Kur'an okumalarında yapılan en önemli hatalardan birisinin , ihdas edilmiş olan bir takım fikir ve düşüncelere bu kitap içinden delil bulmak maksadı ile yapılan okumalar olduğunu, bundan önceki bir çok yazımızda belirtmeye çalışarak bu yanlışları ortaya koymaya çalışmıştık. Bu yazımızda aynı yanlışa kurban gittiğini düşündüğümüz Haşr. 7. ayetinin üzerinde durmaya gayret edeceğiz.
Muhammed (a.s) ın elçilik görevinin nasıl bir zemin üzerine oturtulması gerektiği konusu, yüz yıllardır biz Müslümanlar arasında ihtilaf edilen konulardan birisi olarak hala yerini korumaktadır. Ehli hadis düşüncesinin hakim olduğu Müslümanlar arasında yaygın olan kanaat , Muhammed (a.s) ın aynı Allah (c.c) gibi din konusunda hükümler vaaz edebilme yetkisine sahip olduğu , onun yasaklarının ve emirlerinin tıpkı Allah (c.c) nin emir ve yasağı gibi kabul edilmesi gerektiğidir.
Bu düşüncenin oturtulması için gerekli zemin, bazı Kur'an ayetlerinin bu düşüncenin delili olarak sayılması şeklinde okunarak hazırlanmaya çalışılmış , bu çerçevede Haşr s. 7. ayeti içinden sadece bir cümle alınarak , "İşte bak delil" diye sunulduğu , konu ile ilgili olanların malumudur.
[059.007] Kasabalar halkından, Allah'ın Rasulüne fey' olarak verdiği;
Allah, peygamber, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalanlar içindir. Ta
ki içinizden zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Resul,
size ne verirse onu alın, neden de nehyederse ondan sakının. Ve Allah'tan
korkun. Muhakkak ki Allah; azabı şiddetli olandır.
Muhammed (a.s) ın haram-helal koyma yetkisinin olduğunu iddia edenlerin dayandığı ayet bu olup sadece ayet içindeki "Resul, size ne verirse onu alın, neden de nehyederse ondan sakının." cümlesi alınarak konu ile alakalı bir delil olarak sunulmaya çalışılmaktadır.
Haşr s. 7. ayetinin , aynı surenin 2. ayetinden başlanarak 10. ayetine kadar giden bir bağlam dahilinde okunarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Bağlam gözetilmeden sadece tek bir ayet içindeki cümle alınarak , delil olarak sunulması ilgili konuda yapılan ön yargılı bir okumanın örneğinden başka bir şey olamaz.
Surenin 2. ayetinden başlayarak okuduğumuzda konu kendiliğinden aydınlanacaktır.
[059.002] Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran
O'dur. Oysa ey inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin
kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara
beklemedikleri yerden geldi, kalblerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve
inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! Ders alın.
[059.003] Allah onlara sürülmeyi yazmamış olsaydı, dünyada başka şekilde
azap verecekti. Ahirette onlara ateş azabı vardır.
[059.004] Bu; onların Allah'a ve Rasulüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Her
kim Allah'a karşı gelirse; muhakkak ki Allah, azabı şiddetli olandır.
[059.005] Hurma ağaçlarından her hangi bir şey kesmeniz veya kökleri
üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyle ve O'nun, yoldan çıkanları
cezalandırması içindir.
[059.006] Onlardan Allah'ın resulune verdiği «fey'e» gelince, ki siz
buna karşı (bunu elde etmek için) ne at, ne deve sürdünüz. Ancak Allah, kendi
elçilerini dilediklerinin üstüne musallat kılar. Allah, her şeye güç
yetirendir.
[059.007] Kasabalar halkından, Allah'ın Rasulüne fey' olarak verdiği; Allah, peygamber, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalanlar içindir. Ta ki içinizden zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Resul, size ne verirse onu alın, neden de nehyederse ondan sakının. Ve Allah'tan korkun. Muhakkak ki Allah; azabı şiddetli olandır.
[059.008] Yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan, Allah'tan bir lutuf
ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve peygamberine yardım eden fakir muhacirler
içindir. İşte bunlar, sadıkların kendileridir.
[059.009] Onlardan önce o diyarı yurt edinmiş ve göğüslerine imanı
yerleştirmiş olanlar; kendilerine hicret edip gelenleri severler. Ve onlara
verilenlerden ötürü içlerinde bir çekememezlik duymazlar. Kendileri zaruret
içinde bulunsalar bile onları, kendilerine tercih ederler. Her kim nefsinin
tamahkarlığından korunabilmişse; işte onlar, felaha erenlerin kendileridir.
[059.010] Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış
olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma; Rabbimiz!
Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin» derler.
Ayetleri bu bağlam içinde okuduğumuzda , Müslümanların , Ehli kitaba mensup bir gurubu yurtlarından çıkararak , onlardan ele geçen ganimet mallarının kimlere dağıtılacağı konusundaki , Allah (c.c) nin dağıtım emrini görmekteyiz.
Ganimet paylaşımında, Mekke den sadece Allah (c.c) nin rızasını isteyerek, Medine ye hicret etmiş olanlara öncelik tanınması gerektiği, 7. ayet sonrasındaki ayetlerde göze çarpmakta olup , bu paylaşım konusunda Medineli Müslümanların örnek bir özveride bulunduklarını görmekteyiz.
Mekke den her şeylerini geride bırakarak hicret ederek, ihtiyaç sahibi durumuna düşen muhacirler , bu galibiyet sonrası alınan ganimetlerden kendilerine öncelik tanınarak , Medineli Müslümanlardan biraz daha fazla pay almak sureti ile ekonomik olarak nefes alır duruma gelmişlerdir.
[003.014] Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar
ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir.
Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah
katındadır.
İnsanın mala olan düşkünlüğünün fıtri bir durum olduğu herkesin malumudur. Müslüman bile olsa , hak ettiğini düşündüğü bir malın başka birine verilmesi , kişiyi rahatsız edebilir. İşte bu durumu dikkate alarak 7. ayeti okumaya çalıştığımızda , Resulun yapacağı bu dağıtıma kimsenin itiraz etmemesi , ve onun yaptığı ganimet dağıtımının Allah (c.c) nin rızası dahilinde olduğu hatırlatılmaktadır.
Mekkeli muhacirlere öncelik tanıyan ganimet dağılımı, her zaman olması gereken bir durum değil , gerektiğinde baş vurulması gereken bir yöntem olarak evrensel bir mesaj taşımaktadır. Bizler ayetleri sadece rivayetleri kotarmak , veya Muhammed (a.s) a Allah (c.c) nin verdiği görev ve yetkiden fazlasını vermek için okumaya çalışırsak , Kur'an rahmet ve hidayet olmaktan çıkarak sadece noter haline gelmiş bir kitaba dönüşecektir.
Bizler ilgili ayetleri sadece içinden bir cümleyi almadan ön yargısız , ve bize dönük nasıl bir mesaj taşımakta olduğu düşüncesi ile okuduğumuz zaman ayetlerden şu mesajı çıkarabiliriz ;
Ayetler içinden tek bir kelime alınarak okunması gerekirse o kelime 9. ayet içinde geçen "İsar" kelimesinden başka bir kelime olamaz. Çünkü bu kelime ilgili ayetlerin bel kemiğini oluşturmaktadır. Anlam olarak , "Kendisinin ihtiyacı olduğu halde , kardeşini önceleyerek özveri de bulunmak" anlamına gelen "İsar" kelimesi , bu özverinin Medineli ensar ile , Mekkeli muhacir arasında nasıl hayata yansıtıldığının örnekliğidir.
Bu ayetler ile ,herhangi bir zaman ve mekanda ilgili ayetlerdeki durum karşımıza çıktığı takdirde , nasıl davranılması gerektiği bizlere öğretilmektedir. Dün Medineli ve Mekkeli ler arasında oluşan bu kardeşlik duygusunun , gereğinin hayata geçirilmesi , bu gün yine gerekli bir durum iken, maalesef kavmiyet asabiyeti ortaya çıkarak bu yardımlaşma ve özveri gereği gibi yapılamamaktadır.
Dün Medine de hem elçi hem devlet başkanı olarak hayatta olan Muhammed (a.s) ın bu gün hayatta olmayışı, onun şimdi nasıl bir konumda olması gerektiği konusunda bir takım farklı anlayışları ortaya çıkarmıştır. Dün Medine de ganimet dağılımı konusunda ilk ağızdan ve herhangi bir rivayet zinciri olmadan verdiği talimatların uygulanması, onun ağzından çıkan sözlerin emir olarak telakki edilmesini gerektirmesine karşın , durum bugün farklılık arz etmektedir.
Medine de Allah (c.c) adına konuşan bir elçi var iken , bu gün böyle bir elçinin yerine, onun söylediği rivayet edilen sözler bulunmakta olup , hayatta iken söylediği sözler ile , vefatından sonra onun söylediği rivayet edilen sözleri aynı kefeye koymak doğru bir yaklaşım değildir.
[004.059] Ey iman edenler; Allah'a itaat edin. Rasule ve sizden olan emir
sahiblerine itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz; Allah'a ve ahiret gününe
inanmışsanız onun hallini Allah'a ve Rasulüne bırakın. Bu; hem hayırlı hem de
netice itibariyle daha güzeldir.
Her toplulukta olduğu gibi , İslam toplumunda da kurallar üzerine yaşama şartı , yöneten ve yönetilen şeklinde bir tabakanın olmasını gerektirmektedir. Bir toplumdaki bütün insanlar ne sadece yönetici ne de sadece yönetilen olabilir, bir kısmı yönetici olan insanların , diğer bir kısmı yönetilen olarak, yöneticilerin koyduğu kurallara yönetenler de dahil olmak üzere tabi olmak zorundadır, bu zorunluluk toplumun selameti için gerekli bir durumdur.
Nisa s. 59. ayetinin bu durum dikkate alınarak okunması gerektiğini düşünmekteyiz."Ulul emr" olarak ayette geçen sıfata sahip kişiler, toplumu Allah (c.c) nin emirleri ve yasakları doğrultusunda yönetmek , yönetilenlerin ise bu yönetime uymak zorunluluğu vardır.
Muhammed (a.s) elçilik görevine ilaveten, emir sahibi olarak yaptığı göreve karşı , sahabenin tutumu bizler için örnek bir tutum olmalıdır. Muhammed (a.s) elçi olarak , Rabbi tarafından kendisine verilen görevi ifa etmesinin yanısıra , yaşadığı zaman içinde o toplumun başında bir emir sahibi olarak görev yapmakta idi. Onun Kur'an harici koymuş olduğu iddia edilen bir takım yasaklamalar , işte bu emir sahibi olmasından kaynaklanan tasarrufların neticesindedir.
Mekkeli muhacirlerin ihtiyaçları dikkate alınarak , Medineli ensardan daha fazla ganimetten pay almaları emir sahibi olan elçinin emri ile gerçekleşmiş ve bu paylaşıma kimse itiraz edememiştir. Bu gün aynı durum hasıl olduğunda, böyle bir taksimatın yapılması gene gerekecek ve , "Ulul emr" sıfatına sahip bir yönetici tarafından yapılan taksimata asla itiraz edilmemesi gerekecektir.
Muhammed (a.s) ın hayatta iken yapmış olduğu tasarrufların nasıl değerlendirilmesi gerektiği bu noktada önem arz etmektedir. Örneğin ; Hayber kuşatmasında ehli eşeklerin etinin yenmesini yasaklamış olduğuna dair getirilen rivayetlerin temelinde , ehli eşeklerin askeri nakliye amacıyla kullanılması ve bunların kesilerek yenmesi neticesinde, nakliye sorunları ile karşı karşıya kalınacağı tehlikesine binaen, böyle bir yasaklama getirilmiş olmasına rağmen , bu rivayette ki yasaklama, sanki Kur'anın yasağı imiş gibi algılanarak, ehli eşeklerin yenmesinin, kıyamete kadar sürecek bir haram olduğu zannı ortaya atılmıştır.
Muhammed (a.s) Kur'an haricinde ve kıyamete kadar Kur'an gibi bağlayıcılığı olan hiç bir hüküm koymamıştır koymaz da, koymuş olduğunu iddia edenler , Ya Muhammed (a.s) ı ilah seviyesine , ya Allah (c.c) yi kul düzeyine indirmiştir , bunun 3. bir şıkkı yoktur.
"Resul" olmanın , Allah (c.c) ye denk bir konum olmadığı biz Müslümanlar anlaşılmadığı müddetçe , yüzyıllardır süren bu kavgaların arkası kesilmeyecek , daha da şiddetlenerek devam edecektir. Resul olmak demek,yeryüzünde Allah (c.c) adına konuşan insan anlamında olup , bu insanlar kendi adlarına herhangi bir söz söyleme yetkisine sahip değillerdir.
Sonuç olarak ; Haşr s. 7. ayeti parçacı bir okumaya kurban edilerek , Muhammed (a.s) ın aynen Kur'an gibi haram-helal koyma yetkisinin olduğu yönünde oluşturulan bir algıya dayanak olarak sunulmuştur. Halbuki bağlam gözetilerek yapılan ön yargısız bir okumada , ganimet dağılımı konusunda Mekkeli muhacirlere tanınan önceliğin, Medineli ensar tarafından nasıl karşılandığı anlatılarak, evrensel bir örneklik olarak bizlere sunulmuş olması maalesef örtülerek farklı bir anlayış çıkarılmıştır.
Kur'an kimilerinin, ön yargılarını kabul ettirmek için okumaya çalıştığı , ayetlerinin istenildiği yerden kesilerek okunduğu bir kitap olarak kaldığı müddetçe , onun mesajının anlaşılması ve hayata yansıtılması gibi bir durumun hasıl olması asla mümkün olmayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.