11 Ocak 2013 Cuma

Şefaat İle İlgili Tahrif Edilen Ayetler

Şefaat konusundaki ayetler kur'anın anlam olarak tahrif edilen ayetlerinin maalesef başında gelmektedir. Metin olarak tahrif edemedikleri kitabı önkabullu okumalar neticesinde anlam olarak tahrif etme başarısına ulaşıldığını üzülerek müşahede etmekteyiz. Daha önceki yazılarımızda şefaat ile ilgili bütün ayetleri ele alıp bu konunun kur'anda nasıl anlatıldığını görmüştük, bu yazımız  şefaati izine ve istisnaya bağlayan ayetler üzerinde olup bu ayetlerin bazı meallerde nasıl saptırılarak yanlış anlamaya vesile olduğu ve izin ve istisnalı şefaat ayetlerinin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde olacaktır.  

Kur'an şefaat konusu ile ilgili ayetler ile yeni bir günden ortaya atmamış var olan gündemi red etme üzerine bu ayetler indilmiştir. Yunus s 18. ayeti bu gündemi anlatmakta ve müşriklerin bu yanlış inancını red etmektedir. " Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: «Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır» derler. De ki: «Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?» Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir."Kur'anın şefaat konusu ile ilgili olarak anlaşılması gereken ayeti yunus s. 18. ayetidir, çünkü bu ayet nuzül öncesi müşrik inancını yansıtmakta olup şefaat konusu ile ilgili diğer bütün ayetler bu inancı red etmektedir. Kur'anın hiçbir ayeti geleneksel şefaat inancında geçerli olan , günahkar müslümanların bir başka kişinin aracılığı ile Allah cc den günahlarının bağışlanmasını istemek şeklinde değildir, aksine bunun bir müşrik inancı olduğu vurgusu ve bu inancın reddi üzerinde olmasına rağmen geleneksel şefaat inancı bunu benimsemiş ve bunun üzerine ayrı bir din kurulmuştur. Şefaati tümden red eden ayetler üzerinde herhangi bir tahribata giremeyen gelenkesel inanç izin ve istisna konusundaki ayetleri görüp " bak izin verilenler varmış demekki onlar şefaat edeceklermiş" diyerek bilerek veya bilmeyerek kur'anı çelişkili bir kitap ve diğer ayetlerin üzeirni örten bir mantıkla okuma yoluna gitmişlerdir. Şimdi anlam tahrifatına uğraya bu ayetlerin üzrinde teker teker durmaya gayret edelim.  

Yunus s.3. ayeti  
Doğrusu sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra arşa hükmeden, işi düzenleyen Allah'tır, izni olmadan kimse şefaat edemez. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'na kulluk edin. Nasihat dinlemez misiniz?

Bakara s 255 . ayeti
Allah, O'ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde olan ancak O'nundur. O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Hükümranlığı gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.
Bu ayetteki "onun izni olmadan şefaat edecek olan kimdir?" cümlesi ön kabullu bir okuma ile "  izin verirse birileri şefaat edecek" şeklinde anlam tahrifine uğratılmıştır. Halbuki , "kur'ana kafamızdakini nasıl söyletiriz " mantığı ile okumayıp " bu konu hakkında kur'an ne diyor" mantığı ile bir okuma yapılsa şefaat düşüncesinin kur'andaki arka planı hatırlanılıp müşriklerin Allah cc den başka tapmış oldukları sahte ilahlarına yüklemiş oldukları o inancın red edilerek ve o müşriklerin Allah cc den başka edinmiş oldukları şefaatçilerin yaratılmış olduğunu " Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir," mealindeki cümleden anlaşılması gerektiği, şefaat etme yetkisinin ancak yarattıkların herşeyini bilen Allah cc den başkasına ait olmayacağı hatırlatılmaktadır. Yunus s. 3. ayetindeki izin konusuda bakara s. 255. ayeti ile aynı şekilde anlaşılması gerekmektedir.     

Şura s. 21. ayette , "Yoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır? Eğer kesin yargı bulunmayacak olsaydı aralarında hemen hükmedilirdi. Doğrusu, zalimlere can yakıcı azap vardır." buyurularak dinde herhangi bir konuda izin verme yetkisinin Allah cc ye ait olduğu hatırlatılmaktadır. Şefaat yetkisininde bu izne dahil olması gerekir ve Allah cc nin izin vermediği bir konuda başkalarının ayrı bir din uydurarak karar verme yetkisi olamaz. 

                     *********************************************  
Meryem s 87. ayeti  
Rahmanın nezdinde bir ahd almış olan kimseden başkaları şefaate malik olamıyacaklar.

Bu ayet hem meal hemde bağlamdan kopuk bir okuma yapılarak anlam tahrifatına uğratılan ayetlerden biridir. Meal olarak anlam tahrifatına uğratılmasına örnek olarak "Rahman'ın katında bir ahd almış olandan başkası asla şefaatte bulunamıyacaktır."şeklinde yapılan mealler , gelenekteki Allah cc den başkasınada şefaat hakkı veren anlayışa parelel olarak yapılmış olan bir başkaına şefaat hakkı tanımak şeklinde meal tahrifatına uğratılmışlardır. Bağlamdan kopuk bir okuma yapılarak anlam tahrifatı ise bu ayeti cımbızlama metodu ile okuma neticesindedir halbuki 77. ayetten itibaren konu bütünlüğü içinde okunduğu takdirde ahdi kimin aldığı ve o inkarcılara böyle bir ahid verilmediği ahid verilenlerin takva sahipleri olduğu ve onlarında Allah cc tarafından kurtarıldıkları meryem s 72. ayetinde beyan edilmektedir.  

77. (Resûlüm!) Âyetlerimizi inkâr eden ve "Muhakkak surette bana mal ve evlât verilecek" diyen adamı gördün mü?
78. O, gaybı mı bildi, yoksa Allah'ın katından bir ahidmi  aldı?
79. Kesinlikle hayır! Biz onun söylediğini yazacağız ve azabını uzattıkça uzatacağız.
80. Onun dediğine biz vâris oluruz, (malı ve evlâdı bize kalır); kendisi de bize yapayalnız gelir.
81. Onlar, kendilerine bir itibar ve kuvvet (vesilesi) olsun diye Allah'tan başka tanrılar edindiler.
82. Hayır, hayır! (Taptıkları), onların ibadetlerini tanımayacaklar ve onlara hasım olacaklar.
83. (Resûlüm!) Görmedin mi? Biz, kâfirlerin üzerine, kendilerini iyice (isyankârlığa) sevkeden şeytanları gönderdik.
84. Öyle ise onlar hakkında acele etme. Biz onlar için (günlerini) teker teker sayıyoruz.
85. Takvâ sahiplerini heyet halinde çok merhametli olan Allah'ın huzurunda toplayacağımız gün.
86. Günahkârları da susuz olarak cehenneme süreceyiz.
87. O gün Rahmân (olan Allah)'ın nezdinde söz ve izin alandan başkaları şefâata malik olmayacaklardır.  

 Ayetlerin bağlamına baktığımız zaman inkar eden birisinin ahirette mal ve çocuklar ile şefaat edileceği inancı red edilmekte şefaate malik olacakların ancak iman ve salih amellerin karşılığında şefaat ahdi alacağı bunun dışındakilere böyle bir sözğün verilmediği aksine bunların cehennem ile cezalandırılacağı bildirilmektedir. Dikkat edilcek olursa Allah cc dışında kimseye şefaat etme yetkisi diye bir şey sözkonusu değildir.    

                           ********************************************** 
Taha s. 108-112 

108. O gün insanlar, dâvetçiye  uyacaklar. Ona karşı yan çizmek yoktur. Artık, çok esirgeyici Allah hürmetine sesler kısılmıştır. Bu yüzden, fısıltıdan başka bir ses işitemezsin.
109. O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasına şefaati fayda vermez.
110. O, insanların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz:
111. Bütün yüzler (insanlar), diri ve her şeye hakim olan Allah için eğilip boyun bükmüştür. Zulüm yüklenen ise, gerçekten perişan olmuştur.
112. Her kim, mümin olarak iyi olan işlerden yaparsa, artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar.   

Taha s. 109. ayeti meal olarak tahrifata uğratılmış ayetlerden birisidir. Birçok mealde yanlış şefaat inancının yansıması olarak Allh cc den başka birisinin şefaat etmesi inancı doğrultusunda  "O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez." meal verilmiştir. Yanlış olan kelime " başkasının" şeklinde çevrilmesi olup doğu çeviri " başkasına" şeklinde olması gerekmektedir.    

                       *********************************************** 

Enbiya s. 26-29   
 26. Rahmân (olan Allah, melekleri) evlât edindi, dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Bilakis (melekler), lütuf ve ihsana mazhar olmuş kullardır.
27. O'ndan (emir almazdan) önce konuşmazlar; onlar, sadece O'nun emri ile hareket ederler.
28. Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler!
29. Onlardan her kim: "Tanrı O değil, benim!" derse, biz onu cehennemle cezalandırırız. İşte biz, zalimlere böyle ceza veririz!   

Enbiya s. deki bu ayetlerde müşriklerin melekler hakkındaki yanlış inancını red etmekte ve onların Allh cc indindeki yerlerinin sadece ikramlı kullar olduğu beyan edilmektedir. Şefaat edecekelri kimselere baktığımız zaman" Allhın rızasına ulaşmış kimseden başkasına" olmadığı bildirilmektedir. Şimdi yanlış şefaat inancını savunanlara şunu soruyoruz, Allah cc nin rızasına ulaşmış olanın başka birinden yardıma ihtiyacı olabilirmi? elcevap tabiki hayır , öyleyse melekler o insanlara nasıl şefaat ederler diye sorarsak bunun cevabınıda 
-----13. 23-24" O güzel âkıbet Adn cennetleri olup, onlar babalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi olanlarla birlikte o cennetlere girerler. Öyle ki melekler de her kapıdan yanlarına varıp: «Sabretmenize karşılık size selamlar, selametler! Dünya diyarının ne güzel âkıbetidir bu!» diyecekler."
-----39.73-"
Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara: «Selam size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya girin» derler. ayetlerinin mealleri örneğinde görmekteyiz , melekler , işlediği salih ameller karşılığında cenneti hakeden kulu cennette karşılayarak onlara şefaat edeceklerdir. 

Aynı konu necm s . ayetlerindede görülmektedir. 
--------53.026Ve göklerde nice melekler vardır, onların şefaatleri hiçbir fâide vermez, meğer ki, Allah Teâlâ'nın dilediği ve razı olduğu kimse için müsaade verdiğinden sonra olsun.
Bu ayettede aynı şekilde melekler, salih ameller işleyerek cenneti haketmiş ve Allh cc nin razı olduğu kimseye cennette şefaat edeceklerdir.    

                      ************************************************ 
Sebe s. 23. ayeti 
 O’nun huzurunda O’nun izin verdiğinin dışındakine şefaat fayda sağlamaz. Sonuçta kalplerinden korku giderilince derler ki: Rabbiniz ne buyurdu? Derler ki: Hakikati. O pek yüce ve çok büyüktür. 
Bu ayette yine yanlış şefaat inancına uygun olarak bir çok mealde "
"O'nun katında, kendisine izin verdiğinden başkası şefaat edemez. Nihayet kalblerindeki korku giderilince: Rabbınız ne dedi? dediler. Hakkı, dediler. Ve O, Aliyy'dir, Kebir'dir
şeklinde çevrilerek Allah cc den başkasına şefaat hakkı verdirilmeye çalışılmıştır. Dikkat edilecek olursa hesaplar görüldükten sonra karşılıkların "hak" olarak verilmiş olduğu "maliki yevmiddin" ayeti gereğince o günde yetkinin sadece kendisine ait olduğu vurgulanmaktadır.    

                     *************************************************** 
Zuhruf s. 86. ayeti  
O’nun dışındakine dua edenler şefaat elde edemezler. Sadece bilerek hakka şahit olanlar şefaatten nasiplenirler. 
Bu ve benzeri ayetleri yine zümer s. 44. ayeti çerçevesi içinde anladığımız zaman kur'anın şefaat hakkındaki mesajı anlaşılmış olacaktır.  

 De ki: «Bütün şefaat Allah'a aittir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz!»

Sonuç olarak,  sadece Allah cc nin yetkisi dahilinde olan bir yetkinin müşriklerce ondan başkasına verilmesine karşı reddiye sadedinde olan ayetler yanlış rivayetler neticesinde müşrik inancı doğrultusunda anlaşılmış ve şefaatle bazı ayetlerde bu yanlış inanç doğrultusunda çevrilerek anlam tahribatına uğratılmıştır. Çelişkisiz bir kitap olan kur'andaki bir kısım ayet " şefaat sadece Allahındır" diyecek bir kısım ayet ise" Allah cc den başkasına izin verilecek" desin bu mümkün değildir . Rabbimiz bizleri kendisinin şefaatine mazhar etsin.  

                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC  BİLİR. 

10 Ocak 2013 Perşembe

Nebi Olmadan Resul Olunmaz

Ahzab s. 40. ayetinde "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve nebillerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir." mealindeki ayetten yola çıkarak bazılarının , "bakın ayette nebilerin sonuncusu deniliyor resullerin sonuncusu denilmiyor" diyerek kendisinin veya bir başkasının resul olduğunu iddia ettiklerine şahid oluyoruz. Yada resulluğun kur'anı tebliğ ile memur olan herkesin ortak vasfı olduğunu iddia ederek tüm müslümanları resul ilan etme yoluna gittiklerini görmekteyiz. Kur'anı tebliğ tüm müslümanların mü'min olma gereğinin bir sonucu olması hasebiyle biz kendisini veya bir başkasını resul ilan etme yoluna gidenlerin kur'ani dayanaklarının ne kadar sağlam olduklarını ortaya koymaya gayret edeceğiz.    

Öncelikle iddiamız şudur , bugün kendisini veya bir başkasını resul ilan eden bir kişinin resul olmadan önce nebi olması gerekmektedir. Çünkü resul olmak demek bir başkasından aldığı haberi bir başkasına aktaran demektir ve o haberi aktaran kişinin önce o haberi bir yerden alması gerekir buda onun nebi olması ile gerçekleşir. Bu kişiler "biz kur'anın resuluyuz" diyerek önceki kitabın elçisi olduklarını iddia etmeleri ise "kaş yapayım derken göz çıkarma" mesabesinde bir hatadır. Önce nebi kelimesinin anlamı üzerinde durarak Allah cc nin insanlar içinden seçmiş olduğu vahyi iletmekle memur olan kişilerin ortak vasfının sadece resul değil "nebi resul" olduklarının kur'anda nasıl belirtildiğini görelim.

Ne-be-e kelimesi sözlükte , haber vermek,duyurmak anlamındadır . Bu kelimeye kur'anın bindirmiş olduğu anlam açısından bakacak olursak, Allah cc nin insanlar içinden seçtiği kişileri  hidayet ve rahmet olmak üzere göndermeden önce onlara vahy etmesi onlara kitap vermesi demektir. Öncelikle bu yanlış anlayışın temelinde gelenekteki "nebi ve resul" kavramlarının ve "kitap" kavramının yanlış anlaşılması yatmaktadır. Geleneksel anlayışta "nebi" demek kendisine kitap verilmeyen demektir bu anlayış kitap kelimesinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır . "Kitap" kelimesinin sözlükteki anlamına bakacak olursak , harflerin yazarak birbirine eklenmesi demek olup ağızdan çıkan sözlerinde kitap demek olduğunu görmekteyiz. (el müfredat,ketebe maddesi bk)  

Kitap kelimesinin anlamından hareketle "nebi" kavramı için kullanılan , "kendisine kitap verilmeyen" tabirinin yanlışın ötesinde büyük bir hata olduğu görülmektedir. Hiçbir resulun , Allah cc den vahiy almadan "ben resulum" diye ortaya çıkmasının mümkün olmadığına onun Allh cc den almış olduğu vazife ona vahyedilerek verilmiş ve o vahyi ağzından çıkan kelimelerle yani kitaplaştırarak muhataplarına aktarmıştır. Allh cc nin şeçiş olduğu insanlar resul olma vazifesinden önce bu vazifeyi yerine getirmek için ondan bir haber almakta yani nebi olmakta ve sonra o haberi muhataplarına aktarma vazifesini yüklenerek resul olmaktadır. Yani Allh cc insanlar içinden seçtiği kullarına kur'anda " RESUL NEBİ" adını vermektedir. Yanlış anlayışın aksine o kulların bir kısmı "nebi" bir kısmıda" resul" değildir.   

-----2-136- Deyiniz ki, "Biz, Allah'a iman ettik ve bize ne indirildiyse İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve torunlarına ne indirildiyse, Musa'ya ve İsa'ya ne indirildiyse ve bütün nebilere Rablerinden ne verildiyse hepsine iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız."
 Bakara s. 136. ayetinde, musa ve isa as a verilenin diğer nebilerede verildiğini görmekteyiz.  

 -----2-213- İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere nebiler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.   

Bakara s 213. ayetinde gönderilen nebilerin beraberlerinde hak kitapların indirildiği beyan edilmektedir. Bu ayete göre Allh cc insanlara beşir ve nezir olmak üzere gönderdiği bütün elçilerini "nebi" olarak vasıflandırmakta ve hepsine kitap verildiğini bildirmektedir. Kur'anda geçen elçilerin isimlerine baktığımız zaman bir çoğunun " resul nebi" olarak vasıflandırıldığı açıktır . Bazı elçilerin isimleri geçtiği yerde onların "nebi" olarak zikredilmemesi bizi resul ve nebi kavramlarının ayrı olduğu kanaatine götürmemelidir bakara s. 213. ayeti Allh cc nin insanlar içinden seçtiği ve adını bilmediğimiz bir çok insana vahyederek yani kitaplar indirerek insanlara hidayet yolunu göstermiştir. Kitap verilmesi demek nebilere vahyedilen sözlerin incil ,tevrat ,zebur veya kur'an gibi yazılı olmalarıda şart değildir. Kitap kelimesinin anlam alanının ağızdan çıkan sözlerinde bir kitap olduğunu yukarda söylemiştik, adını bilmediğimiz bir çok elçiye vahyedilmiş ve o elçilerin Allah cc nin kendilerine olan vahyini ağızları ile iletmeleri onların kendilerine verilen kitabı okumaları demektir.   


-----3.081 Allah, vaktiyle nebilerden: «Andolsun ki, size kitap ve hikmetten her ne verdiysem, sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde ona kesinlikle inanacaksınız ve çaresiz ona yardım edeceksiniz.» diye söz almış ve: «Bunu kabul ettiniz mi? Bunun üzerine ağır ahdimi boynunuza aldınız mı?» demişti. Onlar: «Kabul ettik.» dediler. Allah da: «Öyle ise, şahit olun, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim!» buyurdu.  

Al-i imran s 81 ayet her ne kadar ehli kitaba hitap etmesi ve muhammed as ın musa ve isa as ı tasdiklemesi açısından bakılması gerekir isede arka plan anlamlarından biriside Allh cc nin nebilere kitap ve hikmetten vermesi konusunuda kapsaması açısından bakılması gerekn ayetlerden biridir.   


-----4.163- Muhakkak biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen nebilere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. 
Nisa s 163. ayetinde nuh as ile muhammed arasındaki bütün vahye muhatap olan kişiler "nebi " olarak vasıflandırılmakta olup bunların diğer ortak vasfı resul olmalarıdır.    


----- 6.112- Biz böylece, her nebiye insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Bunlar birbirini aldatmak için süslü sözlerle vesvese verirler. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları iftiraları ile başbaşa bırak. 

-----22.52-  Biz senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki o bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun arzusuna şüpheler karıştırmasın. Bunun üzerine Allah şeytanın karıştırdığı şüpheyi giderir. Sonra da Allah, âyetlerini tahkim eder (güçlendirir). Allah Alîm'dir (herşeyi bilir), Hakîmdir (Hikmet sahibidir) 

En'am s 112 ve hacc s 52 . ayetlerinde Allah cc nin insanlara vahyini iletmesi için göndermiş olduğu her nebinin muhataplarına şeytanların düşman olduğu ve o vahyi inkar etmeleri için onlara vesveseler verdikleri beyan edilmekte ve yine bu ayetlerin o eçilerin ortak vasfını "resul nebi" olduğu görülmektedir. 

Allah cc hacc s. 75. ayetinde meleklerden ve insanlardan resuller seçtiğini bildirmektedir. Resul kavramını genişleterek melekleride dahil edecek olursak "her resul nebi değildir" diyebiliriz çünkü melekler için "nebi" kavramı kullanılmaz. Ancak resul kavramının anlamını Allh cc nin seçmiş olduğu insanlar için kullanacak olursak " her nebi  resuldur her resul nebidir" diyebiliriz.

Sonuç olarak, bugün birisi kalkıp "ben resulum" veya "falan şahıs resuldur" diye bir iddiada bulunması onun bu iddiasına delil olarak Allh cc den aldığı bir haberi bize göstermesini gerektirir, yani elçiliğine delil olan vahyi iletmesi gerekir , "ben kuranın elçisiyim" demesi onun resul olmasına delil asla olmaz , bu kişi ya iskender evrenosoğlu gibi kendisinede vahyedildiğini iddia ederek en'am s. 93.94. ayetlerinin muhatabı olmaya hak kazanacak yada bu kavramların gelenekteki yanlış kullanımlarını kalkan ederek iddiasına devam edecektir. Kur'anın resulu olmak demek o kitaptaki kavramları ters yüz ederek yapılamayacağına göre bu kişi sade bir müslüman olma yolunu ister istemez tercih edecektir, aksi takdirde resulluk iddiası ya cehalet eseri yada yalancılıktan başka bir şey olamaz.    

                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

3 Ocak 2013 Perşembe

Bir Harf İlavesi İle Meali Katletmenin Örneği(Nur s.19)

Daha önceki yazılarımızda Kur'an meali yapmak için sadece Arapça bilmenin yeterli olmadığını , Arapçayı bilmekten daha önce Kur'an bütünlüğüne hakim olmanın gerekliliğine dikkat çekerek bu konuda yapılan bazı yanlış meallerden örnekler vermeye çalışmıştık. Bu yazımızda Nur s. 19. ayete verilen mealdeki sadece bir "n" harfinin ilavesinin nasıl bir yanlışa yol açabileceğini dikkat çekmeye çalışacağız.   

إِنَّ الَّذِينَ يُحِبُّونَ أَنْ تَشِيعَ الْفَاحِشَةُ فِي الَّذِينَ آمَنُوا لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ ۚ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ  (nur s. 19)
 
Müminler arasında hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

Bu ayetlerin siyak ve sibakı Aişe validemize atılan iftira ( ifk hadisesi)ile ilgili olup bir kısım müslümanlarda bu iftiraya inanmışlardır. Şimdi bu ayet ile ilgili başka bir mealden örnek verip bir harf ilevesinin nasıl bir yanlış anlamaya yol açabileceğine dikkat çekmek istiyoruz.   

----- Müminler arasında hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.
-----Müminler arasından hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

 "Arasında" ve "arasından" şeklindeki kelimelere baktığımız zaman arasındaki fark sadece bir "n" harfidir. İlk bakışta, bir" harfin ne gibi bir zararı olabilir? " diye düşünülebilir.    

"Mü'minler arasından" şeklinde yapılmış bir mealden , hayasızlığın yayılmasını arzu edenlerin "mü'min" olma sıfatının kaldırılmadığı anlaşılarak bu iftirayı yapanların mü'minler olduğu anlaşılabilir, halbuki bu iftirayı yayanlar mü'minler değil münafıklardır , mü'minlerden bir gurup bu iftiraya inanmış olmakla hata etmişlerdir. Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak yapılan bir mealde mü'minlerin nerede ahirette can yakıcı bir azap ile cezalandıracağı yazmaktadır?.  

"Müminler arasında" şeklinde ve doğru olan mealinde bu meal olduğunu düşünmekteyiz, iftirayı atanların mü'minler değil, mü'minlerin dışındaki insanlar olduğu ve o münafıkların mü'minler arasında bu gibi haberler yayarak aralarında fitne çıkarmak istemeleri ve bunun cezası hatırlatılmaktadır.

Sonuç olarak, meale ilave edilen "n" harfi ile o iftirayı yayanların mü'minler olduğu çıkar halbuki o iftirayı yapanlar münafıklardır ve o münafıklar " mü'minler arasında" hayasızlığını yayılmasını arzu etmektedirler ve kur'an buna işaret ederek omünafıkların dünya ve ahiret azabı ile cezalandırılacaklarını haber vermektedir. Arapça gramer kaidesinin bile izin vermediği "n" harfi ziyadesi ile yapılan meallerin hatalı olduğunu ifade ediyor ve yine şunu tekrarlıyoruz. Kur'an meali yapmak durumunda olan kişilerin kendinden önce yapılmış mealleri toplayarak " masa üstü mealciliği" yapmayı terkedip önce kur'an bütünlüğüne hakim olmaları ve yapacakları bir harf hatasının nelere mal olacağını düşünerek bu işe soyunmalarını tavsiye ediyoruz.   

                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

31 Aralık 2012 Pazartesi

Kitabun Merqum Nedir?

Kur'an hakkındaki herhangi bir sözü söylemeden önce söz sahibi kişinin kafasındaki önkabulleri bir kenara atarak salim bir kafa ile kur'ana yaklaşması gerektiğini daha önceki yazılarımızda vurgulamaya çalışmştık. Kur'ana bunun tersi bir yaklaşımda bulunmak kişinin kafasındaki önkabulleri kur'ana onaylatmak amaçlı olabileceği için doğru bir yaklaşım değildir. Bu tür bir yaklaşım örneğini, mutaffifin s. 9. ve 20. ayetlerinde geçen "kitabun merqum" (rakamlanmış kitap) ayeti ile ilgili yaklaşımda görmekteyiz . Müddessir s. 30 . ayetindeki "aleyhe tis'ate aşere" (üzerinde ondokuz vardır) ayeti üzerinden kur'an ayetlerinin matematiksel bir koruma şekli ile korunduğunu iddia eden bazı kişiler mutaffifin s. 9. ve 20. ayetindeki "kitabun merqum" ayetini , "bakın buradada yazıyor kur'anın rakamlanmış bir kitap olduğunu" diyerek kafalarındaki ön kabullere delil getirmek yoluna gitmektedirler.  19 sayısı ve katlarının kur'an ayetleri ile ilgili bazı sayılar ile uyum gösterdiğini kabul etmekle birlikte kur'anın tamamının böyle bir matematiksel uygunluk içinde olduğunu iddia edemeyiz . Bu yazıdaki amacımız "kitabun merqum" un ne olduğuhakkındaki kur'an ayetlerini okumak olduğu için konumuza dönüp mutaffifin s. ayetlerinin mealini vermek istiyoruz.   

1- Eksik ölçüp tartanların vay haline!
2- Onlar insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçerler.
3- Kendileri başkalarına bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçer ve tartarlar.
4- Onlar tekrar diriltileceklerini zannetmiyorlar mı?
5- Büyük bir gün için.
6- Öyle bir gün ki, insanlar o gün Rabblerinin huzurunda divan duracaklar.
7- Hayır hayır, kötülerin yazısı muhakkak Siccin'dedir.
8- Bildin mi sen, Siccin nedir?
9- Yazılmış bir kitaptır o.
10- Vay haline yalanlayanların o gün!
11- Onlar ceza gününü yalanlayanlardır.
12- Onu ancak sınırı aşan ve günaha düşkün olanlar yalanlar.
13- Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, "eskilerin masalları" der.
14- Hayır hayır, öyle değil. Aksine onların kazandığı günahlar kalplerinin üzerine pas olmuştur.
15- Hayır hayır, doğrusu onlar o gün Rablerini görmekten mahrumdurlar.
16- Sonra onlar muhakkak cehenneme girecekler.
17- Sonra da onlara: "İşte bu, yalanlayıp durduğunuz şeydir" denilecek.
18- Hayır hayır, iyilerin yazısı muhakkak Illiyyîn'dedir.
19- Bildin mi sen, Illiyyîn nedir?
20- Yazılmış bir kitaptır o.
21- Allah'a yaklaştırılmışlar ona tanık olurlar.
22- Haberiniz olsun ki, iyiler nimet içindedir.
23- Tahtlar üzerinde etrafa bakarlar.
24- Yüzlerinde nimet ve mutluluğun sevincini görürsün.
25- Onlara damgalı saf bir içki sunulur.
26- Onun sonu misktir. İşte ona imrensin artık imrenenler.
27- Karışımı Tesnim'dendir (En üstün cennet şarabındandır).
28- Allah'a yakın olanların içecekleri bir kaynaktır o.
29- Doğrusu o suç işleyenler inananlara gülüyorlardı.
30- Onlara uğradıkları vakit birbirlerine göz kırpıyorlardı.
31- Evlerine döndükleri zaman zevklenerek dönüyorlardı.
32- Müminleri gördükleri vakit; "işte bunlar sapıklar" diyorlardı.
33- Oysa onlar müminler üzerine bekçi olarak gönderilmemişlerdi.
34- İşte bugün de inananlar kâfirlere gülecek.
35- Koltuklar üzerinde etrafa bakacaklar.
36- Nasıl, kâfirler yaptıklarının cezasını buldular mı?  

Ayetlerin siyak ve sibakına baktığımız zaman, kıyamet sonrası olacak olan hesap günü ile ilgili bilgi verilmektedir. Kur'anın diğer ayetlerine baktığımız zaman kişinin amellerini kayda geçen görevlilerin olduğunu görmekteyiz. Bu görevlilerin kayda geçirmiş olduğu kişinin yaptıkları hesap günü karşısına çıkar ve ona cennet veya cehennem olarak karşılığı verilir. Mutaffifin s ayetlerindede bunlardan bahsedilmektedir. Ayetlerin siyak sibakı "kitabun merqum" ayetinin kur'andan bahsetmediği açıktır.   

Mutaffifin s. 9. ve 20. ayetleri siyak sibak bütünlüğü içinde okunduğu zaman  kişinin kafasındaki ön kabuller olan kur'anın rakamlanmış bir kitap olduğuna dair düşünceye kesinlikle delil olamayacağı açıktır. "Kitabun merqum" kişinin dünyadaki yapmış olduğu amellerin yazılı olduğu ve hesap günü karşısına çıkan bir kitap olduğunu kafasında önkabul taşımıyan herkes çok rahat görür.   

            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

26 Aralık 2012 Çarşamba

Allah c.c Bazı Şeyleri Bilmeyebilir mi?

Yazımıza böyle bir başlık atmamızın nedeni sayın Abdülaziz Bayındır hocanın sosyal medyada gündeme gelen bir telefon konuşmasına vermiş olduğu "Allah senin kiminle evleneceğini bilmez" şeklindeki cevaba karşı düşüncelerimizi ortaya koymak içindir. Bu cevabın öncelikle bir montaj ve hocayı karalamak amaçlı bir tuzak olduğu düşüncesi hakim iken dün akşam (25-12-2012 ) yapmış olduğu derste bunları bunları tekrarlaması bizleri hayal kırıklığına uğratmıştır. 

