16 Şubat 2015 Pazartesi

Toplum Düzeninin Cezai Müeyyideler İle Sağlanması ve Kur'anın Bu Konudaki Yaklaşımı

İnsan , yaratılışı itibarı ile birlikte yaşamaya muhtaç bir varlıktır. Bu ihtiyacını Aile , Köy , Kasaba , Şehir ve Devlet bazında yaşam tarzı geliştirerek karşılamaya çalışır. En küçük topluluk olan Aile ve en büyük topluluk olan Devlet içinde yaşamanın bir takım kuralları vardır ki herkesin bu kurallara uyması zorunluludur. Bu kurallara uymayarak haddi aşanlara bir takım had cezaları getirilmiştir ki bu tür cezalar bütün hukuk sistemlerinde vardır. 

Cezaların asıl mantığında dürüst insanları korumak , ve dürüst insanlara karşı suç işleyenleri onlara karşı bu suçu işlememelerini sağlamaya yönelik caydırıcı cezalar olmalıdır. Aksi bir uygulama suçluları ödüllendirmek olur ki  böyle bir toplumda yaşamak neredeyse imkansızlaşır.

Allah (c.c) yaratıcı ve tek İlah olması nedeniyle kullarının yaşadığı topluma bir takım düzenlemeler getirmiştir ve bu düzenleme içinde kurallara uymayanlara Dünyevi cezalar ön görülmüş ve tevbe edilmediği takdirde Ahirette daha çetin bir azabın olduğu hatırlatması yapılmıştır. Bir toplumda cezadan önce, o cezayı hak edecek sebeblerin ortadan kaldırılması gerektiği öncelikli olup, gerekli sosyal düzenlemelerin yapılmadan ,tek taraflı olarak sadece ceza sisteminin işlediği bir toplumda dengenin bozulacağı muhakkaktır. 

Kur'an , İnsanların yaşadıkları toplum içinde birbirlerinin hak ve hukukuna riayet etmeleri gerektiği konusunda kişileri ebedi bir azap ile korkutmuş , ve işlenen suçlar karşılığında Ahiret öncesi , bir takım cezalar belirlemiştir. Bu cezalar konusunda bir takım düşünceler ortaya atılarak suçu işleyeni koruma gayesi üzerine kurulmuş ve eziklik psikolojisinin eseri olduğunu düşündüğümüz bir takım yorumlar getirildiğine şahid olmaktayız.

Cezalarda asıl olan, caydırıcı olması ve aynı suçun bir başkası tarafından işlenilmeye kalkıldığı zaman , ondan önce aynı suçu işleyenin gördüğü cezayı göz önüne alarak, suçun işlenilmesine engel olunmasıdır. Kur'an , Cinayet , Harp , Fesad , Zina , Hırsızlık , Yalancı Şahidlik gibi suçlara had cezaları getirmiş ve bu cezaların maksadı "Caydırcılık" olma esasına dayanmaktadır. Bunun dışındaki suçlara verilecek cezalar "Caydırıcılık" mantığına dayalı olarak hukukçular tarafından belirlenebilir.

Kur'an en küçük toplum olan Aile içindeki sorunlar da , Erkeği "Kavvam" olarak niteleyerek onu bir nevi "Hakim" konumuna oturtmuş ve sorun çözmedeki insiyatifi ona yüklemiştir. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki Kur'anın Erkeği söz sahibi kılmış olması onun zulmetmesine izin vererek sorunları çözmesine imkan tanıMAmıştır. Hakim pozisyonunda olan birinin vereceği hükmü "Adil" olarak verme mecburiyetini yükleyen Kur'an, yanlış karar vermenin sorumluluğunu hatırlatarak, bu konumdaki insanları uyarmıştır. Eğer bir Erkek elindeki bu yetkiyi haksız yere kullandığında, onu cezalandıracak İlahi bir merci olduğunu bilerek ona göre karar verecektir. 

