Günümüzdeki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Günümüzdeki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Şubat 2016 Cumartesi

NİSA s. 65. Ayeti : Resul'ün Günümüzdeki Hakemliği Buhari ve Müslim İle mi Gerçekleşir?

Kur'anın bir çok ayetinde geçen "Allah'a ve onun Resulüne itaat edin" şeklindeki emirlerin , "Resulüne itaat edin" emrinin nasıl gerçekleşeceği  üzerinde yapılan tartışmalarda , bu itaat emrinin yerine gelmesinin , Muhammed (a.s) ın artık hayatta olmaması nedeniyle , onun sözlerinin yer aldığı kitaplardaki rivayetlere itaat edilmesi ile gerçekleşeceği, "Ehli Hadis" fırkasının en önemli argümanı olarak , bu günlerde her zamankinden daha fazla dile getirilmeye başlandığını görmekteyiz.

Bu fırka genel olarak "Allah'a ve Resulüne itaat edin" şeklindeki ayetlerdeki "VE" bağlacının, Allah ve Resulünü ayırdığını , dolayısı ile Resulün de dinde ayrı bir teşri sahibi olduğu iddiasını bu şekilde delillendirmeye çalıştıkları bilinmektedir. Bu konu ile ilgili olarak "Ehli Hadis" fırkasının, bu düşüncesine delil saydığı ayetleri teker teker ele alarak , bu görüşün ne kadar doğru olabileceği üzerindeki görüşlerimizi paylaştığımız yazılarımız mevcut olup , bu yazımızda Nisa s. 65. ayetinin bu konuda delil olarak ileri sürülmesinin ne kadar gerçekçi olabileceğini ele almaya çalışacağız.

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا

[004.065]  Hayır, Rabbına andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem ta'yin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.

Bugün, içinde Nisa s. 65. ayetinin de bulunduğu bir takım ayetler gurubu dile getirilerek , Resule itaatın, kendisi aramızda olmaması , ve bu ayetlerinde kıyamete kadar geçerli olması nedeniyle ,  başta Buhari ve Müslim olmak üzere hadis kitaplarına uymakla gerçekleşeceği Allah adına yemin dahi edilerek dile getirilmektedir.

Kur'anın doğru anlaşılma yollarından birisi, kafadaki ön kabulleri tasdik ettirmeye yönelik bir okuma yapılmaması , ve ilgili ayetin bağlamının dikkate alınma gereğidir. Nisa s. 65. ayeti, böyle bir okuma ve ayetin bağlamının gözetilmemesi sonucunda istenilen amaca hizmet ettirilmeye çalışılan bir ayet olarak, "Ehli Hadis" fırkasının dilinde gezmektedir.

Ayeti önce bağlamı ve nuzül dönemi muhataplarına olan ilk hitabını gözeterek okumaya , sonra bize dönük mesajını anlamaya çalışacağız. 

[004.060]  Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.
[004.061] Onlara: Allah'ın indirdiğine ve Resûl'e gelin , denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.
[004.062]  Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiğinde, nasıl hemen sana geldiler de; gayemiz sadece bir iyilik etmek ve ara bulmaktan ibaret idi, diye yemin ediyorlar.
[004.063]  Onlar Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle.
[004.064]  Biz, hiçbir resulü Allah'ın izniyle itaat edilmekten başka bir gaye ile göndermedik. Onlar kendilerine yazık ettikleri zaman, sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve resul de onlara mağfiret dileseydi elbette Allah'ı Tevvab ve Rahim olarak bulacaklardı.
[004.065]  Hayır, Rabbına andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem ta'yin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.
[004.066]  Şayet onlara «Kendinizi öldürün» yahut «Memleketinizden çıkın» diye emretmiş olsaydık, pek azından başkaları bunu yapmazlardı. Kendilerine verilen öğüdü yerine getirmiş olsalardı onlar için daha iyi ve daha sağlam olurdu.
[004.067]  O zaman elbette kendilerine nezdimizden büyük mükâfat verirdik.
[004.068] Ve onları dosdoğru bir yola iletirdik.
[004.069]  Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!
[004.070]  Bu nimet, Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter.

Görülmektedir ki Nisa s. 65. ayeti , Nisa s. 60. ve 70. ayetler arası bir bağlama sahip bir ayettir. Eğer bu ayet doğru bir biçimde anlaşılmak isteniyor ise , önce bağlamının gözetilmesi , sonra ilk  hitabının kimlere olduğuna dikkat edilmelidir.

Ayetler , Medine de Müslümanlar arasına çöreklenmiş olan "Münafık" olarak vasıflandırılmış olan kimselerin , iman ettiklerini iddia ettikleri kitap ve elçinin hakemliğine itiraz etmelerini ele almaktadır. 

İlgili ayetlerin tarihselci bir bakış ile okunarak , bizlere dair mesajları olmadığı gibi bir iddia içinde olmadığımızı hatırlatarak , bu ayetlerin bize dönük mesajlarının okunabilmesi için , Muhammed (a.s) ın "KUL" ve "RESUL" statüsüne tabi olduğunun , kesinlikle unutulmaması gerektiği hatırda tutulmalıdır.

Beşer bir elçi olan Muhammed (a.s) , Allah (c.c) den bağımsız bir teşri yetkisine haiz olabilmesi için , Allah (c.c) ile denk bir konuma sahip olması gerekir ki ,böyle bir yetki ve görevi olabilsin. Böyle bir durum imkansız olduğuna göre , onun beşer bir elçi olmasından başka bir görev ve yetkisi olmadığı bilincinde olunarak , "Allah VE Resulü"  ayetlerinin , onu Allah (c.c) den ayırmadığı , aksine ona bağlı kıldığı , ondan bağımsız hareket imkanı olmadığı şeklinde bir ön kabul içinde okunması gerekmektedir.

Şurası asla unutulmamalıdır ki ; Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin elçisi sıfatına sahip bir kişi olarak , kendisine indirilen kitap ile insanlar arasında hüküm vermek zorunda idi. Onun insanlar arasında nasıl ve ne ile hükmetmesi gerektiği, bir çok ayet içinde beyan edilmektedir. 

[005.048] Kuran'ı, önce gelen Kitap'ı tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir.
 [005.049]  O halde, Allah'ın indirdiği Kitap ile aralarında hükmet, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.
[004.105]  Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitap'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.
[042.010] Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.
[006.114]  «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!

Muhammed (a.s) yaşayan bir elçi olarak , yaşadığı zaman ve mekan dahilinde çıkan sorunlara karşı çözümleri vahyin rehberliğinde üreten bir kimse olup, onun ürettiği çözümlerde herhangi bir hata olduğu zaman , bu hatanın yeni vahiy ile düzeltilmesi mümkün idi. 

"Resul", Allah (c.c) nin hükümlerini insanlara bildirmesinde aracı olan kimsedir. Resul vasfına sahip olan bir kimsenin bu hükümlere herhangi bir eksiltme veya artırma gibi bir müdahale yetkisi yoktur. Kur'an içinde geçen "Allah VE Resulü" şeklinde geçen ayetlerdeki "Ve" bağlacı, sanki böyle bir yetkiyi tanıyormuş gibi bir düşünce etrafında okunarak , Resul vasfına sahip bir kul olan Muhammed (a.s) , Allah (c.c) ile yetki paylaşımında bulunan birisi haline getirilmiştir. 

Bu düşünce etrafında gelişmiş olan resul algısı , vefatı sonrası onun hüküm koyma yetkisinin devam ettiği düşüncesinden yola çıkılarak , bu hükümlerin yazılı olduğu iddia edilen hadis kitaplarının , vefatından sonraki "Resule itaat" emrini yerine getiren hüküm kitapları olması gerektiği iddiası dile getirilmeye başlanmıştır.

"Resule itaat" emrinin bugünkü gerçekleşme şeklinin hadis kitaplarına itaat olduğunu iddia eden zihniyet , bu kitaplar üzerinde oluşabilecek olan bazı soru işaretlerini ortadan kaldırmak için bu kitapların üzerine "Korunmuş Kitap" kılıfı giydirerek , bu kitapların sorgulanma yolunu ve imkanını baştan kapatmışlardır.

Şurası bir gerçektir ki ; Din konusunda hakemlik yapan ve hüküm vermekte kullanılacak olan kaynağın "La raybe fihi" (Şüphe olmayan) vasfına sahip bir konumda olması gerekmektedir. Bu vasfa sahip olarak birden fazla kitabı ortaya koyduğunuzda çıkacak durumun "Kaos" olacaktır. 

"La raybe fihi" olan Kur'ana karşı , aynı vasfa sahip başka kitaplar ortay koyduğunuz zaman , "Bu kitaplardaki birbiri ile uyuşmayan bilgilerin doğruluğu hangi kaynağa göre belirlenecektir ?" sorusu gündeme gelmektedir. Bu sorunun cevabını, "Ehli Hadis" düşüncesine mensup olanlar "Buhari ve Müslime göre" şeklinde cevaplamaktadırlar. 

Bilindiği üzere, bu kitaplarda Kur'an ile uyuşmayan bir çok bilgi ve haber bulunmakta olup , bütün kavga, bu bilgi ve haberlerin yanlışlığının ortaya çıkarak , Buhari ve Müslim adlı kitapların "Dinde belirleyicilik" vasfının ortadan kalkarak , rivayetler üzerine kurulu din anlayışının yıkılma korkusudur.

Hem "Kur'anın Allah (c.c) nin kitabı olduğuna iman ediyorum" diyeceksiniz , hem de bu kitaba karşı nazire kitaplar getireceksiniz , yapılan bu ameliyenin adı Nisa s. 65. ayetinde beyan edilen kişiler ile aynı kategoriye düşmenin adından başka bir şey değildir.

Nisa s. 65. ayetinde beyan edilen "Münafık" karakterindeki insanların yapmış olduğu , Muhammed (a.s) ın , Allah (c.c) nin kitabı ile yapmış olduğu hakemliği , ve onunla verdiği hükmü kabul etmeyerek , işlerine gelen başka kaynak ile hakemlik yapılması ve hüküm verilmesi idi. Bugün Allah (c.c) nin kitabı ile değil de başka kitaplar ile hüküm verilmesini isteyenlerin adı "Münafık" tan başka bir şey olabilir mi ?.

Sahih olup olmadığı, kişilerin belirlediği kriterler dahilinde şekillenen hadislerin toplandığı , Resulün hakem olmasının bugünkü karşılığı olduğu iddia edilen rivayet kitaplarına giydirilen "La raybe fihi" (Asla şüphe olmayan) kılıfı , sadece ve sadece Kur'an için geçerli olup , onun dışında hangi kitaba böyle bir kılıf giydirilmeye çalışılsın , o kitap Kur'ana denk bir kitap haline getirilerek , "Kulların Kitabı" ile "Allah'ın Kitabı"nın aynı seviyeye çekilmesi anlamına gelir.

Buhari , Müslim gibi kitapların "Kul Kitabı" olmaktan çıkarılarak , Kur'an gibi bir kutsiyet yüklenmesi sonucunda "Eleştirilemez ve sorgulanamaz bir kitap" statüsüne tabi tutulduktan sonra , Muhammed (a.s) ın vefatı ile boşalan yerin, bu kitaplar tarafından doldurulduğu iddiaları daha kolay bir şekilde kabul ettirilmiştir.

Nisa s. 65. ayetinin içindeki "seni hakem ta'yin edip  sonra haklarında verdiği hükümden" cümlesinin ne anlama geldiği noktasında oluşacak olan doğru bir anlayış , Buhari ve Müslim gibi kitapları Kur'an ile denk tutma şirk'ini de ortadan kalkmasına zemin hazırlayacaktır.

Ayet içindeki "HAKEM" ve "HÜKÜM" kelimelerinin Muhammed (a.s) ın hayatında nasıl bir uygulama alanına sahip olması gerektiğini ona Kur'an öğretmektedir.

[006.114]  «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir HAKEM mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!

Enam suresi 114. ayetinden anlaşılacağı üzere , Nisa s. 65. ayetindeki "Resulün hakem olması", onun kendisinin değil KUR'ANIN HAKEM OLMASI anlamına gelmektedir. Çünkü "Resul" görevini yüklenmiş olan kişi , insanların aralarındaki olan ihtilafları kendisini gönderenin verdiği karar doğrultusunda çözmeye çalışmak ile görevlidir.


[004.105]  Doğrusu, insanlar arasında ALLAH'IN SANA GÖSTERDİĞİ GİBİ HÜKMEDESİN diye Kitap'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.

[042.010] Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde HÜKÜM VERMEK, ALLAH'A MAHSUSTUR. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.

 [005.049]  O halde, ALLAH'IN İNDİRDİĞİ KİTAP İLE ARALARINDA HÜKMET, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.

Verdiğimiz ayet meallerinde ki altını çizdiğimiz cümlelere dikkat edecek olursak , Muhammed (a.s), insanlar arasında kendisine indirilen ile HÜKMEDEREK , HAKEMLİK yapmaktadır.


Nisa s. 65. ayetinden, insanlar arasında HAKEM olup , onların aralarında HÜKÜM verirken , başvurduğu şeyin, ALLAH (C.C) NİN KİTABI OLAN KUR'AN OLDUĞU AÇIK VE NET BİR BİÇİMDE ANLAŞILMAKTADIR. 

Muhammed (a.s) ın hayatta iken yapmış olduğu hakemlik ve hüküm vermekte, Allah (c.c) nin kitabını kullanmış olması gerçeğini göz ardı ederek ,bugün bu hakemliğin yerini "Buhari ve Müslim" gibi kitapların alması gerektiğini iddia edenler , Bu kitaplara iman etmenin Allah (c.c) nin emri olduğunu söyleyerek insanlar üzerinde, yalan ve iftira üzerine kurulmuş bir din algısını yaymaya çalışmaktadırlar . Bu düşünce , Allah'a atılmış büyük bir iftira olup , iddia sahiplerini ve bu iddialara inananları KÜFÜR ve ŞİRK batağına sokmaktadır.

Muhammed (a.s) hayatta iken "Resul" vasfını taşıyan bir kimse olarak , insanlar arasında din ile ilgili meselelerde kendi insiyatifini kullanarak hakemlik yapıp hüküm veren biri olmamıştır. Böyle olduğunu iddia etmek , Allah'a ve ona atılmış büyük bir yalan ve iftira olacaktır. 

Hal böyle iken ; Hayatta iken din ile ilgili meselelerde Allah (c.c) nin kitabı ile hüküm veren bir elçinin , vefatından sonra neden aynı kitap ile hakemlik yapılıp , hüküm verilmesinde bir sakınca görülerek , Kur'anın yerini Buhari ve Müslim'in aldığı gibi bir iddia da bulunulmaktadır?. 

Muhammed (a.s) ın hakemlik ve hüküm vermede kullandığı Allah (c.c) nin kitabının yerini ne oldu da bugün Buhari ve Müslim gibi rivayet kitaplarının alması gerektiği düşüncesi oluştu?.


Bu düşüncenin oluşmasına en büyük sebep , Muhammed (a.s) ın dindeki konumunun, aynı Allah (c.c) gibi eşit durumda olduğu düşüncesidir. Bilindiği üzere, onun söylediği rivayet edilen sözler, "Gayri Metluv Vahiy" adlı bir kategoriye dahil edilerek Kur'an ile aynileştirilmiştir. Hadis literatüründe , "Erike Hadisi" olarak bilinen bir uydurma rivayet ile , kendisine Kur'an ile bir misli daha verildiği söyletilerek , hadislerin aynı Kur'an gibi kendisine indirilmiş olduğu iddiasının pekiştirilmeye çalışılmakta olduğu , konu ile alakalı olanların malumudur. 

Kur'anın eksik olduğu , ve bu eksikliği hadislerin doldurduğu iddiası , bu kitapların dinde belirleyici olması gerektiği düşüncesine sahip olanların iddialarından bir tanesidir. Muhammed (a.s) ın dinde eksikliği giderici bir konuma sahip olduğunu iddia edenlerin bu iddiaları , haşa Allah (c.c) nin "Kemale erdirdim" dediği dinine karşı , "Hayır eksik bıraktın" şeklinde bir itiraz getirilerek , ona karşı yalan ve iftira atmak anlamına gelmektedir. 


Buhari ve Müslim gibi kitapların dinde hakem olması düşüncesi , bu iddian sahiplerinin akidesinde derin yaralar açan bir düşüncedir. Kur'anın beşer mahsulü olan kitaplara denk tutulması demek , beşer mahsulü kitaplara ilahi bir anlam yüklemek , bu kitapların sahiplerini de ilahlaştırmak anlamına gelmektedir. 

Buhari ve Müslim gibi kitaplar , dinde belirleyicilik gibi bir vasfa asla sahip olamazlar. Bu kitapların İslam düşüncesi içinde olması gereken yer Kur'anın önünde değil , geçmiş yaşantılardan örnekler olarak okunabilecek bir siyer kitapları mesabesinde olmalıdır. 

Sonuç olarak ; "Resul" sıfatına sahip birisi olarak , insanlar arasında Allah (c.c) nin ona indirdiği ile hakemlik yapmak ve hüküm vermekle yükümlü olan elçinin vefatından sonra ortaya atılan yanlış mülahazalar sonucunda , artık bu hakemlik ve hüküm verme görevi , ona isnat edilen sözlerin yer aldığı rivayet kitaplarına düştüğü dile getirilir olmuştur.

Yaşadığı hayat içinde kendisine indirilen "La raybe fihi" (Şüphe olmayan) kitap ile hakemlik yapan ,ve onunlar hüküm veren bir bir elçi olan Muhammed (a.s) ın bıraktığı tek sahih kaynak olan Kur'ana denk olarak getirilmeye çalışılan kulların kitapları üzerine "Şüphe olmayan kitap" kılıfı giydirilerek , korunmuş olduğunu iddia etmek "Küfür" ve "Şirk" ten başka bir şey değildir. 

Yavuz hırsız olan bu kitapların müdafilerinin , kendi görüşlerine uymayanları aynı yafta ile suçlamalarına karşı , asıl küfür ve şirk suçunu bu kitapları Allah (c.c) nin kitabına denk tutmakla kendileri işlemektedirler.

RABBİMİZ BİZLERİ , DİNDE HAKEM VE HÜKÜM KAYNAĞI OLARAK KULLARININ KİTAPLARINI DEĞİL , KENDİ KİTABINI SAVUNAN KULLARINDAN KILSIN.

7 Kasım 2015 Cumartesi

Bakara s.101-103. Ayetleri : Yahudilerin Algı Operasyonlari ve Günümüzdeki Uzantıları

Kur'an okumalarında yaptığımız eksik ve hatalı okumalardan bir tanesi , okuduğumuz ayetin sadece hitap ettiği belirli bir kesimi ilgilendirdiği , bize dönük herhangi bir mesajının olup olmadığı yönünde tefekkürde bulunmamaktır. Kur'anda "Ey İsrailoğulları" şeklinde başlayan hitapların, sadece hitap ettiği kesime yönelik olduğu düşüncesi ,bu eksik ve hatalı okumalardan bir tanesidir. 

Kur'anda İsrailoğulları ile ilgili ayetlere baktığımızda , onların içinden çıkmış olan bir "Samiri" karakteri , veya Medineli yahudilerin , Muhammed (a.s) a iman edilmemesi için yaptıkları sihir denen şeyin mahiyeti , o günlerde yapılan bu işlerin sadece o güne has değil, evrensel bir algı operasyonun ilk örnekleri olduğu düşüncesini kuvvetlendirmektedir. 

Kur'andaki "Sihir" kavramını , günümüz moda tabiri olan "Algı operasyonu" deyimi ile aynileştirmek mümkündür. Bu yöntem ile insanların bakış açıları farklı bir yöne çekilerek , istenilen amacın hasıl olmasına çalışılmaktadır.

Bakara s. 102. ayeti , üzerinde birbirinden farklı yorumlarda bulunulan bir ayet olarak karşımızda durmaktadır. Biz bu ayet hakkında daha önce "Bakara s. 102. Ayeti: Harut ve Marut" başlıklı bir yazıda düşüncelerimizi paylaşmaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise , bu ayet üzerinden verilmek istenilen güncel mesajı , ve Kur'an ayetlerinin hitap ettiği kesimin sadece indiği zaman ve mekan ve kişiler ile sınırlı olmadığı düşüncemizi ,pratik bir okuma üzerinden göstermeye çalışacağız.


Kur'anın İsrailoğulları hakkındaki verdiği bilgiler , onların yaptıkları bazı yanlışların, biz müslümanlar tarafından tekrar edilmemesine yönelik mesajlar olarak okunmasının gerektiğini düşünerek , bu düşüncemizi, "Bakara s. 101-103 ayetlerinin güncel ve bize dönük nasıl bir mesajı olabilir?" sorusunun cevabını arayarak  ortaya koymaya çalışacağız. 

 [002.101]  Yanlarındakini doğrulayan bir Peygamber, Allah katından onlara gelince Kitap verilenlerden bir takımı, bilmiyorlarmış gibi, Allah'ın Kitabı'nı arkalarına attılar.
[002.102]  Ve onlar, Süleyman'ın mülkü (nübüvvet) aleyhinde şeytanların uyduklarına uydular. Süleyman ise küfretmedi; ancak şeytanlar küfretti. Onlar, insanlara sihiri ve Babil'deki iki meleğe Harut'a ve Marut'a indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: «Biz, yalnızca bir fitne (denemeden geçiren kimse) yiz, sakın küfretme» demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni olmadıkça onunla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Onlar ise, kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu satın alanın, ahiretten hiç bir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kadar kötü; bir bilselerdi.
[002.103] [I Eğer onlar inanmış ve sakınmış olsalardı; Allah katındaki sevab daha hayırlı olurdu. Keşke bilselerdi.

Ayetlere baktığımızda Medineli yahudilerin, kendisinden önce gelen kitap ve elçileri tasdik eden Muhammed (a.s) a inanmak yerine , Süleyman (a.s) ın öğretilerini takip ettiklerini iddia eden yahudilere uyarak Muhammed (a.s) a iman etmeyi red ettiklerini görmekteyiz. Medineli yahudilerin Süleyman (a.s) ın adını ve öğretilerini kullanarak , gönderilmiş bir elçiyi nasıl red ettirmeye çalıştıkları 102. ayet içinde okunmaktadır.

"Şeytan" olarak ifade edilen medineli yahudilerin, insanlara "Sihir" yani , "Aldatma ve hile yolu ile insanların dikkatlerini başka yöne çekerek göz boyamak" yolu ile Muhammed (a.s) a inanmaktan alıkoyduklarını görmekteyiz. Sihir için kullandıkları yöntem , Süleyman (a.s) ın mülkü yani risaleti ile ilgili bilgileri halka yem olarak kullanıp ve bu bilgileri kendi hevaları doğrultusunda sunarak , yani halkın gözünü boyayarak onları doğru yoldan saptırmaktadırlar. 

Yahudilerin , Süleyman (a.s) gibi bir elçinin söylemi üzerinden gittiklerini söyleyerek , onun gibi bir elçi olan Muhammed (a.s) ın red edilmesi için yaptıkları çalışmalar , onların algı operasyonu konusunda ne kadar mahir !! bir topluluk olduğunu göstermesi açısından ibrete şayandır.

Şeytani faaliyetleri anlamak için , "İnsanların seçimlerini etkilemek , ve onların kararlarını yönlendirmek" anlamında moda bir tabir olan, "Algı operasyonu" deyiminin , Medineli bazı şeytan yahudilerin , diğer yahudiler üzerinde nasıl bir yol izlediğini bize anlatan konumuz ile ilgili ayetleri dikkatli okumak gerekmektedir. 

Bu ayetleri günümüze taşıyacak olursak ;

Tarih boyunca , bazı insanların , bazı insanları kendi düşüncelerini kabul etmesi için , onlar tarafından kutsal bilinen bazı duyguları istismar ettiklerine şahid olmaktayız. Kutsal olarak bilinen duyguların başında "Din" gelmekte olup , bu duygular bir şekilde istismar edilerek , insanların aldatılması , ve inandırılması kolaylaştırılmıştır. 

Evrensel bir karakter olan, "Samiri" karakterinin anlatıldığı ayetlere baktığımızda , yapmış olduğu buzağının, gerçek ilah olduğunu halka inandırmak için "Resulun izi" ni kullandığını söylemektedir. Bu deyim , halka kendi düşüncesini empoze etmek için yanlışların içine bir avuç doğru katarak , yani "göz boyacılığı" yapmak sureti ile kandırmak anlamına gelmektedir.

Dini duyguların istismar edilerek , taraftar toplama geleneği dün olduğu gibi bu gün de devam etmektedir. İnsanların kendilerine tabi oldukları takdirde , bu tabiiyetin kendilerine dünya ve ahirette büyük faydalar sağlayacağı iddiası çağdaş şeytan ve samirilerin başta gelen söylemlerindendir. 

Kendilerini islami bir hizb'e mal ederek , "Mescidi Dırar" olarak tabir edebileceğimiz oluşumlar içinde olanların kullandıkları yöntemlerden bir tanesi , içinde bulundukları oluşumun en doğru oluşum olduğu , Allah (c.c) ve peygamberinin tavsiye ettiği bir yol olduğu gibi söylemlerdir. Bu söylemleri pekiştirmek için , Muhammed (a.s) adına yalan söylemekten , Kur'an ayetlerini kendi oluşumlarını meşrulaştırmak amacı ile hevalarınca te'vil etmekten geri durmamışlar ve hala durmamaktadırlar. 

Tabanlarını müslüman kesimin oluşturduğu bazı siyasi hiziplerde bu yöntemi kullanarak , partilerinin islama en yakın parti olduğu iddiasını dile getirmektedirler bu siyasi hiziplerde aynı algı operasyonu yöntemini kullanarak , mensubu oldukları siyasi hizb'in görüşlerinin en doğru yol olduğu , herkesin bu hizb'i desteklemesi gerektiği , bu gün müslüman olduğunu iddia edenlerin bu hizbi destekleyerek amaçlarına ulaşabilecekleri , desteklemeyenlerin islam dairesi dışına çıkacakları iddialarının dile getirilmesi , insanları etkilemenin en kolay yolunun din istismarından geçtiğini göstermektedir. 

 [003.014]  Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.

Dünya hayatının metaından olan iktidar , insana güzel gösterilen geçici zevklerin başında gelmektedir. Bu zevk uğruna binlerce yıldır nice kanlar dökülmüş , hala dökülmekte , ve dökülmeye devam edecektir. Yeryüzündeki iktidar sahiplerinden olan Firavun'un bu iktidarını ayakta tutmak için kullandığı güçlerden bir tanesi de "Sihir" dir . Sahip olduğu sihirbazlar ile halkın gözünün boyayarak , ne kadar güçlü olduğu algısını onlar sayesinde yaratan Firavun'un çağdaş örnekleri de onun yolunu izlemektedir.

Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması , bu araçların fikirlerin yayılmasında kullanılmasını da beraberinde getirmiştir. Bu araçlar bir kısım insanın elinde  silaha dönüşerek , kimisinin iktidarını sağlamlaştırmak , kimisinin iktidarını yıkmak için kullanılmaktadır. Bu araçlar çağdaş firavunların elinde kendi iktidarlarını sağlamlaştırıcı , karşıt güçleri yıkmaya çalışan bir silah olarak, günümüzde dünyanın bir çok ülkesinde ve bizim ülkemizde kullanılmaktadır.

Gazete , dergi , tv gibi iletişim araçlarını elinde tutan belirli guruplar , sadece o kendi guruplarını halka güzel ve doğru göstermek , karşısındaki gurubu çirkin ve yanlış göstermek amacına yönelik yayınlar yaparak , halkın gözünü boyama yoluna gitmektedirler. 

Olaya siyasi guruplar açısından baktığımızda , bu guruplar kendilerinin besledikleri gazete , dergi , tv gibi kuruluşlar aracılığı ile , yaptıkları icraatları abartılı bir biçimde sunmakta, karşıt siyasi görüşün icraatlarını ise kötüleme yoluna gitmektedirler. Hiç bir siyasi gurup kendi gurubunun haricinde oaln bir partinin icraatı veya görüşü ile ilgili olarak olumlu bir tavır sergilememekte , "ne etsemde bunun bir yanlışını bulsam" mantığı içinde düşünmektedir. 

Halk ise yandaşı olduğu siyasi gurubun yayınlarını takip ederek , o doğrultuda düşünceler içine girmekte ve yanlışları bile doğru görmeye başlayarak , bu yanlışların ateşli bir taraftarı haline gelmektedir. 

Son yıllarda ülkemizde , "Algı operasyonu" , "Toplum mühendisliği" gibi deyimler sıkça duyulur olmuştur. Bu deyimler , Kur'an literatüründeki "Sihir" ve "Sihirbaz" terimlerinin günümüzdeki karşılıklarıdır. Her ideoloji , bünyesinde barındırdığı bazı imkanları kullanarak halk üzerinde zihin baskısı oluşturmakta , ve halkın kendi istedikleri biçimde düşünmelerini temin etmeye yönelik yayınlar ve çalışmalar yapmaktadırlar. 

Bu toplum mühendisleri , Medineli yahudilerin kullandıkları taktik olan halkın gözündeki doğruları kullanarak , o halkı kendilerinin istediği biçimde düşünmeye , konuşmaya , hareket etmeye yönelik çalışmalarda bulunmaktadırlar. 

İtalyan politikacı Makyavel'in ideoloji haline getirdiği , "Başarıya ulaşmak için her yol mübahtır" anlayışı , maalesef kendisini müslüman kimliği ile tanıtan kişi ve kuruluşlara da sirayet ederek , bu düşünce uygun ameller hiç çekinmeden uygulanmakta ahlaki ve dini ilkeler ayaklar altında  çiğnenmektedir. 

Ahlaken ve dinen yasak olan yalan söylemek sanki bir iman esası haline gelmiş , tv , gazete , dergi gibi yayın organlarında gerektiğinde "yalan haber" olarak nitelenen haberleri yaymaktan bile çekinilmez bir hale gelinmiştir.          

Bu tür ahlaksızlıkları kendilerini müslüman olarak tanıtan kişilerin yapmış olması işin ayrı bir boyutunu teşkil etmektedir. Özellikle son yıllarda ülkemizde iktidarda bulunan siyasi partinin islami bir söylem içinde olması , bu tür konularda daha hassas olunması gerektiğini düşündürmesine rağmen , islami hassasiyetleri olmayanları bile mumla aratacak kadar algı operasyonları , toplum mühendisliği yapılması geçici dünya hayatının metaının müslümanları ne kadar celbettiğini göstermektedir. 

Bu siyasi partinin , yıllarca aynı kulvarda yürüdüğü , devlet imkanlarından faydalandırmasına karşılık onların oy desteğinden faydalandığı bir başka islami gurup ile ters düşerek, onları vatan hainliği gibi suçlamalarda bulunması halk arasında kimin doğru , kimin yalan söylediğinin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. 

Bu siyasi partiyi destekleyen yayın organları , ile "Paralel yapı" olarak adlandırılan bu oluşumun yayın organları arasında aylardır süren algı operasyonları ile,  kendilerinin haklı , karşısındakinin haksız , ve hain olduğunu yaymaya çalışmaktadır. 

Bizler , "Ne olursa olsun elimizdeki gücü ve iktidarı kaybetmeyelim" mantığında değil ,  "Ne olursa olsun hak ve adaletten ayrılmayalım" düşüncesi içinde olmak zorundayız. Bizim inandığımız değerler içinde , "Ahirete iman"  esası önemli bir nokta olup , ahiret dediğimiz mekan ebedi olup , buradaki hayatımız , dünya hayatımızdaki yaptığımız amellere göre şekillenecektir.

Şayet bizler , ahiret merkezli bir hayatı terkederek , sadece dünya merkezli hayata yönelirsek , bizim islami hassasiyetleri olmayanlardan hiç bir farkımız kalmayacaktır. Bundan dolayıdır ki elimizde olan imkanlar ne kadar çekici olursa olsun , ahiret hayatı için satmaya asla değmezler. Hak ve adaletten ayrılmadan sürülen bir hayatın karşılığı , dünya hayatında fakirlik ve iktidarsızlık olsa bile , ahiret hayatında zenginlik ve rahatlık olarak karşılığı verilecektir.

Sonuç olarak ; Allah (c.c) nin kitabında belirli bir kesime hitab eden ayetlerin sadece o kesimi ilgilendirdiği, bize dönük herhangi bir mesajı olmadığı düşüncesi ile okunan ayetler , bizleri doğru bir düşünceye götürmeyecektir. "Okuduğumuz ayetlerin bize dönük nasıl bir mesajı olabilir" sorusununcevabını aramaya yönelik okumalar bizleri doğru bir düşünceye yönlendirecektir. 

Biz bu düşünce ile , Kur'anın İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarının sadece onları alakadar etmediği , hatta onlardan daha fazla biz müslümanları alakadar ettiği düşüncesi içinde , İsrailoğulları ile ilgili anlatımların bize dönük mesajını okumaya çalışmaktayız. Bu yazımızda Bakara s. 101-103. ayetlerinde Medineli yahudilerin , Muhammed (a.s) ın risaletini red etmek için Süleyman (a.s) ın risaleti üzerinden "Sihir" , günümüz tabiri ile "Algı operasyonu" yaptıklarını görmekteyiz.
 
Dün Firavun ve Yahudiler tarafından yapılan , Kur'anın "Sihir" kelimesi ile anlattığı işler , bu gün dünyanın her tarafında "Algı operasyonu" veya "Toplum mühendisliği" deyimlerinin ifade ettiği şekilde kitleleri yönlendirmek amacı ile aynen devam ettirilmektedir. Bu tür yöntemlerin tercih edilme sebebi , geçici dünya menfaatleri kendilerine güzel gösterilen insanların , bu menfaatleri elde etmede herhangi bir sınır ve kural tanımamalarıdır. 

Bizler , "Müslüman" kimliğini taşıdığımızı iddia etmemiz hasebi ile , dünya ve ahiret dengesini, bize Allah (c.c) nin önerdiği kurallar dahilinde tutmamız gerekmektedir. Hem müslüman olduğunu iddia etmek , hem geçici dünya menfaatini elinde tutmak için hiç bir kural tanımamak , müslüman kimliğini taşıdığı iddia edenler büyük bir yanlıştır. Hak ve adaletten ayrılmadan sürülen bir hayatın bize olan getirisi , bizleri geçici dünya menfaatlerinden yoksun etse dahi , ebedi olan ahirette büyük bir getirisi olacaktır. Bizler üzerimizde yapılan algı operasyonlarına karşı uyanık olmak , ve kimse üzerinde böyle operasyonlar ile zihnini bulandırarak geçici zevkleri elde etmek için kullanmamak zorundayız. 

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.