Konu ile düşüncelerimizi ortaya koymadan önce sayın hocanın telefonda söylemiş olduğu , " ben demiyorum Allah böyle diyor" sözü üzerinde durmak istiyoruz. Kur'an hakkında söz söylemek durumunda olan her kişi herhangi bir ayet hakkında böyle bir söz etmek hakkına kesinlikle sahip değildir, ancak "BU AYET HAKKINDAKİ BENİM DÜŞÜNCEM BU DUR" şeklinde bir söz edebilir çünkü konuştuğu ayet hakkında eksik ve yanlış düşünceleri olduğu konusunda bir açık kapı bırakmak zorundadır, bunun aksi bir söz olan " BEN DEMİYORUM ALLAH CC BÖYLE DİYOR" şeklindeki sözler kendi anlamak istediğini Kur'ana söyletmek amaçlı sözlerden başkası değildir. Kur'an hakkında söz söylemek durumunda olan kimsenin böyle bir söz söylemeye yetkisi asla olamaz. 

Şimdi gelelim sayın hocanın gündem olan "Allah senin kiminle evleneceğini bilmez" sözü üzerinden Allah cc nin bazı şeyleri bilemeyeceği düşüncesinin bazı kur'an ayetleri ışığında değerlendirilmesine;   

Sayın hoca konu ile ilgili yaptığı dersteki verdiği ayetlerin yerine sadece Hadid s. 22 ve bakara s. 255. ayetindeki " yalemu ma beyne eydihim vema halfehum"(onların önündekini ve arkasındakini bilir) ayetini ele alıp o ayetler üzerinde dursa idi daha doğru bir düşünceye sahip olunabilirdi bu onun bu düşüncesini kökünden ret eder mahiyette ayetler olduğu için sanki bile bile bu ayetler es geçildi diye düşünmekten kendimi alamıyorum, ancak sayın hoca tabiri caizse vakit geçirmeye oynayan futbolcu misali konu ile direk ilgili olmayan ayetler üzerinde durarak dersini bitirdi. Bu yazıda Hadid 22 ve bakara 255 ve benzeri ayetler üzerinde durarak sayın hocanın iddiasının ne kadar doğru olduğu konusunda düşüncelerimizi ortaya koymaya gayret edeceğiz.  
Hadid s. 22. ayetinde Allah cc mealen şöyle buyurmaktadır. 
  Ne Arzda, ne de nefislerinizde bir musıbet başa gelmezki biz onu fi'le çıkarmazdan evvel bir kitabda yazılmış olmasın, şübhesiz bu Allaha göre kolaydır"  

Bu ayette, insan ve onun dışındaki bütün varlıklarla ilgili olacak olayların bilgisinin daha önce bilindiği bizlere bildirilmektedir. Sayın Bayındır hoca bundan önceki derslerinden birinde Hadid s. 22 . ayeti ile ilgili sorulan bir soruya" ezelde değilde yaratmadan önce kayda geçer " demektedir. yaratmadan önce demesi ile ezelde geçmemiştir demesi çelişkili bir açıklamadır. Allah cc için zaman kavramı ile kulları için zaman kavramı aynı değildir şu ayetler buna delildir.

-----032-5 Gökten yere kadar, olan bütün işleri Allah düzenler, sonra, işler sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir gün içinde O'na yükselir.
-----22.047Senden, başlarına acele azap getirmeni istiyorlar. Allah sözünden asla caymayacaktır. Rabbinin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir.
-----70.004 Melekler ve Cebrail o derecelere, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler.

Yukarıda mealini vermiş olduğumuz ayetlere göre kullar için geçerli bir günün süresi ile Allah  için geçerli günün aynı olmadığı açıktır. Şimdi sayın hocanın Hadid s 22. ayeti ile ilgili verdiği cevaptaki "kayda geçmiştir ama olmadan önce kayda geçmiştir ezelde geçmemiştir" sözünün içini bu ayetler çerçevesinde nasıl doldurur ? olay olmadan bir gün öncemi, yoksa bir saat öncemi yoksa bir dakika öncemi ? "olay olmadan önce kayda geçmiştir fakat ezelde geçmemiştir " sözü sayın hoca için talihsiz bir çelişkidir çünkü Allah için zaman kavramı ile kullar için zaman kavramı ne kadar aynıdır onun cevabını vermek zorundadır.  

Allah cc nin "sübhan" olması onun her türlü noksanlıktan münezzeh olması demekse "bazı şeyleri bilemeyeceği" şeklinde bir söz onu hakkı ile takdir edememenin bir göstergesidir. Sayın hoca konu ile ilgili yaptığı derste hem "Allah cc nin gaybı elbette bilir" deyip hem bunun aksi bir iddiada bulunması onun ayrı bir çelişkisidir.  

----- 2.255  Allah, başka tanrı yok ancak o, daima yaşıyan, daima duran tutan hayy-ü kayyum o, ne gaflet basar onu ne uyku, Göklerdeki ve Yerdeki hep onun, kimin haddine ki onun izni olmaksızın huzurunda şafaat edecek? onların önlerinde ne var arkalarında ne var hepsini bilir, onlar ise onun dilediği kadarından başka ilmi ilahîsinden hiç bir şey kavrıyamazlar, onun kürsîsi bütün Gökleri ve Yeri kucaklamıştır her ikisini görüb gözetmek ona bir ağırlık da vermez o öyle ulu, öyle büyük azametlidir.
-----22.075-76 Allah meleklerden ve insanlardan peygamberler seçer. Doğrusu Allah işitir ve görür. O, geçmişlerini geleceklerini bilir. Bütün işler Allah'a döner.

Bakara s. 255 ve Hacc s.75-76. ayetlerindeki "geçmişi ve geleceği bilmesi" ve kur'anın bir çok ayetindeki "gayb bilgisinin ona ait olması" bizlere yaratmış olduğu her şeyin öncesinin ve sonrasını bildiğini açıkça belirtir . "Allah senin kiminle evleneceğini bilmez" sözü devamında bir çok yanlışı getirmesi açısından  yanlış bir söz olduğu açıktır. Eğer Allah cc bir insanın kiminle evleneceğini bilmezse onlardan doğacak olan çocukları da bilmez anlamına gelir.

----- 7.172-173 Hem rabbın: Beni Âdemden, bellerinden zürriyyetlerini alıb da onları nefislerine karşı şâhid tutarak «rabbınız değilmiyim» diye işhad ettiği vakıt, «evet» dediler: «şâhidiz», Kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz.Yâhud: ancak önceden atalarımız şirk koştular, biz ise onlardan sonra bir zürriyyet edik, şimdi o batılı te'sis edenlerin yaptıklarıyle bizi helâkmi edeceksin? Demeyesiniz.

Araf s ayetlerinde geçmiş zaman sigası ile belirtilen ve "Beni Adem" diye bahsedilen insanların Adem ve ondan sonra gelecek olan bütün insanlar için geçerli ise ""Allah cc Ademden kıyamete kadar gelecek olan insanların bilgisinden eksik bir Allahın olması iddiası az buz bir yanlış değildir.   

-----003.081 [E0] Hem Allah vaktiyle Peygamberlerin şöyle misakını almıştır: Celâlim hakkıyçün size kitab ve hikmetten her ne verdimse sonra size beraberinizdekini tasdik eden bir Resul geldiğinde ona mutlak iman edeceksiniz ve lâbüdd ona yardımda bulunacaksınız, buna ıkrar verdiniz mi? ve bunun üzerine ağır ahdimi boynunuza aldınızı mı? buyurdu, ıkrar verdik dediler, öyle ise, buyurdu: Şahid olun ben de sizinle beraber şahidlerdenim.

Yine aynı şekilde Al-i İmran s. 81. ayetinde geçmiş zaman sigası ile nebilerden söz alınması olayı bize bu nebilerin bilgisinin ezelde olduğu yolundaki bir delil olma bakımından örnek bir ayettir.Allah cc , Muhammed sav  in babası ile annesi Aminenin evlenip Muhammed adında bir çocuk dünyaya getireceklerini bilmiyorsa böyle bir söz alındığına dair neden bu ayeti Kur'ana koysun?

Kader konusu ile ilgili olarak yanlış anlaşılan konulardan bir tanesi de Kur'anda en fazla geçen "KİTAB" kavramının müteşabih olarak kullanılmasının anlaşılamaması olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz.  

KİTAP KAVRAMININ KUR'ANDA MÜTEŞABİH OLARAK KULLANILMASI  
 
Al-i imran s. 7 . ayetinde kitabın ayetlerinin bir kısmını "muhkem" bir kısmının "müteşabih" olduğu bildirilmektedir. "Müteşabih" kavramının gaybi alana ait bilgilerin gaybi olmayan alana ait bilgilere benzeştirilerek anlatılması olduğunu bu konu ile ilgili yazılarımızda 
bahsetmiştik .

-----006.038 hem Yerde debelenen hiç bir hayvan ve iki kanadiyle uçan hiç bir kuş yoktur ki sizin gibi birer ümmet olmasınlar, biz kitâbda hiç bir tefrıt yapmamışızdır, sonra hepsi toplanır Rablarına haşolunurlar
-----006.059 Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir.
-----010.061 Ne iş yaparsan yap ve sizler ona dair Kuran'dan ne okursanız okuyun; ne yaparsanız yapın; yaptıklarınıza daldığınız anda, mutlaka Biz sizi görürüz. Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Kitap'dadır.
-----011.006 Yerde hiç bir debelenen de yoktur ki rızkı Allaha âid olmasın, o onun karar ettiği yeri de bilir, emanet bulunduğu yeri de, hepsi açık bir kitabdadır
-----022.070 Bilmez misin ki Allah Gökte ve Yerde ne varsa bilir, muhakkak o kitabdadır, her halde o Allaha göre kolaydır
-----027.075Ve Yerde, Gökte hiç bir gâib yoktur ki açık bir kitabda olmasın
-----034.003 İnkar edenler: «Kıyamet bize gelmeyecektir» dediler. De ki: «Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbim'e and olsun ki, o saat size muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitap'tadır.»
-----035.011 Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmış, sonra da sizi çiftler halinde varetmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması, ancak O'nun bilgisiyledir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerin azalması şüphesiz Kitap'dadır. Doğrusu bu Allah'a kolaydır.

Yukarda vermiş olduğumuz ayet meallerinde bahsedilen "kitap" Allah cc nin indinde olan bir kitaptan bahsetmektedir ( gayb konusu ile ilgili ayetlerede dikkat çekmek isteriz). Müteşabih kavramı çerçevesinde düşünecek olursak Allh cc nin teşbih ederek anlatmış olduğu kitaptan kasıt , "kitab" kelimesinin bizlerde yapmış olduğu çağrışım ile ilgili olarak düşünülmesi gerekir. 

Kitab kelimesi bizler için yazıldığı zaman içindekilerin unutulmaması ve nesiller boyu ondakilerin bilgi kaynağı olması gibi bir çağrışım yapar. Allh cc ise kendi indindeki kitabı buna benzeterek kendi indindeki bilgilerin unutulması kaybolması gibi bir durumun söz konusu olmadığını bizlere bildirir. Bu kelime kader konusu ile ilişkilendirildiği zaman karşımıza bazı yanlış anlamaların çıktığı görülmektedir. Bazıları," bizim ne olacağımız önceden belirlendi ise bizim yaptığımız amellerde herhangi bir suçumuz neden olsun ve neden sorumlu tutulmaktayız?" şeklinde itirazlarda bulunmaktadır. 

KİTAB kelimesindeki yazılma anlamını , Allah cc nin yaratmış olduğu varlıkların akibetinin ne olacağını önceden bilmesi ile o varlıkların yaptıkları konusundaki irade kullanımlarını ayırmak zorundayız. Allah cc hiç bir insana "sen zorla cennetlik ameller işleyeceksin" veya" sen zorla cehennemlik ameller işleyeceksin" doğrultusunda baskılayıcı bir irade vermez. Bu konudaki ilgili kur'an ayetleri Allah cc nin yaratmış olduğu insanlara iki yol gösterdiği hangi yola gitmek isterse o yolun onlara kolay edildiğini bildirir ve insanlar bu hür iradeleri ile seçmiş oldukları iman veya küfür yolu ile kendilerine ahiretteki mekanlarını hazırlamaktadır. İşte burada Allah cc nin "EL ALİM" isminin tecellisi gereği o kulların ne gibi bir amel yapacağını bilgisi gündeme gelir yani Allah cc kullarına hür irade vererek onların yapmış olduğu amelleri bilmektedir onun bunu bilmesi o kulları yapmış oldukları amelleri engellemek veya desteklemek ile bir ilgi yoktur aksi takdirde cennet ile cehennem ile karşılık verilmesinin adaletsiz olacağı açıktır ve Allah her türlü adaletsizlikten de münezzehtir.  

Sonuç olarak, sayın Bayındır hocanın "Allah bir kimsenin kiminle evleneceğini bilmez" ve "bunu ben demiyorum Allah diyor" şeklindeki yanlış sözlerini yukarıda vermiş olduğumuz ayetler doğrultusunda, Allah cc nin her türlü noksandan münezzeh olması, gayb bilgisinin onun katında olmasından hareketle bu bilginin geçmiş ve geleceği kapsadığını göz önüne alarak yeniden düşünmesini ondan faydalanan bir kişi olarak tavsiye ediyoruz.    

                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
 

22 Aralık 2012 Cumartesi

Tevbe s. 128 ve 129. Ayetleri İle İlgili Bir Çalışma

Kur'an, alemlerin rabbi olan Allh cc nin kulu ve elçisi muhammed sav e indirmiş olduğu bir kitaptır. Bu kitaba inanan mü'minler elimizdeki iki kapak arasında olan mushafta (sahifelenmiş kitabın) Allah cc nin kulu ve elçisi muhammed sav indirmiş olduğu ayetlerieksiksiz olarak mevcut olduğuna inanırlar, her ne kadar rivayetler yolu ile bazı ayetlerin kur'ana alınmadığı gibi düşünceler ortaya atılmış olsa bile bunların doğruluk derecesi olmayan haberler olduğu açıktır. Bu yazımızda müddessir s. 30. daki  "üzerinde ondokuz vardır" mealindeki ayetten hareketle kur'anın 19 ve katları üzerinden matematiksel bir koruma ile korunduğu düşüncesi ortaya atılmış ve bu düşüncenin bir uzantısı olarak tevbe s. 128 ve 129. ayetlerinin matematiksel korumanın dışında olduğu için kur'ana sonradan ilave edildiği düşüncesi ortaya atılmıştır. 

Siyak ve sibak, yani ayetlerin öncesi ve sonrası ile birlikte okuyarak anlama metodu kur'anı doğru olarak anlama yollarından biridir. Tevbe s. 128 ve 129. ayetlerinide bu metod ile okursak şu netice karşımız çıkar.  

tevbe s. 128. ayetinin meali şu şekildedir. 

 " Andolsun size kendinizden öyle bir  resul gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir."
Ayete baktığımız zaman  "SİZE" ve MÜ'MİNLERE" şeklinde iki ayrı guruptan bahsedildiğini görmekteyiz, ayetteki "size" zamirinin kim olduğunu anlamak için 124. ayetten okumaya başlamak gerekmektedir. 
----- 9.124 Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: «Bu sizin hanginizin imanını artırdı?» İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanlarını artırır ve onlar sevinirler.
-----9.125 Kalblerinde hastalık olanların ise pisliklerine pislik katmıştır; onlar kafir olarak ölmüşlerdir.
-----9.126 Onlar, yılda bir iki defa belaya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine tevbe etmiyorlar, ibret de almıyorlar.
-----9.127 Bir sure inince, «Sizi bir kimse görüyor mu?» diye birbirlerine bakarlar, sonra dönüp giderler. Anlamaz bir güruh olmalarına karşılık Allah onların kalblerini imandan döndürmüştür.

124. ayete baktığımız zaman iki gurup insandan bahsedilir, 1-bu sizin hanginizin imanını artırdı diyenler ve 2- iman edenler, devam eden 125-126-127.ayetlerde ise 1. gurup insanlarla ilgili ayetler vardır. 128. ayete gelinde aynı konu buradada devam etmekte olup  iki gurup insan buradada karşımıza çıkmaktadır 128. ayetteki "size" şeklindeki hitabın muhatapları önceki ayetlerde bahsedilen  kalplerinde hastalık olan münafıklardır. 129. ayette " Eğer yüz çevirirlerse de ki: «Allah bana yeter; O'ndan başka tanrı yoktur, yalnız O'na güveniyorum; O büyük arşın Rabbidir.»" buyurularak yine 124 ve 128 . ayetler arasında bahsedilen münafıklarla ilgili olduğu açıktır.   

Ayetleri red gerekçelerinden biriside, ayet içinde geçen "rauf" ve "rahim" kelimelerinin Allah cc nin esmasından olduğu bu kelimelerin bir insan için kullanılamayacağı şeklindedir. Eğer bu gerekçe üzerinde bir red mantığı geliştirecek olursak yusuf suresindeki bir çok ayeti red etmemiz gerekecektir, sure içindeki ayetlerde geçen "rabb", "el aziz" , "hafiz-alim" . "el melik" , "basiran"gibi kelimeler Allah için değil insanlar için kullanılmıştır.

Sonuç olarak, tevbe s. 124. ve 129. ayetler birbirleri ile siyak sibakı olan ayetlerdir. Bazılarının iddia ettiği gibi kur'ana sonradan ilave edilmesi gibi bir durum sözkonusu değildir , eğer böyle bir durum varsa aynı durum 124-129. ayetlerin tamamı için sözkonusudur , yok 124-127. ayetler kur'andandır denilirse 128-129. ayetler kur'andan değildir demenin yanlışlığı ortadadır. Mü'minlere yakışan kur'anın mevsukiyetine gölge düşüren geleneksel rivayetleri nasıl reddediyorsa yeni yetmeler tarafındanda ortaya atılan rivayetleri red etmek ve kur'anın elimizde olan şekli ile muhammed sav e indirilmiş olduğuna iman etmektir.  

                EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Kur'an Adem Kıssasını Neden Anlatır?

Bilindiği üzere, kur'anda kıssa yollu anlatımlar büyük bir yer kaplamaktadır. Muhammed as dan önceki kavimler ve elçiler arasındaki mücadeleler anlatılarak kur'anın muhataplarının ibret alması sağlanmaya çalışılmaktadır. Adem as kıssasıda kur'anda 7 yerde geçerek bizlere anlatılmaktadır. Kur'an kıssalarını okuma ve anlama metodunu daha önceki yazılarımızda ele almaya çalışmıştık. Kur'anda herhangi bir konu ile ilgili ayetleri anlamak için sorulacak olan soru, "biz bu ayetleri nasıl anlarız" şeklinde değilde , " bu ayetler bizlere ne gibi bir mesaj veriyor" şeklindeki bir soru ile okumaya başlarsak anlamamız daha doğru ve daha kolay olacaktır. "Bu ayetleri nasıl anlarız" şeklindeki bir sorunun cevabını almak için kafamızda olan bazı önkabulleri kur'ana onaylattırmak amacı olabileceği için bu tür bir soru ile kur'ana yaklaşmak pek tavsiye edilmez.  

Şimdi , biz adem kıssası ile ilgili olarak " adem as kıssası bize ne gibi bir mesaj veriyor?" şeklinde bir soru sorup bunun cevabını kur'andan aramaya çalışalım. Öncelikle adem as kıssası üzerinden anlaşılmak istenen bazı konuları ortaya koyup bu konulara kur'an ın cevap verip vermediğine bakalım.    

Adem as kıssası üzerinden anlaşılmak istenen konulardan bir tanesi , insanların adem ile eşinden nasıl türediği konusudur. Rivayetlerde okuduğumuza göre , adem as ın eşi her batında bir kız ve bir erkek olmak üzere iki çocuk dünyaya getirmekte ve bu çocuklar çaprazvari evlilik yolu ile çoğalmışlardır . İnsanlığın nasıl çoğaldığı sorusuna verilen cevaplardan bir tanesi "kardeş kardeşe evlilik yolu ile olmuştur" şeklindedir. Öncelikle bu cevap kur'andan herhangi bir delile dayanmaması ve rivayetler yolu ile cevap verilmiş olması açısından problemli bir cevaptır. Buna delil olarak getirilen ayetlerden bir kaç tane örnek vermek istiyoruz. 

----- 004.001 Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabb'inize hürmetsizlikten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir.
-----039.006 Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini varetmiştir; sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir; sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde, yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır; işte bu Rabbiniz olan Allah'tır. Hükümranlık O'nundur, O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl olur da O'nu bırakıp başkasına yönelirsiniz?

Bu ayetlerin adem ile eşine işaret ettiği ve insanların yaratışının kaynağı olarak anlaşılması gerektiği düşünülmüştür, araf s. 189-190. ayetlerine baktığımız zaman bu sefer başka bir problem gündeme gelmektedir.  

----- 007.189-190 Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tır. Eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, karı-koca, Rableri olan Allah'a: «Bize kusursuz bir çocuk verirsen, and olsun ki şükredenlerden oluruz» diye yalvardılar.Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.

Nisa s. 1 ve zümer s. 6 ayetlerindeki "tek bir nefisten yaratılma ve ondanda eşini varetme" meselesini adem ve eşi olarak anladığımız takdirde araf s . deki bu aayetleride adem ile eşi olarak anlamak durumundayız ve bu seferde adem ile eşinin şirk koşması meselesi gündeme gelir ve tefsirlerde bu konunun gündeme getirilerek tartışıldığına şahid olmaktayız. Tefsirlerde adem ile eşinin şirk koşup koşmaması meselesinin tartışılması dahi önkabullerin kurana onaylattırma çabasının bir ürünü olup burada tıkanıklık meydana gelmiştir. Bu tıkanıklığı aşmanın yolu ise bu ayetlerin adem ile eşine değil insanın yaratılış sünnetini anlatmış olması açısından bakılmasıdır, aksi takdirde "adem ile eşi şirk koştumu koşmadımı " şeklindeki kısır döngü devam eder. 

Kardeş kardeşe evlilik konusunu müdafaa edenlerin bir başka delilide şudur; "evet, kardeş kardeşe evlilik kur'anda haram kılınmış olabilir ama Allah cc israiloğullarına koyduğu , bazı helallerin geçici olarak haram etme konusu gibi ademoğullarınada geçici olarak bazı haramları helal etmiş olmazmı?" şeklindedir. Bu delilede şu şekilde bir vevap verilmesi mümkündür, israiloğullarına Allah cc tarafından haram edilen helallerin gerekçesi kur'anda açıklanmıştır, ademoğullarına böyle bir geçici helallik verildiğine dair bir gerekçeyi kur'anda bulamıyoruz aksine , nisa s. 23. ayetinde evlenilmesi haram olanlar içinde "kızkardeşleriniz" in dahil edilmesi ve ve 26. ayette " Allah, sizlere bilmediklerinizi bildirmek, sizden öncekilerin yollarını size göstermek ve tevbenizi kabul etmek istiyor. Allah, her şeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." buyurulmasından hareketle "kardeş kardeşe evliliğin" haram olmasının bizden öncekiler içinde geçerli olduğu görülmektedir, herhangi bir kimse kalkıpta "sizden öncekiler" deyimine adem ve çocukları dahil değildir diyemez.  

Artık kur'andan , ademin çocuklarının kardeş kardeşe evlilik yolu ile çoğaldıklarına dair herhangi bir bilgi bulmanın mümkün olmadığı görülmektedir. Şimdi gelelim ademin çocuklarının nasıl çoğaldıklarına dair ikinci bir düşünce olan, "Allah cc birden fazla ademler yaratarak insan neslini çoğaltmıştır" şeklindedir. Buna delil olarak'ta araf s. 11. ayeti olan
"And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, «Adem'e secde edin» dedik; İblis'ten başka hepsi secde etti, o secde edenlerden olmadı." mealindeki ayettir. Bu ayette ademden önce "sizi" kelimesinden hareketle ademden önce birçok ademlerin olduğu ve bu çoğalmanın o ademlerle gerçekleştiği düşüncesi ortaya atılmıştır. Araf s. deki adem kıssasına baktığımız zaman kıssadaki "ey ademoğulları" şeklindeki hitapların adem kıssasının bütün insanların kıssası olduğu ve her insanın iblis tarafından iğva edilme tehlikesi ile karşı karşıya olduğu vurgusu yapılmaktadır. Secde s. 7-8-9. ayetleri meali olan "Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun soyunu, bayağı bir suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah'tır. Size kulaklar, gözler, kalbler verilmiştir. Öyleyken, pek az şükrediyorsunuz."  yada araf s. veya diğer surelerde "ey ademoğulları" şeklinde hitaplar ile başlayan  ayetler bu düşünceyi çürütür.    

Şimdi, adem ve çocuklarının nasıl ürediği ile ortaya atılan düşünceler bir başka problemi ve kur'an tarafından çürütülme ile karşı karşı kaldığına göre adem ile çocuklarının nasıl ürediği konusuna nasıl bir perspektiften bakarak doğru bir çözüm getiririz sorusu gündeme gelmektedir. Öncelikle şunu soralım, ADEM VE ÇOCUKLARININ NASIL ÜREDİĞİ KONUSUNDA BİR BİLGİYE İLLAKİ SAHİP OLMAK DURUMUNDAMIYIZ? bu soruya  HAYIR cevabını verebiliriz. nedenmi? . Öncelikle adem ve çocuklarının rivayetlerde anlatılan "kardeş kardeşe evlilik yolu ile üremelerinin" bazı çevrelerde ahlaksızlık olarak görülmesi konusundan hareketle yola çıkarak bunun dışında başka çözümler üretilme yoluna gidilmekte ve bu çözümlerde kendi içinde başka çözümsüzlüğü ortaya çıkarmaktadır. Yani bizler suni gündemler üretenlerin dümen suyuna girerek onların hoşuna gidecek çözümler üretmeye kalkarak bataklıkta debelenmekteyiz. Halbuki kur'an insan neslinin üremesi konusunda ne kardeş kardeşe evlilik yolu ile olduğu konusunda , nede birçok ademlerin olduğu ve bu ademler yolu ile çoğaldığı konusunda bir bilgi vermektedir. Çünkü kur'an ne biyoloji, ne fizyoloji nede anatomi  nede antropoloji kitabıdır. Bilimsel gerçekliklere delili olarak getirmeye kalktığımız zaman bazı konularda sıkıntıya düşeceğimiz ortadadır. Adem konusunu anlamaya kalkmadan önce kur'anın bir hidayet kitabı ve özellikle adem ve insanın yaratılışı ile ilgili ayetlerin son cümlelerşne baktığımız zaman Allah cc nin kudreti ve azametinin vurgulandığına vu bu anlatımların gerekçesinin ilmi gerçekler değil  "İNSANLARI ALLAH CC NİN KUDRETİNE DAİR AYETLERDEN OLDUĞU DÜŞÜNCESİ AKILDAN ÇIKARTILMAMALIDIR.   

Yazımızın başına dönecek olursak, kur'andan herhangi bir konuyu anlamak için önkabullu soruların yerine "bu ayetler bize ne gibi bir mesaj veriyor?" sorusunu sormamız gerektiğini yazmıştık, bu soruyu adem as kıssası için sorduğumuzda şu cevapları bulabiliriz. Adem ve iblis kıssası kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların yaşayacağı bir kıssadır. Araf s. deki kıssada "sizi yarattık size suret verdik ve sonra meleklere ademe secde edin dedik" ve devamındaki ayetlerde "ey ademoğulları" şeklindeki hitaplar kıssanın bütün insanlar için geçerli olduğunu vurgular. Kur'anda geçen 7 yerdeki adem kıssasında ortak nokta iblis yani şeytandır.Kıssalardaki bütün ayetlerde "iblis'in secde etmemesi" konusu ortak nokta olup diğer ayetlerde şeytanın ademoğullarının ayağını cennetten nasıl kaydırarak onları nasıl cehennem ehli yapabileceği ve bundan sakınma yolları anlatılır. Kur'an adem kıssasını anlatmakla insan neslinin başlangıcı hakkında herhangi bir bilgi vermek durumunda değildir ve bu konu ile ilgili olarak net bir bilgi kur'anda yoktur, olmama nedenide bizim bu bilgiye ihiyacımızın olmamasıdır. Bize , hakkında bir bilgi verilmeyen şeyin peşinde koşmamız yasaklanmışken (isra. 36) bilgi sahibi olmadığımız bir konuda zorlama te'villerle ve başkalarının ortaya attığı suni gündemler etrafında dönüp dolaşmanın bizlere bir faydası yoktur. İnsanın yaratılışı ile ilgili diğer ayetlerde Allah cc nin kudreti ile ilgili olup onun yaratıcı olması ve bizlerin onun kulu olduğumuz ve başka yaratılmışlara kul olmamamız gerektiği etrafında şekillenmektedir.     

                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

25 Kasım 2012 Pazar

Kur'an Meali Yapmak İçin Sadece Arapça Bilgisi Yeterli midir?

Yabancı dildeki bir metnin başka bir dili konuşan insanlar tarafından anlaşılmasının yolu, o metni okuyan kişinin ,o dili bilmesi veya o dili bilen birisi tarafından, çevrilmesi ile mümkündür. Bu durum alemlerin rabbi olan Allah cc nin kulu muhammed as a indirmiş olduğu kitap içinde geçerlidir. Bu kitabı anlamak için kişi ya o dili bilecek veya o dili bilen birisi tarafından yapılmış olan çeviriyi okuyarak anlamaya çalışacaktır. Çoğunluğun bu dili bilmemesi haliyle o dili bilen birisi tarafından yapılmış kur'an çevirisini okumak durumunda bırakmıştır. Bu durum yadırganacak bir şey olmamakla beraber yadırganacak olan durum yapılan çevirilerde, sadece arapça bilgisinin yeterli olmadığı görülmektedir. Kur'an çevirisi yapan bir kişi arapçadan önce kur'ana hakim olması gerekmektedir. Daha önceki bir kaç yazımızda Elmalılı meali üzerinde yapılan hataları yazmaya gayret etmiştik. Bu yazımızda sayın Ahmet Tekin'in kasas s.46 ,secde s. 3 ve yasin s. 6. ayetleri ile ilgili yapmış olduğu meali ve bu mealin kur'an bütünlüğünde ne kadar doğru bir meal olduğunu göstermeye çalışacağız.Yaptığımız eleştirinin sayın Ahmet Tekin'in şahsı ile alakalı olmayıp onun 3 ayet ile ilgili yapmış olduğu mealin sadece arapça bilgisinin yeterli olmadığını göstermektir.  

Kasas s 46. ayetinin Ahmet Tekin tarafından meali şu şekildedir. 

Ve mâ kunte bi cânibit tûri iz nâdeynâ, ve lâkin rahmeten min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).

Mûsâ’ya seslendiğimiz zaman da Tur’un (dağın) yamacında değildin. Fakat, Rabbinden bir rahmet olarak, senden önce kendilerine sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan uyarıcılar, peygamberler gelen toplumları uyarman için, orada geçenleri sana bildirdik. Ola ki, düşünüp öğüt alırlar.

Secde s. 3. ayetinin ahmet Tekin tarafından yapılan meali şöyledir.

"Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), bel huvel hakku min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yehtedûn(yehtedûne)."

Yoksa onu:
'Muhammed uydurdu' mu, diyorlar. Hayır! O, senden önce kendilerine sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan birçok uyarıcılar gelmiş toplumları senin de uyarman için, Rabbin tarafından gönderilen gerekçeli, hikmete dayalı, toplumda hakça düzeni gerçekleştirecek hak bir kitaptır. Ola ki, onların doğru yolu tercih etmelerine vesile olur.
    
Yasin s. 6. ayetinin Ahmet Tekin tarafından yapılan şöyledir. 

"Li tunzire kavmen mâ unzire âbâuhum fe hum gâfilûn(gâfilûne)."

Ataları sorumluluk hesap ve ceza hatırlatılarak uyarılan, kısa sürede imandan ve şer’i hükümlerden habersiz hale gelen milletleri uyarman için indirilmiştir.

Bu ayetlerde kur'an bütünlüğüne uymadan yapılmış olduğunu iddia ettiğimiz nokta,birçok mealde yapılmış olan " babaları uyarılmamış" şeklindeki mealin aksine olarak yapılmış olan "uyarılmış" şeklinde yapılan mealdir. Sayın Ahmet Tekin,bu şekilde bir meal yapma gerekçesini arapça gramer kaideleri üzerinden müdafaa edebilir "ma" edatını kullanma tercihine saygı duymakla beraber yaptığı bu mealin kur'anın diğer ayetlerine de mutabık olma şartını gözetmesi gerekirdi. şöyleki.... 

Sebe s. 44. ayetine verdiği meal ile diğer ayetlere verdiği mealin çakıştığını ve çelişki arzettiğini görmüş olsaydı kasas s. 46 ,secde s.3 ve yasin s. 6 ayetlerine verdiği bu mealleri terkedip herkesin yaptığı şekilde bir meal zorunda kalacağını görürdü. 

Sebe s. 44. ayetine Ahmet Tekin tarafından meal şöyledir. 

 "Ve mâ âteynâhum min kutubin yedrusûnehâ ve mâ erselnâ ileyhim kableke min nezîr(nezîrin)"

Halbuki biz onlara, okuduklarında, içinde Kur’ân’ın ve senin aleyhine deliller bulabilecekleri kitaplar vermediğimiz gibi, senden önce onlara özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan bir uyarıcı da göndermemiştik.

Kur'anı sayın Ahmet Tekin tarafından yapılmış olan bir meali okuyarak öğrenen bir kişi bu ayetlerdeki yapılan meali görünce ilk olarak verceği tepki kur'anda çelişkili ayetler olabileceği yolundadır, ancak pek az kişi belkide yapılan bu çelişkili meallerin meal yapıcısından kaynaklanan bir hata olduğunu düşünecektir. Çünkü , kasas s.46 ,secde s. 3 ve yasin s. 6 ayetlerinde "uyarıcı gönderilmiş" şeklinde bir meale karşı sebe . s 44. ayetinde "uyarıcı gönderilmemiş"şeklinde bir meali görmekteyiz. Bunu okuyan birisi haklı olarak "kur'anda bir ayette böyle diğer ayette böyle diyor" diyerek çelişkiyi görecektir.   


[035.042]  Onlar, Allah kendilerine uyarıcı gönderdiği taktirde herhangi bir milletten daha sıkı biçimde doğru yola bağlanacaklarına dair kesin bir dille Allah adına yemin etm1şlerdi. Fakat kendilerine uyarıcı gelince bu olay nefretlerini arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
[006.156-157] «Bizden önce kitap yalnız iki topluluğa indirildi, biz ise onların ders gördüklerinden habersizlerdik» dememeniz,Ya da: «Kitab bize de indirilseydi, şüphesiz onlardan daha çok doğru yolda olurduk» dememeniz (için) işte size Rabbinizden apaçık bir belge, bir hidayet ve bir rahmet gelmiştir. Allah'ın ayetlerini yalanlayandan ve (insanları) ondan alıkoyup-çevirenden daha zalim kimdir? Ayetlerimizden alıkoyup-çevirenlere, bu 'engelleme ve çevirmelerinden' dolayı pek çetin bir azabla karşılık vereceğiz.
[037.168-169] Öncekilerde olduğu gibi bizde de bir zikir bulunsaydı;Biz de elbet Allah'ın ihlasa erdirilmiş kulları olurduk.
[062.002]  Odur ki: ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun âyetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitab ve hikmet öğretiyor, halbu ki bundan evvel açık bir dalâl içinde idiler
[003.164]  Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.
[043.021] Yoksa onlara daha önce bir kitap verdik de ona mı bağlanıyorlar?

Yukarda vermiş olduğumuz ayet mealleri , mekkelilere daha önceden herhangi bir uyarıcı elçi ve kitab gelmediğine dair örnek olabilecek ayetlerdir.  

[021.007]  Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız; zikir ehline sorun.
[016.043]  Senden önce de ancak kendilerine vahyeder olduğumuz adamlar gönderdik. Öyleyse bilmiyorsanız zikir ehline sorun.

Yukarıda mealleri verilen enbiya s. 7 ve nahl s. 43. ayetlerinde sorulması istenen "zikr ehli" kendilerine daha önce kitab ve elçi gönderilmiş olan israiloğullarıdır, eğer mekkelilere daha önce elçi ve kitab gönderilmiş olsaydı neden zikr ehline sorun denilsin ?

Kur'an çelişkisiz bir kitap olduğuna göre çelişki kur'an bütünlüğü gözetilmeyerek yapılan meallerdedir. "ma" edatında gramer kuralları ile ilgili olarak yapılan yanlış tercih bu şekilde bir çelişkili meal doğurmuştur. "ma" edatını ismi mevsul olarak değil olumsuzluk "ma" sı şeklinde bir tercihte bulunsaydı secde s. 3, yasin s. 6 ve sebe s. 44 . ayetlerinin birbiri ile bir bütünlük sağladığını görürdü. Şimdi bu ayetler ile yapılan ve birçok meal yapıcısınında tercih ettiği meali görelim.  

-----kasas s.46 -Musa'ya) seslendiğimiz zaman sen Tur'un yanında değildin. Ancak Rabbinden bir rahmet olarak, kendilerine senden önce bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarasın diye (gönderildin). Umulur ki düşünürler.
-----secde s. 3-Yoksa onlar: "Bunu uydurdu" mu diyorlar? Hayır; o, Rabbinden olan bir haktır; senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için (onu sana indirdik). Umulur ki hidayet bulurlar.
-----yasin s. 6-Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin).
-----sebe s. 44-Oysa biz onlara ders alacakları kitaplar vermemiştik ve kendilerine senden önce bir uyarıcı da göndermemiştik.

Dikkat edileceği üzere bu 4 ayet meali aynı doğrultuda ve birbirleri ile bir uyum arzetmektedir.

Sonuç olarak, kur'an meali hazırlamak için yola çıkan birisinin sadece arap dili bilgisinin yeterli olmadığı , hatta arap dili bilgisinden önce kur'an bilgisine hakim olması gerektiği açıktır. Bu bilgi eksikliği neticesinde yapılan herhangi bir meal aynı konu ilgili diğer kur'an ayetleri çelişki arzedebilir ve bu meali okuyarak kur'anı anlamak durumunda olan bir kişi için kafasında kur'an hakkında olumsuz düşünceler doğabilir. Burada kur'an mealini okumak durumunda olan kişilere bazı tavsiyelerimiz olacaktır. Öncelikle okuduğu mealin, kur'anın birisi tarafından yapılmış olan çevirisi olduğunu unutmamalı ve bazı yanlışlıklar olabileceğini hatırdan çıkarmamalı, tek bir meale bağlı kalarak kur'an okumamalı ve kendiside kur'an bütünlüğüne hakim olmalıdır. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

7 Kasım 2012 Çarşamba

Eyyub as Kıssası ve Hile-i Şer'iyye

Eyyub as kıssası kur'anda, enbiya ve sad surelerinde kısa ayetlerle geçmesine rağmen, kıssaları israiliyyat ile süsleme sanatı bakımından çok güzel örneklerle dolu olan dikkat çekici bir kıssadır. Kur'an kıssalarını anlama metodu olarak başvurduğumuz metod olan,kıssaları "sadece kur'an" ile anlama yolu ile bu kıssanın bizlere nasıl bir mesaj içerdiğini anlamaya gayret edeceğiz. Öncelikle kur'an kıssalarını "sadece kur'an" ile neden anlaşılması gerektiğini yine kur'andan birkaç örnek ayetle verelim.  

-----011.049 İşte bunlar, sana vahyile bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, iyi sonuç Allah'tan korkanlarındır.
----- 012.003 Biz sana bu Kuran'ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Doğrusu, senin bundan önce hiç haberin yoktu.
-----012.102İşte bu gayb haberlerindendir ki sana onu vahiy yolu ile bildiriyoruz. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip hile yaparlarken sen yanlarında değildin.
-----028.045 Ama biz nice nesiller var etmiştik. Sen, Medyen halkı arasında bulunup, onlara ayetlerimizi okumuyordun, fakat o haberleri sana gönderen Biziz.

Bu ve benzer ayetler muhammed sav in kıssalar hakkındaki bilgisinin daha önce olmadığı yolundaki bilgileri içermesine rağmen bu ayetler görmezlikten gelinerek sayfalar dolusu kur'an harici bilgiler "hadis" adı altında muhammed sav e iftira edilerek uydurulmuştur. İFTİRA sözünü bilerek ve özellikle kullandığımızı belirtmek isterim şöyleki ,
-----029.048Sen daha önce bir kitabtan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin. Öyle olsaydı, batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi.
mealindeki ayet muhammed sav in bilgi sınırlarının kendisine indirilen kitap ile sınurlı olduğunu bir nevi red etmektir. Bu kısa girişten sonra eyyub as ın kıssasının anlatıldığı ayetleri görelim.   
----- 021.083Eyyüb'u da. Zira: «Bana bu hastalık mübtela oldu; Sen merhametlilerin en merhametlisisin.» diye Rabbine dua etti.
-----021.084Biz de duasını kabul ettik; hemen kendisindeki sıkıntıyı giderdik. Tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir uyarı olmak üzere ona ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini daha verdik!
                                         *********************
-----038.041 Kulumuz Eyyub'u da an; Rabbine: «Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azap verdi» diye seslenmişti.
-----038.042 «Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su» dedik.
-----038.043 Katımızdan bir rahmet, akıl sahipleri için de bir öğüt olmak üzere ona, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini lutfettik.
-----038.044 Bir de al bir demet elinle de vur onunla hânis olma, hakıkat biz onu sabırlı bulduk, ne güzel kul, hakıkaten o bir evvabdır.

Eyyub as ın kur'anda anlatılan kıssasının ayet mealleri bu kadar olmasına rağmen bu ayetlerle desteklenmeyen rivayetler özellikle sad suresindeki anlatılan kıssasında mevcuttur. Allah cc nin göndermiş olduğu elçilerin ortak vasıflarından birisinin "üsvei hasene" yani "en güzel örnek" olduğu düşünülecek olursa bu kıssayıda  bu açıdan anlamak gerekmektedir. Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere eyyub as başta hastalık olmak üzere sıkıntılara düçar olan bir elçidir. Eyyub as ın başına gelen bu musibetler potansiyel olarak her insanın başına gelebilecek olan bir durumdur, kıssaların ibret alınası anlatımlar olduğunu unutmadan bu kıssanında , herhangi bir insanın başına gelecek olan musibete karşı ümitsizliğe düşmeden rabbine sığınması , sadece sözle değil sebeblerede tevessül etmesi gerektiği vurgulanmaktadır.   

Kur'an bizlere insanın başına gelen sıkıntılara karşı olan davranışı hakkında şu şekilde bilgiler vermektedir.   

-----011.009-11 And olsun ki, insana nimetimizi tattırır sonra onu ondan çekip alırsak, o şüphesiz umutsuz bir nanköre döner.Başına gelen sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak, «Musibetler başımdan gitti» der; doğrusu o, şımarıp böbürlenen biridir.Bunların dışında, sabredip iyi işler işleyen kimseler, işte onlara mağfiret ve büyük ecir vardır.
-----030.033-34İnsanların başına bir sıkıntı gelince, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra Allah, katından onlara bir rahmet (nimet ve bolluk) tattırınca, bakarsınız ki onlardan bir gurup yine Rablerine ortak koşuyorlar.   Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler bakalım! Haydi sefa sürün; ama yakında bileceksiniz!
-----039.008 İnsanın başına bir sıkıntı gelince, Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince, önceden yalvarmış olduğunu unutur. Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. (Ey Muhammed!) De ki: Küfrünle biraz eğlenedur; çünkü sen, muhakkak cehennem ehlindensin!
-----039.049 İnsanın başına bir sıkıntı gelince Bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman: «Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir» der. Hayır; o bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.
-----041.049-50-51İnsan hayır istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe düşer, üzülüverir. Başına gelen sıkıntıdan sonra, kendisine katımızdan bir rahmet tattırsak: «Bu benim hakkımdır; kıyametin kopacağını sanmıyorum. Rabbime döndürülürsem, O'nun katında and olsun ki, benim için daha güzel şeyler vardır» der. İnkar edenlere, işlediklerini, and olsun ki bildireceğiz. Onlara and olsun ki çetin bir azap tattıracağız.İnsana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirerek yan çizer; başına bir kötülük gelince uzun uzun yalvarır.

İnsanın başına gelen herhangi bir sıkıntıda rabbine yöneldiği ancak bu sıkıntıdan kurtulduğu an nankörlüğe devam ettiği yönündeki ayet mealleri bizlere insanın nankör yönünü hatırlatarak doğru olan davranışın bu olmadığı eyyub as ın kıssasında örneklendirilerek yaşanmış bir durum olarak bizlere anlatılmaktadır.     

Hal böyle iken eyyub as ın sad suresinde anlatılan kıssasına baktığımız zaman kıssa asıl mesajından saptırılarak "şer'i hile" kavramı geliştirilerek bazılarının yaptığı dalaverelere dayanak haline getirilmiştir. Sad suresinde anlatılan kıssa ile ile ilgili olarak tefsirlere baktığımız zaman ortak olarak şu açıklamalar gözümüze çarpmaktadır. Eyyub as karısını dövmek için yemin eder ve bu yeminini tutması için bitki demetinden oluşan bir şeyle ona vurması emredilmkete ve böylelikle yeminini yerine getirmiş olacağı bununda şer'i bir hile öğretimi olduğu kanısına varılmıştır.  

Ayete bakıldığı zaman eyyub as ın karısı ile ilgili herhangi bir bilgi mevcut olmamasına rağmen bu bilgi "parantez içi tahrif metodu" ile ayete konulmuştur. 44. ayetteki , "dığsen" kelimesinin anlamı, "yaş ile kurusu birbirine karışmış bir demet ot"anlamındadır. 42. ayette "ayağını yere vur yıkanacak ve içcek soğuk su" sözlerinden hastalıktan kuturlma yolu öğretilmektedir. Yani bir kul hastalık vs gibi sıkıntılara garkolduğu zaman yapması gerekn sadece elini açıp yalvarmak değil sebeblere tevessül ederek çare aramaktır. Kavli dua ile fiili duanın müşterek olarak yapılması mesajı ve sıkıntıdan kurtulduğu zamanda o şifayı verenin unutulmaması öğütlenmektedir.   

Sad suresindeki kıssada enbiya suresinde olmayan bir kısım vardırki oda şu kısımdır. "Şeytan bana yorgunluk ve azap verdi" mealindeki bu kısımda eyyub as ın hastalığında şeytanın rolu nedir? sorusu akla gelmektedir. Bunun cevabı ise şeytanın eyyub as a hastalığı bulaştırması olarak değil eyyub as ın hasta olması dolayısı ile ona ümitsizlik ve vesvese vermeye çalışmasıdır. Araf suresi 201. ayeti şeytanın onları mess etmesine(dokunmasına) karşı nasıl davrandıkları anlatılmakta olup eyyub as ın da bu şekilde davrandığı canlı bir örnek olarak bizlere sunulmaktadır. "Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler."

Şimdi gelelim kıssada istismar edilen yemin konusuna, öncelikle 44. ayetteki "la tahnes" kelimesinin ne anlama geldiğine bakalım. "hanise" kelimesi lügatta, yeminini yerine getirememek, yeminini bozmak,haktan batıla meyletmek anlamına gelmektedir(el mevarid) . "la tahnes" kelimesinin haktan batıla meyletmek anlamında alırsak ayetin anlamı "haktan batıla meyletme" şeklinde bir emir olur bu şekilde kullanım vakıa s 46. ayette mevcuttur ve aynı zamanda bu kelime kur'anda sadece sad 44 ve vakıa 46. ayetlerinde kullanılmaktadır vakıa suresinde " ve kanu yusirrune alel hınsilazim" (Büyük günahda ısrar ediyorlardı;) şeklinde olup sad 44 ayetindede bu anlama kullanmak mümkündür ve eyyub as a "haktan batıla meyletme veya büyük günahta ısrar etme" şekilde bir emir olması mümkündür. "Bir elçi büyük günah işlermiki böyle bir emir neden verilmiş olsun" şeklinde sorulması muhtemel bir soruya da kur'anın çeşitli ayetlerindeki "040.055 Sabret, Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Suçunun bağışlanmasını dile; Rabbini akşam, sabah, överek tesbih et." , "047.019 Bil ki, Allah'tan başka tanrı yoktur; kendinin, inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile. Allah, gezip dolaştığınız ve duracağınız yerleri bilir." gibi ayetleri örnek verebiliriz, yani bir elçinin tevbe etmesi için illaki günah işlemesi gerekmez.   

"la tahnes" kelimesini eğer bütün meallerde olduğu gibi " yeminini bozma" şeklinde bir emir olarak ve bu emirin yerine getirilmesi için bir şer'i hile şeklinde bir ruhsat verilmiş olduğunu anlayacak olursak bazı problemler çıkmaktadır. Öncelikle kur'anda yemin konusu ile ilgili ayetlerin mealllerini verip  yemin konusunda ne gibi emirler olduğunu görelim.  

----- 002.225Allah sizi rastgele yeminlerinizden dolayı değil, fakat kalblerinizin kasdettiği yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, Halim'dir.
-----066.002 Allah size yeminlerinizi çözmeyi meşrû kılmıştır. Allah sizin sahibinizdir. O bilendir, hikmetle yönetendir.
-----005.089Allah size rasgele yeminlerinizden dolayı değil, bile bile ettiğiniz yeminlerden ötürü hesap sorar. Yeminin keffareti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on düşkünü yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle azad etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutmalıdır; yeminlerinizin keffareti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun. Şükredesiniz diye Allah size böylece ayetlerini açıklıyor.

Tahrim s. 2 . ayetine baktığımız zaman yeminlerin çözülmesinin meşru kılınması, maide 89. ayetine baktığımız zaman çözülen yeminler için ödenmesi gereken kefaret anlatılmaktadır. Dinden kendisine buyurulanların kendisinden öncekilerede buyurulduğunu bildiren rabbimizin ( şura s. 13) bu buyruğu çerçevesinde eyyub as  için meal ve tefsirlerde anlatılan şer'i hilenin neden öğretildiği sorusunun cevabını kur'an çerçevesinde vermek imkansızdır. Çünkü Allah cc yeminlerin bozulmasını belli şarta bağlamış ve kefaret ile bunun meşru olduğunu bildirmiştir, aynı durum eyyub as  için neden geçerli olmasın?    

Sonuç olarak, eyyub as ın kıssası tefsirlerde kur'an harici bilgi kirliliği olan israilayyat ile doldurulmuştur. Kıssadaki ana mesaj, sıkıntılar karşısında Allaha yönelen insanoğlunun bu sıkıntısının giderilmesi ile eski küfrüne dönmesine karşın eyyub as ın şahsında, hastalık ve sıkıntılar  ile imtihan olan bir insanın bu sıkıntılarını gidermesi için rabbine yönelmesi ve bu sıkıntısının giderilmesi sonucunda diğer insanların aksine bu sıkıntısının giderilmesinden sonra haktan sapmaması emredilmekte ve bu emrin gereğini yerine getiren eyyub as ın ne şekilde mükafatlandırıldığı anlatılmaktadır.   

                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.