Nisa s. 34 , Aile içi sorunlarda nasıl bir prosedür takip edilmesi gerektiğini beyan etmesi bakımından ve özellikle "Fadribuhünne" (Onlara vurun) kelimesi üzerinde bir takım yorumların yapıldığı bir Ayettir. Bu kelimenin klasik meallerde "Onları dövün" olarak çevrilmesi bir takım sıkıntılı durumların doğmasına sebeb olmuştur. Buna karşı olarak yapılan yorumların "Alem ne der" mantığı içinde olduğunu da söylemek istiyoruz. Dayağı savunmak gibi bir niyetimiz olmadığını baştan söyleyerek bu Ayet hakkında daha geniş bir yorumu bir başka yazıya bırakarak şunları söyleyebiliriz. 

[004.034] Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) onlara vurun. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.

"Darabe" , "Bir şeyi başka bir şeyin üzerine koymak" şeklinde anlama sahip bir kelimedir. Bu anlam geçmişte "Erkeğin elinin Kadının üzerine konulması" yani "Dayak" şeklinde gerçekleşmiş ve bazı kişiler tarafından hala gerçekleştirilmektedir. Bu şekil bir muameleyi şayet Erkek , "Bu bana Kur'anın verdiği bir haktır" iddiası ile yapıyorsa önce Kadının neden böyle bir baş kaldırma içine girdiğini düşünmesi sonra yaptığının hak , hukuk , adalet kuralları dahilinde doğruluğunu vicdanına sorgulatmalıdır. Kur'anı hayat nizamı yapmış bir kişinin böyle bir muamele yapmasının pek mümkün olmadığı, evlilik hayatı içinde eşleri ile bu tür bir muamele yapmak gereğini duymayan Muhammed (a.s) örnekliğinin okunması ile anlaşılabilir.   
Ayet içinde geçen "Fadribuhünne"kelimesinin illaki "Dayak" anlamında anlaşılması gerekmez. Kelimenin bir çok yan anlamı olması ,Ayet içindeki bu kelimenin kesin olarak "Dövün" anlamına geldiğinin iddia edilmesini zorlaştırmaktadır. Ayeti ,Aile için sorunlara çözüm önerisi olduğu düşüncesini ön plana koyduğumuzda, kocasından dayak yiyen bir kadının kocasına karşı olan duyguları mutlaka değişecektir. Bu kelimeyi Erkeğin , Kadın üzerine hakim posizyonunda olması nedeniyle baskı uygulaması olarak anladığımızda sorunun çözümü için söz veya başka bir şekilde kadının üzerinde olmak anlamı çıkarmak mümkündür. Eğer Erkek , Karısına karşı vazifesinin bilincinde bir kişi ise bu vazifeyi dayak ile değil "Kavvam" olması görevinin kendisine yüklediği üstünlüğü kullanarak yapabilir.


Aile içi sorunların çözümü bu şekil Ayetler ışığında okunduktan sonra , toplumu rahatsız eden suçların başında gelen "Hırsızlık" suçu ile ilgili Kur'anın en dediğine bakmak istiyoruz.

[005.038] Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir.

Maide s. 38. Ayetinde , hırsızlığın cezasının, "El kesmek" olarak belirlendiğini görmekteyiz. Bu cezanın hanigi tür hırsızlık için uygulanacağı beyan edilmemiş bu bu belirlenme hukukçulara bırakılmıştır. Ancak bu cezanın uygulanması öncelikle , hırsızlık suçunu işlemeye mecbur kalmayan bir toplum tesis edildikten uygulama sahasına geçmesi zorunluluğu vardır. Eğer insanı çalmak zorunda bırakacak kadar darlıkta bırakırsanız onun yaptığı suça karşılık ona ceza vermeniz "Zulüm" olacaktır.

Kur'anın böyle bir cezayı öngörmüş olması , bütün hırsızlık suçlarına aynı cezanın uygulanması gibi bir mecburiyeti getirmez. Hırsızlık suçu için belirlenen bu cezanın uygulanmasını gerektirmeyecek kadar hafif sayılabilecek hırsızlık suçu yapılmış olabilir , veya bu cezanın bile hafif gelebileceği kadar ağır bir hırsızlık suçu işlenmiş olabilir. Burada bizim için önemli olan nokta bu cezanın "Caydırıcı" olması mantığı açısından yaklaşarak , toplum içinde meydana gelebilecek farklı hırsızlıklara farklı cezalar tayin edilmesidir. Bu cezaların ortak noktası, aynı suçun başkaları tarafından  işlenebilme imkanını ortadan kaldırmak olmalıdır. 

