Kelimelerin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kelimelerin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2017 Cumartesi

Kataa Fiili Örneğinde Kelimelerin Hakiki Anlam Mecaz Anlam Sorunu Üzerine Bir Mülahaza

Allah (c.c) nin son elçisi aracılığı ile indirdiği alemlere yol gösterici olan Kur'an , bilindiği üzere nazil olduğu kavmin dili üzerine nazil olan bir kitaptır. Bu kitabın ihtiva ettiği ayetler , konuşulan dilin lafız mana ilişkisinin sınırları dahilindedir. Her dilde olduğu gibi Arap dilinde de bir takım edebi kurallar bulunmakta olup , Kur'an da bu edebi kuralları kullanmak sureti ile mesajını muhataplarına ileten bir kitaptır.

Türkiye genelinde Kur'an'ın daha fazla gündeme gelmeye başlaması , bir takım anlama sorunlarını da beraberinde getirdiği konu ile alakalı olanların malumudur. Bu sorunlardan bir tanesi de kelimelere, bağlı bulunduğu cümle ve konu bütünlüğünden koparılarak anlam yüklenmeye çalışılmasıdır. Her dilde olduğu gibi Arap dilinde de kelimeler Hakiki Anlam - Mecaz Anlam olarak ifade edilebilecek anlamlara sahiptirler. 

Bir kelimenin cümle içinde hangi anlamda kullanıldığının tesbit edilmesi , o kelimenin bağlı bulunduğu cümle ile yakından alakalıdır. Şayet kelime bağlı bulunduğu cümleden çıkarılmak sureti ile tek başına ele alınarak hangi anlama sahip olduğu konusunda karar verilecek olursa , verilen bu kararın isabetli olma ihtimali yok denecek kadar azdır. 

Söylemek istediklerimizin daha kolay ve net olarak anlaşılabilmesi için  Kataa fiilinin Kur'an içinde geçtiği ayetleri okumaya çalışarak bu kelimenin, Kur'an içinde Hakiki veya Mecaz , hangi anlamda kullanılmış olduğunu görmeye çalışacağız. Ele almaya çalışacağımız kelime , Maide s. 38. ayetinde geçen hırsızlık cezası ile verilen hükümde de geçmekte , ve bu cezanın hakiki anlamda bir el kesmek değil , el kelimesinin güç anlamı da taşımasından yola çıkılarak, mecaz anlamda bir el yani güç kesme olduğu iddiaları gündeme getirilmektedir. 

Bir kelime, geçtiği bütün ayetlerde tamamen hakiki anlamda , veya tamamen mecazi anlamda kullanılmaz. Kelimenin bağlı bulunduğu cümle içindeki kullanılışına göre hangi anlamda kullanıldığı tespit edilebilir.

Hakiki anlam ; Kelimelerin taşıdığı ilk ve , insanın kelimeyi duyduğu anda zihninde canlandırdığı anlama denir. Sözlük anlamı olarak bildiğimiz terim de bunu ifade etmektedir.

Mecaz anlam ; Kelimenin ilk ve insanın ilk duyduğu anda zihninde canlandırdığı anlamın dışında kazanmış olduğu anlama denir. Bir kelimenin mecaz anlam taşıyıp taşımadığı , o kelimenin sözlük anlamını taşıdığı düşünüldüğünde, ortaya yanlış anlaşılmaların çıktığında anlaşılabilir. 

Elkat'u ; İster cisimler gibi gözle idrak edilen şey olsun , ister aklın alanına giren şeyler gibi basiretle idrak edilen şeyler olsun , birbiri ile bitişik olan bir şeyi aralarında bir aralık veya yarık oluşacak şekilde ayırmak. Bu ayırma, kesici bir alet ile yapıldığı zaman bu kelime kesmek anlamına gelir.

Bu kelimenin Kur'an içinde geçişleri aşağıda ayet meallerindedir ;

[059.005]  Hurma ağaçlarından her hangi bir şey kesmeniz (katta'tüm) veya kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyle ve O'nun, yoldan çıkanları cezalandırması içindir.

Haşr s. 5. ayeti kitap ehli ile olan bir savaşın anlatıldığı ayetlerin bağlamına dahil olup , savaşta strateji gereği hurma ağaçlarının kesilmesine itiraz edenlerin bu itirazları ret edilmekte , bu ağaçların kesilmesinde herhangi bir sakınca olmadığı beyan edilmektedir. Konumuz olan kelimenin bu ayet içinde hakiki anlamında kullanıldığı görülmektedir.

[012.031]  Kadınların kendisini yermesini işitince onları davet etti; koltuklar hazırladı; geldiklerinde her birine birer bıçak verdi. Yusuf'a: «Yanlarına çık» dedi. Kadınlar Yusuf'u görünce şaşıp ellerini kestiler (ve katta'ne) ve «Allah'ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak çok güzel bir melektir» dediler.
[012.050] Hükümdar: «Onu bana getirin» dedi. Yusuf'a elçi gelince, «Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi (katta'ne) bir sor; doğrusu Rabbim onların hilesini bilir» dedi.

Yusuf kıssasının içinde geçen bu ayetlerde ise , Yusuf'u gören kadınların onun güzelliği karşısında şaşkınlıktan ellerini kesmiş olmalarından bahsedilmektedir. Yine burada konumuz ile ilgili olan kelimenin ,  hakiki anlamında kullanılmış olduğu görülmektedir.

[005.033]  Allah ve Rasulü ile savaşanların ve yeryüzünde fesada koşanların cezası; ancak öldürülmek, asılmak, çaprazvari el ve ayakları kesilmek (tukattaa) veya yerlerinden sürülmektir. Bu, onlara dünyada rüsvaylıktır. Onlara ahirette de büyük bir azab vardır.

Maide s. 33. ayetinde "Allah ve Rasulü ile savaşanların ve yeryüzünde fesada koşanlar" olarak belirlenen suça, verilmesi emredilen cezalardan bir tanesi el ve ayakların çaprazlama kesilmesidir. Bu cezanın da hakiki anlamda bir ceza olduğu konusunda herhangi bir itiraza mahal bırakacak durum söz konusu değildir.

[007.124] Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim (leukattianne), sonra da hepinizi asacağım!»
[020.071] (Firavun) Dedi ki: «Ben size izin vermeden önce O'na inandınız, öyle mi? Kuşkusuz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim (leukattianne) ve sizi hurma dallarında sallandırıcağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız.»
[026.049]  Firavun: «Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Muhakkak ki o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi bileceksiniz; ellerinizi ayaklarınızı, and olsun, çaprazlama kestireceğim (leukattianne), hepinizi astıracağım» dedi.

Musa (a.s) kıssasında iman eden sihirbazlara uygulayacağı ceza olarak karşımıza çıkan ve Maide s. 33. ayeti ile aynı olan, ayetlerdeki ceza yine hakiki anlamda el kesmeden bahsetmektedir.

[005.038]  Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin (faktau). Allah Güçlü'dür, Hakim'dir.

Maide s. 38. ayetinde "Erkek hırsız ve kadın hırsızın" buyurulmuş olması , suçun sabit olmasının ve fiiliyata dökülerek işlendiğini göstermektedir. Bu suça verilecek olan cezayı, elin kesilmesi olarak beyan eden ayetin hakiki anlamda bir el kesmekten bahsetmiş olduğunu görmekteyiz. 

Fakat son yıllarda ortaya çıkan bazı farklı algılar , bu cezanın hakiki anlamda el kesmekten değil , mecaz anlamda bir el kesmekten, yani güç kesmekten bahsettiği yönündeki  iddiaların dile getirilmesine sebep olmaktadır. Bu cezanın mecaz anlamda olarak anlaşılması, ancak bu cezanın mutlaka mecazi olması gerektiği yönünde bir ön yargının olması , bu ceza konusunda bazı kaygıların bulunması ile mümkün olabilir. 

Ayetin iddia edildiği gibi mecaz anlamda bir güç kesmekten, yani hırsızlığı önlemekten bahsetmesi için, fiilin vuku bulmaması gerekmektedir. Halbuki ayet, işlenmiş olan bir cürümden, ve bu cürümü işleyenlere verilmesi gereken bir cezadan bahsetmektedir. Hırsızlığa gidecek yolların önlenmesi için adımlar atmak, her devletin asli vazifesidir. Fertlerini hırsızlık yapmaya mecbur eden bir devletin bu cezayı uygulaması zaten zulüm olacaktır.

Ayet içinde geçen Yed (el) kelimesinin bazı ayetlerde mecazi anlamda kullanılarak güç anlamına gelmiş olması , bu cezanın mecazi olduğunu iddia edenler tarafından delil olarak sunulmaktadır. Ancak yukarıda söylediğimiz gibi her kelime bütün ayetlerde sadece hakiki , ne de sadece mecaz anlamda kullanılmaz. Kelimenin mecaz veya hakiki anlamdan hangisine sahip olduğu , o kelimenin ayet içinde sahip olduğu bağlamdan anlaşılabilir.

Yusuf suresindeki kadınları ellerini kesmiş olmaları , nasıl onların mecaz olarak güçlerini kesmiş oldukları anlamında düşünülmüyor ise , bu ayetin de mecaza işaret ettiğinin düşünmek hatalı bir okuma biçimidir Bu ayetin hakiki anlamda bir el kesmekten bahsettiği konusunda şüphe yoktur. Böyle bir şüphe içinde bulunmak , ancak önce bu konuda bir takım ön yargılar oluşturmak , sonra da bu ön yargıları Kur'an'a kabul ettirmeye çalışmak ile mümkün olur. 

[007.072]  Onu ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik (katta'na).
[008.007]  Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (Kureyş ordusunu yok ederek) kâfirlerin ardını kesmek (ve yektaa)   istiyordu.
[006.045]  Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi (kutia). Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
[015.066]  Ona şu kesin emri vahyettik: «Sabaha çıkarlarken onların kökü kesilmiş (maktuun) olacaktır!».

Yukarıdaki ayetler hakiki anlamda değil , mecaz anlamda bir kesimden , yani iman etmeyenlerin helak edilmiş olmasını ,  kökünü kesmek  olarak bildiğimiz bir deyim ile ifade etmektedir.

[069.046] Sonra onun can damarını elbette keserdik (katta'na).

Hakka suresindeki bu ayet , elçinin kendisine vahyedilene  herhangi bir ilavede bulunduğunda başına gelecek olanı anlatmaktadır. Onun hayat ile bağının koparılması yani canının alınması, can damarının kesilmesi şeklinde, mecazi bir anlamda kullanılmıştır.

[029.029]  «Siz hâlâ erkeklere gidecek ve yolu kesecek (taktaune) ve toplantılarınızda çirkin şeyleri yapacakmısınız?» Artık (O'nun) kavminin cevabı, «Eğer sen sâdıklardan isen bize Allah'ın gazabını getir» demekten başka olmadı.

Lut kıssası ile ilgili olan bu ayette , Lut (a.s) kavmine hitaben onların yaptıkları yanlışları söylerken kullandığı yok kesmek deyimi , yine kataa kelimesinin mecaz anlamda bir kullanımıdır.

[003.127]  ta ki o küfredenlerden bir kolu kessin (liyektaa) veya perişan etsin de umutsuz olarak dönüp gitsinler.

Uhud savaşı ile ilgili bir bağlama sahip olan yukarıdaki ayette yine müşriklerin bir kısmının imha edilmesi ile ilgili olarak, tarfen kelimesi ile birlikte mecazi anlamda bir kullanımı görmekteyiz.

[022.015] Kim Allah'ın dünyada ve âhirette kendisine yardım etmeyeceğini sanıyorsa; semaya bir sebeb uzatsın, sonra (öteki sebebleri) kessin de (litekta) bakıversin: Oyunu, öfkelendiği şeyleri gerçekten giderecek mi?. 

Hac s. 15. ayetinde geçen bu kelime , bir çok mealde hakiki anlamda bir ip kesmekten bahsetmiş olmasına karşın , ayetin siyak sibak dahilinde okunduğu takdirde , mecaz anlamda bir bağ kesmekten bahsettiği anlaşılmaktadır.

[002.027] Ki (bunlar) Allah'ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler (yaktaune) ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır.
[013.025] Ve o kimseler ki, Allah'ın ahdini takviye ettikten sonra bozarlar ve Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler (ve yaktaune) ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte lânet onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır.
[047.022] Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını kesmeye (ve tukatteu) dönmüş olmaz mısınız?.

Yukarıdaki ayetler , Allah (c.c) tarafından bildirilen emirlere aykırı davranışlar sergileyenlerden bahsetmektedir. Bu ayetlerde bahsedilen kesmek fiili , mecaz anlamda bir kesmeyi ifade etmektedir.

[009.121] Ve küçük, büyük bir masraf yapmazlar ve bir vadî kat'etmezler ki (ve la yaktaune)  amellerinin daha güzeliyle Allah kendilerine mükâfat etmek için hisablarına yazılmış olmasın.

Tevbe s. 121. ayetinde , iman edenlerin Allah yolunda çıktıkları yolda çektikleri meşakkatin karşılıksız kalmayacağı haber verilmekte olup , bu haber vadi kat etmek şeklinde bir deyim ile ifade edilmekte, ve kataa kelimesi yine burada mecaz anlamda kullanılmaktadır.

[047.015] Allah’a karşı gelmekten sakınanlara vâd edilen cennetin durumu ise şudur: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içerken lezzet veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. Onlara orada her türlü meyve ile bir de Rab’leri tarafından bir mağfiret vardır. Bu nimetlere erişenler hiç, ateşte devamlı kalıp, kaynar sulardan içirilip bununla bağırsakları lime lime olan (fekattaa) kimseler gibi olur mu?

Cennet nimetleri ile ilgili olan Muhammed s. 15. ayetinde , cennet ehli ile cehennem ehli arasında yapılan kıyaslamada cehennem ehline sunulan içeceğin , ne kadar acı ve elem verici olduğu, içtiğinde bu kimseleri ne hale getirdiği, kataa kelimesi ile ifade edilirken, bu kelimenin yine mecaz anlamda kullanıldığını görmekteyiz.

[007.160]  Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde on iki topluluğa ayırdık katta'nahum). Milleti Musa'dan su isteyince ona: «Asanla taşa vur» diye bildirdik; ondan on iki pınar fışkırdı. Herkes içeceği yeri öğrendi. Bulutla üzerlerine gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik, «Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin» dedik. Onlar, karşı gelmekle, Bize değil kendilerine zulmediyorlardı.
[007.168] Ve onları yeryüzünde ümmetlere ayırdık (katta'nahum). İçlerinde iyi olanları da vardı, olmayanları da. Onları biz, bazan nimetlerle, bazan da musibetlerle imtihana çektik. Sonunda belki hakka dönerler diye.

Araf suresindeki bu ayetlerde , İsrailoğullarının ayrılması kataa fiili ile anlatılmakta ve yine bu fiil mecaz anlamda kullanılmaktadır.

[013.031]  Eğer okunan bir Kitapla dağlar yürütülseydi veya onunla yer parçalansaydı (kuttiat), yahut onunla ölüler konuşturulsaydı (o Kitap yine bu Kur'an olacaktı). Fakat bütün işler Allah'a aittir. İman edenler hâla bilmediler mi ki, Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdirirdi? Allah'ın vâdi gelinceye kadar inkâr edenlere, yaptıklarından dolayı ya ansızın büyük bir belâ gelmeye devam edecek veya o belâ evlerinin yakınına inecek. Allah, vâdinden asla dönmez.

Rad s. 31. ayetinde , Kur'an hakkında şüpheleri olan kimselerin inatçılıkları ifade edilmekte olup , yine kataa kelimesi yerin birbirinden ayrılması anlamında mecaz anlamda kullanılmıştır.

[022.019] Şu iki gurup, Rableri hakkında çekişen iki hasımdır: İmdi, inkâr edenler için ateşten bir elbise biçilmiştir (kuttiat). Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecektir!.

Hac s. 19. ayetinde , kafirler için cehennemde karşılaşacakları azap elbise tasviri ile belirtilmekte, onların her tarafını kaplayacak olan ateşin , elbise olarak giydirileceğinin beyan edilmesi, yine kataa filinin mecaz anlamda kullanılması ile ifade edilmektedir.

[006.094]  Bugün, sizi ilk defa yarattığımız zamanki gibi yapayalnız huzurumuza geldiniz, size verdiğimiz herşeyi arkanızda bıraktınız. Allah'ın size göre ortağı olduklarını iddia ederek yardımlarına, şefaatlarına güvendiğiniz ortakları yanınızda görmüyoruz. Aranızdaki bütün bağlar artık kesilmiş (tekattaa) , güvendiklerinizin hepsi kaybolup gitmiştir.
[002.166]  İşte önderler kendilerini izleyenlerden uzak durdular, Azabı gördüler ve aralarındaki her türlü bağ kesildi (tekattaat).

Enam ve Bakara surelerindeki bu ayetlerde , yaşamlarını kafir olarak bitirmiş olanların hesap gününde karşılaşacakları durum anlatılmakta , dünyada iken dost edindiklerinin ahirette onlara hiç bir faydasının olmadığı , kataa kelimesinin mecaz anlamda kullanılması ile ifade edilmektedir.

[021.093] Onlar, işlerini kendi aralarında parça parça dağıttılar (tekattau)  (dinlerinde bölünmeler yaptılar) ; hepsi bize döneceklerdir.
[023.053] Ancak onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) kitaplar halinde parçaladılar (tekattau); her bir grup, kendi ellerindeki olanla yetinip-sevinmektedir.

Yukarıdaki ayetler , fırkalaşmayı ve bölünmeyi konu ederek , bir bütünden ayrılmış olmak yine kataa fiili ile ifade edilmektedir.

[009.110] Yaptıkları bina, (ölüp de) kalpleri parçalanıncaya (tekattaa) kadar yüreklerine devamlı olarak bir kuşku (sebebi) olacaktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.

Tevbe s. 110. ayeti , Dırar Mescidi olarak bildiğimiz münafıkla tarafından yapılan mescid ile alakalı bir bağlama dahildir. Yaptıkları mescidin kalplerindeki nifağın bir eseri olduğu , ve onların kalplerindeki bu nifağın onlar ölene kadar süreceği beyan edilmektedir.

[011.081]  Dediler ki: «Ey Lût! Şüphe yok ki biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana elbette kavuşamayacaklardır. Artık sen âilen ile gecenin bir kısmında (bi kıt'in) yürü ve sizden hiçbir kimse geri kalmasın, zevcen ise müstesna. Şüphesiz ki onlara isabet edecek şey, ona da isabet edicidir. Muhakkak ki onların vaad edilen zamanları, sabah vaktidir, sabah vakti ise yakın değil midir?»
[015.065] «Gecenin bir kısmında (bi kıt'in) aileni yola çıkar, sen de arkalarından yürü ve sizden kimse ardına bakmasın; istenen yere gidin.».

Lut (a.s) kıssası içindeki bu ayetler , Lut ve ehline kavmi terk etmelerini emrini verirken , ne zaman yola çıkacakları ile bilgiyi gecenin bir kısmında şeklinde beyan ederek , kataa kelimesini kullanmaktadırlar.

[013.004]  Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar (kıtaun) üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır.
[010.027]  Ve o kimseler ki, kötülükleri kazandılar. Kötülüğün cezası da kendi misli iledir. Ve onları bir alçaklık kaplar. Onlar için Allah'tan koruyacak bir şey yoktur. Onların yüzleri sanki geceden karanlık bir parçaya (kıtaan) bürünmüştür. İşte onlar ateşin yârânıdır. Onlar onun içinde ebedî sûrette kalacak kimselerdir.

Yukarıdaki ayetlerde geçen Kıt'a kelimesi hepimizin bildiği bir kelime olup bir bütünden koparılmış kara parçası, ve yüzlerin karalığını tasvir eden geceden bir parça olarak , yine kataa kelimesi kullanılmaktadır.

[027.032]  (Sonra Melike) dedi ki: «Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam (katiatün)

Süleyman (a.s) kıssası ile ilgili bu ayet ise , Sebe hükümdarı olan kadının , herhangi bir iş için danışmanlarının yardımı olmadan karar vermeyeceğini ifade ederken yine kataa kelimesi kullanılmaktadır.

[056.033] Kesilip-eksilmeyen (la maktuatun) ve yasaklanmayan (meyveler) .

Vakıa suresindeki bu ayet ise , cennet nimetlerinin sonsuzluğunu beyan etmekte kullanılan kelime kataa kelimesidir.

Sonuç olarak  Kataa fiilinin geçtiği ayetlerin tamamını alt alta koyup okuduğumuzda şunları söyleyebiliriz; Bu fiilin Haşr , Maide , Yusuf ve Firavunun iman eden sihirbazlara karşı uygulayacağını vaat ettiği surelerdeki geçişleri, kesici bir alet ile yapılan fiile işaret etmektedir. Bu sureler içindeki ayetlerdeki fiilin kesici bir ayet ile birbirinden ayırmak olduğunu görmekteyiz. Dolayısı ile bu fiilin bu ayetlerde kullanılışının Hakiki Anlamda bir kullanılış olduğunu söyleyebiliriz. Diğer surelerde geçişleri ise, kesici bir alet ile yapılmayan kesimlere işaret etmekte ve kullanımların Mecazi anlamda olduğunu söyleyebiliriz.

Bu çalışmayı yapmaktaki amacımız , kelimelerin cümle içindeki geçişlerine göre anlam kazandığını görmeye çalışmaktır. Kataa fiilinin geçtiği ayetleri 2 ana gurupta topladığımız zaman , kesici bir alet ile yapılan kesim işinin geçtiği ayetlerin tamamının hakiki anlamda bir kullanım olduğunu görmekteyiz. Maide s. 38. ayetini bu guruptan çıkararak , kelimenin mecaz geçişlerinin gurubuna dahil ettiğimiz zaman , aynı anlama sahip olan bir kelimeyi sahip olması gereken guruptan söküp çıkartmak sureti ile hatalı bir okuma yapılmış olacağı açıktır.

Kur'an okumalarında dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan bir tanesi , ön yargılardan arınmış bir zihne sahip olunmasıdır. Biz bu çalışmayı yapmaya çalışırken , el kesme cezası konusunda bu ceza mutlaka hakiki anlamda bir ceza olmalıdır şeklinde bir ön yargıya sahip olmadığımızı hatırlatmak isteriz. Ancak bu cezanın mecaz anlamda olduğunu düşünenlerde aynı tarafsız bakışı gördüğümüzü söylemek güçtür.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

10 Ekim 2016 Pazartesi

Nekalen Kelimesi Örneğinde, Kelimelerin Temel Anlam Yan Anlam Sorunu Üzerine Bir Mülahaza

Kur'an , bilindiği üzere nazil olduğu mekan dahilinde yaşayan insanların konuştukları dil ve o dilin üslup özelliklerini kullanan bir şekilde nazil olmuştur. Arap dilinde nazil olan bu kitabın , başka dili konuşanlar tarafından anlaşılması ise, o dile çevrilmesi ile mümkün olabilir. Arap dilinden başka bir dile çevrilen Kur'anın, çevirilerden kaynaklanan bazı sorunlar ile karşılaştığı da malumdur. Arap dilindeki kelimenin ifade ettiği anlamın,  başka bir dile tam olarak çevrilememesi, veya daha başka nedenler yüzünden ortaya çıkan bu sorunlar , Kur'anı Türkçe mealler üzerinden okuyup anlamak durumunda kalanlar için bir sıkıntı teşkil etmektedir. 

Bazı meal okuyucuları , Kur'andaki bir kelimenin anlamının bir yerde ayrı , bir yerde ayrı olduğunu fark ederek , bunun nedenleri üzerinde araştırma yaparak kafa yormakta , bazıları ise, bir kelimenin anlamının bir yerde farklı , bir yerde farklı kullanılmasının yanlış olduğunu iddia ederek , bir kelimenin anlamının her yerde aynı olması gerektiğinden yola çıkarak , yanlış olduğunu düşündükleri kelimeye , doğru olduğunu düşündükleri anlamı koymaya çalışmakta , fakat kelimeye doğru olduğunu düşünerek verdikleri bu anlam , doğruluktan uzak bir anlam olmaktadır.  

Biz bu konuda yapılan bir hataya dikkat çekmek istiyoruz . Bir kelimenin nasıl bir anlama gelebileceği , o kelimenin dahil olduğu cümle dikkate alınarak anlaşılabilir. Cümleden koparılarak tek başına anlaşılmaya çalışılan bir kelime, beraberinde bazı yanlış anlamaları da beraberinde getirecektir. 

Yazımızda bu duruma, "Nekalen" kelimesini örnek verecek , bu kelimenin kullanıldığı ayetleri ve bu ayetlerdeki geçişlerini ele alarak , bir kelimenin cümle içinde nasıl bir anlam alabileceğini anlamaya çalışacağız. 

Kelimeye geçmeden önce "Temel anlam" deyiminin , bir kelimenin insan zihninde meydana gelen ilk anlamı yani sözlük anlamı , "Yan anlam" deyiminin ise , bir kelimenin temel yani sözlük anlamına bağlı olarak kazandığı yeni anlam için kullanıldığını hatırlatmak isteriz.

Enneklü = Hayvanın kaçmasını önlemek önlemek için ayağına takılan demirden yapılmış halka (Bukağı) , ayrıca , mahkumların kaçmaması için ayaklarına takılan demirden yapılmış halkalar olan ve bizim "Pranga" olarak bildiğimiz kelime ile aynı anlama gelmektedir. Türkçede kullandığımız, "Bir işin gerçekleşmesini önlemek" anlamındaki "Engel" kelimesi de, bu kelimeden dilimize geçmiştir.

[073.012]  Zira bizim yanımızda bukağılar (enkalen, ve alevli ateş var.

Bu kelime Müzzemmil s. 12. ayetinde ,cehennem ehlinin bir yere kaçmasını önlemek için , insanların yaşadığı hayat içinde bildiği bir nesne olan , hayvanın kaçmasını önlemek için kullanılan demirden yapılmış halka olarak , temel anlamda yani sözlük anlamında kullanılmıştır.

[004.084]  Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar. Allah güç bakımından daha şiddetlidir ve engelleyicilik , caydırıcılık bakımından (tenkilen) daha şiddetlidir.

Nisa s. 84. ayetinde geçen bu kelime burada "ayağa takılan demir halka" anlamında yani sözlük anlamında değil , sözlük anlamına bağlı olarak kazanılmış olan yan anlam olan "Engellemek- Caydırmak" anlamında kullanılmıştır.

[079.025-26]  Allah bunun üzerine onu (Firavun'u) dünya ve ahiret (in ibretli) cezasıyla (nekaleyakaladı. Şüphesiz ki bunda, korkan kimseler için ibret vardır.

Naziat suresinin bu ayetlerinde , Firavun'un sonundan bahsedilmektedir. Nekale olarak geçen kelime , Firavun'a verilen cezanın adı olarak geçmektedir. Çevirilere "azap" veya "ceza" olarak geçen bu kelimenin anlamı , başkalarının da aynı suçu işlediğinde alacağı cezayı bildiren ibretli karşılık yani suçun işlenmemesine yönelik bir engellemedir.  

[002.065-66]  Andolsun ki, sizler içinizden cumartesi gününde haddi tecavüz edenleri elbette bilmişsinizdir. Biz de onlara «Sefil, hakîr maymunlar olunuz» demiştik. Artık bunu hem önündekilere, hem de ardındakilere ibret verici caydırıcı engelleyici bir ceza (nekalen), hem de müttakilere bir öğüt kıldık.

İsrailoğullarından bir gurubun cumartesi yasağını çiğnemeleri sonucu başlarına gelenlerin anlatıldığı ayetlerde , cumartesi yasağını çiğneyenlerin başlarına gelenlerin öncekiler ve sonrakiler için ne ifade etmesi gerektiği "Nekalen" kelimesi ile ifade edilmektedir. 

Bu kelime ayette , aynı suçun işlendiği takdirde suçluların başlarına gelecek olanın anlatılma sebebinin "Nekalen" , yani bir daha ki bu suçun benzerini işleyecekler için caydırıcı ve engelleyici ibretli bir ceza anlamındadır.

[005.038]  Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici caydırıcı , engelleyici bir ceza olarak (nekalen), ellerini kesin. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir.

Maide s. 38. ayeti hırsızlık yapan kadın ve erkeğe verilen cezanın amacını açıklamaktadır. Kadın ve erkek hırsızın ellerinin kesilmesi cezasının "Nekalen" olarak belirtilmiş olması , aynı suçu işleyecek olanlara karşı caydırıcı , engelleyici ve ibretli bir ceza olması anlamındadır. 

"Nekalen" kelimesinin geçtiği ayetleri ele alarak , bir kelimenin Kur'an içinde nasıl bir anlam dahilinde kullanılabileceğini göstermeye çalıştık. Her dilde olduğu gibi , Arap dilinde de kelimelerin hakiki , mecaz , yan anlam dediğimiz türden anlamları bulunmaktadır. Bir kelimenin hangi anlamının daha uygun olduğu, ayet içindeki diğer kelimelerden koparılmadan yani konu bütünlüğü dahilinde aranmaya çalışılmalıdır. 

Bu kelimenin esas anlamı hayvanın kaçmaması için onun ayağını demirden yapılmış bir halka ile bağlamaktır. Hayvanı bağlamaktan amaç ,onu kaçmasına mani olmak , onu kaçmaktan caydırmak , engel koymak anlamı vardır. 

Bu kelimenin Müzzemmil suresindeki kullanımı temel anlamda yani , cehenneme atılmış olan bir kimsenin kaçmasını engellemek , ona mani olmak , caydırmak anlamında dünyada insanların kullandığı bir yönteme benzetmek sureti ile anlatılmasıdır. Diğer ayetlerde ise temel anlam esas olarak türetilmiş olan yan anlamları görmekteyiz. 

Bu kelimenin yan anlamı ise , esas anlamı olan ayağa bukağı veya pranga vurmak sureti ile bir şeyin yapılmasına mani olmak için , başkalarına yapılan bir şeyi göstererek onların ibret alarak , o yanlışı  yapmaktan caymalarını sağlamaktır. 

Gördüğümüz üzere bu kelime temel anlamı sadece, Naziat suresi içindeki geçişinde kullanılmış, diğer surelerdeki geçişleri ise yan anlamı şeklinde geçmektedir. Birisi kalkıp "Hayır bütün geçtiği yerlerde temel anlamının geçmesi lazım" şeklinde bir iddiada bulunacak olursa , ortaya çıkacak garabeti deneyip görebilir.

Cümle ile olan bağından koparılarak anlaşılmaya çalışılan bir kelimenin doğru anlamını bulmak zorlaşacağı gibi , bu yolun bazı ayetlere kendi ön yargılarını kabul ettirmeye yönelik olarak bazı kimselerin kullandığı bir yol olduğunu hatırlatmak isteriz. Ancak bu kimselerin büyük çoğunluğu Arap dilinin bazı üslup özelliklerini bilmedikleri için , yaptıkları yanlışın içinde boğulup gitmekte , fakat yanlış yaptıklarının farkında bile olmadan, doğru bir iş yapmanın verdiği gönül rahatlığı ile, kendi yanlışlarını doğru , doğruları yanlış olarak lanse ederek , kendilerinin tersi anlam verenleri tekfir etmekten dahi çekinmemektedirler.

"Arapça bilmeyenler Kur'an hakkında konuşamaz" şeklinde bir iddianın sahibi olmadığımızı hatırlatmakla birlikte , bazı konularda karar sahibi olmak için , o konu hakkında biraz daha detaylı bilgi sahibi olmak gerektiğini söylemek istiyoruz. Kur'an , kendi anlam sağlamasını kendi içinde yapan bir kitaptır. Bir kelimenin anlamı bağlı olduğu cümle içinde bağımsız olarak verildiği  zaman o anlam sırıtarak yanlışlığı belli olacaktır. Nekalen kelimesi örneğinde bunu somut olarak izah etmeye çalıştık.


Bu iddiamızın daha kolay anlaşılması için daha somut bir örnek vererek , "Ümmet" kelimesinin 2 ayetteki kullanılışı ile diğer ayetlerde kullanılışı ile arasındaki farkı göstererek anlatmaya çalışalım . 

[012.045]  Hapisteki iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman (ba'de ümmetin) sonra Yusuf'u hatırladı ve: «Ben size bunu yorumlayacağım, hele beni gönderin» dedi.

[011.008] Şayet Biz kendilerine azap göndermeyi sayılı bir zamana (ümmetin ma'dudetinkadar ertelersek: «Bu azabı alıkoyan sebep nedir?» derler. İyi bilin ki o azap başlarına geldiği gün, artık onlardan geriye çevrilmez ve alaya aldıkları o azap, kendilerini çepeçevre kuşatmış olur.»

Yusuf s. 45. ve Hud s. 8. ayetlerine baktığımızda o ayetler içinde geçen "ümmetin" kelimesinin "ZAMAN-SÜRE" anlamında kullanıldığını görmekteyiz. Fakat aynı kelimenin ve türevlerinin geçtiği başka ayetlere baktığımız bu kelimenin "İNSAN TOPLULUĞU" anlamında kullanıldığını görürüz.

Şimdi kalkıp birisi , "bir kelime bir yerde başka bir yerde başka olmaz her yerde aynı olması lazım" şeklindeki teorisini, yukarıdaki ayetlere uygulayacak olursa ortaya çıkacak trajikomik durumu düşünmek bile istemiyoruz.

Verdiğimiz bu son somut örnek , anlatmaya çalıştığımız konunun anlaşılmasını büyük ölçüde kolaylaştırdığını düşünüyoruz. 

Sonuç olarak: Her dilde olduğu gibi , Arap dilinde de kelimelerin temel, yan, mecaz anlam şeklinde bazı kullanılışları bulunmaktadır. Bir kelimenin hangi anlamının kullanılması gerektiği , o kelimenin bağlı bulunduğu cümle , ayet ve konu ile yakından alakalıdır. Kelimeler cümle içinden koparılarak cümle ve konu bütünlüğünden bağımsız olarak anlaşılmaya çalışıldığı takdirde , büyük bir yanlışa imza atılmış olacaktır. 

Kur'an ayetlerini hevasına göre yorumlamak peşinde olanların en fazla kullandıkları olan bu yol sayesinde , Kur'ana istediğini söyletmek daha kolay hale gelmektedir. "Ben yaptım oldu - ben dedim oldu" mantığı ile yapılan bu işlemde yol , yordam , yöntem gözetilmemekte , yol , yordam ve yöntem, sanki öcü imiş olarak gösterilerek karalanmaya çalışılarak kendilerinin icat ettikleri yöntemler cici olarak gösterilmeye çalışılmaya çalışılmaktadır. 

Nekalen kelimesi üzerinden anlatmak istediğimiz durumun benzeri bir çok kelime, Kur'an içinde mevcut olup , ilerleyen zamanlarda bu kelimeler üzerinde örnekler göstermeye inşallah göstermeye devam etmeye gayret edeceğiz.


                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

9 Haziran 2016 Perşembe

Beşere Kelimesi Örneğinde Arap Dilinde Kelimelerin Çok Anlamlılığı

Kur'anın anlaşılmasında nazil olduğu dil olan Arapçanın bilinmesinin rolü büyüktür. Kur'an, bu dili konuşan insanların yaşadıkları bir mekana inmiş olması nedeniyle , o zaman ve mekan dahilinde yaşayan insanların konuştukları dili ve onun edebi üslubunu kullanmış ,ve bu kullanımlar, bir çok ayet örneğinde görülmektedir. 

Son yıllarda, Kur'anın daha geniş kitleler tarafından okunmaya ve anlaşılmaya çalışılması olumlu bir gelişme iken , maalesef bazı olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir. "Kur'an tek kaynak" söyleminin altını doldurmakta yaşanan bu olumsuzlukların başında , Kur'an dilinin Arapça ve onun dil kurallarını gözeten bir üslup kullanmış olmasının dikkate alınmadan okuma ve anlama çalışması yapılması gelmektedir.

Tefsir usulünde "Vücuh ve Nezair" olarak adlandırılan , kelimelerin aldığı anlamları konu alan ilim dalı , Kur'anın anlaşılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Hatalı bir okuma örneği olarak gördüğümüz , sadece bir kelimeyi, ayet içinden çıkararak o kelimenin etimolojisi üzerinde durarak ilgili ayeti anlama çalışmaları yapmak çoğu zaman bizleri yanılgıya düşürebilir. Kelimeler her dilde olduğu gibi, içinde bulunduğu cümle ile yakından alakalı olup , cümle içinde kullanılışına göre anlam kazanmaktadırlar. 

Nuzül ortamının bilinmesi ve dikkate alınması, Kur'anın doğru anlaşılmasında olmazsa olmazlardan olup , bu durumun dikkate alınmadığı okuma örnekleri, trajikomik çıkarımlar maalesef dolup taşmaktadır.

Bu düşüncemizi "Beşere" kelimesi üzerinden örneklendirerek ne demek istediğimizi anlatmaya çalışacağız. 

El beşretü ; "Derinin zahiri , dış yüzü" anlamındadır. 

