Sebep etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sebep etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ocak 2017 Perşembe

Şefaat İnancının Oluşmasına Sebep Olan Günahkar Müslümanların Cehennemde Belirli bir Süre Kalacağı Düşüncesi Üzerinde Bir Mütalaa

Şefaat kısaca, "Hesap gününde cehenneme girmeyi hak etmiş günahkar Müslümanların , Allah (c.c) tarafından kendisine şefaat etme yetkisi verilen bazı kimseler tarafından cehennemden kurtarılması" şeklinde tarif edilen bir inançtır. Bu inancın Kur'ani dayanağı olmaması bir tarafa, müşrik inancı olarak Kur'an içinde geçmekte ve bu inanç yanlış olduğu gerekçesi ile ret edilmektedir. Bu müşrik inancı zaman içinde , bir takım uydurma rivayetler ile İslam inancı haline getirilmiş, ve imanın bir şartı haline sokularak , bu inanç etrafında insanları maddi ve manevi sömürmeye dayanan büyük bir sektör oluşturulmuştur. 

Kur'an tarafından ret edilen , fakat Müslümanlar arasında yaygın olan şefaat inancının gerçekleşmesi için öncelikle, cehenneme girmeyi hak eden Müslümanların olması gerekmektedir ki, Allah (c.c) tarafından şefaat etme izni verileceğine inanılan bazı kimseler, bu cehennemlik kimselere şefaat ederek, onları cehenneme girmekten kurtarsınlar. Fakat Kur'an, bir çok ayetinde cehennemin Müslümanlar için değil , Kafirler için hazırlanmış bir yer olduğunu beyan etmektedir.

Bu inancın oluşturulmasına zemin hazırlayan düşüncelerden bir tanesi , günahkar Müslümanların cehenneme gireceği , ve belirli bir süre cezasını çektikten sonra cehennemden çıkarılarak, cennete sokulacağı düşüncesidir. Şefaat inancı, işte bu noktada devreye girerek, günahkar Müslümanların cehennemden, kendilerine Allah tarafından şefaat etme yetkisi verileceğine inanılan bazı kimselerin araya girmesi ile kurtarılacağını inanmaktadır.

Yazımızın konusu, şefaat düşüncesinin alt yapısını oluşturan düşüncelerinden birisi olan, cehennemde belirli bir süre kalmanın Kur'an çerçevesinde değerlendirilmesi olacaktır. Bu düşünceyi Kur'an etrafında değerlendirdiğimizde, bazı insanlar tarafından şefaat edilmeye olan ihtiyacın da otomatikman ortadan kalkarak , bir çok Müslümanda mevcut olan bu düşüncenin, yanlış olduğu kadar gereksiz bir düşünce olduğu da anlaşılacaktır.

İslam düşüncesinde hakim olan düşüncelerden bir tanesi , hesap gününde günahkar Müslümanların cehennemde belirli bir süre kalarak cezalarını çekeceği , sonrasında ise cehennemden çıkarılarak cennete gireceğidir. Bu düşüncenin oluşma nedenini , Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında gelişen siyasi olayların , itikadi fırkalar haline dönüşmesi , ve bu fırkaların büyük günah işleyenin durumu hakkında ortaya attıkları düşünceler olarak gösterebiliriz.

Büyük günah işleyeni "Kafir" olarak ve dolayısı ile ebedi cehennemlik olarak gören Hariciye fırkasına karşı , "Mürcie" , "Ehli sünnet" gibi büyük günah işleyenin kafir olmayacağını savunan fırkalar, Haricilerin bu düşüncesine karşı çıkarak , alternatif düşünceler oluşturmuşlardır. Büyük günah işleyenin kafir olmayacağını savunan bu fırkalar, kafir olmadığı için ebedi cehennemlik olmayan, fakat günah işlemiş Müslümanların ahiretteki durumlarının ne olacağı konusunda da düşünceler üretmek zorunda kalmışlardır. 

Günah işlemiş olmasının Müslüman kimliğine zarar vermediği , fakat işlediği günahlar yüzünden hesap vereceğine de inanılan Müslümanın durumu hakkında , önce işlediklerinin karşılığı olan cehennem cezası, sonrasında ise buradan çıkarılmak sureti ile cennete konulacağı düşüncesi geliştirilmiştir.  

Günah işleyen Müslümanların belirli bir süre cehennemde cezalarını çektikten sonra , cennete girecekleri düşüncesi, böyle bir arka plan dahilinde ortaya atılmıştır. Fakat bu düşüncenin Kur'an'dan onay aldığını söylemek, maalesef mümkün değildir. Ateşin kendilerine sayılı günler dokunacağı yani  cehennemde geçici bir süre için kalınacağı , Yahudilerin mesnetsiz iddiaları olarak Kur'an içinde yer almakta , ve bu iddialar kesinlikle  ret edilmektedir. 

Meryem s. 71. ve 72. ayetlerinde "Sizden cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbinin yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra, takva sahiplerini kurtarırız ve zulme sapanları diz üstü çökmüş olarak bırakıveririz." şeklinde buyurulmuş olması , bütün insanların önce cehenneme girecekleri , sonra bu insanlar içinden Müslüman olanların, belirli bir süre işledikleri günahların cezasını çektikten sonra cehennemden çıkarılarak, cennete gireceklerine dair bir düşünceye mesnet oluşturmuştur.

Fakat bu düşüncenin, ön yargıların Kur'an'a onaylatılmaya çalışılmasından başka bir amaç taşımadığı, konunun Meryem s. 66. ayetinden başlayan bağlamına dikkat edildiğinde kolaylıkla anlaşılabilmektedir.

İlgili ayetlerin bağlamına baktığımızda , 66. ayette "Ben öldüğümde mi diriltileceğim?"  diyen bir insanın, hesap gününde başına gelecek olanların anlatıldığı ayetler olduğu, konunun Meryem s. 66. ve 74. ayetler arasında bir bütünlüğe sahip olduğu anlaşılacaktır. Cımbızla çıkarılan bir ayetin konunun doğru anlaşılmasından çok yanlış anlaşılmasına yaradığı görüldüğünde, "Takva sahiplerinin cehennemde ne işi olabilir?" sorusu akla gelecek, ve bu sorunun cevabı verilemeyecektir. Çünkü bir çok ayet, cennetin takva sahipleri için ebedi bir mekan olduğunu beyan ederek , bu kimselerin cehenneme kısa bir süreliğine dahi olsa geçici bir ziyarette bulunacakları konusunda herhangi bir bilgi kırıntısı dahi vermemektedir.

"Ateş bize sayılı günler dokunacaktır" (Bakara s. 80 - Al-i İmran s. 24) şeklinde dile getirilen, cehennemden çıkışın imkanlılığına dair düşüncenin Yahudilerin düşüncesi olduğu , ve bunun Kur'an tarafından ret edildiği bilinmektedir. Bütün insanların önce cehenneme girecekleri , kafirlerin ise cehennemde ebedi kalarak , Müslümanların belirli bir süre sonra cehennemden çıkarılacaklarına dair, delil olarak sunulan Meryem s. 71. ayetinin de , ön yargılı olarak, konu bütünlüğünden koparılmak sureti ile okunması sonucunda varılmış, yanlış bir düşünce olduğu anlaşılmaktadır.

Kur'an'ın hiç bir yerinde günahkar Müslümanların belirli bir süre cehennemde kaldıktan sonra cennete gireceklerine dair bir bilgi olmadığına göre , günahkar Müslümanların hesap günündeki nasıl bir karşılık alacakları merak edilmektedir.

[Nisa s. 48] Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.

[Nisa s.116] Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur.

Allah (c.c) hesap gününde karşısına , ebedi cehennemi hak edecek şirk günahı ile gelmeyen kulları hariç, dilediğini bağışlayacağını haber vermektedir. Hesap gününde, günahkar bir Müslümanın durumu ile ilgili olarak , bilgi sahibi olabileceğimiz ayetlerden olan Nisa suresi içindeki bu ayetler bizlere bu konuda ipucu verebilir.

[İsra s. 36]  Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.

İsra s. 36. ayeti, bilgisi verilmemiş olan konuların arkasına düşmememizi bizlere öğütlemektedir. Kur'an içinde, dünya hayatında günah işleyerek ölmüş bir Müslümanın , hesap günündeki durumu ile ilgili olarak net bir ifade bulamamış olmamız , bizlere İsra s. 36. ayetinin beyanı gereğince hareket etmemiz gerektiğini hatırlatmaktadır. 


Hakkında bizlere bilgi verilmemiş olan, günahkar bir Müslümanın hesap gününde işlediği günahlar konusunda, Allah (c.c) tarafından nasıl bir hüküm verileceği meselesi, peşine düşmememiz gereken net bilgi sahibi olmadığımız konulardandır. Ancak şunu çok açık ve net olarak bilmekteyiz ki, Allah (c.c) hesap gününde bütün kulları hakkında zerre miktarı dahi bir haksızlık yapmadan, haklarında en doğru hükmü verecektir. Günahkar Müslümanların haklarında da en doğru karar verilecek ve onlara da zerre kadar haksızlık yapılmayacaktır.

Müslüman vasfını kaybetmemiş bir şekilde hesap gününde Allah (c.c) nin karşısına çıkan bir kulun, işlediği günahlar yüzünden geçici dahi olsa cehennem ile cezalandırılacağına dair bir bilgi olmamasına rağmen, Allah (c.c) nin hesap gününde Mümin kullarına karşı merhametli davranacağına dair olan bilgiler etrafında, günahkar Müslümanların durumunu düşündüğümüzde, her Müslümanın dünya hayatında işlediği amellerin karşılığını eksiksiz olarak alacak olması , bizi onların derecelerine göre cennetlerde ağırlanacağı yönünde bir düşünce sahibi kılabilir. 

Dünya hayatında canı ve malı ile her şeyini Allah yolunda feda eden bir Mümin ile , bazı şeylerden kaçmak sureti ile nefsine yenilen Mü'min elbette eşit olmayacak , her ikisi de cennet ile karşılık görmekle birlikte aralarında derece farkı olacaktır. Bu durumun haber verildiği ayetleri Kur'an'da görmekteyiz (Nisa s. 95.96).

Bu da demek olur ki , Müslüman olarak can veren veren bir kimse asla cehennem yüzü görmez. 

Müslüman olarak ölen bir kimsenin cehenneme gideceğine dair olan bilgi, Allah (c.c) nin kitabından ancak zorlama ve konu bütünlüğünü bozmak sureti ile çıkarılarak , bu konuda rivayetlerden destek alınmaktadırlar. Kur'an tarafından desteklenmeyen bir rivayet ise , sahih bir bilgi vermekten ve güvenilir olmaktan elbette uzak olacaktır. 

Bu noktada şefaat etme yetkisine sahip olduğuna inanılan kimselerin fonksiyonu da otomatikman ortadan kalkmaktadır. Şefaat inançlarını , cehenneme gitmeyi hak eden bir Müslümanın kurtarılması üzerine kuranlar , Müslümanların cehenneme gitmek gibi bir durum ile karşı karşıya kalmayacak olmalarından ötürü, cehennemden kurtaracak kimseleri olmayınca ortada kalacaklardır. Bu durumda şefaat yetkileri kendilerinden veya müritlerinden menkul olan Şeyh ve Gavs takımı işsiz güçsüz kalarak, insanları sömürecek sermayeleri olan şefaat yetkileri hepten ellerinden alınmış olacaktır.

İŞLEDİĞİ BAZI GÜNAHLAR YÜZÜNDEN GEÇİCİ OLARAK DAHİ OLSA CEHENNEME GİDECEK BİR MÜSLÜMAN OLMAYINCA, ORTADA ŞEFAATE İHTİYACI OLACAK BİR MÜSLÜMAN DA OLMAYACAKTIR.

Şefaat konusunda bilgi alış verişi ve tartışmalar yapan Müslümanların, bu durum üzerinden deliller sunarak, kulların Allah karşısında başka bir kulu kayırmaya çalışması anlamına gelen şefaat düşüncesinin imkansızlığını anlatmaya çalışması , bu konuda rivayetleri kesin bilgi kabul eden kimseler haricindeki Müslümanların kafasında en azından soru işaretleri oluşmasına sebep olacaktır.

Özellikle tasavvuf meşrebine mensup olan Müslümanlar tarafından büyük rağbet gören şefaatçilik , tabi oldukları Şeyh , Gavs , Kutup v.s lakaplı kimselere karşı inanılmaz bir bağlılık oluşmasına sebebiyet vererek, bu kimseler tarafından maddi ve manevi olarak sömürülmelerine sebep olmaktadır. 

Ahirette şefaatçi olarak bağlılarını cehennemden kurtaracağına inanılan bir tarikat şeyhi için artık bütün kapılar açılmış, ahiretlerini bu adam sayesinde garanti aldığına inanan saf ve zavallı müritler, dünya hayatlarında bu şeyhin karşısında akıl almaz saygı gösterilerinde bulunarak, onun şefaatinden mahrum kalmamak için !! ellerinden gelen maddi ve manevi fedakarlığı yaparak şeyhlerini krallar gibi yaşatmaktadırlar. Bu zavallılar, içine düştükleri yanlıştan dünya hayatları içinde pişman olarak dönmedikleri müddetçe, hesap günündeki şefaat beklentileri boşa çıktığında, pişmanlıkları da fayda etmeyecektir.

Buradan bazı kimselerden şefaat beklentisi içinde olan kardeşlerimize bir uyarıda bulunmak istiyoruz; Kim olursa olursa olsun hayatını şirk işlememiş bir halde yaşayarak Müslüman olarak can veren herkes günahkarda olsa cehenneme uğramadan cennete gidecektir. Sizleri cehennem ile korkutarak sizlerin üzerinden korku imparatorluğu kurmak sureti ile , sizleri maddi ve manevi olarak sömüren kimselerin tasallutundan kurtulmanın yolu , Müslüman kimseye ahirette Allah (c.c) dışında hiç kimseden fayda gelmeyeceğini ve Müslümanın cehenneme gitmeyeceğini bilmenizdir. Bundan dolayı "Bizler sizlerin şefaatçileriniz" diyerek sizleri sömüren kimselere artık ihtiyacınız olmadığını anlamanız ve bilmeniz gerekmektedir.

Sonuç olarak ; Kur'an'ın müşrik inancı olduğun gerekçesi ile ret ettiği şefaat inancı , Müslümanlar arasında rağbet görerek , cehennemden adam kurtarma yetkisi haline dönüştürülmüştür. Fakat bu yetki, günahkar Müslümanların geçici bir süreliğine cehenneme gireceği inancı üzerine kurulduğu için baştan yanlış yapılmıştır.

Müslümanların günahkar olanlarının geçici bir süre için cehenneme gireceğine dair olan düşünceler Yahudilerden devşirilmiş , veya bazı Kur'an ayetlerinin bağlam gözetilmeden ön yargılı biçimde okunması sonucunda varılmıştır.

Müslüman olarak ölmüş bir kimsenin cehenneme gitmeyeceğini, fakat dünya hayatlarında kulluk bakımından farklılıkları olanların cennette de derece olarak farklı olacağını , Allah (c.c) nin Mümin kullarına olan mağfiretini hesaba katarak düşündüğümüzde, şefaat yetkileri kendilerinden veya müritlerinden menkul olan Şeyh , Gavs , Kutup v.s lakaplı kimselerin , cehenneme gidecek bir Müslüman olmayacağından ötürü işsiz güçsüz takımı haline geleceği aşikardır.

Şefaat konulu ayetler üzerinde daha önceki yazılarımızda durmuş olduğumuzdan dolayı , bu yazımızda sadece şefaat üzerinden din sömürüsü yapanların kapılarını kapatmak amaçlı olarak Müslüman olarak ölen bir kimsenin cehenneme zaten gitmeyeceğini , dolayısı ile kendisini kayıracak kimselere ihtiyacı da olmayacağını hatırlatmaya çalıştık.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


14 Ocak 2016 Perşembe

ŞİRK : Toplumların Yıkılışına Sebep Olan Bir Cürüm

Kur'an kıssa yollu anlatımlar ile kendilerine elçi gönderilen bazı kavimlerin helak edildiğini beyan etmektedir , adı geçen bu kavimlerin helak edilmesine sebep olan ortak özelliklerinin Allah (c.c) ye ortak koşmak yani "Şirk" olduğu, kıssalarını okuduğumuz kavimler ile ilgili anlatımlarda görülmektedir. Kavimlerin helak edilmesi hakkında yapılan tartışmalara baktığımızda , bu helak edilmenin devam edip etmeyeceği konusunun gündeme geldiğini ve yapılan tartışmalarda, devam edeceği veya etmeyeceği yönünde iki görüş serdedildiğini, tartışmaların bu boyutta sürdürüldüğünü görmekteyiz.

[035.042-43] Var güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki; kendilerine bir uyarıcı gelecek olursa; muhakkak ki, ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardır. Fakat kendilerine bir uyarıcı gelince; onların sadece nefretlerini artırdı.Yeryüzünde büyüklenerek ve kötü düzen kurarak. Halbuki kötü düzen ancak ehline zarar verir. Öncekilerin sünnetlerini görmezler mi? Sen, Allah'ın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah'ın sünnetinde bir başkalaşma da bulamazsın.

Kur'anın, "Sünnetullah" olarak beyan ettiği yasalarda bir değişme olmayacağını haber vermesini dikkate aldığımızda , bu kavimlerin helak edilmesinin bu yasanın işlemesi sonucu olduğuna göre , helakın evrensel bir yasa olduğu yani devam edecek bir şüreç olduğu ortaya çıkmaktadır. 

Kavimlerin helakı konusunda yapılması gereken tartışmaların , bu helakın devam edip etmeyeceğinden çok , bu kavimleri helaka götüren fiillerin dikkate alınması , ve o fiillerin toplum bazında işlenip işlenmediği konusunda yapılarak, farkındalık yaratılması etrafında yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. 

Bu farkındalığın yaratılabilmesi için önce bu kavimlerin yıkılışlarına zemin hazırlayan "Şirk"  kavramının insan hayatında nasıl gerçekleştiği,  Allah (c.c) tek ilah olarak kabul edilmesinin ne anlama gelmesi gerektiğinin kavranılması gerekmektedir. Müslümanlar olarak bu kavramın bizlerin hayatında artık yeri olmadığı , "Müşrik" adı verilmesi gereken toplulukların bizim dışımızdakiler olması gerektiği gibi bir atalet içinde olmamız , bizleri helak yasasının üzerimizde işleyebileceği korkusunu duyarak yaşamamıza engel olmaktadır. 

Helak edilen kavimlerde ortaya çıkan "Şirk" olgusunun , o kavimlerin sadece taştan tahtadan yapılma putlara tapması sonucunda olduğu kanısı , bu kavramın anlam alanının daraltılmasına sebep olacak ve evrensel bir kavram olduğunu örtecektir. O kavimler mutlaka taştan tahtadan putlara tapıyorlardı , ancak onların bu putlara tapmaları , yaşam sistemlerini Allah (c.c) den almak istememelerini ve almadıklarını ilan etmelerinin bir yansıması idi.

Olayı ülkemizde olan bir durum ile örneklendirirsek, söylemek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır. Ülkemizin şehir , ilçe ve köylerinde mevcut bulunan Atatürk heykellerinin önünde veya onun önünde yapılan yapılan saygı duruşlarının kişiyi şirke düşürdüğü söylendiği zaman alınan cevap, "Biz ona tapmıyoruz ki" olacaktır. Verilen bu cevap, "Tapmak" kelimesinin hayat içinde nasıl pratiğe geçtiğinden habersiz olanların verdiği bir cevaptır. 

Çünkü o heykelin önünde veya mezarda yapılan saygı duruşu, oradaki kişinin vaz ettiği değerlere sahip çıkmanın ritüele dökülmüş bir göstergesidir. Kişi zımnen, "Senin değerlerine sadığım bunu sana bu şekilde gösteriyorum" mesajını vererek , "Tapmak" kelimesinin anlamına uygun bir hareket sergilemektedir.

Genel geçer inancımızda, kelime i tevhidin dil ile ne kadar çok tekrarlanırsa o kadar fazla sevap alınacağı gibi bir düşünce yerleşik olduğu için , bu kelimenin dilimizden düşmemesi öne çıkarılmış , asıl önemli olan bu kelimenin gereğinin hayat içinde gösterilme şartının aranmamış olması , bizleri büyük bir aldanışa götürmektedir. 

Allah (c.c) kendisini bizlere "Rab" ve "İlah" olarak tanıtarak , bu sıfatların gerektirdiği yetkilerin kendisinden başkalarına verilmesini "Şirk" olarak tanımlamaktadır. Bizler bu sıfatları dil ile Allah (c.c) ye has kılarken , hayat içinde başkalarına has kılarak büyük bir çelişki içine düştüğümüzün farkında bile olmadan, iyi bir Müslüman olduğumuz zannederek yaşamaktayız.

Allah (c.c) bizlere, sadece kendisini Rab ve İlah olarak tanıyan bir hayat sürmemizi emretmekle neyi hedeflemektedir ?. 

Allah (c.c) yarattığı bütün insanları "Abd" statüsüne tabi tutarak , kendisinin Rab lığını kabul eden bir hayat sürmesi gerektiğini beyan etmektedir. Onun bizim için belirlediği kuralların tamamı kompleks bir şekilde hayata geçirildiği zaman , dünya üzerinde yaşayan bütün canlılar huzur içinde yaşayacaklar ve bu canlılardan olan insan cinsi , hesap gününden sonraki hayatında da ebedi bir huzur içinde yaşayacaktır.

Bizi yaratan ve bizim için neyin iyi , neyin kötü olduğunu bizden daha iyi bilen birisi olarak , üzerimizde tasarruf etme yetkisinin kendisine has kılan Rabbimiz , bizim ona itaatımız karşılığında ,bunu dünya ve ahirette karşılıksız bırakmayacağını vaad etmektedir. 

Allah (c.c) yi Rab ve İlah olarak tanıyan bir hayat sürülmesinin dünya hayatındaki karşılığı nedir ?.

Allah (c.c), dünya hayatında yaşayan insanların birbirlerine haksızlık ve zulüm etmeden , karşılıklı haklara riayet eden adalet ve tevhid temelli bir hayat sürmelerini emretmektedir. İnsanların bir arada yaşama ihtiyacının doğurduğu, bir takım kurallara bağlı olma gereğine binaen , bu kuralların ana hatlarını yegane "Rab" ve "İlah" olmasının bir sonucu olarak, Allah (c.c) belirlemektedir . Toplumlar bu kurallara bağlı bir hayat sürdüğü müddetçe , huzur , refah , barış , adalet, mutluluk, bereket v.s gibi  kavramların ifade ettiği anlamlar , o toplumların üzerinden eksik olmayacaktır.

Örneğin ; Bir toplumda farklı gelir guruplarına mensup olanların varlığı kaçınılmaz bir olgudur. Allah (c.c) bu farklılığın daha açılmasını değil , en aza indirilmesini öneren düzenlemeler yaparak insanları sadaka , infak , zekat gibi kavramları dikkate alan hayat sürdürerek , onları cimrileşmemeye teşvik ederek , bu vermelerinin karşılığını kat be kat geri ödeyeceğini beyan etmektedir. İnsanların sosyal farklılıklarının birbirlerine düşman olmasına engel olan bu tür emirlerin hayata geçirilmesi sonucunda , toplum içinde huzur ortamı yeşerecektir. 

Yaşadığımız dünyaya baktığımızda , dünya gelirinin % 40 lık bölümüne dünya nüfusunun % 1 lik kesiminin sahip olduğunu , dünya nüfusunun % 50 lik kesiminin dünya gelirinin % 1 lik payına sahip olduğunu gördüğümüzde, işin ne kadar vahim bir boyuta geldiği görülecektir. 

Açlıktan ölmek durumuna gelen birisinin haram helal demeden yemek için saldıracağını bilen Rabbimizin , içki , domuz eti gibi haram  ettiği şeylerin açlık durumunda kalındığında yenilebileceğine dair olan ruhsatı, insanın açlık konusunda ne kadar  dirençsiz olduğunun bir kanıtı olarak görülebilir. Gelir adaletsizliğin aç bıraktığı insanlar gün gelip tok olanların elinden ekmeklerini almaya çalıştıkları an o zenginler için helak anı gelmiş olacaktır.

Kur'anda bir çok yerde geçen ,"Sizi rızıklandırdığımız şeylerden" cümlesi ,kişilerin ellerinde olan mal , mülk , evlat gibi geçici malların, aslında kendilerinin değil,  emanet olduğunu beyan ederek, bu noktada önemli bir hatırlatmada bulunmaktadır. Dünya hayatında yaşayan insanların hiç birinin elinde olan mülkün gerçek olarak kendilerinin değil , geçici bir süre için metalandırılmak üzere onlara verildiği ve bunlar üzerinde imtihan edilerek , ebedi yurdun hazırlanmasında bu servetin bir araç olduğu hatırlatılarak, hiç kimsenin bunların gerçek sahipliğine soyunmaması istenilmektedir. 

Eğer insanlar , bu kuralları kendilerinin belirleyeceklerini iddia ederek , Allah (c.c) yi hayattan çıkarmaya kalktıklarında artık çöküş başlamış sayılacaktır. "Rab" ve "İlah" olmanın sınırlarına giren kural belirlemeyi kendisinin uhdesinde gören insan , kendisinin olmayan şeyleri, başta iktidar olma hakkı olmak üzere sahiplenmeye başlayarak , Allah'tan rol çalmaya kalkarak onun hakkını gasp eden bir konuma geldiğinde , helak sürecinin hızlanmasına sebep olacaktır. 

Ahireti ret eden bir düşünce ve yaşam içinde bulunmuş olmaları , helak edilen kavimlerin ortak özelliklerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ahiret inancı olan bir insan dünya hayatında , bir kimseye en küçük bir haksızlık dahi yapmaktan imtina eden bir duruma gelmesi gerekmektedir. Allah (c.c) nin ahiret vaadinde, kötülük işleyenlere bu kötülüklerinin karşılıklarının acı bir biçimde ödetileceğine dair beyanlar mevcut olup, bu beyanlar iman eden birisinin elini kolunu bağlamaktadır.

Ahiret inancından soyutlanmış bir hayat içinde olanlar için artık kırmızı çizgiler kalkmış ,hiç bir kural tanımadan sadece dünya hayatlarını mamur etmek için zayıfı ezen , sadece kendisini düşünen bir insanın dünyaya yapacağı katkı fesat çıkarmaktan başka bir şey olmayacaktır. Böyle insanların yönettiği ve bu insanları destekleyenlerin çoğunlukta olduğu toplumlar için artık dibe doğru çöküş başlamış demektir. 

Elçi kıssalarında anlatılan şirk olgusunun pratik hayata nasıl yansıdığının anlatılması , bu kavimlerin helak edilmesine sebep olan amillerin hangi zaman ve mekan içinde yaşayan insanlar tarafında tekrar edildiğinde, aynı helakın gerçekleşeceğini haber vermesi açısından okunması gerektiğini düşünüyoruz. 

Salih (a.s) ın kavminin deveyi kesmesi sonucu helak olmasını , insan dışındaki bitki hayvan gibi varlıkların, arz üzerinde en az bizim kadar yaşama hakkı olduğu , bu hak onlara tanınmayarak yok edilmeye çalışıldığı müddetçe , bu yok etme ameliyesi aslında insanın bindiği dalı kesmesi gibi bir eylem olarak insan neslinin yok olmasını da beraberinde getirmesi olarak okumak, bu kıssayı evrensel mesajlar haline dönüştürecektir.

Çünkü insan , kendisini doyuracak olan kendi dışında olan varlıklara muhtaç bir biçimde hayatiyetini sürdürebilir. Bizim menfaatimiz için yaratılmış olan bitki ve hayvan neslini ,su kaynaklarını hoyratça harcadığımız zaman , yarın gıdamızı temin edecek şeyleri bulmakta zorlanarak , birbirimizi yemek zorunda kalmak içten bile değildir. 

Şuayb (a.s) ın kavminin helak olmasına sebep olan ölçü ve tartıda adaletsizlik yapmalarını , ekonomik hayatın gereklerini yerine getirmemeleri olarak okuduğumuzda , ekonomi ile ilgili yasaları hayatlarına yanlış olarak uygulayan toplumların helak olmalarının kaçınılmaz olduğu şeklinde okuyarak , yine bu helakın evrensel bir boyutu olduğunu görebiliriz. 

Lut (a.s) ın kavminin helak olmasına sebep olan o kavmin fıtratın gerektirdiği  cinsellik yerine çarpık ilişkileri tercih ettiğini ve bunun sonucunda başlarına gelenlerin evrensel bir mahiyet arz ettiğini düşünerek okuduğumuzda , bırakın başka yerlere bakmayı, kendi ülkemizde olan ahlaksızlık boyutlarını düşündüğümüzde bu helakın bizler için gerçekleşebileceğini okuyabiliriz. 

T.V kanallarında yayınlanan dizilere bakıldığında , o dizilerdeki ana temanın nikahsız ilişkiler ve zina sonucu doğan çocuklar etrafında yoğunlaşarak , bu ilişkilerin artık normal olduğu gibi şuur altına yerleştirmeler yapılmaktadır.

Salih (a.s) kavminin şirki nin insan dışındaki hayatların yaşam hakkı konusunda Allah (c.c) nin değil ,o kavmin melesi nin belirleyici olması şeklinde ortaya çıktığını , Şuayb (a.s) ın kavminin şirkinin , o kavmin ekonomik hayatın gereği olan belirlemeyi Allah (c.c) nin değil , o kavmin melesinin yaptığı , Lut (a.s) kavminin şirkinin , ahlaki kuralları Allah (c.c) nin değil yine o kavmin mele sinin belirleyiciliği olarak görmekteyiz.

Şimdi bunlardan sonra hangimiz ," Bu kavimler sadece taştan tahtadan putlara tapmak sureti ile şirk işledikleri için helak edildiler" şeklinde bir iddiayı ortaya atabilir ?.

Kur'anın kavimlerin helak edilme biçimleri ile ilgili anlattıkları , din dilinin ifade kalıpları dahilinde olduğu için , bu tür helakların  artık olmayacağı gibi bir düşünce bizleri yanıltabilir. Tarih boyunca geçmiş olan bir çok devletin yıkılma biçimlerini tetkik  ettiğimiz zaman, bizlerin yıkılıştan emin bir hayat geçirmemizi engelleyerek diken üzerinde durmamızı sağlayacaktır. 

Bu gün dünya üzerinde belirli zamanlarda çıkan ekonomik krizler ile , kişilerin ve devletlerin zor duruma düşmeleri , daha çok üretmek ve daha çok kazanmak adına işlenen doğa katliamlarının insan bedenine olan etkileri , geçmişteki helak olaylarının tekrarından başka bir şey değildir. Bu hataların önü alınmadığı takdirde , daha şiddetli yıkımların olması kaçınılmaz olacaktır.

Bizler "Din" denilince sadece ritüel ibadetleri , "Şirk" denilince taştan tahtadan putlara tapmayı anladığımız müddetçe , bu din tapınaklarda yaşanan bir din olmaktan öteye geçmeyecektir. Halbuki "Din" denilince kişinin yaşamının her anını kaplayan değerler bütünü , "Şirk" denilince hayatın Allah (c.c) nin vaz ettiği sistem yerine onun kullarının vaz ettiği sistem dairesinde şekillenmesi anlaşılmış olsaydı , yaşadığımız hayatların ne kadar islami olduğu konusunda daha net fikir sahibi olmamız kolaylaşarak , Kur'anın anlattığı helak olaylarının sebepleri dikkate alınarak , onun doğrultusunda hayatlar yaşanmaya gayret edilerek , aynı akıbete uğramamak için gayret edilirdi.

Sonuç olarak ; Kur'an , kavimlerin helak edilmesi ile ilgili bilgileri tarihi bilgiler olsun diye değil , eskilerin yapmış olduğu hataların , onlara neye mal olduğunu haber vererek , o hataların bizler tarafından tekrarlanmamasına ilişkin mesajlar olarak vermektedir. Bizler kıssaları böyle bir bakış açısı ile okuduğumuz zaman , bu kıssalarda anlatılan cürümlerin aynısının bu günde tekrarlanmakta olduğunu görerek, bu tekrarlanmanın sonucu , o kavimlerin başlarına gelenlerin aynısının tekrarlanmaması için gerekli olan tedbirlere yönelme ihtiyacı duyacağız. 

Kur'anın "Şirk" kavramı ile ifade etmek istediği net olarak anlaşılamadığı müddetçe , bu tehlikeden emin bir vaziyette geçirilen hayatın hiç beklenmedik bir anında helak gerçekleşerek geri dönüşü olmayan bir yola girilmesi her an mümkündür. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.