Bu cezanın hakiki anlamda bir ceza olmadığı , mecaz anlamda el kesme olduğu yani hırsızlık yapacak yolları kesmek olduğu şeklinde bir takım düşüncelerin olduğu konu ile ilgilenenlerin malumu dur. Hırsızlığa giden yolların KESİLMESİ  zaten Sosyal Devlet olgusunun bir gereğidir ,bunu kimse red edemez , zaten kişiyi hırsızlık yapmaya mecbur bırakan bir düzenin, böyle bir ceza uygulaması  adalet değil zulüm olacaktır. 

Ayet içindeki "Nekalen" kelimesi , caydırıcılık olması açısından değerlendirilmesi gereken bir kelime olup ,eğer bu Ayettteki el kesme yi hırsızlığa giden yolları kesin şeklinde anladığımız zaman "Nekalen" kelimesinin işlevi ortadan kalkacaktır. Bu kelime, suça verilen cezanın ibret olması açısından kullanılan bir kelime olup , Ayete getirilen bu tür modernist yorumların, "Alem ne der" mantığı ile yapılan bir okuma sonucu olduğunu söyleyebiliriz. 

Ayet içindeki "Eydiyehuma" (Kadın ve erkek hırsızın elleri) anlamındaki kelimenin , "Hırsızların kaç tane eli var ki keselim?" gibi bir takım kafa karıştırıcı sözler edilerek, bu ceza konusunda mecaz olduğunu düşünenlerin dillerine dolandığını görmekteyiz. Bu tür bir kalıbın kullanılması, Arap dilinin bir özelliği olduğu ve insan azaları için bu tür kalıbın kullanılmış olduğunu bu konu ile alakalı olan bir yazımızda örnekleri ile  ele almıştık.

El kesme cezasına karşı getirilen argümanlardan bir tanesi de "Hümanist" düşünceler içinde hırsızı düşünen yaklaşımlardır. İddia olarak , hırsızın elinin kesildiği takdirde geri kalan hayatında nasıl rızkını temin edebileceği , çoluk çocuğunun nafakasını nasıl çıkaracağı gibi yaklaşımlar serd edilerek çalanı değil cezayı vereni suçlu göstermeye kalkan yaklaşımların sergilendiğini görmekteyiz.  Yaptığı suçun cezasını düşünmek suçlunun görevi olup , cezayı verenin sorunu değildir. Cezalardaki asıl amaç olan caydırıcılık prensibine aykırı olan bu tür düşünceler , mazlumu değil zalimi esas alan bir hukuk sisteminin düşünce yapısında olabilir.

Hırsızlık suçunu işleyerek elinin kesilmesini göze alan bir insanın geleceğini düşünerek böyle bir cezanın olmaMAsı gerektiğini düşünenlerin , Nur s. 2. Ayetindeki zina işleyenlere uygulanacak ceza ile ilgili olarak " eğer Allah'a ve ahiret gönüne gerçekten inanıyorsanız, Allah'ın dinini uygulamada bunlara bir acıyacağınız tutmasın" şeklinde buyurulması bizlerin had cezaları konusunda nasıl bir tercihte bulunmamız konusunda gereken bilgiyi vermektedir. "Bu durum sadece zina cezası için olabilir" şeklinde bir düşünce içinde olana ancak "Hırsızdan fazla hırsızcı" diyebiliriz. 

Eğer ihtiyacı olmadığı halde çalan ve cezayı hak eden birine acıyarak gerekli olan cezayı vermemek toplumdaki suç oranının artmasına ve huzursuzluğun artmasına sebeb olacaktır. Şayet işlediği bir suçun ağır bir cezası olduğunu bilen birisi o suçu işlemek için bir kaç defa düşünecektir. Rızkını nasıl temin edeceği veya çoluk çocuğunu düşünerek bunu yapmaması onun menfaati icabı olup , "Benim çoluk çocuğumu düşünürler nasılsa" diyerek cezadan kurtulacağını düşünen biri yarın bu hırsızları düşünen birisinden bir şeyler çaldığı zaman aynı kişi o hırsız için hümanist duyguları besleyebilecekmi dir ?. 

