kabul olunacağı hakkında değil , dua üzerinden yapılan bazı istismarları ele almaya çalışmak , ve bu yolla insanların umutlarını rant aracı haline getirerek , onları maddi ve manevi olarak sömürmeye çalışan din tüccarlarının yapmaya çalıştıkları ahlaksızlıklar hakkında bazı hatırlatmalar çerçevesinde olacaktır.
İnsanların dini duygularını istismar ederek, onlar üzerinden maddi ve manevi güç sahibi olmaya çalışmak, insanlık tarihinin kadim sorunlarından bir tanesidir. Maddi ve manevi olarak insanlar üzerinde söz sahibi olmak isteyenler , onların bu duygularını kullanarak dini, dünyevi bir kazanç kapısı haline getirmişlerdir.
Bu durumu, biz Müslümanlar cephesinde değerlendirerek , günümüzde yapılan bir istismar şeklini, dua kavramının paraya çevrilerek , bunun üzerinde maddi kazanç elde etme çalışmalarının bir ürünü olan "Dua Kitapları" nın nasıl bir ahlaksızlık ürünü olduğu üzerinde durmaya çalışacağız.
Kitle iletişim araçlarının gelişimi ile, insanlar arasında yapılan ticaret , bu araçların kullanımı ile daha geniş boyutlara ulaşmıştır. İnternet ve televizyon gibi araçlar ile , bir çok ürün daha kolay bir biçimde alıcıya ulaşmaktadır. Bu araçlar, dini ticaret metaı haline getirmek isteyen bir takım kimseler tarafından da kullanılarak , kitap , sağlık ürünleri , dini araç gereçler , muskalar , kolyeler , cevşenler v.s gibi ürünler çeşitli yayın organları vasıtası ile insanlara ulaştırılmaktadır.
Dini ticaret metaı haline getirmiş bu tüccarların , para kazanma yöntemlerinden bir tanesi, dua kitapları yolu ile yapılmaktadır. Piyasada "Büyük Dua Kitabı" , "Sırlı Dualar" , "Arşı titreten dualar" , "Şifalı Dualar" , "Erbaini İdrisiyye Duası" , "Tılsımlı Dualar" v.s gibi bir çok isim altında satılan bu kitaplara baktığımızda , insanların umutlarını sömürmek temeli üzerine kurulu bir rant imparatorluğunun olduğuna şahit olmaktayız.
Sattıkları kitabın içindeki dualar ile isteklerinin anında kabul edildiği yalanlarını halka yutturmak için şebekelerine mensup bazı insanları konuşturarak , bu kitaplara rağbet ettirmeyi amaçlayan bu ahlaksız tüccarlar , bu kitaplardaki duaları sanki sihirli değnek gibi sunarak , insanların umutlarını , hastalıklarını , işsizliklerini , ailevi sorunlarını , fakirliklerini sömürerek kasalarını doldurmaya çalışmaktadırlar.
Bu noktada, sözümüz bu kitapları satanlara olmayıp , bu kitaplardan medet uman kişilere bir kaç hatırlatmamız olacaktır ; Sizler bu kitaplardaki duaları okuyarak , hacetinizin en kısa zamanda kabul olunacağını eğer zannediyor iseniz, büyük bir yanılgı içindesiniz demektir. Bu dualar kesinlikle sihirli bir değnek değildir. Böyle bir düşünce içinde olmak demek , Allah (c.c) yi tanımamak ve ona haşa ırgat muamelesi yapmak anlamına gelecektir.
Allah (c.c) kimsenin ırgatı veya emir eri değildir , kulunun duasını kabul etmesi için koymuş olduğu ve adına "Sünnetullah" denilen şartları vardır. Bu şartlar uygulanmadığında , asla kulun isteği yerine gelmez , kul susuz çeşmeden su bekleyen bir kişi durumuna düşer.
Hasta iseniz , önce kevni ayetlerden yardım isteyeceksiniz , işsiz iseniz iş bulmak için arayışlara gireceksiniz , işleriniz kesat ise bu kesatı aşmanın yollarını arayacaksınız , fakir iseniz durumunuzu düzeltmeyi sağlayacak olan emeği sarf edeceksiniz , kısacası ne gibi bir sıkıntınız varsa o sıkıntıdan sizi kurtaracak sebeplere tevessül etmeniz, sizin dua etmeniz anlamına gelecektir.
Eğer kavli olarak dua etmek isterseniz , bu sahtekarların yalan , hurafe , şirk , iftira gibi temeller üzerine yazılmış olan ve sadece ve sadece umut sömürücülüğü yapmayı amaç edinmiş kitaplarına para vererek , o kitapları yazanları zengin etmeyin. İçinizden nasıl dua etmek geliyorsa , öyle dua edin ve bu isteğiniz doğrultusunda sebeplere sarılın , işte o zaman dualarınızın kabul edilmiş olduğunu göreceksiniz.
Eğer kavli olarak dua etmek istiyorsanız Kur'an, bu duaların en sahihlerinin toplandığı bir kitap olarak size yetecektir. Bazı peygamber isimlerini kullanarak , sizleri aldatmak isteyen bu insanların, sizler üzerinden size oynamak istedikleri oyunları , bu kitapları almamak sureti ile sizlerden başkası bozamaz.
Bu kitaplardaki duaları okumak "Olmayacak duaya amin demek" misali bir durum olup bu kitaplar, duaların kabulü için gerekli şartları göz ardı eden kitaplar olması nedeniyle, aynı zamanda kişilerin akidesini zedeleyici bir duruma da sahiptir.
Herhangi bir hacetinin kabul edilmesi için bu kitaplara para veren saf ve zavallı Müslümanlar , farkında olmadan imanlarının zedelenmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalmakta olduklarından habersiz bir vaziyette , bu ahlaksız ve vicdansız din tüccarlarının yalan ve iftiralar üzerine yazdıkları kitaplara maalesef paralar dökmektedirler.
Piyasadaki benzer hacimli başka kitaplardan daha pahalıya satılan bu kitaplar , saf ve zavallı Müslümanlar tarafından ellerinin tersi ile itilip , bu kitapları satan kanallarda boy gösteren sahtekar din tüccarlarının suratlarına tükürülmediği müddetçe , bu kitaplar üzerinden daha çok umutlar sömürülecek , ve daha çok kasalar dolacaktır.
Müslümanlar , yalan ve hurafeler üzerine kurulmuş ve din tüccarlarının ticaret metaı haline getirdikleri dua kitapları yerine , Kur'ana yönelerek bu kitaba göre hayatlarını düzenlemedikleri müddetçe , onları maddi ve manevi olarak sömürmek isteyen insanlar tarafından kolay bir lokma olarak görülerek , sırtlarından para kazanılacak bir enayi olmaktan başka bir gözle görülmeyeceklerdir.
Kur'ana yönelmiş bir Müslüman , herhangi bir derdi ve sıkıntısının halli için Rabbine dua etmek istediği zaman , yalan ve hurafe kitaplarına değil , onun kitabına baş vurarak, o kitabın duanın kabulü için beyan ettiği şartlara göre duasını yapacaktır.
Dua , Allah (c.c) ye verilen emirler manzumesi olarak yapıldığı müddetçe , hiç bir şekilde kabul şayan olmayacaktır. Dua , kulun Rabbine olan aczini ifade eden , kulluk şuurunu ayakta tutan bir araç ve , isteklerimizin kabulü için onun koyduğu şartların yerine getirildiği müddetçe kabule şayan olacaktır. Bu şuur içinde olmayan kullar , rant amaçlı şebekeler tarafından yazılmış olan dua kitaplarını alarak , içindeki duaların okunduğu anda kabul edileceğini zanneden saf ve zavallı kişiler olmaktan kurtulamazlar.
Bu noktada , bu kitapları satarak insanların umutlarını sömüren din tüccarlarına bir kaç hatırlatmamız olacaktır;
[009.034] Ey inananlar! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak, «Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir; biriktirdiğinizi tadın» denecek.
Tevbe s. 34. ve 35. ayetleri eğer bugün yeniden inecek olsaydı , insanların mallarını haksızlıkla yiyen Haham ve Rahiplere ilaveten , sizlerin dün Haham ve Rahiplerin izlediği yolun aynısını izlemiş olmanız nedeniyle , muhtemelen "HOCALAR" şeklinde bir ilave olacaktı. Çünkü sizler yaptığınız umut tacirliği ile, insanların umutlarını dini yönden kullanıp ranta çevirerek, onların mallarını yiyen Haham ve Rahiplerin yollarını takip eden insanlarsınız.
