fiili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
fiili etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ekim 2017 Pazartesi

Talut Kıssasından Kavli ve Fiili Duanın Ayrılmaz Oluşunun Örnekliği

Kendisine bazı isteklerini kabul etmesi için dua eden kullarının duasına icabet edeceğini vaat eden (Bakara s. 186) Allah (c.c), kendisine yapılan duanın kabul edilmesini bazı şartlara bağlamıştır. Bu şartların ne olduğu ise bizlere yaşanmış kıssalar ile öğretilmektedir. Bakara s. içinde geçen Talut kıssası bizlere kabule şayan bir duanın nasıl yapılması gerektiğini öğreten bir kıssa olarak, biz Müslümanların hayatlarında yer almasını beklemektedir.

[002.216]  Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı) . Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.

Savaş, bir dünya gerçeği olarak kıyamete kadar yerini koruyacak olup, bu gerçekliğin biz Müslümanların hayatına hangi şartlarda girebileceği, Talut kıssasında anlatılmaktadır.  

Talut kıssasını okuduğumuz zaman, evlerini ve yurtlarını terk etmek zorunda bırakılmak sureti ile sıkıntıya düşen toplumların, bu sıkıntılarından nasıl kurtulabilecekleri yaşanmış örnek olarak görmekteyiz. Kıssayı okumaya başlayacağımız ayet, Bakara s. 243. ayetidir.

[002.243] Binlerce oldukları halde, ölüm korkusundan dolayı yurtlarından çıkıp gidenleri görmedin mi? Allah onlara «Ölün!» dedi (öldüler). Sonra onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütufkârdır. Lâkin insanların çoğu şükretmez.
[002.244]  Allah yolunda savaşın; bilin ki Allah işitir ve bilir.

Bakara s. 243. ve 244. ayetleri, bazı nedenler yüzünden yurtlarından çıkarılan yani bir nevi öldürülen toplumların, yurtlarına nasıl geri döneceklerini yani nasıl dirileceklerini anlatmakta, ilerleyen ayetlerde ise 243. ve 244. ayetlerin hayata yansımasını İsrailoğulları örneğinde göstermektedir. 

[002.246]  Musa'dan sonra İsrailoğullarının önde gelenlerini görmedin mi? Hani, nebilerinden birine: «Bize bir melik gönder de Allah yolunda savaşalım» demişlerdi, O: «Ya üzerinize savaş yazıldığı halde, savaşmayacak olursanız?» demişti. «Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan çıkarıldık ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık.) « demişlerdi. Ama onlara savaş yazıldığı (öngörüldüğü) zaman, az bir kısmı dışında (çoğunluğu) yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.

Bakara s. 246. ayetinden, evlerinden ve yurtlarından çıkarılmış olan İsrailoğullarının, evlerini ve yurtlarını geri alabilmelerinin yolunun savaşmak sureti ile olduğunun bilincinde oldukları anlaşılmaktadır. Bu toplumun böyle bir bilinç içinde olması, aslında bizlere çok şey anlatmaktadır. Yatarak dua etmenin hiç bir şeyi düzeltmeyeceğini bilen bir toplum, her sıkıntının üstesinden gelebilecek gücü de bulmakta zorluk çekmeyecektir.

Ancak savaş can ve mal kaybına yol açan bir yol olduğu için, bir kısım insan iş ciddiye binince geri kalmak isteyecektir. İsrailoğullarının nebisi, onlardan gelebilecek olan bu hataya dikkat çekerek zımnen onlara, "İş ciddiye binince yan çizmeyin" ikazı yapmaktadır. İnsan yapı itibarı ile zorluklara karşı zayıf bir tabiata sahip olup, aynı zayıflık Medine de kafirlere karşı savaş izni isteyen, sabırsızlıkla bekledikleri izin ayeti geldiği zaman yığılıp kalan Müslümanlar içinde geçerlidir (Muhammed s. 20).

[002.247] Nebileri onlara dedi ki: İşte Allah hükümdar olarak size Talut'u gönderdi. Onlar: Biz hükümdarlığa ondan daha layık iken ve ona malca bolluk da verilmemişken nasıl olur da bizim başımıza hükümdar olabilir? dediler. (Nebileri de dedi ki: Allah onu sizin üstünüzde beğenip seçmiştir. O'na bilgice ve vücutça da bir üstünlük vermiştir. Şüphesiz ki Allah; mülkünü dilediğine verir. Ve Allah, Vasi'dir, Alim'dir.

İsrailoğullarının nebilerinden istediği kumandan gelmiş, fakat gelen kumandan İsrailoğullarının kriterlerine uygun olmadığı için ona karşı çıkılmaktadır. Nebileri ise onların bu tutumlarına itiraz ederek, gelen komutanın Allah (c.c) tarafından seçilmiş olduğuna dikkat çekerek, gelen kumandanı kabullenmeleri gerektiğini söylemektedir.

[002.248] Nebileri onlara, «Onun hükümdarlığının alameti, size sandığın gelmesidir, onda Rabbinizden gelen gönül rahatlığı ve Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktıklarından kalanlar var; onu melekler taşır, eğer inanmışsanız bunda sizin için delil vardır» dedi.

Bu ayet ise İsrailoğullarına gönderilen kumandanın türedi bir kimse olmadığı, Allah (c.c) katından tescilli bir kimse olduğunu göstermektedir. Meleklerin taşıdığı tabutun ne olduğu konusunda tefsir kitaplarından bir takım bilgiler bulunup, bize lazım olan tarafı, Talut'un gönderilmesinin ilahi bir yönü olduğudur. Tefsirlerde bu kişinin Nebi olduğuna dair görüşler olup, Talut'un nebi olması görüşleri bizce de makuldür.

[002.249] Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, «Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler.

Talut, komutası altındaki ordunun kendisine olan bağlılığını ölçmek amacı ile onları bir imtihana tabi tutar ve bu imtihanı ordunun büyük bir kısmı kaybeder. Komutana itaat etmek bir ordunun galibiyete ulaşması için olmazsa olmazlardan olup, başlarındaki komutanın emrine tabi olmak bir ordunun başarısı için şarttır. Calut'un ordusunun büyüklüğü karşısında ümitsizliğe düşen ordunun nehirden su içen itaatsiz askerlerine karşılık, nehirden su içmeyen itaatkar askerlerinin söylediği söz, dikkate değerdir. 

[002.250] Calut ve ordusuna karşı çıktıklarında, «Rabbimiz! Bize sabır ver, sebatımızı artır, inkar eden kavme karşı bize yardım et» dediler.
[002.251] Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.

Talut ordusundaki askerlerin yaptığı dua, işte kavli duanın fiili dua ile birlikte yapılması gerektiğinin yaşanmış bir örneğidir. Kıssaların çok yönlü mesajları ihtiva ettiklerini dikkate aldığımızda, Talut kıssasından öğrenebileceğimiz mesajlardan bir tanesi ise, duanın kabul olmasının nasıl bir şarta bağlı olduğudur. 

Genel olarak biz Müslümanların hayatında Kavli Dua deyimi hakim olmakta, duanın asıl önemlisi olan Fiili Dua kısmı terk edilmek sureti ile, Allah (c.c) den yardım istenilmektedir. Kur'an'a baktığımızda ise Allah (c.c) nin üzerine vazife olarak gördüğü (Rum s 47) iman edenlere ve elçilere yardımın yerine gelmesinin fiili dua yani çalışmak ve gayret etmek ile olduğu görülecektir.

Talut ordusundaki askerlerin yaptığı kavli duaya baktığımızda, öncelikle fiili duanın yapıldığı yani ordu oluşturmak sureti ile savaşa çıkıldığı görülmektedir. Bu durum bize Allah'tan nasıl yardım istenilmesi gerektiğini, Allah'ın kullarına yardımının nasıl gerçekleştiğini göstermektedir.

Talut kıssasında anlatılan durumun benzerleri biz Müslümanların hayatında yaşanmakta, bizler ise  Talut ordusundaki askerlerin ettiği "Rabbimiz! Bize sabır ver, sebatımızı artır, inkar eden kavme karşı bize yardım et" duasını sadece kavlen yaparak öncelikle yapılması gereken fiili duanın gereklerini yerine getirmekte maalesef isteksiz davranarak, Allah'ın yardım şartına aykırı hareketlerde bulunmak sureti ile yardıma hak kazanamamaktayız.

Talut kıssasına bakıldığında öncelikle savaş için ordu oluşturulmuş, yani fiili dua gerçekleştirilmiş, onun sonrasında ise savaş öncesi Allah'tan yardım talebinde bulunulmuş ve Calut ordusuna karşı zafer elde edilmiştir. Kıssayı daha genelleştirecek olursak, eğer hasta isek önce hastalığın tedavisi için gayret edilmesi, eğer ticari hayatımızda bir takım aksaklıklar var ise o aksaklıkları düzeltmek için gayret edilmesi, hasılı her ne sorunumuz var ise o sorunun hal edilmesi için gerekli gayretin gösterilmesi ve Allah'tan bu şekilde yardım talebinde bulunulması bizlere öğretilmektedir.


Bakara s. 251. ayetindeki "Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu" cümlesi, yeryüzünü fesada  boğanlara karşı koymak görevinin yine insanlara verildiğini bildirmektedir. Fakat biz Müslümanlar bu görevi Allah'a yükleyerek bizim yerimize onun gökten melekler indirerek onun savaşmasını istemekteyiz. 

Eğer bizler yeryüzündeki fesattan şikayetçi isek, en az fesatçılar kadar kuvvetli olmak, ve onların fesadını ortadan kaldırmak için gerekli olanı yapmak zorunda olduğumuz unutulmamalıdır.

Sonuç olarak; Kavli ve fiili dua, et ile tırnak misali birbirinden ayrılmaz bir bütün olup, biz Müslümanların hayatında ağırlıklı olarak kavli dua kısmı tercih edilmektedir. Fiili duanın geri plana atılarak sadece kavli duanın öne çıkması, Allah (c.c) nin kullarına yardım etmesini belirli yasalara bağlaması nedeniyle kabul olmamakta, açılan eller maalesef boş olarak geri dönmektedir.

Kur'an'ın kıssa yollu anlatımlar ile verdiği mesajlardan bir tanesi de, Allah'ın kullarına yardım etmesinin şartlarının nasıl yerine geleceğidir. Talut kıssası belirli bir zaman ve mekanda yaşamış olan bir toplumun başından geçenleri anlatan bir masal olarak değil, sıkıntıya düşüldüğünde Allah'ın yardımına nail olmanın nasıl gerçekleşeceğini öğreten canlı bir ibret vesikası olarak okunduğunda, nerede hata yaptığımız daha net anlaşılacak, hataların telafi edilmesinin yolu aranacaktır. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

25 Şubat 2017 Cumartesi

Kataa Fiili Örneğinde Kelimelerin Hakiki Anlam Mecaz Anlam Sorunu Üzerine Bir Mülahaza

Allah (c.c) nin son elçisi aracılığı ile indirdiği alemlere yol gösterici olan Kur'an , bilindiği üzere nazil olduğu kavmin dili üzerine nazil olan bir kitaptır. Bu kitabın ihtiva ettiği ayetler , konuşulan dilin lafız mana ilişkisinin sınırları dahilindedir. Her dilde olduğu gibi Arap dilinde de bir takım edebi kurallar bulunmakta olup , Kur'an da bu edebi kuralları kullanmak sureti ile mesajını muhataplarına ileten bir kitaptır.

Türkiye genelinde Kur'an'ın daha fazla gündeme gelmeye başlaması , bir takım anlama sorunlarını da beraberinde getirdiği konu ile alakalı olanların malumudur. Bu sorunlardan bir tanesi de kelimelere, bağlı bulunduğu cümle ve konu bütünlüğünden koparılarak anlam yüklenmeye çalışılmasıdır. Her dilde olduğu gibi Arap dilinde de kelimeler Hakiki Anlam - Mecaz Anlam olarak ifade edilebilecek anlamlara sahiptirler. 

Bir kelimenin cümle içinde hangi anlamda kullanıldığının tesbit edilmesi , o kelimenin bağlı bulunduğu cümle ile yakından alakalıdır. Şayet kelime bağlı bulunduğu cümleden çıkarılmak sureti ile tek başına ele alınarak hangi anlama sahip olduğu konusunda karar verilecek olursa , verilen bu kararın isabetli olma ihtimali yok denecek kadar azdır. 

Söylemek istediklerimizin daha kolay ve net olarak anlaşılabilmesi için  Kataa fiilinin Kur'an içinde geçtiği ayetleri okumaya çalışarak bu kelimenin, Kur'an içinde Hakiki veya Mecaz , hangi anlamda kullanılmış olduğunu görmeye çalışacağız. Ele almaya çalışacağımız kelime , Maide s. 38. ayetinde geçen hırsızlık cezası ile verilen hükümde de geçmekte , ve bu cezanın hakiki anlamda bir el kesmek değil , el kelimesinin güç anlamı da taşımasından yola çıkılarak, mecaz anlamda bir el yani güç kesme olduğu iddiaları gündeme getirilmektedir. 

Bir kelime, geçtiği bütün ayetlerde tamamen hakiki anlamda , veya tamamen mecazi anlamda kullanılmaz. Kelimenin bağlı bulunduğu cümle içindeki kullanılışına göre hangi anlamda kullanıldığı tespit edilebilir.

Hakiki anlam ; Kelimelerin taşıdığı ilk ve , insanın kelimeyi duyduğu anda zihninde canlandırdığı anlama denir. Sözlük anlamı olarak bildiğimiz terim de bunu ifade etmektedir.

Mecaz anlam ; Kelimenin ilk ve insanın ilk duyduğu anda zihninde canlandırdığı anlamın dışında kazanmış olduğu anlama denir. Bir kelimenin mecaz anlam taşıyıp taşımadığı , o kelimenin sözlük anlamını taşıdığı düşünüldüğünde, ortaya yanlış anlaşılmaların çıktığında anlaşılabilir. 

Elkat'u ; İster cisimler gibi gözle idrak edilen şey olsun , ister aklın alanına giren şeyler gibi basiretle idrak edilen şeyler olsun , birbiri ile bitişik olan bir şeyi aralarında bir aralık veya yarık oluşacak şekilde ayırmak. Bu ayırma, kesici bir alet ile yapıldığı zaman bu kelime kesmek anlamına gelir.

Bu kelimenin Kur'an içinde geçişleri aşağıda ayet meallerindedir ;

[059.005]  Hurma ağaçlarından her hangi bir şey kesmeniz (katta'tüm) veya kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyle ve O'nun, yoldan çıkanları cezalandırması içindir.

Haşr s. 5. ayeti kitap ehli ile olan bir savaşın anlatıldığı ayetlerin bağlamına dahil olup , savaşta strateji gereği hurma ağaçlarının kesilmesine itiraz edenlerin bu itirazları ret edilmekte , bu ağaçların kesilmesinde herhangi bir sakınca olmadığı beyan edilmektedir. Konumuz olan kelimenin bu ayet içinde hakiki anlamında kullanıldığı görülmektedir.

[012.031]  Kadınların kendisini yermesini işitince onları davet etti; koltuklar hazırladı; geldiklerinde her birine birer bıçak verdi. Yusuf'a: «Yanlarına çık» dedi. Kadınlar Yusuf'u görünce şaşıp ellerini kestiler (ve katta'ne) ve «Allah'ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak çok güzel bir melektir» dediler.
[012.050] Hükümdar: «Onu bana getirin» dedi. Yusuf'a elçi gelince, «Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi (katta'ne) bir sor; doğrusu Rabbim onların hilesini bilir» dedi.

Yusuf kıssasının içinde geçen bu ayetlerde ise , Yusuf'u gören kadınların onun güzelliği karşısında şaşkınlıktan ellerini kesmiş olmalarından bahsedilmektedir. Yine burada konumuz ile ilgili olan kelimenin ,  hakiki anlamında kullanılmış olduğu görülmektedir.

