8 Mart 2015 Pazar

Devlet ve "İslam Devleti" Deyimi Üzerine

Devlet kelimesine, "İnsanların fıtratları gereği birlikte yaşama ihtiyacının sonucu olarak ortaya çıkan yönetim kademelerinin altında toplandığı çatı " şeklinde bir tarif getirmek sanırım yanlış olmayacaktır. İnsanın sosyal bir varlık olması, onların birlikte yaşamaları gereğini ortaya çıkarmış ve bu sosyal yapı Aile , Köy , Şehir ,kabile, Ülke v.s gibi terimler etrafında bir oluşum sağlamasını gerekli kılmıştır. Bu gereklilik bazı sorunları ortaya çıkarmış ve ortaya çıkan bu sorunların aşılması için bir takım kurallar konarak uyulması zorunlu kılınmıştır. 

En küçük insan topluluğu olarak ifade edebileceğimiz "Aile" içinde bile bir yönetici tayin edilmiştir. Nisa s. 34. Ayetinde Erkeklerin Kadınlar üzerinde "Kavvam" (Koruyucu) tayin edilmiş olmaları , onların bu görevlerini yerine getirmede bazı yetkiler üstlenmesi günümüz tabiri ile "Aile Reisi" olmalarını gerektirir.

Yöneten - Yönetilen , Amir-Memur, Ast-Üst , İşçi -İşveren v.s şeklinde ayrışımlar, birlikte yaşama ihtiyacının doğurduğu kaçınılmaz durumlar olup, asıl olması gereken bu guruplardaki insanların belirli kurallar dahilinde hareket etmeleridir. Örnek verecek olursak , yönetici pozisyonunda olan bir insan , yönetimi altındaki insanlara hiç bir şekilde zulmetme hakkına sahip değildir , yönetimi altındaki insanlar ile ilgili kararlarında Hak - Hukuk -Adalet prensiplerini gözetmek zorundadır. 

"Devlet" dediğimiz oluşum , İnsan yönetimi ile ilgili olan kurumların altında toplandığı çatı olduğuna göre , Devlet yöneticisi kademesinde olanların da, yönetimi altında olan İnsanlara karşı bir takım sorumlulukları vardır. Yöneticiler bu sorumluluklarını hazırladıkları kanunlar ile yerine getirmeye çalışırlar. 

 Devlet yöneticilerinin yapmış oldukları kanunların çıkış noktaları tabi oldukları düşünce sistemleri olup bunun adına Kur'an deyimiyle "Din" denilmektedir , meselenin özü tabi olunması gereken Dinin hangi Din olması gerektiği noktasında olup ,İnsanlık tarihini sadece iki kelimeyle özetleyecek olursak "Dinler Savaşı" şeklinde ifade etmek mümkündür.

Allah (c.c) İnsanların Rabbi ve İlahı olarak onlar üzerinde yönetim hakkına sahip olan ve olması gereken yegane varlıktır. Allah (c.c) bu hakkını , tarih boyunca göndermiş olduğu Elçileri vasıtası ile bildirerek , kullarının kalıcı olan Ahiret te mutlu ve mesut bir hayat geçirmelerinin tek şartı olarak bu Elçiler ile gelenlere uymak olduğunu bildirmiştir. 

Elçiler ile gelen vahiylerde İnsanların birbirlerine karşı nasıl davranmaları gerektiği yönündeki beyanlar ve yönetim konusundaki emirleri ve yasakları da kapsamaktadır. Kur'ana baktığımızda "Sizden olan emir sahiplerine itaat edin" (Nisa s. 59) Ayeti, emreden ve emredilen insanların olması gerçeğinin göz ardı edilmediğini , emreden insanların nasıl bir emir yetkisine sahip olacağını beyan etmektedir. Emir sahibi olarak emretme yetkisinde bulunmak demek bir kimsenin yönetici pozisyonunda olması demek olup , bu pozisyondaki kimselerin emrederken kullanacakları yetkiyi aldıkları mercinin önemi büyüktür.

"Devlet" adı verilen çatının , İnsan hayatının en önemli olgularından biri olmuş olması bu çatıyı oluşturan unsurlar hakkında Allah (c.c) nin herhangi bir beyanı olmamasını imkansız kılmaktadır. Devlet dediğimiz olgu , İnsanların bir birbirlerine karşı olan hak ve vazifelerini düzenleyen kuruluşların toplandığı çatı olduğuna göre , bu düzenlemeyi hakkına sahip olan yegane varlık İnsanların Rabbi ve İlahı olan Allah (c.c) nin hakkıdır.

"İslam Devleti" dediğimiz olgu, bu hakkın gerçek sahibine verilmesi düşüncesinden kaynaklanan bir yönetim tarzının ismidir.

