neml suresi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
neml suresi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Aralık 2011 Perşembe

"Tebyinül Kur'an"dan Tahrifül Kur'an örnekleri 15 (Neml Suresi)

"Tebyinül kur'andan tahrifül kur'an örnekleri" başlıklı yazı serimize adı geçen eserdeki "Neml suresi" nde geçen süleyman as kıssası ile devam ediyoruz. Bu surede Süleyman as ile ilgili geçen ayetleri oluşturduğu ön kabulleri kur'ana tasdik ettirmek amacı ile nasıl meallendirip sonra verdiği meal üzerinde oturtmaya çalıştığı düşüncelerinin kur'an bütünlüğündeki tutarsızlığını görelim . Neml suresinin başında anlatılan musa as kıssası ile ilgili olarak adı geçen esere ilave ettiği "tashih notları" isimli bölümde musa as  kıssası ile ilgili yazdıklarını  daha önceden ele almıştık. 


"Kuş mantığı" adlı açtığı başlık altında  süleyman as a öğretilen "kuş mantığının" ona Davud as tarafından öğretildiğini iddia ederek Süleyman as a öğretilen kuşların konuşma dilini bilmesini sıradanlaştırarak onların bunu "keşfettiklerini" yani öğrenilen ilmin " kesbi" (çalışılarak kazanılan) bir ilim olduğunu iddia ederek ilerki bölümler için alt yapı hazırlığını yapmaktadır. Süleyman as ın davud as varis olmasını , Davud as ın savaşmak için yıllarca dağlarda kalmak zorunda olduğu için kazanmış olduğu bilgiyi oğlu süleyman as a aktardığını iddia eder , Süleyman as ın babasından öğrendiği şeyler muhakakki olmuştur ancan süleyman as a verilen bu özel yeteneğin babasından ona miras kaldığını söylemek doğru değildir. Sayın yazar kendi abartısını örtmek için "konu ile ilgili abartılar" başlığı altında kendi görüşlerinden daha çok abartılı rivayetlere yer vererek hem eserin hacminin artmasını hemde kendi yanlışını başka yanlışla örtme konusundaki yeteneğini buradada sergilemiştir.


17. ayetin mealindeki "Süleymanın insanlardan ve cinlerden oluşan ordusu" kısmına, "cinn" kavramına yüklemiş olduğu anlam çerçevesi içinde parantez açarak  "yabancılardan" şeklinde meal veren yazar bu düşüncesini süleyman as ın ordusundaki cinlerin orduya levazım ve ordu donatım hizmeti veren yabancı insanlar olduğu iddiasını muharref tevrattan aldığı bir bölüm ile taçlandırmıştır!.

18. ayetteki "dişi karıncanın halkına evlerinize girin" demesi ile ilgili olarak, ayette geçen "karınca vadisinin" rivayetlere göre bir bölge adı olduğu karıncaların bol olduğu yerin adı olmadığı ve oranın yöneticisinin bir bayan!! olduğunu iddia eder ve oranın halkının insanlardan oluştuğu iddiasını şöyle sürdürür.


" Neml Vadisi'ndeki halkın bilinen karıncalar olmadığı, halkına seslenen karıncanın Âyette kullandığı "meskenlerinize [evlerinize]" ifadesinden de anlaşılmaktadır. Çünkü mesken = ev sözcüğü insanlar için kullanılan bir sözcük olup karınca, kertenkele türünden yaratıkların barınakları Arapçada cuhr sözcüğüyle ifade edilir. Ayrıca Âyetteki ifadeye dikkat edildiğinde, sözcüğün mesakineküm = evleriniz şeklinde çoğul olarak kullanıldığı görülür. Hâlbuki karıncalar komün hâlinde yaşarlar ve her birinin ayrı bir meskeninin olması söz konusu değildir.

Sayın yazarın ön kabulleri neticesi oluşturmuş olduğu , "süleyman as bir karıncanın konuşmasını anlayamaz" şeklindeki düşüncesine uygun olarak vadideki karıncanın "evlerinize girin" demesinden "ev" kelimesinin insanlar için kullanıldığını iddia eder , nahl suresi 68. de"Rabbın bal arısına da şöyle vahyetti: dağlardan ve ağaçlardan ve kuracakları köşklerden göz göz evler edin" mealindeki ayetteki "buyuten"(evler) kelimesi veya ankebut suresi 41 deki " Allah'tan başka dostlar edinenlerin durumu, kendine yuva yapan dişi örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümceğin yuvasıdır. Keşke bilseler." ayetindeki " beyten" (ev) ," elbuyut" (evler), "beytül ankebut" (örümceğin evi) şeklinde geçen bu kelimelere dayanarak neden arı ve örümcekleri insan olarak görmediğinin izahını nasıl yapabilir?. Eserinin çoğu yerinde yaptığı gibi kendi mesnetsiz iddialarını örtmek için başkalarının mesnetsiz iddialarını eserine alıp "göz bağcılığı" metodu ile kendi yanlışlığını o yanlışlar ile örtmeye çalışmaktadır. 


19. ayette ,karıncanın konuşmasını anlayacak kudreti kendisine veren Allaha şükreden ssüleyman as ın "tebessüm etmesi ile ilgili olarak sayın yazar şunları yazmaktadır.


"Süleymân peygamberin gülme sebebi, Karınca Vadisi'ndeki kadın yöneticinin kararından/kavlinden (hukuk dilinde   القول - el-gavl, = karar, hüküm demektir.) kaynaklanmaktadır.
Çünkü Karınca Vadisi halkı onlara engel olmaya kalkmamış, zorluk çıkarmamıştır. Süleymân peygamber, bu vadiden savaşarak, maddî ve manevî kayıplar vererek geçebileceğini sanıyor olmalıydı ki, yöneticinin kararı ile rahatça ve sorunsuz olarak geçme imkânının ortaya çıkması onu çok mutlu etmiştir. Bu mutlu sonuç karşısında Rabbim! bana anne-babama lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağım barışçıl bir iş yapmama imkân ver. Ve rahmetinle beni barışsever kullarının arasına sok " diye dua etmiştir."

 "Beyt " kelimesini kur'an bütünlüğünü gözetmeden sadece "insanların barınağı" şeklindeki anlamından hareketle karıncaları insan yapan fakat arı ve örümceği insan yapmayı unutan yazar, mesnetli !!! iddia olarak süleyman as ın tebessümünü, o vadiden savaşmadan çıkmanın verdiği mutluluk ifadesi olduğunu yazmaktadır. "Olaya akli bir yaklaşım" başlığı ile, "onların bir an için karınca olduğu yaklaşımını doğru kabul edelim" derken bile kendi ön kabulu doğrultusunda olaya baktığının açık bir işaretini vererek "doğru değil ama bir an için doğru kabul etsek bile"şeklinde aklını kur'a dışı yaklaşımlara kiraya vermenin örneğini göstermektedir. 


20-21. ayetlerde Süleyman as ın kuşları denetlemesi ile ilgili olarak denetleme esnasında mevcut olmayan "Hüdhüdün" kuş değil kuşların bakıcısı olduğunu  ve bu iddiasına mesnet olarak "hüdhüd" ün konuşmalarını delil göstererek onun akıllı ve iradeli bir yaratık olduğunu ve bu sözleri söyleyenin bir kuş olamayacağını iddia eder. Sayın yazar buradada geleneksel tefsir anlayışının içine düştüğü açmazlardan olan " kıssa içinde dönüp dolaşmak" mantığı ile kıssanın bize bakan yönünü hiç hesaba katmamış ve olayı o günkü yaşanmışlığı içinde hapsederek "intak(konuşturma ) sanatı " dahilinde yapılan bir metod ile kuş üzerinden bize mesaj verildiği noktasını kaçırmıştır, kıssada verilmek istenen mesaj kuşun söyledikleri üzerinden bizlerin ibret almasıdır. Sayın yazar kıssanın devamında, Süleyman as ın Hüdhüd adlı kuş ile "Sebe" melikesine gönderdiği mektubun mahiyetini bırakıp kuşun o mektubu taşıyıp taşıyamayacağı meselesi üzerinde kafa yorarak şunları der. 


"Olayların geçtiği çağda kullanılan yazı çivi yazısı veya hiyeroglif, yazı malzemesi de taş levha, kil tablet, papirüs veya hayvan derisidir. Çinliler tarafından M.S. 1. yüzyılda icat edilecek olan kâğıt henüz o dönemde mevcut değildir. Bu faktörler yüzünden Süleymân peygamberin Melike'ye yazdığı mektup Hüdhüd kuşunun taşıyamayacağı bir hacimde olmak durumundadır. O çağdaki hangi yazı malzemesi üzerine yazılırsa yazılsın, bu mektubu güvercin büyüklüğündeki bir kuşun Filistin'den Yemen illerine taşıyabilmesi mümkün değildir. Arkeolojik araştırmalar sonucu bu mektup bulunup gerçek anlaşılıncaya kadar bizim ağırlıklı kanaatimiz şu yöndedir: O günkü yazı malzemelerinden birine yazılmış olan bu mektup muhtemelen Yemen'e at, eşek, deve gibi o zamanın ulaşım araçlarından biriyle ve Hüdhüd'ün himayesinde gönderilmiş olmalıdır."

Başka kaynaklardaki alıntıları israiliyat ve abartı olarak nitelendiren sayın yazar , "benim abartım veya benim israiliyatım daha iyidir" edalarında kağıdın ne zaman bulunduğundan yola çıkarak mektubun kağıt üzerine yazılmasının mümkün olmadığı ve dolayısı ile arkeolojik çalışmalarda o mektubun bulunmasına kadar kendi düşüncesinin geçerli olacağını söyler ve  Süleyman as ın sarayındaki ihtişamın kur'anda bile yer almasından hareketle kağıdın süleyman as devrinde mevcut olabileceği ihtimalini hesaba katmaz.

 38-39. ayetlerde süleyman as ın, melikenin tahtını en kısa zamanda kimin getireceğini sorması üzerine cinlerden bir ifritin " ben onu sana makamından kalkmadan getiririm" sözü üzerine " makam kelimesi üzerine yaptığı derin!! tetkikler sonucunda "makamından kalkmadan onu sana getiririm" sözünün gerçekleşme zamanının "süleyman as ın iktidarı zamanı içinde " olduğu çıkarımını yapar. Ayeti dikkatli ve ön kabulsuz okuyan birinin, süleyman as ın Melikenin tahtını kendisi Süleyman as a gelmeden önce kimin getirebileceğini sormasına rağmen cinlerden bir ifritin," ben onu sana ancak iktidarın zamanı içinde getirebilirim" yani yakın bir zamanda bunu getirmeye gücüm yetmez demesinin akılcı olması bir yana alaycı bir uslup olduğunu ve bunu süleyman as gibi bir hükümdara kimsenin söylemeye cesareti olamayacağını neden düşünemez? 


40. ayette, deyim yerindeyse ipin ucunu kaçıran yazarımız ayetin malini verdikten sonraki yorumu şöyle yapmaktadır.  

"Kitaptan bilgisi olan kişi"nin Âyette nakledilen قبل ان يرتدّ اليك طرفك - gable enyertedde ileyke tarfuke şeklindeki ifadesi, -klâsik meal ve tefsirlerde görüldüğü gibi- "gözünü açıp kapamadan" demek olmayıp "senin bakışın kendine dönmeden önce" demektir. Yani;   
"Sen bu işi kafandan silmeden önce;  sen şimdi aklına Sebe' melikesi ve ülkesini taktın, başka bir şey düşünmüyorsun ve gözün hiçbir şey görmüyor;  başka bir konuyla ilgilenmiyorsun, kendine dönüp bakmıyorsun ya, işte ben bunu sen kendine bakmadan yani bunu kafandan silmeden, gündemden düşürmeden sana getiririm" demektir." 

"Asıl önemli olan ve dikkate alınması gereken, Âyetlerin temel mesajlarıdır." sözünü kendisinin yazmasına rağmen ayetin temel mesajını bir tarafa atıp kıssa içinde dönüp dolaşırken başı dönüpte sağa sola yalpalayanların misali , Süleyman as ın , melikenin tahtını en kısa zamanda kimin getireceği sorusuna cevap olarak verilen sözleri alt üst edip mecaz mana haline sokan sayın yazar tahtın getirilme süresi ile ilgili olark şunları yazar.  

"Kur'ân'da olayların gelişimlerindeki zaman aralıkları belirtilmemiş ve tahtın ne zaman, nasıl ve kim tarafından getirildiği hususlarında bilgi verilmemiştir. Ancak tahtın Süleymân peygambere getirilişinin "bilgin kul"un konu edildiği Âyette yer almasına bakılarak onun "bilgin kul" vasıtasıyla getirilmiş olduğu söylenebilirse de, "bilgin kul"un konuşması ile tahtın getirilişi arasında geçen zaman konusunda bir şey söylemek mümkün değildir. Muhtemeldir ki, tahtın getirilişi bir anda olmamış, uzun bir süreçte gerçekleşmiştir." 

Bilgin kulun konuşması ile tahtın getirilişi arasındaki zaman farkını, kur'anı kur'andan okumak suretiyle anlama yoluna giden birisi için hiçte problem olmayacak kadar kolay ve net olan bir olayı debelendikçe batanlar misali batırdıkça içinden çıkılmaz bir hale sokmaktaki başarısı kayda değer olan sayın yazarın, ayetin devamında "felemma reahu" (onu gördüğünde) kelimesindeki "fe" bağlacının ne ifade ettiğini bilemeycek kadar cahil olmadığını düşünmemize rağmen ve tahtı yanında gördüğü zaman süleyman as ın şükür sebebinin bu kadar kısa zamanda bir şeyi yanına getirebilecek güçtekilere hakim olmasının verdiği rehavete kapılmayıp hemen o gücü kendisine bahşeden rabbini hatırlamasının bizim için bir örnek teşkil etmesi gerektiğini vurgusunu anlamayacak kadar ve kıssadan hisse alınması meselesinden habersiz olarak kıssalara bakış açısını doğru bulmadığımızı belirtmek isteriz. 

Kur'an kıssalarındaki tevhidi mesajı bir tarafa atıp kıssa içindeki meseleri ortaya koyarak o kıssanın bize ne gibi bir mesaj vermesi gerektiği meselesini öteleyerek "suni gündem" oluşturup ve kıssayı alelade bir metin gibi istediği gibi evirip çevirebileceğini  zanneden sayın yazar kıssadaki asıl mesajın müteşabih bir anlatım uslubu ile Süleyman as ile Sebe melikesi arasındaki geçen olayların bizim için ne gibi mesajlar içerdiğini aklına bile getirmeden sanki esas mesajın tevhidi bir mesaj içerdiğini bilipte onu örterek dikkatleri başka yöne çekenlerden bir farkı maalesef kalmamıştır. Bu konu ile ilgili olarak "Müteşabih kavramı çerçevesinde süleyman as kıssası hakkında bir mülahaza" adlı yazımızda, bu kıssanın bizim için ne gibi bir mesaj içerdiği meselesi üzerinde durmaya çalışarak kıssayı kur'an bütünlüğünü gözeterek anlamaya çalıştık isteyenler o yazımıza bakabilirler.  


                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.