[005.033]  Allah ve Rasulü ile savaşanların ve yeryüzünde fesada koşanların cezası; ancak öldürülmek, asılmak, çaprazvari el ve ayakları kesilmek (tukattaa) veya yerlerinden sürülmektir. Bu, onlara dünyada rüsvaylıktır. Onlara ahirette de büyük bir azab vardır.

Maide s. 33. ayetinde "Allah ve Rasulü ile savaşanların ve yeryüzünde fesada koşanlar" olarak belirlenen suça, verilmesi emredilen cezalardan bir tanesi el ve ayakların çaprazlama kesilmesidir. Bu cezanın da hakiki anlamda bir ceza olduğu konusunda herhangi bir itiraza mahal bırakacak durum söz konusu değildir.

[007.124] Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim (leukattianne), sonra da hepinizi asacağım!»
[020.071] (Firavun) Dedi ki: «Ben size izin vermeden önce O'na inandınız, öyle mi? Kuşkusuz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O halde ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim (leukattianne) ve sizi hurma dallarında sallandırıcağım. Siz de elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız.»
[026.049]  Firavun: «Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Muhakkak ki o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi bileceksiniz; ellerinizi ayaklarınızı, and olsun, çaprazlama kestireceğim (leukattianne), hepinizi astıracağım» dedi.

Musa (a.s) kıssasında iman eden sihirbazlara uygulayacağı ceza olarak karşımıza çıkan ve Maide s. 33. ayeti ile aynı olan, ayetlerdeki ceza yine hakiki anlamda el kesmeden bahsetmektedir.

[005.038]  Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin (faktau). Allah Güçlü'dür, Hakim'dir.

Maide s. 38. ayetinde "Erkek hırsız ve kadın hırsızın" buyurulmuş olması , suçun sabit olmasının ve fiiliyata dökülerek işlendiğini göstermektedir. Bu suça verilecek olan cezayı, elin kesilmesi olarak beyan eden ayetin hakiki anlamda bir el kesmekten bahsetmiş olduğunu görmekteyiz. 

Fakat son yıllarda ortaya çıkan bazı farklı algılar , bu cezanın hakiki anlamda el kesmekten değil , mecaz anlamda bir el kesmekten, yani güç kesmekten bahsettiği yönündeki  iddiaların dile getirilmesine sebep olmaktadır. Bu cezanın mecaz anlamda olarak anlaşılması, ancak bu cezanın mutlaka mecazi olması gerektiği yönünde bir ön yargının olması , bu ceza konusunda bazı kaygıların bulunması ile mümkün olabilir. 

Ayetin iddia edildiği gibi mecaz anlamda bir güç kesmekten, yani hırsızlığı önlemekten bahsetmesi için, fiilin vuku bulmaması gerekmektedir. Halbuki ayet, işlenmiş olan bir cürümden, ve bu cürümü işleyenlere verilmesi gereken bir cezadan bahsetmektedir. Hırsızlığa gidecek yolların önlenmesi için adımlar atmak, her devletin asli vazifesidir. Fertlerini hırsızlık yapmaya mecbur eden bir devletin bu cezayı uygulaması zaten zulüm olacaktır.

Ayet içinde geçen Yed (el) kelimesinin bazı ayetlerde mecazi anlamda kullanılarak güç anlamına gelmiş olması , bu cezanın mecazi olduğunu iddia edenler tarafından delil olarak sunulmaktadır. Ancak yukarıda söylediğimiz gibi her kelime bütün ayetlerde sadece hakiki , ne de sadece mecaz anlamda kullanılmaz. Kelimenin mecaz veya hakiki anlamdan hangisine sahip olduğu , o kelimenin ayet içinde sahip olduğu bağlamdan anlaşılabilir.

Yusuf suresindeki kadınları ellerini kesmiş olmaları , nasıl onların mecaz olarak güçlerini kesmiş oldukları anlamında düşünülmüyor ise , bu ayetin de mecaza işaret ettiğinin düşünmek hatalı bir okuma biçimidir Bu ayetin hakiki anlamda bir el kesmekten bahsettiği konusunda şüphe yoktur. Böyle bir şüphe içinde bulunmak , ancak önce bu konuda bir takım ön yargılar oluşturmak , sonra da bu ön yargıları Kur'an'a kabul ettirmeye çalışmak ile mümkün olur. 

[007.072]  Onu ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik (katta'na).
[008.007]  Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (Kureyş ordusunu yok ederek) kâfirlerin ardını kesmek (ve yektaa)   istiyordu.
[006.045]  Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi (kutia). Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
[015.066]  Ona şu kesin emri vahyettik: «Sabaha çıkarlarken onların kökü kesilmiş (maktuun) olacaktır!».

Yukarıdaki ayetler hakiki anlamda değil , mecaz anlamda bir kesimden , yani iman etmeyenlerin helak edilmiş olmasını ,  kökünü kesmek  olarak bildiğimiz bir deyim ile ifade etmektedir.

[069.046] Sonra onun can damarını elbette keserdik (katta'na).

Hakka suresindeki bu ayet , elçinin kendisine vahyedilene  herhangi bir ilavede bulunduğunda başına gelecek olanı anlatmaktadır. Onun hayat ile bağının koparılması yani canının alınması, can damarının kesilmesi şeklinde, mecazi bir anlamda kullanılmıştır.

[029.029]  «Siz hâlâ erkeklere gidecek ve yolu kesecek (taktaune) ve toplantılarınızda çirkin şeyleri yapacakmısınız?» Artık (O'nun) kavminin cevabı, «Eğer sen sâdıklardan isen bize Allah'ın gazabını getir» demekten başka olmadı.

Lut kıssası ile ilgili olan bu ayette , Lut (a.s) kavmine hitaben onların yaptıkları yanlışları söylerken kullandığı yok kesmek deyimi , yine kataa kelimesinin mecaz anlamda bir kullanımıdır.

[003.127]  ta ki o küfredenlerden bir kolu kessin (liyektaa) veya perişan etsin de umutsuz olarak dönüp gitsinler.

Uhud savaşı ile ilgili bir bağlama sahip olan yukarıdaki ayette yine müşriklerin bir kısmının imha edilmesi ile ilgili olarak, tarfen kelimesi ile birlikte mecazi anlamda bir kullanımı görmekteyiz.

[022.015] Kim Allah'ın dünyada ve âhirette kendisine yardım etmeyeceğini sanıyorsa; semaya bir sebeb uzatsın, sonra (öteki sebebleri) kessin de (litekta) bakıversin: Oyunu, öfkelendiği şeyleri gerçekten giderecek mi?. 

Hac s. 15. ayetinde geçen bu kelime , bir çok mealde hakiki anlamda bir ip kesmekten bahsetmiş olmasına karşın , ayetin siyak sibak dahilinde okunduğu takdirde , mecaz anlamda bir bağ kesmekten bahsettiği anlaşılmaktadır.

[002.027] Ki (bunlar) Allah'ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler (yaktaune) ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır.
[013.025] Ve o kimseler ki, Allah'ın ahdini takviye ettikten sonra bozarlar ve Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler (ve yaktaune) ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte lânet onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır.
[047.022] Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını kesmeye (ve tukatteu) dönmüş olmaz mısınız?.

Yukarıdaki ayetler , Allah (c.c) tarafından bildirilen emirlere aykırı davranışlar sergileyenlerden bahsetmektedir. Bu ayetlerde bahsedilen kesmek fiili , mecaz anlamda bir kesmeyi ifade etmektedir.

[009.121] Ve küçük, büyük bir masraf yapmazlar ve bir vadî kat'etmezler ki (ve la yaktaune)  amellerinin daha güzeliyle Allah kendilerine mükâfat etmek için hisablarına yazılmış olmasın.

Tevbe s. 121. ayetinde , iman edenlerin Allah yolunda çıktıkları yolda çektikleri meşakkatin karşılıksız kalmayacağı haber verilmekte olup , bu haber vadi kat etmek şeklinde bir deyim ile ifade edilmekte, ve kataa kelimesi yine burada mecaz anlamda kullanılmaktadır.

[047.015] Allah’a karşı gelmekten sakınanlara vâd edilen cennetin durumu ise şudur: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içerken lezzet veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. Onlara orada her türlü meyve ile bir de Rab’leri tarafından bir mağfiret vardır. Bu nimetlere erişenler hiç, ateşte devamlı kalıp, kaynar sulardan içirilip bununla bağırsakları lime lime olan (fekattaa) kimseler gibi olur mu?

Cennet nimetleri ile ilgili olan Muhammed s. 15. ayetinde , cennet ehli ile cehennem ehli arasında yapılan kıyaslamada cehennem ehline sunulan içeceğin , ne kadar acı ve elem verici olduğu, içtiğinde bu kimseleri ne hale getirdiği, kataa kelimesi ile ifade edilirken, bu kelimenin yine mecaz anlamda kullanıldığını görmekteyiz.

[007.160]  Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde on iki topluluğa ayırdık katta'nahum). Milleti Musa'dan su isteyince ona: «Asanla taşa vur» diye bildirdik; ondan on iki pınar fışkırdı. Herkes içeceği yeri öğrendi. Bulutla üzerlerine gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik, «Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin» dedik. Onlar, karşı gelmekle, Bize değil kendilerine zulmediyorlardı.
[007.168] Ve onları yeryüzünde ümmetlere ayırdık (katta'nahum). İçlerinde iyi olanları da vardı, olmayanları da. Onları biz, bazan nimetlerle, bazan da musibetlerle imtihana çektik. Sonunda belki hakka dönerler diye.

Araf suresindeki bu ayetlerde , İsrailoğullarının ayrılması kataa fiili ile anlatılmakta ve yine bu fiil mecaz anlamda kullanılmaktadır.

[013.031]  Eğer okunan bir Kitapla dağlar yürütülseydi veya onunla yer parçalansaydı (kuttiat), yahut onunla ölüler konuşturulsaydı (o Kitap yine bu Kur'an olacaktı). Fakat bütün işler Allah'a aittir. İman edenler hâla bilmediler mi ki, Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdirirdi? Allah'ın vâdi gelinceye kadar inkâr edenlere, yaptıklarından dolayı ya ansızın büyük bir belâ gelmeye devam edecek veya o belâ evlerinin yakınına inecek. Allah, vâdinden asla dönmez.

Rad s. 31. ayetinde , Kur'an hakkında şüpheleri olan kimselerin inatçılıkları ifade edilmekte olup , yine kataa kelimesi yerin birbirinden ayrılması anlamında mecaz anlamda kullanılmıştır.

[022.019] Şu iki gurup, Rableri hakkında çekişen iki hasımdır: İmdi, inkâr edenler için ateşten bir elbise biçilmiştir (kuttiat). Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecektir!.

Hac s. 19. ayetinde , kafirler için cehennemde karşılaşacakları azap elbise tasviri ile belirtilmekte, onların her tarafını kaplayacak olan ateşin , elbise olarak giydirileceğinin beyan edilmesi, yine kataa filinin mecaz anlamda kullanılması ile ifade edilmektedir.

[006.094]  Bugün, sizi ilk defa yarattığımız zamanki gibi yapayalnız huzurumuza geldiniz, size verdiğimiz herşeyi arkanızda bıraktınız. Allah'ın size göre ortağı olduklarını iddia ederek yardımlarına, şefaatlarına güvendiğiniz ortakları yanınızda görmüyoruz. Aranızdaki bütün bağlar artık kesilmiş (tekattaa) , güvendiklerinizin hepsi kaybolup gitmiştir.
[002.166]  İşte önderler kendilerini izleyenlerden uzak durdular, Azabı gördüler ve aralarındaki her türlü bağ kesildi (tekattaat).

Enam ve Bakara surelerindeki bu ayetlerde , yaşamlarını kafir olarak bitirmiş olanların hesap gününde karşılaşacakları durum anlatılmakta , dünyada iken dost edindiklerinin ahirette onlara hiç bir faydasının olmadığı , kataa kelimesinin mecaz anlamda kullanılması ile ifade edilmektedir.

[021.093] Onlar, işlerini kendi aralarında parça parça dağıttılar (tekattau)  (dinlerinde bölünmeler yaptılar) ; hepsi bize döneceklerdir.
[023.053] Ancak onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) kitaplar halinde parçaladılar (tekattau); her bir grup, kendi ellerindeki olanla yetinip-sevinmektedir.

Yukarıdaki ayetler , fırkalaşmayı ve bölünmeyi konu ederek , bir bütünden ayrılmış olmak yine kataa fiili ile ifade edilmektedir.

[009.110] Yaptıkları bina, (ölüp de) kalpleri parçalanıncaya (tekattaa) kadar yüreklerine devamlı olarak bir kuşku (sebebi) olacaktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.

Tevbe s. 110. ayeti , Dırar Mescidi olarak bildiğimiz münafıkla tarafından yapılan mescid ile alakalı bir bağlama dahildir. Yaptıkları mescidin kalplerindeki nifağın bir eseri olduğu , ve onların kalplerindeki bu nifağın onlar ölene kadar süreceği beyan edilmektedir.

[011.081]  Dediler ki: «Ey Lût! Şüphe yok ki biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana elbette kavuşamayacaklardır. Artık sen âilen ile gecenin bir kısmında (bi kıt'in) yürü ve sizden hiçbir kimse geri kalmasın, zevcen ise müstesna. Şüphesiz ki onlara isabet edecek şey, ona da isabet edicidir. Muhakkak ki onların vaad edilen zamanları, sabah vaktidir, sabah vakti ise yakın değil midir?»
[015.065] «Gecenin bir kısmında (bi kıt'in) aileni yola çıkar, sen de arkalarından yürü ve sizden kimse ardına bakmasın; istenen yere gidin.».

Lut (a.s) kıssası içindeki bu ayetler , Lut ve ehline kavmi terk etmelerini emrini verirken , ne zaman yola çıkacakları ile bilgiyi gecenin bir kısmında şeklinde beyan ederek , kataa kelimesini kullanmaktadırlar.

[013.004]  Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar (kıtaun) üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır.
[010.027]  Ve o kimseler ki, kötülükleri kazandılar. Kötülüğün cezası da kendi misli iledir. Ve onları bir alçaklık kaplar. Onlar için Allah'tan koruyacak bir şey yoktur. Onların yüzleri sanki geceden karanlık bir parçaya (kıtaan) bürünmüştür. İşte onlar ateşin yârânıdır. Onlar onun içinde ebedî sûrette kalacak kimselerdir.

Yukarıdaki ayetlerde geçen Kıt'a kelimesi hepimizin bildiği bir kelime olup bir bütünden koparılmış kara parçası, ve yüzlerin karalığını tasvir eden geceden bir parça olarak , yine kataa kelimesi kullanılmaktadır.

[027.032]  (Sonra Melike) dedi ki: «Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz) siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam (katiatün)

Süleyman (a.s) kıssası ile ilgili bu ayet ise , Sebe hükümdarı olan kadının , herhangi bir iş için danışmanlarının yardımı olmadan karar vermeyeceğini ifade ederken yine kataa kelimesi kullanılmaktadır.

[056.033] Kesilip-eksilmeyen (la maktuatun) ve yasaklanmayan (meyveler) .

Vakıa suresindeki bu ayet ise , cennet nimetlerinin sonsuzluğunu beyan etmekte kullanılan kelime kataa kelimesidir.

Sonuç olarak  Kataa fiilinin geçtiği ayetlerin tamamını alt alta koyup okuduğumuzda şunları söyleyebiliriz; Bu fiilin Haşr , Maide , Yusuf ve Firavunun iman eden sihirbazlara karşı uygulayacağını vaat ettiği surelerdeki geçişleri, kesici bir alet ile yapılan fiile işaret etmektedir. Bu sureler içindeki ayetlerdeki fiilin kesici bir ayet ile birbirinden ayırmak olduğunu görmekteyiz. Dolayısı ile bu fiilin bu ayetlerde kullanılışının Hakiki Anlamda bir kullanılış olduğunu söyleyebiliriz. Diğer surelerde geçişleri ise, kesici bir alet ile yapılmayan kesimlere işaret etmekte ve kullanımların Mecazi anlamda olduğunu söyleyebiliriz.

Bu çalışmayı yapmaktaki amacımız , kelimelerin cümle içindeki geçişlerine göre anlam kazandığını görmeye çalışmaktır. Kataa fiilinin geçtiği ayetleri 2 ana gurupta topladığımız zaman , kesici bir alet ile yapılan kesim işinin geçtiği ayetlerin tamamının hakiki anlamda bir kullanım olduğunu görmekteyiz. Maide s. 38. ayetini bu guruptan çıkararak , kelimenin mecaz geçişlerinin gurubuna dahil ettiğimiz zaman , aynı anlama sahip olan bir kelimeyi sahip olması gereken guruptan söküp çıkartmak sureti ile hatalı bir okuma yapılmış olacağı açıktır.

Kur'an okumalarında dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan bir tanesi , ön yargılardan arınmış bir zihne sahip olunmasıdır. Biz bu çalışmayı yapmaya çalışırken , el kesme cezası konusunda bu ceza mutlaka hakiki anlamda bir ceza olmalıdır şeklinde bir ön yargıya sahip olmadığımızı hatırlatmak isteriz. Ancak bu cezanın mecaz anlamda olduğunu düşünenlerde aynı tarafsız bakışı gördüğümüzü söylemek güçtür.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

19 Şubat 2012 Pazar

Darabe Fiili ve Nisa s. 34. ve Bakara s. 73. Ayeti Üzerindeki Bazı Yaklaşımlar

"Darabe" fiili lügatta,bir nesneyi başka bir nesnenin üzerine düşürmek. "darbun" un ( yani vurmanın) bir şeye elle,sopayla ,kılıçla ve benzeri bir şeyle vurma(darbun)gibi farklı şekillerde geçekleştiği düşünülerek,bununla ilgili tefsirler,açıklamalarda farklı şekillerde yapılmıştır.
(darbul ardı bilmatari) (bulutun)yeri yağmur ile vurması.
(darbetün bilmitragati) çekiçle vurma.  
(darbul derahimi) para basmaya denilmiştir.  
(eddarbu filardi) yeryüzünde veya bir yerde gitme ,yolculuk etme (giderken yolculuk ederken) yere ayaklarla vurulmasından dolayı böyle kullanılmıştır. 
(darabel fahlunnegati) çekiçle vurmaya benzetilerek , erkek deve dişi deveyle çiftleşti anlamında. 
(darbul hiymeti) çadır kurmak, çadır kurulurken kazıklarına çekiçle vurulduğu için böyle denmiştir. 
(darbul udi,venneyi,velbuki)ud,ney ve boru çalmak(udun teline vurmak) ney ve boruya üflemek şeklinde nefes vurulması şeklinde gerçekleştiği için böyle denmiştir
(darbul lebni badihi ala badin) sütü birbirine vurma, buradaki vurma işi karıştırma şeklinde olur. 
(darbul meseli) darbudderahim (para basma) kullanımından gelir."Etkisi başkasında zuhur eden bir şeyi zikretmek" demektir.
(elmudarabetü) bir tür ortaklık.
(elmudarrabetü) dikilirken kendisine çokça vurulan şey (yorgan vb gibi).   


Ragıp El İsfahaninin "Elmüfredat" adlı eserinden alıntıladığımız bu tariflere göre "darabe" fiilinin kök anlamı "vurmak" üzerinde şekillenmiştir.  


Bu fiilin Kur'anda geçtiği ayetler şunlardır. 

----14.024 Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi:(DARABE) Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti).
-----16.075 Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel nimetlerden gizlice ve açıkça sarfeden kimseyi misal gösterir(DARABE): Hiç bunlar eşit olur mu? Övülmeğe layık olan Allah'tır, fakat çoğu bilmezler.
-----16.076 Allah iki adamı misal (DARABE)veriyor: Biri hiçbir şeye gücü yetmeyen bir dilsiz ki efendisine yüktür, nereye gönderse bir hayır çıkmaz; bu, doğru yolda olan, adaletle emreden kimse ile bir olabilir mi?
-----16.112 Allah size güven ve huzur içinde olan bir kasabayı misal verir(DARABE): Her taraftan oraya bolca rızık geliyordu. Ama Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden Allah onlara yaptıklarına karşılık açlık ve korku belasını tattırdı.
-----30.028 Allah size kendinizden bir misal vermektedir(DARABE): Size verdiğimiz rızıklarda, emrinizde bulunan kölelerinizin de eşit surette hak sahibi olmalarına razı olur ve birbirinizi saydığınız gibi bu ortaklarınızı sayar mısınız ? Düşünen millete ayetleri böylece uzun uzadıya açıklarız.
-----36.078 Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal (DARABE)getirmeye kalkışıyor ve: «Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?» diyor.
-----39.029] Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal (DARABE)olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler.
-----43.017 Oysa onlardan biri o Rahman'a fırlattığı mesel (DARABE)(yakıştırdığı kız çocuğu) ile müjdelendiği zaman yüzü simsiyah kesiliyor da üzüntüsünden yutkunup yutkunup dolukuyor.
-----66.010 Allah, inkar edenlere, Nuh'un karısıyla Lut'un karısını misal (DARABE) gösterir: Onlar, kullarımızdan iki iyi kulun nikahı altında iken onlara karşı hainlik edip inkarlarını gizlemişlerdi de iki peygamber Allah'tan gelen azabı onlardan savamamışlardı. O iki kadına: «Cehenneme girenlerle beraber siz de girin» dendi.
-----66.011 Allah, inanlara Firavun'un karısını misal (DARABE)gösterir: O: «Rabbim! Katından bana cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun işlediklerinden kurtar; beni zalim milletten kurtar» demişti.
-----22.073 Ey insanlar! Bir misal verilmektedir,(DURİBE) şimdi onu dinleyin: Sizlerin Allah'ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamıyacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de, istenen de aciz
-----43.057 Meryem oğlu İsa, bir misal(DURİBE) olarak anlatılınca senin kavmin hemen bağrışmaya başladılar.
-----57.013 İkiyüzlü erkek ve kadınlar müminlere: «Bizi de gözetin; ışığınızdan faydalanalım» dedikleri gün, onlara: «Ardınıza dönün de ışık arayın» denir; inananlarla ikiyüzlüler arasına, kapısının içinde rahmet ve dışında azap olan bir sur çekilir.(DURİBE)
-----2.061«Ey Musa! Bir çeşit yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbine yalvar, bize, yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan yetiştirsin» demiştiniz de, «Hayırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, şüphesiz orada istediğiniz vardır» demişti. Onlara yoksulluk ve düşkünlük damgası vuruldu,(DURİBET) Allah'ın gazabına uğradılar. Bu, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendi; bu, karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandı.
-----3.112 Nerede bulunsalar Allah'ın ve inanan insanların himayesinde olanlar müstesna onlara alçaklık damgası vurulmuştur.(DURİBET) Allah'tan bir gazaba uğradılar, onlara aşağılık damgası vuruldu. Bu, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendir. Bu, karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandır.

                         ******************************************

-----14.045 «(Sizden önce) kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu. Ve size misaller de (DARABNA) verdik.
-----18.011 Bunu müteakip onları kulakları üzerine mağarada senelerce (perde) vurmuş (DARABNA)olduk.
-----25.039 Her birine misaller vermiştik (DARABNA)ama, dinlemedikleri için hepsini kırdık geçirdik.
-----058 And olsun ki bu Kuran'da insanlar için her türlü misali vermişizdir (DARABNA). Bununla beraber, eğer sen onlara bir mucize getirmiş olsan, inkar edenler: «Siz ancak batıl şeyler ortaya atanlarsınız» derler.
-----39.027 Biz bu Kuran'da insanlara her türlü misali (DARABNA), belki öğüt alırlar diye, and olsun ki verdik.
----017.048 Sana nasıl misaller(DARABU) verdiklerine bir bak! Bu yüzden sapmışlardır, artık bir yol da bulamamaktadırlar.
-----25.009 Sana nasıl misaller (DARABU)getirdiklerine bir bak! Onlar sapmışlardır, yol bulamazlar.
-----43.058 Onlar dediler ki: «Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa İsâ mı?» Bu misâli (DARABUHU)sırf seninle tartışmak için ortaya attılar. Doğrusu onlar çok kavgacı bir topluluktur.
-----16.074 Allah için emsal göstermeyin(FELE TADRİBU). Çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.
-----043.005 Siz ölçüyü taşıran bir kavimsiniz diye, şimdi o zikri (öğüt ve hatırlatma dolu Kur'an'ı) sizden (uzaklaştırıp) bir yana mı bırakalım?(EFENADRİBU)
-----29.043 Biz bu misalleri insanlara veriyoruz(NADRİBUHA), onları ancak bilenler anlayabilir.
-----59.021 Eğer Biz Kuran'ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen, onun, Allah korkusuyla başeğerek parça parça olduğunu görürdün. Bu misalleri, insanlar düşünsünler diye veriyoruz.(NADRİBUHA)
-----2.026 Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten (YADRİBE)çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder? derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır (çünkü bunlar birer imtihandır).
-----13.017 O, gökten su indirdi de vâdiler kendi hacimlerince sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü. Süs veya (diğer) eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur. İşte Allah hak ile bâtıla böyle misal verir. Köpük atılıp gider. İnsanlara fayda veren şeye gelince, o yeryüzünde kalır. İşte Allah böyle misaller getirir.(YADRİBE)
-----14.025 (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.(YADRİBE)
-----24.035 Allah göklerin ve yerin Nur'udur. O'nun nuru, içinde ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ışık bir cam içindedir, cam ise, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; bu ne yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır. Ateş değmese bile, nerdeyse yağın kendisi aydınlatacak! Nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir (YADRİBE). O, herşeyi bilir.
-----47.003 Bu, inkar edenlerin batıla uymaları ve inananların Rablerinden gelen gerçeğe uymalarından ötürü böyledir. Allah böylece insanlara kendilerinin misallerini anlatır.(YADRİBE)
-----24.031 Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar: görünmesi zaruri olanların dışında zinetlerini açmasınlar ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar(VELYADRİBNE); zinetlerini, kocalarından veya babalarından yahut kayın babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut kardeşlerinden yahut kardeş oğullarından yahut kız kardeş oğullarından yahut kendi kadınlarından yahut sahibi bulundukları cariyelerden veya uyuntu (şehvetten yoksun) erkek hizmetçilerden veya henüz kadınların şehvet uyarıcı taraflarından habersiz çocuklardan başkasına göstermesinler; gizledikleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar (VELA YADRİBNE). Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tevbe edin ki, mutluluğu bulabilesiniz.

                         **********************************************

 ----4.094 Ey İnananlar! Allah yolunda yürüdüğünüz(DARABTÜM Fİ SEBİLİLLAHİ) vakit, her şeyi iyice anlayın. Size, müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: «Sen mümin değilsin» demeyin. Allah katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de öyleydiniz. Allah size iyilikte bulundu, iyice araştırıp anlayın, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.
------4.101 Yolculuk ettiğinizde(DARABTÜM FİLARDI), kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur. Zira kafirler, size apaçık düşmandırlar.
-----5.106 Ey İnananlar! Ölüm birinize geldiği zaman vasiyet ederken içinizden iki adil kimseyi; şayet yolculukta olup(DARABTÜM FİLL ARDI) başınıza da ölüm musibeti gelmişse, namazdan sonra alıkoyacağınız, şüpheleniyorsanız, «Akraba bile olsa yeminle hiçbir değeri değiştirmeyeceğiz, Allah'ın şahidliğini gizlemeyeceğiz, yoksa şüphesiz günahkarlardan oluruz» diye yemin eden sizden olmayan iki kişiyi şahid tutun.
----3.156 Ey İnananlar! Yolculuğa çıkan(DARABU FİL ARDI) veya savaşa giden kardeşleri hakkında: «Onlar yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi» diyen inkarcılar gibi olmayın ki, Allah bunu onların kalblerinde bir hasret olarak bıraksın. Dirilten de öldüren de Allah'tır. Allah işlediklerinizi görür.
-----73.020 Şüphesiz Rabbin, senin ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun gecenin üçte ikisinden biraz az, yarısı ve üçte biri kadar vakit içinde kalktığını bilir. Gece ve gündüzü Allah ölçer; sizin bu vakitleri takdir edemeyeceğinizi bildiğinden tevbenizi kabul etmiştir. Artık, Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun; Allah, içinizden, hasta olanları, Allah'ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacak (YADRİBUNE FİLARDI) olan kimseleri ve Allah yolunda savaşacak olanları şüphesiz bilir. Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun; namazı kılın; zekatı verin; Allah'a güzel ödünç takdiminde bulunun; kendiniz için yaptığınız iyiliği daha iyi ve daha büyük ecir olarak Allah katında bulursunuz. Allah'tan bağışlanma dileyin; Allah elbette bağışlar ve merhamet eder.
-----2.273 Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adayıp yeryüzünde dolaşamayanlara (DARBEN FİLARDI), hayalarından dolayı, kendilerini tanımayanların zengin saydıkları yoksullara verin. Onları yüzlerinden tanırsın, insanlardan yüzsüzlük ederek bir şey istemezler. Sarfettiğiniz iyi bir şeyi Allah şüphesiz bilir.

Yukarıda mealleri verilmiş olan ayetlerdeki "yolculuk etmek" anlamı "fi" harfi cerri ile birlikte geçmektedir. Bu fiilin "yolculuk etmek" anlamında anlaşılması için "fi" harfi cerri ile kullanılması gerekmektedir. 


               **********************************************

----8.012Rabbin meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin» diye vahyetti. «Ben inkar edenlerin kalblerine korku salacağım, artık vurun(FADRİBU) onların boyunları üstüne, vurun (VADRİBU) her parmağına» dedi.
----- 8.050 Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak(YADRİBUNE) ve «Tadın yakıcı cehennem azabını» (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin!
-----47.027 Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak (YADRİBUNE) canlarını alırken durumları nice olur
-----47.004 Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun;(FEDARBE) sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah, kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz.
-----37.093 Diyerek bir takrib ile onlara kuvvetli bir darbe(DARBEN) indirdi.

         ****************************************************

-----2.073 «Sığırın bir parçasıyla ona vurun»(IDRİBUHU) dedik. İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size ayetlerini gösterir.
-----2.060 Musa, milleti için su aramıştı; «Asanla taşa vur»(IDRİB) dedik; ondan on iki pınar fışkırdı, herkes içeceği yeri bildi. Allah'ın rızkından yiyin, için, yalnız yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.
-----4.034 Allah'ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarfetmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hakimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah'ın korunmasını emrettiğini, kocasının bulunmadığı zaman da koruyanlardır. Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün (VADRİBUHÜNNE). Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın. Doğrusu Allah Yüce'dir, Büyük'tür.
-----7.160 Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde on iki topluluğa ayırdık. Milleti Musa'dan su isteyince ona: «Asanla taşa vur»(IDRİB) diye bildirdik; ondan on iki pınar fışkırdı. Herkes içeceği yeri öğrendi. Bulutla üzerlerine gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik, «Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin» dedik. Onlar, karşı gelmekle, Bize değil kendilerine zulmediyorlardı.
-----18.032 Onlara iki adamı misal olarak göster( VADRİB): Birine iki üzüm bağı verip, etrafını hurmalıklarla çevirmiş ve aralarında ekinler bitirmiştik.
-----18.045 Onlara, dünya hayatı misalinin (VADRİB) tıpkı şöyle olduğunu anlat: Gökten indirdiğimiz su ile yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, ama sonunda rüzgarın savuracağı çerçöpe döner. Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır.
-----20.077 Gerçekten Musa'ya şöyle vahyettik: «Kullarımla geceleyin yürü (Mısır'dan çık) de (asânı vurarak) onlara denizde kuru bir yol aç(FADRİB); (artık firavun tarafından) yetişilmekten korkmazsın ve (boğulmaktan) endişe de etmezsin.»
-----26.063 Bunun üzerine Biz Musa'ya: «Değneğinle denize vur»(IDRİB) diye vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrıldı, her parçası yüce bir dağ gibiydi.
-----36.013 Onlara, şu şehir halkını misal getir: (VADRİB) Hani onlara elçiler gelmişti.
-----38.044 Eline bir demet sap al da onunla vur (FADRİB), yeminini böyle yerine getir. Gerçekten biz Eyyub'u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah'a yönelirdi.

                       ***************************************

 BAKARA S. 73. AYETİ ÜZERİNDEKİ BAZI YAKLAŞIMLAR


"Darabe" fiilinin Kur'anda geçtiği ayetlere baktığımız zaman esas anlamı olan, "bir nesneyi başka bir nesnenin üzerine düşürmek" manasına etrafında kullanıldığını görüyoruz. Konu etmek istediğimiz bakara 73. ve Nisa 34. ayetlerdeki bu fiil "vurmak anlamına geldiği halde modernist yaklaşımlara kurban edilerek ön kabullerini kur'ana tasdik amaçlı düşünceler doğrultusunda metnin izin vermediği bazı anlamlar verilmektedir. 

Bakara s. 73 . ayetinin meali olan, "«Sığırın bir parçasıyla ona vurun» dedik. İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size ayetlerini gösterir." şeklindeki meal, bilindiği üzere bakara kıssası ile ilgili olup , israiloğullarına kesmeleri emredilen bir inek ve bu ineği kesmekteki işi yokuşa sürmeleri ve neticede kestikten sonra o kesilen sığırın bir parçası ile maktule vurulması ve neticede "işte böylece Allah ölüleri diriltir" cümlesi üzerinde bazı yaklaşımları görmekteyiz. Bu yaklaşımların maalesef metne sadakatten öte modernizm'e sadakat prensibi üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz.  Bu yaklaşımlarla yapılan meallerden bir kaç tanesini burada vererek konu üzerinde devam edelim.

Mustafa İslamoğlu meali. 
"Bu maksatla dedik ki: "Bu (prensib)i bu türden (çözümlenmemiş cinayet olaylarından) bazılarına da uygulayın!" Allah aklınızı kullanabileseniz diye ölüyü işte böyle diriltir ve ayetlerini bu şekilde gösterir.

Muhammed Esed meali.
" Biz dedik ki: "Bu (prensibi) bu gibi (çözümlenmemiş cinayet olaylarının bazılarında da uygulayın: Bu yolla Allah canları ölümden korur ve kendi iradesini size gösterir ki (bunu görüp) muhakemenizi kullan(mayı öğren)ebilirsiniz."

İhsan Eliaçık meali.
" -Dedik ki: "Onu diğer bazı olaylara da uygulayın." Böylece Allah, ölüyü can güvenliğini sağlayarak diriltmiş olur. Allah size yol gösteriyor. Aklınızı iyi kullanmayı öğrenin artık.

Hakkı Yılmaz meali .
 Sonra Biz, "Onun [öldürülen kişinin] ezası [ondan gelecek sıkıntı] sebebiyle o'nu [Mûsâ'yı] yola çıkarın" dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve akıllı davranasınız diye size Âyetlerini gösterir.

Mustafa İslamoğlu ,İhsan Eliaçık ve Muhammed Esed'in bakara 73. ayet ile ilgili verdiği meallere baktığımız zaman parantez destekli yorumun ağırlıkta ve Reşid Rızadan alıntı olduğunu  görüyoruz. İslamoğlu , Eliaçık ve Esed'in muharref Tevrat destekli olan bu ayet ile yorumları kur'an metnine sadakatten uzak bir şekilde yapıldığı gözden kaçmamaktadır. Hakkı Yılmaz meali de aynı şekilde modernist kaygılarla yapılmış metne sadakatten uzan olan bir meal olarak yine karşımıza çıkmaktadır. Sayın Yılmazın "darabe" fiiline verdiği "yola çıkarın" manası ayet metninden uzak bir mealdir. 

"Darabe" fiiline, "yola çıkmak" anlamının verilmesi için "fi" harfi cerri ile kullanılması gerekmektedir. Kur'ana baktığımız zaman "yeryüzünde yola çıkmak" anlamı geçen ayetlerin hepsinde "fi" harfi cerrini görmekteyiz, ancak "ben  yaptım oldu" mantığı içinde yapılan bu meali ayetin siyak ve sibakı açısından değerlendirdiğimiz zaman doğru bir meal olmadığı ortadadır. 74. ayete baktığımız " Sonra kalbleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu"  mealindeki cümleden ,sığırın bir parçasının ölüye vurulması ile ortaya kalplerin yumuşamasını gerektiren bir durumun ortaya çıktığı açıktır , bu durum yukarıda meallerini okuduğumuz İslamoğlu,Esed ve Yılmazın verdikleri mealler ile bir uygunluk sağlamamaktadır. Ön kabuller doğrultusunda yapılan bu gibi meallere bu kişilerin yaptığı diğer kur'an meallerinde maalesef rastlamaktayız.

            NİSA SURESİ 34. AYETİ ÜZERİNDEKİ  BAZI YAKLAŞIMLAR


Nisa suresi 34. ayeti de son zamanlarda kur'ani yaklaşımlara hakim olan modernizimden nasibini alan ayetlerden birisidir. Burada modernizmi eleştirmemiz sadece geleneği müdafaa adına olmadığını belirtmek isteriz, ancak gelenekteki hakim olan kur'anı rivayetler eşliğinde anlama mantığı yerine modernist mantıkta "alem ne der mantığı" veya kur'an dışı düşünceler ışığında bazı ayetlere yaklaşmaktadır. Bu yaklaşımın örneğini Nisa s. 34. ayet örneğinde " darabe " fiiline verilen anlamda görmekteyiz. Modernist kaygılarla yapılan ayet meallerinden birkaçını  burada örnek olarak vermek istiyoruz. 


Mustafa İslamoğlu meali.
"Erkekler kadınların koruyup gözeticisidirler; çünkü Allah erkeklerle kadınları farklı alanlarda üstün yeteneklerle donatmıştır; bir de erkekler servetlerinden harcama yapmaktadırlar. Dürüst ve erdemli kadınlar hem (Allah'a) itaat eden, hem de Allah ın koruduğu (iffetli eşlerinin) yokluğunda da koruyan kadınlardır. Sadakatsizlik etmelerinden çekindiğiniz kadınlara gelince: onlara önce öğüt verin, sonra yataklarında yalnız bırakın, nihayet (geçici bir süre) ayırın! Daha sonra size itaat ederlerse, aşırı giderek onlar aleyhine bir yol benimsemeyin! Allah, gerçekten yücedir, büyüktür."


İhsan Eliaçık meali.
" Erkekler, kadınlar üzerine titrer; onları koruyup kollarlar. Bu, Allah'ın onlardan kimine kiminden fazla vermesi ve erkeklerin mallarını harcamalarından dolayı böyledir. İyi, güzel ve doğru olan kadınlar, Allah'ın korunmasını buyurduğu mahremiyeti koruyan ve O'na saygıda kusur etmeyen kadınlardır... Şiddetli geçimsizlik yaşadığınız eşlerinizle önce oturup konuşun, olmazsa yataklarında yalnız bırakın, yine olmazsa bir müddet ayrılın. Barışıp anlaşırsa, hala işi yokuşa sürüp bahaneler aramayın. Yücelik ve büyüklük Allah'a mahsustur. 


Edib Yüksel meali. 
"Erkekler kadınları gözetirler. Zira ALLAH herbirine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir. Nitekim erkekler evin geçiminden sorumludur. Erdemli kadınlar, (Tanrı'nın yasasına) boyun eğer ve ALLAH'ın korumasını emrettiği (onur ve iffetlerini) tek başlarına bile olsalar korurlar. İffetlerinden endişe duyduğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarınızı ayırın ve nihayet onları çıkarın. Size itaat ederlerse onlara karşı bir yol aramayın. ALLAH Yücedir, Büyüktür.

 Yaşar Nuri Öztürk meali.
  "Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah'ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür.

Hakkı Yılmaz meali.
"Allah'ın, bazı şeyleri bazısına fazla kılması ve erkeklerin mallarından harcamaları nedeniyle erkekler kadınlar üzerine kavvamdırlar [iyi koruyup, iyi gözeticidirler]. Hâl böyle olunca, sâlih kadınlar, Allah'a itaat edicidirler, Allah'ın koruduğu şey nedeniyle gayb için koruyucudurlar. Nüşûzundan [dik kafalılık yaparak kendisini taciz ve tecavüz riskine atmasından] korktuğunuz kadınlara da öğüt verin ve yataklarında yalnız bırakın ve de baskı yapın/sürgün edin/ dövün. Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, çok büyüktür.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde, Nisa s. 34. ayetindeki " vadribuhünne" kelimesine verilen mealler, " ayırın" , " ayrılın", ve " çıkarın" gibi mealler olduğunu görüyoruz. Modernist kaygılar ile kur'ana baktığını düşündüğümüz sayın hakkı yılmaz bile "dövün" şeklinde meal vermesine rağmen "baskı yapın-sürgün edin" gibi anlamlarını da , hiç gerek olmadığı halde ilave etmiştir. 


Nisa s. 34. ayetindeki , vadribuhünne" (onlara vurun) anlamını , ayırın , ayrılın , çıkarın, şeklinde verilen mealler kur'an bütünlüğünden yoksun ve teslim olmakta zorlanan düşüncelerin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır. "Darabe" fiiline kur'anda geçtiği ayetlerin hiçbirinde "ayırın,ayrılın,çıkarın" şeklinde bir anlam verilmediğini görüyoruz. "Çıkarın " şeklindeki mealin "yola çıkarın" şeklinde bir anlam verilmesi için ayetin "fi" harfi cerri ile birlikte kullanılması gerekmektedir , "evden çıkarın" şeklinde bir anlam verilmesi için bakara s. 240 ayetinde olduğu gibi "harace" fiilinin kullanılması gerekmektedir."İçinizden ölüp, eşler bırakacak olanlar, evlerinden çıkarılmaksızın ( ğayri ihracin), senesine kadar eşlerinin geçimini sağlayacak şeyi vasiyet etsinler; eğer çıkarlarsa(fein haracne) kendilerinin meşru olarak yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah güçlüdür, Hakim'dir. 

Ayrıca Talak s. 1. ayetine baktığımız zaman " Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları, iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti sayın; Rabbiniz olan Allah'tan sakının; onları, apaçık bir hayasızlık yapmaları hali bir yana evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Allah'ın sınırlarını kim aşarsa, şüphesiz, kendine yazık etmiş olur. Bilmezsin, olur ki, Allah bunun ardından bir hal meydana getirir." buyurulmakta ve ayette "evlerinden çıkarmayın" şeklinde meal verilen kısmın arapça metni "la tahrucuhünne min buyutuhünne" şeklindedir . Bağlamı göz önünde bulundurmak gerekirse karı koca arasındaki bir durum için "evden çıkarma" kelimesi "darabe" fiili ile belirtilmemesi nisa s. 34. ayetindeki "vadribuhünne" kelimesinin "evden çıkarma" şeklinde anlaşılamayacağını gösterir.  

Boşanma aşamasında olan bir kadının evinden çıkarılmamasını beyan eden ayetler ile birlikte düşünülecek olursa sayın meal yapıcılarının bu kelimeye vermiş oldukları "evden çıkarmak" şeklindeki anlamın oturmadığı görülmektedir.


Nisa s. 34. ayetindeki ," vadribuhünne" (onlara vurunuz) kelimesinin " hünne" müennes zamiri ve " fe" bağlacını çıkardıktan sonra kalan kökü olan "ıdribu" kelimesine diğer ayetlerde " vurun" diye verilen meal Nisa 34. ayetinde neden verilmez? bunun cevabı birkaç yönden verilebilir ama önce kur'an meali yapanların o meali yaparken bir kelimenin kur'anda nasıl ve ne şekilde geçtiği konusundaki düşüncelerini yine kur'andan  almaları gerekmektedir. Özellikle Nisa s. 34. ayeti etrafında yoğunlaşan mealler deki kaygı " alem ne der" mantığı üzerine kurulmuş bir mantık olarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'ana teslim olmak yerine , kur'anı teslim almaya kalkan bazı düşünce sahipleri Allah cc nin ne dediğinden çok başkalarının ne dediği üzerinden kuranı anlama veya eziklik psikolojisi içinde kur'an yaklaşmaları kur'an metninin izin vermediği anlamalara kadar varmaktadır. 

"Ayrılın,çıkarın,yola koyun" şeklinde verilen mealleri ayet bütünlüğünde okuduğumuz zaman, ayetin devamındaki " Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın" cümlesini nasıl uygulama imkanı olabilir? çünkü kadının evden çıkarıldıktan sonra kocası ile birlikte bir çatı altında olamaması ona nasıl itaat etme imkanı sağlayabilir?. Saliha bir kadın kendisine vurulmaya kadar varacak bir nüşuz halinde olması ve neticede eşi tarafından dövülmesi kendisi için aşağılatıcı bir durumdur, bu duruma hiçbir kadın düşmek istemez. Ayetin başındaki ," Allah'ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarfetmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hakimdirler." cümlesi gereğince evin reisi olan erkek ev halkını idare etmekle yükümlü olduğu için kadın erkeğin bu vazifesine karşı itaat etmekle yükümlüdür. Günümüzün şartları gereği iş hayatı içinde olan kadında eşi kadar maddi bir kazanç elde ettiğinden dolayı "kadın erkek eşitliği" kavramı konuşulmaya başladığı için kur'an ayetlerinin bu hükmü pek hoşa gitmemektedir. Kur'ana teslim olan salih erkek , Allah cc bana böyle bir yetki vermiş diyerek bu yetkisini her zaman kullanmak durumunda oladığı gibi, saliha bir kadında kendisi için aşağılatıcı olan bu duruma düşmemek için erkeğe itaat etmek mecburiyetindedir.  

"Vadribuhünne" kelimesine "ayırmak" şeklinde anlam verenler,aynı surenin ,"Ayrılırlarsa, Allah her birini nimetinin genişliğiyle yoksulluktan kurtarır, Allah her şeyi kaplayandır. Hakim'dir." şeklindeki 130. ayetindeki "ayrılmak" şeklinde meal verilen kelimenin orjinal metni"yeteferreka" dır . Ayetin konusu dikkat edileceği üzere34. ayette olduğu gibi karı koca geçimsizliğinin çözümü üzerinedir. 34. ayetteki "vadribuhünne" ile 130. ayetteki "yeteferreka" kelimesine aynı anlamı vermek 34. ayeti ön kabullu olarak okumak sonucunda olsa gerekir.

Nisa s. 34. ayetindeki "vadribuhünne" kelimesi biz istesek te istemesek te , hoşumuza gitse de gitmese de "onlara vurun" anlamına gelmektedir. Müslümanlar olarak Allah'ın kitabına olan teslim olma mecburiyetimiz ayetleri kur'an dışı düşünceler doğrultusunda değil , kur'an doğrultusunda anlamamızı gerektirir. Başkalarının , sizin kitabınızda kadınları dövün emri benim hoşuma gitmedi" demesi bizim o ayeti onların isteği doğrultusunda yorumlamamızı kesinlikle gerektirmez. Kadınlara vurma emri , boşanma emri gibi gerektiği yerde kullanılması gereken bir emir olup ," günde 3 öğün kadının ağzını burnunu kırın" şeklinde anlaşılması gereken bir emir değildir.   


Sonuç olarak, Bakara s. 73. ayeti ve Nisa s. 34 . ayetlerinde görmüş olduğumuz üzere bir kelimeyi konulduğu yerden oynatarak kuran dışı düşünceler ışığında anlamaya çalışmak kur'anın kendi içindeki otokontrol mekanizması tarafından dışarı atılmaktadır. Teslim olmuşlardan olanların üzerine düşen nokta kur'an ayetlerini Allah cc nin bildirdiği şekilde kur'an bütünlüğünü gözeterek anlamaya çalışmaktır. Bazılarına şirin görünmek gibi bir kaygısı olmayan biz Müslümanların , al-i imran s. 139. daki " Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız, mutlaka siz en üstünsünüzdür." ayetini hiç bir zaman aklımızdan çıkarmamaması gerekmektedir. 


                EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.