Kur'an da bu tür bir terkibin olmaması bir kısım İnsanın böyle  bir şeye gerek olmadığı iddiasını da beraberinde getirmiştir. Allah (c.c) nin "Şirk" olarak tanımladığı , söz veya fiillerin sadece taştan ve tahtadan yapılmış olan putların önünde saygı ile eğilmek olmadığı Kur'an okuyan herkesin bildiği ve bilmesi gereken bir durumdur.

Muhammed (a.s) ın Medine de herhangi bir Devlet oluşturmadığı iddiası doğru bir iddia olmayıp , Medine yaşayan İnsanların birbirleri ile olan ilişkilerinin düzenlenmesinde oluşturulan sistemin başında onun olmuş olması ,onun bir nevi "Devlet Başkanı" sıfatı taşımasını beraberinde getirmiştir. Kur'anın inen hüküm Ayetlerinin uygulanması , "Devlet" adı bilinen oluşumun şart olduğunu göstermektedir.

"Şirk" kavramı , "Allah (c.c) nin hakkı olan bir şeyin, ondan gasp edilerek onun yarattığı bir kula hasredilmesi" demek olduğuna göre yarattığı İnsanlar için gerekli olan hükümlerin göz ardı edilerek başkalarının hükmünün icra edilmesinin adı nedir ?.

Kur'an daki bazı suçlar için konulmuş olan cezaların fiiliyata geçirilmesi şahısların insiyatifine bırakılmamıştır. Örneğin Maide s. 33. Ayetinde ki had cezalarının belirlenmesi kişilerin insiyatifine bırakılacak olsa , bunun uygulamasının doğurucağı sonuçları düşünmek bile insanı ürpertecektir. Kısacası Kur'an eğer bir suç için Dünyevi bir ceza tayin etmiş ise bu cezanın infazı kişilere bırakılmamıştır. İnsan hak ve hukuku ile ilgili Ayetlerin fiiliyata dökülmesi adalet esasına dayanması emredilmiş bu esasları uygulama hakkı yetkili merciler eli ile olması gerekmektedir. 

"İslam Devleti" denilince bazı kimseler de haklı olarak , Kur'anın hayatın her anında çıkabilecek olan sorunlar noktasında Ayet bazında bir hüküm bulunmadığı ve bu boşluğun nasıl dolacağı konusu soru işaret olarak kafasında takılmaktadır.

Dünya üzerinde hiç bir Devletin kuruluş temellerini atan kişi , kurum , düşünce v.s ler o Devlet içinde yaşayan insanlara gerekli olan bütün kanunları bir paket halinde vaz etmiş olmalarına imkan yoktur. Bu sözümüzü T.C üzerinden örnekleyecek olursak şunları söyleyebiliriz ;

Bugün T.C nin temelleri Kemalist , Laik ,Demokratik olarak belirlenen bir sistem üzerine kurulmuştur. T. C nin kuruluş temellerini atan kişi olan Mustafa Kemal Atatürk bu Devletin tabi olacağı kanunların temelinde nasıl bir düşünce yatması gerektiğini vaz ederek adına "Kemalizm" denen ideolojiyi geliştirmiştir. 

Kemalist ideolojinin hakim olduğu T.C içinde yaşayanların ihtiyaçları zaman içinde değişim gösterdiği için o İnsanlar ile ilgili kanunlar da değişerek günün ihtiyaçları doğrultusunda dizayn edilmektedir , veya daha önce olmayan fakat yeni ortaya çıkan bir ihtiyaca binaen yeni kanunlar ihdas edilebilmektedir. Yapılan bu kanunların "T.C Anayasası" denilen tabi olunması gereken kuralların yazılı olduğu kitaba aykırı olmaması gerekmektedir. Anayasaya aykırı olarak yapıldığı iddia edilen bir kanun "Anayasa Mahkemesi" tarafından iptal edilmek suretiyle uygulama alanına sokulmaz. "Anayasa Mahkemesi" dediğimiz kurum iptal ettiği veya onayladığı kanunları "Kemalist" sistemin kendine çizmiş olduğu yetkiler dahilinde yapmaktadır. 

Anayasa dediğimiz olgu, bir Devletin tabi olacağı kuralların temelini çizen bir Kitap olması nedeniyle, "İslam Devleti" adında oluşacak bir Devletin tabi olacağı Kitap ,Allah (c.c) nin Kitabıdır. Nasıl ki Anayasalar da temel kurallar belirlenmiş ve yaşam içindeki gereklere uygun olan bazı yasalar günün gereğine göre Anayasa nın belirlediği çizgiler dahilinde yapılıyor ise, İslam Devletinde de aynı şekilde Kur'anın belirlediği çizgiler dahilinde o gün yaşayan İnsanların ihtiyacı olan alt kanunlar düzenlenecektir. Bu düzenlemeyi eski adı Müçtehid , yeni adı Hukukçu vasfına sahip olan insanlar yapacaktır. 

Bu meyanda İslam Dininin diğer beşeri dinler karşısında sus pus olmadığı ortadadır. Bazı kimselerin aksine İslam Dini sadece Namaz , Oruç v.s hükümleri vaz etsin , yönetim ile ilgili kanunları İnsanların kendi yanından üretmiş oldukları beşeri ideolojilere  bıraksın iddiası doğru bir yaklaşım tarzı değildir. Bu sistemin çağdaş Dünyadaki ismi "Laisizm" olup bu sistemin Kur'an literatüründeki ismi "Küfür"dür.

 "İslam Devleti" adı altında yönetilen örnek bir Devletin Dünya üzerinde olmamış olması veya klasik İslam hukuku içindeki bazı hükümlerin Kur'anla taban tabana zıt olması (Recm örneği gibi) bazı İnsanları bu konuda karamsarlığa düşürerek , bu şekil bir sistemin "Ütopya" olduğu iddiası ile mevcut sisteme bağlı olmanın yeterli hatta gerekli olduğu düşüncesi ortaya atılmaktadır. 

Uygulanabilir veya uygulanmaz olması bu yazının konusu olmayıp , konumuz Devlet çatısını oluşturan kurumların tabi olacakları kanunlar sisteminin temelinde beşerin değil o beşeri yaratanın imzasının olması gerektiğidir. Şayet Müslüman olduğunu iddia eden birisi tabi olunması gereken kanunların temelinde beşeri imzanın olması gerektiğini savunarak içinde bulunulan durumdan rahatsızlık duymadan gönül rahatlığı içinde bu sistemin İslama uygun olduğunu söyleyebiliyorsa , o kimsede akidevi olarak sıkıntılar olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 

Herhangi bir Müslüman ,  içinde yaşadığı topraklarda hüküm süren kanunların bir beşer tarafından ortaya atılan ideoloji çizgisinde yapılmış olmasından rahatsızlık duymayarak onu savunabiliyorsa şirke ortak ve şirkin savunucusu olmuştur. İslami Devlet modelinin uygulanabilirliği olmaması iddiası ile mevcut şirk düzenlerine tabi olmak gerektiği düşüncesi teslimiyetçi bir tavırdan başka bir şey değildir.

Dünya üzerinde hiç bir Devlet yoktur ki ilkelerini , Hak -Hukuk - Adalet prensipleri üzerine kurmuş olmasın ancak bu prensiplerin alındığı ideolojiler Beşer kaynaklı olup , İlahi kaynaklı değildir. Bu Devletlerin bir çoğunun Hak -Hukuk Adalet anlayışı, ideolojisini oluşturan beşere tabi olan İnsanlarda ki anlayış doğrultusunda olup şekil bir yönetim tarzı bir kısım İnsanın diğer bir kısım İnsan üzerinde, Haksızlık -Hukuksuzluk - Adaletsizlik şeklinde yansımaktadır.Olması gereken , bu prensiplerin alındığı kaynağın Beşeri değil İlahi olması hiç bir İnsanın diğer bir İnsan üzerinde hegemonyasının olmaması esasına dayalı olmasıdır.

 Sonuç olarak; Sosyal bir varlık olan İnsanın birlikte yaşamasının bir gereği olarak oluşan belirli düzenlemelerin yapılma ihtiyacı "Devlet" olarak bildiğimiz kavramı ortaya çıkarmıştır. Allah (c.c) nin her konuda kulları için belirleyici olmuş olması , İnsan için en önemli olgulardan birisi olan "Devlet" olgusunun da nasıl şekillenmesi gerektiğini beyan etmiş olmasını beraberinde getirmiştir. Allah (c.c) nin böyle bir olguya müdahil olmayacağı iddiası "Laiklik" dediğimiz düşünceyi meydana getirmiştir. 

Son zamanlarda ortaya çıkan bu düşünceler "Laik Müslüman" tipini geliştirmiş ve Kur'anın böyle bir durum ile ilgili olarak beyanı olmadığı , olsa dahi bunun ütopik bir düşünce olduğu söylenmeye başlanmıştır. Yaratılmış olan İnsanın , kendisi gibi yaratılmış diğer İnsanlar üzerindeki yönetim hakkı iddiasının "Şirk" olduğu bilincinden uzak olarak geliştirilen bu tür düşüncelerin acilen terk edilerek , Allah (c.c) nin yaratmış oldukları üzerinde tasarruf hakkının olması gerektiği düşüncesi oturtulmaya çalışılmalıdır. Allah (c.c) nin dininin en bariz özelliği kendisi gibi yaratılmış olanlara kulluğu ret ederek bu konudaki tek hak sahibine hakkının teslim edilmesidir.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


1 yorum: