Kur'an 1500 yıl kadar önce, Mekke'de yaşayan Araplara yine onların
içinden bir kişi olan Muhammed (a.s) a inmiş bir kitaptır. Bu kitabın
inmesi, Şura s. 51. Ayetinde gördüğümüz Allah (c.c) nin Elçi göndererek
kulları ile olan konuşması dahilinde olup, türünün en son örneğidir.
Allah
(c.c) , Hacc s. 75. Ayetinde görüldüğü üzere , Meleklerden ve
İnsanlardan Elçi seçmekte ve seçtiği İnsan Elçilere, Melek Elçi ile vahyetmektedir
(Nahl s. 2.) . Tarih boyunca gönderdiği Elçiler , Bayrak yarışçısı gibi
elindeki bayrağı diğer elçiye vererek taşımışlardır. Elçilerin ellerindeki bayrağın ortak muhteviyatı , Allah (c.c) nin tek İlah ve Rab olmasının
gereği yeryüzünde yaşayan kullarının üzerinde tek hakim olduğu , kıyamet
ve sonrasındaki hesap gününün neticesinde , Dünya hayatındaki
yapılanların karşılığı olarak ebedi Cennet veya Cehennem şeklindeki
karşılığın bildirilmesidir.
Elçilerin çağrısının "Evrensel Çağrı" olarak niteleyebileceğimiz iki
ana konusu vardır ki bunlarda "TEVHİD" ve "ADALET" tir. Son kitap olan
Kur'an , türünün son örneği olarak bu ilkeler doğrultusunda nasıl bir
hayat idame ettirilmesi gerektiğini ihtiva eden Ayetler , ve bu tür bir
hayatı ret ederek "ŞİRK" ve "ZULUM" e dayalı bir hayatı kabul edenlerin, Dünya hayatlarının nasıl sona bulduğunu "Kıssa yollu" anlatım ile
örneklerini sergilemiştir.
Elçiler ile
bildirilen bilgiler ,"Vahyetme" olarak bildiğimiz bir usul dairesinde
olup, bunun keyfiyeti sadece, "Allah-Melek Elçi - Beşer Elçi" ile
sınırlı olup, diğer insanlar için bunun keyfiyetini anlamak gibi bir
bilgi, sınırlı olarak Kur'an Ayetleri içinde beyan edilmiştir. Olayın
bize düşen tarafı, bu kitabın Allah (c.c) tarafından indirilmiş ve ona
tabi olmak gerekliliği hususunda olup, bilgi verilmeyen konuların peşinde
koşulmaması emredilmiştir(İsra s. 36 -85).
Kur'anın
Mekke ve Medine de yaşayan İnsanları muhatap alarak inmiş olması ,
Kitabın içindeki bir takım hüküm taşıyan (ceza , şahitlik v.s) ayetlerin
kıyamete kadar uygulanabilirliği konusunda bir takım tartışmaları
beraberinde getirmiştir. "Tarihselcilik" olarak özetleyebileceğimiz bu
düşüncenin ana söylemini , "Kur'anın hüküm ayetlerinin o günkü şartlar
dahilinde geçerli olduğu , bu gün bu hükümler yerine daha farklı
hükümler konulabileceği" şeklinde özetlemek mümkündür.
"Tarihselcilik" olarak nitelenen yaklaşım tarzının , Nuzül ortamını göz önüne alarak inen ayetlerin , indiği zaman ve mekan şartları dahilindeki hitabını anlamak , sonra bu hitabın bize dönük mesajını okumak şeklindeki düşüncesini yanlış görmediğimizi , bu düşüncenin yanlış olduğunu düşündüğümüz versiyonu , Kur'an hükümlerinin sadece indiği zaman ve mekana hapsedilmesi şeklindeki düşüncedir.
Kur'anın
nazil olması sürecinde, Muhammed (a.s) hayatta ve o günkü problemler, ona vahyedilen ayetler veya onun Ayetlerden hayata pratik hükümler
çıkarması neticesinde çözülmekte idi. Sahabe, her hangi bir problemi
olduğunda gelip soruyor ve bir şekilde cevabını alıyordu. Sahabenin
sorduğu sorular ve aldığı cevaplar, yaşanan zamanın ve mekanın şartları
ve sorunları dahilindeydi. Muhammed (a.s) kendisinden sonra gelecek
zamanlarda ki bir takım sorunların ne olabileceği konusundai yani gayb
konusunda bilgi sahibi olmadığı için, ileriye dönük yaşantı için
bazı belirlemeler yapmamıştır.
Muhammed (a.s)
ın vefatı ile kesilen vahiy ve daha ileri dönemlerde yaşanan hayat
içinde karşılaşılan sorunlar, bir takım düzenlemeleri beraberinde
getirmiştir. Bu düzenlemelere genel olarak "İçtihad" bu düzenlemeleri
yapanlara "Müçtehid" bir konuda farklı görüşü taşıyan Müçtehidlerin bu
farklılığına "Mezheb" denilmiştir. "İçtihad-Müçtehid-Mezheb" üçlüsü
etrafında, pratik hayat içindeki sorunlar Kur'an ayetleri veya Muhammed
(a.s) ın bu konudaki sözleri veya Sahabenin bu konu ile alakalı
yaklaşımları göz önüne alınarak sorunlar çözülmeye çalışılmış ve ortaya
büyük bir fıkhi müktesebat çıkmıştır.
Bu gün "Dört Mezheb" olarak bildiğimiz mezheplerin dışında bir çok mezhep ortaya çıkmış ve bu güne hepsi gelmemiştir. Olayı bu şekil
özetledikten sonra bu gün için esas sorun, bu mezheplerin din haline
gelmiş olması ve sanki bunlardan sonra mezhep olması gerekmez her şey bu
mezhepler tarafından çözülmüş gibi bir düşünce içine girilmiş
olmasıdır. Halbuki bu mezheplerin içtihatları yaşadıkları zaman ile ilgili bir takım sorunlar ile ilgili olup, hatalı içtihad yapma olasılığı her zaman mevcuttur. Zaman içinde bu mezheplerin bağlıları mezheplerini din haline getirerek Kur'anın önüne geçirmek hatasına düşmüşlerdir.
Bu mezheplerin bir takım
içtihadlarının yanlış olmaları veya bağlılarının mezheplerini aşırı bir şekilde yüceltmeleri nedeni ile "İçtihad-Müçtehid-Mezheb"
olgusunu kökten süpürmek isteyen bir takım düşüncelerin var olduğunu da
hatırlatarak , bu düşünce içinde olanların pratik hayat içinde karşımıza
çıkan sorulara cevap verebilmek gibi bir kaygı taşımamaları sebebiyle
bu tür yaklaşım içinde olduklarını belirtmek isteriz. Yapılan yanlışlar,
bu gereksinimin kökten süpürülüp atılmasını değil, bu yanlış örneklerin yerine doğru olanın konulmasını gerektirir.
Bu noktada Dinin sabiteleri ve değişkenleri olduğunu hatırlatmaktan
geçmek istemiyoruz. Dinin sabiteleri dediğimiz şey , Allah (c.c) nin biz
kulları için koymuş olduğu evrensel ahlak kuralları ile birlikte onun
Helal veya Haram olarak beyan ettiği şeylerdir. Örneğin ; Namaz ,Hacc ,Oruç , Domuz etinin haramlığı v.s gibi konular hiç bir
zaman değişkenlik göstermeyecek olup kıyamete değin aynı kalacaktır.
Değişkenleri olarak söyleyebileceğimiz şeyler hayat içinde şartların
değişmesi ile gelişen mesela , "Düşmana karşı besili atlar hazırlanması"
gibi ayetler kıyamete kadar düşmana at ile karşı koyulmasını değil, günün şartları dahilinde en mükemmel tedbirleri almak açısından okunması
gereken hükümlerdir.
Kölelik ve Cariyelik kurumu bu gün maalesef yanlış anlaşılan
konuların başında gelip , bu kurumu sanki Kur'anın emretmiş olduğu zannı
üzerinden gidilerek bu kurumun bu gün özellikle "Işıd" düşüncesine
sahip selefiler tarafından hayata geçirilmeye çalışıldığını görmekteyiz.
Bu kurum Kur'an nazil olmadan önce, hayat içinde yaşanan ve yaşatılan
bir kurum olup, Kur'anın o gün bu kuruma düzenlemeler getirmiş olması, bugün bu kurumun yeniden canlandırılarak devam etmesi gerektiği bilgisini vermez.
Bu
gün önümüzde duran mesele , yüzlerce sene önce yapılmış içtihadların bu
gün uygulanabilirliğinin kalmamış olması ve dinin değişkenleri
diyebileceğimiz yani zaman içinde yeni hükümler gerektiren meselelere
güncel içtihadların yapılamamış olmasıdır. Eğer dini hayata hakim kılmak
ve pratize etmek gibi bir düşünce içinde isek, pratik hayat içinde ortaya
çıkan sorunlara din adına çözümler üretmek zorundayız.
Bu
merhale de önümüzde duran bir başka mesele , Kur'an tarafından beyan
edilen bir takım had cezaları ve hükümlerin uygulanabilirliği
meselesidir. Tarihselci yaklaşıma göre Kur'anın beyan ettiği bir takım
cezalar ve hükümler o günkü şartlara uygun olup bu gün için
uygulanabilirliği kalmamıştır ve yeni cezalar ve hükümler ihdas edilmesi
gerekmektedir.
Öncelikle altını çizmek
gerektiğini düşündüğümüz bir mesele vardır ; Kur'an içindeki ayetlerde
bu gün yaşadığımız hayat içinde ortaya çıkan cezai hüküm gerektiren
meselelerin tamamına net hükümler bulmamız imkansızdır.
Örneğin ; Kur'anın
hırsızlık suçu için tayin etmiş olduğu had cezası "El kesmek" tir (
Bazı kesimlerin bunu mecaz olarak anlaması konumuz haricindedir). Bu gün
veya yarın, adını "Hırsızlık" olarak koyabileceğimiz bir çok suç vardır
ki bütün suçlara bu cezayı uygulamak mümkün değildir. Yapılan bir
hırsızlık suçuna el kesmek sureti ile verilecek olan ceza "ağır" veya
başka bir hırsızlık suçuna "hafif" gelebilir. Öyleyse "Hırsızlık suçunun
cezası" üst başlığı altına, suç olarak görülecek suçlara göre cezalar
belirlenmesi gerekecektir, bu ceza neye göre belirlenecektir?. Veya Maide s. 33. Ayeti içindeki cezai hükümleri hangi suçlar için uygulayabiliriz? , bu cezaların uygulama alanı genel olarak çizilmiş olup bu suç kapsamına hangi fiilerin gireceği hukukçuların tesbiti ile yapılması gerekmektedir.
Hukukçular
yani "Müçtehid" ler bu konuda devreye girerek görüşlerini yani
"İçtihad"larını ortaya koyacaklar , Müçtehidlerin yapmış oldukları
içtihadların farklı olabileceğini de unutmayalım ve bu farklılığın adına
"Mezheb" denilmektedir. Görülen o dur ki , dini pratik bir hayat içinde
yaşamak için Müçtehid-İçtihad-Mezheb olgusu kaçınılmaz hatta bir
gereksinimdir. Önemli olan nokta bu görüşlerin temelinde "TEVHİD ve
ADALET" ilkelerinden sapmamak şartı olacaktır.
Bu
noktada "Tarihselci" düşüncenin Kur'an içindeki bazı had cezalarının
neshedilmesi görüşlerini ele almak istiyoruz. Tarihselci düşünce
sahiplerinin , Kur'anın tarihsel bazda bazı hükümlerinin olduğu gibi
evrensel bazda hükümlerinin olduğunu unutmamaları gerekmektedir. Allah
(c.c) eğer bu kitabı bizlere kıyamete kadar bir "Hidayet Rehberi" olarak
gönderdi ise, kitap içindeki ayetleri bu gözle değerlendirip, ona göre
yolumuzu tayin etmek durumundayız.
El kesme ,
100 celde , kısas , gibi hükümlerin bu gün için geçerli olmadığı iddiası ,Kur'anın rehberliğinin kalmadığı iddiasını birlikte getirmesi
bakımından yanlış sonuçlar doğuracaktır. Bu iddia , Allah (c.c) nin bu günlerin geleceğini hesaba katmadan bir kitap indirmiş demek olduğu iddiasıdır ki, bu düşüncenin sonu kitabın belirleyiciliğini ortadan kaldırarak tamamen insan merkezli bir din ihdası anlamına gelir. Bu gün konuşulması gereken konu , bu
hükümlerin kalkıp kalkmaması değil Kur'anın pratik hayata dair
söyleyecek olduğu şeylerin kitlelere anlatılmasıdır.
Bununla
birlikte , maksadı beyan etme açısından okunabilecek bazı ayetlerin
olduğunun da göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Mesela Nisa s. 15-16.
Ayetlerinde sapkın cinsel eğilimleri olanlara evlerde tutulması veya
eziyet edilmesi emri vardır. Bu emirlerden maksadın kişilerin bu
sapkınlıklarını topluma bulaştırmalarının engel olunması olup bu engel
olma durumu bu gün için tedavi usullerini de içine alacak şekilde
genişletilebilir.
Bu meyanda , "Kur'anın bütün Ayetleri kıyamete kadar geçerlidir" şeklindeki düşüncenin duygusallıktan öte gidemeyen bir düşünce olduğunu hatırlatalım . Kur'ana bakış açımızdaki sakatlığın ürünü olan bu düşüncenin yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Ahzab suresi içindeki Elçi ve eşlerine has olan evlenme hükümlerin bu gün için bizlere dair herhangi bir mesajı olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
"Tarihselcilik" veya "Evrenselcilik" düşüncelerinin temeli Kur'an içinden çıkan bir düşünce olmayıp, Batı kaynaklı düşüncelerdendir. Bizler en büyük yanlışı Kur'ana ithal malı gözlükler ile bakmakla yapmakta olduğumuzu unutmadan Kur'anın ne veya nasıl bir kitap olduğunu yine Kendi içinden okunarak anlaşılması gerekmektedir.
Elçi ve Kitapların ana amaçlarından olan "Tevhid" , bu Kitabın yol göstericiliğinde gerçekleştirilmektedir. Bazı sebebler ileri sürerek kitabın belirleyeciliği yerine kişilerin belirleyiciliğini esas olarak koyduğumuzda, ortaya "Şirk" dediğimiz olgu çıkacaktır. Kişilerin, hakkında hüküm bulunmayan meselelerde ortaya koydukları hükmün kaynağı bu kitaptan aldıkları bilgiler dahilinde olması şart olup, bu kitabın terki halinde, bütün belirleyicilik kişilere kalır ki bu da günümüz beşeri sistemlerinin kaynağını teşkil etmektedir.
Sonuç olarak ; Kur'an "Hidayet Rehberleri" zincirinin son halkası olan bir Kitap olarak elimizde olup, hayat içinde pratize edilecek hükümleri ihtiva etmektedir. Bu hükümler nazil olduğu zaman şartları dahilinde olmuş olmasından yola çıkılarak, bu gün için uygulama sahası kalmadığının iddia edilmesi, ideolojik ismi ile "Tarihselcilik" düşüncesi etrafındaki yaklaşımlar ithal malı olması bakımından doğru bir yaklaşım tarzı değildir.
Kitabın belli bir bölge ve belli bir zaman içinde yaşayan insanlara hitap ettiği iddiasından yola çıkılarak ortaya atılan görüşlerin sonu "Deist" düşüncenin farklı bir versiyonu olan, kitaba inanmak fakat onun geçerliliğine inanmamaya götürür, bu da adı var fakat kendi yok hükmünde bir Kur'an anlamına gelir. Allah (c.c) yarattığı kullarını hiç bir zaman kendi yol göstericiliğinden şaşmaması gereğince elçi ve kitaplar göndermiş olması gerçeğini hesaba katarak düşünecek olursak , eğer Kur'anın hükümleri geçersiz kaldı ise yeni bir elçi ve yeni kitabın gelmesi gerekmektedir. Böyle bir durum artık mümkün olmadığına göre bizler Kur'anın yol göstericiliğinde yola devam etmek zorundayız.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder