deyimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
deyimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Kur'an Müslümanlığı Deyimi ve Ayrıştırıcı Söylemlerin Müslümanlar Üzerindeki Zararları

Kur'an Müslümanlığı, Kur'an'ın Türkiye'de yaşayan Müslümanların gündemine gelmesi ile ortaya çıkan bir deyimdir. Bugün Türkiye genelinde bazı Müslümanların kendilerini bu deyimin ifade ettiği anlam çerçevesi etrafında tanıtmalarına sebep olan etkenlerden bir tanesi, klasik din anlayışında Kur'an'ın belirleyici olmaması, din adına belirleyici olan şeyin rivayet kitapları, ve isimleri etrafında karizmatik bir yapı oluşturulmuş olan kişiler olmasıdır.

İslam adına ortaya konan düşüncelerin Kur'an tarafından onay almasının olmazsa olmazlarımızdan olması gerektiği noktasında hemfikir olmamıza rağmen, bu söylemin birleştirici bir söylem olmak yerine, ayrıştırıcı bir söylem haline gelmiş olmasının ortaya çıkardığı bazı olumsuz durumlara dikkat çekmeye çalışmak, bu yazının konusu olacaktır.

Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçip-beğendim. (Maide s. 3)

Bugün yeryüzünde İslam dinine mensup olduğunu iddia eden, yüz milyonlarca kişi bulunmaktadır. Herhangi bir din veya ideolojinin temelinde, insanların birbiri ile daha sıkı bağlar kurmasını amaçlamak yatmakta iken, bugün kendisini İslam'a mensup olarak gören insanların aralarında böyle bir bağı kuramamış olmaları ilginç olduğu kadar da üzüntü vericidir. 

Bugün yeryüzünde mevcut olan topluluklara baktığımızda, kendi içlerinde birbirlerine düşman olan toplulukların başında kendisini İslam'a mensup olarak görenler yatmaktadır. Bu dine mensup olanların birbirleri ile ilişki kurmaları ve birbirlerini sevmeleri için, aynı dine mensup olmanın verdiği üst kimliği dikkate almaları gerekirken, mezhep, meşrep, tarikat, cemaat v.s gibi unsurları öne çıkararak, alt kimlikler üzerinden aidiyet oluşturmaya çalıştıkları gözlemlenmektedir.

[041.033]  Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: «Gerçekten ben müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?

Ben Müslümanlardanım diyerek en geniş çerçevede birliktelik oluşturması gereken Müslümanlar Muhammed (a.s) ın vefatının sonrasında çeşitli saiklerle birbirlerine düşman olmuşlar, ve o düşmanlıklar hız kesmeden bugüne kadar sürmüş, halen de sürmektedir. 

                                       Müslümanları birleştirici bir kitap olarak Kur'an

Kur'an, İslam dininin temel kitabı olarak tüm Müslümanların iman ettiklerini iddia ettikleri bir kitaptır. Bu kitaba gerçek olarak iman etmek demek, sadece ona dil ile iman ettiğini söylemek şeklinde değil, muhteviyatını hayat içinde pratiğe aktarmakla mümkündür. 

[003.103] Toptan Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.

Bu kitabın muhteviyatında bulunan bazı ayetler, ayrılığın getireceği zararları, ve birleşmenin getireceği faydaları bizlere hatırlatmaktadır. Kur'an'ın rehberliğinden kendisini soyutlamış olan Müslümanlar, bir çok mezhep ve hizbe bölünerek birbirlerine düşman olmuşlardır. 

Kur'an'ın birleştiriciliğinde buluşmanın gereğine inananların büyük çoğunluğunun bu birleştiriciliği en geniş çerçevede anlamak ve uygulamak yerine, eleştiri konusu yaptıkları hizip ve fırkalarla aynı kulvara düşerek kendilerini Kur'an Müslümanı olarak tanımlamaları, onlarında başka bir fırka olarak ortaya çıkmalarını beraberinde getirmiştir.

Bugün kendisini Kur'an Müslümanı olarak tanımlayan insanların İslam adına ortaya koydukları söyleme baktığımızda,hadis ve tasavvuf menşeli İslam anlayışını kıyasıya eleştirmek olduğunu görmekteyiz. Hadis ve tasavvuf menşeli İslam anlayışının elbette eleştiri konusu yapılabilecek bir çok yönü vardır, fakat bu eleştiriyi yaparken ortaya konan söylemin problemli olduğunu düşünmekteyiz. 

Kendilerin Kur'an Müslümanı olarak niteleyenlerin birçoğunun, hadis ve tasavvuf merkezli din anlayışını savunan kimseleri düşman olarak ilan ettikleri görülmektedir. Halbuki Kur'an'ı merkeze aldığını iddia eden bu insanların, tebliğ yöntemlerini de bu kitap içinden alması gerektiği önemli bir noktadır. 

[016.125]  Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.

Şu nokta iyice kavranmalıdır ki, Kur'an'ı öncellemek demek, hiç kimseye bu kitabın dışında başka kitapları öncelleyenleri tahkir etmek hakkını vermez. Kur'an etrafında bir söylem üretmek demek, bu söylemi ulaştıracağımız insanlara karşı nasıl davranmamız gerektiğini de bu kitaptan öğrenmek ve hayata geçirmek demektir. Çağrıyı ulaştıracağı kimseyi dışlayarak, ötekileştirerek, tahkir ederek yapacağı davranışlar, bu çağrının gerekli kişilere ulaşmasını engellediği gibi, Kur'an'a karşı daha sert bir şekilde sırt dönülmesine sebep olacaktır.

Özellikle sanal ortamın verdiği imkanları kullanarak din adına inandıkları doğruları diğer insanlarla paylaşmaya gayret eden kimselerin bu doğruları paylaşırken birbirlerine karşı kullandıkları üslup maalesef içler acısı bir durum arz etmektedir.


Sanal ortamda yaptığı paylaşımlarda Kafir, Müşrik gibi dini kavramları günde en az 100 defa paylaşmaz ise Allah (c.c) katında sanki sorumlu olduğunu zanneden bir kısım insan, bu sayıyı doldurmak için önüne gelene bu kavramları kullanarak önüne geleni tekfir ve tahkir etmeyi marifet sanmakta, yaptığı yanlışın sebep olduğu yıkımın farkına bile varmadan büyük bir cihat yaptığını zannetmektedir.

[022.078] Ve Allah için hakkıyla cihad edin. O, sizi seçmiş ve babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamaıştır. Daha önce resulün size şahid olması, sizin de insanlara şahidler olmanız için size müslüman adını veren O'dur. Şu halde namaz kılın, zekat verin ve Allah'a sarılın. O'dur sizin Mevlanız. Ne güzel Mevla, ne güzel yardımcı.

Bize Müslüman adını veren Allah (c.c) nin verdiği bu ismin önüne veya arkasına takılacak her türlü ilave, ki bu Kur'an olsa dahi gereksiz bir ilavedir. Müslüman olduğunu iddia eden bir kimsenin, zaten Kur'an'ı temel kaynak olarak görmek, inancını bu kitabın onayına sunmak gereği vardır. Kur'an'ı temel kaynak olarak görmeyenlere tepki olarak ortaya konulacak her türlü söylem, ayrıştırıcı ve ötekileştirici olması bakımından tavsiye edilen bir söylem değildir.

Fırka ve hizipçiliği yasaklayan bir kitabın, fırka ve hizipçiliği körükleyen söylemleri desteklemesi ve onaylaması elbette mümkün değildir. Kur'an'ı eline alarak inancını bu kitabın onayına sunan kişilerin dikkate alması gereken en önemli konu, ortaya koyacakları söylemin birleştirici ve nefret ettirici olmamasına gayret etmesi olmalıdır.

Din adına başka kaynak ve kişileri öncelleyen kimselere karşı tavsiye edilen tebliğ dilini kullanmak, ayrıştırıcı ve ötekileştirici söylemlerin yerini, birleştirici söylemlere bırakmasına, farklı düşüncede olanların ise bu düşüncelerini edep ve üslup dairesinde birbirleri ile konuşarak ortak bir noktaya varmalarına sebep olacaktır.

Sonuç olarak; Birlik ve beraberliği her zaman ihtiyacımız olan biz Müslümanlar, birlik ve beraberliğimiz bozacak her türlü kavgayı terk ederek, aramızda mevcut olan sorunları iman iddiasında bulunduğumuz kitabın bizlere öğrettiği yöntem dairesinde halletmeye gayret etmeliyiz.

Kendilerini Kur'an ile tanımlayan kimselerin ise bu noktada daha fazla sorumluluk sahibi oldukları hatırdan çıkarılmamalıdır. İnanç ve düşüncesini Kur'an'ın belirlediğini iddia ederek karşısındaki insana karşı nasıl bir üslup kullanacağını Kur'an'ın belirlemediği insanların ortaya koyacakları sözlerin inandırıcılığı maalesef olmayacağı gibi, aksi tesir yaparak Kur'an'a karşı cephe alınmasına sebep olacaktır.


Müslüman ismini yeterli görmeyenlere karşı, bu ismin önüne veya arkasına tepki olarak ortaya konan her türlü ilave isim, fırka ve hizipçiliği doğuracağı için bu konuda dikkatli davranılması gerekmektedir. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

28 Ağustos 2015 Cuma

"Kutsal Kitap" Deyimi ve Hayat İçindeki İşlevi

"Kutsal Kitap" terimi insanlığın büyük çoğunluğunun işittiği bir terim olup , Dünya üzerinde yaşayan insanların büyük ekseriyeti bu terime dahil olan kitaplara iman ettiğini iddia ederek aidiyet ortaya koymaktadırlar. Bu terime dahil olan kitapları Allah (c.c) indirerek bunların içindeki muhteviyata göre hayatlarını şekillenmesini istemiştir. 

"Kutsal Kitap" terimini daha geniş anlamda ele almak mümkündür. "Kitap" kavramını insanların yaşamları üzerine hakim olan din , düşünce , sistem , fikir akımı v.s olarak çeçevelendiğimiz zaman , istisnasız olarak yaşayan bütün insanların kudsiyet atfettikleri bir düşünceleri bir inançları vardır. 

Kendisini "Marksist" olarak nitelendiren kimsenin tabi olduğu "Kutsal Kitab" Marks'ın görüşlerinin derlenmiş olduğu kitaplardır. Aynı şekilde kendisini "Kemalist" olarak ifade eden kişinin "Kutsal Kitab" ı ,  bu ideolojinin sahibinin derlediği görüşleridir. Kişi kendisini "Ateist" olarak nitelendirerek, inandığı hiç bir kutsal olmadığını iddia etse bile, onun kutsalı ateizm'in öğretileri olup tabi olduğu "Kutsal Kitap" mutlaka vardır. Bu terimi illaki yazılı bir materyal içindeki düşüncelere tabi olmak şeklinde düşünmeyelim , bir futbol kulübüne veya bir müzik gurubuna olan aşırı ilgi, bunları kutsanmış ve bir şekilde ilah derecesine yükseltilmiş konuma getirmektedir. 

Biz "Kutsal Kitap" terimini, Allah (c.c) nin indirmiş olduğu vahy kitapları çerçevesinde değerlendirerek kapsamı biraz daha daraltıp, bu terimin elimizde olan "Kur'an" ile ilgisine dikkat çekmeye çalışacağız. 

Allah (c.c) neden kitap ve elçi gönderir?. 

Allah (c.c) her şeyin yaratıcısı ve yegane sahibi olarak , yarattığı insanların yaşamları içinde yapması ve yapmaması gerekenleri  kurallara bağlamıştır. Bu kuralları biz insanlara bildirmek için bizlerden olan insanları seçerek onlara vahy yolu ile kitaplar indirmiştir. Tevrat , Zebur , İncil , Kur'an adı ile bildiğimiz bu kitaplar yazıya geçirilerek kaybolması önlenmiştir. Yazıya geçirilme sürecinde bu kitapların muhteviyatına ilave veya eksiltme şeklinde müdahelelerin olup olmadığı halen tartışılmaktadır. Bunları tartışmak bu yazının konusu değildir , bu yazının konusu Kur'an çerçevesinde "Kutsal Kitap" teriminin hayat içindeki işlevi nasıl olmalıdır ? sorusunun cevabı üzerinde olacaktır. 

Kur'an, 1500 yıl kadar önce Arap yarım adasında yaşayan Muhammed (a.s) adlı kişinin elçi seçilmesi suretiyle ona inmiş olan bir kitaptır. Elimizde mushaf yani sahifelenmiş halde bulunan bu kitap , Muhammed (a.s) a 23 senelik bir zaman zarfı içinde sözlü olarak inmiş ve Muhammed (a.s) hayatta iken yazıya geçirilmiştir. Elimizdeki mushafın içinde, Muhammed (a.s) a indiği halde mushafa alınmayan veya inmediği halde mushafa alınmış olan ayetlerin var olup olmadığının tartışılması her iki türdeki iddia sahiplerinin somut bir delil ortaya koyamaması yani ne mushafa alınmayan ayet ne de mushafa vahiy harici konmuş bir ayet olup olmadığı  yönünde elimizde orjinal bir Kitap olmadığı için sonuçsuz kalacaktır. Bizim bu konudaki kanaatimiz , elimizdeki Kur'anın Muhammed (a.s) a indiği şekli ile ne eksik ne fazla bir biçimde korunmuş olmduğu yönündedir. 

Bizim asıl konumuz, elimizde olan bu Kitab'ın içinde eksiklik veya fazlalık olup olmadığının tartışılması değil , elimizde olan Kutsal Kitab'ın işlevi nedir ? sorusunun cevabını aramaktır.

Günümüze baktığımız zaman biz Müslümanların elimizde olan mushaf ile ilgili olarak yaptıklarını 2 gurup altında incelemek mümkündür. 

Gelenekten gelen bir inanç olarak, mushaf dediğimiz yazılı materyal, kutsal bir yapıya büründürülmüş olup, ha deyince dokunmanın mümkün olmadığı bir kitap haline sokulmuştur. Dokunmak için abdestli olmak gerektiği , adetli bir bayanın buna el sürmesinin mümkün olmadığı yönündeki görüşler hepimizin malumudur.

Onunla ilgili olarak ilk ritüeller geçildikten sonra onun içindeki surelerin veya ayetlerin belirli gün ve zamanlarda okunması , belirli hastalıkların , evde kalmış kızların , imtihana girecek çocukların başarılı olması , eve hırsız girmemesi , karı koca arasının birleştirilmesi gibi daha sayamayacağımız bir sürü konunun halledilmesi için gerekli kılınmıştır.

Bu durumu hasta olduğu için doktora giden , doktorun verdiği reçetedeki ilaçları alıp tatbik yerine sadece reçeteyi okumakla hastalıktan kurtulacağına inanan bir hastanın örneğine benzetebiliriz. 

Gelenekteki bu inanca karşı alternatif olarak ortaya konan "Kur'an Müslümanlığı" şeklinde bir sloganla ortaya çıkan düşüncenin ifrata karşı tefrit şeklinde ortaya çıkan düşüncesinde, Kur'anı öncellenmesine rağmen bu öncellemede bir takım sıkıntıların olduğu bir vakıadır.

 Klasik İslam düşüncesinde, Kur'an adı var kendi yok mesabesinde bir Kitap olup , onun işlevi rivayetler kanalı ile oluşturulmuş din anlayışını onaylamak olmuştur. Kur'andan onay almayan bir rivayet , ilgili Kur'an ayetlerinin te'vil veya anlam olarak tahrifi yolu ile rivayetler ile uyumlu bir hale getirilerek sunulmaktadır. 

Bu yanlışa karşı çıkan "Kur'an Müslümanlığı" hareketi ifrata karşı tefrit yöntemini tercih ettiği için bir takım hataları içinde barındırmaktadır. Bu hataların en başta geleni Kur'anın yaşanmış hayata dair olan bilgi ve kabullerini red ederek sadece mushafı kutsallaştırarak bir bakıma "Mushafperestlik" şeklinde ortaya çıkan duruma imza atarak red ettiği ve eleştirdiği geleneksel anlayışın yanlışına ortak olmuştur. 

Mushafın içeriğinden çok kağıdına kudsiyet atfeden geleneksel düşünceye karşı, "Sadece Kur'an" sloganını üreterek uydurma rivayetleri atma adına , tüm yaşanmışlığı red eden bir yapıya bürünerek birbirine düşman diyebileceğimiz bu iki zıt düşünce, bu noktada ortaklığa gitmişlerdir.

Yeni bir trend "Mushafperestlik" 

Klasik İslam düşüncesinde hadisleri vahiy sayarak , Muhammed (a.s) ın her yaptığınının , her söylediğininin "vahiy" olduğunu iddia ederek onu robotlaştıran ve anlayışa karşı çıkanların bir kısmı , aynı robotlaştırma düşüncesine, Enam s. 38. gibi ayetler üzerinden hareket ederek "Kitap'ta eksik olmayan bir şey olmadığı" iddiasını dile getirerek (bu ayetin Kur'anı kast etmediğini hatırlatalım) neredeyse ayakkabı bağlamayı bile Kur'ana nisbet ederek kendilerini robotlaştırmaktadırlar. Halbuki Kur'an robotlaştırıcı bir kitap değil , insana insiyatif veren ve onu hayat içinde çalışan , akleden bir insan olarak yaşam içinde kendisine gerekli olan hükümleri Kur'an ışığında çıkarmasını istemektedir.

Geçmişteki hadisi kutsayan ve Kur'anı literal bir anlayışla okuyarak yoruma kapatan ve elçiyi robotlaştıran selefi anlayışın bir benzeri "Selefi Mealcilik" diyebileceğimiz bir şekilde modernize edilmiş vaziyette insanı robotlaştırmış olarak karşımızda durmaktadır. 

İçtihad kapısını kapatan geleneksel fıkıh ile "İçtihad" diye bir terimi duyduğu zaman elektirik çarpmışa dönen "Selefi Mealciler" ellerindeki Kur'anın yaşanan bir hayata dair yol işaretlerini belirleyen bir kitap olduğunu bilmedikleri için, herşeyin çözümünü Kur'an içinde aradıklarında ve aradıkları çözüme dair ellerindeki kitabın bir çözüm sunmadığını gördüklerinde Kur'anı red ederek "Deizm" veya "Ateizm" yoluna sapmaktadırlar.

Bu durumun suçu, Kur'anda mı  yoksa onu okuyanda mı ?.

Suçlunun tesbitini yapmak için Kur'anın nasıl bir kitap olduğu konusu aydınlığa kavuşturulmalıdır.

Kur'an insanı merkeze alan ve onların yaşadıkları hayat içinde uymaları gereken ana kuralları belirleyen bir kitap'tır. Tali kurallar , insanların yapacakları çalışma ile literatürdeki ismi "İçtihad" olan hukuksal düzenlemeler ile yapılacaktır. Aksi takdirde 1500 sene inmiş olan bir kitab'ın bu güne dair olan söylemini tesbit etmek mümkün değildir. 

Olayı ceza hukuku açısından örnekleyecek olursak ; 1500 sene öncesinin yaşamı içindeki suçların adedi ile şimdiki zaman veya gelecekte yaşanacak zaman içinde meydana gelecek suçların adedi aynı değildir. Kur'an hırsızlık suçuna tek bir ceza önermesi yaparken , bu gün adına "Hırsızlık" diyebileceğimiz bir çok kategoride değerlendirilebilecek ve hepsine aynı derecede ceza verilemeyecek suçlar çıkmıştır.

Veya suç olup ta Kur'anda cezası bulunmayan bazı cürümlere  "Selefi Mealci" mantığıyla yaklaştığımızda , Kur'an da cezası yok o zaman suç sayılmaz" mı diyeceğiz?.

Burada insan faktörü devreye girerek "Kutsal Kitab" ın belirlediği bazı cezalardaki maksadı dikkate alarak diğer suçlara uygun cezaları hukukçular tayin edecektir. 

"Kutsal Kitab" ın muhteviyatı içinde olan cezaların maksadı nedir?. 

Kur'an içinde katl , fesad , zina , hırsızlık , iftira gibi suçlara tatbik edilmesi gereken suçlardaki maksadı düşünerek diğer suçlar için bu maksada uygun cezalar verilmesi mümkündür. Bu cezalardaki maksad nedir ? denildiğinde cevabımız , "CAYDIRICILIK" olacaktır. Bu gün Kur'anda arayıpta bulamadığımız bir suçun cezasını , hukukçular tayin edecektir , bu tayin etme sürecinde verilecek cezanın caydırıcı olmasına dikkat edilecektir , bunun  ters bir durum suça teşvik eden bir hal alır ki yaşanılan toplum suçlular cenneti olur. 

Kur'an içinde bazı durumlar ile ilgili olarak yapılması gereken eylem "Örf'e göre" veya kişinin maddi seviyesine göredir. Bu tür ucu açık uygulamalar kitabın bir hukuk kitabı değil hukuksal uygulamaların nasıl bir zemine oturtulması gerektiğine dair bilgiler içermekte olduğunun göstergesidir.

Yaşanan hayatın şartlarının her an değişmesi o hayat ile ilgili yeni düzenlemeleri beraberinde getirmesi gerekmektedir. Kur'anın öncelikle inmiş olduğu zaman içinde yaşanan hayata dair olan söylemleri ve önermeleri bu noktada dikkate alınması gerekmektedir. 

"Mushafperestlik" veya "Selefi Mealcilik" şeklinde ifade ettiğimiz söylem, elimizde olan kitabın her şeyin açıklayıcısı olmasından hareketle , hayatın bütün zamanlarında karşımıza çıkan sorunlara dair bir çözümüne dair yaklaşımlarını bizlere bıraktığının farkında değildir. Noktasına virgülüne kadar her şeyi kitap içinde arayan bu zihniyet karşısına çıkan sorulara cevap veremediği , sorunlara kitabi bir çözüm bulamadığı için kabahati kur'ana yükleyerek çareyi çark etmekte yani kitabı inkar etmekte bulmaktadır.

Bu söylem ibadetler konusunda da klasik İslam düşüncesindeki ilmihal hastalığının bir benzerine düçar olmuş bir vaziyettedir. Klasik düşünce bazı ibadetler konusunda olayı sadece şekilsel boyuta indirgeyerek bu şekillerin geometrik biçimde nasıl olacağına dair bilgiler ile donatılmıştır. Bunun karşısında olanlar ise Kur'an da bu tür geometrik ayrıntılar bulunmadığı için özellikle "Namaz" adı bildiğimiz bir ibadetin olmadığının, olamayacağını , olmaması gerektiğini düşünmektedirler.

Başkalarının ihdas ettiği "Namaz hocası" türünden kitapları red ederek ,bu namaz hocası kitaplarını Kur'an içinde arayan insanlar, bu kitabın binlerce yıllık insanlık serüveninin bir uzantısı olan ve  insanlığın birikimi üzerine kurulu olduğunu göz ardı etmişlerdir. Hem kültürel mirası red edip hem de arkeolojik bulgulardaki bazı resim ve heykellerdeki puta tapan insanların yaptıkları ruku , secde gibi eylemlerin şirk olduğundan hareketle namaz ibadetinin de şirk olduğunu iddia etmektedirler. 

Bu kişiler hadis , sünnet gibi dini kaynakları red etmede gösterdiği hassasiyeti ,Mısırlıların heykellerini red etmede maalesef göstermemekle birlikte kendi acziyetlerini ve cehaletlerini ortaya koymaktadırlar.

İnsanların ruku , secde gibi şekilsel hareketler ile yüce saydıkları bir varlığa veya objeye karşı yaptıkları tazimin arka planını ve tarihini doğru okuyacak olursak bu bilgileri insanların Allah (c.c) den öğrendiğini görürüz. Adem adındaki yaratılan ilk insana öğretilen bilgileri Allah (c.c) nin öğrettiğini bilmekteyiz. Adem bu bilgileri kendisinden sonra gelen insanlara sözlü ve fiili olarak öğreterek kıyamete kadar sürecek bir ortak hafızanın oluşması noktasında ilk adımı atmıştır. 

Kendilerini yaratana karşı nasıl bir kulluk görevleri olduğunu yine kendilerini yaratanın gönderdiği elçiler vasıtası ile öğrenen insanlar, zaman içinde bu görevleri başka ilah ve rablere tahsis ederek şirk işlemeye başlamışlardır. Ruku ve secde gibi gibi ibadetler asıl olarak kendilerini yaratana karşı bir tazim ifadesi iken zaman içinde başka ilah ve rab edinenlerin o rab ve ilahlara karşı bir tazim ifadesi olmuştur. Bu tarihsel arka planı bilemeyen veya işlerine gelmeyen bir kısım "Selefi Mealci" için namaz artık bir şirk , bu şirk'e !! karşı durmak tevhidi bir gösteri haline gelmiştir. 

Görülüyor ki, klasik İslam düşüncesine karşı olarak ortaya çıkan hareketin gerekli alt yapı ve arka plan bilgilerini göz ardı etmesi sonucu , Kur'an sadece bazı şeyleri red etme aracı olarak eskilerin yaptıkları gibi mızrak uçlarında gezen bir kitap haline gelmiştir. Hayatlarına dair olan bilgileri yanlış okuma metodları ile silenler , bu yanlışları neticesinde ortaya çıkan durumun suçlusunun kendileri değil, Kur'an veya haşa Allah (c.c) olduğunu düşünerek bunları red etme yoluna gitmektedirler.

Sonuç olarak; "Kutsal Kitap" olarak nitelendirdiğimiz Kur'ana karşı yapılan iki uçlu yanlışı değerlendirmeye çalıştığımız yazımızda , bir yanlışa karşı alternatif doğru üretmek adına ortaya çıkan düşüncenin ,yanlış olarak gördüğü düşüncedeki hataların bir benzerini tekrarlayarak çözüm yerine çözümsüzlük ürettiğini görmekteyiz. Kur'anı bir ilmihal kitabı gibi her şeyi noktasına virgülüne kadar yazması gereken bir kitap olduğunu zannedenler , aradıklarını bulmadıklarında "Bu kitap bize uymuyor" diyerek başka yolları seçmektedirler. Halbuki kitab içindeki bilgilerin genel çizgileri belirttiğini biz insanların bu genel çizgileri takip ederek yaşadığımız zaman ve mekanı ilgilendiren konularda bizlerin düzenlemeler yapmasına müsade ettiğini bilselerdi bu kitabın nasıl bir hayat rehberi olduğunu bilir ve bu kitabın indiricisine secde etmekten başka yol olmadığını daha iyi anlarlardı. 

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

8 Mart 2015 Pazar

Devlet ve "İslam Devleti" Deyimi Üzerine

Devlet kelimesine, "İnsanların fıtratları gereği birlikte yaşama ihtiyacının sonucu olarak ortaya çıkan yönetim kademelerinin altında toplandığı çatı " şeklinde bir tarif getirmek sanırım yanlış olmayacaktır. İnsanın sosyal bir varlık olması, onların birlikte yaşamaları gereğini ortaya çıkarmış ve bu sosyal yapı Aile , Köy , Şehir ,kabile, Ülke v.s gibi terimler etrafında bir oluşum sağlamasını gerekli kılmıştır. Bu gereklilik bazı sorunları ortaya çıkarmış ve ortaya çıkan bu sorunların aşılması için bir takım kurallar konarak uyulması zorunlu kılınmıştır. 

En küçük insan topluluğu olarak ifade edebileceğimiz "Aile" içinde bile bir yönetici tayin edilmiştir. Nisa s. 34. Ayetinde Erkeklerin Kadınlar üzerinde "Kavvam" (Koruyucu) tayin edilmiş olmaları , onların bu görevlerini yerine getirmede bazı yetkiler üstlenmesi günümüz tabiri ile "Aile Reisi" olmalarını gerektirir.

Yöneten - Yönetilen , Amir-Memur, Ast-Üst , İşçi -İşveren v.s şeklinde ayrışımlar, birlikte yaşama ihtiyacının doğurduğu kaçınılmaz durumlar olup, asıl olması gereken bu guruplardaki insanların belirli kurallar dahilinde hareket etmeleridir. Örnek verecek olursak , yönetici pozisyonunda olan bir insan , yönetimi altındaki insanlara hiç bir şekilde zulmetme hakkına sahip değildir , yönetimi altındaki insanlar ile ilgili kararlarında Hak - Hukuk -Adalet prensiplerini gözetmek zorundadır. 

"Devlet" dediğimiz oluşum , İnsan yönetimi ile ilgili olan kurumların altında toplandığı çatı olduğuna göre , Devlet yöneticisi kademesinde olanların da, yönetimi altında olan İnsanlara karşı bir takım sorumlulukları vardır. Yöneticiler bu sorumluluklarını hazırladıkları kanunlar ile yerine getirmeye çalışırlar. 

 Devlet yöneticilerinin yapmış oldukları kanunların çıkış noktaları tabi oldukları düşünce sistemleri olup bunun adına Kur'an deyimiyle "Din" denilmektedir , meselenin özü tabi olunması gereken Dinin hangi Din olması gerektiği noktasında olup ,İnsanlık tarihini sadece iki kelimeyle özetleyecek olursak "Dinler Savaşı" şeklinde ifade etmek mümkündür.

Allah (c.c) İnsanların Rabbi ve İlahı olarak onlar üzerinde yönetim hakkına sahip olan ve olması gereken yegane varlıktır. Allah (c.c) bu hakkını , tarih boyunca göndermiş olduğu Elçileri vasıtası ile bildirerek , kullarının kalıcı olan Ahiret te mutlu ve mesut bir hayat geçirmelerinin tek şartı olarak bu Elçiler ile gelenlere uymak olduğunu bildirmiştir. 

Elçiler ile gelen vahiylerde İnsanların birbirlerine karşı nasıl davranmaları gerektiği yönündeki beyanlar ve yönetim konusundaki emirleri ve yasakları da kapsamaktadır. Kur'ana baktığımızda "Sizden olan emir sahiplerine itaat edin" (Nisa s. 59) Ayeti, emreden ve emredilen insanların olması gerçeğinin göz ardı edilmediğini , emreden insanların nasıl bir emir yetkisine sahip olacağını beyan etmektedir. Emir sahibi olarak emretme yetkisinde bulunmak demek bir kimsenin yönetici pozisyonunda olması demek olup , bu pozisyondaki kimselerin emrederken kullanacakları yetkiyi aldıkları mercinin önemi büyüktür.

"Devlet" adı verilen çatının , İnsan hayatının en önemli olgularından biri olmuş olması bu çatıyı oluşturan unsurlar hakkında Allah (c.c) nin herhangi bir beyanı olmamasını imkansız kılmaktadır. Devlet dediğimiz olgu , İnsanların bir birbirlerine karşı olan hak ve vazifelerini düzenleyen kuruluşların toplandığı çatı olduğuna göre , bu düzenlemeyi hakkına sahip olan yegane varlık İnsanların Rabbi ve İlahı olan Allah (c.c) nin hakkıdır.

"İslam Devleti" dediğimiz olgu, bu hakkın gerçek sahibine verilmesi düşüncesinden kaynaklanan bir yönetim tarzının ismidir.

Kur'an da bu tür bir terkibin olmaması bir kısım İnsanın böyle  bir şeye gerek olmadığı iddiasını da beraberinde getirmiştir. Allah (c.c) nin "Şirk" olarak tanımladığı , söz veya fiillerin sadece taştan ve tahtadan yapılmış olan putların önünde saygı ile eğilmek olmadığı Kur'an okuyan herkesin bildiği ve bilmesi gereken bir durumdur.

Muhammed (a.s) ın Medine de herhangi bir Devlet oluşturmadığı iddiası doğru bir iddia olmayıp , Medine yaşayan İnsanların birbirleri ile olan ilişkilerinin düzenlenmesinde oluşturulan sistemin başında onun olmuş olması ,onun bir nevi "Devlet Başkanı" sıfatı taşımasını beraberinde getirmiştir. Kur'anın inen hüküm Ayetlerinin uygulanması , "Devlet" adı bilinen oluşumun şart olduğunu göstermektedir.

"Şirk" kavramı , "Allah (c.c) nin hakkı olan bir şeyin, ondan gasp edilerek onun yarattığı bir kula hasredilmesi" demek olduğuna göre yarattığı İnsanlar için gerekli olan hükümlerin göz ardı edilerek başkalarının hükmünün icra edilmesinin adı nedir ?.

Kur'an daki bazı suçlar için konulmuş olan cezaların fiiliyata geçirilmesi şahısların insiyatifine bırakılmamıştır. Örneğin Maide s. 33. Ayetinde ki had cezalarının belirlenmesi kişilerin insiyatifine bırakılacak olsa , bunun uygulamasının doğurucağı sonuçları düşünmek bile insanı ürpertecektir. Kısacası Kur'an eğer bir suç için Dünyevi bir ceza tayin etmiş ise bu cezanın infazı kişilere bırakılmamıştır. İnsan hak ve hukuku ile ilgili Ayetlerin fiiliyata dökülmesi adalet esasına dayanması emredilmiş bu esasları uygulama hakkı yetkili merciler eli ile olması gerekmektedir. 

"İslam Devleti" denilince bazı kimseler de haklı olarak , Kur'anın hayatın her anında çıkabilecek olan sorunlar noktasında Ayet bazında bir hüküm bulunmadığı ve bu boşluğun nasıl dolacağı konusu soru işaret olarak kafasında takılmaktadır.

Dünya üzerinde hiç bir Devletin kuruluş temellerini atan kişi , kurum , düşünce v.s ler o Devlet içinde yaşayan insanlara gerekli olan bütün kanunları bir paket halinde vaz etmiş olmalarına imkan yoktur. Bu sözümüzü T.C üzerinden örnekleyecek olursak şunları söyleyebiliriz ;

Bugün T.C nin temelleri Kemalist , Laik ,Demokratik olarak belirlenen bir sistem üzerine kurulmuştur. T. C nin kuruluş temellerini atan kişi olan Mustafa Kemal Atatürk bu Devletin tabi olacağı kanunların temelinde nasıl bir düşünce yatması gerektiğini vaz ederek adına "Kemalizm" denen ideolojiyi geliştirmiştir. 

Kemalist ideolojinin hakim olduğu T.C içinde yaşayanların ihtiyaçları zaman içinde değişim gösterdiği için o İnsanlar ile ilgili kanunlar da değişerek günün ihtiyaçları doğrultusunda dizayn edilmektedir , veya daha önce olmayan fakat yeni ortaya çıkan bir ihtiyaca binaen yeni kanunlar ihdas edilebilmektedir. Yapılan bu kanunların "T.C Anayasası" denilen tabi olunması gereken kuralların yazılı olduğu kitaba aykırı olmaması gerekmektedir. Anayasaya aykırı olarak yapıldığı iddia edilen bir kanun "Anayasa Mahkemesi" tarafından iptal edilmek suretiyle uygulama alanına sokulmaz. "Anayasa Mahkemesi" dediğimiz kurum iptal ettiği veya onayladığı kanunları "Kemalist" sistemin kendine çizmiş olduğu yetkiler dahilinde yapmaktadır. 

Anayasa dediğimiz olgu, bir Devletin tabi olacağı kuralların temelini çizen bir Kitap olması nedeniyle, "İslam Devleti" adında oluşacak bir Devletin tabi olacağı Kitap ,Allah (c.c) nin Kitabıdır. Nasıl ki Anayasalar da temel kurallar belirlenmiş ve yaşam içindeki gereklere uygun olan bazı yasalar günün gereğine göre Anayasa nın belirlediği çizgiler dahilinde yapılıyor ise, İslam Devletinde de aynı şekilde Kur'anın belirlediği çizgiler dahilinde o gün yaşayan İnsanların ihtiyacı olan alt kanunlar düzenlenecektir. Bu düzenlemeyi eski adı Müçtehid , yeni adı Hukukçu vasfına sahip olan insanlar yapacaktır. 

Bu meyanda İslam Dininin diğer beşeri dinler karşısında sus pus olmadığı ortadadır. Bazı kimselerin aksine İslam Dini sadece Namaz , Oruç v.s hükümleri vaz etsin , yönetim ile ilgili kanunları İnsanların kendi yanından üretmiş oldukları beşeri ideolojilere  bıraksın iddiası doğru bir yaklaşım tarzı değildir. Bu sistemin çağdaş Dünyadaki ismi "Laisizm" olup bu sistemin Kur'an literatüründeki ismi "Küfür"dür.

 "İslam Devleti" adı altında yönetilen örnek bir Devletin Dünya üzerinde olmamış olması veya klasik İslam hukuku içindeki bazı hükümlerin Kur'anla taban tabana zıt olması (Recm örneği gibi) bazı İnsanları bu konuda karamsarlığa düşürerek , bu şekil bir sistemin "Ütopya" olduğu iddiası ile mevcut sisteme bağlı olmanın yeterli hatta gerekli olduğu düşüncesi ortaya atılmaktadır. 

Uygulanabilir veya uygulanmaz olması bu yazının konusu olmayıp , konumuz Devlet çatısını oluşturan kurumların tabi olacakları kanunlar sisteminin temelinde beşerin değil o beşeri yaratanın imzasının olması gerektiğidir. Şayet Müslüman olduğunu iddia eden birisi tabi olunması gereken kanunların temelinde beşeri imzanın olması gerektiğini savunarak içinde bulunulan durumdan rahatsızlık duymadan gönül rahatlığı içinde bu sistemin İslama uygun olduğunu söyleyebiliyorsa , o kimsede akidevi olarak sıkıntılar olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 

Herhangi bir Müslüman ,  içinde yaşadığı topraklarda hüküm süren kanunların bir beşer tarafından ortaya atılan ideoloji çizgisinde yapılmış olmasından rahatsızlık duymayarak onu savunabiliyorsa şirke ortak ve şirkin savunucusu olmuştur. İslami Devlet modelinin uygulanabilirliği olmaması iddiası ile mevcut şirk düzenlerine tabi olmak gerektiği düşüncesi teslimiyetçi bir tavırdan başka bir şey değildir.

Dünya üzerinde hiç bir Devlet yoktur ki ilkelerini , Hak -Hukuk - Adalet prensipleri üzerine kurmuş olmasın ancak bu prensiplerin alındığı ideolojiler Beşer kaynaklı olup , İlahi kaynaklı değildir. Bu Devletlerin bir çoğunun Hak -Hukuk Adalet anlayışı, ideolojisini oluşturan beşere tabi olan İnsanlarda ki anlayış doğrultusunda olup şekil bir yönetim tarzı bir kısım İnsanın diğer bir kısım İnsan üzerinde, Haksızlık -Hukuksuzluk - Adaletsizlik şeklinde yansımaktadır.Olması gereken , bu prensiplerin alındığı kaynağın Beşeri değil İlahi olması hiç bir İnsanın diğer bir İnsan üzerinde hegemonyasının olmaması esasına dayalı olmasıdır.

 Sonuç olarak; Sosyal bir varlık olan İnsanın birlikte yaşamasının bir gereği olarak oluşan belirli düzenlemelerin yapılma ihtiyacı "Devlet" olarak bildiğimiz kavramı ortaya çıkarmıştır. Allah (c.c) nin her konuda kulları için belirleyici olmuş olması , İnsan için en önemli olgulardan birisi olan "Devlet" olgusunun da nasıl şekillenmesi gerektiğini beyan etmiş olmasını beraberinde getirmiştir. Allah (c.c) nin böyle bir olguya müdahil olmayacağı iddiası "Laiklik" dediğimiz düşünceyi meydana getirmiştir. 

Son zamanlarda ortaya çıkan bu düşünceler "Laik Müslüman" tipini geliştirmiş ve Kur'anın böyle bir durum ile ilgili olarak beyanı olmadığı , olsa dahi bunun ütopik bir düşünce olduğu söylenmeye başlanmıştır. Yaratılmış olan İnsanın , kendisi gibi yaratılmış diğer İnsanlar üzerindeki yönetim hakkı iddiasının "Şirk" olduğu bilincinden uzak olarak geliştirilen bu tür düşüncelerin acilen terk edilerek , Allah (c.c) nin yaratmış oldukları üzerinde tasarruf hakkının olması gerektiği düşüncesi oturtulmaya çalışılmalıdır. Allah (c.c) nin dininin en bariz özelliği kendisi gibi yaratılmış olanlara kulluğu ret ederek bu konudaki tek hak sahibine hakkının teslim edilmesidir.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.