gezinti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gezinti etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mayıs 2017 Pazartesi

Rab Kavramı Etrafında Kur'an'da Bir Gezinti

Yazımıza konu etmeye çalışacağımız bu kavram, tıpkı İlah kavramı gibi Kur'an'ın çatı kavramlarından bir tanesidir. Kur'an'ın diğer kavramlarının tamamının, Rab kavramı etrafında şekillendiğini ve anlamını bulduğunu söylemek sanırım yanlış olmayacaktır. Kur'an'ın ana mesajı, Allah (c.c) nin alemlerin Rabbi olduğunun kabul edilmesi, ve buna göre bir hayat sürülmesi gereği üzerine olup, bu kavram doğru anlaşıldığı ve hayat içinde nasıl pratiğe geçmesi gerektiği öğrenildiği zaman, büyük bir mesafe kat edilmiş olunacaktır.

Bilindiği üzere Kur'an, indiği kavmin dilini ve günlük hayat içinde kullandıkları kelimeleri dikkate alarak inmiştir. Rab kelimesini bu bağlamda anlamaya çalıştığımızda, bir Arap için Rab kelimesinin onun zihninde çağrıştırdığı anlam, Sorumlu olduğu kişilerin yeme, içme, terbiye etme gibi ihtiyaçlarını temin eden kişi demektir. Beytü-rrab yani evin reisi demek, bir ev içinde yaşayanların ihtiyaçlarını temin eden kişi anlamında, Mekke'li Araplar tarafından kullanılan ve bilinen bir kelimedir. 

Sorumlu olmanın yetki sahibi olmayı beraberinde getirdiğini düşündüğümüzde, Evin Rabbi yani reisi olan kişi aynı zamanda, ihtiyaçlarını temin ettiği kişilerin üzerinde yetki sahibi olması anlamına da gelmektedir. Mekke'li Arapların bu bilgisi üzerinden yola çıktığımızda, Kur'an'ın Rab kavramına yüklediği anlamı daha kolay anlamak mümkün olacaktır. Çünkü Kur'an Araplar tarafından kullanılan bir kelimeye ıstılahi bir anlam yüklerken, onların günlük dilde o kelimeye verdikleri anlamı dikkate almaktadır.

Araplar, Kur'an'ın pek çok ayetinde gördüğümüz üzere, Allah'ın her şeyin yaratıcısı olduğunu biliyor ve kabul ediyorlardı. Onların problemi Allah'ı Rab olarak tanıyarak onların ihtiyaçlarını karşılamasının kendisine verdiği yetki olan, insanlar üzerindeki tasarruf yetkisini ret etmeleri idi. Mekke'de inen ilk surelerde Rab kavramı daha belirgin olarak ortaya çıkmakta, Allah'ın insanlar üzerinde Rab olduğu defalarca hatırlatılmaktaydı. 

Allah(c.c) ilk muhataplar olan Mekke'lilere, Ben ki sizleri yaratan ve her türlü rızkınızı temin eden olarak Rabbiniz benim demektedir. Yaşanan Dünyayı bir ev olarak tasavvur ettiğimizde, bu ev içinde yaşayan herkesin ve her şeyin yaratıcısı ve rızık vericisi olarak Rab olarak bilinmeye ve tanınmaya layık tek varlık Allah (c.c) den başkası olmayacağı açıktır. Kendisinin ihtiyaçlarını temin eden kişiye karşı şükür vazifesini yerine getirmeyen kişiye verilen isim olan Nankör kelimesinin Arapça karşılığı olan Kafir, bu bağlamda ıstılahi bir anlama kavuşmuştur.

Kur'an öncesi Mekke'ye baktığımız zaman o şehirde, para, mal, ve oğullar yani insan gücü bakımından kuvvetli olan ve Kur'an'ın Müstağni, Mütref, Müstekbir gibi kelimelerle tanımladığı bir tabaka bulunmakta ve bu tabaka, zengin olmalarının verdiği yetki ve güce güvenerek insanlar üzerinde kendilerinin tasarruf hakları olduğunu iddia etmekteydi. 

Dünya malının geçici bir meta olduğunu, hesap gününde bunların hiç birinin fayda etmeyeceği, hatta dünyanın bütün servetine bir o kadar daha eklenerek, azaptan kurtulmak için fidye vermek isteseler dahi kabul edilmeyeceğini beyan eden ayetler, öncelikle Mekke'li mütref tabakanın bu zenginliklerinin hesap gününde fayda etmeyeceğini hatırlatmaktadır.

Abd, yine Araplar tarafından günlük dilde kullanılan, bir efendinin tasarrufu altında bulunan kişi için kullanılan bir kelime olarak, Allah'ın tasarrufu altında bulunan her şeye isim olmuştur. Abd (köle) statüsüne tabi olan bir kimse, nasıl ki efendisinin emrinden çıkması gibi bir lükse sahip değilse, Abdullah (Allah'ın kulu) statüsüne tabi olanlar da böyle bir lükse sahip olmamakta, bu duruma isyan ettikleri takdirde ne  gibi karşılık alacakları ise yine bir çok ayette haber verilmiştir.

İlk inen surelerden olan Alak suresi ayetlerinde kendisini müstağni gördüğü için bir kulu Salat'tan men eden kişiden bahsetmektedir. Bu kişi Mekke kodamanlarından bir kimse olup, Allah'ın elçisini görevinden men etmeye çalışmaktadır. Salat , bu bağlamda ıstılahi bir anlama kavuşan kelimelerden olup, Allah (c.c) nin kendisi üzerinde Rab ve İlah olduğunu kabul ederek yapılan her amelin adı haline gelmiştir.

Allah (c.c) tarih boyunca, kendisinin insanların İlahı ve Rabbi olduğunu unutarak, onun dışındakileri ilah ve rab edinenlere elçiler ve kitaplar göndermek sureti ile vahyetmiş, onlara bu bilgileri yeniden hatırlatmıştır. Kitap, Nebi, Resul, Vahiy gibi kavramlar çerçevesinde gelişen bu olaylar yine Kur'an içinde yerini bulmuştur.

Peki bu elçinin görevi ne idi?.

Bu elçi Mekke'lilere sadece Allah'ın Rab ve İlah olarak tanındığı bir hayat sürmeleri gerektiğini tebliğ etmek için gönderilmişti. Allah'ın İlah olarak tanınması demek, kulluk edilmeye layık yegane varlık olması, kulluk edilmesinin sebebi ise, insanlara yaşamları içinde gerekli olan her türlü alt yapıyı sunma gücüne sahip olan tek varlık olmasıdır. Kur'an içindeki bir çok ayet, göz ile görülen kevni ayetlere dikkat çekerek, bunları yaratan bu güç karşısında secde etmekten başka çıkar yol olmadığını insanlara hatırlatmaktadır.  

