Yolun doğru olması anlamına gelen El Kasdu kelimesinden türemiş olan İKTİSAD , ifrat ve tefrit, israf ve cimrilik arasında bir harcama yolu tutturmak anlamına gelmekte, kişi ve toplumların ayakta kalabilmesi bakımından düşündüğümüzde, yaşayan her kişi ve toplumlar için hayati öneme sahip olan bir kelimedir.İsra s. 29. ayetinde verilen yaşam ölçüsü, kişi ve toplumların hayatlarının her safhasında dikkate almaları gereken bir düstur olarak tüm zamanlara mesajlar taşımaktadır.
[017.029] Elini boynunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma.
Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın.
Kişinin geliri ve gideri arasında denklik kurmak sureti ile, bütçesini gelirine göre ayarlaması, İsra s. 29. ayetinde haber verilen duruma düşmemesi anlamına gelecektir. Gelir ve gider dengesini tutturamayan kişi ve toplumların yıkıma uğraması ise toplumsal bir yasa, yani Sünnetullahtır.
Kur'an kıssalarını okuduğumuzda, bu kıssalarda kendilerine gelen elçileri ret eden bazı kavimlerin helak edildiklerini görmekteyiz. Helak edilen bu kavimlerin helak ediliş biçimlerini dikkate alarak yapılan kıssa okumalarında, bu helaklerin bugün de devam edip etmediği konusu tartışılmakta, bir kısım insan helakin devam eden bir süreç olmadığını iddia etmektedir.
Halbuki yapılan okumalarda, kavimlerin nasıl helak edildiklerinin değil , NEDEN HELAK EDİLDİKLERİ dikkate alınmış olsaydı, bu tartışmanın ne kadar gereksiz olduğu anlaşılır, kavimlerin helaki ile toplumsal yasaların (Sünnetullah) bağı kurulur, bu yasalarda değişme olmadığı dikkate alındığında ise, helakin devam eden bir süreç olduğu anlaşılarak bu helaktan kurtulmanın çareleri aranabilirdi.
Çağdaş dünya insanını bekleyen yeni helak biçimi İKTİSADİ HELAK
Gelir ve gider dengesini tutturamayan kişi ve toplumların, yaptıkları hatalar sonucunda yıkıma uğramalarının evrensel bir yasa olduğu, yaşadığımız ülkedeki bazı ekonomik verilere bakıldığında açık seçik görülmektedir. Bu iddiamızın ne kadar gerçekçi olduğu, ülkede kaç milyon kişinin kredi kartı taşıdığı, kaç milyon kişinin kredi kartı borçlusu olduğu, kaç kişinin bankalara borçlu olduğu, kaç kişinin hakkında bankalar tarafından haciz işlemi başlatıldığı, kaç ailenin ekonomik meseleler yüzünden dağıldığı, kaç kişinin kredi kartı borcunu ödemek için hırsızlık yaparken yakalandığı, kaç kişinin borç yüzünden fuhşa sürüklendiği dikkate alındığında, bugün içinde bulunduğumuz durumun adı, İKTİSADİ HELAKtan başka bir deyim ile izah edilemez.
Ülke insanının önce nasıl bu hale geldiğini tespit etmek, bu halden nasıl çıkılabileceğinin de yolunu gösterecektir.
Bankalar bilindiği üzere para alım satımı yapan, yaptıkları bu alım satımlar üzerinden faiz alan ve faiz veren kuruluşlardır. Her kuruluş gibi bankalarda ayakta kalabilmek için, para alış verişi yapmak ve faiz yolu ile kar etmek zorundadırlar. Allah (c.c) nin faizi haram kılmış olduğu her Müslüman tarafından bilinmekte olup, bankalar tarafından yapılan para alış verişi, İslam açısından bakıldığında meşru bir kazanç şekli değildir. Bazı Müslümanlar tarafından ortaya atılan banka faizinin haram olmadığı yönündeki düşüncelerin, haramı helal yapmaya yönelik yasağı delme çabalarının bir ürünü olduğunu burada kısaca hatırlatmak istiyoruz.
Kapitalist sistemin mabetleri olarak nitelenebilecek olan bankaların ayakta kalması, bu bankalar ile para alış verişi yolu ile ilişki kuracak olan insan sayısının çokluğuyla yakından alakalıdır. Bankaların, kendileri ile ilişki kuracak insan sayısını çoğaltarak, insanların onlardan para almasını sağlamak için bir takım yollara başvurduğu da bilinen bir gerçektir.
İnsanların Allah (c.c) tarafından Geçici bir oyalanma olarak tabir edilen dünya hayatına olan aşırı ilgileri, onların Dünya Malı olarak özetleyebileceğimiz şeylere olan isteklerini de artırmıştır.
[017.026-7] Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, sakın saçıp
savurma. Çünkü savurganlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise
Rabbine karşı pek nankördür.
Savurganlığı ve cimriliği yasaklayan bir dinin mensubu olarak, yaşamlarına daha fazla dikkat etmeleri gereken Müslümanların bir kısmı, maalesef dünyevileşmenin getirdiği hayat tarzını benimsemiş, lüks ve israf konusunda başkaları ile yarış haline girmiştir. Lüks ve israfa dayanan bir yaşamı tercih edenler için para, haliyle en çok ihtiyaç duyulan bir madde haline gelecektir. Bu ihtiyacın karşılanması için ise bankalar hazır beklemekte, para ihtiyacı olanların yardımına koşmak için!! her an fırsat kollamaktadırlar.
Bankaların kredi reklamları ile aldanan insanlar, bu krediler ile diğer insanlardan aşağı kalmamak için tatile koşmakta, arabasını veya telefonunu yenilemekte, aldıkları kredi ile bir kaç hafta tatil yaparak, aldıkları yeni araba ve yeni telefonu ile dostlarına karşı övünen insanlar, aldıkları krediyi ödemek için bütün yıl borç ödeyerek, gelecek senenin tatil hayalini veya çıkacak olan yeni model telefonun veya arabanın hayalini kurmaktadırlar.
Reklam yolu ile algı üreterek insanların rahat, kolay, çağdaş yaşamlarını sağlamak için onlara en kolay biçimde krediler vermek için yarışan bankalara boynunu kaptıranlar için, artık çağdaş bir kölelik devri başlamıştır. Maaşını almak için bankamatiklere gelen bir çok kişinin, maaşını aldıktan sonra yaptıkları ilk işleri, aylık kredi kartı borçlarını ödemek olmaktadır. Maaşını alarak kredi kartı borcunu ödeyebilenler bir bakıma şanslı sayılmaktadır. Kredi kartı borcu olup ta, onu ödemek için para bulamayanları ise daha kötü ve zor günler beklemektedir.
Bugün artık kölelik farklı bir şekle bürünerek işlevini sürdürmektedir. Bankaların süslü ve boyalı reklamlarına aldanarak, ihtiyaçları olmadığı halde, başkalarına özenerek lüks ve ihtişamlı bir hayat sürmek isteyenler bankaların kapılarını aşındırmakta, onlarda aldıkları faizli kredileri ödemek için kazançlarını bankalara ipotek ettirmektedirler.
HARCAMALAR KAZANILACAK PARADAN DEĞİL KAZANILMIŞ PARADAN YAPILMALIDIR.
İnsanların iktisadi hayatlarının bozulmasının en önemli sebebi, onların kazandıkları parayı değil, kazanacakları paraya harcamalarıdır. Kazanmadıkları para üzerinden borçlanan insanlar, bazı nedenlerden işlerini kaybettikleri zaman onları artık daha zor günler beklemektedir. Geçmişte kazanarak biriktirdiği parayı değil, gelecekte kazanacağı parayı harcayarak borçlanan insanların bütün hayatı bankalar tarafından ipotek altına alınarak bir nevi köle durumuna sokularak geçmektedir.
Gelir gider dengesini tutturmak devletler için de hayati derecede önemlidir. Gelirleri ile giderleri arasındaki dengeyi sağlayamayarak bütçe açığı veren ülkeler, bu açığı borç almak yolu ile kapatmak zorunda kalmaktadırlar. Diğer ülkelerden borç alarak, bütçe açıklarını kapatmaya çalışan ülkeler, borç aldıkları ülkelere mahkum durumda kalarak, onların boyunduruğu altına girerek, emirlerini tatbik etmek zorunda kalmaktadırlar.
Aldıkları borçları ödemekte sıkıntı çeken devletler, bazı kuruluşlarını satarak elde ettikleri gelir ile borçlarını kapatmak yolunu seçmektedirler. Bu devletlerin sattıkları kurumları alanlar ise, borç aldıkları zengin ülkelerin şirketleri olduğunu dikkate aldığımızda, ülkelerin işgalinin artık askeri yolla değil, ekonomik yolla gerçekleştirildiği gerçeği ile karşı karşıya olduğumuz görülmektedir.
Güçlü ülkeler, kendilerinden güçsüz olan ülkelerin kaynaklarını sömürmek için askeri yönteme ek olarak Ekonomik işgal yöntemine başvurmakta, bu yöntem ise, hem sömüren ülke hem de sömürülen ülke tarafından daha kolay bir şekilde gerçekleşmektedir.
Türkiye'nin I.M.F adı ile bildiğimiz kuruluştan borç almak zorunda kaldığı zamanlarda, bu kuruluş vereceği borcu nasıl kullanmamız gerektiğini bize dikte eder, eğer kabul edersek borcu verir ve emirlerinin uygulanıp uygulanmadığını kontrol ederdi. Verdiği borcun kalkınmamızı sağlayacak şekilde kullanılmaması, bu kuruluşun ilk emri olduğunu o günleri hatırlayanlar çok iyi bilecektir. Çünkü I.M.F adlı kuruluşun verdiği borç eğer ülke kalkınmasında kullanılacak olursa, ülke bu kuruluştan borç almak zorunda kalmayacak, dolayısı ile bu kuruluşlar ülkemiz sömürülerini gerçekleştirmekte zorluğa düşeceklerdir.
BORÇ YİĞİDİN KAMÇISI DEĞİL YİĞİDE VURULAN BİR PRANGADIR.
İnsanlar ve devletler için asıl olan borçsuz bir yaşam olup, borcu olmayan kişi ve devletler, kimseye karşı boyun eğmek zorunda kalmayacaktır. İnsanların ekonomik yönden felakete sürüklenmesinin sebebi, onların lüks tüketim için bankalardan aldıkları faizli krediler olduğuna göre, bu felakete uğramamak için İhtiyaç kredisi adı altında verdikleri, aslında lüks tüketimi artırmak amaçlı olarak alınan kredi alış verişini kesmek zorundadırlar. Bankalara mahkum kalmamak için ise, kazanacağımız paradan değil, kazandığımız paradan harcamak yoluna gitmek tek çıkar yoldur.
[020.131] Kendilerini sınamak için, dünya hayatının süsü olarak bol bol
geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme, Rabbinin rızkı daha iyi ve daha
devamlıdır.
Bizden daha üst gelir gurubuna mensup insanların yaşam tarzlarına özenerek onlar gibi yaşamak arzusu, insanların iktisadi dengelerinin bozulmasına sebep olan en büyük etkendir. Herkes kazandığının kendisine sağladığı yaşam tarzına razı gelen bir yaşam sürecek olsa, borç almaya kimsenin ihtiyacı olmayacağı gibi, bankalara kölelik gibi bir durum da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Bankalar tarafından yapılan reklamlar, maalesef insanların borçlu olarak yaşaması gerektiğini, onların şuur altlarına işleyen algı operasyonları olup, asıl olan borçsuz bir yaşam olması gerekirken, bankalar bu durumu ters çevirerek borçlu yaşamı insanlara empoze etmekte, borçsuz bir insanı, hele hele kredi kartı olmayan bir insanı, çağ dışı kalmış yabani bir insan gibi göstermek sureti ile, insanları kurdukları bu tuzaklara düşürmektedirler.
Bankalar para satmayı esas alan kuruluşlar olup, bütün amaçları insanlara faiz karşılığı para satarak kar etmektir. Bu amaçlarına ulaşmak için her yolu meşru gören bu kuruluşların, insanların gözlerini boyamak sureti ile sundukları tuzaklara aldananların düştükleri acı durumlara bir çoğumuz şahit olmaktadır.
Müslüman olmanın verdiği şuuru hayata yansıtmak demek, kapitalist sistemin çarkları arasında ezilmeyi ret etmek demek anlamındadır. Bu sistem kendisini yaşatmak için, tüketime dayalı bir yaşam tarzını insanlara sunmakta, bu yaşam tarzının İslami literatürdeki adı ise İSRAFtır. İsrafı yaşam tarzı seçenlerin akıbeti ise, İsra s. 29. ayetinde belirtildiği üzere, dünya hayatında zelil bir duruma düşmektir.
Müslüman olmak demek, dünya malının geçici hevesine kapılmadan ahireti unutmamak şartı ile dünya hayatını yaşamaktır. Her insan güzel giyinmek, iyi yaşamak, güzel evlerde oturmak ve güzel arabalara binmek ister, ancak bu isteklerine meşru yoldan ulaşmak gerektiğini de çok iyi bilir. Onda var bende niye yok diyerek, başkalarına özenen hayatların sonu maalesef hüsran ile sonuçlanacaktır.
Sonuç olarak; Helak, Allah (c.c) nin emirleri doğrultusunda yaşamamanın getirdiği bir sonuç olup, kıyamete kadar devam edecek olan bir süreçtir. Yaşadığımız dünya içindeki helak biçimlerinden birisi, iktisadi dengeyi sağlamamaktan ötürü kişilerin ve devletlerin borçlanmak sureti ile çöküntüye uğraması, böylelikle borç aldıkları banka ve devletlere köle durumuna düşmeleri şeklinde gerçekleşmektedir.
Kişilerin ve devletlerin iktisadi dengeyi sağlayarak köle durumuna düşmemeleri, Allah (c.c) nin önerdiği yaşam kurallarına uymak ile gerçekleşecektir. Banka adı ile insanlara hizmet verdiğini iddia edenler, bu hizmeti!!! insanların iliklerine kadar sömürerek, onları kendilerine köle haline düşürmek ile yapmaktadırlar.
Bankalara köle olmamanın yolu, onların insanların şuur altlarına işledikleri lüks tüketime rağbet etmeyerek, dengeli bir yaşam sürmek ile gerçekleşecektir.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Toplumların etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Toplumların etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
19 Mart 2017 Pazar
16 Aralık 2016 Cuma
İsra s. 16. Ayeti : Mütref Tabakanın Toplumların Helak Olmasındaki Rolü
Toplumların Allah (c.c) ye karşı gelmeleri sonucunda helak edildiklerinin haber verildiği ayetlere dikkat ettiğimizde , toplumların helak olmasına öncülük eden bir takım insanların olduklarını görmekteyiz. Bu insanların öne çıkan özelliği, ellerinde maddi güç olması nedeniyle toplumda söz sahibi olmaları , bu güçlerini kullanarak toplumu istedikleri gibi yönlendirme gücüne sahip olmalarıdır. Helakın sona eren bir süreç değil , kıyamete kadar devam edecek bir süreç olduğunu dikkate aldığımızda , toplumlarda her zaman ellerinde bulundurdukları gücü kullanarak, insanları kendilerinin istediği yönde kullanan bu tabakaya karşı ,her zaman teyakkuz halinde olmanın önemi ortaya çıkmaktadır.
Mütref ; "Kendisine geniş nimet ve bolluk verilmiş kimse" anlamındadır.
[017.016] Biz, bir ülkeyi helak etmeyi irade ettiğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine (mütrefihe)' emrederiz, böylelikle onlar onda fesat çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.
İsra s. 16. ayeti , toplumsal bir yasa olan helakın sünnetini bize hatırlatmaktadır. Allah (c.c) bir ülkeyi durup dururken asla helak etmez. Bir ülkenin helak edilmesi , o ülkede yaşayanların helak edilmeyi hak etmesi ile bağlantılıdır. Bu noktanın çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Allah (c.c) nin bir şeyi irade etmesi , kulların fiilleri ile alakalı olup , kul helak olmayı hak edecek fiilleri işlemedikçe Allah (c.c) nin iradesi devreye girmez.
İsra s. 16. ayeti bir toplumu helak olmaya götüren sebeplerden birisi olarak o toplumda "Mütref" olarak ifade edilen kesimin yaptıklarını sebep göstermektedir. Allah (c.c) mütref tabakaya "Fesat çıkarın" şeklinde bir emir değil , "Fesat çıkarmayın" şeklinde bir emir vermekte , fakat bu emir mütref tabaka tarafından geri çevrilerek, emre isyan edilmektedir.
[023.031-33] Sonra onların ardından bir başka insan-kuşağı yaratıp-inşa ettik.Onlara da kendi içlerinden: «Allah'a ibadet edin. O'nun dışında sizin başka ilahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?» (desin) diye içlerinden bir peygamber gönderdik.Onun kavminden, kâfir olup ahirete ulaşmayı inkâr eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler (vetrefnehum): «Bu, dediler, sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer.»
[021.011-13] Biz, zulmeden, ülkelerden nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından bir başka kavmi meydana getirdik. Bizim zorlu-azabımızı hissettikleri zaman, oradan büyük bir hızla uzaklaşıp-kaçıyorlardı.Kaçmayınız, sizi baştan çıkaran nimetlere (ütriftum) ve evlerinize dönünüz ki, sorguya çekileceksiniz!
[011.116] Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri, yeryüzünde fesada engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Kendilerine verilen nimete (ütrifu) karşı haksızlık edenlere uyanlar ise suçlu oldular.
[023.064-67] Sonunda şımarık varlıklılarını (mütrefihim) azabla yakaladığımız zaman feryat ederler. Bugün boşuna feryad etmeyiniz, bizden yardım göremeyeceksiniz. «Âyetlerim size okunduğunda, siz kibirlenerek sırtınızı çevirirdiniz, geceleyin onun aleyhinde ileri geri konuşarak saçmalıyordunuz.»
[034.034] Doğrusu uyarıcı göndermiş olduğumuz her kentin varlıklı kimseleri (mütrefuha), «Biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz» dediler.
[043.023] Senden önce, herhangi bir şehre gönderdiğimiz uyarıcıya, şımarık varlıklıları (mütrefuha) sadece: «Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz» dediler.
[056.041-47] Ashab-ı şimal ki ne ashab-ı şimal! Ne bedbahttır onlar! İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, Ne serin, ne de faydalı olan, kapkara duman tabakası altındadırlar. Çünkü onlar vaktiyle varlık içinde (mütrefine) azıtmışlardı.Büyük günahı işlemekte direnir dururlardı. Ve derlerdi ki: Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeniden diriltileceğiz?
Yukarıdaki "Mütref" kavramının Kur'an geçtiği ayetlere dikkat ettiğimizde , toplum içinde var olan bu tabaka, sadece dünya merkezli bir hayat inancına sahip olması , ve bu hayatta güç ve servet sahibi olmak için hiç bir kural tanımamak esasına kurulu bir hayatı şeçmelerinden ötürü , kendilerine yaşadıkları hayat içinde tabi olmaları gerekli olan kuralları hatırlatan elçileri ret ederek , yaşamlarını sürdürmek istemektedirler. Bu yaşamı sürdürmek adına servetlerini ve güçlerini ortaya koyarak , insanlar üzerinde baskı ortamı meydana getirmek sureti ile onları da yanlarına alarak, kendileri ile birlikte bütün toplumu helaka sürüklemektedirler.
Tarihin her devresinde bulunan bu tabaka , bugün de dünya üzerinde bulunmakta , geçmişteki atalarının yollarını aynen takip ederek , ellerindeki güç ve servetle insanları baskı altında bulundurmakta, ve güçlerine güç katmanın yollarını aramaktadırlar.
Bankalar bu tabakanın elinde bulundurduğu en büyük maddi güç kaynağı olup , dünyanın çeşitli ülkelerinin başında bulunan yöneticilerin bir çoğu, bu banka sahiplerinin istedikleri yöneticiler olup , bu kimseler yönetim ve maddi güçleri ile dünyanın kaderini ellerinde tutmaktadırlar. İstedikleri ülkede ekonomik ve siyasal krizler çıkararak , o ülkenin kaynaklarını iliklerine kadar sömüren bu insanlar , şu anda dünyada yaşanan bütün savaşların baş aktörleridir.
Sebep oldukları savaşlarda meydana gelen insan kaybı ile dünyanın nüfusunu kontrol altında tutmayı amaçlayan bu insanlar , hem bu yolla amaçlarına ulaşırken , hem de ellerinde olan silah sanayisi ile savaşan taraflara silah satarak kazanç sağlamaktadırlar.
Dünyanın çeşitli ülkelerindeki bankalar vasıtası ile ülke içindeki insanları , daha iyi , daha rahat , daha güzel , daha zengin yaşamak adına borç almaya teşvik etmek sureti ile bütün ülke insanını borç yükü altına sokarak , onları çağdaş köleler olarak yaşamaya mahkum eden bu insanlar , ellerini attıkları ülkeleri ekonomik batağa sokarak , o ülkelerin ekonomik yönden helak olmasına sebep olmaktadırlar.
Helak dediğimiz olaylar artık gökten taş yağması şeklinde değil , insanların ve toplumların yapmış oldukları hatalar neticesinde sosyal , ekonomik ve askeri olarak işgale uğramaları şeklinde gerçekleşmektedir. Bu işgali mütref tabaka ve onların mensup olduğu ülkeler eli ile yapılmaktadır.
Yaşadığımız ülkeye baktığımız zaman , insanların kendilerine süslü gösterilen hayata ulaşmak için , ev , araba , tatil , tüketim v.s gibi adlar altında dağıtılan krediler ile, gelecek yılları bankalar tarafından ipotek altına alınmış ve bir nevi gönüllü köle durumuna düşürülmüşlerdir. İnsanların aldığı bu kredileri veren bankaların sahipleri , dünyanın en büyük mütref tabakasına mensup olan kişiler olup , sahipleri Türk olan banka sahipleri de , kredi vermek için aldıkları parayı , bu tabakanın sahip olduğu bankalardan almaktadırlar.
Yani , piramitin dibinde olan halk , lüks yaşam uğruna borçlandığı krediyi, piramitin ortasındaki banka sahiplerinden almakta , bu banka sahipleri ise halka vermek için temin ettikleri krediyi ise , piramitin en tepesinde oturan ve bir elin parmakları kadar sayılı olan dünya mütreflerinin sahip oldukları bankalardan almaktadırlar. Bugün Türkiye genelinde yaşayan milyonlarca kişi bankalara borçlu bulunmakta , bankalar ise verdikleri bu borcu , kökü dışarıda olan daha zengin bankalara borçlanarak temin etmektedirler.
Borçlu yaşam, kişilerin ve toplumların geleceğinin alacaklılar tarafından ipotek altına alınması demektir.
İnsanın bir başka insan tarafından köle edinilmesi , insan onuru ile bağdaşmayan bir durumdur. Geçmişte bu durum en vahşi ve acımasız bir biçimde uygulanmış olup , bu çağda farklı bir boyut kazanarak, insanları köleleştirme uygulaması devam etmektedir. İnsanların bir başkasına borçlu yaşaması , o insanların minnet altında kalması ve özgürlüğünün bağlanması anlamına gelmekte olup , yaşadığımız çağdaki mütref tabaka , elinde bulundurdukları bankalar ile insanları borçlanmaya teşvik eden görsel imkanlarını da seferber ederek, insanları kendilerine köle haline getirmektedirler. Aldığı maaşı önce banka kredisi , kredi kartı gibi ödemelerine ayıran, ve kalanı ile gelecek maaş zamanına kadar yaşamak zorunda kalanların, içine düştükleri durum kölelikten farklı bir durum değildir.
Aynı durum devletler için de geçerlidir. Gelir gider dengesini tutturamayan devletler , başka devletlerden veya bankalardan borç almak zorunda kalmaktadırlar. Bu devletler borç parayı sadece faiz ile vermekle kalmayıp , verdikleri parayı nerede ve nasıl harcamaları gerektiğine dair direktifler de vermektedirler. Borçlanan devlet ise bu borcu ödemek için , halkın sırtına çeşitli vergiler yüklemekte , borcu ödeyemediği zaman ise , kendi kuruluşlarını onlara satarak bu borcu ödeme yoluna gitmektedir.
Söylemek istediklerimiz , Türkiye'nin içinde bulunduğu borç batağına bakıldığında ve zarar ettiği gerekçesi ile yabancılara satılan kuruluşlarımız dikkate alındığında daha kolay anlaşılacaktır.
Bankaların insanların alması için teşvik ettiği kredi çeşitlerine bakıldığında , bu kredilerin tamamen tüketime ve israf ekonomisini körüklemek üzerine kurulu olduğunu görebiliriz. Ellerinde her türlü sanayi ve teknolojik gücü barındıran bu tabaka , vermiş olduğu krediler ile insanların yine kendi ürettikleri ürünleri almasını sağlayarak , hem ürettiklerini satarak kar etmekte , hem de ürettiklerini satmak için verdikleri kredilerden faiz geliri elde ederek çift taraflı kazanç elde etmektedirler.
Bu mütref tabaka, sahip olduğu servet ile "Çağdaş Sihirbazlık" diyebileceğimiz, görsel ve yazılı basını da ellerinde tutmakta , ve insanları istedikleri gibi yönlendirmektedirler. Ak olanı kara , kara olanı ak göstermede mahir sihirbazları vasıtası ile , yaptıkları şeytani işleri örtmekte , insanların dikkatlerini başka yönlere çekerek , dünyanın her tarafında istedikleri oyunu oynamaktadırlar.
Bu tabaka güçlerine güç , servetlerine servet katmak için yaptığı oyunlarla aslında hem kendilerinin , hem de dünyanın büyük bir felakete sürüklenmesinde en büyük rolü oynamaktadırlar. Çünkü yaptıkları şeytanlıklar sonucunda hak edilecek sonuç , hepimizin aynı gemide olması sebebi ile onların da sonunu getirecektir.
Bu kimselerin ellerindeki gücün ve iktidarın gitmesi , insanların bu kimselere olan bağımlılığının en aza indirilmesi ile mümkün olacaktır.
İnsanların ve toplumların bankalar ile olan ilişkisi en aza indirgenmeye başladığında, mütref tabaka için tehlike çanları çalmaya başlamış sayılacaktır. Sihirbazları marifeti ile borçlanmayı güzel gösteren , borçsuz yaşamayı aptallık ve gericilik olarak göstererek, insanları kendilerine köle yapmak sureti ile bir nevi helak olmalarına sebep olan bu tabakanın oyununu bozmak, yine insanların kendi elindedir.
Mütref tabaka tarafından süslü gösterilen dünya hayatına tamah etmeyen bir hayatın yaşanması , insanların kazandıkları ile geçinebilmelerini de beraberinde getirecektir. Kazandığı kadar harcamasını öğrenen insanlar borçlu yaşamaktan kurtularak , aynı zamanda bankalara köle olmaktan da kurtulacaklardır.
Mütref tabakanın insanlara sunduğu hayat tek taraflı ve ahireti hesaba katmayan bir hayat olduğu için , ahiret merkezli bir yaşamın seçilmesi , bu kimseler için sonun başlangıcı olacaktır. Bankalarında para satacak müşteri bulamayanlar , yavaş yavaş kepenkleri indirmeye başlayacak ve büyük bir sıkıntıya düşeceklerdir.
Toplumların helak olmasında önemli role sahip olan mütref tabakanın elindeki imkanların yok edilmesi , insanların helak olmaktan kurtulması anlamına da gelecektir. Bu tabakanın insanlar üzerinde uyguladığı politikalar sonucu , insanlar yaratılma gayelerinden uzaklaşan bir hayat sürmeye başlayarak , dünyevileşme , bu dünyevileşme ise kişisel ve toplumsal bazda helakın önünü açacaktır.
Sonuç olarak : Kur'an ihtiva etmiş olduğu ayetler ile , insanların dünya hayatlarını düzenlemekte , ve bu hayatta Allah (c.c) tarafından verilen talimatlara uygun yaşamayanları bekleyen tehlikeleri, önceki hayatlardan yaşanmış örnekleri ile göstermektedir.
Kendilerine geçici bir süre için verilmiş olan dünya hayatının geçici menfaatine razı olarak ahireti unutan "Mütref" tabakasının , içinde bulunduğu toplumu helak olmaya sürüklemesinin toplumsal bir yasa olduğunu İsra s. 16. ayeti bizlere hatırlatmaktadır.
Helakın bitmeyen ve kıyamete kadar devam edecek bir süreç olduğunu düşündüğümüzde , mütref tabakasının yer yüzünü fesada boğmak için yaptığı bütün şeytanlıklara insan olarak karşı çıkmak ve yaratılış amacımız doğrultusunda bir hayat sürmek , bizleri dünya ve ahirette mutluluğa sevk edecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Mütref ; "Kendisine geniş nimet ve bolluk verilmiş kimse" anlamındadır.
[017.016] Biz, bir ülkeyi helak etmeyi irade ettiğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine (mütrefihe)' emrederiz, böylelikle onlar onda fesat çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.
İsra s. 16. ayeti , toplumsal bir yasa olan helakın sünnetini bize hatırlatmaktadır. Allah (c.c) bir ülkeyi durup dururken asla helak etmez. Bir ülkenin helak edilmesi , o ülkede yaşayanların helak edilmeyi hak etmesi ile bağlantılıdır. Bu noktanın çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Allah (c.c) nin bir şeyi irade etmesi , kulların fiilleri ile alakalı olup , kul helak olmayı hak edecek fiilleri işlemedikçe Allah (c.c) nin iradesi devreye girmez.
İsra s. 16. ayeti bir toplumu helak olmaya götüren sebeplerden birisi olarak o toplumda "Mütref" olarak ifade edilen kesimin yaptıklarını sebep göstermektedir. Allah (c.c) mütref tabakaya "Fesat çıkarın" şeklinde bir emir değil , "Fesat çıkarmayın" şeklinde bir emir vermekte , fakat bu emir mütref tabaka tarafından geri çevrilerek, emre isyan edilmektedir.
[023.031-33] Sonra onların ardından bir başka insan-kuşağı yaratıp-inşa ettik.Onlara da kendi içlerinden: «Allah'a ibadet edin. O'nun dışında sizin başka ilahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?» (desin) diye içlerinden bir peygamber gönderdik.Onun kavminden, kâfir olup ahirete ulaşmayı inkâr eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler (vetrefnehum): «Bu, dediler, sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer.»
[021.011-13] Biz, zulmeden, ülkelerden nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından bir başka kavmi meydana getirdik. Bizim zorlu-azabımızı hissettikleri zaman, oradan büyük bir hızla uzaklaşıp-kaçıyorlardı.Kaçmayınız, sizi baştan çıkaran nimetlere (ütriftum) ve evlerinize dönünüz ki, sorguya çekileceksiniz!
[011.116] Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri, yeryüzünde fesada engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Kendilerine verilen nimete (ütrifu) karşı haksızlık edenlere uyanlar ise suçlu oldular.
[023.064-67] Sonunda şımarık varlıklılarını (mütrefihim) azabla yakaladığımız zaman feryat ederler. Bugün boşuna feryad etmeyiniz, bizden yardım göremeyeceksiniz. «Âyetlerim size okunduğunda, siz kibirlenerek sırtınızı çevirirdiniz, geceleyin onun aleyhinde ileri geri konuşarak saçmalıyordunuz.»
[034.034] Doğrusu uyarıcı göndermiş olduğumuz her kentin varlıklı kimseleri (mütrefuha), «Biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz» dediler.
[043.023] Senden önce, herhangi bir şehre gönderdiğimiz uyarıcıya, şımarık varlıklıları (mütrefuha) sadece: «Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz» dediler.
[056.041-47] Ashab-ı şimal ki ne ashab-ı şimal! Ne bedbahttır onlar! İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, Ne serin, ne de faydalı olan, kapkara duman tabakası altındadırlar. Çünkü onlar vaktiyle varlık içinde (mütrefine) azıtmışlardı.Büyük günahı işlemekte direnir dururlardı. Ve derlerdi ki: Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeniden diriltileceğiz?
Yukarıdaki "Mütref" kavramının Kur'an geçtiği ayetlere dikkat ettiğimizde , toplum içinde var olan bu tabaka, sadece dünya merkezli bir hayat inancına sahip olması , ve bu hayatta güç ve servet sahibi olmak için hiç bir kural tanımamak esasına kurulu bir hayatı şeçmelerinden ötürü , kendilerine yaşadıkları hayat içinde tabi olmaları gerekli olan kuralları hatırlatan elçileri ret ederek , yaşamlarını sürdürmek istemektedirler. Bu yaşamı sürdürmek adına servetlerini ve güçlerini ortaya koyarak , insanlar üzerinde baskı ortamı meydana getirmek sureti ile onları da yanlarına alarak, kendileri ile birlikte bütün toplumu helaka sürüklemektedirler.
Tarihin her devresinde bulunan bu tabaka , bugün de dünya üzerinde bulunmakta , geçmişteki atalarının yollarını aynen takip ederek , ellerindeki güç ve servetle insanları baskı altında bulundurmakta, ve güçlerine güç katmanın yollarını aramaktadırlar.
Bankalar bu tabakanın elinde bulundurduğu en büyük maddi güç kaynağı olup , dünyanın çeşitli ülkelerinin başında bulunan yöneticilerin bir çoğu, bu banka sahiplerinin istedikleri yöneticiler olup , bu kimseler yönetim ve maddi güçleri ile dünyanın kaderini ellerinde tutmaktadırlar. İstedikleri ülkede ekonomik ve siyasal krizler çıkararak , o ülkenin kaynaklarını iliklerine kadar sömüren bu insanlar , şu anda dünyada yaşanan bütün savaşların baş aktörleridir.
Sebep oldukları savaşlarda meydana gelen insan kaybı ile dünyanın nüfusunu kontrol altında tutmayı amaçlayan bu insanlar , hem bu yolla amaçlarına ulaşırken , hem de ellerinde olan silah sanayisi ile savaşan taraflara silah satarak kazanç sağlamaktadırlar.
Dünyanın çeşitli ülkelerindeki bankalar vasıtası ile ülke içindeki insanları , daha iyi , daha rahat , daha güzel , daha zengin yaşamak adına borç almaya teşvik etmek sureti ile bütün ülke insanını borç yükü altına sokarak , onları çağdaş köleler olarak yaşamaya mahkum eden bu insanlar , ellerini attıkları ülkeleri ekonomik batağa sokarak , o ülkelerin ekonomik yönden helak olmasına sebep olmaktadırlar.
Helak dediğimiz olaylar artık gökten taş yağması şeklinde değil , insanların ve toplumların yapmış oldukları hatalar neticesinde sosyal , ekonomik ve askeri olarak işgale uğramaları şeklinde gerçekleşmektedir. Bu işgali mütref tabaka ve onların mensup olduğu ülkeler eli ile yapılmaktadır.
Yaşadığımız ülkeye baktığımız zaman , insanların kendilerine süslü gösterilen hayata ulaşmak için , ev , araba , tatil , tüketim v.s gibi adlar altında dağıtılan krediler ile, gelecek yılları bankalar tarafından ipotek altına alınmış ve bir nevi gönüllü köle durumuna düşürülmüşlerdir. İnsanların aldığı bu kredileri veren bankaların sahipleri , dünyanın en büyük mütref tabakasına mensup olan kişiler olup , sahipleri Türk olan banka sahipleri de , kredi vermek için aldıkları parayı , bu tabakanın sahip olduğu bankalardan almaktadırlar.
Yani , piramitin dibinde olan halk , lüks yaşam uğruna borçlandığı krediyi, piramitin ortasındaki banka sahiplerinden almakta , bu banka sahipleri ise halka vermek için temin ettikleri krediyi ise , piramitin en tepesinde oturan ve bir elin parmakları kadar sayılı olan dünya mütreflerinin sahip oldukları bankalardan almaktadırlar. Bugün Türkiye genelinde yaşayan milyonlarca kişi bankalara borçlu bulunmakta , bankalar ise verdikleri bu borcu , kökü dışarıda olan daha zengin bankalara borçlanarak temin etmektedirler.
Borçlu yaşam, kişilerin ve toplumların geleceğinin alacaklılar tarafından ipotek altına alınması demektir.
İnsanın bir başka insan tarafından köle edinilmesi , insan onuru ile bağdaşmayan bir durumdur. Geçmişte bu durum en vahşi ve acımasız bir biçimde uygulanmış olup , bu çağda farklı bir boyut kazanarak, insanları köleleştirme uygulaması devam etmektedir. İnsanların bir başkasına borçlu yaşaması , o insanların minnet altında kalması ve özgürlüğünün bağlanması anlamına gelmekte olup , yaşadığımız çağdaki mütref tabaka , elinde bulundurdukları bankalar ile insanları borçlanmaya teşvik eden görsel imkanlarını da seferber ederek, insanları kendilerine köle haline getirmektedirler. Aldığı maaşı önce banka kredisi , kredi kartı gibi ödemelerine ayıran, ve kalanı ile gelecek maaş zamanına kadar yaşamak zorunda kalanların, içine düştükleri durum kölelikten farklı bir durum değildir.
Aynı durum devletler için de geçerlidir. Gelir gider dengesini tutturamayan devletler , başka devletlerden veya bankalardan borç almak zorunda kalmaktadırlar. Bu devletler borç parayı sadece faiz ile vermekle kalmayıp , verdikleri parayı nerede ve nasıl harcamaları gerektiğine dair direktifler de vermektedirler. Borçlanan devlet ise bu borcu ödemek için , halkın sırtına çeşitli vergiler yüklemekte , borcu ödeyemediği zaman ise , kendi kuruluşlarını onlara satarak bu borcu ödeme yoluna gitmektedir.
Söylemek istediklerimiz , Türkiye'nin içinde bulunduğu borç batağına bakıldığında ve zarar ettiği gerekçesi ile yabancılara satılan kuruluşlarımız dikkate alındığında daha kolay anlaşılacaktır.
Bankaların insanların alması için teşvik ettiği kredi çeşitlerine bakıldığında , bu kredilerin tamamen tüketime ve israf ekonomisini körüklemek üzerine kurulu olduğunu görebiliriz. Ellerinde her türlü sanayi ve teknolojik gücü barındıran bu tabaka , vermiş olduğu krediler ile insanların yine kendi ürettikleri ürünleri almasını sağlayarak , hem ürettiklerini satarak kar etmekte , hem de ürettiklerini satmak için verdikleri kredilerden faiz geliri elde ederek çift taraflı kazanç elde etmektedirler.
Bu mütref tabaka, sahip olduğu servet ile "Çağdaş Sihirbazlık" diyebileceğimiz, görsel ve yazılı basını da ellerinde tutmakta , ve insanları istedikleri gibi yönlendirmektedirler. Ak olanı kara , kara olanı ak göstermede mahir sihirbazları vasıtası ile , yaptıkları şeytani işleri örtmekte , insanların dikkatlerini başka yönlere çekerek , dünyanın her tarafında istedikleri oyunu oynamaktadırlar.
Bu tabaka güçlerine güç , servetlerine servet katmak için yaptığı oyunlarla aslında hem kendilerinin , hem de dünyanın büyük bir felakete sürüklenmesinde en büyük rolü oynamaktadırlar. Çünkü yaptıkları şeytanlıklar sonucunda hak edilecek sonuç , hepimizin aynı gemide olması sebebi ile onların da sonunu getirecektir.
Bu kimselerin ellerindeki gücün ve iktidarın gitmesi , insanların bu kimselere olan bağımlılığının en aza indirilmesi ile mümkün olacaktır.
İnsanların ve toplumların bankalar ile olan ilişkisi en aza indirgenmeye başladığında, mütref tabaka için tehlike çanları çalmaya başlamış sayılacaktır. Sihirbazları marifeti ile borçlanmayı güzel gösteren , borçsuz yaşamayı aptallık ve gericilik olarak göstererek, insanları kendilerine köle yapmak sureti ile bir nevi helak olmalarına sebep olan bu tabakanın oyununu bozmak, yine insanların kendi elindedir.
Mütref tabaka tarafından süslü gösterilen dünya hayatına tamah etmeyen bir hayatın yaşanması , insanların kazandıkları ile geçinebilmelerini de beraberinde getirecektir. Kazandığı kadar harcamasını öğrenen insanlar borçlu yaşamaktan kurtularak , aynı zamanda bankalara köle olmaktan da kurtulacaklardır.
Mütref tabakanın insanlara sunduğu hayat tek taraflı ve ahireti hesaba katmayan bir hayat olduğu için , ahiret merkezli bir yaşamın seçilmesi , bu kimseler için sonun başlangıcı olacaktır. Bankalarında para satacak müşteri bulamayanlar , yavaş yavaş kepenkleri indirmeye başlayacak ve büyük bir sıkıntıya düşeceklerdir.
Toplumların helak olmasında önemli role sahip olan mütref tabakanın elindeki imkanların yok edilmesi , insanların helak olmaktan kurtulması anlamına da gelecektir. Bu tabakanın insanlar üzerinde uyguladığı politikalar sonucu , insanlar yaratılma gayelerinden uzaklaşan bir hayat sürmeye başlayarak , dünyevileşme , bu dünyevileşme ise kişisel ve toplumsal bazda helakın önünü açacaktır.
Sonuç olarak : Kur'an ihtiva etmiş olduğu ayetler ile , insanların dünya hayatlarını düzenlemekte , ve bu hayatta Allah (c.c) tarafından verilen talimatlara uygun yaşamayanları bekleyen tehlikeleri, önceki hayatlardan yaşanmış örnekleri ile göstermektedir.
Kendilerine geçici bir süre için verilmiş olan dünya hayatının geçici menfaatine razı olarak ahireti unutan "Mütref" tabakasının , içinde bulunduğu toplumu helak olmaya sürüklemesinin toplumsal bir yasa olduğunu İsra s. 16. ayeti bizlere hatırlatmaktadır.
Helakın bitmeyen ve kıyamete kadar devam edecek bir süreç olduğunu düşündüğümüzde , mütref tabakasının yer yüzünü fesada boğmak için yaptığı bütün şeytanlıklara insan olarak karşı çıkmak ve yaratılış amacımız doğrultusunda bir hayat sürmek , bizleri dünya ve ahirette mutluluğa sevk edecektir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
3 Kasım 2016 Perşembe
İsra s. 58. Ayeti : Toplumların Yıkımının Kitap'ta Yazılı Olması ve Helak'ın Kıyamete Kadar Devam Etmesi
Kur'an'ın helak edilen kavimler ile ilgili ayetleri okunduğunda , akla gelen sorulardan bir tanesi de , helak olaylarının devam eden bir süreç olup olmadığı noktasındadır. Helak edildiği haber verilen kavimlerin helak olma sebeplerini, "Sünnetullah" dediğimiz toplumsal yasaların bir sonucu olarak okuduğumuzda, bu sorunun cevabı daha kolay ortaya çıkacak , ve helak'ın hak edişe bağlı olarak kıyamete değin devam edecek olan bir süreç olduğu anlaşılacaktır.
Kur'an'ın geçmiş kavimler ile ilgili olarak yaptığı anlatımlar , sadece o kavmin yaşadığı zamana has olarak sınırlandırılarak okunduğu, ve o kavimlerin başlarına gelen helak olaylarının, Allah c.c tarafından konulan toplumsal yasaların bir sonucu olarak okunmadığı için , helak olaylarının artık son bulduğu şeklinde bazı görüşler ortaya atılmaktadır. İsra s. 58. ayeti , toplumsal yasaların yani Sünnetullah'ın işleyişi hakkında bizlere bilgi veren bir ayet olup, bu yasaların sebep sonuç ilişkisi dahilinde kıyamete değin işleyeceğini haber vermektedir.
[017.058] Hiç bir ülke yoktur ki kıyamet gününden önce Biz orayı helak etmeyelim veya şiddetli bir azaba uğratmayalım. Bu, kitapta yazılıdır.
Bir ülkenin helak edilmesi veya şiddetli bir azaba uğramasının kitap'ta yazılı olmasını , klasik kader anlayışı içinde okuduğumuz zaman , bu ayet doğru anlaşılmış olmayacaktır . Klasik kader anlayışında bir şeyin yazılmış olması , kişilerin ve toplumların iradesinin yok sayılması anlamına gelir ki , böyle bir anlayış Kur'an'dan asla onay almaz.
Allah c.c nin yazması demek , kişi ve toplumların hayatlarının, onlar daha dünyaya gelmeden ipotek altına alınması , yani o yazılana göre bir hayat sürmesi anlamında değildir. Yazılana göre hayat sürmesi demek, kişi ve toplumların yaptıklarında herhangi bir iradelerinin olmaması , kendileri için yazılmış senaryoya göre hareket etmeleri demek olur ki , imtihanın ve bunun sonucunda ahirette kazanılan cennet ve cehennemin anlamı kalmaz.
Allah c.c nin yazması demek , kişi ve toplumların yaşadıkları hayat içinde ne yapacaklarını yazması değil , yaptıklarının karşılığında dünya hayatlarında başlarına gelenlerin bir yasaya tabi olması anlamındadır. Bu noktada Allah c.c nin kullarının yapacaklarını önceden bilip bilmemesi sorusu ortaya çıkacak ve bu soruya kısaca , "Allah c.c kullarının yapacaklarını önceden elbette bilir , onun bilmiş olması ,kullarının yapacakları konusunda iradelerini ipotek alması anlamında değil , hür iradeleri ile yapacaklarını bilmesidir" şeklinde cevap verebiliriz.
"Toplumsal yasa" veya "Sünnetullah" olarak tabir edilen bu durum, en küçük bireyden başlayarak, bireylerden meydana gelen toplumlar için de geçerlidir. Kişi ve toplumların başlarına gelen helak ve azap olayları, "El-kitap" olarak tabir edilen ve hiç bir şeyin eksik bırakılmadığı (Enam s. 38) yasalar kitabında bulunmakta olup , her toplumun hak edişine göre işleyiş göstermektedir.
Hak edişe göre işleyen toplumsal yasaların İsra s. 58. ayetinde beyan edilmiş şekli olan "Helak olmak" veya "Şiddetli azaba uğramak" ile sonuçlanan sebepleri , Kur'an içinde geçmiş kavimlerin kıssaları şeklinde bizlere anlatılmaktadır.
Helak edildiği beyan edilen kavimlerin ortak özellikleri müşrik bir toplum olmalarıdır. Ancak şirk denildiği zaman aklımıza sadece, o kavimlerin tapmış olduğu tahtadan taştan putlar gelmekte, o kavimlerin yaşam sistemlerini kendilerinin oluşturmaları sebebi ile, zaman içinde bu kuralların toplumu fesada uğratması nedeniyle iflas ederek, o kavimlerin helak olmasına sebep olduğu hiç akla gelmemektedir.
Taştan , metalden ve tahtadan yapılmış olan putlar aslında şirk toplumlarının , hayatlarını Allah c.c dışındaki kişi, kurum, ideolojilerden aldıklarının bir göstergesidir. O toplumların hepsi, bu putların canlılıktan nasibi olmadıklarını bilmelerine rağmen , o putlara karşı tazimde bulunmak sureti ile, Allah c.c ye kul olmadıklarını cümle aleme deklere etmekteydiler.
Putlar dün nasıl bu düşünceyi deklere etmek amacı ile kullanılmakta ise , bugün de aynı amaç için kullanılmaktadır. İşitmeyen ve görmeyen putların önünde rüku ve kıyam etmek sureti ile tazimde bulunanların asıl amacı , o putun temsil ettiği düşünceye olan bağlılıklarını göstermektir.
Şirk denilince bir çoğumuzun aklına, sadece dini bir terim, geri kafalı insanların ağzında gezen çağdaş dünyada yeri olmadığı için, artık gündemden kalktığı düşünülen bir kelime gelmektedir. Halbuki bu kavram binlerce yıldır nasıl canlılığını sürdüren , kıyamete değin de canlılığını sürdürerek , insanlığın en önemli sorunu olarak gündemdeki yerini koruyacaktır.
Şirk denildiği zaman aklımıza , Allah c.c nin önerdiği yaşam sisteminin aksine ortaya konulan yaşam sistemleri, ve bu sistemlerin zaman içinde toplumların yıkımına sebep olduğu geldiği takdirde , bu kavram daha güncel bir anlam kazanacaktır.
Helak edilen toplumların işledikleri cürümlerden olan , ölçü ve tartıda haksızlık , deveyi kesmiş olmaları yani insan dışındaki canlı hayatına saygı duymamaları , homoseksüellik gibi örnekler verilen toplumların ortak özellikleri ekonomik ve sosyal hayatlarında Allah c.c yi dışlamış olmalarıdır. Kur'an'da verilen bu örnekler aslında insan hayatının bütününü temsil eden ekonomik ve sosyal yanını göstererek , yaşamlarında yanlış yolda gidenlerin zaman içinde yıkıma uğrayacaklarını göstermektedir.
Biz helak olaylarını peygamber isimleri veya kavimlerinin isimleri ile birlikte , yani Şuayb a.s ın kavmi veya Medyen , Salih a.s ın kavmi veya Semud , Lut a.s kavmi , İbrahim a.s kavmi gibi dile getirmek sureti ile , o kavimlerin işledikleri cürümleri unutarak, o cürümleri işlemenin helaka sebep olduğunu , dolayısı ile bu cürümleri işleyen hangi topluluk olursa olsun hangi zamanlarda yaşarsa yaşasın, belirli zaman içinde yıkıma uğramalarının kaçınılmaz bir son , yani toplumsal bir yasa gereği olduğunu maalesef unutmaktayız.
Helak olaylarını peygamber veya kavim isimleri ile anmak yerine , ölçü ve tartıda hile yaptıkları için helak olanlar , insan dışındaki canlı hayatına saygı duymadıkları için helak olanlar , ahlaksızlık yaptıkları için helak olanlar , insanların mallarını haksız yere gasp ettikleri için helak olanlar , insanlara zulmettikleri için helak olanlar, Allah c.c dışındakilere kul oldukları için helak olanlar şeklinde andığımız zaman , yapılan cürümlerin yanlışlığının o kavimlerin helakına sebep olduğunu daha kolay anlar , ve onların başlarına gelen sonuçların evrensel bir durum arz ettiğini daha kolay anlayabiliriz.
Kur'an'da geçen helak olaylarını, konumuz olan İsra s. 58. ayeti ile ilgisini şu şekilde kurmak , Kur'an kıssalarında anlatılan olayların ve onlara verilen karşılıkların evrensel bir mahiyeti olduğunu gösterebilir.
--- Ölçü ve tartıda haksızlık yaptıkları için, kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz, veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız, hiç bir kişi ve toplum olmayacaktır , bu değişmez bir yasadır.
--- Kendilerinin dışındaki bitki ve canlı hayatına saygı duymadıkları için , kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz, veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız, hiç bir kişi toplum olmayacaktır , bu değişmez bir yasadır.
---Homoseksüellik ve benzeri ahlaksızlıkları işledikleri için , kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz, veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız, hiç bir kişi ve toplum olmayacaktır , bu değişmez bir yasadır.
---Allah dışında kişi , kurum ve ideolojileri rab ve ilah edindikleri için , kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz, veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız, hiç bir kişi ve toplum olmayacaktır , bu değişmez bir yasadır.
---İnsanlara zulmettikleri için , onların mallarını ve canlarını haksız yere gasp ettikleri için , dünyayı fesada boğdukları için , insanları yerlerinden ve yurtlarında ettikleri için, kısacası yasaklanan bütün cürümleri işledikleri için , kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız hiç bir kişi ve toplum yoktur , bu değişmez bir yasadır.
Bu değişmez yasaya , içki içtiği , kumar oynadığı , faiz aldığı , israf ettiği , hırsızlık yaptığı , zina ettiği gibi , daha bir çok yasağı ilave ederek , bu yasakları çiğneyen kişi ve toplumların helak edileceği, veya bu cürümlerin onlara getirdiği zararları mutlaka dünya hayatlarında çekeceklerini ilave edebiliriz.
İsra s. 58. ayeti , bu gibi cürümleri işlemenin sonunda meydana gelecek olan hak edişlerin ne şekilde karşılık bulacağını anlatan bir ayettir.
[029.040] Her birini günahı sebebiyle yakaladık; kimine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini bir çığlık yok etti, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Onlara, Allah zulmetmiyordu, fakat onlar kendilerine yazık ediyorlardı.
Bu bağlamda kavimlerin helak oluş biçimleri de gündeme gelecektir. Ankebut s. 40. ayetinde zikredilen helak biçimleri , helak'ın eğer devam eden bir süreç olmuş olsaydı , insanların başına gökten taş yağması veya onların taş kesilmesi gibi bir son ile meydana gelmesi gerektiği gibi iddialara sebep olmaktadır.
Kavimlerin helak edilme biçimlerinin, din dilinin anlatım üslubu dahilinde anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz. Helak'ın çeşitli yollarla olduğunun anlatılması, o kavimlerin işledikleri cürümlerin ne kadar kötü olduğunun görülmesi için , onların işledikleri cürümlerin kötülüğüne paralel bir helak biçimi ile yaşamlarına son verilmiş olduğu anlatılmaktadır.
Bizim için asıl önemli nokta, onların helak oluş biçimleri değil , onların helak'ının hangi sebeplerden ötürü gerçekleştiği olmalıdır. Helak'ın oluş şekline değil , nedenlerine bakan bir okuma biçimi , insanlığı yok oluşa götüren sebepleri okuyarak , yapılan yanlışları anlayacak ve yanlışların yapılmaması yönünde uyarılarda bulunarak , şahitliğini yerine getirecektir.
Tarihte yapılan savaşlar sonucu sahneden silinen bir çok uygarlıklar olduğu tarih kitaplarından bilinmektedir. Yaptığı savaşlarda karşı tarafın ordusundan daha güçsüz olduğu için yenilerek , tarih sahnesinden silinmek, ordusu zayıf olan bir devlet için toplumsal bir yasadır. Düşmanı hezimete uğratmak için gerekli olan hazırlığı yapan orduların galip gelmesi de toplumsal bir yasadır.
Gelir gider dengesini gözetmeyen bireyin de , gelir gider dengesini gözetmeyen devletin de , yaptığı israftan dolayı helak olması toplumsal bir yasadır. Bu helak kişinin veya devletin başına taş yağması şeklinde değil , kişinin ve o devletin halkının fakir ve muhtaç bir duruma düşmesi ile gerçekleşir. Devletlerin muhtaç duruma düşerek , zengin devletlere el açması , zengin devletlerin fakir devletleri sömürerek onları işgal etmesi ile sonuçlanması, o devletlerin helak olması anlamına gelmektedir.
En yakın örnek olarak komşu ülke Yunanistan bir kaç yıldır büyük bir ekonomik kriz veya Kur'an deyimiyle şiddetli bir azap içindedir. Bu azaba düşme sebebi , gelir gider dengesini gözeten bir mali yapıyı bozmuş olmalarıdır. Bu bozma, ülkenin krize düşmesine sebep olarak , dışarıdan borç almalarına sebep olmuştur. Bu ülke eğer borçlarını ödeyemez durumdan çıkmadığı sürece , her an tehlike altında olacak , toprakları zaman içinde başka ülkeler tarafından talan edilerek helak olacaktır.
Tarihte 700 yıl hüküm sürmüş olan Osmanlı imparatorluğunun yıkılış sebeplerine baktığımızda, bir devletin zaman içinde yapmış olduğu yönetim hataları sebebi ile nasıl dibe doğru battığını , sonunda yıkılarak helak olduğunu görebiliriz. Osmanlı örneğinde bir çok devlet yapmış oldukları hatalardan dolayı, helaka veya şiddetli azaplara layık olmuştur.
Ekonomik , askeri , siyasal ve sosyal bakımdan güçlü olmayan devletlerin zaman içinde yıkıma uğrayarak başka devletler tarafından işgal edilmesi İsra s. 58. ayetinin tecelli etmesi anlamına gelecektir.
Sonuç olarak : İnsanlar ve onların oluşturduğu toplumların , yaşamış oldukları hayat içinde yapmış olduklarından dolayı elde ettikleri artı ve eksi kazanımlar, değişmez toplumsal yasaların bir sonucudur. Kur'an'ın kıssa yollu anlatımlarında adı geçen kavimlerin yapmış oldukları cürümler yüzünden helak edilmiş olduğunu haber verilmesi , o toplumların işlemiş oldukları yüzünden başlarına gelen bir son dur.
Kavimlerin işlemiş oldukları cürümler , hangi zaman , hangi mekan da , hangi topluluk tarafından işlenirse işlensin , toplumsal yasalar gereği o toplum yıkıma uğrayacaktır. Bu nedenle helak sona ermiş bir süreç değil , aksine kıyamete kadar devam edecek bir süreçtir.
Bizlere düşen , Kur'an tarafından haber verilen helak olaylarındaki cürümlerin işlenmesine engel olmaya çalışarak, insan olmanın gereğini yerine getirmeye çalışmak olmalıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.
Kur'an'ın geçmiş kavimler ile ilgili olarak yaptığı anlatımlar , sadece o kavmin yaşadığı zamana has olarak sınırlandırılarak okunduğu, ve o kavimlerin başlarına gelen helak olaylarının, Allah c.c tarafından konulan toplumsal yasaların bir sonucu olarak okunmadığı için , helak olaylarının artık son bulduğu şeklinde bazı görüşler ortaya atılmaktadır. İsra s. 58. ayeti , toplumsal yasaların yani Sünnetullah'ın işleyişi hakkında bizlere bilgi veren bir ayet olup, bu yasaların sebep sonuç ilişkisi dahilinde kıyamete değin işleyeceğini haber vermektedir.
[017.058] Hiç bir ülke yoktur ki kıyamet gününden önce Biz orayı helak etmeyelim veya şiddetli bir azaba uğratmayalım. Bu, kitapta yazılıdır.
Bir ülkenin helak edilmesi veya şiddetli bir azaba uğramasının kitap'ta yazılı olmasını , klasik kader anlayışı içinde okuduğumuz zaman , bu ayet doğru anlaşılmış olmayacaktır . Klasik kader anlayışında bir şeyin yazılmış olması , kişilerin ve toplumların iradesinin yok sayılması anlamına gelir ki , böyle bir anlayış Kur'an'dan asla onay almaz.
Allah c.c nin yazması demek , kişi ve toplumların hayatlarının, onlar daha dünyaya gelmeden ipotek altına alınması , yani o yazılana göre bir hayat sürmesi anlamında değildir. Yazılana göre hayat sürmesi demek, kişi ve toplumların yaptıklarında herhangi bir iradelerinin olmaması , kendileri için yazılmış senaryoya göre hareket etmeleri demek olur ki , imtihanın ve bunun sonucunda ahirette kazanılan cennet ve cehennemin anlamı kalmaz.
Allah c.c nin yazması demek , kişi ve toplumların yaşadıkları hayat içinde ne yapacaklarını yazması değil , yaptıklarının karşılığında dünya hayatlarında başlarına gelenlerin bir yasaya tabi olması anlamındadır. Bu noktada Allah c.c nin kullarının yapacaklarını önceden bilip bilmemesi sorusu ortaya çıkacak ve bu soruya kısaca , "Allah c.c kullarının yapacaklarını önceden elbette bilir , onun bilmiş olması ,kullarının yapacakları konusunda iradelerini ipotek alması anlamında değil , hür iradeleri ile yapacaklarını bilmesidir" şeklinde cevap verebiliriz.
"Toplumsal yasa" veya "Sünnetullah" olarak tabir edilen bu durum, en küçük bireyden başlayarak, bireylerden meydana gelen toplumlar için de geçerlidir. Kişi ve toplumların başlarına gelen helak ve azap olayları, "El-kitap" olarak tabir edilen ve hiç bir şeyin eksik bırakılmadığı (Enam s. 38) yasalar kitabında bulunmakta olup , her toplumun hak edişine göre işleyiş göstermektedir.
Hak edişe göre işleyen toplumsal yasaların İsra s. 58. ayetinde beyan edilmiş şekli olan "Helak olmak" veya "Şiddetli azaba uğramak" ile sonuçlanan sebepleri , Kur'an içinde geçmiş kavimlerin kıssaları şeklinde bizlere anlatılmaktadır.
Helak edildiği beyan edilen kavimlerin ortak özellikleri müşrik bir toplum olmalarıdır. Ancak şirk denildiği zaman aklımıza sadece, o kavimlerin tapmış olduğu tahtadan taştan putlar gelmekte, o kavimlerin yaşam sistemlerini kendilerinin oluşturmaları sebebi ile, zaman içinde bu kuralların toplumu fesada uğratması nedeniyle iflas ederek, o kavimlerin helak olmasına sebep olduğu hiç akla gelmemektedir.
Taştan , metalden ve tahtadan yapılmış olan putlar aslında şirk toplumlarının , hayatlarını Allah c.c dışındaki kişi, kurum, ideolojilerden aldıklarının bir göstergesidir. O toplumların hepsi, bu putların canlılıktan nasibi olmadıklarını bilmelerine rağmen , o putlara karşı tazimde bulunmak sureti ile, Allah c.c ye kul olmadıklarını cümle aleme deklere etmekteydiler.
Putlar dün nasıl bu düşünceyi deklere etmek amacı ile kullanılmakta ise , bugün de aynı amaç için kullanılmaktadır. İşitmeyen ve görmeyen putların önünde rüku ve kıyam etmek sureti ile tazimde bulunanların asıl amacı , o putun temsil ettiği düşünceye olan bağlılıklarını göstermektir.
Şirk denilince bir çoğumuzun aklına, sadece dini bir terim, geri kafalı insanların ağzında gezen çağdaş dünyada yeri olmadığı için, artık gündemden kalktığı düşünülen bir kelime gelmektedir. Halbuki bu kavram binlerce yıldır nasıl canlılığını sürdüren , kıyamete değin de canlılığını sürdürerek , insanlığın en önemli sorunu olarak gündemdeki yerini koruyacaktır.
Şirk denildiği zaman aklımıza , Allah c.c nin önerdiği yaşam sisteminin aksine ortaya konulan yaşam sistemleri, ve bu sistemlerin zaman içinde toplumların yıkımına sebep olduğu geldiği takdirde , bu kavram daha güncel bir anlam kazanacaktır.
Helak edilen toplumların işledikleri cürümlerden olan , ölçü ve tartıda haksızlık , deveyi kesmiş olmaları yani insan dışındaki canlı hayatına saygı duymamaları , homoseksüellik gibi örnekler verilen toplumların ortak özellikleri ekonomik ve sosyal hayatlarında Allah c.c yi dışlamış olmalarıdır. Kur'an'da verilen bu örnekler aslında insan hayatının bütününü temsil eden ekonomik ve sosyal yanını göstererek , yaşamlarında yanlış yolda gidenlerin zaman içinde yıkıma uğrayacaklarını göstermektedir.
Biz helak olaylarını peygamber isimleri veya kavimlerinin isimleri ile birlikte , yani Şuayb a.s ın kavmi veya Medyen , Salih a.s ın kavmi veya Semud , Lut a.s kavmi , İbrahim a.s kavmi gibi dile getirmek sureti ile , o kavimlerin işledikleri cürümleri unutarak, o cürümleri işlemenin helaka sebep olduğunu , dolayısı ile bu cürümleri işleyen hangi topluluk olursa olsun hangi zamanlarda yaşarsa yaşasın, belirli zaman içinde yıkıma uğramalarının kaçınılmaz bir son , yani toplumsal bir yasa gereği olduğunu maalesef unutmaktayız.
Helak olaylarını peygamber veya kavim isimleri ile anmak yerine , ölçü ve tartıda hile yaptıkları için helak olanlar , insan dışındaki canlı hayatına saygı duymadıkları için helak olanlar , ahlaksızlık yaptıkları için helak olanlar , insanların mallarını haksız yere gasp ettikleri için helak olanlar , insanlara zulmettikleri için helak olanlar, Allah c.c dışındakilere kul oldukları için helak olanlar şeklinde andığımız zaman , yapılan cürümlerin yanlışlığının o kavimlerin helakına sebep olduğunu daha kolay anlar , ve onların başlarına gelen sonuçların evrensel bir durum arz ettiğini daha kolay anlayabiliriz.
Kur'an'da geçen helak olaylarını, konumuz olan İsra s. 58. ayeti ile ilgisini şu şekilde kurmak , Kur'an kıssalarında anlatılan olayların ve onlara verilen karşılıkların evrensel bir mahiyeti olduğunu gösterebilir.
--- Ölçü ve tartıda haksızlık yaptıkları için, kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz, veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız, hiç bir kişi ve toplum olmayacaktır , bu değişmez bir yasadır.
--- Kendilerinin dışındaki bitki ve canlı hayatına saygı duymadıkları için , kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz, veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız, hiç bir kişi toplum olmayacaktır , bu değişmez bir yasadır.
---Homoseksüellik ve benzeri ahlaksızlıkları işledikleri için , kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz, veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız, hiç bir kişi ve toplum olmayacaktır , bu değişmez bir yasadır.
---Allah dışında kişi , kurum ve ideolojileri rab ve ilah edindikleri için , kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz, veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız, hiç bir kişi ve toplum olmayacaktır , bu değişmez bir yasadır.
---İnsanlara zulmettikleri için , onların mallarını ve canlarını haksız yere gasp ettikleri için , dünyayı fesada boğdukları için , insanları yerlerinden ve yurtlarında ettikleri için, kısacası yasaklanan bütün cürümleri işledikleri için , kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız hiç bir kişi ve toplum yoktur , bu değişmez bir yasadır.
Bu değişmez yasaya , içki içtiği , kumar oynadığı , faiz aldığı , israf ettiği , hırsızlık yaptığı , zina ettiği gibi , daha bir çok yasağı ilave ederek , bu yasakları çiğneyen kişi ve toplumların helak edileceği, veya bu cürümlerin onlara getirdiği zararları mutlaka dünya hayatlarında çekeceklerini ilave edebiliriz.
İsra s. 58. ayeti , bu gibi cürümleri işlemenin sonunda meydana gelecek olan hak edişlerin ne şekilde karşılık bulacağını anlatan bir ayettir.
[029.040] Her birini günahı sebebiyle yakaladık; kimine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini bir çığlık yok etti, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Onlara, Allah zulmetmiyordu, fakat onlar kendilerine yazık ediyorlardı.
Bu bağlamda kavimlerin helak oluş biçimleri de gündeme gelecektir. Ankebut s. 40. ayetinde zikredilen helak biçimleri , helak'ın eğer devam eden bir süreç olmuş olsaydı , insanların başına gökten taş yağması veya onların taş kesilmesi gibi bir son ile meydana gelmesi gerektiği gibi iddialara sebep olmaktadır.
Kavimlerin helak edilme biçimlerinin, din dilinin anlatım üslubu dahilinde anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz. Helak'ın çeşitli yollarla olduğunun anlatılması, o kavimlerin işledikleri cürümlerin ne kadar kötü olduğunun görülmesi için , onların işledikleri cürümlerin kötülüğüne paralel bir helak biçimi ile yaşamlarına son verilmiş olduğu anlatılmaktadır.
Bizim için asıl önemli nokta, onların helak oluş biçimleri değil , onların helak'ının hangi sebeplerden ötürü gerçekleştiği olmalıdır. Helak'ın oluş şekline değil , nedenlerine bakan bir okuma biçimi , insanlığı yok oluşa götüren sebepleri okuyarak , yapılan yanlışları anlayacak ve yanlışların yapılmaması yönünde uyarılarda bulunarak , şahitliğini yerine getirecektir.
Tarihte yapılan savaşlar sonucu sahneden silinen bir çok uygarlıklar olduğu tarih kitaplarından bilinmektedir. Yaptığı savaşlarda karşı tarafın ordusundan daha güçsüz olduğu için yenilerek , tarih sahnesinden silinmek, ordusu zayıf olan bir devlet için toplumsal bir yasadır. Düşmanı hezimete uğratmak için gerekli olan hazırlığı yapan orduların galip gelmesi de toplumsal bir yasadır.
Gelir gider dengesini gözetmeyen bireyin de , gelir gider dengesini gözetmeyen devletin de , yaptığı israftan dolayı helak olması toplumsal bir yasadır. Bu helak kişinin veya devletin başına taş yağması şeklinde değil , kişinin ve o devletin halkının fakir ve muhtaç bir duruma düşmesi ile gerçekleşir. Devletlerin muhtaç duruma düşerek , zengin devletlere el açması , zengin devletlerin fakir devletleri sömürerek onları işgal etmesi ile sonuçlanması, o devletlerin helak olması anlamına gelmektedir.
En yakın örnek olarak komşu ülke Yunanistan bir kaç yıldır büyük bir ekonomik kriz veya Kur'an deyimiyle şiddetli bir azap içindedir. Bu azaba düşme sebebi , gelir gider dengesini gözeten bir mali yapıyı bozmuş olmalarıdır. Bu bozma, ülkenin krize düşmesine sebep olarak , dışarıdan borç almalarına sebep olmuştur. Bu ülke eğer borçlarını ödeyemez durumdan çıkmadığı sürece , her an tehlike altında olacak , toprakları zaman içinde başka ülkeler tarafından talan edilerek helak olacaktır.
Tarihte 700 yıl hüküm sürmüş olan Osmanlı imparatorluğunun yıkılış sebeplerine baktığımızda, bir devletin zaman içinde yapmış olduğu yönetim hataları sebebi ile nasıl dibe doğru battığını , sonunda yıkılarak helak olduğunu görebiliriz. Osmanlı örneğinde bir çok devlet yapmış oldukları hatalardan dolayı, helaka veya şiddetli azaplara layık olmuştur.
Ekonomik , askeri , siyasal ve sosyal bakımdan güçlü olmayan devletlerin zaman içinde yıkıma uğrayarak başka devletler tarafından işgal edilmesi İsra s. 58. ayetinin tecelli etmesi anlamına gelecektir.
Sonuç olarak : İnsanlar ve onların oluşturduğu toplumların , yaşamış oldukları hayat içinde yapmış olduklarından dolayı elde ettikleri artı ve eksi kazanımlar, değişmez toplumsal yasaların bir sonucudur. Kur'an'ın kıssa yollu anlatımlarında adı geçen kavimlerin yapmış oldukları cürümler yüzünden helak edilmiş olduğunu haber verilmesi , o toplumların işlemiş oldukları yüzünden başlarına gelen bir son dur.
Kavimlerin işlemiş oldukları cürümler , hangi zaman , hangi mekan da , hangi topluluk tarafından işlenirse işlensin , toplumsal yasalar gereği o toplum yıkıma uğrayacaktır. Bu nedenle helak sona ermiş bir süreç değil , aksine kıyamete kadar devam edecek bir süreçtir.
Bizlere düşen , Kur'an tarafından haber verilen helak olaylarındaki cürümlerin işlenmesine engel olmaya çalışarak, insan olmanın gereğini yerine getirmeye çalışmak olmalıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.
14 Ocak 2016 Perşembe
ŞİRK : Toplumların Yıkılışına Sebep Olan Bir Cürüm
Kur'an kıssa yollu anlatımlar ile kendilerine elçi gönderilen bazı kavimlerin helak edildiğini beyan etmektedir , adı geçen bu kavimlerin helak edilmesine sebep olan ortak özelliklerinin Allah (c.c) ye ortak koşmak yani "Şirk" olduğu, kıssalarını okuduğumuz kavimler ile ilgili anlatımlarda görülmektedir. Kavimlerin helak edilmesi hakkında yapılan tartışmalara baktığımızda , bu helak edilmenin devam edip etmeyeceği konusunun gündeme geldiğini ve yapılan tartışmalarda, devam edeceği veya etmeyeceği yönünde iki görüş serdedildiğini, tartışmaların bu boyutta sürdürüldüğünü görmekteyiz.
[035.042-43] Var güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki; kendilerine bir uyarıcı gelecek olursa; muhakkak ki, ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardır. Fakat kendilerine bir uyarıcı gelince; onların sadece nefretlerini artırdı.Yeryüzünde büyüklenerek ve kötü düzen kurarak. Halbuki kötü düzen ancak ehline zarar verir. Öncekilerin sünnetlerini görmezler mi? Sen, Allah'ın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah'ın sünnetinde bir başkalaşma da bulamazsın.
Kur'anın, "Sünnetullah" olarak beyan ettiği yasalarda bir değişme olmayacağını haber vermesini dikkate aldığımızda , bu kavimlerin helak edilmesinin bu yasanın işlemesi sonucu olduğuna göre , helakın evrensel bir yasa olduğu yani devam edecek bir şüreç olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kavimlerin helakı konusunda yapılması gereken tartışmaların , bu helakın devam edip etmeyeceğinden çok , bu kavimleri helaka götüren fiillerin dikkate alınması , ve o fiillerin toplum bazında işlenip işlenmediği konusunda yapılarak, farkındalık yaratılması etrafında yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.
Bu farkındalığın yaratılabilmesi için önce bu kavimlerin yıkılışlarına zemin hazırlayan "Şirk" kavramının insan hayatında nasıl gerçekleştiği, Allah (c.c) tek ilah olarak kabul edilmesinin ne anlama gelmesi gerektiğinin kavranılması gerekmektedir. Müslümanlar olarak bu kavramın bizlerin hayatında artık yeri olmadığı , "Müşrik" adı verilmesi gereken toplulukların bizim dışımızdakiler olması gerektiği gibi bir atalet içinde olmamız , bizleri helak yasasının üzerimizde işleyebileceği korkusunu duyarak yaşamamıza engel olmaktadır.
Helak edilen kavimlerde ortaya çıkan "Şirk" olgusunun , o kavimlerin sadece taştan tahtadan yapılma putlara tapması sonucunda olduğu kanısı , bu kavramın anlam alanının daraltılmasına sebep olacak ve evrensel bir kavram olduğunu örtecektir. O kavimler mutlaka taştan tahtadan putlara tapıyorlardı , ancak onların bu putlara tapmaları , yaşam sistemlerini Allah (c.c) den almak istememelerini ve almadıklarını ilan etmelerinin bir yansıması idi.
Olayı ülkemizde olan bir durum ile örneklendirirsek, söylemek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır. Ülkemizin şehir , ilçe ve köylerinde mevcut bulunan Atatürk heykellerinin önünde veya onun önünde yapılan yapılan saygı duruşlarının kişiyi şirke düşürdüğü söylendiği zaman alınan cevap, "Biz ona tapmıyoruz ki" olacaktır. Verilen bu cevap, "Tapmak" kelimesinin hayat içinde nasıl pratiğe geçtiğinden habersiz olanların verdiği bir cevaptır.
Çünkü o heykelin önünde veya mezarda yapılan saygı duruşu, oradaki kişinin vaz ettiği değerlere sahip çıkmanın ritüele dökülmüş bir göstergesidir. Kişi zımnen, "Senin değerlerine sadığım bunu sana bu şekilde gösteriyorum" mesajını vererek , "Tapmak" kelimesinin anlamına uygun bir hareket sergilemektedir.
Genel geçer inancımızda, kelime i tevhidin dil ile ne kadar çok tekrarlanırsa o kadar fazla sevap alınacağı gibi bir düşünce yerleşik olduğu için , bu kelimenin dilimizden düşmemesi öne çıkarılmış , asıl önemli olan bu kelimenin gereğinin hayat içinde gösterilme şartının aranmamış olması , bizleri büyük bir aldanışa götürmektedir.
Allah (c.c) kendisini bizlere "Rab" ve "İlah" olarak tanıtarak , bu sıfatların gerektirdiği yetkilerin kendisinden başkalarına verilmesini "Şirk" olarak tanımlamaktadır. Bizler bu sıfatları dil ile Allah (c.c) ye has kılarken , hayat içinde başkalarına has kılarak büyük bir çelişki içine düştüğümüzün farkında bile olmadan, iyi bir Müslüman olduğumuz zannederek yaşamaktayız.
Allah (c.c) bizlere, sadece kendisini Rab ve İlah olarak tanıyan bir hayat sürmemizi emretmekle neyi hedeflemektedir ?.
Allah (c.c) yarattığı bütün insanları "Abd" statüsüne tabi tutarak , kendisinin Rab lığını kabul eden bir hayat sürmesi gerektiğini beyan etmektedir. Onun bizim için belirlediği kuralların tamamı kompleks bir şekilde hayata geçirildiği zaman , dünya üzerinde yaşayan bütün canlılar huzur içinde yaşayacaklar ve bu canlılardan olan insan cinsi , hesap gününden sonraki hayatında da ebedi bir huzur içinde yaşayacaktır.
Bizi yaratan ve bizim için neyin iyi , neyin kötü olduğunu bizden daha iyi bilen birisi olarak , üzerimizde tasarruf etme yetkisinin kendisine has kılan Rabbimiz , bizim ona itaatımız karşılığında ,bunu dünya ve ahirette karşılıksız bırakmayacağını vaad etmektedir.
Allah (c.c) yi Rab ve İlah olarak tanıyan bir hayat sürülmesinin dünya hayatındaki karşılığı nedir ?.
Allah (c.c), dünya hayatında yaşayan insanların birbirlerine haksızlık ve zulüm etmeden , karşılıklı haklara riayet eden adalet ve tevhid temelli bir hayat sürmelerini emretmektedir. İnsanların bir arada yaşama ihtiyacının doğurduğu, bir takım kurallara bağlı olma gereğine binaen , bu kuralların ana hatlarını yegane "Rab" ve "İlah" olmasının bir sonucu olarak, Allah (c.c) belirlemektedir . Toplumlar bu kurallara bağlı bir hayat sürdüğü müddetçe , huzur , refah , barış , adalet, mutluluk, bereket v.s gibi kavramların ifade ettiği anlamlar , o toplumların üzerinden eksik olmayacaktır.
Örneğin ; Bir toplumda farklı gelir guruplarına mensup olanların varlığı kaçınılmaz bir olgudur. Allah (c.c) bu farklılığın daha açılmasını değil , en aza indirilmesini öneren düzenlemeler yaparak insanları sadaka , infak , zekat gibi kavramları dikkate alan hayat sürdürerek , onları cimrileşmemeye teşvik ederek , bu vermelerinin karşılığını kat be kat geri ödeyeceğini beyan etmektedir. İnsanların sosyal farklılıklarının birbirlerine düşman olmasına engel olan bu tür emirlerin hayata geçirilmesi sonucunda , toplum içinde huzur ortamı yeşerecektir.
Yaşadığımız dünyaya baktığımızda , dünya gelirinin % 40 lık bölümüne dünya nüfusunun % 1 lik kesiminin sahip olduğunu , dünya nüfusunun % 50 lik kesiminin dünya gelirinin % 1 lik payına sahip olduğunu gördüğümüzde, işin ne kadar vahim bir boyuta geldiği görülecektir.
Açlıktan ölmek durumuna gelen birisinin haram helal demeden yemek için saldıracağını bilen Rabbimizin , içki , domuz eti gibi haram ettiği şeylerin açlık durumunda kalındığında yenilebileceğine dair olan ruhsatı, insanın açlık konusunda ne kadar dirençsiz olduğunun bir kanıtı olarak görülebilir. Gelir adaletsizliğin aç bıraktığı insanlar gün gelip tok olanların elinden ekmeklerini almaya çalıştıkları an o zenginler için helak anı gelmiş olacaktır.
Kur'anda bir çok yerde geçen ,"Sizi rızıklandırdığımız şeylerden" cümlesi ,kişilerin ellerinde olan mal , mülk , evlat gibi geçici malların, aslında kendilerinin değil, emanet olduğunu beyan ederek, bu noktada önemli bir hatırlatmada bulunmaktadır. Dünya hayatında yaşayan insanların hiç birinin elinde olan mülkün gerçek olarak kendilerinin değil , geçici bir süre için metalandırılmak üzere onlara verildiği ve bunlar üzerinde imtihan edilerek , ebedi yurdun hazırlanmasında bu servetin bir araç olduğu hatırlatılarak, hiç kimsenin bunların gerçek sahipliğine soyunmaması istenilmektedir.
Eğer insanlar , bu kuralları kendilerinin belirleyeceklerini iddia ederek , Allah (c.c) yi hayattan çıkarmaya kalktıklarında artık çöküş başlamış sayılacaktır. "Rab" ve "İlah" olmanın sınırlarına giren kural belirlemeyi kendisinin uhdesinde gören insan , kendisinin olmayan şeyleri, başta iktidar olma hakkı olmak üzere sahiplenmeye başlayarak , Allah'tan rol çalmaya kalkarak onun hakkını gasp eden bir konuma geldiğinde , helak sürecinin hızlanmasına sebep olacaktır.
Ahireti ret eden bir düşünce ve yaşam içinde bulunmuş olmaları , helak edilen kavimlerin ortak özelliklerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ahiret inancı olan bir insan dünya hayatında , bir kimseye en küçük bir haksızlık dahi yapmaktan imtina eden bir duruma gelmesi gerekmektedir. Allah (c.c) nin ahiret vaadinde, kötülük işleyenlere bu kötülüklerinin karşılıklarının acı bir biçimde ödetileceğine dair beyanlar mevcut olup, bu beyanlar iman eden birisinin elini kolunu bağlamaktadır.
Ahiret inancından soyutlanmış bir hayat içinde olanlar için artık kırmızı çizgiler kalkmış ,hiç bir kural tanımadan sadece dünya hayatlarını mamur etmek için zayıfı ezen , sadece kendisini düşünen bir insanın dünyaya yapacağı katkı fesat çıkarmaktan başka bir şey olmayacaktır. Böyle insanların yönettiği ve bu insanları destekleyenlerin çoğunlukta olduğu toplumlar için artık dibe doğru çöküş başlamış demektir.
Elçi kıssalarında anlatılan şirk olgusunun pratik hayata nasıl yansıdığının anlatılması , bu kavimlerin helak edilmesine sebep olan amillerin hangi zaman ve mekan içinde yaşayan insanlar tarafında tekrar edildiğinde, aynı helakın gerçekleşeceğini haber vermesi açısından okunması gerektiğini düşünüyoruz.
Salih (a.s) ın kavminin deveyi kesmesi sonucu helak olmasını , insan dışındaki bitki hayvan gibi varlıkların, arz üzerinde en az bizim kadar yaşama hakkı olduğu , bu hak onlara tanınmayarak yok edilmeye çalışıldığı müddetçe , bu yok etme ameliyesi aslında insanın bindiği dalı kesmesi gibi bir eylem olarak insan neslinin yok olmasını da beraberinde getirmesi olarak okumak, bu kıssayı evrensel mesajlar haline dönüştürecektir.
Çünkü insan , kendisini doyuracak olan kendi dışında olan varlıklara muhtaç bir biçimde hayatiyetini sürdürebilir. Bizim menfaatimiz için yaratılmış olan bitki ve hayvan neslini ,su kaynaklarını hoyratça harcadığımız zaman , yarın gıdamızı temin edecek şeyleri bulmakta zorlanarak , birbirimizi yemek zorunda kalmak içten bile değildir.
Şuayb (a.s) ın kavminin helak olmasına sebep olan ölçü ve tartıda adaletsizlik yapmalarını , ekonomik hayatın gereklerini yerine getirmemeleri olarak okuduğumuzda , ekonomi ile ilgili yasaları hayatlarına yanlış olarak uygulayan toplumların helak olmalarının kaçınılmaz olduğu şeklinde okuyarak , yine bu helakın evrensel bir boyutu olduğunu görebiliriz.
Lut (a.s) ın kavminin helak olmasına sebep olan o kavmin fıtratın gerektirdiği cinsellik yerine çarpık ilişkileri tercih ettiğini ve bunun sonucunda başlarına gelenlerin evrensel bir mahiyet arz ettiğini düşünerek okuduğumuzda , bırakın başka yerlere bakmayı, kendi ülkemizde olan ahlaksızlık boyutlarını düşündüğümüzde bu helakın bizler için gerçekleşebileceğini okuyabiliriz.
T.V kanallarında yayınlanan dizilere bakıldığında , o dizilerdeki ana temanın nikahsız ilişkiler ve zina sonucu doğan çocuklar etrafında yoğunlaşarak , bu ilişkilerin artık normal olduğu gibi şuur altına yerleştirmeler yapılmaktadır.
Salih (a.s) kavminin şirki nin insan dışındaki hayatların yaşam hakkı konusunda Allah (c.c) nin değil ,o kavmin melesi nin belirleyici olması şeklinde ortaya çıktığını , Şuayb (a.s) ın kavminin şirkinin , o kavmin ekonomik hayatın gereği olan belirlemeyi Allah (c.c) nin değil , o kavmin melesinin yaptığı , Lut (a.s) kavminin şirkinin , ahlaki kuralları Allah (c.c) nin değil yine o kavmin mele sinin belirleyiciliği olarak görmekteyiz.
Şimdi bunlardan sonra hangimiz ," Bu kavimler sadece taştan tahtadan putlara tapmak sureti ile şirk işledikleri için helak edildiler" şeklinde bir iddiayı ortaya atabilir ?.
Kur'anın kavimlerin helak edilme biçimleri ile ilgili anlattıkları , din dilinin ifade kalıpları dahilinde olduğu için , bu tür helakların artık olmayacağı gibi bir düşünce bizleri yanıltabilir. Tarih boyunca geçmiş olan bir çok devletin yıkılma biçimlerini tetkik ettiğimiz zaman, bizlerin yıkılıştan emin bir hayat geçirmemizi engelleyerek diken üzerinde durmamızı sağlayacaktır.
Bu gün dünya üzerinde belirli zamanlarda çıkan ekonomik krizler ile , kişilerin ve devletlerin zor duruma düşmeleri , daha çok üretmek ve daha çok kazanmak adına işlenen doğa katliamlarının insan bedenine olan etkileri , geçmişteki helak olaylarının tekrarından başka bir şey değildir. Bu hataların önü alınmadığı takdirde , daha şiddetli yıkımların olması kaçınılmaz olacaktır.
Bizler "Din" denilince sadece ritüel ibadetleri , "Şirk" denilince taştan tahtadan putlara tapmayı anladığımız müddetçe , bu din tapınaklarda yaşanan bir din olmaktan öteye geçmeyecektir. Halbuki "Din" denilince kişinin yaşamının her anını kaplayan değerler bütünü , "Şirk" denilince hayatın Allah (c.c) nin vaz ettiği sistem yerine onun kullarının vaz ettiği sistem dairesinde şekillenmesi anlaşılmış olsaydı , yaşadığımız hayatların ne kadar islami olduğu konusunda daha net fikir sahibi olmamız kolaylaşarak , Kur'anın anlattığı helak olaylarının sebepleri dikkate alınarak , onun doğrultusunda hayatlar yaşanmaya gayret edilerek , aynı akıbete uğramamak için gayret edilirdi.
Sonuç olarak ; Kur'an , kavimlerin helak edilmesi ile ilgili bilgileri tarihi bilgiler olsun diye değil , eskilerin yapmış olduğu hataların , onlara neye mal olduğunu haber vererek , o hataların bizler tarafından tekrarlanmamasına ilişkin mesajlar olarak vermektedir. Bizler kıssaları böyle bir bakış açısı ile okuduğumuz zaman , bu kıssalarda anlatılan cürümlerin aynısının bu günde tekrarlanmakta olduğunu görerek, bu tekrarlanmanın sonucu , o kavimlerin başlarına gelenlerin aynısının tekrarlanmaması için gerekli olan tedbirlere yönelme ihtiyacı duyacağız.
Kur'anın "Şirk" kavramı ile ifade etmek istediği net olarak anlaşılamadığı müddetçe , bu tehlikeden emin bir vaziyette geçirilen hayatın hiç beklenmedik bir anında helak gerçekleşerek geri dönüşü olmayan bir yola girilmesi her an mümkündür.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
[035.042-43] Var güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki; kendilerine bir uyarıcı gelecek olursa; muhakkak ki, ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardır. Fakat kendilerine bir uyarıcı gelince; onların sadece nefretlerini artırdı.Yeryüzünde büyüklenerek ve kötü düzen kurarak. Halbuki kötü düzen ancak ehline zarar verir. Öncekilerin sünnetlerini görmezler mi? Sen, Allah'ın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah'ın sünnetinde bir başkalaşma da bulamazsın.
Kur'anın, "Sünnetullah" olarak beyan ettiği yasalarda bir değişme olmayacağını haber vermesini dikkate aldığımızda , bu kavimlerin helak edilmesinin bu yasanın işlemesi sonucu olduğuna göre , helakın evrensel bir yasa olduğu yani devam edecek bir şüreç olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kavimlerin helakı konusunda yapılması gereken tartışmaların , bu helakın devam edip etmeyeceğinden çok , bu kavimleri helaka götüren fiillerin dikkate alınması , ve o fiillerin toplum bazında işlenip işlenmediği konusunda yapılarak, farkındalık yaratılması etrafında yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.
Bu farkındalığın yaratılabilmesi için önce bu kavimlerin yıkılışlarına zemin hazırlayan "Şirk" kavramının insan hayatında nasıl gerçekleştiği, Allah (c.c) tek ilah olarak kabul edilmesinin ne anlama gelmesi gerektiğinin kavranılması gerekmektedir. Müslümanlar olarak bu kavramın bizlerin hayatında artık yeri olmadığı , "Müşrik" adı verilmesi gereken toplulukların bizim dışımızdakiler olması gerektiği gibi bir atalet içinde olmamız , bizleri helak yasasının üzerimizde işleyebileceği korkusunu duyarak yaşamamıza engel olmaktadır.
Helak edilen kavimlerde ortaya çıkan "Şirk" olgusunun , o kavimlerin sadece taştan tahtadan yapılma putlara tapması sonucunda olduğu kanısı , bu kavramın anlam alanının daraltılmasına sebep olacak ve evrensel bir kavram olduğunu örtecektir. O kavimler mutlaka taştan tahtadan putlara tapıyorlardı , ancak onların bu putlara tapmaları , yaşam sistemlerini Allah (c.c) den almak istememelerini ve almadıklarını ilan etmelerinin bir yansıması idi.
Olayı ülkemizde olan bir durum ile örneklendirirsek, söylemek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır. Ülkemizin şehir , ilçe ve köylerinde mevcut bulunan Atatürk heykellerinin önünde veya onun önünde yapılan yapılan saygı duruşlarının kişiyi şirke düşürdüğü söylendiği zaman alınan cevap, "Biz ona tapmıyoruz ki" olacaktır. Verilen bu cevap, "Tapmak" kelimesinin hayat içinde nasıl pratiğe geçtiğinden habersiz olanların verdiği bir cevaptır.
Çünkü o heykelin önünde veya mezarda yapılan saygı duruşu, oradaki kişinin vaz ettiği değerlere sahip çıkmanın ritüele dökülmüş bir göstergesidir. Kişi zımnen, "Senin değerlerine sadığım bunu sana bu şekilde gösteriyorum" mesajını vererek , "Tapmak" kelimesinin anlamına uygun bir hareket sergilemektedir.
Genel geçer inancımızda, kelime i tevhidin dil ile ne kadar çok tekrarlanırsa o kadar fazla sevap alınacağı gibi bir düşünce yerleşik olduğu için , bu kelimenin dilimizden düşmemesi öne çıkarılmış , asıl önemli olan bu kelimenin gereğinin hayat içinde gösterilme şartının aranmamış olması , bizleri büyük bir aldanışa götürmektedir.
Allah (c.c) kendisini bizlere "Rab" ve "İlah" olarak tanıtarak , bu sıfatların gerektirdiği yetkilerin kendisinden başkalarına verilmesini "Şirk" olarak tanımlamaktadır. Bizler bu sıfatları dil ile Allah (c.c) ye has kılarken , hayat içinde başkalarına has kılarak büyük bir çelişki içine düştüğümüzün farkında bile olmadan, iyi bir Müslüman olduğumuz zannederek yaşamaktayız.
Allah (c.c) bizlere, sadece kendisini Rab ve İlah olarak tanıyan bir hayat sürmemizi emretmekle neyi hedeflemektedir ?.
Allah (c.c) yarattığı bütün insanları "Abd" statüsüne tabi tutarak , kendisinin Rab lığını kabul eden bir hayat sürmesi gerektiğini beyan etmektedir. Onun bizim için belirlediği kuralların tamamı kompleks bir şekilde hayata geçirildiği zaman , dünya üzerinde yaşayan bütün canlılar huzur içinde yaşayacaklar ve bu canlılardan olan insan cinsi , hesap gününden sonraki hayatında da ebedi bir huzur içinde yaşayacaktır.
Bizi yaratan ve bizim için neyin iyi , neyin kötü olduğunu bizden daha iyi bilen birisi olarak , üzerimizde tasarruf etme yetkisinin kendisine has kılan Rabbimiz , bizim ona itaatımız karşılığında ,bunu dünya ve ahirette karşılıksız bırakmayacağını vaad etmektedir.
Allah (c.c) yi Rab ve İlah olarak tanıyan bir hayat sürülmesinin dünya hayatındaki karşılığı nedir ?.
Allah (c.c), dünya hayatında yaşayan insanların birbirlerine haksızlık ve zulüm etmeden , karşılıklı haklara riayet eden adalet ve tevhid temelli bir hayat sürmelerini emretmektedir. İnsanların bir arada yaşama ihtiyacının doğurduğu, bir takım kurallara bağlı olma gereğine binaen , bu kuralların ana hatlarını yegane "Rab" ve "İlah" olmasının bir sonucu olarak, Allah (c.c) belirlemektedir . Toplumlar bu kurallara bağlı bir hayat sürdüğü müddetçe , huzur , refah , barış , adalet, mutluluk, bereket v.s gibi kavramların ifade ettiği anlamlar , o toplumların üzerinden eksik olmayacaktır.
Örneğin ; Bir toplumda farklı gelir guruplarına mensup olanların varlığı kaçınılmaz bir olgudur. Allah (c.c) bu farklılığın daha açılmasını değil , en aza indirilmesini öneren düzenlemeler yaparak insanları sadaka , infak , zekat gibi kavramları dikkate alan hayat sürdürerek , onları cimrileşmemeye teşvik ederek , bu vermelerinin karşılığını kat be kat geri ödeyeceğini beyan etmektedir. İnsanların sosyal farklılıklarının birbirlerine düşman olmasına engel olan bu tür emirlerin hayata geçirilmesi sonucunda , toplum içinde huzur ortamı yeşerecektir.
Yaşadığımız dünyaya baktığımızda , dünya gelirinin % 40 lık bölümüne dünya nüfusunun % 1 lik kesiminin sahip olduğunu , dünya nüfusunun % 50 lik kesiminin dünya gelirinin % 1 lik payına sahip olduğunu gördüğümüzde, işin ne kadar vahim bir boyuta geldiği görülecektir.
Açlıktan ölmek durumuna gelen birisinin haram helal demeden yemek için saldıracağını bilen Rabbimizin , içki , domuz eti gibi haram ettiği şeylerin açlık durumunda kalındığında yenilebileceğine dair olan ruhsatı, insanın açlık konusunda ne kadar dirençsiz olduğunun bir kanıtı olarak görülebilir. Gelir adaletsizliğin aç bıraktığı insanlar gün gelip tok olanların elinden ekmeklerini almaya çalıştıkları an o zenginler için helak anı gelmiş olacaktır.
Kur'anda bir çok yerde geçen ,"Sizi rızıklandırdığımız şeylerden" cümlesi ,kişilerin ellerinde olan mal , mülk , evlat gibi geçici malların, aslında kendilerinin değil, emanet olduğunu beyan ederek, bu noktada önemli bir hatırlatmada bulunmaktadır. Dünya hayatında yaşayan insanların hiç birinin elinde olan mülkün gerçek olarak kendilerinin değil , geçici bir süre için metalandırılmak üzere onlara verildiği ve bunlar üzerinde imtihan edilerek , ebedi yurdun hazırlanmasında bu servetin bir araç olduğu hatırlatılarak, hiç kimsenin bunların gerçek sahipliğine soyunmaması istenilmektedir.
Eğer insanlar , bu kuralları kendilerinin belirleyeceklerini iddia ederek , Allah (c.c) yi hayattan çıkarmaya kalktıklarında artık çöküş başlamış sayılacaktır. "Rab" ve "İlah" olmanın sınırlarına giren kural belirlemeyi kendisinin uhdesinde gören insan , kendisinin olmayan şeyleri, başta iktidar olma hakkı olmak üzere sahiplenmeye başlayarak , Allah'tan rol çalmaya kalkarak onun hakkını gasp eden bir konuma geldiğinde , helak sürecinin hızlanmasına sebep olacaktır.
Ahireti ret eden bir düşünce ve yaşam içinde bulunmuş olmaları , helak edilen kavimlerin ortak özelliklerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ahiret inancı olan bir insan dünya hayatında , bir kimseye en küçük bir haksızlık dahi yapmaktan imtina eden bir duruma gelmesi gerekmektedir. Allah (c.c) nin ahiret vaadinde, kötülük işleyenlere bu kötülüklerinin karşılıklarının acı bir biçimde ödetileceğine dair beyanlar mevcut olup, bu beyanlar iman eden birisinin elini kolunu bağlamaktadır.
Ahiret inancından soyutlanmış bir hayat içinde olanlar için artık kırmızı çizgiler kalkmış ,hiç bir kural tanımadan sadece dünya hayatlarını mamur etmek için zayıfı ezen , sadece kendisini düşünen bir insanın dünyaya yapacağı katkı fesat çıkarmaktan başka bir şey olmayacaktır. Böyle insanların yönettiği ve bu insanları destekleyenlerin çoğunlukta olduğu toplumlar için artık dibe doğru çöküş başlamış demektir.
Elçi kıssalarında anlatılan şirk olgusunun pratik hayata nasıl yansıdığının anlatılması , bu kavimlerin helak edilmesine sebep olan amillerin hangi zaman ve mekan içinde yaşayan insanlar tarafında tekrar edildiğinde, aynı helakın gerçekleşeceğini haber vermesi açısından okunması gerektiğini düşünüyoruz.
Salih (a.s) ın kavminin deveyi kesmesi sonucu helak olmasını , insan dışındaki bitki hayvan gibi varlıkların, arz üzerinde en az bizim kadar yaşama hakkı olduğu , bu hak onlara tanınmayarak yok edilmeye çalışıldığı müddetçe , bu yok etme ameliyesi aslında insanın bindiği dalı kesmesi gibi bir eylem olarak insan neslinin yok olmasını da beraberinde getirmesi olarak okumak, bu kıssayı evrensel mesajlar haline dönüştürecektir.
Çünkü insan , kendisini doyuracak olan kendi dışında olan varlıklara muhtaç bir biçimde hayatiyetini sürdürebilir. Bizim menfaatimiz için yaratılmış olan bitki ve hayvan neslini ,su kaynaklarını hoyratça harcadığımız zaman , yarın gıdamızı temin edecek şeyleri bulmakta zorlanarak , birbirimizi yemek zorunda kalmak içten bile değildir.
Şuayb (a.s) ın kavminin helak olmasına sebep olan ölçü ve tartıda adaletsizlik yapmalarını , ekonomik hayatın gereklerini yerine getirmemeleri olarak okuduğumuzda , ekonomi ile ilgili yasaları hayatlarına yanlış olarak uygulayan toplumların helak olmalarının kaçınılmaz olduğu şeklinde okuyarak , yine bu helakın evrensel bir boyutu olduğunu görebiliriz.
Lut (a.s) ın kavminin helak olmasına sebep olan o kavmin fıtratın gerektirdiği cinsellik yerine çarpık ilişkileri tercih ettiğini ve bunun sonucunda başlarına gelenlerin evrensel bir mahiyet arz ettiğini düşünerek okuduğumuzda , bırakın başka yerlere bakmayı, kendi ülkemizde olan ahlaksızlık boyutlarını düşündüğümüzde bu helakın bizler için gerçekleşebileceğini okuyabiliriz.
T.V kanallarında yayınlanan dizilere bakıldığında , o dizilerdeki ana temanın nikahsız ilişkiler ve zina sonucu doğan çocuklar etrafında yoğunlaşarak , bu ilişkilerin artık normal olduğu gibi şuur altına yerleştirmeler yapılmaktadır.
Salih (a.s) kavminin şirki nin insan dışındaki hayatların yaşam hakkı konusunda Allah (c.c) nin değil ,o kavmin melesi nin belirleyici olması şeklinde ortaya çıktığını , Şuayb (a.s) ın kavminin şirkinin , o kavmin ekonomik hayatın gereği olan belirlemeyi Allah (c.c) nin değil , o kavmin melesinin yaptığı , Lut (a.s) kavminin şirkinin , ahlaki kuralları Allah (c.c) nin değil yine o kavmin mele sinin belirleyiciliği olarak görmekteyiz.
Şimdi bunlardan sonra hangimiz ," Bu kavimler sadece taştan tahtadan putlara tapmak sureti ile şirk işledikleri için helak edildiler" şeklinde bir iddiayı ortaya atabilir ?.
Kur'anın kavimlerin helak edilme biçimleri ile ilgili anlattıkları , din dilinin ifade kalıpları dahilinde olduğu için , bu tür helakların artık olmayacağı gibi bir düşünce bizleri yanıltabilir. Tarih boyunca geçmiş olan bir çok devletin yıkılma biçimlerini tetkik ettiğimiz zaman, bizlerin yıkılıştan emin bir hayat geçirmemizi engelleyerek diken üzerinde durmamızı sağlayacaktır.
Bu gün dünya üzerinde belirli zamanlarda çıkan ekonomik krizler ile , kişilerin ve devletlerin zor duruma düşmeleri , daha çok üretmek ve daha çok kazanmak adına işlenen doğa katliamlarının insan bedenine olan etkileri , geçmişteki helak olaylarının tekrarından başka bir şey değildir. Bu hataların önü alınmadığı takdirde , daha şiddetli yıkımların olması kaçınılmaz olacaktır.
Bizler "Din" denilince sadece ritüel ibadetleri , "Şirk" denilince taştan tahtadan putlara tapmayı anladığımız müddetçe , bu din tapınaklarda yaşanan bir din olmaktan öteye geçmeyecektir. Halbuki "Din" denilince kişinin yaşamının her anını kaplayan değerler bütünü , "Şirk" denilince hayatın Allah (c.c) nin vaz ettiği sistem yerine onun kullarının vaz ettiği sistem dairesinde şekillenmesi anlaşılmış olsaydı , yaşadığımız hayatların ne kadar islami olduğu konusunda daha net fikir sahibi olmamız kolaylaşarak , Kur'anın anlattığı helak olaylarının sebepleri dikkate alınarak , onun doğrultusunda hayatlar yaşanmaya gayret edilerek , aynı akıbete uğramamak için gayret edilirdi.
Sonuç olarak ; Kur'an , kavimlerin helak edilmesi ile ilgili bilgileri tarihi bilgiler olsun diye değil , eskilerin yapmış olduğu hataların , onlara neye mal olduğunu haber vererek , o hataların bizler tarafından tekrarlanmamasına ilişkin mesajlar olarak vermektedir. Bizler kıssaları böyle bir bakış açısı ile okuduğumuz zaman , bu kıssalarda anlatılan cürümlerin aynısının bu günde tekrarlanmakta olduğunu görerek, bu tekrarlanmanın sonucu , o kavimlerin başlarına gelenlerin aynısının tekrarlanmaması için gerekli olan tedbirlere yönelme ihtiyacı duyacağız.
Kur'anın "Şirk" kavramı ile ifade etmek istediği net olarak anlaşılamadığı müddetçe , bu tehlikeden emin bir vaziyette geçirilen hayatın hiç beklenmedik bir anında helak gerçekleşerek geri dönüşü olmayan bir yola girilmesi her an mümkündür.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
4 Ekim 2015 Pazar
Elçilerin ve Kitapların Toplumların Hayatındaki Rolleri
İnsan, fıtratı gereği birlikte yaşamaya ihtiyaç duyan bir yaratılışa sahiptir. Birlikte yaşama ihtiyacı içinde olan insanların bu yaşamlarında birbirlerine karşı olan hak ve sorumluluklarının belirli kurallara bağlı olması gayet doğal hatta ihtiyaçtır. İnsanlık tarihini kısaca özetleyecek olursak , bu kuralların kim tarafından belirlenmesi gerektiği noktasında yapılan mücadeleden ibaret olduğunu söyleyebiliriz.
[002.213] İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak nebileri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.
Bakara s. 213. ayeti , elçi ve kitapların gönderiliş sebebini ve bu göndermeler sonucunda gelişen olayları beyan etmektedir.
[051.056] Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Zariyat s. 51. ayeti , bizlerin yaratılış amacını açıklamaktadır. "Kulluk" denilince sadece bir takım ritüeller ile bu kulluğun yansıtılmasının gerektiğinin anlaşılması sonucunda maalesef şu anda yaşadığımız din sadece bir tapınak dini olarak kabul görülmüş ve ona göre bir yaşayış içine girilmiştir. Bu gün bir çok insan dinin sadece ritüel boyuta indirgenilmesinden duydukları rahatsızlıkları , bu dini hepten terkederek göstermektedirler.
Maalesef , bizler bu dinin evrensel söylemini dile getirmekte aciz kaldığımız için , bir çok kişi kendisini "Dinsiz" olarak lanse etmekten çekinmemektedir , halbuki "Dinsiz" olma iddiası nın da bir "Din" olduğunu bilmeyen bu insanlar, İslam dinini terkedip başka dinlere yelken açmakla "Dinsiz" bir hayata geçtikleri zannetmektedir , ne acıdır ki bu insanlar "Dinsiz" bir hayatın asla olamayacağını bilmemektedirler.
"Din", kişinin seçtiği yaşam tarzını belirleyen bir kavram olup sadece İslam , Hıristiyanlık , Yahudilik , Budizm , Hinduizm v.s gibi isimlerle değil , Kapitalizm, Marksizm , Futbol , Parti , Deizm gibi isimler altında toplanmak bir çeşit dini düşünce anlamına gelmektedir.
[016.002] Allah, melekleri Kendi tarafından bir vahiy ile kullarından dilediği kimselere, «Benden başka tanrı yoktur. Bana karşı gelmekten sakının!» diye uyarmak üzere gönderir.
Nahl s. 2 ve benzeri ayetlerde , elçilerin gönderiliş amacının tek bir ilah olan Allah (c.c) kulluk olduğu belirtilmektedir. "İlah" ve "Kul" kavramları bu noktada iki önemli kavram haline gelmektedir.
Arapça orjinali ,"Abd" olan bu kelime sözlükte "Kendini alçaltıp , kibrini ve gururunu kırıp bunu göstermek" anlamındadır.
Bu kelime Kur'an öncesi arap dilinde , genellikle savaşlar sonucunda esir alınan ve galip taraftan birisi tarafından hizmet amacı ile kullanılan kişiler için kullanılmaktaydı. Böyle durumda olan bir kişi , sahibine karşı herhangi bir isyan türü eylemde bulunamaz sadece verilen emirleri uygular , sahibinin emirlerine karşı eylemlerde bulunduğu takdirde cezaya çarptırılmayı hak ederdi.
Kur'an ,"Abd" kelimesine ıstılahi bir anlam yükleyerek , yaratılan bütün insanların "Abd" statüsüne tabi olduğunu beyan ederek herkesi tek bir sınıf altında toplamıştır. Yeryüzünde yaşayan insanların bir çoğunun "Sınıfsız toplum" sloganı ile, bir takım ideolojiler altında toplandığını ve bu toplumu oluşturmak için nice kanlar döküldüğünü hatırlayacak olursak , insanların en muzdarip olduğu durum, kendisi gibi birisinin ondan farklı bir sınıfta olması ve onun emirlerine uymak zorunda kalmasıdır.
Kur'an bu meseleyi kökten hallederek bütün insanların "Kul" statüsüne tabi olduğunu beyan ederek , kimsenin bu statü haricinde başka bir rütbe takmaya soyunmamasını istemiştir. Binlerce yıldır insanların mücadele ettikleri "Sınıfsız toplum" hayali , Kur'anın insanlara önerdiği sistemin temelini teşkil etmektedir.
Bir şekilde İnsanların başında "Yönetici" sıfatı ile olan kimseler dahi bu sıfatlarını kullanırken Allah (c.c) den bağımsız olarak kullanmamakta , onun çizgilerini belirlediği hükümler çerçevesinde zaman ve mekan şartlarına göre hükümler ihdas ederek "Kul" olma bilincini ayakta tutmaktadırlar. Yöneticiler şayet bu bilinçden uzak olarak bir yönetim sergiledikleri takdirde durum farklı bir mecraya girmektedir. İslam toplumunda yönetici olan bir kimse, aldığı kararların temelinin Kur'an onaylı olmasına dikkat etmek zorundadır , şayet buna dikkat etmez ise onun yaptığı işin adı "Tağut" luktur.
"Kula kul olmak" deyimi işte burada devreye girmiş ve kendisi "Kul" statüsünde olan birisi, kendisi gibi olan insanları kendisine kul olmaya çağırmaktadır.
"İlah" kavramı insanlık için önemli kavramlardan birisi olup , " Kulluk edilen şey" anlamına gelmektedir. Allah (c.c) gönderdiği elçi ve kitaplar da, bu sıfatın kendisine ait olduğunu , başka kimse tarafında asla kullanılamayacağını , bu sıfatı kullanmanın ve bu sıfatı kullananlara tabi olmanın adına, "Şirk" diyerek bunun cezasının çok şiddetli olacağını haber vermektedir.
"Tağut" kavramı "azmak ve haddi aşmak" anlamında bir kelime olup , İlah kavramı ile iç içedir , Allah (c.c) dışında ilahlığa soyunan her türlü unsura verilen bir isim olarak Kur'an literatüründe yerini almıştır.
Neden tek ilah olarak sadece Allah (c.c) olması gerekmektedir ?.
[030.028] Sizin için kendi nefislerinizden misal irâd verdi. Sizi merzûk ettiğimiz şeyde sizin için sağ ellerinizin maliki olduğu (köle ve cariye) gibi şeylerden ortak olanları var mıdır ki, onda siz müsavî olasınız? Kendi nefislerinizden korktuğunuz gibi onlardan da korkasınız? İşte böyle âyetleri âkilâne düşünürler olan bir kavim için mufassalan bildiririz.
İlah-kul ilişkisinin misal ile anlatılmasının en güzel örneklerinden birisi olan bu ayette , nuzül dönemi insanının yaşantısında geçerli olan , efendi -köle arasında ki ast-üst ilişkisine dikkat çekilerek Allah (c.c) , "Siz insan olduğunuz halde elinizin altında olan köleleriniz ile dahi eşit tutulmaya razı olmuyorken siz beni nasıl benden daha aşağıda birisi ile eşit tutarsınız" buyurarak akletmelerini istemektedir.
[021.022] Eğer o ikisinde (gökler ile yerde) Allah'tan başka ilâhlar olsa idi elbette ikisi de fesada uğramış olurdu. Binaenaleyh Arş'ın rabbi olan Allah Teâlâ. Onların vasfettikleri şeylerden münezzehtir.
Bu ayet, içinde yaşadığımız dünyadaki fesadın va huzursuzluğun sebebini açıklayan bir ayet olarak karşımızda durmaktadır.
Allah (c.c), tarih boyunca göndermiş olduğu elçi ve kitaplarda , insanların yaşamları içinde tabi olacağı kuralları beyan etme yetkisinin sadece kendisine ait olması gerektiğini bildirmiştir. Peki bu yetkinin kendisinde olmasını gerektiren sebebler nelerdir ?.
Allah (c.c) her şeyin yaratıcısı ve yüce kudret sahibi olması nedeniyle yarattıklarının tabi olması gereken kuralları belirleme yetkisine sahiptir. Bir dünya düşünelim ki , yaşayan bütün insanlar sadece tek bir İlahın belirlediği kuralllar dahilinde ortaya koyulan bir sistemin kurallarına uyarak yaşamaktalar , bu İlah bir insanın başka bir insanın hakkını gasb etmek gibi bir eylem içine girildiği zaman bunu hem dünyada belirlenen cezalar ile caydırıyor , hem de ahirette vaad ettiği cezalar ile bunu pekiştiriyor , veya bir insana yapılan iyiliğe bunun kat kat fazlasını karşılık olarak vereceğini vaad ederek böyle yaşamayı teşvik ediyor.
Dünyanın böyle bir sistem ile yönetildiğini ve içinde yaşadığımız dünyadaki fesad ortamını düşündüğümüz zaman , Enbiya s. 22. ayetinde başka ilahlar olması neticesinde ortaya çıkacak fesad ortamını anlamak kolaylaşacaktır.
Enbiya s. 22. ayetini düz bir okuma ile okumak , sanki göklerde ve yerde Allah (c.c) dışında başka ilahlar olduğu takdirde kurgu filmlerdeki gibi ilahlar savaşı şeklinde bir savaşı akla getirebilir. Halbuki Allah (c.c) dışında birilerinin kendisi gibi olan insanları yönetmeye kalkması yani ilahlığa soyunması, onun boyundan büyük işleri kalkışması anlamına gelecektir. Boyundan büyük işlere kalkan insanoğlu , bu işi yüzüne gözüne bulaştırarak yaşadığı toprakları fesada boğarak yönetme iddiasında olduğu insanların hayatlarını, onlara zulmetmek sureti ile cehenneme çevirecektir.
Elçiler ve kitaplar ile önerilen sistem evrensel mi dir ?.
Bu gün önümüzde duran en önemli sorun , Allah (c.c) nin önerdiği sistemin uygulanabilir olup olmadığı konusundadır. Sorun , elimizde olan Kur'anın yaşadığımız hayatın gerçeklerine dair bir önermesinin olup olmadığı ve bu önermenin ne kadar doğru ve gerçekçi olduğu konusunda düğümlenmektedir.
Maaleseftir ki elimizdeki kitaba karşı geliştirilen bakış açıları , onun tapınak dininin bir kitabı, bazılarımızın kafasındaki yerleşik ama yanlış olan din algısının onaylatılmasına yarayan bir kitap , bazılarımızda da sadece indiği zaman çerçevesinde olan insanlara hitap eden yani tarihsel bir kitap olduğu , bazılarımızda da gereksiz bir kitap olduğu şeklindedir.
Allah (c.c) ileriyi göremeyen , bu gün veya yarın gelinecek yaşam şartlarını tahmin edemeyen birisi olarak mı böyle bir kitabı gönderdi ?.
Allah (c.c) yarattığı insanların belli bir zamana kadar kendisinin indirdiği kitaplardaki hükümler ile yönetildikten sonra , o kitaplar yaşanılan çağın gereklerine yetersiz geldiği için , "bundan sonra başınızın çaresine bakın benden bu kadar" mı dedi ?.
Her iki soruya verilecek cevap "Hayır" olacaktır ama , bu Kitabın yaşanan hayata dair söylemi nedir? , özellikle ekonomik , sosyal ve hukuki kuralların bu gün için uygulama imkanı varmı dır ? gibi soruların cevabının verilmesi gerekmektedir.
Kur'ana baktığımız zaman yaşadığımız hayata dair olan ekonomik ve hukuksal emir , yasak ve uygulamaların ana hatlarının çizildiğini görmekteyiz. Kur'an içindeki günlük hayat içinde gerekli olan ihtiyaçlara dair olan uygulamalar sadece indiği zaman için geçerli olan uygulamalar değildir.
Özellikle "Sadece Kur'an" söylemini dile getirerek , neredeyse ayakkabı bağlama hakkındaki hükmün bile Kur'anda olduğunu veya olması gerektiğini savunan bazı kimselerin, bu düşüncelerinin havada kalan ayakları yere basmayan bir düşünce olduğunu anlayarak hepten Kur'anı terk ederek deist düşünceye doğru yelken açtıklarını görmekteyiz.
Kabahat Kur'anda mı?, yoksa "Herşey Kur'anda var" diyerek olmadığını görenlerde mi ?.
"Kabahat Kur'an da dır" demek haşa Allah (c.c) ye karşı bir isyan sözünden başkası olamaz , o zaman kabahat Kur'ana olan yanlış yaklaşım sonucu duvara toslayarak deist düşünceye dalanlardadır.
Öyleyse , "Kur'an nasıl bir kitap ve ona karşı nasıl bir bakış açısı içinde olmalıyız?" sorusuna cevap vermeye çalışmak zorundayız.
Kur'an yaşanan hayata dair önermelerini en ince ayrıntılarına kadar yapmaz , ana hatlarını çizerek , evrensel bir hitap olma özelliğini kaybetmez , peki bunu nasıl yapar?.
Dünya üzerinde yaşayan bütün insanların yaşadığı bu mekanın geçici bir mekan , asıl ebedi yurdun "Ahiret" olduğunu hatırlatarak , bütün yaşamın ahiret endeksli olmasını önerir. Dünyada yapılan en küçük iyilik ve kötülüğün kaybolmayacağını defaatle hatırlatarak yaptıklarımıza dikkat etmemizi ister. Herkesin başına bir polis dikmenin mümkün olmadığı için olayı "Vicdan polisi" şeklinde bir polis kuvvetine havale eder ki, bu yöntemle kişiler kendi polislikleri yapmak zorunda kalırlar.
"Vicdan polisi" nin devre dışı bırakıldığı durumlarda, gerçek polis kuvveti devreye girerek insanları bu yaptıklarını engeller veya cezalandırır. Allah (c.c) birlikte yaşamanın bir gerçeği olan bu cezalandırma yönteminin kurallarını en ince ayrıntısına kadar değil , hırsızlık , zina , iftira , katl , fesad gibi cezalar örneğinde göstererek nasıl bir mantıkla ceza yöntemi uygulanacağını gösterir.
Kur'anda cezasını bulamadığımız herhangi bir suç türüne verilecek cezayı , Kur'anda ki önerilmiş olan cezalar dikkate alınarak hukukçular tarafından belirlenecektir, bu durum kitabın evrenselliğini beraberinde getirmektedir.
Sorun Kitap ta değil, Kitaba uyması zor gelenlerdedir.
Bu gün karşımızda olan sorunlardan birisi de , yaşanan dünyaya adapte olan Müslümanların yaşadığı hayatı red etmeyen bir din hayal etmeleridir. Müslüman olduğunu iddia eden bir kısım insan, kendisi İslam'ın kurallarına uymak yerine İslam'ın kurallarının kendisine uymasını istemektedir.
İş hayatı nedeniyle yoğun bir koşturmaca içine giren insanlar , bu hayat içinde dinin kendilerine emrettiği namaz uygulamasını delmek için namaz konusunda farklı düşünceler içine girerek namazı hayattan çıkarmak noktasında, yapılan yanlışları kalkan edinerek namazı hepten hayat içinden çıkarma yollarını aramaya girmişler ve bu çıkarma işini Kur'andan onay alarak !!!! yapmaya çalışmaktadır.
Kadın için emredilen örtünme emri , yine iş hayatı içinde örtünmenin bazı sıkıntılar doğurması nedeniyle ,Kur'andan onay almak !!! suretiyle böyle bir emrin olmadığı sonucuna varılmış ve bu emir delinmiştir.
Ekonomik hayatta faiz, kişilerin ve ülkelerin sömürülmesine kapı açan en önemli faktör olup , Kur'an bunu yasaklamıştır. Yaşadağımız hayat içinde kapitalist bir sistemin hakim olması nedeniyle faiz bu sistemin temelini teşkil etmekte ve faiz olgusunun kalkması kapitalizm'in sonunu getirecek en büyük etkendir. Müslümanların bile kapitalist bir hayata adapta olmuş olmaları bu haramlılığın en başta karşı gelen gurubu olarak bizleri oluşturmuştur.
Allah (c.c) nin yasakladığı bir işlem dünya gerçeklerine uymadığı için haram olmaması gerektiği şeklinde bir düşünceye bir kısım müslümanların düşmüş olması bizim geldiğimiz noktanın neresi olduğunu göstermesi bakımında ibret vericidir.
Bu gün ülkemizde yönetim sistemi Kur'an ile uyuşmayan bir yapı içinde olup , bu sistemi yönetenlerin Müslüman kimliğine sahip olmuş olmaları sistemin sahiplenilmesi gerektiği noktasında bazı yaklaşımları beraberinde getirmiş ve bu sistemin İslam ile uyuştuğu düşüncesi hakim olmaya başlamıştır.
Bu konuda bizlerin göremediği nokta şu dur ; Sistemin temeli olan Kemalizm ile, bu sistemin yürümesini sağlayan temeli serbest seçimlere dayanan demokratik sistemi birbirinden ayırmak gerektiğini düşünmekteyiz. Demokratik seçim sistemi bir araç olup, seçmenden tercih etmesini istediğiniz sistem burada önem arz etmektedir.
Eğer sistem, İslami hükümlere dayali ise bu sistemi savunan kişilerin içinden, hangisinin bu işi yapacağını belirlemek için yapılan seçimler ile , Kemalizm adlı ideoloji üzerine kurulu sistemi savunan kişiler içinden, bu sistemi hangisinin daha iyi ayakta tutacağını belirlemek için yapılan seçimi birbirinden ayırmak gerekmektedir. Seçimler bu noktada araç vazifesi görmekte esas amaç Kemalist ideolojiyi ayakta tutmak adına kurulu olan siyasi partilerden birisini tercih etmektir.
Bir kısım Müslümanın unuttuğu veya görmek istemediği şu nokta vardır ; Allah (c.c) tarih boyunca gönderdiği elçi ve kitaplarda verdiği talimat yaşanan çağa uymak değil, yaşanan çağı Allah (c.c) nin emirlerine uydurmaya çalışmak olmuştur. Elçi kıssalarında ki mücadeleler hep bu kavganın bir sonucu olup yaşanan hayatın kurallarını kimin belirlemesi noktasında yaşanan kavgalar, bizleri bu kavganın hangi tarafında olmamız gerektiğini belirlememizi şart koşmaktadır.
Eğer bizler inandığımız sistemin hayata pratizesi anlamında bazı zorluklar ile karşı karşıya isek , inandığımız değerlerden vazgeçmek büyük bir hatadır. Eğer inandığımız sistem hayata pratize edilemiyor ise bunun hatasını inanç değerlerimizde değil , kendimizde aramak en doğru yol olacaktır.
Yaratılma amacımızı " Sadece Allaha kul olmak" şeklinde beyan eden Rabbimizin bize kulluk için çizdiği yoldaki bazı çakıl taşları veya dikenler eğer bizleri yolumuzdan alıkoyarak , düz veya dikensiz olduğunu düşündüğümüz başka yollara saptırırsa bu yolda yürümenin bedeli ahirette ağır olacaktır. Şurasını asla unutmayalım ki inandığımız değerleri hayata sistem olarak aktarmanın yolu önce bu sistemin kişisel bazdaki değerlerini kendi hayatımızda yaşamamızı gerektirir.
Kişisel bazda yaşanılmayan inanç değerleri , zamanla o kişiler tarafından toplum bazında yaşanılması gerekmeyen içi boş değerler olarak görülmeye başlanarak , o toplumun yaşadığı ve tarih boyunca elçiler ve kitaplar tarafından "Şirk" olarak bildirilen bir hayat tarzı, içselleştirilerek Allah (c.c) nin dininden fevc fevc kaçılarak başka dinlere yelken açılmaya başlanacaktır.
Bizler hatayı önce kendimizde arama erdemini göstermeyerek , hatayı başkalarında bulup kendi hatamızı görmeye yanaşmadığımız müddetçe , kendimizi doğrultmak yerine yamukluklara uyarak o şekil bir hayat sürer isek, bu hayatın hesabının verilme vakti geldiği vakit geri dönerek hatalarımız telafi etme imkanımız asla olmayacaktır.
Sonuç olarak ; Allah (c.c) bizlere tarih boyunca elçiler ve kitaplar göndererek , ona nasıl "Kul" olmak gerektiğini öğretmiştir. Bu gün onun vaaz ettiği kuralların yaşanabilirlilik noktasında ortaya çıkan düşüncelerin kaynağı o kitabın eksiği , Allah (c.c) nin hatası değil bizlerin yaşadığımız hayatı içselleştirmemizden kaynaklanan sorunlardır. Hatayı Allah (c.c) de aramak yerine önce kendimizde arayarak "Nerede hata yapıyoruz?" sorusunun cevabını aramaya çalıştığımız zaman önemli bir mesafe kat etmiş sayılacağız.
Kur'an adındaki kitabın hayata dair söyledikleri uygulanamaz iddiasında isek , bu kitabı terkederek başka kitaplara tabi olmak zorunda kalacağımız muhakkaktır. "Kitapsızlık" gibi bir kavramın dünya üzerinde yaşayan hiç bir insan için geçerli olmayacağını hatırlatarak , Kur'anı hayat kitabı olarak görmek istemeyenler , başka kitapları hayat kitabı olarak görecekler , ve kitapsız ve dinsiz bir hayat yaşadıklarını sadece ZANNEDECEKLERDİR.
RABBİMİZ BİZLERİ İNANDIĞI DEĞERLERE SARILARAK BU DEĞERLERE SAHİP ÇIKAN ELÇİLERİN YOLUNDAN AYIRMASIN.
[002.213] İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak nebileri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.
Bakara s. 213. ayeti , elçi ve kitapların gönderiliş sebebini ve bu göndermeler sonucunda gelişen olayları beyan etmektedir.
[051.056] Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Zariyat s. 51. ayeti , bizlerin yaratılış amacını açıklamaktadır. "Kulluk" denilince sadece bir takım ritüeller ile bu kulluğun yansıtılmasının gerektiğinin anlaşılması sonucunda maalesef şu anda yaşadığımız din sadece bir tapınak dini olarak kabul görülmüş ve ona göre bir yaşayış içine girilmiştir. Bu gün bir çok insan dinin sadece ritüel boyuta indirgenilmesinden duydukları rahatsızlıkları , bu dini hepten terkederek göstermektedirler.
Maalesef , bizler bu dinin evrensel söylemini dile getirmekte aciz kaldığımız için , bir çok kişi kendisini "Dinsiz" olarak lanse etmekten çekinmemektedir , halbuki "Dinsiz" olma iddiası nın da bir "Din" olduğunu bilmeyen bu insanlar, İslam dinini terkedip başka dinlere yelken açmakla "Dinsiz" bir hayata geçtikleri zannetmektedir , ne acıdır ki bu insanlar "Dinsiz" bir hayatın asla olamayacağını bilmemektedirler.
"Din", kişinin seçtiği yaşam tarzını belirleyen bir kavram olup sadece İslam , Hıristiyanlık , Yahudilik , Budizm , Hinduizm v.s gibi isimlerle değil , Kapitalizm, Marksizm , Futbol , Parti , Deizm gibi isimler altında toplanmak bir çeşit dini düşünce anlamına gelmektedir.
[016.002] Allah, melekleri Kendi tarafından bir vahiy ile kullarından dilediği kimselere, «Benden başka tanrı yoktur. Bana karşı gelmekten sakının!» diye uyarmak üzere gönderir.
Nahl s. 2 ve benzeri ayetlerde , elçilerin gönderiliş amacının tek bir ilah olan Allah (c.c) kulluk olduğu belirtilmektedir. "İlah" ve "Kul" kavramları bu noktada iki önemli kavram haline gelmektedir.
Arapça orjinali ,"Abd" olan bu kelime sözlükte "Kendini alçaltıp , kibrini ve gururunu kırıp bunu göstermek" anlamındadır.
Bu kelime Kur'an öncesi arap dilinde , genellikle savaşlar sonucunda esir alınan ve galip taraftan birisi tarafından hizmet amacı ile kullanılan kişiler için kullanılmaktaydı. Böyle durumda olan bir kişi , sahibine karşı herhangi bir isyan türü eylemde bulunamaz sadece verilen emirleri uygular , sahibinin emirlerine karşı eylemlerde bulunduğu takdirde cezaya çarptırılmayı hak ederdi.
Kur'an ,"Abd" kelimesine ıstılahi bir anlam yükleyerek , yaratılan bütün insanların "Abd" statüsüne tabi olduğunu beyan ederek herkesi tek bir sınıf altında toplamıştır. Yeryüzünde yaşayan insanların bir çoğunun "Sınıfsız toplum" sloganı ile, bir takım ideolojiler altında toplandığını ve bu toplumu oluşturmak için nice kanlar döküldüğünü hatırlayacak olursak , insanların en muzdarip olduğu durum, kendisi gibi birisinin ondan farklı bir sınıfta olması ve onun emirlerine uymak zorunda kalmasıdır.
Kur'an bu meseleyi kökten hallederek bütün insanların "Kul" statüsüne tabi olduğunu beyan ederek , kimsenin bu statü haricinde başka bir rütbe takmaya soyunmamasını istemiştir. Binlerce yıldır insanların mücadele ettikleri "Sınıfsız toplum" hayali , Kur'anın insanlara önerdiği sistemin temelini teşkil etmektedir.
Bir şekilde İnsanların başında "Yönetici" sıfatı ile olan kimseler dahi bu sıfatlarını kullanırken Allah (c.c) den bağımsız olarak kullanmamakta , onun çizgilerini belirlediği hükümler çerçevesinde zaman ve mekan şartlarına göre hükümler ihdas ederek "Kul" olma bilincini ayakta tutmaktadırlar. Yöneticiler şayet bu bilinçden uzak olarak bir yönetim sergiledikleri takdirde durum farklı bir mecraya girmektedir. İslam toplumunda yönetici olan bir kimse, aldığı kararların temelinin Kur'an onaylı olmasına dikkat etmek zorundadır , şayet buna dikkat etmez ise onun yaptığı işin adı "Tağut" luktur.
"Kula kul olmak" deyimi işte burada devreye girmiş ve kendisi "Kul" statüsünde olan birisi, kendisi gibi olan insanları kendisine kul olmaya çağırmaktadır.
"İlah" kavramı insanlık için önemli kavramlardan birisi olup , " Kulluk edilen şey" anlamına gelmektedir. Allah (c.c) gönderdiği elçi ve kitaplar da, bu sıfatın kendisine ait olduğunu , başka kimse tarafında asla kullanılamayacağını , bu sıfatı kullanmanın ve bu sıfatı kullananlara tabi olmanın adına, "Şirk" diyerek bunun cezasının çok şiddetli olacağını haber vermektedir.
"Tağut" kavramı "azmak ve haddi aşmak" anlamında bir kelime olup , İlah kavramı ile iç içedir , Allah (c.c) dışında ilahlığa soyunan her türlü unsura verilen bir isim olarak Kur'an literatüründe yerini almıştır.
Neden tek ilah olarak sadece Allah (c.c) olması gerekmektedir ?.
[030.028] Sizin için kendi nefislerinizden misal irâd verdi. Sizi merzûk ettiğimiz şeyde sizin için sağ ellerinizin maliki olduğu (köle ve cariye) gibi şeylerden ortak olanları var mıdır ki, onda siz müsavî olasınız? Kendi nefislerinizden korktuğunuz gibi onlardan da korkasınız? İşte böyle âyetleri âkilâne düşünürler olan bir kavim için mufassalan bildiririz.
İlah-kul ilişkisinin misal ile anlatılmasının en güzel örneklerinden birisi olan bu ayette , nuzül dönemi insanının yaşantısında geçerli olan , efendi -köle arasında ki ast-üst ilişkisine dikkat çekilerek Allah (c.c) , "Siz insan olduğunuz halde elinizin altında olan köleleriniz ile dahi eşit tutulmaya razı olmuyorken siz beni nasıl benden daha aşağıda birisi ile eşit tutarsınız" buyurarak akletmelerini istemektedir.
[021.022] Eğer o ikisinde (gökler ile yerde) Allah'tan başka ilâhlar olsa idi elbette ikisi de fesada uğramış olurdu. Binaenaleyh Arş'ın rabbi olan Allah Teâlâ. Onların vasfettikleri şeylerden münezzehtir.
Bu ayet, içinde yaşadığımız dünyadaki fesadın va huzursuzluğun sebebini açıklayan bir ayet olarak karşımızda durmaktadır.
Allah (c.c), tarih boyunca göndermiş olduğu elçi ve kitaplarda , insanların yaşamları içinde tabi olacağı kuralları beyan etme yetkisinin sadece kendisine ait olması gerektiğini bildirmiştir. Peki bu yetkinin kendisinde olmasını gerektiren sebebler nelerdir ?.
Allah (c.c) her şeyin yaratıcısı ve yüce kudret sahibi olması nedeniyle yarattıklarının tabi olması gereken kuralları belirleme yetkisine sahiptir. Bir dünya düşünelim ki , yaşayan bütün insanlar sadece tek bir İlahın belirlediği kuralllar dahilinde ortaya koyulan bir sistemin kurallarına uyarak yaşamaktalar , bu İlah bir insanın başka bir insanın hakkını gasb etmek gibi bir eylem içine girildiği zaman bunu hem dünyada belirlenen cezalar ile caydırıyor , hem de ahirette vaad ettiği cezalar ile bunu pekiştiriyor , veya bir insana yapılan iyiliğe bunun kat kat fazlasını karşılık olarak vereceğini vaad ederek böyle yaşamayı teşvik ediyor.
Dünyanın böyle bir sistem ile yönetildiğini ve içinde yaşadığımız dünyadaki fesad ortamını düşündüğümüz zaman , Enbiya s. 22. ayetinde başka ilahlar olması neticesinde ortaya çıkacak fesad ortamını anlamak kolaylaşacaktır.
Enbiya s. 22. ayetini düz bir okuma ile okumak , sanki göklerde ve yerde Allah (c.c) dışında başka ilahlar olduğu takdirde kurgu filmlerdeki gibi ilahlar savaşı şeklinde bir savaşı akla getirebilir. Halbuki Allah (c.c) dışında birilerinin kendisi gibi olan insanları yönetmeye kalkması yani ilahlığa soyunması, onun boyundan büyük işleri kalkışması anlamına gelecektir. Boyundan büyük işlere kalkan insanoğlu , bu işi yüzüne gözüne bulaştırarak yaşadığı toprakları fesada boğarak yönetme iddiasında olduğu insanların hayatlarını, onlara zulmetmek sureti ile cehenneme çevirecektir.
Elçiler ve kitaplar ile önerilen sistem evrensel mi dir ?.
Bu gün önümüzde duran en önemli sorun , Allah (c.c) nin önerdiği sistemin uygulanabilir olup olmadığı konusundadır. Sorun , elimizde olan Kur'anın yaşadığımız hayatın gerçeklerine dair bir önermesinin olup olmadığı ve bu önermenin ne kadar doğru ve gerçekçi olduğu konusunda düğümlenmektedir.
Maaleseftir ki elimizdeki kitaba karşı geliştirilen bakış açıları , onun tapınak dininin bir kitabı, bazılarımızın kafasındaki yerleşik ama yanlış olan din algısının onaylatılmasına yarayan bir kitap , bazılarımızda da sadece indiği zaman çerçevesinde olan insanlara hitap eden yani tarihsel bir kitap olduğu , bazılarımızda da gereksiz bir kitap olduğu şeklindedir.
Allah (c.c) ileriyi göremeyen , bu gün veya yarın gelinecek yaşam şartlarını tahmin edemeyen birisi olarak mı böyle bir kitabı gönderdi ?.
Allah (c.c) yarattığı insanların belli bir zamana kadar kendisinin indirdiği kitaplardaki hükümler ile yönetildikten sonra , o kitaplar yaşanılan çağın gereklerine yetersiz geldiği için , "bundan sonra başınızın çaresine bakın benden bu kadar" mı dedi ?.
Her iki soruya verilecek cevap "Hayır" olacaktır ama , bu Kitabın yaşanan hayata dair söylemi nedir? , özellikle ekonomik , sosyal ve hukuki kuralların bu gün için uygulama imkanı varmı dır ? gibi soruların cevabının verilmesi gerekmektedir.
Kur'ana baktığımız zaman yaşadığımız hayata dair olan ekonomik ve hukuksal emir , yasak ve uygulamaların ana hatlarının çizildiğini görmekteyiz. Kur'an içindeki günlük hayat içinde gerekli olan ihtiyaçlara dair olan uygulamalar sadece indiği zaman için geçerli olan uygulamalar değildir.
Özellikle "Sadece Kur'an" söylemini dile getirerek , neredeyse ayakkabı bağlama hakkındaki hükmün bile Kur'anda olduğunu veya olması gerektiğini savunan bazı kimselerin, bu düşüncelerinin havada kalan ayakları yere basmayan bir düşünce olduğunu anlayarak hepten Kur'anı terk ederek deist düşünceye doğru yelken açtıklarını görmekteyiz.
Kabahat Kur'anda mı?, yoksa "Herşey Kur'anda var" diyerek olmadığını görenlerde mi ?.
"Kabahat Kur'an da dır" demek haşa Allah (c.c) ye karşı bir isyan sözünden başkası olamaz , o zaman kabahat Kur'ana olan yanlış yaklaşım sonucu duvara toslayarak deist düşünceye dalanlardadır.
Öyleyse , "Kur'an nasıl bir kitap ve ona karşı nasıl bir bakış açısı içinde olmalıyız?" sorusuna cevap vermeye çalışmak zorundayız.
Kur'an yaşanan hayata dair önermelerini en ince ayrıntılarına kadar yapmaz , ana hatlarını çizerek , evrensel bir hitap olma özelliğini kaybetmez , peki bunu nasıl yapar?.
Dünya üzerinde yaşayan bütün insanların yaşadığı bu mekanın geçici bir mekan , asıl ebedi yurdun "Ahiret" olduğunu hatırlatarak , bütün yaşamın ahiret endeksli olmasını önerir. Dünyada yapılan en küçük iyilik ve kötülüğün kaybolmayacağını defaatle hatırlatarak yaptıklarımıza dikkat etmemizi ister. Herkesin başına bir polis dikmenin mümkün olmadığı için olayı "Vicdan polisi" şeklinde bir polis kuvvetine havale eder ki, bu yöntemle kişiler kendi polislikleri yapmak zorunda kalırlar.
"Vicdan polisi" nin devre dışı bırakıldığı durumlarda, gerçek polis kuvveti devreye girerek insanları bu yaptıklarını engeller veya cezalandırır. Allah (c.c) birlikte yaşamanın bir gerçeği olan bu cezalandırma yönteminin kurallarını en ince ayrıntısına kadar değil , hırsızlık , zina , iftira , katl , fesad gibi cezalar örneğinde göstererek nasıl bir mantıkla ceza yöntemi uygulanacağını gösterir.
Kur'anda cezasını bulamadığımız herhangi bir suç türüne verilecek cezayı , Kur'anda ki önerilmiş olan cezalar dikkate alınarak hukukçular tarafından belirlenecektir, bu durum kitabın evrenselliğini beraberinde getirmektedir.
Sorun Kitap ta değil, Kitaba uyması zor gelenlerdedir.
Bu gün karşımızda olan sorunlardan birisi de , yaşanan dünyaya adapte olan Müslümanların yaşadığı hayatı red etmeyen bir din hayal etmeleridir. Müslüman olduğunu iddia eden bir kısım insan, kendisi İslam'ın kurallarına uymak yerine İslam'ın kurallarının kendisine uymasını istemektedir.
İş hayatı nedeniyle yoğun bir koşturmaca içine giren insanlar , bu hayat içinde dinin kendilerine emrettiği namaz uygulamasını delmek için namaz konusunda farklı düşünceler içine girerek namazı hayattan çıkarmak noktasında, yapılan yanlışları kalkan edinerek namazı hepten hayat içinden çıkarma yollarını aramaya girmişler ve bu çıkarma işini Kur'andan onay alarak !!!! yapmaya çalışmaktadır.
Kadın için emredilen örtünme emri , yine iş hayatı içinde örtünmenin bazı sıkıntılar doğurması nedeniyle ,Kur'andan onay almak !!! suretiyle böyle bir emrin olmadığı sonucuna varılmış ve bu emir delinmiştir.
Ekonomik hayatta faiz, kişilerin ve ülkelerin sömürülmesine kapı açan en önemli faktör olup , Kur'an bunu yasaklamıştır. Yaşadağımız hayat içinde kapitalist bir sistemin hakim olması nedeniyle faiz bu sistemin temelini teşkil etmekte ve faiz olgusunun kalkması kapitalizm'in sonunu getirecek en büyük etkendir. Müslümanların bile kapitalist bir hayata adapta olmuş olmaları bu haramlılığın en başta karşı gelen gurubu olarak bizleri oluşturmuştur.
Allah (c.c) nin yasakladığı bir işlem dünya gerçeklerine uymadığı için haram olmaması gerektiği şeklinde bir düşünceye bir kısım müslümanların düşmüş olması bizim geldiğimiz noktanın neresi olduğunu göstermesi bakımında ibret vericidir.
Bu gün ülkemizde yönetim sistemi Kur'an ile uyuşmayan bir yapı içinde olup , bu sistemi yönetenlerin Müslüman kimliğine sahip olmuş olmaları sistemin sahiplenilmesi gerektiği noktasında bazı yaklaşımları beraberinde getirmiş ve bu sistemin İslam ile uyuştuğu düşüncesi hakim olmaya başlamıştır.
Bu konuda bizlerin göremediği nokta şu dur ; Sistemin temeli olan Kemalizm ile, bu sistemin yürümesini sağlayan temeli serbest seçimlere dayanan demokratik sistemi birbirinden ayırmak gerektiğini düşünmekteyiz. Demokratik seçim sistemi bir araç olup, seçmenden tercih etmesini istediğiniz sistem burada önem arz etmektedir.
Eğer sistem, İslami hükümlere dayali ise bu sistemi savunan kişilerin içinden, hangisinin bu işi yapacağını belirlemek için yapılan seçimler ile , Kemalizm adlı ideoloji üzerine kurulu sistemi savunan kişiler içinden, bu sistemi hangisinin daha iyi ayakta tutacağını belirlemek için yapılan seçimi birbirinden ayırmak gerekmektedir. Seçimler bu noktada araç vazifesi görmekte esas amaç Kemalist ideolojiyi ayakta tutmak adına kurulu olan siyasi partilerden birisini tercih etmektir.
Bir kısım Müslümanın unuttuğu veya görmek istemediği şu nokta vardır ; Allah (c.c) tarih boyunca gönderdiği elçi ve kitaplarda verdiği talimat yaşanan çağa uymak değil, yaşanan çağı Allah (c.c) nin emirlerine uydurmaya çalışmak olmuştur. Elçi kıssalarında ki mücadeleler hep bu kavganın bir sonucu olup yaşanan hayatın kurallarını kimin belirlemesi noktasında yaşanan kavgalar, bizleri bu kavganın hangi tarafında olmamız gerektiğini belirlememizi şart koşmaktadır.
Eğer bizler inandığımız sistemin hayata pratizesi anlamında bazı zorluklar ile karşı karşıya isek , inandığımız değerlerden vazgeçmek büyük bir hatadır. Eğer inandığımız sistem hayata pratize edilemiyor ise bunun hatasını inanç değerlerimizde değil , kendimizde aramak en doğru yol olacaktır.
Yaratılma amacımızı " Sadece Allaha kul olmak" şeklinde beyan eden Rabbimizin bize kulluk için çizdiği yoldaki bazı çakıl taşları veya dikenler eğer bizleri yolumuzdan alıkoyarak , düz veya dikensiz olduğunu düşündüğümüz başka yollara saptırırsa bu yolda yürümenin bedeli ahirette ağır olacaktır. Şurasını asla unutmayalım ki inandığımız değerleri hayata sistem olarak aktarmanın yolu önce bu sistemin kişisel bazdaki değerlerini kendi hayatımızda yaşamamızı gerektirir.
Kişisel bazda yaşanılmayan inanç değerleri , zamanla o kişiler tarafından toplum bazında yaşanılması gerekmeyen içi boş değerler olarak görülmeye başlanarak , o toplumun yaşadığı ve tarih boyunca elçiler ve kitaplar tarafından "Şirk" olarak bildirilen bir hayat tarzı, içselleştirilerek Allah (c.c) nin dininden fevc fevc kaçılarak başka dinlere yelken açılmaya başlanacaktır.
Bizler hatayı önce kendimizde arama erdemini göstermeyerek , hatayı başkalarında bulup kendi hatamızı görmeye yanaşmadığımız müddetçe , kendimizi doğrultmak yerine yamukluklara uyarak o şekil bir hayat sürer isek, bu hayatın hesabının verilme vakti geldiği vakit geri dönerek hatalarımız telafi etme imkanımız asla olmayacaktır.
Sonuç olarak ; Allah (c.c) bizlere tarih boyunca elçiler ve kitaplar göndererek , ona nasıl "Kul" olmak gerektiğini öğretmiştir. Bu gün onun vaaz ettiği kuralların yaşanabilirlilik noktasında ortaya çıkan düşüncelerin kaynağı o kitabın eksiği , Allah (c.c) nin hatası değil bizlerin yaşadığımız hayatı içselleştirmemizden kaynaklanan sorunlardır. Hatayı Allah (c.c) de aramak yerine önce kendimizde arayarak "Nerede hata yapıyoruz?" sorusunun cevabını aramaya çalıştığımız zaman önemli bir mesafe kat etmiş sayılacağız.
Kur'an adındaki kitabın hayata dair söyledikleri uygulanamaz iddiasında isek , bu kitabı terkederek başka kitaplara tabi olmak zorunda kalacağımız muhakkaktır. "Kitapsızlık" gibi bir kavramın dünya üzerinde yaşayan hiç bir insan için geçerli olmayacağını hatırlatarak , Kur'anı hayat kitabı olarak görmek istemeyenler , başka kitapları hayat kitabı olarak görecekler , ve kitapsız ve dinsiz bir hayat yaşadıklarını sadece ZANNEDECEKLERDİR.
RABBİMİZ BİZLERİ İNANDIĞI DEĞERLERE SARILARAK BU DEĞERLERE SAHİP ÇIKAN ELÇİLERİN YOLUNDAN AYIRMASIN.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)