Gözetilmeden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gözetilmeden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Nisan 2017 Pazartesi

Nisa s. 43. Ayeti: Bağlam, Bütünlük, Maksat Gözetilmeden Yapılan Bir Yorum Örneği

Kur'an okumalarında yapılan hatalardan bir tanesi, bu kitabın ilk indiği zaman ve mekan dahilinde yaşayan insanlara ne demiş olabileceğini hesaba katmadan, yani ilk hitap kitlesini yok sayarak yapılan okumalar ve bu okumalardan çıkarılan yorumlardır. Kur'an hakkında konuşabilmenin önemli bir noktası olarak gördüğümüz bu okuma yöntemini hiçe sayarak yapılan okumalardan çıkarılmaya çalışılan bazı sonuçlar, maalesef isabetli olmamakla birlikte, çıkarım sahiplerini gülünç duruma dahi düşürmekte, Bu kadar da olmaz dedirtebilmektedir.

[004.043] Ey İnananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, yolcu olan müstesna gusledene kadar salata (namaza) yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut biriniz ayak yolundan gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız ve bu durumlarda su bulamamışsanız tertemiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah affeder ve bağışlar.

Nisa s. 43. ayeti, namaz öncesi yapılması gereken, bizim Abdest adı ile bildiğimiz bir hazırlıktan bahsetmektedir. Bazı kimseler tarafından bu ayetin Bektaşi misali sadece Ey inananlar sarhoş iken ne dediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın kısmı alınarak okunmakta, ve bu ayetten namaz kılanlar için kıldıkları namazda dediklerini bilmeleri gerektiği yönünde bir çıkarım yapılarak, Allah ne dediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın diyor şeklinde, akıllara zarar bir yoruma imza atılmaktadır.


Sekir; Kişiyle aklı arasına giren hal anlamında ve sarhoş edici içeceklerle ilgili olarak kullanılan bir kelimedir. Ayetin bu cümlesinin, İçkinin kesin olarak yasaklanmamış olmasından dolayı, içki içmeyi tedrici olarak yasaklayan bir ayet olarak okunması daha doğru bir yaklaşım olacaktır. 

Yani ayet ilk hitap ettiği kimselere, içki içerek namaza yaklaşmamalarını emretmekle, içkiden biraz daha uzaklaşmalarına zemin hazırlamaktadır. Ayeti işiten ve içki içen bir Müslüman, namaz ile içki arasında bir tercih yapmak zorunda kalmakta, ve büyük ihtimalle namazı seçerek içki içmekten biraz daha uzaklaşmış olmaktadır.

Namaz kılan bir kimse, namaz içinde söylediklerinin ne anlama geldiğini, kıldığı namazın Allah (c.c) ye karşı kulluğunun bir göstergesi olduğunu elbette bilmesi gerekmektedir, buna kimsenin itirazı olamaz. Ancak bu ayetten böyle bir çıkarım yapmak bağlam, bütünlük ve maksat gözetilmeden bir çıkarım örneğidir. 

Allah (c.c) nin, kulunun namazda ne dediğini bilmesi gerektiğini, ne dediğini bilmeyen bir kimsenin namaza yaklaşmamasını bu ayet ile emrettiğini iddia etmek, hem Allah adına konuşmak anlamına gelmekte, hem de namaz kılan bir kimsenin namazı terk etmesine sebep olması açısından da sakıncalıdır. Böyle bir kimseye onu bu konuda ayet var diyerek namazdan soğutmak ve terk ettirmek yerine, kıldığı namazın ne anlama gelmesi gerektiğini, namazın bir kulluk eylemi olduğunu, şirke ve küfre karşı tevhidi bir kıyam olduğunu bu kimselere hatırlatarak, onları bu konuda şuurlandırmaya çalışmak, Allah adına yanlış iddialar ortaya atmaktan daha doğru olacaktır.

Kur'an ayetleri konusunda konuşmak elbette herkesin hakkıdır. Bu hakkı hiç kimse bazı sebeplerle kimsenin elinden alamaz. Böyle bir uyarı yapmakla hiç kimseye karşı , Bu kitabı siz anlayamazsınız şeklinde bir düşünce içinde olmadığımızı hatırlatmak isteriz. Ancak bu kitabı anlamanın en önemli şartının, bağlam, bütünlük ve maksadı gözeterek okumak olduğu unutulmamalıdır. 

Ben dedim oldu mantığı ile yapılan bazı ayet yorumları, bu kitabı okumanın ve anlamanın bazı şartları olduğunun bazı kimseler tarafından pek bilinmediğini ortaya koyması açısından, özellikle Kur'an'ın gündem olmasından rahatsız olan bazı kesimlerin elinde bir koz olarak olarak görülmektedir.

Nisa s. 43. ayetindeki Ey inananlar sarhoş iken ne dediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın cümlesinin ilk anlamını hiçe sayarak, bazı kimselerin yaptıkları yanlışlara karşı onları uyarmaya çalışmak, belki samimi bir niyet olabilir ama, bu samimiyet Allah adına konuşmak gibi bir iddiaya sebep olması açısından kişileri Kaş yapayım derken göz çıkarmak misali bir duruma düşürebilir.

Kur'an ayetlerinin ilk hitap ettiği kimselere ne demiş olabileceği doğru bir şekilde tesbit edildikten sonra, bizlere dair ne demiş olabileceği yönünde yorumlar yapılabilir. Nisa s. 43. ayetinin zorlama teviller yolu ile, namaz konusundaki bazı yanlışları düzeltmek adına kullanılması, doğru bir yaklaşım değildir. Şayet namaz konusunda bazı yanlışlar düzeltilmek için ayet aranacak olursa, Nisa s. 43. ayeti yerine Kur'an içinde bir çok ayet mevcut olduğu unutulmamalıdır. 

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

3 Haziran 2016 Cuma

NAHL S. 71 : Önyargılı ve Kur'an Bütünlüğü Gözetilmeden Okunan Bir Ayet Örneği

Kur'anın okunması , anlaşılması , başka bir dile çevrilmesi ve yorumlanmasında ortaya çıkan bazı sorunların kaynağında , mezhebi ,meşrebi , itikadi düşüncelerin dikkate alındığı ön yargılar ve Kur'an bütünlüğünün gözetilmemesi olduğunu söyleyebiliriz. Yazımıza konu edeceğimiz Nahl s. 71. ayeti, böyle bir ön yargı ve bütünlük gözetilmeden , mülkiyet ve eşitlik konusu ile bağdaştırılmaya çalışılan bir ayet olarak okunmaya çalışılmaktadır.

وَاللّهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ فِي الْرِّزْقِ فَمَا الَّذِينَ فُضِّلُواْ بِرَآدِّي رِزْقِهِمْ عَلَى مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَهُمْ فِيهِ سَوَاء أَفَبِنِعْمَةِ اللّهِ يَجْحَدُونَ

Bu ayetin yapılmış olan çevirilerinin bir kaç örneği şu şekildedir ;

Ahmet Varol :
Allah rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar ellerinin altındakilere (köle ve cariyelerine) rızıklarını vermezler. Oysa onda (rızıkta) eşittirler. Öyleyken Allah'ın nimetini bile bile inkâr mı ediyorlar?

Ali Bulaç :
Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip verici değildirler. Şimdi Allah'ın nimetini inkar mı ediyorlar?

Bekir Sadak :
Allah rizikda kiminizi digerlerine ustun tutmustur. stun kilinanlar, emirleri altinda bulunanlarin riziklarini vermezler. Oysa rizikta hepsi esittir. Allah'in nimetini bile bile inkar mi ediyorlar?

Diyanet İşleri :
Allah, rızık konusunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altındakilere vermezler ki rızıkta hep eşit olsunlar. Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?

Edip Yüksel :
ALLAH rızık (varlık) açısından sizi birbirinize üstün kılmıştır. Nitekim, üstün kılınanlar, emirleri altındakilerle varlıklarını eşit paylaşmazlar. ALLAH'ın nimetini mi reddediyorlar?

Muhammed Esed :
Rızık konusunda, kiminize kiminizden fazla veren Allah'tır: hal böyleyken, kendisine fazla verilmiş olanlar, rızıklarını -bu bakımdan aralarında eşitlik olsun diye- sağ ellerinin malik olduğu kimselerle paylaşmakta isteksiz davranıyorlar. Peki, (böyle yapmakla) Allah'ın nimetini (bile bile) inkara mı kalkışıyorlar?

Suat Yıldırım :
Allah sizi, maişet ve rızık hususunda kiminizi kiminize üstün kıldı. Nasipleri bol olanlar kendi nasiplerini, kendileriyle eşit seviyeye gelecek derecede, yanlarında çalıştırdıkları köle ve hizmetçilere vermezler. O halde nasıl olur da Allah’ın nimetini, Allah’ın kendilerinin üzerindeki hakkını bile bile inkâr ederler?

Çeviri örneklerini aldığımız kişilere karşı herhangi bir art niyet taşımadığımızı öncelikle hatırlatarak , örneklerini verdiğimiz türden yapılan çevirilerde , Nahl s. 71. ayetinin anlamı , "Ellerinin altında köle bulunan kişilerin bu servetlerini onlarla paylaşarak eşit hale gelmeleri gerektiği , bunu yapmadıkları takdirde Allah'ın nimetini inkar etmiş olacakları" şeklinde anlaşılmaktadır.  

Bu ayetten bir kısım kimse ise , varlık sahibi olanların elindekilerden ihtiyacından fazlası olanı bir başkasına vererek , onunla eşit duruma gelmesi gerektiğine dair bir düşünce çıkararak , neredeyse mülkiyet düşmanlığına varacak düşüncelerine olan desteği bu ayetten çıkartmaktadırlar. Allah (c.c) varlık sahiplerine ellerinde olanlardan ihtiyaç sahiplerine vermesi gerektiğine dair kitabında bir çok yerde emirler vermektedir , fakat bu varlıklarını ihtiyaç sahipleri ile eşit duruma gelecek şekilde vermeleri gerektiği yönünde bir beyan bulunmamaktadır. 

Peki Nahl s. 71. ayetine verilen böyle bir anlam ne derece doğru ,ve Kur'an bütünlüğüne ne kadar uygundur?. 

[043.032] Senin Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırmaktadırlar? Dünya hayatında onların maişetlerini aralarında biz paylaştırdık ve onlardan bir bölümü (diğer) bir bölümünü 'teshîr etmesi için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle yükseltkik. Senin Rabbinin rahmeti, onların toplayıp-yığmakta olduklarından daha hayırlıdır.

Zuhruf s. 32. ayetindeki " onlardan bir bölümü (diğer) bir bölümünü 'teshîr etmesi için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle yükselttik." ifadesi, insanlar arasındaki ekonomik farklılık gerçeğine vurgu yapmaktadır.

Bir dünya ve hayat gerçeği olarak , insanlar arasında ekonomik farklılık mutlaka olacaktır. İnsanların bilgi ve yeteneklerinin aynı seviyede olmayışı, bu farkı doğuran sebeplerden birisidir. Allah (c.c) bu farklılığa dikkat çekmekte ve bu farklılık neticesinde "İşçi" ve "İşveren" adı altında bildiğimiz sosyal gurup, hayat içindeki yerini binlerce senedir sürdürmektedir. 

Binlerce yıldır emeği ile para kazanan "İşçi" , ve bu emeği ücret karşılığı satın alan "İşveren" sınıfı ,birbirlerinin haklarına riayet ettikleri müddetçe sorunsuz yaşamışlar , birbirlerinin haklarına göz diktikleri müddetçe sorunlar  baş göstermiştir. 

İşçi sınıfının işveren sınıfına olan hak ve vazifeleri kadar , işveren sınıfının da işçi sınıfına karşı aynı şekilde hak ve vazifeleri vardır. Asıl olan bu hakları dengeleri bozmadan gözetmek olmalı iken , dünya yüzünde ortaya çıkan ve işçi sınıfının hakkını gözettiğini iddia eden bazı ideolojik fikirler hak gözetmek değil , hak yemek üzerine kurulmuştur. 

Allah (c.c) dünya yüzündeki bu sınıfsal gerçeğin birbirinin haklarına riayet etmesi gerektiği esasına dayalı hükümler vaz ederek , infak , sadaka , zekat gibi ihtiyaç sahiplerine yapılması gereken yardımları , varlık sahiplerine şart koşmuş , bu vazifelerini yapmayanlara hesap gününde ağır cezalar vereceğini haber vermiştir. 

Ancak , varlık sahiplerinin ellerindeki olanları, ihtiyaç sahipleri ile paylaşarak onlarla eşit duruma gelmeleri gerektiğini asla beyan etmemiştir.  

Zuhruf s. 32. ayetinde böyle bir sosyal sınıf farkını dikkate alan Allah (c.c) , bir başka ayette sosyal sınıf farkını yok sayacak ve dengeleri yerinden oynatacak bir emir verebilir mi ?.

Kısacası , Nahl s. 71. ayetine verilen anlam ile , Zuhruf s. 32. ayetinde anlatılan hayat gerçeği , birbiri ile çelişmektedir. Kur'an çelişkisiz bir kitap (4.82) olduğuna göre , bu ayeti kitap içindeki bir başka ayet ile çelişki arz etmeyecek bir anlamı olmalı ve ona göre bir çevirisi yapılmalıdır.

Nahl s. 71. ayetinin çeviri ve yorumunda , Rum s. 28. ayetini dikkate alan bir çevirinin bizi isabetli bir çeviri ve yoruma götüreceğini söyleyebiliriz.

ضَرَبَ لَكُم مَّثَلًا مِنْ أَنفُسِكُمْ هَل لَّكُم مِّن مَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن شُرَكَاء فِي مَا رَزَقْنَاكُمْ فَأَنتُمْ فِيهِ سَوَاء تَخَافُونَهُمْ كَخِيفَتِكُمْ أَنفُسَكُمْ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

[030.028] Sizin için kendi nefislerinizden misal irâd etti. Sizi merzûk ettiğimiz şeyde sizin için sağ ellerinizin maliki olduğu (köle ve cariye) gibi şeylerden ortak olanları var mıdır ki, onda siz müsavî olasınız? Kendi nefislerinizden korktuğunuz gibi onlardan da korkasınız? İşte böyle âyetleri âkilâne düşünürler olan bir kavim için mufassalan bildiririz.

Rum s. 28. ayetinde Allah (c.c) , gerçek hayat içinden bir örnekle , kendisinin ilahlık ve rablik alanına giren konularda, kimse ile yetki paylaşımına gitmeyeceğini , nuzül dönemindeki insanların birbirleri arasındaki "Köle- Efendi" statü farkına dikkat çekerek örneklemektedir.

Allah (c.c) müşriklere , "Sizler bile kendiniz gibi insan olan ve sizin altınızda olan birisi ile eşit duruma gelmeyi kabul etmez iken , ben sizlerle eşit bir duruma düşürülmeyi nasıl kabul edebilirim" demektedir. 

Nahl s. 71. ayeti de Rum s. 32. ayetinin bir benzeri olan anlama sahiptir. Şurası bir gerçektir ki , Nahl s. 71. ayeti çevirisi zor bir ayettir. Bu ayetin çevirisi motamot bir şekilde yapıldığında okuyucu için pek anlam ifade etmeyecektir. Bu ayetin çeviri ve yorumu için Kur'an bütünlüğünün gözetilmesine olan ihtiyaç başka ayetlerden daha fazladır.

Bu ayet ile ilgili olarak müfessir Kurtubi nin tefsirinde yazdıkları şöyledir ; 


"Allah, rızık hususunda kiminizi kiminizden üstün kıldı." Yani, kimi­nizi zengin, kiminizi fakir, kiminizi hür, kiminizi köle kıldı. Rızık hususunda "üstün kılınanlar... rızıklarmı ellerinin altındakilere geri vermezler." Yani, efendi, mal bakımından köle ile sahibi eşit olsun di­ye kendisine rızık olarak verilen herhangi bir şeyi, kölesine vermek isteme­mektedir. Bu, yüce Allah'ın, puta tapanlara verdiği bir misaldir Yani sîzin köleleri­niz, sizinle eşit olmadığına göre, nasıl benim kullarımı bana eşit kılıyorsunuz? Sahip oldukları kölelerinin kendi mallarında ortaklıkları söz konusu olmadı­ğına göre, onların da Allah'a ibadette O'nun dışındaki putları, heykelleri ve onların dışında kendilerine tapınılan melekler ve peygamberleri halbuki hep­si de Allah'ın kullan ve yaratıklarıdır ortak koşmaları da caiz olamaz. Bu an­lamdaki açıklamayı Taberî naklettiği gibi, İbn Abbas, Mücahid, Katade ve baş­kaları da bu şekilde açıklamışlardır.
Yine İbn Abbas'tan nakledildiğine göre, bu ayei-i kerime Necranlı hristiyanları hakkında inmiştir. Onlar, İsa Allah'ın oğludur deyince, yüce Allah onlara; "Üstün kılınanlar... nzıklarını ellerinin altındakilere geri vermezler"

buyruğunu indirdi. Yani efendi, sahip olduğu kölesine» efendi ile köle mal­da eşit olsun diye rızkını, malını geri vermediğine güre, siz nasıl olur da ken­diniz için razı olmadığınız bir hususa Benim için rıza gösteriyor ve böylelik­le kullarım arasından oğlumun olduğunu iddia ediyor?"

Ulaşma imkanı bulduğumuz meallerde Nahl s. 71. ayetinin doğru olarak çevrildiğini söyleyebileceğimiz şekli şöyledir ; 

Mustafa Öztürk    
Maddi zenginlik yönünden kimimizi kiminizden üstün kılan da Allah'tır. Hal böyleyken maddi imkânları geniş olanlar, sahip oldukları zenginliği kendi köleleriyle eşit olarak paylaşmaya, böylece onlarla denk olmaya hiç yanaşmazlar. [Kölelerini bu denk görmeyen o müşrikler nasıl oluyor da [putları Allah'a denk tutuyorlar?!} yine onlar nasıl oluyor da [kendilerine hiçbir nimet verme imkânı bulunmayan o putlara tanrılık yakıştırmak suretiyle] Allah'ın onca nimetini bile bile inkâra kalkışıyorlar?

Mustafa İslamoğlu 
ALLAH rızkı kiminize diğerinden daha fazla vermiştir. Peki ,kendisine daha fazla verilenler emirleri altında çalışan kesimleri servetlerine ortak etseler de , onlar da bu konuda (kendileriyle) eşit hale gelseler ya. Buna (dahi razı olmayacaklarına) göre hala (ortak koşmakla), Allah'ın nimetlerini bile bile inkara yeltenmiş olmuyorlar mı?

Hayrat Neşriyat :
Hem Allah, rızık husûsunda bazınızı bazınızdan üstün kıldı. Böylece üstün kılınanlar ise, rızıklarını (kendileriyle eşit dereceye gelecek şekilde) ellerinin altındaki kölelerine verici değiller ki, artık onda (o rızıkta) kendileri müsâvî olsunlar. (Onlar kendi köleleriyle eşitliği kabûl etmezken, nasıl oluyor da Allah’a eş tutup ortak koşuyorlar?)Şimdi Allah’ın ni'metini bilerek inkâr mı ediyorlar?

Ali Fikri Yavuz :
Allah rızık hakkında bir kısmınızı bir kısmınızdan üstün kıldı. Kendilerine fazla rızık verilenler de, rızıklarını elleri altında bulunanlara vermiyorlar ki, onda müsavi olsunlar. (İşte böyle köle ve hizmetçilerini mallarına ortak etmiyenler, Allah’a nasıl, kudreti altındaki şeyleri ortak ediyorlar?) Şimdi Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?

Erhan Aktaş
Allah, rızık konusunda kiminizi kiminize üstün kıldı. Üstün kı- lınanlar; rızıklarını, yeminlerinin mülkü olan kimselere aktarıyorlar da, onlar, onda eşit oluyorlar mı? O halde, Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?2

Sonuç olarak ; Nahl s. 71. ayeti bir çok mealde Kur'an bütünlüğü dikkate alınmadan çevrilmiş ve bu yanlış çevirilerin başka ayetler ile çelişki arz edebileceği akla getirilmemiştir. Rum s. 28. ayetini merkeze alarak yapılan çeviri ve yorumlar , çelişkiyi ortadan kaldırıcı ve Kur'an bütünlüğüne daha uygun olarak yapılmış çeviriler olduğunu söyleyebiliriz. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.



11 Mayıs 2016 Çarşamba

ENBİYA S. 95. Ayeti : Bağlam ve Bütünlük Gözetilmeden Çevrilen Bir Ayet

Kur'anın doğru anlaşılmasında, ayetlerin bağlamının ve Kur'an bütünlüğünün gözetilerek okunması ve yorumlanması önemli bir husustur. Bağlam ve bütünlük gözetilmeden okunan ayetlerin doğru anlaşılmasında, bir takım problemlerin doğacağı muhakkaktır. Bu yazımıza konu edeceğimiz Enbiya s. 95. ayetinin , bağlam ve bütünlük gözetilmeden okunarak çevrilen ve yorumlanan bir ayet olduğunu düşündüğümüzü söyleyerek , doğru çeviri ve yorumun nasıl olabileceği yönündeki görüşlerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

                                          وَحَرَامٌ عَلَى قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا أَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ

Ayetin, ulaşabildiğimiz meallerde ağırlıklı olarak yapılan çevirileri şu şekildedir ; 

[021.095]  Yok ettiğimiz kasaba halkının ahirette ceza görmek üzere Bize dönmemesi imkansızdır.

[021.095] Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkânsız (haram) dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler.

Bu ayetin çevirisinin,  1- helaka uğrayan belde halklarının mutlaka hesaba çekileceği , 2- helaka uğrayan belde halklarının artık bir daha dünyaya geri dönmelerinin imkansız olduğu, ana fikrine dayalı olarak yapılmış çeviriler olduğunu gördük. 

 Ancak  bu çeviriler, ve bu çevirileri merkeze alarak yapılmış olan yorumların , bu ayetin bağlam ve bütünlük gözetilmemesi sonucu yapıldığını düşünmekteyiz. 

Şurasını ifade etmek isteriz ki, bu ayet tek başına okunarak anlaşılabilecek ve çevirisi yapılabilecek bir ayet değildir. Bu ayet, sure ve Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak çevirisi yapılabilecek ve anlaşılabilecek bir ayettir. Birbirinden farklı olarak yapılmış olan çeviriler, bu ayetin sadece kendisinin okunarak çeviri ve yorumunun yapılabileceği bir ayet olmadığını göstermektedir.

Maalesef , ulaşma imkanı bulduğumuz tefsirler ve mealler , kendilerinden önce yapılan meal ve tefsirleri taklit eden, kopyacı bir anlayış ile bu ayetin meal ve yorumunu yapmışlardır.

Ve harâmun : ve haramdır, yasaktır, imkânsızdır
Alâ karyetin : şehre, şehir halkına
Ehleknâ-hâ  : biz onu helâk ettik
Enne-hum    : muhakkak onlar
Lâ yerciûne  : dönmezler

Bu ayet ile ilgili olarak sorulması ve cevabının aranması gereken soru , helak edilen karye halkının dönmeleri haram olan şeyin ne olduğudur. Bu sorunun cevabının bulunması, ayetin doğru bir çevirisinin yapılmasını da sağlayacaktır.

Bu sorunun cevabı için öncelikle 95. ayet sonrası ayetleri okumak gerektiğini düşünmekteyiz.

[021.096] Ta ki Ye'cuc ve Me'cuc açılıp da her tepeden ve dereden akın ettiklerinde.
[021.097]  ve hak va'd yaklaştığı vakıt, o zaman işte o küfredenlerin derhal gözleri belerecek «eyvah bizlere biz bundan gaflet ettik, hayır kendimize zulmetmiş olduk» diyecekler

Bu iki ayet , kıyamet ile ilgili bir sahneyi anlatmaktadır. 95. ayeti bu iki ayet ile birlikte okumaya çalıştığımızda şunları söyleyebiliriz ; 

95. ayet , helak edilmeyi hak etmiş bir karye halkının, helak anında dönmelerinin haram olduğu bir şeyin olduğunu söylemektedir . Bir karye halkının helak edilmesine sebebin, onların ŞİRK ve İNKARları olduğunu düşündüğümüzde , neye dönmelerinin haram olduğu ortaya çıkmaya başlayacaktır.

96. ve 97. ayetler ise , helakın belirli bir zamana has olmadığını , kıyamete kadar hak ediş yasalarına bağlı olarak devam edecek bir süreç olduğunu düşündüğümüzde , kıyamete kadar gelecek olan ve helakı hak etmiş olan karye halklarının tamamının , helak anında pişmanlıklarını dışa vurduklarını ve helak anına kadar iman etmemiş olmalarından dolayı ah vah ettiklerini görmekteyiz. 

95-96 ve 97. ayetleri, bağlam gözeterek okumaya çalıştığımızda ise şu sonuca varabiliriz;

Yaşamları boyunca ŞİRK ve İNKAR merkezli bir hayat yaşayarak , helak edilmeyi hak eden hangi belde halkı olursa olsun , helak anı geldiği zaman , yaşadıkları ŞİRK ve İNKARA geri dönmezler , hangi karye halkı olursa olsun, helak anında iman etmek ister ama bu iman artık onlara hiç bir fayda getirmez. 

Helak olma anına kadar şirk içinde yüzmüş olan karye halklarının , helak anında o ana kadar yapmış oldukları şirk ve isyandan pişman olarak imana dönmek istedikleri, fakat bu imanlarının onlara fayda getirmediğini beyan eden diğer ayetleri okuduğumuzda , Enbiya s. 95. ayetinin anlamı biraz daha açılacaktır.

Aynı surenin 11-15. ayetleri , helak anına gelen bir karye halkının düştüğü durumu ifade etmektedir. 

[021.011]  Halbuki biz zulmetmekte olan nice karye kırdık geçirdik, ve arkasından diğerlerini başka bir kavm olarak neşet ettirdik
[021.012] Onlar azabımızın şiddetini hissettikleri zaman oradan kaçmaya koyuluyorlardı.
[021.013] Kaçmayınız, sizi baştan çıkaran nimetlere ve evlerinize dönünüz ki, sorguya çekileceksiniz!
[021.014] «Yazıklar bize» dediler. «Gerçekten biz, zalimmişiz.»
[021.015]  Biz onları biçilmiş ot ve bir yığın kül haline getirinceye kadar haykırmaları devam etti.

Konumuz olan ayetin çevirisi ve yorumlanmasında bağlam ve sure bütünlüğü gözetilmiş olsaydı , yukarıdaki ayet mealleri göz önüne alınarak ,yapılan 95. ayet çeviri ve yorumlarının daha isabetli olabileceğini söyleyebiliriz. 

[040.082]  Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler daha sağlam olan öncekilerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Kazandıkları onlara bir fayda vermemiştir.
[040.083] Resulleri onlara açık açık delilleri getirdikçe, bunlar kendilerinde bulunan bilgi ile şımarıp böbürlendiler (Peygamberlerin getirdiği hidâyetle alay ettiler). Sonunda alaya almalarının cezası, kendilerini her taraftan kuşatıverdi.
[040.084] Onlar bizim dayanılmaz-azabımızı gördükleri zaman, dediler ki: «Bir olan Allah'a iman ettik ve O'na şirk koşmakta olduğumuz şeyleri de inkâr ettik.»
[040.085]  Ama baskınımızı görüp de öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu; Allah'ın kulları hakkında öteden beri cari olan sünnetidir. Ve işte kafirler burada hüsrana uğramışlardır.

[032.029]  De ki: «Fetih günü, kâfirlere imanları fayda vermez, onlara mühlet de verilmez.»

[010.088]  Mûsa da dedi ki: «Ey Rabbimiz! Şüphe yok ki, sen Fir'avun'a ve onun cemaatine dünya hayatında ziynet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz! Senin yolundan sapıtsınlar diye. Ey Rabbimiz! onların mallarını mahvet ve gönülleri üzerini şiddetle mühürle. Tâ ki onlar acıklı azabı görünceye kadar imân etmesinler.»

[010.090]  İsrailoğulları'nı denizden geçirdik. Firavun ve askerleri saldırı ve düşmanlık amacı ile peşlerine düştüler. Sonunda Firavun boğulmanın eğişine geldiğinde, «İsrailoğulları'nın inandıkları ilahtan başka ilah olmadığına inandım, ben de O'na teslim olanlardan (müslümanlardan) biriyim» dedi.
[010.091]  Şimdi mi? Oysa bundan önce hep isyan etmiştin ve fesatçılardan idin.

Yaşamları boyunca ŞİRK ve İNKAR merkezli bir hayat sürerek , bu inkarlarının bedellerini ödemek üzere helak edilen bütün karye halklarının değişmez sünnetlerinin , helak anında iman etmek olduğunu gördükten sonra , Enbiya s. 95. ayetine bu anlam etrafında bir çeviri ve yorum yapmanın daha uygun olduğunu söyleyebiliriz. 

Bütün bunlardan sonra Enbiya s. 95. ayetinin mealini şu şekilde olması gerektiğini söyleyebiliriz ; 

HELAK ETTİĞİMİZ KARYE(halkı)NİN (küfür ve şirke) GERİ DÖNMELERİ HARAMDIR.

"Haramdır" ifadesi , Allah (c.c) tarafından haram kılınmış anlamında değil , helakı hak etmiş olan karye halkının değişmeyen adetleri olan, küfrü terk ederek imana dönmelerini ifade etmektedir. Yani helak anına gelmiş bir karye halkı , içinde bulundukları küfür ve şirk halinden çıkarak , iman haline dönmelerini ifade etmektedir. Karye halkarı , helakı gördükleri anda küfür ve şirki artık kendilerine haram kılarak , imana dönmektedirler , fakat artık bu imanları onlara fayda getirmeyecektir.

Tetkik etme imkanı bulduğumuz mealler arasında , sure ve Kur'an bütünlüğüne uygun olan tek meali, merhum Elmalılı Hamdi Yazır'ın yaptığını gördük. Merhum'un Enbiya s. 95. ayetine verdiği meal şöyledir ;

[021.095]  İhlâk ettiğimiz karyeye dahi haramdır ki rücu' etmiyecek olsunlar

Merhum , bu ayetin tefsiri ile ilgili olarak orjinal (sadeleştirmeye uğramamış) tefsirinde şunları söylemektedir ; 

"ihlâk etmiş olduğumuz her hangi bir karyeye de rücu' etmemeleri  haramdır. -Ya'ni Sûrenin başında geçtiği üzere helâke mahkûm ettiğimiz bir memleket ahalisine de dönün bakalım denildiği zaman inkarlarından dönecekler, dönmemeleri mümkin değildir. Eyvah, bizler zalim idik!... diye itiraf ederek feryad ede ede biçilip söneceklerdir"  

Merhum Elmalılı , görüldüğü gibi ayetin sure bütünlüğüne dikkat ederek , 11-15. ayetleri ile bağını kurarak doğru bir anlam vermiştir. Ancak kendisinin verdiği bu anlam , onun tefsirini sadeleştirmek adına ele alanlar tarafından maalesef anlaşılamamış , diğer mealler gibi meallendirilerek ilmi ve ahlaki açıdan büyük bir cinayet örneği verilmiştir. 

Elmalılı mealinin sadeleştirilmesi adına yapılan mealleri şöyledir; 

Elmalılı (sadeleştirilmiş) :
Helak ettiğimiz bir belde (halkı) nın Bize dönmemesi imkansızdır.

Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) :
Yok ettiğimiz bir memleket (ahalisinin ahiretteki cezasını da çekmek üzere) bize dönmemesi gerçekten imkansızdır.

Bu sadeleştirmeyi yapanlar her kim ise , büyük  ihtimal ilahiyat eğitimi almış olan kimselerdir , bu kimselerin ilmi ahlaktan zerre kadar nasipleri olmadıkları gibi , ilmi kariyerlerinin de çukur olduğunu söylemek istiyoruz. 

Elmalılı tefsirinin örnek olarak gösterilebilecek ve başka meal yapıcılarının gösteremediği sure ve Kur'an bütünlüğüne uygun böyle bir çeviriyi anlayacak ilmi kapasiteleri olmayanların eline düşen bu tefsir, maalesef oyuncağa çevrilerek , başka meallerden alıntılanmış yanlış meali Elmalılıya atfederek ilmi ahlaksızlığın zirvesine çıkılmıştır.

İnternet ortamında bulunan ve kim tarafından sadeleştirildiğini bilmediğimiz Elmalılı tefsirinin sadeleştirilmişinde, konumuz olan ayet ile ilgili olarak şunlar yazmaktadır;

95- Yok ettiğimiz bir memleket (ahalisinin ahiretteki cezasını da çekmek üzere) bize dönmemesi gerçekten imkansızdır.

95- Yok ettiğimiz bir memleket halkının da bize dönmemesi gerçekten imkansızdır. Yani sûrenin baş taraflarında geçtiği üzere, yok olmaya mahkum ettiğimiz bir memleket halkına da "dönün bakalım" denildiği zaman, inkârlarından dönecekler, dönmemeleri mümkün değildir. "Eyvah bizler zalim idik!..." diye itiraf ederek feryat ede ede biçilip söneceklerdir.

Görülmektedir ki , Elmalılı tefsirinin orjinalindeki ibarelerin aynen alıntılanmış olmasına karşın , tefsirde ki anlatımı anlamaktan aciz olan sadeleştiriciler , ayetin tefsirini Elmalılının kendisinden , mealini ise başka meallerden alıntılayarak , "Altı kaval üstü şişhane" misali bir işe imza atarak , "ilmi liyakatsizlik" dalında oskar ödülünü hak etmişlerdir.

Sonuç olarak ; Enbiya s. 95. ayeti , bağlam ve sure bütünlüğü dikkate alınarak anlamlandırılması gereken ayetlerden birisidir. Bu ayetin , Kur'anın zor ayetlerinden birisi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. "Zor" olarak ifade etmemize sebep ise , bu ayetle ilgili olarak iki farklı meal yapılması ve yapılan bu iki mealin ikisinin de doğru bir meal olmamasıdır.

Bu ayetin meal ve yorumunda dikkate alınması gereken en önemli nokta , ayetin siyak sibak ve sure bütünlüğü olmalıdır. Bunlar dikkate alınmadan yapılan çeviri ve yorumların isabetsiz olduğunu düşünmekteyiz. Siyak sibak , sure ve Kur'an bütünlüğünün gözetilmesi bütün ayetlerin doğru anlaşılmasında gerekli bir unsur olup , Enbiya s. 95. ayet gibi bazı ayetlerin anlaşılmasında biraz daha önemli rol oynamaktadır.

Ayetin , "Müşrik sünneti" olarak ifade edebileceğimiz bir duruma işaret ettiğini söyleyebiliriz. Bu ayet , müşriklerin helak anında o ana kadar içinde bulundukları şirk ve küfrü terk ederek pişmanlıklarını ortaya dökmelerinin ve iman dönmek istemelerinin , onların değişmeyen bir adetleri olduğunu beyan etmektedir. 

Bu ayet ile ilgili ulaşabildiğimiz mealler de sadece merhum Elmalılının , bu ayete bağlam ve bütünlük gözeterek anlam verdiğini tesbit etmekle beraber , ne acıdır ki ilmi liyakattan yoksun kişilerin eline düşen tefsirindeki bu ayete verdiği anlam anlaşılmayarak , başka meallerden kopya edilen ve onun tefsirindeki yorumu ile alakası olmayan bir anlamı taşıyan meal , onun meali gibi gösterilmeye çalışmıştır. 

Enbiya suresi 95. ayeti ile ilgili olarak "Yanlış" olarak değerlendirdiğimiz mealleri mahkum etmemekle birlikte , iddiamız o meallerin bütünlük gözetilmeden yapılmış olduğu noktasındadır. Bu çalışmayı yapma amacımız, ayetin yanlış olarak değerlendirdiğimiz meallerini mahkum etmeye yönelik değil , bütünlük gözetilmeden yapılan bir çeviri çalışmasının doğruyu bulmada isabet kaydetmesinin güç olduğunu göstermeye çalışmaktır. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.