Kılınması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kılınması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ekim 2017 Pazartesi

Recm Cezası Örneğinde Allah'ın Ayetlerinin Geçersiz Kılınması ve Bu Cezanın Kur'an Ayeti Olduğu İftirası Üzerine Bir mülahaza

Bugün bir çok Müslümana şayet, "İslam hukukunda zina eden evli bir erkek ile, evli bir kadının cezası nedir?" diye sorulacak olsa alınacak olan cevap, "Recm edilmek yani taşlanarak öldürülmek" şeklinde olacaktır. Ancak Kur'an zina eden kimseler için  böyle bir ceza emretmemekte, fakat bu ceza Kur'an'da böyle bir ayetin inmiş olduğu, Muhammed (a.s) ın vefatı sırasında bu ayetin yazılı olduğu sayfaların keçi tarafından yenmesi sureti ile Kur'an'a konulmadığı gibi, neresinden baksanız yalan ve iftira olan bir rivayetle desteklenerek, veya bu cezanın Muhammed (a.s) tarafından uygulandığı iddia edilerek, İslam hukuku içine sokulmuş, dahası bu cezayı ret etmek ise küfrü gerektiren bir cürüm haline sokulmuştur.

Yazımızın konusu, bu ceza örneğinde Allah'ın ayetlerinin geçersiz kılınmasına nasıl kılıflar geçirildiğini ortaya koymaya çalışmak olacaktır. 

Recm cezasının Kur'an'a rağmen İslam hukuku içine sokulmasının yollarından birisinin, bu cezanın ayet olarak indiği şeklinde bir iddia ile gerçekleştiğini yukarıda söylemiştik. Elimizdeki mushaf içinde olmayan bu ayet, Nesh Teorisi ile işler hale getirilmiştir. Bilindiği gibi bu teoride Metni mensuh hükmü baki şeklinde bir kategori bulunmaktadır. Bu kategorinin açılma sebebi ise sadece recm cezasının Allah'ın bir ayeti olduğu inancını sağlamlaştırmak amaçlıdır.

Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) a indirdiği iddia edilen ve keçinin yediği !! recm ayeti rivayetlerde şu şekildedir;

Evli erkek (eşşeyhü) ve evli kadın (eşşeyhetü) zina ederlerse, Allah'tan bir ceza olmak üzere onları recm edin. Allah aziz ve hakimdir.

İddia, bu mealdeki bir ayetin Allah (c.c) tarafından indirildiği, fakat Muhammed (a.s) ın vefatı sırasındaki telaştan dolayı, Aişe validemizin yatağının altında yazılı bulunan bu ayetin keçi tarafından yendiği, bundan dolayı metninin mushaf içinde olmasa dahi, hükmünün geçerli bir ayet olarak yürürlükte olması gerektiği yönündedir. 

[004.082] Onlar halâ Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilâflar) bulacaklardı.

Bu iddia bir çok yönden ele alınarak ne kadar yalan ve iftira ile dolu olduğu ortaya konulabilir. Biz konuyu Kur'an'ın çelişkisiz bir kitap olması yönünden ele almaya, Nur s. içinde bulunan zina ile ilgili ayetlerin evlileri de kapsadığını ortaya koymaya çalışarak, eğer böyle bir ayet inmiş olsa idi ki inmesi imkansızdır, Kur'an'ın kendi içinde çelişki barındıran bir kitap durumuna düşeceğine dikkat çekmeye çalışacağız.

[024.001]  Bu, indirip, hükümlerini kesinleştirdiğimiz suredir. Öğüt alasınız diye onda apaçık ayetler indirdik.

Nur s, 1. ayetinde Allah (c.c) bu sure için Faradnahe yani hükümlerini kesinleştirdiğini buyurmaktadır. Bu ikaz konumuz olan aynı sure içindeki zina hükümlerini içeren ayetler içinde geçerli olduğu asla unutulmamalıdır.

الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ ۖ وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ فِي
دِينِ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۖ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ

[024.002] Zaniye ve zanî, hemen bunlardan her birine yüz değnek vurun, Allahın dininde bunlara bir acıyacağız tutmasın, Allaha ve Âhıret gününe gerçekten inanıyorsanız, hem mü'minlerden bir taife azâblarına şâhid olsun

Hükümlerinin kesinleştirildiği beyan edilen surenin 2. ayeti, zina eden kadın ve erkeğe verilecek cezayı bildirmektedir. Zina eden kadın ve erkeğe verilecek olan ceza, ayette 100 değnek olarak bildirilmektedir. 

Ancak bu cezanın bekar olanları kapsadığı, evli olanlar için ayrı bir ayet indiği, inen bu ayetin başına neler geldiği !! herkesçe malumdur. Biz bir an için recm ayetinin Allah (c.c) tarafından indirilmiş olduğunu, elimizdeki mushafın herhangi bir suresinin içinde olduğunu farz ederek, Nur s. içindeki diğer ayetlerde evli olan bir kimsenin zina cezasının nasıl olduğunu görmeye çalışalım.

[024.006]  Kendi eşlerine (zina suçu) atan ve kendileri dışında şahidleri bulunmayanlar ise, onlardan da her birinin şahidliği, Allah adına dört (kere yemin) ile kendisinin hiç şüphesiz doğru söyleyenlerden olduğuna şahidlik etmektedir.
[024.007]  Beşinci defada da, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lanetinin kendi boynuna olmasını ifade etmelidir.

Nur s. 6. ayetinden itibaren, eşleri hakkında zina isnadında bulunan, fakat eşlerinin ceza görmesi için gerekli olan 4 şahidi bulunmayanlar için gerekli olan prosedür beyan edilmekte, zina eden evlinin cezası da bu ayetler içinden çıkmaktadır. Eşinin zina ettiğine dair 4 şahidi olmayan kimse, bu şahitler yerine kendisi 4 defa yemin edecektir. Ayetteki olay karısı zina eden bir erkekmiş gibi anlatılmış, fakat aynı durum kocası zina eden bir kadın için de geçerlidir. 

وَيَدْرَأُ عَنْهَا الْعَذَابَ أَنْ تَشْهَدَ أَرْبَعَ شَهَادَاتٍ بِاللَّهِ ۙ إِنَّهُ لَمِنَ الْكَاذِبِينَ

[024.008] Kadının dört defa: «Allah'a yemin ederim ki, o muhakkak yalancılardandır!» diye şahitlik etmesi kendisinden azabı kaldırır.
[024.009] Beşincisinde ise, eğer o (kocası) doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını ister.

Nur s. 8. ve 9. ayetlerde, kendisine zina isnadında bulunulan kadın şayet 4 defa zina yapmadığına dair yemin ederse, zina cezası almaktan kurtulmaktadır. 

Burada şöyle bir soru sorulmalıdır, bu soruya alacağımız cevap, Kur'an'ın evli kadın ve erkek zaniye verdiği cezayı ortaya çıkaracaktır.

Eğer bu kadın zina ettiğini itiraf etmiş olsaydı alacağı ceza ne olacaktı?

Bu sorunun cevabı için surenin 2. ayetinde geçen ve zina eden kadın ve erkeğe verilen 100 değnek cezası için kullanılan, ve bu cezanın açık bir alanda ve herkesin görebileceği bir şekilde olmasını emreden cümle içinde geçen Azabehuma kelimesi anahtar bir mahiyet arz etmektedir.

Nur s. 8. ayetine baktığımızda zina etmediğine dair yemin etmesinin o kadından cezayı kaldıracağı bildirilmekte, bu beyanın Arapça metni ise, Ve yedreu anhel azabe şeklindedir. 

Burada şöyle bir sorulacaktır; 

Kadından kalkan azap yani ceza, hangi cezadır?

Cevap= Nur s. 2. ayetinde geçen Azabehüma kelimesi 100 değnek cezasının ifade ettiğine göre, Nur s. 8. ayetinde geçen kendisine yapılan zina isnadını ret eden kadından kalkan ceza 100 değnek cezasıdır. 

YANİ EVLİ KADIN ŞAYET ZİNA ETTİĞİNİ İTİRAF ETMİŞ OLSAYDI, ALACAĞI CEZA 100 DEĞNEK CEZASI OLUP, KENDİSİNE YAPILAN ZİNA İSNADINI RET ETMEK SURETİ İLE İTİRAFI HALİNDE ONA UYGULANACAK OLAN 100 DEĞNEK CEZASI ONDAN KALKMIŞTIR.

Şimdi soruyoruz, Allah (c.c) zina eden kadın ve erkeğin, evli veya bekar olduğuna bakmadan, 100 değnek ile cezalandırılması hükmünü kesinleştirdiğine göre (Nur s.1 ayet), aynı kitap içinde zina eden evliler için ayrı bir ayet indiğini iddia etmek, Kur'an'da çelişki olduğu iftirasını atmak değil midir?. Recm cezasını savunmak demek, aynı zamanda Kur'an'a karşı yapılmış bir çelişki isnadını da savunmak anlamına gelmektedir. 

Recm cezası, Allah'ın ayetlerinin nasıl işlevsiz bırakılabileceğine dair verilebilecek bir örnektir. Allah (c.c) nin zina suçuna verdiği cezayı beğenmeyerek, farklı ceza uygulaması isteklerinin Allah'ın ayetlerine ve elçisine yalan iftiralar düzmek sureti ile İslami bir kılıf uydurma çalışmaları, biz Müslümanların yüz karalarından bir tanesidir. Nur s. 2. ayetine bakıldığında bu cezanın Allah'ın Dini olduğu beyan edilmektedir. Bu cezanın dışında bir cezayı dine yamamaya kalkmak, Allah'ın dininin üzerine din bina etmeye çalışmaktan başka bir şey değildir.

İşin daha acı bir yönü ise, recm cezasını kabul etmeyenlerin, Kafir, Zındık, Hadis sünnet inkarcısı gibi yaftalarla suçlanmış olmasıdır. Yine işin daha ahlaksızca bir yönü ise, recm cezasını ret edenlerin zina etmeyi meşru gören, fakat bu suçun cezasının bu kadar ağır olmasını istemeyenler oldukları iddiasıdır.

Ayrıca bu cezanın Muhammed (a.s) tarafından uygulandığı iddiaları da, ona yapılmış ayrı bir iftiradır. Kendisine inen kitabın ayetlerinin hükmüne aykırı hareket eden bir elçi portresini Muhammed (a.s) için düşünmek, ona yapılmış en büyük iftiralardan birisidir. Recm cezası neresinden tutsak maalesef elimizde kalmaktadır.

Recm konusu aynı zamanda biz Müslümanlar için Kur'an'ın ne ifade ettiğini de ortaya koyan bir imtihan konusudur. Kur'an'ın beyan ettiği bir cezanın karşısına başka bir ceza ile çıkmak demek olan recm cezası, bu cezayı savunanların Kur'an'ı nasıl arkalarına attıklarının canlı bir örneğidir. 

Mütevatir sünnet Kur'an ayetini nesheder şeklinde bir hezeyan dolu iddia ise, recm cezasını meşrulaştırmak için ortaya atılmış iddialardan bir tanesidir. Kur'an'a aykırı hareket ettiği iftirası ortaya atılan Muhammed (a.s) ın recmi uyguladığı iddiası, bu konudaki Kur'an ayetinin hükmünü kaldırabileceği tezinin ortaya atılmasına sebep olmuştur. Yani Muhammed (a.s) Allah'ın zina konusundaki cezasını az görerek, daha etkili bir ceza uygulamış, ve bu ceza ile Kur'an ayetinin hükmünü kaldırma yetkisi olduğu zannı yayılmaya çalışılmıştır.

Yine bu cezanın Tevrat'ta olduğu, Nur s. 2. ayeti gelene kadar, Muhammed (a.s) ın recm cezasını uyguladığı, ayet indikten sonra bu cezayı uygulamadığı iddiaları ortaya atılmaktadır. Başka bir yazıda bu konuyu ele almaya çalıştığımız için burada sadece recm cezasının Tevrat'ta Allah (c.c) tarafından indirilen bir ceza olmadığı, şayet var ise İsrailoğullarının böyle bir cezayı Tevrat'a dahil etmiş olmalarının kuvvetli bir ihitmal olduğunu, burada kısaca söylemek istiyoruz.

Sonuç olarak; Kur'an zina eden kadın ve erkeğe evli bekar ayrımı yapmadan 100 değnek cezası vermiş olmasına rağmen, bu cezanın bekarlar için geçerli olduğu, evliler için recm cezası uygulanması gerektiği, İslam dünyasında yaygın olan bir görüştür. 

Allah'ın evliler için ayrı bir ayet indirdiği, bu ayetin mushafta metni olmasa dahi hükmünün geçerli olduğu iddiası, akıllara zarar bir teori ile ortaya konulmakta, fakat bu teorinin yol açtığı tehlikeler görmezden gelinmektedir. Böyle bir iddianın yol açtığı tehlikelerden sadece bir tanesi, Allah'ın çelişkisiz bir kitap olarak beyan ettiği kitabına karşı, o kitapta çelişki olduğu iddiası olup, bu tehlikenin ne yazıktır ki farkına dahi varılmamakta, bu  cezayı ret edenler tekfir edilmektedir.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


16 Kasım 2015 Pazartesi

Bakara s. 125. Ayeti : El Beyt'in (Kabe) İnsanlar İçin Mesabe Kılınması

Allah (c.c) nin bizim için razı olduğu (5.3) , ve ondan başkasının bizden kabul edilmeyeceği (3.85) din'in bir rüknü  olan Hac ibadeti , diğer rükünlerin mekanik ve ruhsuz bir hale getirilmesine paralel olarak, aynı şekilde ruhsuz ve mekanik bir hale getirilmiştir. Tevhidi bir yaşamın, sembollerle ile ifadesi olan bu ibadet , amacından uzak bir şekilde ifa edilerek , tamamen ilmihal bilgileri etrafında oluşturulmuş kuralların ifa edilmesi ile "Hacı bey" veya "Hacı abla" lakabını almaya yönelik bir ibadet haline getirilmiştir. Bu yazımızda , Bakara s. 125. ayeti etrafında bu ibadetin nasıl bir maksadı olduğunu okumaya ve anlamaya çalışacağız. 

Ayet ile ilgili okumaya başlamadan önce , insan hayatında önemli bir yeri olan "Sembol" kelimesinin bizim için nasıl bir anlamı olduğunu bilmenin fayda getireceğini düşünüyoruz. 

"Sembol" kelimesi ; "Duyularla ifade edilmeyen şeylerin somut hale sokularak ifade edilmesi" anlamına gelir. Dini alanda semboller önemli bir anlama sahiptir. Hac ibadeti bağlamında bu sembollerin önemi, özellikle "Beyt" (ev) kelimesinin sembolize ettiği anlamın okunması sonucunda daha doğru ve kolay anlaşılacaktır

Ve iz cealnâl beyte mesâbeten lin nâsi ve emnâ(emnen), vettehizû min makâmı ibrâhîme musallâ(musallen) ve ahidnâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle en tahhirâ beytiye lit tâifîne vel âkifîne ver rukkais sucûd(sucûdi).

[002.125] Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara mesabe ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından salatgah edinin . İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, ahid vermiştik.

Mekke şehrinde bulunan Kabe'nin , "El Beyt" olarak isimlendirilmiş olmasının ne anlama geldiğini anladığımız zaman , ayet içinde gelen sonraki ibareler olan makam , salat,tavaf , rüku ve secde kelimeleri ile nasıl bir mesaj verilmek istenildiğini anlamak kolaylaşacaktır. 

"El Beytü" kelimesi ; "Gecenin karanlığından sığınılan yer" anlamında olup, bu anlamı  Kur'anda geçen "Zulümat" (Karanlık) kelimesinin, mecaz anlamdaki kullanışları ile alakasını kurarak okuduğumuzda, Kabe olarak bildiğimiz El Beyt'in işlevini anlamak kolaylaşacaktır. 

[002.257] Allah, iman edenlerin velisidir, onları karanlıklardan (ezzulumat) aydınlığa (ennur)çıkarır. İnanmayanların dostları ise Tağut'tur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. İşte onlar cehennemliklerdir, hep orada kalacaklardır.
[005.015-16]  Ey kitap ehli! Kitaptan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açıklayan, çoğundan da vazgeçen peygamberimiz size geldi. Ayrıca size, Allah'tan bir nur ve apacık bir kitap da gelmiştir.Allah , rızasına tâbi olanları onunla selâmet yollarına götürür ve onları izniyle zulmetlerden nûra çıkarır ve onları dosdoğru yola hidâyet eder.
[006.039] Ve o kimseler ki, Bizim âyetlerimizi yalanladılar. Zulmetler içinde kalmış birtakım sağır ve dilsizlerdir. Allah Teâlâ kimi dilerse şaşırtır, kimi de dilerse doğru bir yol üzerinde kılar.

Bu ve benzeri ayetlerde geçen "Zulümat" kelimesi , Allah (c.c) nin vahy ile göstermiş olduğu yolun ret edilmesi halinde kişinin düştüğü durumu tasvir etmektedir.

İnsanların karanlıktan sığındıkları yerin adının "Beyt" (ev) olması ile, Kabe'nin "El Beyt" yani karanlıklardan sığınılan bir yapı olmasının ne  anlama geldiğini açıklamaktadır. Senenin belirli bir zamanında oraya gelebilme imkanı olanlar tarafından yapılan bir takım sembolik ritüellerle Allah (c.c) önerdiği bir hayatın nasıl yaşanması gerektiğine dair bilgiler, yeniden hatırlanır ve tazelenir, ve dünyanın diğer şehirlerinde yaşayanlar için Müslümanlar tarafından oluşturulan örnek bir şehir hayatının nasıl olduğu Mekke şehrinden tüm dünyaya ilan edilir. 

Çünkü Hac adı verilen bu ibadet, içinde ticari yaşamı da barındıran bir panayır havası içinde icra edilerek, insanların en yaşantısında önemli bir yer tutan sosyal hayatın nasıl yaşanması gerektiği, bu şehirde pratize edilerek gösterilir.

Bakara s.125. ve Hac s. 26. ayetlerinde, Allah (c.c) nin "Beytiye" (Evim) dediği Kabe, vahiyden uzak bir hayatın getirdiği karanlıktan sığınarak eminliğe ve güvene sığınılan bir adres olarak yapılmış sembolik bir yapıdır.

El Beyt'in "Mesabeten" kılınması ; 

Çevirilerde "Sevap kazanma yeri" , "Toplanma yeri" gibi anlam verilen bu kelime , bu kelimeler ile ifade edilemeyecek kadar anlamlıdır. 

"Mesabeten" ; "Bir nesnenin önceden üzerinde bulunduğu ilk durumuna , veya düşüncede amaçlanmış , düzenlenmiş veya hazırlanmış olan durumuna geri dönmesi " anlamına gelen "Sevbün" sözcüğünden türemiş, zaman ve mekan ismi sigasında bir kelimedir.

Bu kelimenin içerdiği anlamı dikkate alarak  "El Beyt" , insanlar için fıtrat ayarlarına geri dönme mekanı , fıtrat yasalarını hatırlama mekanı, tabiri caiz ise fabrika ayarlarına geri dönüş mekanı olarak bina edilmiş bir yapı olduğunu söyleyebiliriz.
 
İnsan'ın fıtratında , kendisini koruyacağına inandığı güçlü ve yüce olarak bildiği varlığa sığınmak gibi özellik vardır. "Beytürrab" (Evin reisi) deyimi Arapların günlük dillerinde kullandıkları bir kelime olup , bir evin içinde söz sahibi olan kimse için kullanılan bir deyimdir. 

Araf s. 172. ve 173. ayetlerinde beyan edilen , fıtratımıza yerleştirilmiş olan Allah (c.c) yi Rab olarak tanıma bilme yetisi , Kureyş suresi içinde, "Şu Beyt'in Rabbine kulluk etsinler" sözü ile pekiştirilmektedir. Allah (c.c) nin "Beyt'in Rabbi" olması demek, evin içinde söz sahibi yani evin reisi olması anlamını taşımakta olup, Mekkeli ilk muhataplar tarafından çok iyi bilinen bir olgudan hareketle , kendisinin bizlere karşı olan nimetlerinin karşılığında her konuda söz ve yetki sahibi olan birisi olarak bizlere tanıtmaktadır.

El Beyt'in "Emnen" güvenli bir yer kılınması ;


[003.096-97] Muhakkak ki insanlar için konulmuş ilk ev; çok mübarek olarak kurulan ve alemler için hidayet olan Bekke'deki dir.Orada apaçık deliller vardır, İbrahim'in makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana Allah için Kabe'yi haccetmesi gereklidir. Kim inkar ederse, bilsin ki; doğrusu Allah alemlerden müstağnidir.

Al-i İmran suresi içindeki bu ayetler, konumuz olan ayet ile yakında ilintili olup, emin olma durumu bu ayet içinde de okunmaktadır. Beyt'in esas anlamı olan, tehlikeden sığınma amaçlı olarak sığınılan bir yer olması , "Kabe" adı ile bildiğimiz yapının içine hakiki anlamda girilerek emin olma  durumunu değil, o binanın sembolize ettiği anlamın göz önünde bulundurularak , Allah (c.c) nin evine yani onun elçileri ile indirmiş olduğu vahye sığınarak dünya ve ahiret korkusunda emin ve korunmuş olmayı ifade etmektedir.

Fıtratında sığınma ihtiyacı olan biz insanların sığınabileceği tek güvenli ev "Beytullah" yani Allah'ın evi olup, buraya sığınan kişi o evin sahibinin kendisi için koymuş olduğu yasaları hayatında uygulaması neticesinde yani evin kurallarına uyarak emin ve güvenli bir hayat yaşayacaktır. 

Yaşadığımız dünyayı bir çeşit ev olarak kabul edecek olursak , bu evin sahibi Allah (c.c) dir. Beyt'ürrab olan Allah (c.c) evin reisi olarak o evde rahat ve huzurlu yaşamamız için belirli kurallar koymuş ve evin içinde başkasının kural koyma gibi bir yetkisi olmadığını beyan etmektedir. 

Bu evin dışında başka bir ev de yaşamak gibi bir imkanımız olmadığına göre evin Rabbi olan Allah (c.c) nin kurallarına uymak zorundayız , bunun tersi bir durum yani evin bireylerinden olan biz gibi insanlar ev içinde kural belirlemeye kalktığında zaman ev içinde huzursuzluk çıkarak, bardak, tabak, masa, sandalye ne varsa kırılarak, şu andaki yaşadığımız dünyanın içinde bulunduğu durum meydana gelecektir. 

Kısacası Kabe olarak bildiğimiz yapı, yaşadığımız dünyanın  küçük bir prototipi olup , bu dünyada nasıl yaşanması gerektiği Kabe etrafında yapılan ritüellerle gösterilmektedir.

İbrahim'in makamından salatgah edinmek ; 

Bu cümlenin Hac ibadeti esnasında hayata geçiriliş şekli , İbrahim (a.s) ın Kabeyi inşa ederken basamak olarak kullandığı rivayet edilen camekan içindeki taşın bulunduğu yerde namaz kılmak şeklindedir . Allah (c.c) acaba bu emir ile bizlere bunu mu emrediyor yoksa daha kapsamlı bir anlama sahip bir cümle midir ? sorusunun cevabını biraz araştırmaya çalışalım. 

 "Makam" kelimesi ; "Ayak üzere kalkıp durmak" anlamındaki "Kame" kelimesinden türemiştir. Bu kalkış, bir şeyi gözetip koruma amaçlı olabileceği gibi , bir şeye azmetmek içinde olabilir.

Makam kelimesi ise, bu kıyamın yani kalkışın yapıldığı zaman ve mekan ismi olarak kullanılır."İbrahim'in makamı" deyimi ile anlatılmak istenilen şey, onun bastığı taşın olduğu mekan değil, onun Kur'anın muhtelif surelerine dağılmış olan kıssası içinde anlatılan Tevhit mücadelesini hatırlamak, yad etmek ve o mücadelenin sebebi olan şirk'in hayat içinden kaldırılması için her türlü çalışmanın adıdır.

İbrahim (a.s), yaşadığı ev (Dünya) içinde bu evin Rabbi tarafından konulan kuralları kabul etmeyerek , kendi kurallarına göre bir ev (Dünya) yönetimi isteyenlere karşı, bu evin (Dünya) gerçek Rabbi olan Allah (c.c) nin kurallarını canı bahasına savunarak bir KIYAM sergilemiş, ve Allah (c.c) bizlere onun bu duruşunu örnek edinen bir hayat sergilememizi istemektedir. 

Muhammed (a.s), atası İbrahim (a.s) ın bu sünnetini yani yolunu en doğru bir biçimde okuyarak, risaleti öncesindeki Kabe içinde başka rablerin hükmünü sembolize eden putları, 23 senelik bir mücadele içinde yerle bir ederek, gerçek bir salatı hayata ikame etmek için çalışmıştır.

Allah (c.c) bizlere , "İbrahim'in makamından salatgah edinin" emri ile , onun yolunu yani sünnetini izlemek sureti ile onu kendimize örnek edinerek , onun yaptığı gibi şirk'e karşı kıyama yani ayağa kalkarak , şirk'i hayat içinden kaldırmak için çalışmayı emretmektedir. Salat kelimesinin içerdiği anlam namazı içine alan geniş bir anlam alanına sahip iken , sadece namaz ile anlamı daraltılmış, namaz ise sadece ilmihal bilgileri ile sınırlandırılmış mekanik bir hale getirilmiş tevhidi bir eylem olduğu şuuru kaybolmuş bir halde eda edilen bir ritüel  haline gelmiştir. 

Beyt'in (evin) tavaf edenler, akifler, rüku ve secde edenler için temiz tutulması ; 

Allah (c.c) İbrahim ve oğlu İsmail'e verdiği bu emrin mahiyeti, ellerine süpürge alıp her gün Kabe nin etrafını süpürerek toz ve topraktan korumaları değildir.

"Tavaf" kelimesi; "Bir nesnenin etrafında yürümek" anlamındadır. Koruma amacıyla evlerin etrafında dönüp dolaşan kimseye "TAİFUN" denilmesi , Kabe etrafında dönmenin yani tavaf etmenin ne olduğunu güzel bir şekilde açıklamaktadır. 

Hacc ibadetin bir rüknü olan Kabe nin etrafında dönüp dolaşmanın, yani tavaf etmenin ifade ettiği sembolik anlamı şöyle okuyabiliriz ; Kendisini "Beytullah" ın yani Allah (c.c) nin evinin ferdi sayan herkes bu evin korunmasını üzerine almış demektir. Çünkü eve ve ev halkına musallat olabilecek bazı tehlikelerden korunmak gerekmektedir. Her ne kadar bu gün sadece şekilselliği kalmış olarak yapılan bir ritüel olsa da, Kabeyi tavaf etmenin ifade ettiği anlam, insan hayatının en önemli rüknü olan tevhidi yaşamın korunmasını ifade etmektedir.

Bu gün Mekke ye giderek Kabe yi tavaf ettikten sonra doğduğu günkü gibi günahsız olarak ülkelerine döndüğünü düşünen bir çok Müslüman, yaşadığı hayat ile başka evleri yani başka hayat sistemlerinin etrafında dönüp dolaşarak, Hac esnasında yaptıkları Kabe tavafının aksine başka kabe leri tavaf etmekte ve o sahte kabelerin yapıcılarının vaaz ettikleri sistemleri hayatlarında pratiğe dökmektedirler.

"Akif" kelimesi ; "Bir şeye yönelmek, sıkıca yapışmak , ve tazim yollu ona devam etmek ve kendini hasretmek" anlamındadır. 

Bu kelimenin Beyt yani Allah'ın evi ile ilişkisini , Akiflerden olmak demek, hayatını o Beyt'in Rabbinin vaaz ettiği kurallar dahilinde idame ettirmesi , o evin kurallarına sıkıca yapışarak başka kurallara tabi olmaması , ondan başka Beyt'ürrab yani en reisi tanımaması sadece onu büyüklemesi şeklinde okuyabiliriz. 

Ruku ve secde kelimeleri; Eğilmek, bükülmek, alçak gönüllüğü ve itaatkar olmayı, kendisinden yüce olarak bildiğinin karşısında ona olan kibrini kırdığını beyan göstergesidir. 

[022.027-8]  İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde, kendilerine ait bir takım yararları yakînen görmeleri, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın ismini anmaları (kurban kesmeleri için) sana (Kâbe'ye) gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yeyin, hem de yoksula, fakire yedirin.

Hac ibadeti, "Dini hayat" , "Sosyal hayat" şeklinde bir ayrımın yanlış olduğunu hayatın tek çatı altında toplanarak, bu çatının altında yaşanan bütün olgunun adının "Din" olduğunu ve insanlara hatırlatmaktadır. "Din" dediğimiz şey sadece belirli ritüelleri ifa ederek yaşanan bir olgu değil , hayatın bütün anında yaşanan bir olgu olduğunu Hac ibadetinin adeta bir panayır havası içinde eda edilmesinden anlaşılmaktadır.

Hacc esnasında yasak olan bir takım davranışlar, bu yasakların sadece o zaman ve mekana has olarak değil, sosyal yaşamın bir gereği olan saygı ve hoş görünün insan ve hayvan nev'inden olan herkesin yaşama hakkına saygı duymayı ifade eder. Mekke şehri bu anlamda insan ve hayvan onurunun nasıl korunması gerektiğini merkeze alan bir yaşamın model şehir olarak görülebilir. 

Hac ibadetinin ticari bir yaşam içerisinde olması bu ibadeti sadece kuru bir ritüel olarak görmenin ne kadar yanlış olduğunu göstermektedir. Ticari hayat, insan hayatının en önemli unsuru olup , insanların birbirlerine karşı olumlu veya olumsuz davranışların sergilediği bir alandır. Bu hayat tarzı tabiri caizse hayatın lokomotifi olup, bu hayat tarzı düzgün bir biçimde işlediği zaman, hayatın diğer unsurları buna bağlı olarak düzgün olarak çalışacaktır. 

Şimdiye kadar yazılanları toparlayacak olursak; 

İnsanlar için kurulan ev olan Mekkede ki Kabe'nin yılda bir defa insanlar tarafından Hac edilmesi, insan yaşamında esas olması gereken Tevhid'in ritüelize edilmiş bir gösterisidir. "Beyt" (ev) temsili üzerinden , insan fıtratında var olan sığınma ihtiyacının bu ev üzerinden sembolize edilerek anlatılması maalesef bu gün işlevini yitirmiş bir Hac ibadetini beraberinde getirmiştir. 

Beyt yani Kabe, insanın fıtratına dönmesini , fıtrat ayarlarını hatırlatan bir yapı olup , burada onun yapmış olduğu hareketler, bu fıtrata dönüşü ifade etmektedir. İnsan fıtri olarak yüce bir varlığa sığınma ve ona tabi olma itiyadına sahip olması nedeniyle bu itiyat "Şeytan" tarafından değiştirilmeye çalışılarak , Allah (c.c) nin dışında başka sığınma mercileri olabileceği vesvesesi verilmeye çalışılır. 

Hac ibadeti ile bizler Allah (c.c) nin dışında bir merciye sığınılmayacağını tüm dünyaya ilan ederek, diğer insanları da böyle bir sığınma içine girmeye davet ettiğimizi, bizlere başka adresler göstermeye çalışanlara karşı olduğumuzu ilan ederiz. 

Kendisinin Kur'ana nispet ederek tanımlayanların dahi bu ibadet'in gerçek mahiyetini anlayamayarak, bazı cahillerin yaptıklarını kalkan edinerek bu ibadet hakkında ileri geri sözler etmiş olmaları, onların Kur'anın bu tür anlatımları hakkında ne kadar cahil olduklarını göstermektedir.

El Beyt yani Kabe nin İbrahim (a.s) ismi ile birlikte anılması bizlere çok önemli mesajlar vermektedir. Yaşadığımız dünyayı Kabe ile eşleştirerek bir okuma yapmaya çalıştığımız zaman, bu dünyada yaşayan insanların "Beytürrrab" olan Allah (c.c) nin reisliğine tabi olmaları gereği yani Beyt'in kurallarına uygun yaşaması gereği ortaya çıkmaktadır. 

Beyt'in temiz tutulması ise, pislik olarak ifade "Şirk" in ev yani dünya dan silinerek , Allah (c.c) nin koyduğu kuralların hayata hakim olması anlamındadır. Muhammed (a.s) evin nasıl temiz tutulması gerektiğini atası İbrahim (a.s) ın , ona vahyedilen kıssasından okuyarak nasıl bir yöntem izlemesi gerektiğini okumuş ve hayata geçirmiş , neticede 23 yıl süren bir mücadele Beyt yani evin şirk unsuru olan putlardan temizlenmesi olarak gerçekleşmiştir. 

Sonuç olarak; Allah (c.c) nin biz kullarına ön gördüğü , sadece kendisinin reis olarak bilindiği bir ev (dünya) içinde yaşam sürme gereği , Hac adı verilen ibadetler içinde sembolize edilerek öğretilmektedir. "Kabe" olarak bildiğimiz yapı, insanın fıtratında var olan sığınma olgusu öne çıkarılarak, sığınılması gereken bir ev olarak temsil edilmekte, oraya sığınan kimsenin emin ve güvende olacağı beyan edilmektedir. 

Kur'anın beyan ettiği Hacc ibadeti ile , bu gün bir çok Müslümanın eda ettiği Hac ibadeti arasında dağlar kadar fark olduğunu üzülerek ifade etmek istiyoruz. Bu durum, kendisini Kur'ana nisbet ederek inancının kurallarını bu kitabın belirlediğini iddia eden bir kısım insan tarafından kalkan edinilerek , böyle bir ibadetin olmadığı gibi bir yanlışa düşürmüştür. Bizler kişilerin yanlışına göre değerlendirmede bulunmak değil , doğrularımızı dikkate  alarak değerlendirmede bulunduğumuz zaman bu tür absürt çıkarımların ne kadar yanlış olduğunu daha kolay görebiliriz. 

Rabbimiz bizleri Hac ibadetinin gerçek mahiyetini anlayan kullarından kılsın. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.  

4 Aralık 2014 Perşembe

Davud (a.s) a Gelen Davacılar ve İnsanın Halife Kılınması

Kur'an kıssaları mesaj içerikli anlatımlar olması bakımından okunması ve hayata geçirilmesi gereken, bizden öncekilerin yaşanmışlıklarıdır. Bu yaşanmışlıklardan ibret alarak okumak yerine "İsrailiyyat" denilen bilgi kirliliği doğrultusunda okunan kıssaların "Eskilerin Masalları" na dönüştürülmesi kaçınılmazdır. 

Sad s. içinde geçen Davud (a.s) a gelen gelen davacılar ile ilgili kıssa böyle bir kirlilik içinde kalarak okunmuş ve iftiralara varan anlatımlar eski tefsirleri doldurmuştur. Yazımızda bu tür bilgi kirliliklerinden ziyade Kur'an kıssalarını okuma yöntemimizi dahilinde, yapılan anlatımdan bize dönük nasıl bir mesaj çıkabilir sorusuna cevap aramaya çalışacağız. 

Sad s. içindeki Davud (a.s) kıssası surenin 17-26. ayetleri arasında olur yazımıza konu olan davacıların haberi 21. ayetten itibaren başlamaktadır. 

20. ayette mealen " Ve O'nun mülkünü kuvvetlendirmiştik ve O'na hikmet ve fasl-ı hitap vermiş idik." buyurulduktan sonra haberin verilmeye başlanması ayet içinde geçen "Fasl elhitab" konuşmayı ayırabilme kabiliyeti ile birlikte Hikmet in zikredilmesi anlatımdaki mesajı anlamamızı kolaylaştıracak giriş ayeti olduğunu söyleyebiliriz.

Hikmet kelimesi ; "Islah etmek ,düzeltmek maksadı ile engellemek" anlamına gelen "Hakeme" kelimesinden türemiş olup , kelimenin anlamı dahilinde yapılan eylemlerin bütününü içine almaktadır. İnsan da olan bu Hikmet in nereye bağlı olduğu konusu asıl önemli nokta olup, bu kıssada hüküm verme konusu üzerinden Hikmetin nasıl kullanılması gerektiği bizlere öğretilmektedir. 

Kıssa Davud (a.s) örneğinde "Fasl el hitab" ın (sözün doğrusunu yanlıştan ayırmanın)  Hikmet ile olması gerektiğini bize anlatılması bakımından okunması gerektiğini düşündüğümüz kıssanın ayet mealleri şu şekildedir.

[038.021]  Bir de davacıların kıssası geldi mi sana? Hani surdan aşarak mihraba ulaşmışlardı.
[038.022] Davud (un yanın) 'a girdiklerinde, o, onlardan ürkmüştü; onlar dediler ki: «Korkma, iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, kararında zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip-ilet.»
[038.023]  (Onlardan biri şöyle dedi:) Bu, kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken «Onu da bana ver» dedi ve tartışmada beni yendi.
[038.024]  Davud: Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarına tecâvüz ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da ne kadar az! dedi. Davud, kendisini denediğimizi anladı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah'a yöneldi.
[038.025]  Biz de ondan bunu affettik. Muhakkak ki onun Bize yakınlığı ve güzel bir âkıbeti vardır.[038.026] Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.

21. ayette , davacıların duvarı aşıp Davud (a.s) ulaşmış olmaları , onların kimlikleri üzerinde yorumlara sebeb olmuştur. Davacıların Melek veya İnsan olmaları ikinci derecede öneme haiz bir konu olup , önceliğimiz onların üzerinden verilmek istenen mesaja yönelmek olmalıdır. Klasik tefsirlerde bu tür gereksiz ayrıntılara girilmiş olması kıssalardan hasıl olması gereken amaca gölge düşürmüştür.  

22. ayette , gelenler Davud (a.s) dan aralarındaki problemi "zulme sapmadan" halletmesini talep etmektedirler. Bu talep , insanlar arasında hüküm verme yetkisine sahip olan hakimlerin nasıl bir yol izlemeleri gerektiği mesajını vermektedir.

23. ayette , hasımların ilki derdini Davud (a.s) a anlatmaktadır. Anlaşmazlığın koyun ile ilgili olması bu kıssayı mesaj içerikli bir okumaya tabi tuttuğumuzda , koyunların yerine her türlü anlaşmazlık konularını koymak mümkündür. Asıl olan anlaşmazlık konusu ne olursa olsun davacılar arasında adil hüküm vermektir.

24. ayette , Davud (a.s) diğer hasmı dinlemeden karar vermektedir. Kıssanın ana konusu, diğer davacınında dinlenerek , davanın değerlendirilmesi gerekirken ilk davacının zulme uğradığı düşüncesi üzerinden diğerini mahkum etmek olup bu tür bir yöntemin hatalı olduğu mesajı verilmektedir. 

Olayı şu şekilde bir değerlendirmeye tabi tutmak mümkündür ; Kendisinin 1 koyunu , diğerinin 99 koyunu olduğunu iddia eden kişinin gerçekte hiç koyunu olmamış olabilir , diğer davacının ise 100 koyunu olmuş olabilir. Hiç koyunu olmayan kişi ,100 koyunu olan kişiden, kendisinin 1 tane  olduğu iddiasında bulunduğu koyunu  çalmış olabilir , bu surette tek koyunu olan zalim , 99 koyunu olan mazlum olmuş olabilir. Diğer kişi dinlenmiş olsaydı o tek koyunu neden istediği anlaşılabilir ve doğru bir hüküm verilebilirdi , Davud (a.s) duygusal davranarak tek koyunu olan kişinin lehinde hüküm vermiş ve bu verdiği hüküm adil bir karar olmadığını anlamıştır.

Kıssada davanın sonucunun nasıl olduğu, kimin haklı kimin haksız olduğunun zikredilmemiş olması , yapılan anlatımın olay merkezli bir anlatım değil, mesaj merkezli bir anlatım olmasındandır.

24. ayet içinde geçen "Zanne" kelimesi üzerinde kısaca durmak istiyoruz. Bu kelime , "Bir emareden hareketle ulaşılan bilgini adı" anlamında olup , bu emarenin zayıf veya güçlü olmasına göre kelimenin anlamı değişkenlik arz eder. Davud (a.s) ın denendiğini zan etmesi , bizim günlük dilimizde kullandığımız, zayıf emareden hareketle ulaşılan bilgi anlamında değil , güçlü emareden hareketle ulaşılan bilgi anlamındadır. Meallerde "Zan" kelimesinin çevirisini "Anladı" şeklinde yapanlar daha doğru bir anlamı yakalamış olup bu kelime ile ifade edilmek istenen anlamı yansıtmaktadır.

25. ayette , Davud (a.s) ın bağışlandığı beyan edilmekte olup , bu bağışlanma yapılan bir hatanın karşılığıdır , bu hata ise kendisine  aralarında doğru karar vermek için gelen davacılardan sadece tek tarafı dinlemiş olması diğer tarafı dinlemeden kararını vermiş olmasıdır. Kıssanın mesajı bu bağlamda olup hüküm konusunda nasıl bir yol takip edilmesi gerektiği Davud (a.s) örnekliğinde öğretilmektedir.

26. ayette , kıssadan alınması gereken mesaj anlatılmakta olup , Davud (a.s) ın "HALİFE" kılındığı hatırlatılmaktadır. Bu halife kılınma Adem (a.s) kıssasında da karşımıza çıkmaktadır. 

"İnsanın arz üzerinde halife kılınmış olması" ne anlama gelmektedir ? sorusu burada önem kazanmaktadır. 

"Halife" kelimesi ; birisi tarafından atanmış kendi mülkü olmayan bir şey üzerinde geçici tasarruf hakkı bulunan kişi anlamında kullanılır , bu halifelik asıl mülk sahibinin kişiye verdiği bazı imkanları , mülk sahibinin direktifleri doğrultusunda kullanmayı gerektirir. 

Davud (a.s) örnekliği üzerinden verilen insanın arz üzerinde halife kılınması , insanı hilafet görevine atayan kişinin emirlerini arz üzerinde yerine getirmek esasına dayalı bir sistemi öngörür. Davud (a.s) kıssasını Kur'an genelinde okuduğumuzda , onun mülk sahibi olarak yaptığı icraatlar , sonraki gelen mülk sahiplerine örneklik teşkil etmesi gerekmektedir. 

Mülk sahibi olarak "astığı astık kestiği kestik" bir yönetim sergilemeyen Davud (a.s) , kime karşı sorumlu olduğunu hiç bir zaman unutmamış ve Halife olduğunun şuuruna vakıf bir yönetim sergilemiştir. Mülk sahibi olup ta kendisinin Halife değil Asil olduğunu zanneden bir kısım yönetim sahiplerinin akıbeti (Firavun , Karun v.s) anlatılarak , diğerlerin ibret alması amaçlanmıştır. 

Sonuç olarak ; Davud (a.s) üzerinden örneklenerek , yanlış sözün doğru sözden ayırabilme kabiliyeti (Fasl elhitab), ona verilen Hikmet ile birleştirilerek nasıl olmaması gerektiği üzerinden verilerek , nasıl olması gerektiği anlatılmaktadır. Hatadan dönme erdemini göstermenin güzelliği de burada görülmekte olup , bu da ayrı bir örneklik olarak bizlere sunulmaktadır. Hakim pozisyonunda olan kişilerin hüküm verirken uyması gerekenler onların halife olmuş olmaları hatırlatılarak yapılmakta ve herkesin yaptıklarından ve kararlarından ötürü sorumlu olduğu en üst mercii olarak Allah (c.c) olduğunun unutulmaması istenmektedir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.