Rolleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rolleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ekim 2015 Pazar

Elçilerin ve Kitapların Toplumların Hayatındaki Rolleri

İnsan, fıtratı gereği birlikte yaşamaya ihtiyaç duyan bir yaratılışa sahiptir. Birlikte yaşama ihtiyacı içinde olan insanların bu yaşamlarında birbirlerine karşı olan hak ve sorumluluklarının belirli kurallara bağlı olması gayet doğal hatta ihtiyaçtır. İnsanlık tarihini kısaca özetleyecek olursak , bu kuralların kim tarafından belirlenmesi gerektiği noktasında yapılan mücadeleden ibaret olduğunu söyleyebiliriz. 

[002.213]  İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak nebileri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.

Bakara s. 213. ayeti ,  elçi ve kitapların gönderiliş sebebini ve bu göndermeler sonucunda gelişen olayları beyan etmektedir.

[051.056]  Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

Zariyat s. 51. ayeti , bizlerin yaratılış amacını açıklamaktadır. "Kulluk" denilince sadece bir takım ritüeller ile bu kulluğun yansıtılmasının gerektiğinin anlaşılması sonucunda maalesef şu anda yaşadığımız din sadece bir tapınak dini olarak kabul görülmüş ve ona göre bir yaşayış içine girilmiştir. Bu gün bir çok insan dinin sadece ritüel boyuta indirgenilmesinden duydukları rahatsızlıkları , bu dini hepten terkederek  göstermektedirler. 

Maalesef , bizler bu dinin evrensel söylemini dile getirmekte aciz kaldığımız için , bir çok kişi kendisini "Dinsiz" olarak lanse etmekten çekinmemektedir , halbuki "Dinsiz" olma iddiası nın da bir "Din" olduğunu bilmeyen bu insanlar, İslam dinini terkedip başka dinlere yelken açmakla "Dinsiz" bir hayata geçtikleri zannetmektedir , ne acıdır ki bu insanlar  "Dinsiz" bir hayatın asla olamayacağını bilmemektedirler. 

"Din", kişinin seçtiği yaşam tarzını belirleyen bir kavram olup sadece İslam , Hıristiyanlık , Yahudilik , Budizm , Hinduizm v.s gibi isimlerle değil , Kapitalizm, Marksizm , Futbol , Parti , Deizm gibi isimler altında toplanmak bir çeşit dini düşünce anlamına gelmektedir.

 [016.002] Allah, melekleri Kendi tarafından bir vahiy ile kullarından dilediği kimselere, «Benden başka tanrı yoktur. Bana karşı gelmekten sakının!» diye uyarmak üzere gönderir.

Nahl s. 2 ve benzeri ayetlerde , elçilerin gönderiliş amacının tek bir ilah olan Allah (c.c) kulluk olduğu belirtilmektedir. "İlah" ve "Kul" kavramları bu noktada iki önemli kavram haline gelmektedir. 

Arapça orjinali ,"Abd" olan bu kelime sözlükte "Kendini alçaltıp , kibrini ve gururunu kırıp bunu göstermek" anlamındadır. 

Bu kelime Kur'an öncesi arap dilinde , genellikle savaşlar sonucunda esir alınan ve galip taraftan birisi tarafından hizmet amacı ile kullanılan kişiler için kullanılmaktaydı. Böyle durumda olan bir kişi ,  sahibine karşı herhangi bir isyan türü eylemde bulunamaz sadece verilen emirleri uygular , sahibinin emirlerine karşı eylemlerde bulunduğu takdirde cezaya çarptırılmayı hak ederdi.

Kur'an ,"Abd" kelimesine ıstılahi bir anlam yükleyerek , yaratılan bütün insanların "Abd" statüsüne tabi olduğunu beyan ederek herkesi tek bir sınıf altında toplamıştır. Yeryüzünde yaşayan insanların bir çoğunun "Sınıfsız toplum" sloganı ile, bir takım ideolojiler altında toplandığını ve bu toplumu oluşturmak için nice kanlar döküldüğünü hatırlayacak olursak , insanların en muzdarip olduğu durum, kendisi gibi birisinin ondan farklı bir sınıfta olması ve onun emirlerine uymak zorunda kalmasıdır.

Kur'an bu meseleyi kökten hallederek bütün insanların "Kul" statüsüne tabi olduğunu beyan ederek , kimsenin bu statü haricinde başka bir rütbe takmaya soyunmamasını istemiştir. Binlerce yıldır insanların mücadele ettikleri "Sınıfsız toplum" hayali , Kur'anın insanlara önerdiği sistemin temelini teşkil etmektedir. 

Bir şekilde İnsanların başında "Yönetici" sıfatı ile olan kimseler dahi bu sıfatlarını kullanırken Allah (c.c) den bağımsız olarak kullanmamakta , onun çizgilerini belirlediği hükümler çerçevesinde zaman ve mekan şartlarına göre hükümler ihdas ederek "Kul" olma bilincini ayakta tutmaktadırlar. Yöneticiler şayet bu bilinçden uzak olarak bir yönetim sergiledikleri takdirde durum farklı bir mecraya girmektedir. İslam toplumunda yönetici olan bir kimse, aldığı kararların temelinin Kur'an onaylı olmasına dikkat etmek zorundadır , şayet buna dikkat etmez ise onun yaptığı işin adı "Tağut" luktur. 

"Kula kul olmak" deyimi işte burada devreye girmiş ve kendisi  "Kul" statüsünde olan birisi, kendisi gibi olan insanları kendisine kul olmaya çağırmaktadır.

"İlah" kavramı insanlık için önemli kavramlardan birisi olup , " Kulluk edilen şey" anlamına gelmektedir. Allah (c.c) gönderdiği elçi ve kitaplar da, bu sıfatın kendisine ait olduğunu , başka kimse tarafında asla kullanılamayacağını , bu sıfatı kullanmanın ve bu sıfatı kullananlara tabi olmanın adına, "Şirk" diyerek bunun cezasının çok şiddetli olacağını haber vermektedir. 

"Tağut" kavramı "azmak ve haddi aşmak" anlamında bir kelime olup , İlah kavramı ile iç içedir , Allah (c.c) dışında ilahlığa soyunan her türlü unsura verilen bir isim olarak Kur'an literatüründe yerini almıştır. 

Neden tek ilah olarak sadece Allah (c.c) olması gerekmektedir ?. 

[030.028]  Sizin için kendi nefislerinizden misal irâd verdi. Sizi merzûk ettiğimiz şeyde sizin için sağ ellerinizin maliki olduğu (köle ve cariye) gibi şeylerden ortak olanları var mıdır ki, onda siz müsavî olasınız? Kendi nefislerinizden korktuğunuz gibi onlardan da korkasınız? İşte böyle âyetleri âkilâne düşünürler olan bir kavim için mufassalan bildiririz.

İlah-kul ilişkisinin misal ile anlatılmasının en güzel örneklerinden birisi olan bu ayette , nuzül dönemi insanının yaşantısında geçerli olan , efendi -köle arasında ki ast-üst ilişkisine dikkat çekilerek Allah (c.c) , "Siz insan olduğunuz halde elinizin altında olan köleleriniz ile dahi eşit tutulmaya razı olmuyorken siz beni nasıl benden daha aşağıda birisi ile eşit tutarsınız" buyurarak akletmelerini istemektedir.

[021.022] Eğer o ikisinde (gökler ile yerde) Allah'tan başka ilâhlar olsa idi elbette ikisi de fesada uğramış olurdu. Binaenaleyh Arş'ın rabbi olan Allah Teâlâ. Onların vasfettikleri şeylerden münezzehtir.

Bu ayet, içinde yaşadığımız dünyadaki fesadın va huzursuzluğun sebebini açıklayan bir ayet olarak karşımızda durmaktadır.


Allah (c.c), tarih boyunca göndermiş olduğu elçi ve kitaplarda , insanların yaşamları içinde tabi olacağı kuralları beyan etme yetkisinin sadece kendisine ait olması gerektiğini bildirmiştir. Peki bu yetkinin kendisinde olmasını gerektiren sebebler nelerdir ?.

Allah (c.c) her şeyin yaratıcısı ve yüce kudret sahibi olması nedeniyle yarattıklarının tabi olması gereken kuralları belirleme yetkisine sahiptir. Bir dünya düşünelim ki , yaşayan bütün insanlar sadece tek bir İlahın belirlediği kuralllar dahilinde ortaya koyulan bir sistemin kurallarına uyarak yaşamaktalar , bu İlah bir insanın başka bir insanın hakkını gasb etmek gibi bir eylem içine girildiği zaman bunu hem dünyada belirlenen cezalar ile caydırıyor , hem de ahirette vaad ettiği cezalar ile bunu pekiştiriyor , veya bir insana yapılan iyiliğe bunun kat kat fazlasını karşılık olarak vereceğini vaad ederek böyle yaşamayı teşvik ediyor.

Dünyanın böyle bir sistem ile yönetildiğini ve içinde yaşadığımız dünyadaki fesad ortamını düşündüğümüz zaman , Enbiya s. 22. ayetinde başka ilahlar olması neticesinde ortaya çıkacak fesad ortamını anlamak kolaylaşacaktır.   

Enbiya s. 22. ayetini düz bir okuma ile okumak , sanki göklerde ve yerde Allah (c.c) dışında başka ilahlar olduğu takdirde kurgu filmlerdeki gibi ilahlar savaşı şeklinde  bir savaşı akla getirebilir. Halbuki Allah (c.c) dışında birilerinin kendisi gibi olan insanları yönetmeye kalkması yani ilahlığa soyunması, onun boyundan büyük işleri kalkışması anlamına gelecektir. Boyundan büyük işlere kalkan insanoğlu , bu işi yüzüne gözüne bulaştırarak yaşadığı toprakları fesada boğarak yönetme iddiasında olduğu insanların hayatlarını, onlara zulmetmek sureti ile cehenneme çevirecektir.

Elçiler ve kitaplar ile önerilen sistem evrensel mi dir ?. 

Bu gün önümüzde duran en önemli sorun , Allah (c.c) nin önerdiği sistemin uygulanabilir olup olmadığı konusundadır. Sorun , elimizde olan Kur'anın yaşadığımız hayatın gerçeklerine dair bir önermesinin olup olmadığı ve bu önermenin ne kadar doğru ve gerçekçi olduğu konusunda düğümlenmektedir. 

Maaleseftir ki elimizdeki kitaba karşı geliştirilen bakış açıları , onun tapınak dininin bir kitabı, bazılarımızın kafasındaki yerleşik ama yanlış olan din algısının onaylatılmasına yarayan bir kitap , bazılarımızda da sadece indiği zaman çerçevesinde olan insanlara hitap eden yani tarihsel bir kitap olduğu , bazılarımızda da gereksiz bir kitap olduğu şeklindedir. 

Allah (c.c) ileriyi göremeyen , bu gün veya yarın gelinecek yaşam şartlarını tahmin edemeyen birisi olarak mı böyle bir kitabı gönderdi ?. 

Allah (c.c) yarattığı insanların belli bir zamana kadar kendisinin indirdiği kitaplardaki hükümler ile yönetildikten sonra , o kitaplar yaşanılan çağın gereklerine yetersiz geldiği için , "bundan sonra başınızın çaresine bakın benden bu kadar" mı dedi ?.

Her iki soruya verilecek cevap "Hayır" olacaktır ama , bu Kitabın yaşanan hayata dair söylemi nedir? , özellikle ekonomik , sosyal ve hukuki kuralların bu gün için uygulama imkanı varmı dır ? gibi soruların cevabının verilmesi gerekmektedir.

Kur'ana baktığımız zaman yaşadığımız hayata dair olan ekonomik ve hukuksal emir , yasak ve uygulamaların ana hatlarının çizildiğini görmekteyiz. Kur'an içindeki günlük hayat içinde gerekli olan ihtiyaçlara dair olan uygulamalar sadece indiği zaman için geçerli olan uygulamalar değildir. 

Özellikle "Sadece Kur'an" söylemini dile getirerek , neredeyse ayakkabı bağlama hakkındaki hükmün bile Kur'anda olduğunu veya olması gerektiğini savunan bazı kimselerin, bu düşüncelerinin havada kalan ayakları yere basmayan bir düşünce olduğunu anlayarak hepten Kur'anı terk ederek deist düşünceye doğru yelken açtıklarını görmekteyiz. 

Kabahat Kur'anda mı?, yoksa "Herşey Kur'anda var" diyerek olmadığını görenlerde mi ?.

"Kabahat Kur'an da dır" demek haşa Allah (c.c) ye karşı bir isyan sözünden başkası olamaz , o zaman kabahat Kur'ana olan yanlış yaklaşım sonucu duvara toslayarak deist düşünceye dalanlardadır. 

Öyleyse , "Kur'an nasıl bir kitap ve ona karşı nasıl bir bakış açısı içinde olmalıyız?" sorusuna cevap vermeye çalışmak zorundayız. 

Kur'an yaşanan hayata dair önermelerini en ince ayrıntılarına kadar yapmaz , ana hatlarını çizerek , evrensel bir hitap olma özelliğini kaybetmez , peki bunu nasıl yapar?. 

Dünya üzerinde yaşayan bütün insanların yaşadığı bu mekanın geçici bir mekan , asıl ebedi yurdun "Ahiret" olduğunu hatırlatarak , bütün yaşamın ahiret endeksli olmasını önerir. Dünyada yapılan en küçük iyilik ve kötülüğün kaybolmayacağını defaatle hatırlatarak yaptıklarımıza dikkat etmemizi ister. Herkesin başına bir polis dikmenin mümkün olmadığı için olayı "Vicdan polisi" şeklinde bir polis kuvvetine havale eder ki, bu yöntemle kişiler kendi polislikleri yapmak zorunda kalırlar.

"Vicdan polisi" nin devre dışı bırakıldığı durumlarda, gerçek polis kuvveti devreye girerek insanları bu yaptıklarını engeller veya cezalandırır. Allah (c.c) birlikte yaşamanın bir gerçeği olan bu cezalandırma yönteminin kurallarını en ince ayrıntısına kadar değil , hırsızlık , zina , iftira , katl , fesad gibi cezalar örneğinde göstererek nasıl bir mantıkla ceza yöntemi uygulanacağını gösterir. 

Kur'anda cezasını bulamadığımız herhangi bir suç türüne verilecek cezayı , Kur'anda ki önerilmiş olan cezalar dikkate alınarak hukukçular tarafından belirlenecektir, bu durum kitabın evrenselliğini beraberinde getirmektedir. 

Sorun Kitap ta değil,  Kitaba uyması zor gelenlerdedir.

Bu gün karşımızda olan sorunlardan birisi de , yaşanan dünyaya adapte olan Müslümanların yaşadığı hayatı red etmeyen bir  din hayal etmeleridir. Müslüman olduğunu iddia eden bir kısım insan, kendisi İslam'ın kurallarına uymak yerine İslam'ın kurallarının kendisine uymasını istemektedir. 

İş hayatı nedeniyle yoğun bir koşturmaca içine giren insanlar , bu hayat içinde dinin kendilerine emrettiği namaz uygulamasını delmek için namaz konusunda farklı düşünceler içine girerek namazı hayattan çıkarmak noktasında, yapılan yanlışları kalkan edinerek namazı hepten hayat içinden çıkarma yollarını aramaya girmişler ve bu çıkarma işini Kur'andan onay alarak !!!! yapmaya çalışmaktadır. 

Kadın için emredilen örtünme emri , yine iş hayatı içinde örtünmenin bazı sıkıntılar doğurması nedeniyle ,Kur'andan onay almak !!! suretiyle böyle bir emrin olmadığı sonucuna varılmış ve bu emir delinmiştir. 

Ekonomik hayatta faiz, kişilerin ve ülkelerin sömürülmesine kapı açan en önemli faktör olup , Kur'an bunu yasaklamıştır. Yaşadağımız hayat içinde kapitalist bir sistemin hakim olması nedeniyle faiz bu sistemin temelini teşkil etmekte ve faiz olgusunun kalkması kapitalizm'in sonunu getirecek en büyük etkendir. Müslümanların bile kapitalist bir hayata adapta olmuş olmaları bu haramlılığın en başta karşı gelen gurubu olarak bizleri oluşturmuştur. 

Allah (c.c) nin yasakladığı bir işlem dünya gerçeklerine uymadığı için haram olmaması gerektiği şeklinde bir düşünceye bir kısım müslümanların düşmüş olması bizim geldiğimiz noktanın neresi olduğunu göstermesi bakımında ibret vericidir.  

Bu gün ülkemizde yönetim sistemi Kur'an ile uyuşmayan bir yapı içinde olup , bu sistemi yönetenlerin Müslüman kimliğine sahip olmuş olmaları sistemin sahiplenilmesi gerektiği noktasında bazı yaklaşımları beraberinde getirmiş ve bu sistemin İslam ile uyuştuğu düşüncesi hakim olmaya başlamıştır. 

Bu konuda bizlerin göremediği nokta şu dur ; Sistemin temeli olan Kemalizm ile, bu sistemin yürümesini sağlayan temeli serbest seçimlere dayanan demokratik sistemi birbirinden ayırmak gerektiğini düşünmekteyiz. Demokratik seçim sistemi bir araç olup, seçmenden tercih etmesini istediğiniz sistem burada önem arz etmektedir. 

Eğer sistem, İslami hükümlere dayali ise  bu sistemi savunan kişilerin içinden, hangisinin bu işi yapacağını belirlemek için yapılan seçimler ile , Kemalizm adlı ideoloji üzerine kurulu sistemi savunan kişiler içinden, bu sistemi  hangisinin daha iyi ayakta tutacağını belirlemek için yapılan seçimi birbirinden ayırmak gerekmektedir. Seçimler bu noktada araç vazifesi görmekte esas amaç Kemalist ideolojiyi ayakta tutmak adına kurulu olan siyasi partilerden birisini tercih etmektir.

Bir kısım Müslümanın unuttuğu veya görmek istemediği şu nokta vardır ; Allah (c.c) tarih boyunca gönderdiği elçi ve kitaplarda verdiği talimat yaşanan çağa uymak değil, yaşanan çağı Allah (c.c) nin emirlerine uydurmaya çalışmak olmuştur. Elçi kıssalarında ki mücadeleler hep bu kavganın bir sonucu olup yaşanan hayatın kurallarını kimin belirlemesi noktasında yaşanan kavgalar, bizleri bu kavganın hangi tarafında olmamız gerektiğini belirlememizi şart koşmaktadır.

Eğer bizler inandığımız sistemin hayata pratizesi anlamında bazı zorluklar ile karşı karşıya isek , inandığımız değerlerden vazgeçmek büyük bir hatadır. Eğer inandığımız sistem hayata pratize edilemiyor ise bunun hatasını inanç değerlerimizde değil , kendimizde aramak en doğru yol olacaktır.

Yaratılma amacımızı " Sadece Allaha kul olmak" şeklinde beyan eden Rabbimizin bize kulluk için çizdiği yoldaki bazı çakıl taşları veya dikenler eğer bizleri yolumuzdan alıkoyarak , düz veya dikensiz olduğunu düşündüğümüz başka yollara saptırırsa bu yolda yürümenin bedeli ahirette ağır olacaktır. Şurasını asla unutmayalım ki inandığımız değerleri hayata sistem olarak aktarmanın yolu önce bu sistemin kişisel bazdaki değerlerini kendi hayatımızda yaşamamızı gerektirir.

Kişisel bazda yaşanılmayan inanç değerleri , zamanla o kişiler tarafından toplum bazında yaşanılması gerekmeyen içi boş değerler olarak görülmeye başlanarak , o toplumun yaşadığı ve tarih boyunca elçiler ve kitaplar tarafından "Şirk" olarak bildirilen bir hayat tarzı, içselleştirilerek Allah (c.c) nin dininden fevc fevc kaçılarak başka dinlere yelken açılmaya başlanacaktır. 

Bizler hatayı önce kendimizde arama erdemini göstermeyerek , hatayı başkalarında bulup kendi hatamızı görmeye yanaşmadığımız müddetçe , kendimizi doğrultmak yerine yamukluklara uyarak o şekil bir hayat sürer isek, bu hayatın hesabının verilme vakti geldiği vakit geri dönerek hatalarımız telafi etme imkanımız asla olmayacaktır. 

Sonuç olarak ; Allah (c.c) bizlere tarih boyunca elçiler ve kitaplar göndererek , ona nasıl "Kul" olmak gerektiğini öğretmiştir. Bu gün onun vaaz ettiği kuralların yaşanabilirlilik noktasında ortaya çıkan düşüncelerin kaynağı o kitabın eksiği , Allah (c.c) nin hatası değil bizlerin yaşadığımız hayatı içselleştirmemizden kaynaklanan sorunlardır. Hatayı Allah (c.c) de aramak yerine önce kendimizde arayarak  "Nerede hata yapıyoruz?" sorusunun cevabını aramaya çalıştığımız  zaman önemli bir mesafe kat etmiş sayılacağız. 

Kur'an adındaki kitabın hayata dair söyledikleri uygulanamaz iddiasında isek , bu kitabı terkederek başka kitaplara tabi olmak zorunda kalacağımız muhakkaktır. "Kitapsızlık" gibi bir kavramın dünya üzerinde yaşayan hiç bir insan için geçerli olmayacağını hatırlatarak , Kur'anı hayat kitabı olarak görmek istemeyenler , başka kitapları hayat kitabı olarak görecekler , ve kitapsız ve dinsiz bir hayat yaşadıklarını sadece ZANNEDECEKLERDİR.

RABBİMİZ BİZLERİ İNANDIĞI DEĞERLERE SARILARAK BU DEĞERLERE SAHİP ÇIKAN ELÇİLERİN YOLUNDAN AYIRMASIN.