Bu kelime kökünden türemiş kelimeler, Kur'anın bir yerinde İNSAN , bir başka yerinde MÜJDE , bir başka yerinde ise CİMA anlamında kullanılmaktadır. İzafi anlam olarak ifade edebileceğimiz bu anlamların hepsi de, kelimenin asıl anlamı ile yakından alakalıdır. 

Beşer kelimesinin "İnsan" anlamında kullanılmasında esas alınan nokta, insanın deri sahibi olması ve onun böyle bir deri sahibi olmasının üzerinde yün ve kıl bulunan hayvanlardan ayırt edilmesinden dolayıdır. Yani İnsanı hayvandan ayırt eden nokta ,Arapça kullanımda kıl ve yün sahibi olmamasıdır.

Beşer kelimesinden türemiş olan "Elmübaşeretü" ; "İki deriyi birbirine değdirmek dokundurmak" anlamındadır. İki derinin birbirine dokunmasından kinayeli olarak, cinsel ilişki (cima) anlamında kullanılmıştır. 

Ve la tübaşiruhünne ve entüm akifune filmesacidi. (Bakara s.187)

"Mescidlerde itikafa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın"

Beşer kelimesinden türemiş olan "Beşirün" , "Beşşere" gibi kelimelerin "Müjde" anlamında kullanılması ise , "Yüzün derisinin, alınan sevindirici bir haber sebebi ile gevşemesi anlamındadır.

Arapçada bir çok kelime asıl anlamı üzerinden izafi anlama sahip bir durumdadır.
Kur'an okuma ve anlama çalışmalarında bu husunun göz önünde bulundurulması, büyük bir öneme sahiptir. Böyle kullanımlara Kur'an içinden bir çok örnek verilebilir. Bu kelimeyi örnek verme amacımız , Kur'an kelimelerinin çok anlamlılığının dikkate alınması gereğine binaendir. 

Bu noktada Arapça kelimelerin anlamları üzerinde bilgi veren sözlüklerin okuma ve anlama çalışmalarında el altında olmasının faydalı olacağını söylemek istiyoruz. Cümle içinden bir kelimeyi çekerek, o kelimenin anlamı üzerinden cümleye anlam bindirmeye çalışmak, çoğu zaman okuyucuyu hatalı sonuçlara götürebilir. 

Kelimeyi cümle içinden çıkararak cümleden bağımsız anlamaya çalışmak yerine , ilgili ayeti bütüncül bir şekilde okumak ve kelimeye cümle bütünlüğüne uygun anlam vermeye çalışmak bizleri daha doğru sonuçlara götürecektir.

Kur'an okuyucularının tamamını kast etmediğimizi hatırlatarak , ayet içinden cımbızlama yapılarak çekilen bir kelimenin anlamı üzerinden yapılan bazı çalışmalar, ön yargıları kabul ettirmeye dayalı çalışmaların ürünü olarak kendisini göstermektedir. Çünkü ilgili ayetten bağımsız olarak anlaşılmaya çalışılan bir kelime, ön yargılı düşüncelerin onaylatılmasına yönelik çalışmaların esasını oluşturmaktadır.

Bir kelimenin Kur'anda kullanılmış olması , o kelimenin o günkü Arapın lisanında kullanılmış ve biliniyor olmasındandır. O günkü kullanımı ve bilindikliği göz ardı ederek yapılan anlama çalışmaları , maalesef bazı art niyetlilerin elinde silaha dönüşerek , istediğini Kur'ana söyletme çabasına dönüşmüştür. 

Örneğin "Salat" kelimesi üzerinde, etimolojik çalışmalar yaparak bu kelimenin "Namaz" adı bildiğimiz ibadeti kapsamadığını ispatlamaya çalışanlar , o kelimeyi o günkü bilindik anlamı ve kullanımını dikkate almayarak okumaya çalışarak, yani nuzül ortamından kopartarak okumaya çalışmakta, neticede namaz adlı ibadetin olmadığını ispatlamaya !! çalışmaktadırlar.

Nuzül ortamının dilsel ve kültürel arka planının dikkate alınmaması , bugün maalesef "Mushafperestlik" diyebileceğimiz bir Kur'an okuma akımını beraberinde getirmiştir. "Tek kaynak Kur'an" sloganı altında Kur'andan başka kaynak tanımama akımı, akidenin belirlenmesi noktasında Kur'anın tek kaynak olması gerektiği düşüncesinden çıkmış , "Kur'anın anlaşılmasında sadece meal yeterlidir" söylemine dönüşmüştür. 

Netice olarak "Meal alimleri" diyebileceğimiz bir güruh ortaya çıkarak "Kur'anda ........ yok veya var" şeklindeki fetvalar, ortalıkta gezmeye başlamıştır.

Sonuç olarak ; Kur'an kelimeleri, içinde bulunduğu ayet , sure ve Kur'an bütünlüğü , nuzül ortamı , kelimenin o günkü Arabın dilindeki anlamları gibi hususlar göz önünde bulundurularak anlaşılmaya çalışılması gerekmektedir. Bu hususlar göz ardı edilerek yapılan çalışmaların bizleri bir takım yanlış sonuçlara götürmesi muhtemeldir. "Çok anlamlılık" diyebileceğiz ve her dilde bulunan , kelimelerin birden fazla anlamlarının olması , ve ayet içinde bir kelimeye hangi anlamın verilmesi konusu , Kur'anı ciddi olarak okuma ve anlama çalışma yapanların başvurması gereken önemli konulardır. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.