Üç kuruşluk geçici dünya menfaati için , Allah (c.c) nin Arşına bile dil uzatmaya kalkmanız , yazdığınız hurafe kaynaklı duaların Allah (c.c) nin Arşını bile titretecek güçte olduğunu iddia etmeniz anlamına gelir ki bu iddialar düpedüz "Şirk" tir. Allah (c.c) nin "Azim" olarak nitelediği Arşını titretebilecek bir güç olması demek , onun gücüne karşı koyabilecek bir güç olması anlamına gelir ki , bu da başka ilahların olduğu anlamını taşır.
Tevbe s. 35. ayetinin haber verdiği akıbete düçar olmamak için yok yakın iken bu ahlaksızlıkları bırakarak , Allah (c.c) nin helal kıldığı yollardan para kazanmanın yollarını arayın , yarın pişmanlığın fayda vermeyeceği gün dünyada şefaatçi sandığımız bazı kimseler bile kendi derdine düşerek sizleri görmeyecek ve sizi kimse asla kurtaramayacaktır.
RABBİMİZ BİZLERİ , DİNİ KULLANARAK İNSANLARIN UMUTLARINI PARAYA ÇEVİRMEK İSTEYENLERİN ŞERRİNDEN MUHAFAZA , BU TÜCCARLARIN ELİNDE OYUNCAK OLAN MÜSLÜMANLARA ŞUUR İHSAN ETSİN.
[002.186] Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.
Kur'an içindeki bir çok ayet , Rabbimizin Bakara s. 186. ayetinde beyan etmiş olduğu, dualara karşılık verme sözünün yerine getirilmiş halini, bize canlı örnekleri ile sunarak , Rabbimizin vermiş olduğu bu sözün asla yalan olmadığını göstermektedir.
Ancak burada hatırdan çıkarılmaması gereken bir nokta vardır; Allah (c.c), kullarının dualarına karşılık vermesini şarta bağlamış , bu şartı ise, ona dua eden kulların bu karşılığı hak edecek ameller yapmasıdır. Kur'anda geçen duaya icabet örneklerinin tamamı , ancak bu şartı yerine getirmiş olanların dualarının kabul edildiğini göstermektedir.
Ancak ne var ki biz bu günkü Müslümanlar , bu şartı göz ardı eden bir tutum içine girerek , isteğimizi sadece söze döküp , bu isteği fiil olarak göstermediğimiz için dualar karşılık bulmamaktadır. Biz Müslümanların bu hazırcılığını ranta çevirmek isteyen kendisini uyanık zanneden din tüccarları, bu durumu istismar ederek, dua kitapları pazarlama şebekeleri kurmuşlar ve bu işi para kazanma vesilesi haline getirmişlerdir.
Yazımızın konusu , duaların nasıl kabul olunacağı hakkında değil , dua üzerinden yapılan bazı istismarları ele almaya çalışmak , ve bu yolla insanların umutlarını rant aracı haline getirerek , onları maddi ve manevi olarak sömürmeye çalışan din tüccarlarının yapmaya çalıştıkları ahlaksızlıklar hakkında bazı hatırlatmalar çerçevesinde olacaktır.
İnsanların dini duygularını istismar ederek, onlar üzerinden maddi ve manevi güç sahibi olmaya çalışmak, insanlık tarihinin kadim sorunlarından bir tanesidir. Maddi ve manevi olarak insanlar üzerinde söz sahibi olmak isteyenler , onların bu duygularını kullanarak dini, dünyevi bir kazanç kapısı haline getirmişlerdir.
Bu durumu, biz Müslümanlar cephesinde değerlendirerek , günümüzde yapılan bir istismar şeklini, dua kavramının paraya çevrilerek , bunun üzerinde maddi kazanç elde etme çalışmalarının bir ürünü olan "Dua Kitapları" nın nasıl bir ahlaksızlık ürünü olduğu üzerinde durmaya çalışacağız.
Kitle iletişim araçlarının gelişimi ile, insanlar arasında yapılan ticaret , bu araçların kullanımı ile daha geniş boyutlara ulaşmıştır. İnternet ve televizyon gibi araçlar ile , bir çok ürün daha kolay bir biçimde alıcıya ulaşmaktadır. Bu araçlar, dini ticaret metaı haline getirmek isteyen bir takım kimseler tarafından da kullanılarak , kitap , sağlık ürünleri , dini araç gereçler , muskalar , kolyeler , cevşenler v.s gibi ürünler çeşitli yayın organları vasıtası ile insanlara ulaştırılmaktadır.
Dini ticaret metaı haline getirmiş bu tüccarların , para kazanma yöntemlerinden bir tanesi, dua kitapları yolu ile yapılmaktadır. Piyasada "Büyük Dua Kitabı" , "Sırlı Dualar" , "Arşı titreten dualar" , "Şifalı Dualar" , "Erbaini İdrisiyye Duası" , "Tılsımlı Dualar" v.s gibi bir çok isim altında satılan bu kitaplara baktığımızda , insanların umutlarını sömürmek temeli üzerine kurulu bir rant imparatorluğunun olduğuna şahit olmaktayız.
Sattıkları kitabın içindeki dualar ile isteklerinin anında kabul edildiği yalanlarını halka yutturmak için şebekelerine mensup bazı insanları konuşturarak , bu kitaplara rağbet ettirmeyi amaçlayan bu ahlaksız tüccarlar , bu kitaplardaki duaları sanki sihirli değnek gibi sunarak , insanların umutlarını , hastalıklarını , işsizliklerini , ailevi sorunlarını , fakirliklerini sömürerek kasalarını doldurmaya çalışmaktadırlar.
Bu noktada, sözümüz bu kitapları satanlara olmayıp , bu kitaplardan medet uman kişilere bir kaç hatırlatmamız olacaktır ; Sizler bu kitaplardaki duaları okuyarak , hacetinizin en kısa zamanda kabul olunacağını eğer zannediyor iseniz, büyük bir yanılgı içindesiniz demektir. Bu dualar kesinlikle sihirli bir değnek değildir. Böyle bir düşünce içinde olmak demek , Allah (c.c) yi tanımamak ve ona haşa ırgat muamelesi yapmak anlamına gelecektir.
Allah (c.c) kimsenin ırgatı veya emir eri değildir , kulunun duasını kabul etmesi için koymuş olduğu ve adına "Sünnetullah" denilen şartları vardır. Bu şartlar uygulanmadığında , asla kulun isteği yerine gelmez , kul susuz çeşmeden su bekleyen bir kişi durumuna düşer.
Hasta iseniz , önce kevni ayetlerden yardım isteyeceksiniz , işsiz iseniz iş bulmak için arayışlara gireceksiniz , işleriniz kesat ise bu kesatı aşmanın yollarını arayacaksınız , fakir iseniz durumunuzu düzeltmeyi sağlayacak olan emeği sarf edeceksiniz , kısacası ne gibi bir sıkıntınız varsa o sıkıntıdan sizi kurtaracak sebeplere tevessül etmeniz, sizin dua etmeniz anlamına gelecektir.
Eğer kavli olarak dua etmek isterseniz , bu sahtekarların yalan , hurafe , şirk , iftira gibi temeller üzerine yazılmış olan ve sadece ve sadece umut sömürücülüğü yapmayı amaç edinmiş kitaplarına para vererek , o kitapları yazanları zengin etmeyin. İçinizden nasıl dua etmek geliyorsa , öyle dua edin ve bu isteğiniz doğrultusunda sebeplere sarılın , işte o zaman dualarınızın kabul edilmiş olduğunu göreceksiniz.
Eğer kavli olarak dua etmek istiyorsanız Kur'an, bu duaların en sahihlerinin toplandığı bir kitap olarak size yetecektir. Bazı peygamber isimlerini kullanarak , sizleri aldatmak isteyen bu insanların, sizler üzerinden size oynamak istedikleri oyunları , bu kitapları almamak sureti ile sizlerden başkası bozamaz.
Bu kitaplardaki duaları okumak "Olmayacak duaya amin demek" misali bir durum olup bu kitaplar, duaların kabulü için gerekli şartları göz ardı eden kitaplar olması nedeniyle, aynı zamanda kişilerin akidesini zedeleyici bir duruma da sahiptir.
Herhangi bir hacetinin kabul edilmesi için bu kitaplara para veren saf ve zavallı Müslümanlar , farkında olmadan imanlarının zedelenmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalmakta olduklarından habersiz bir vaziyette , bu ahlaksız ve vicdansız din tüccarlarının yalan ve iftiralar üzerine yazdıkları kitaplara maalesef paralar dökmektedirler.
Piyasadaki benzer hacimli başka kitaplardan daha pahalıya satılan bu kitaplar , saf ve zavallı Müslümanlar tarafından ellerinin tersi ile itilip , bu kitapları satan kanallarda boy gösteren sahtekar din tüccarlarının suratlarına tükürülmediği müddetçe , bu kitaplar üzerinden daha çok umutlar sömürülecek , ve daha çok kasalar dolacaktır.
Müslümanlar , yalan ve hurafeler üzerine kurulmuş ve din tüccarlarının ticaret metaı haline getirdikleri dua kitapları yerine , Kur'ana yönelerek bu kitaba göre hayatlarını düzenlemedikleri müddetçe , onları maddi ve manevi olarak sömürmek isteyen insanlar tarafından kolay bir lokma olarak görülerek , sırtlarından para kazanılacak bir enayi olmaktan başka bir gözle görülmeyeceklerdir.
Kur'ana yönelmiş bir Müslüman , herhangi bir derdi ve sıkıntısının halli için Rabbine dua etmek istediği zaman , yalan ve hurafe kitaplarına değil , onun kitabına baş vurarak, o kitabın duanın kabulü için beyan ettiği şartlara göre duasını yapacaktır.
Dua , Allah (c.c) ye verilen emirler manzumesi olarak yapıldığı müddetçe , hiç bir şekilde kabul şayan olmayacaktır. Dua , kulun Rabbine olan aczini ifade eden , kulluk şuurunu ayakta tutan bir araç ve , isteklerimizin kabulü için onun koyduğu şartların yerine getirildiği müddetçe kabule şayan olacaktır. Bu şuur içinde olmayan kullar , rant amaçlı şebekeler tarafından yazılmış olan dua kitaplarını alarak , içindeki duaların okunduğu anda kabul edileceğini zanneden saf ve zavallı kişiler olmaktan kurtulamazlar.
Bu noktada , bu kitapları satarak insanların umutlarını sömüren din tüccarlarına bir kaç hatırlatmamız olacaktır;
[009.034] Ey inananlar! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak, «Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir; biriktirdiğinizi tadın» denecek.
Tevbe s. 34. ve 35. ayetleri eğer bugün yeniden inecek olsaydı , insanların mallarını haksızlıkla yiyen Haham ve Rahiplere ilaveten , sizlerin dün Haham ve Rahiplerin izlediği yolun aynısını izlemiş olmanız nedeniyle , muhtemelen "HOCALAR" şeklinde bir ilave olacaktı. Çünkü sizler yaptığınız umut tacirliği ile, insanların umutlarını dini yönden kullanıp ranta çevirerek, onların mallarını yiyen Haham ve Rahiplerin yollarını takip eden insanlarsınız.
Üç kuruşluk geçici dünya menfaati için , Allah (c.c) nin Arşına bile dil uzatmaya kalkmanız , yazdığınız hurafe kaynaklı duaların Allah (c.c) nin Arşını bile titretecek güçte olduğunu iddia etmeniz anlamına gelir ki bu iddialar düpedüz "Şirk" tir. Allah (c.c) nin "Azim" olarak nitelediği Arşını titretebilecek bir güç olması demek , onun gücüne karşı koyabilecek bir güç olması anlamına gelir ki , bu da başka ilahların olduğu anlamını taşır.
Tevbe s. 35. ayetinin haber verdiği akıbete düçar olmamak için yok yakın iken bu ahlaksızlıkları bırakarak , Allah (c.c) nin helal kıldığı yollardan para kazanmanın yollarını arayın , yarın pişmanlığın fayda vermeyeceği gün dünyada şefaatçi sandığımız bazı kimseler bile kendi derdine düşerek sizleri görmeyecek ve sizi kimse asla kurtaramayacaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)