Fakat Mekke'lilerin kurulu bir düzeni vardı ve bu düzenin temelleri insanlar tarafından belirlenmişti. Kendilerine gelen elçinin onlara yaptığı tekliflerin, kurulu düzenlerini alt üst edeceğini bildikleri için, gelen elçiyi var güçleri ile ret ettiler. Mekke'lilerin gelen elçiyi ret etmekte kullandıkları kozlardan birisi de, onların mal ve servet bakımından güçlü olmalarına olan güvenleri idi. 

Kur'an bu bağlamda gelen elçiyi ret edenlerin başlarına neler gelebileceğini yine bir çok ayetinde bildirmiştir. Ölüm sonrası diriliş, Kur'an'ın en büyük haberlerinden birisi olarak Mekke'nin inkarcılarına da hatırlatılmış, fakat bu haber onlar tarafından ret edilmiştir. Kendilerinden önce yaşamış kavimlerin kıssaları bu bağlamda onlar ve bizler için önemli hatırlatmalar içermektedir.

Geçmiş kavimlerin sahip oldukları gücün Mekke'lilerden daha fazla olmasına rağmen onların helak edildiklerine dair haberler yine Kur'an içinde yer almaktadır. Musa (a.s) ve Firavun arasında geçen mücadele, Kur'an içinde önemli bir hacme sahiptir. Firavun kendisinin Mısır mülkünün sahibi, o mülk içinde yaşayan insanların ilahı ve rabbi olduğunu iddia eden bir kimse olarak, Kur'an'da yerini bulmuş ve sonu helak ile biten hayat sürerek, tüm zamanlarda gelecek olan ve kendilerini müstağni (yeterli) görenlere ibret olmuştur. 

Firavun'un bu sonunu sadece belirli bir zaman ve mekanda yaşanmış bir olay olarak değil, Allah (c.c) nin yeryüzüne koyduğu toplumsal yasaların bir sonucu olduğunu düşünerek, bu kıssayı okuduğumuzda, tüm zamanlara dair mesajlar olarak karşımıza çıkacaktır.

Mekke'de inen surelerin içeriğinde bulunan ayetlerde servet ile övünen ve bu servetin kendisini Allah'a karşı güçlü kıldığına inanan müşriklerin, bu servetlerini nasıl kullandıkları da anlatılmaktadır. Yetimin hakkını yiyen, fakiri hor gören, verdiğini gösteriş olsun diye veren zengin tipi, sadece Mekke'ye has bir durum değil, tüm zamanlara hastır. 

Şirk kavramı, yine bu bağlamda, Allah'ı rab ve ilah olarak değil, onun dışındakileri rab ve ilah olarak tanımanın adı olarak ıstılahi bir anlama kavuşmuştur. Üzerinde yaşadığımız dünyanın ve onun dışındaki her şeyin sahibi olduğunu bildiren Allah (c.c), kendisi tarafından yaratılmış olanların kendisine ortak tutulmasını asla kabul etmeyeceğini bildirmiş, bu suç ile gelen herkesi ebedi cehennem ile cezalandıracağını vaat etmiştir. 

Suyun haddini aşarak insanlara zarar veren hale dönüşmesi anlamına gelen Tuğyan, yine ıstılahi bir anlama kavuşarak, Allah'a karşı haddi aşmak anlamına gelmiştir. Allah'a karşı haddi aşarak Tağutlaşanların sonları ise, Kur'an kıssaları içinde canlı örnekler olarak önemli bir hacme sahiptir.

Şirk kavramının insan ve toplum hayatında nasıl açığa çıktığı, bu suçun toplumları nasıl bir sona sürüklediği bir çok elçi kıssasında karşımıza çıkmaktadır. Şirk kavramı ne yazık ki biz Müslümanlar tarafından gündemden çıkarılmış, Mekke'nin fethi ile Kabe içindeki putların kırılması, artık bu kavramın Müslümanlar açısından tarihe karıştığı zannı hakim olmuştur.

Mekke'lileri Müşrik olarak adlandırılmasına sebep olan inançları, onların Allah'a inanmamaları değildi. Bir çok ayet Mekke'lilerin Allah'ın her şeyin yaratıcısı olduğunu bildiklerini ve inandıklarını bildirmektedir. Mekke'lileri müşrik yapan inançları, Allah'ın onlar üzerindeki tasarruf yetkisini kabul etmemeleri idi. Bazı hayvanlar üzerinden belirledikleri haram helal tayini, onların bu konuda kendilerini yetkili görerek şirk içine düştüklerini göstermektedir.

Sünnetullah, Allah (c.c) nin Rab ve İlah olarak tanınmaması sonucunda toplumların başına gelen değişmez yasa olarak, geçmiş kavimler üzerinde işleyiş göstermiş, Allah'ın sünnetinde değişme olmayacağını dikkate aldığımızda, bu süreç kıyamete değin sürecektir. Bizler Kur'an kıssalarını bu yasaların nasıl ve hangi şartlarda işleyiş gösterdiğini anlamak açısından okuduğumuzda, Kur'an kıssaları masal olmaktan çıkarak bizlere dair ibretler sunan mesajlar haline gelecektir.

Salih (a.s) kıssasında deve'nin kesilmek sureti ile toplumun helak edilmesini, insan dışındaki canlı hayatın hor görülerek hoyratça harcanılması sonucu ortaya çıkan bir son olduğunu, bugün
Çevre Felaketleri olarak karşımıza çıkan her  sorunun, bu kıssanın güncel bir karşılığı olduğunu düşündüğümüzde, helak olaylarının devam eden bir süreç olduğu anlaşılacaktır.

Şuayb (a.s) kıssasında karşımıza çıkan ölçü ve tartıda adalatsiz davranılması sonucu meydana gelen helak olayını, yaşamın tamamında ölçülü davranmak gerektiği konusunda bir öğüt olarak okuyarak, ölçüsüz davranışlar sergileyen toplumların kaçınılmaz sonlarının yıkım olacağını bu kıssadan öğrenebiliriz.

Lut (a.s) kıssasında karşımıza çıkan ahlaki yozlaşmanın o toplumu nasıl bir sona sürüklediğini, bu sonun ahlaki yozlaşma içine giren her toplumun sonu olacağını düşündüğümüzde, bu kıssaların hepsinin bizlere birer ibret mesajı olduğu anlaşılacaktır.

Helak edilen toplumların ortak suçları olan Şirk, sadece taştan tahtadan putlara tapmak ile ortaya çıkmamakta, Allah'ın insanlar üzerinde her türlü tasarruf hakkını ret ederek, tasarruf hakkını onun yarattıklarına vermek ile ortaya çıkmaktadır. Yaşamları üzerinde tasarruf hakkını Allah'a vermeyerek, onun yarattığına veren her toplum, er veya geç helak olmaya mahkumdur.

Şeytan, insanların Allah (c.c) dışındakilere kul olmalarına sebep olan bir kavram olarak yine önemli bir hacme sahip biçimde Kur'an içinde yerini bulmuş, bu kavram İblis adında bir kimse üzerinden müşahhaslaştırılmak sureti ile kıssa biçiminde bizlere sunulmuştur. Adem ve İblis kıssası olarak 7 ayrı yerde karşımıza çıkan bu kıssa, insanın ayağının nasıl cennetten kayabileceğini anlatması açısından önemli bir yere sahiptir.

Sonuç olarak; Rab, Kur'an'ın çatı kavramlarından bir tanesi olup, diğer Kur'an kavramları bu çatı ile yakından alakalıdır. Yazımızda, Rab kavramının etrafında şekillenen diğer kavramları kısa da olsa ele almaya çalıştık. Görülüyor ki eğer insanlar sadece Rab kavramının anlam alanını öğrenseler, ve bu kavramı gereği gibi hayatlarına yansıtsalar, insanlar şirk batağından kurtularak, gerçek bir rabbin kulu olmaya çalışacak, böylelikle dünya ve ahiret kurtuluşu sağlanacaktır. 

Bunun sağlanması ise Kur'an'ın insanlara doğru yolu gösteren bir kitap olduğu, hayatın tam içine dokunduğu gerçeğinin yeniden kavranması ile olacaktır. Bu kitabın okunması demenin, yaşam içinde bizlere tabi olacağımız kuralların öğrenilmesi demek olduğu kavranılmadığı sürece, Kur'an adı var kendi yok bir kitap olarak hayatımızın bir kenarından belirli zamanlarda ve ölülere okunan bir kitap olmaktan çıkamayacaktır.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


20 Ekim 2014 Pazartesi

Abd ve İbadet Kelimeleri Üzerine Kur'anda Bir Gezinti

"Abd" ve "İbadet" , Kur'anın üzerine bina edildiği kelimelerden olup, Kitab'ın doğru anlaşılmasında önemli rol oynamaktadır. Kur'an, nazil olduğu ortam gözetilerek indirilmiş bir Kitap , kelimeleri ise muhatapların anlamadığı dilden olmayıp aşinası oldukları dil ve bilinen anlamları üzerine indirilmiştir. Arapların günlük dilde kullandığı bazı kelimeler nuzül süreci içinde kavramlaşmış olup yazımıza konu başlığı olarak seçtiğimiz kelimeler buna örnektir. 

"Abd" kelimesi sözlükte; kul ,köle anlamına , "İbadet" kelimesi ; kulluk ve kölelik anlamına gelmektedir. Kelimenin Kur'anda sözlük anlamında geçtiği ayetler şunlardır.

[026.022] (Musa) «O başıma kaktığın nimet de (aslında) İsrail oğullarını kendine köle(abbedte) edinmiş olmandır.»
[002.178]  Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle,(vel abdü bil abdi) kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.
[002.221]  Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Bir müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, iman etmiş olan bir cariye herhalde ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâh ettirmeyin. Bir müşrik, sizin hoşunuza gitse bile, mümin bir köle(vel abdü) elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise, kendi izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor ve âyetlerini insanlara açıklıyor. Umulur ki onlar hatırda tutup, öğüt alırlar.
[016.075]  Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle(abden) ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.
[024.032] İçinizdeki bekarları, kölelerinizden(ibadiküm) ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfü ile zenginleştirir. Allah lütfü bol olandır, bilendir.

Zariyat s. 56. ayetinde "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." buyuran Rabbimiz yaratılmış olanların yaşadıkları hayat içinde nasıl bir yol tutmaları gerektiğini beyan etmiştir. İbadet kelimesinin günümüzde Müslümanlar tarafından anlam daraltılmasına uğratılmış olması, bu kelime ile ifade edilmek istenen şeylerin sadece belirli zaman ve mekanlarda yapılan ritüeller (namaz ihacc ,oruç gibi)olduğu zannına götürmüştür. 

Kelimenin sözlük anlamına baktığımız zaman "abd" kelimesi, bazı durumlarda efendisine bağlı, bazı durumlarda kendi başına buyruk kararlar alabilen kimse için asla kullanılmayıp, efendisinin sözünden asla çıkması mümkün olmayan , efendisinin mülkü olduğu müddet içinde onun emirlerinden asla çıkamayan kişi için kullanılır. 

"Allahın abd'i" olmak ise yaşadığımız zaman zarfı içinde, onun mülkü altında olmamız hasebi ile onun bizim ile ilgili olarak belirlemiş olduğu kuralların tamamına uymak gerektiği anlamına gelir. Kişi , belirlenen bu kuralların "bir kısmına uyarım , bir kısmına uymam" şeklinde bir itirazda asla bulunamaz , şayet bulunduğu takdirde bu itirazının sonuçlarına hesap günü katlanacaktır.

Kıyamet s. 36. ayetinde " İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!" buyurularak İnsanın sorumluluk sahibi olduğu hatırlatılmaktadır. Şeytan kıyamete kadar İnsana , Rabbine karşı olan bu sorumluluğunu unutturarak ondan başkasına sorumlu olduğunu vahyederek onları yoldan çıkaracağına dair bir söz vermiş olup bu söz bütün insanlar için geçerlidir. 

 [007.016-7]  «Öyle ise» dedi, «Sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere Senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım.» «Sonra onların gâh önlerinden, gâh arkalarından, gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım, vesvese verip pusu kuracağım, Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın!»
[015.039-40]  İblis dedi ki: «Ya Rabbî! Beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de dünyada onlara günahları süsleyeceğim ve ancak senin ihlasa erdirdiğin kulların müstesna, onların hepsini azdıracağım»
[038.082-3] İblis: «Öyle ise» dedi, «senin izzetine yemin ederim ki ben de onların hepsini şaşırtacağım. Ancak Senin ihlasa erdirdiğin kullar bundan müstesnadır.»

Allah (c.c) yarattığı İnsana sadece kendisine kul olmasını hatırlatan Elçiler ve Kitaplar göndererek başıboş olmadığını ve kimin kulu olması gerektiğini hatırlatmıştır.

[016.036]  Andolsun ki: Biz, her ümmete: «Allah'a kulluk edin ve Tağuttan sakının!» diye uyaran bir peygamber gönderdik. Sonra içlerinden kimine Allah hidayet nasip etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde bir dolaşın da peygamberlere yalancı diyenlerin sonunun ne olduğunu görün!
[003.164] Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.
[023.032]  Onlara da «Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka bir ilahınız yoktur, Allah'dan korkmaz mısınız» diyen kendilerinden bir peygamber gönderdik.
[005.117]  Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.
[007.059]  Andolsun ki, Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik. O da varıp: «Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka hiçbir ilahınız yoktur. Gerçekten ben, üzerinize büyük bir günün azabının inmesinden korkuyorum.» dedi.
[007.065] Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u (peygamber gönderdik) Dedi ki: «Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Hâlâ sakınmayacak mısınız?»
[007.073]  Semud kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. Salih onlara: «Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, ondan başka hiçbir ilahınız yoktur. İşte size Rabbinizden açık bir mucize geldi. Bu size bir delil olmak üzere Allah'ın dişi devesidir, bırakın Allah'ı toprağında otlasın, ona bir fenalıkla dokunmayın; yoksa acı bir azaba uğrarsınız!» dedi.
[007.085]  Medyen kavmine de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik: «Ey kavmim Allah'a kulluk edin, O'ndan başka hiçbir tanrınız yoktur. İşte size Rabbinizden açık bir delil geldi; artık ölçeği ve teraziyi tam tutun, insanların eşyasına haksızlık etmeyin, yeryüzünde, düzeni sağlandıktan sonra, yine bozgunculuk etmeyin! Eğer bana inanırsanız bu söylediklerim sizin için hayırlıdır.

Allah (c.c) Adem (a.s) dan Muhammed (a.s) a kadar geçen zaman içinde sayısını sadece kendisinin bildiği sayıda Elçiler göndererek kullarına yaşadıkları hayat içinde uyması gereken kurallarını beyan etmiştir. Sadece kendisinin İlah ve Rab olarak tanınmasını onun dışındaki sahte İlah veRabların red edilmesine dayalı bir hayat nizamı sunarak buna göre yaşanmasını istemiştir.

Kendisinin dışında bir yönelimin tamamını "ŞİRK" kavramı içinde değerlendiren Rabbimiz tek İlahın gereğini bizlere şu misalle anlatmaktadır. 

 [039.029] Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip olduğu bir adam (köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler.
[030.028] O, size kendi nefislerinizden bir misal verdi: Size verdiğimiz rızıklarda sağ ellerinizin malik olduklarından ortaklarınız olmasını ister de onlarla, eşit olur ve birbirinizi saydığınız gibi bunları da sayar mısınız? İşte Biz, akleden bir kavim için ayetleri böyle açıklarız.

Yaratmış olduğu kullarının bile ast -üst ilişkisi içinde olduklarını hatırlatarak , insanların böyle bir durumu hazmedememelerine karşın, Allah (c.c) kendisinden aşağıda bulunan birisi ile hükümde ortaklık yapmasının mümkün olmadığını bildirmektedir.

Tarih boyunca ibadet kavramı, hayatın kime göre belirlenmesi  gerektiği çerçevesinde süregelen bir mücadele olmuştur, ancak bugün bu kavram kendilerinin sadece Allaha kul olduğunu deklere eden insanların büyük çoğunluğu tarafından içi boşalmış bir duruma düşürülmüştür. 

Tarih boyunca gelen Elçiler muhataplarını sadece Allaha kul olmaya diğer sahte İlahları red etmeye çağırmış olup , son Elçi Muhammed (a.s) da aynı çağrıyı muhataplarına yapmıştır. İlerleyen zaman içinde bu Elçiye iman ettiğini iddia eden insanlar İbadet ve Kulluk kelimelerinin içini boşaltarak sahte İlahlara pirim vermeye başlamışlardır.
 
İnsanların yaşadıkları hayat içinde , ahiret hayatlarının sonucunu etkileyen onları Cennet veya Cehenneme gitmelerine sebeb olan uydukları kuralların genel adını "DİN" olarak tarif edebiliriz. Allah (c.c) Dinin sadece kendisine has kılınmasını , yani sadece kendi koyduğu kuralların hakim olmasını isteyerek bu konuda asla bir başkasının Dininin hayata geçirilmemesini bizlere emretmektedir. 

[039.002]  Biz sana Kitap'ı gerçekle indirdik. Öyle ise dini Allah için halis kılarak O'na kulluk et.[039.011]  De ki: «Dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmekle emrolundum.»[039.014]  De ki: «Ben, dinimi Allah'a halis kılarak O'na kulluk ederim;
 

Allah (c.c) nin bizler için seçtiği Dinin adı İSLAM olup bunun dışında bir Dine tabi olmanın asla kabul edilmeyeceğini bizlere beyan etmektedir. 

[003.085]  Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.
[005.003] Size şunlar haram kılındı: Kendiliğinden ölen hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkasının adına kesilen, henüz canı çıkmadan yetişip şartına uygun tarzda kestikleriniz müstesna; boğulmuş, bir şey vurularak öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanmış, boynuzlanmış yahut canavar tarafından parçalanmış olup da ölen hayvanların etleri, putlara ait sunaklarda kesilen hayvanların etleri ve zar atarak, kumar oynayarak elde edilen etler. Bütün bunlar itaat dışına çıkıştır. Artık bugün kâfirler dininizi söndürmekten ümitlerini kestiler. Öyleyse onlardan korkmayın, Benden çekinin. İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâmı beğendim. Kim günaha meyletmeksizin açlıktan bunalıp çaresiz kalırsa, haram olan etlerden yiyebilir. Çünkü Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).
[048.028]  Bütün dinlere üstün kılmak için resulünü hidâyet ve hak dinle gönderen O’dur. Buna şahit olarak Allah yeter.
[009.033]  Dinini bütün dinlere üstün kılmak için; Rasulünü hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. İsterse müşrikler hoşlanmasınlar.

Günümüzde Müslüman yani Allaha teslim olduğunu iddia edenlerin bir çoğu bu kelimenin ne demek olduğu konusunda fikir sahibi bile değildir. "İslam Dini" adı altında Rabbimiz bizlere Dünya hayatında uymamız gerekli olan kuralları sadece kendisinin belirleme yetkisi olduğunu , yarattıklarından hiçbirisinin böyle bir yetkiye sahip olamayacağını bildirmektedir. 

"İslam Dini" denildiği zaman bir çok kişinin aklına sadece namaz , hacc , oruç gibi belli bir vakit içinde eda edilmesi gereken ritüeller akla gelmekte , diğer zamanlarda Allah (c.c) nin hayata hakim olması gerektiği bir düşünce akla bile gelmemektedir. "Laik Müslüman" portresi çizen Müslümanlar hayatlarından memnun bir şekilde öldükleri zaman kavuşacakları Cennet hayali ile yanıp tutuşmaktadırlar.

"Şirk" , "Put", "Müşrik" denildiği zaman hemen nuzül dönemi Mekke şehrinde olanlar ve yaşananlar akla gelmekte , bu kelimeler ile ifade edilen şeylerin Mekkenin fethi ile bittiği zannedilmektedir.

Halbuki bu 3 kelimenin çağrıştırdığı anlamlar evrensel anlamlar olup Allah (c.c) nin Dinine alternatif olarak sunulan her düşünce bu 3 kelime etrafında mütalaa edilebilir. Allah (c.c) nin Rab olması , bizim onun mülkü altında olan kullar olmuş olmamız , kul -efendi ilişkisinin gereği olan , sadece efendiye itaat etmeyi gerektirmektedir.

Kulun Allahın dışında başka efendilere itaat etmesi "ŞİRK" , bu efendilere verilen ortak isim " TAĞUT" tur. Tağut kelimesi "sınırı aşmak" anlamında bir kelime olup Kur'anın özel anlam yüklediği kelimelerdendir. Bir çok ayet bizleri bu konuda uyarmaktadır.

[002.256]  Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.
[002.257]  Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.
[004.076]  İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi zayıftır.
[016.036]  Andolsun ki biz, «Allah'a kulluk edin ve Tâğut'tan sakının» diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur!
[039.017]  Tağut'a tapmaktan kaçınıp Allah'a yönelenlere; işte onlara müjde vardır. Öyleyse kullarımı müjdele.

Müslümanların bugün ibadet adı altında yapmış oldukları bir takım ameller , bu kavramın sadece bir cüzü olup bu kavram daha geniş bir anlam alanına sahiptir. İbadet denildiği zaman hayatın her anını Allahın koyduğu kurallara göre yaşamak anlaşılmalı onun koyduğu kuralların dışında yaşamak ise İbadeti başkalarına yapmak olduğu bilinmelidir.

Sonuç olarak; Kur'anın özel anlam yüklediği "abd" kelimesi yaşanan hayat içindeki efendi -köle ilişkisinin bilinirliği üzerinden örneklendirilip, yaratılmış olan insanların bile kendisinden statü bakımından düşük olan insanlarla yetki paylaşımında bulunmaktan nasıl imtina ediyorsa , Alemlerin Rabbi olan Allahın da , yarattığı insanlarla yetki paylaşımı gibi bir durum içine asla girmeyeceği bizlere beyan edilmektedir. İbadet denilince akla gelmesi gereken şey , yaşanılan hayat içinde bütün zamanların onun emirleri doğrultusunda yaşamak olduğu , "Laik Müslüman" tipinin İslam olmanın gereği olan bir tip olmadığı , olması gerekenin sadece belirli ritüellerin değil bütün hayatın Allah için yaşanması gerektiğidir.

Kendisine "Müslüman" diyen bir kişinin yapması gereken şey , kime neden kul olduğumuzu , nasıl kul olmamız gerektiğini onun Kitabından okuyarak öğrenmek onun dışındakilere ibadet etmenin şirk olduğunu öğrenecek , onun dışındaki ilahları red edecek onun "abd" i olarak bizden istenen bu olup Dünya hayatında onun Dini üzere bir hayat yaşayanlara veya yaşamayanlara vaad ettikleri asla hatırdan çıkarılmadan yaşanan bir hayat bizden istenmektedir.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

17 Ağustos 2014 Pazar

Helakın Evrenselliği Noktasında Kur'anda Bir Gezinti

Malum olduğu üzere Kur'anın pek çok yerinde Muhammed a.s dan önce gelen elçilerin kavimlerinin helak edilmesi ile ilgili bölümlere rastlamaktayız, yine malumdur ki bu helak olaylarının devam eden bir süreç olup olmadığı, şimdi bu tür helaklerin neden devam etmediği gibi tartışmalara da rastlamaktayız. 

Kur'anın helak olaylarını anlatım üslubunun din dili denilen bir üslup içinde anlatılmış olmasının bu olayların sadece gelen elçileri kabul etmeyen , Allah c.c ye şirk koşmaya devam eden kavimlerin başına gelen olaylar şeklinde sınırlayıp, "artık bu tür helak olmaz" şeklinde bir düşüncenin doğru olmadığını düşünmekteyiz. 

Kavimlerin yıkımı onları bu yıkıma götüren sebeplere sarılmaları , dolayısı ile yıkımı hak etmeleri neticesinde gerçekleşmiş olup evrensel yasalar dediğimiz kurallar içinde gerçekleşmiş bir durumdur. Kavme elçi gelmiş olması onlara yaptıklarının hatalı olduğunu bildirmek için olup bilmedikleri bir suç yüzünden helak edilmiş değillerdir. 

[013.011]  Herkes için önünden ve arkasından takip eden melekler vardır, onu Allah'ın emriyle gözetirler. Muhakkak Allah bir topluluğa verdiğini! Onlar nefislerindekini bozmadıkça bozmaz! Bir topluluğa da Allah bir kötülük irade buyurdu mu artık onun geri çevrilmesine çare bulunmaz. Onlar için O'ndan başka bir vali de yoktur.

Rad s. 11. ayeti , evrensel yasa dediğimiz Sünnetullah'ın işleyişini anlatan bir ayet olarak anahtar konumundadır. Bu kurala göre işleyişin müsebbibi insan olup yaptığı olumlu ve olumsuz eylemlerden hak ettiğini Allah cc dünyada ve ahirette karşılık olarak verecektir.

Helak olayı, Allah c.c nin insanlara ve o insanların oluşturduğu toplumlar üzerine koymuş olduğu evrensel yasaların çiğnenmesinin doğal bir sonucu olup, konulan evrensel yasalar kıyamete kadar işleyeceği için helak olayları da her zaman olabilirliğini koruyacaktır, asıl mesele bu helakin nasıl gerçekleşeceğinin ipuçlarını yine kur'andan okuyabilmektir.

Bu olayların arkasında yatan sebepleri sadece yaşandığı zaman ve mekana has kılarak okuduğumuz zaman kur'anın bu olayları anlatım sebebi olan "ibret almak" şeklindeki mesajı ötelenmiş ve sadece eskilerin masalları olarak okunmuş olacaktır. Muhammed as dan artık bir elçinin gelmeyecek olması bu helaklerin yaşanmayacağı anlamına gelmemelidir.

[011.120]  Peygamberlere ait haberlerden kalbini yatıştıracak olanlardan her türlüsünü sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda da sana bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve ibret gelmiştir.
[003.137]  Sizden önce, Allah’ın koymuş olduğu hayat kanunlarına uygun olarak(sünen), nice olaylar, ümmetler geçti... İsterseniz dünyayı gezip dolaşın da dîni yalan sayanların âkıbetlerini görün!
[006.011]  De ki: «Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da, yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.»
[025.037]  Nuh kavmine gelince, peygamberleri yalancılıkla itham ettiklerinde onları, suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir ibret yaptık. Zalimler için acıklı bir azap hazırladık.
[029.015]  Buna karşılık Nuh'u ve gemidekileri kurtararak bu olayı bütün insanların ders alacakları bir ayet yaptık.
[029.035]  Andolsun ki; akleden bir kavim için Biz, orada apaçık bir ayet bırakmışızdır.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerindeki örnekleri çoğaltmak mümkündür,ayetlerde helak edilen şehirlerden, sonrakilerin ibret alması istenmektedir, bu isteğin sebebi yapılan hataların tekrarlanarak aynı olayın sonrakilerin başlarına gelmesini gerektirecek kuralların işlememesini sağlamaktır.

Bu ayetleri sıraladıktan sonra helak olayının devam eden bir süreç yani Sünnetullah olduğu ile ilgili ayetleri verelim. 

 [007.034]  Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.
 [010.049]  De ki: «Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır; süreleri sona erince bir saat bile geciktirilmezler ve öne de alınmazlar.»
[016.061] Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, orada hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.
[015.005]  Hiçbir ümmet kendi süresini öne alamaz, geciktiremez de.

Bu ayetler ulusların sonlu olmasının bir kural olduğunu , ve bu kuralın illaki uygulanacağını bildirmektedir. Ulusların sonlarını hazırlayan bu kuralı uluslar kendi elleri ile hazırlamakta olup , Allah cc nin keyfi bir tasarrufu asla değildir. Bir çok ayetin "Allah kullarına zulmedici değildir" şeklinde gelmiş olması bu durumun müsebbiplerinin kullar olduğunu beyan eder. Peki kullar kendilerine nasıl zulmeder de kendilerinin sonlarını hazırlarlar?. 

Tabi burada şöyle bir soru akla gelecektir ; Kur'anda kavimlerin sünnetine baktığımız zaman o kavme elçi geliyor ve elçiyi ret etmenin sonucunda helak gerçekleşiyor , peki bugün elçi yok ve kıyamete kadarda gelmeyecek olduğuna göre yıkımın haksızlığı gündeme gelmez mi? . Cevap olarak ,  bu yıkım, aşağıda vereceğimiz örnek ayetler ile ekolojik ve ekonomik dengenin bozularak hayata yansıması sonucunda gerçekleşecektir diyebiliriz. 

 [030.041]  İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıktı; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.
[002.205]  O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevrip gitti mi) yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, fesadı (bozgunculuğu ve kışkırtıcılığı) sevmez.

Rum s. 41. ve bakara s. 205. ayetleri insanın fesada yönelik olan tarafının çalışması ile arz üzerinde dengelerin bozulduğunu beyan etmekte ve bu yaptıklarının karşılığını onlara gösterildiğini beyan etmektedir buda evrensel kural olup dünyanın dengesinin bozulması yüzünden başımıza gelen sıkıntıları hepimiz yaşamaktayız. Bu ayetlerde beyan edilen ekolojik dengenin bozulması sonucu meydana gelen felaketleri helak olarak niteleyebiliriz. 

 [007.097-98] Kentlerin halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler?Yahut kentlerin halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler?
 [016.045] Kötü işler düzenleyenler Allah'ın kendilerini yere batırmasından yahut farketmedikleri bir yerden onlara azabın gelmesinden güvende midirler?
[012.107]  Allah tarafından, onları kuşatacak bir azaba uğramalarından veya farkına varmadan, kıyamet saatinin ansızın gelmesinden güvende midirler?
[017.068]  Onun karada da, sizi yere batırmasından veya başınıza taş yağdırmasından güvende misiniz? Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız.

Yukarıda verdiğimiz örnek ayet meallerini sadece Mekkelileri korkutmak için indirildiği zannına kapılırsak bir çok ayetin hükmü otomatikman kalkmış sayılacaktır. İnsanlar yaptıkları ile hak ettiği sonuçlara kıyamete denk ulaşacak olup bu tür felaketlerin bugün olmaz ise yarın olmayacağını kim garanti edebilir?.

Bugün ozon tabakasının delinmesi sonucu meydana gelen felaketlerin ,önlem alınmadığı takdirde ilerleyen yıllarda daha büyük felaketlere yol açmayacağını kim bilebilir? veya kutuplardaki buzulların erimesi ile meydana gelecek olan su basmalarının Nuh as ın kavminin başına gelen tufan gibi olmayacağını kim bilebilir? 

Birde ekonomik dengenin bozulması sonucu meydana gelen helak olayları vardır, bu tür helakin gerçekleşme şekli ise ekonomik krizler şeklinde olup insanları ve ulusları derinden etkilediğine hepimiz şahit olmaktayız. Bu tür helaklere insanın nankör ve unutkan olması yol açmakta daha önceki krizleri unutarak hiç olmamış gibi bir hayat sürmeleri yeni krizlerin doğmasına sebep olmuştur ve olmaya devam edecektir. 

Kur'anın bu durumu anlatan ayetlerinden bir kaç tane örnek sıralayalım. Allah c.c Araf s. 31. ayetinde "yiyin için israf etmeyin o israf edenleri sevmez" buyurarak dengeli bir hayat sürülmesi gerektiğini beyan etmiştir. Hayat içindeki inişler ve çıkışları imtihan olgusu içinde değerlendiren Rabbimiz kullarına bu konuda sabır tavsiye ederek imtihanı başarmalarının anahtarını vermektedir. Ama insanın nankör ve unutkan tarafı bu konuda da ortaya çıkmaktadır.

[002.155]  Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.
[010.021]  İnsanlara darlık geldikten sonra onlara bolluğu taddırdığımızda, hemen ayetlerimize dil uzatmağa kalkışırlar; onlara de ki: «Hile yapanın cezasını vermekte Allah daha çabuktur.» Elçi meleklerimiz kurduğunuz tuzakları hiç şüphesiz yazmaktadırlar.
[011.009]  And olsun ki, insana nimetimizi tattırır sonra onu ondan çekip alırsak, o şüphesiz umutsuz bir nanköre döner.
[030.036]  İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinirler, ama yaptıklarından ötürü başlarına bir kötülük gelirse hemen ümitlerini kaybediverirler.
[042.048]  Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik; sana düşen sadece tebliğdir. Doğrusu Biz insana katımızdan bir rahmet tattırırsak ona sevinir; ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse işte o zaman görürsün ki insan gerçekten pek nankördür.

Hayat içindeki inişler ve çıkışları imtihan olgusu içinde değerlendiren Rabbimiz kullarına bu konuda sabır tavsiye ederek imtihanı başarmalarının anahtarını vermektedir. Ama insanın nankör ve unutkan tarafı bu konuda da ortaya çıkmaktadır.

[006.042-44]  Andolsun ki, senden önce bir takım ümmetlere de peygamberler gönderdik; dinlemediler. Biz de onları yalvarıp yakarsınlar diye darlık ve sıkıntı ile cezalandırdık.Hiç değilse, onlara şiddetimiz geldiği zaman yalvarıp yakarmalı değil miydiler? Lakin kalbleri katılaştı, şeytan da yaptıklarını onlara güzel gösterdi.Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler.
[007.094]  Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla yakalayıvermişiz.Sonra kötülüğün yerine iyiliği koyduk, öyle ki, çoğalıp, «babalarımız da darlığa uğramış, bolluğa kavuşmuşlardı» dediler. Bu yüzden onları haberleri olmadan, ansızın yakalayıverdik. Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik.
[023.073-77]  Aslında sen, onları dosdoğru bir yola çağırıyorsun.Ahirete inanmayanlar ise, ısrarla yoldan çıkmaktadırlar.Biz onlara acısak ve başlarındaki sıkıntıyı gidersek bile, azgınlıkları içinde bocalayıp kalırlar. And olsun ki, Biz onları azabla yakalamıştık, yine de Rablerine boyun eğmemiş ve yakarmamışlardı.Sonunda onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımız zaman ümitsiz kalıverdiler.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerdeki bilgiler çerçevesinde, evrensel kural olarak görülebilecek olayların cereyan etmesi helakin elçiler sonrası zamanlar için ekonomik ve sosyal kriz şeklinde meydana gelebileceğini gösterir. 

Yusuf a.s ın , hükümdarın gördüğü rüyayı 7 sene bolluk , 7 sene kıtlık ve ardından yine bolluk olarak yorumlaması,  bizi ulusların kaderi diyebileceğimiz bir noktaya götürür. Her ulusun yaşadığı zaman içinde darlık ve bolluk şeklinde inişli çıkışlı bir hayat üzerinde gittiği herkesin malumudur. Yusuf as kıssası bu evrensel kaderi bizlere anlatarak , bolluk zamanı gelebilecek olan darlığa hazırlıklı olunmasını bizlere öğretmektedir. Bolluk zamanı ambarlarını gelecek olan darlığa karşı dolduran Yusuf as kıtlık ekonomisini başarılı bir biçimde yürütmüş ve ülkesini düze çıkarmıştır.  

Dünyanın global bir köy olarak tanımlandığı çağımızda, ülkemiz harici başka bir ülkede meydana gelen ekonomik zorluklar anında başka ülkelere de sirayet ederek neredeyse tüm dünyayı etkilemektedir. Bu gibi ekonomik krizler beraberinde sosyal krizleri de getirerek toplumların ahlaki yönden de çökmesine neden olmaktadır.

Ulusların bu duruma düşmemeleri , "herkes kapısının önünü temizlerse sokak tertemiz olur"misalinden yola çıkılarak önce kişisel bazda tedbirler ile olacaktır. İsraf, kişileri ve o kişilerin oluşturduğu ulusları yıkıma götüren en büyük faktördür. Bu gün ülkemize baktığımız zaman bir önceki krizden kurtulan insanların , o krizden ders çıkartmak yerine alabildiğince israfa yönelik bir hayat tarzına devam etmeleri evrensel kural olan yeni bir krizin çıkmasına yol açacaktır.

İstatistik verilerine baktığımız zaman milyonlarca kişinin kredi yolu ile aldığı borcun toplamı korkunç boyutları ulaşmış olup devlet tarafından buna engel olmak için bazı çareler düşünülmektedir,tüketime dayalı ekonomik sistem böyle bir engeli delmek için reklam vasıtası ile insanların şuur altlarına öyle emirler göndermektedir ki , kredi kartı olmayan veya bankadan kredi çekmeyen bir insan sanki aptalmış gibi bir hava oluşturularak bu şekil borçlanmayı körüklemektedirler. 

Bankaların bir çoğunun sahiplerinin Yahudi asıllı insanlar olması , bu bankalar tarafından alabildiğince borçlandıran insanımızın , dolayısı ile insanların oluşturduğu bu ülkenin nereye sürüklenmek istendiğinin göstergesidir. IMF denilen uluslararası para fonunun, krize giren ülkeleri kurtarmak!!! amacı ile faiz ile borç vermeleri o ülkeyi ve insanları ne hale getirdiğini uzağa gitmeye gerek kalmadan yaşadığımız ülke üzerinde hepimiz şahit olduk. 

Savaşların artık sadece askeri olarak değil ekonomik olarak yapıldığını düşünecek olursak , bir ülke diğer ülkeyi yıkıma uğratmak onu sömürmek için onu borçlandırma yoluna giderek esir almakta ve istediklerini ona dikte ettirmektedir. IMF denilen örgütün ülkemize borç vermek için koyduğu şartları hatırlayacak olursak bu borcu babalarının hayrına vermedikleri ülkeyi esir almak amacı ile verdikleri görülecektir. 

İsraf ekonomisine uygun olarak harcama yapan insanların , darlık zamanı düştükleri durumdan kurtulmak için yaptıkları gayri meşru işler olan, hırsızlık , fuhuş ,gasp, cinayet v.s eylemler toplumu rahatsız ederek herkesi diken üzerinde oturmasına sebep olmaktadır. Büyük şehirlerdeki duruma baktığımız zaman bu hal bariz biçimde görülmektedir,hatta daha küçük yerleşim birimlerine kadar bu rahatsızlık sirayet etmiştir. 

Kur'anda zikri geçen elçilere baktığımız zaman kavimlerinin şirk işlemesi ile birlikte ekonomik ve sosyal denge konusunda aykırı davranışlar sergilediklerini görmekteyiz. Salih a.s ın kavmine gönderilen dişi deveyi öldürmeleri , ekolojik dengeye ihanet , Şuayb a.s ın kavminin ölçü ve tartıda haksızlık yapmalarının ekonomik dengeye ihanet , Lut as kavminin cinsel sapkınlığı sosyal ve fıtri dengeye ihanet olarak yorumlanacak olursa toplumların yıkımını hızlandıran sebepleri , şirk , ekonomik , ekolojik ,sosyal ve fıtri dengeyi bozmaları olarak görebilir ve bu özelliklere sahip olan ulusların yıkımlarının hak olduğunu söyleyebiliriz , helak olayını illaki gökten taş yağması şeklinde olmasını beklemeye gerek yoktur toplumların bu şekil çöküşleri de onların helak olması anlamına gelmektedir. Aşağıda vereceğimiz ayet mealleri evrensel kural olarak okuyabileceğimiz ayetlerdir. 

[015.004]  Biz, hiç bir kasabayı bilinen bir yazısı olmaksızın helak etmedik.
[017.016]  Ve Biz bir beldeyi helâk etmek murad edince onun devlet sahiplerine (hakka itaat etmelerini) emrederiz. Onlar ise orada fısk (ve fücurda) bulunmuş olurlar. Artık o beldenin üzerine söz (helâkları hakkındaki hüküm) hak olmuş olur. İmdi onu (o beldeyi) tamamen helâk ile helâk etmiş oluruz.
[017.058]  Kıyamet gününden önce ortadan kaldırmayacağımız veya çetin azaba uğratmayacağımız bir şehir yoktur. Bu, Kitap'da yazılıdır.

Ulusların kaderi ile ilgili kitab , ulusların yapmış olduğu amellerin kuralıdır, yani nasıl bir hayat tarzı sürerlerse ona göre bir karşılık alacaklardır. Allah cc hiç bir ülkeyi yıkımı hak etmeden yani günahsızlar iken yıkıma uğratmaz buda bir Sünnetullah'tır, hud s. 117. ayeti bize bunu beyan etmektedir.

[011.117]  Rabbin, kasabaların halkı ıslah olmuşken, haksız yere onları yok etmez.

Kur'anda kavimlerin helaki ile ilgili ayetlere baktığımızda adı geçen elçilerden önce bir çok elçi o kavme gelmiş olup , o kavmin helak ile neticelenen sonunda içlerinde olan elçi o kavme son gelen elçidir , bu durum bazı ayetlerde şu şekilde beyan edilmektedir.  

[041.013-14] Eğer yüz çevirirlerse onlara de ki: «İşte sizi, Ad ve Semud'un başına gelen yıldırıma benzer bir azap ile uyardım.»Kendilerine önlerinden, arkalarından elçilerimiz: «Allah’tan başkasına sakın ibadet etmeyiniz» dediklerinde onlar: «Rabbimiz olan Allah dileseydi, üstümüze melekler indirirdi, böyle olunca biz sizinle gönderilen şeylerin hepsini inkâr ettik» dediler.
[011.059] İşte Ad kavmi, Rablerinin ayetlerini inkar ettiler, resullerine isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emrine uydular.
[025.037]  Nuh kavmini de Resulleri tekzib ettikleri vakıt gark edib kendilerini insanlara bir ıbret kıldık: hazırladık da zâlimlere elîm bir azâb
[046.021]  Âd kavminin kardeşini (Hûd'u) an. Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği Ahkaf bölgesindeki kavmine: Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum, demişti.

Kur'ana baktığımız zaman zikri geçen elçilerin kavimlerinin helak edilme sünneti olarak onlara elçi gelmiş olmasının gerektiği beyan edilmektedir. 

 [017.015] Kim doğru yola giderse ancak kendisi için doğru yola gitmiş olur ve her kim sapıtırsa ancak kendi aleyhine olarak sapıtmış bulunur. Ve bir günkar kimse başkasının günahını yüklenmez ve Biz bir resûl gönderinceye kadar azap ediciler olmadık.
[026.208] Uyarıcılar olmaksızın Biz, hiç bir kasabayı helak etmedik.
[028.059] Rabb'in memleketlerin ana merkezlerinin halkına ayetlerimizi okuyacak bir elçi göndermedikçe ülkeleri helâk edici değildir. Zaten biz halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir.

Kur'anda zikri geçen elçilerin kavimlerinin toptan helak edildiği malumdur , dün helak edilen o kavimleri işledikleri suçların aynısını işleyenler de helak edilme ile karşı karşıya geleceklerdir. İçinde bulunduğumuz durumu göz önüne alarak sosyal ve ekonomik ve ekolojik olarak dünyanın geldiği hali görüp helakten farklı bir durumda olmadığımız açıktır. Durum maalesef her geçen gün dahada kötüleşerek daha büyük felaketlere gebe bir hale gelmektedir.

Sonuç olarak; kur'anda anlatılan helak olayları Allah c.c nin koymuş olduğu kurallara riayet etmeden sürülen bir hayatın sonucu olup , bu durum bir kurala yani Sünnetullah'a bağlanmıştır. Günümüzde helak olgusu ulusların , ekonomik,ekolojik,sosyal dengeleri bozarak toplumların ifsat olmalarına sebep olması şekline bürünmüştür. Her türlü dengenin bozulduğu bir toplum içinde yaşamak bizler için bir nevi helak olmak demek olup bu durumdan kurtulmak mümkündür. 

Bu mümkünlük Allah c.c nin Rad s.11. ayetinde " Muhakkak Allah bir topluluğa verdiğin! Onlar nefislerindekini bozmadıkça bozmaz! Bir topluluğa da Allah bir kötülük irade buyurdu mu artık onun geri çevrilmesine çare bulunmaz. Onlar için O'ndan başka bir vali de yoktur." şeklinde buyurulduğu gibi toplumlar nasıl ifsad olmak yolunda bir irade beyanında bulunup ,Allah cc tarafından bu iradelerine uygun yolda yürümeleri sağlandıysa , aynı şekilde ıslah olmak yolunda bir irade beyanında bulunurlarsa, Allah cc tarafından bu iradelerine uygun yolda yürümeleri sağlanacaktır. Aynı durum Enfal s. 53. ayetinde de beyan edilmekte olup insanlar ve onların oluşturduğu ulusların evrensel yasalar olarak belirlenen kaderleri dahilinde yapmış oldukları eylemlerde neyi hak ediyorlarsa onu bulmaları değişmez bir yasadır.

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.