Bu yazının yazılmasından bir kaç gün önce Mersin de tüyleri ürperten bir cinayet işlenerek masum bir genç kızımız öldürülmüştür. Türkiye de cinayet suçunun kısas olmaması nedeni ile cinayetin faili bir kaç sene hapis yatarak serbest kalacaktır. T.C kanunlarına göre katil suçunun cezasını çekmiş olacaktır fakat bu suça verilecek olan ceza toplum vicdanını rahatlatmayacak  ve bu suçu başkalarının işlememesi için gerekli olan caydırıcı cezanın olmaması nedeni ile maalesef tir ki bu tür suçlar işlenmeye devam edecektir. Şayet bu tür suçlara en ağır ceza verilmiş ve cinayeti işleyen kişi kısas edilmek sureti ile öldürülmüş olsaydı bu ve buna benzer suçları işlemeye meyyal olanlar artık suç işlemek için biraz daha fazla düşünmek zorunda kalacaklardır. 

Hırsızlık suçunun cezasının ağır olduğu , şayet bu ceza uygulandığında rızkını nasıl temin edeceği gibi düşünceler içinde olanlar dahi Mersin de işlenen bu cinayetin cezasının daha ağırlaştırılarak, ölüm olmasını istemektedirler. Şimdi onlara , "Siz bu katilin öldürülmesini istemekle vahşet istiyorsunuz , bu katilin çoluğu çocuğu ne yapar onları neden düşünmüyorsunuz, hırsız için verilecek ceza için yaptığınız hümanistliği neden bu katil için yapmıyorsunuz?" dediğimiz zaman acaba verilecek ne gibi bir cevapları olur?. 

Buradan anlaşılmaktadır ki işlenen suça verilecek cezanın oranı, işlenen suç ile orantılı olmalı ve caydırıcılık teşkil etmelidir. Toplum vicadanını rahatlatmayan ve suçluları suç işlemekten caydırmayan bir ceza sistemi , o suçun işlenmesini önlemek yerine o suçu teşvik etmekten başka bir işe yaramaz. "Babalar gibi yatar çıkarım" sözü suçluların suçu işlemeden önceki söyledikleri meşhur sözlerden olup eğer işlemek niyetinde oldukları suçun ağır bir cezası olsaydı acaba bu tür sözleri sarf edebilirlermiydi?. 

Sonuç olarak; İnsanların birlikte yaşamaları gereği , bir takım hak ve hukuk ihlalleri olması ihtimaline karşı bu yolların kapatıldıktan sonra , bu tür ihlallerin yapılmasının, cezai müeyyideler ile caydırılmaya çalışılması hukuksal bir gereksinimdir. Bu cezaların mantığında eğer acımak veya suçluyu düşünmek gibi bir takım hümanist duygular yattığı takdirde, yaşanılan toplum "Suçlular Cenneti" olacaktır. 

Dürüst insanlardan hiç kimse böyle bir Cennette!! yaşamak arzu etmeyeceği için, düzenlemelerin suçluların menfaatine değil dürüst insanların menfaatleri doğrultusunda yapılması gereklidir. Dürüst ve erdemli insanların suç işlemek gibi bir durumları olmayacağı için suça verilecek cezaların suçluların gözünü korkutacak kadar ağır olması gerekmektedir. Cezaların ağır olmasından şikayet edenler dürüst insanlar değil ancak suça yatkın insanlar olabilir. 

Suçluların gelecekleri düşünmek bizlerin değil asıl suç işleme itiyadında olanların sorunu olmalıdır ki suça olan eğilimleri azalmalıdır. Kur'anın insanları en doğruya götüren bir Kitap olması demenin ,toplum düzenini sağlam temeller üzerine kurması demek olup , bu temellerden olan bir takım had cezalarını "Alem ne der" düşüncesi içinde değerlendirmek yerine "Allah ne der" düşüncesi içinde değerlendirmenin daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder