Anlatımına etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anlatımına etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Şubat 2016 Çarşamba

Kur'anın Mesel İle Anlatımına Örnek : TAKVA ELBİSESİ

Mesel yolu ile anlatım metodu , verilmek istenilen mesajın insanlar tarafından en kolay biçimde anlaşılmasını sağlaması açısından , Kur'anın sıkça kullandığı metotlardan birisidir. "Elbise" kelimesinin ifade ettiği anlam, her insanın bilgisi dahilinde olup , Kur'an bu kelimenin ifade ettiği anlamı mesel yolu ile anlatarak, elbisenin insan için olan değerini ve gereğini öne çıkarmak sureti ile, imanın değerini ve gereğini bizlere anlatmaktadır. 

[016.081]  Allah yarattıklarından size gölgeler yapmış; dağlarda sığınacağınız barınaklar var etmiş, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, harpte sizi koruyacak zırhlar vermiştir. Size olan nimetini müslüman olasınız diye işte bu şekilde tamamlamaktadır.

Araf suresi içinde geçen Adem ve İblis kıssasındaki "Elbise" meseli üzerinden verilen mesajı okumaya çalışmak , bu yazımızın konusu olacaktır.

Adem ve İblis kıssasının , Araf suresi içinde geçen bölümüne baktığımızda , Şeytanın Adem ile eşine vesvese vererek onları çıplak bıraktığı anlatılmaktadır. Bu çıplaklığı anlamak için , önce insanın fıtratında bulunan örtünme gereksinimini dikkate almak gerektiğini düşünmekteyiz. 

Allah (c.c) insana yaratılışından gelen bazı hasletler yüklemiş , ve insanlar yaşamlarını bu hasletler dairesinde devam ettirmektedirler. Örtünme , insana yaratılışı gereği verilmiş olan bu hasletlerden bir tanesidir. Kendilerine gelebilecek her türlü dış etkilerden korunmak için bütün insanlar, "Elbise" denilen giysiler ile hayat sürerler. Örtünme ihtiyacı, bir insanın en temel ihtiyaçlarından birisi olup , çıplaklık arızi bir durum olarak görülür.

Adem ve İblis kıssasının Araf suresi içinde geçen bölümünde , insandaki bu fıtri haslete dikkat çekilerek, mesel ile anlatım metodu üzerinden , giyinmeye olan ihtiyaç ile vahye olan ihtiyaç, çıplaklık ile vahye aykırı hareket etmek arasında bir bağ kurularak , bizlere mesaj verilmektedir. Adem ve İblis kıssasının , sadece yaşandığı zaman ve mekanı dikkate alarak değil , bizlere dair nasıl bir mesajı olabileceği yönünde bir okuma yapıldığı takdirde daha doğru anlaşılacağını , bu kıssa ile ilgili daha önceki yazılarımızda vurgulamaya çalışmıştık.

[007.020]  Sonra şeytan, ikisine de onların kendilerinden örtülmüş olan avret yerlerini onlara açıvermesi için vesvese vermeğe başladı. Ve «Rabbiniz sizi bu ağaçtan nehyetmedi, ancak iki melek olacağınız veya ebedî kalacaklardan bulunacağınız için nehyetti,» dedi.

Şeytanın , Adem ile eşine , Allah (c.c) nin onlara olan emirlerini çiğnemeleri için  vesvese vererek yasağı çiğnetmesinin sonucunda başlarına gelecek olan durum " kendilerinden örtülmüş olan avret yerlerini onlara açıvermesi için " şeklinde ifade edilmektedir. 

[007.022]  Böylece onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan  tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü, cennet yapraklarından oralarına örtmeğe koyuldular. Rableri onlara, «Ben sizi o ağaçtan menetmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?» diye seslendi.

Şeytanın verdiği vesvese ile , kendilerine yasak olan ağaçtan tattıklarında artık olanlar olmuş , Adem ve eşi çıplak kalmışlardır. Adem ve eşi , fıtri olan giyinik halde bulunma durumunun dışında bir hal kendilerine arız olduğunu gördüklerinde , fıtratları icabı yine kendilerini örtmeye çalışmalarının bizlere nasıl bir mesaj verdiği üzerinde durmak gerektiğini düşünmekteyiz. 

Allah (c.c) nin bizlere dair olan elçi ve kitaplarla gelen emirler, fıtratımız ile uyumlu olan yani bizi bir elbise gibi saran emirler olup , bizleri  elbisenin gördüğü işlev gibi her türlü dış etkiden yani küfür ve şirk etkisinden korumaktadır. Bizler Allah (c.c) nin bizler için biçtiği bu elbiseyi üzerimizden çıkarmak sureti ile çıplak kaldığımızda , bu çıplaklığı fıtratımız gereği başka elbiseler ile (Cennet yaprakları) örtmeye gayret edeceğizdir. Ancak "Cennet yaprakları" olarak ifade edilen , vahiy harici örtücüler insana herhangi bir yarar sağlamayacak , insan sadece örtündüğünü sanacak ama aslında çıplak olarak gezmiş olacaktır.

"Takva elbisesi" deyimi ile bundan sonra gelecek ayetlerde verilmek istenilen mesaj , bu deyimi ilgilendiren kıssa içindeki ön bilgileri okuduktan sonra daha kolay anlaşılacaktır.

[007.026] Ey Ademoğulları, size avret yerlerinizi örtecek ve süslenmenizi sağlayacak elbiseler indirdik. Takva elbisesi bunlardan daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerinden biridir. Ola ki, düşünüp ders alırlar.

Araf suresi 26. ayetinin ilk cümlesinde , Allah (c.c) nin bizlere , vücutlarımızı her türlü dış etkenden korunmak için hakiki anlamda giysiler üretmek için imkanlar bahşettiği bildirilmektedir. İnsanın giysiye ve örtünmeye olan ihtiyacına dikkat çekilerek, "Takva elbisesi" deyimi ile bizlere bahşedilen ve bizleri her türlü küfür ve şirk tehlikesinden koruyan bir giysinin yani Allah (c.c) nin bizler için biçtiği iman elbisesinin daha hayırlı olduğu hatırlatılmaktadır. 

Dolayısı ile başka elbiselerin bizleri korumaktan uzak olduğu , ve bu elbiseleri biçen Allah (c.c) dışındaki terzilerin vücut ölçülerimizi tam olarak bilemedikleri için , bizim için biçtikleri elbiselerin, yani yaşam kurallarının bizlere dar gelerek sıkacağını anlayabiliriz. 

"Takva elbisesi" deyiminin ifade ettiği anlam , Allah (c.c) nin tarih boyunca elçileri ile indirmiş olduğu vahiyler olup , bu vahiylere uymak , giyinik olmak yani küfür ve şirk tehlikesinde emin olmak anlamında güvenli bir hayatın garantisidir.

Şeytan olgusu burada devreye girmekte , ilk insandan kıyamete kadar bütün insanları bekleyen bir tehlikenin, yani Cennet ten ayak kaydırmanın sembolik adı  artık kıyamete kadar, "Şeytanlık" olarak anılacaktır. Adem ve eşi üzerinden anlatılan bu kıssa,  sadece bu ikisinin kıssası gibi okunarak , kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlığın kıssası olarak okunmadığı müddetçe, doğru olarak anlaşılamayacağını söylemek isteriz.

[007.027]  Ey Ademoğulları! Şeytan, avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kılarız.

Araf s. 27. ayeti , üzerimizde olan küfür ve şirk tehlikesinden koruyucu elbiseyi , çıkartmak işini üstlenenlerin genel adının "Şeytan" olduğunu bize haber vererek , şeytanlara karşı uyanık olmamızı haber vermektedir. Şeytan bizleri takva elbisesinden soyundurarak , meydana gelen çıplaklığı "Küfür ve şirk elbisesi" ile örtmemiz için her an iğvada bulunmaktadır.

[014.049-50]  O gün suçlu kâfirlerin birbirine yaklaştırılarak kelepçelendiğini görürsün. Gömlekleri katrandandır, yüzlerini ise ateş kaplar.
[022.019]  Şu iki gurup, Rableri hakkında çekişen iki hasımdır: İmdi, inkâr edenler için ateşten bir elbise biçilmiştir. Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecektir!

Giyinme ihtiyacı insan fıtratının bir gereği olduğu için , vahiy elbisesinden kendisini soyutlayarak çıplak kalan insan , bu çıplaklığı örtmek için , giyinmek ihtiyacını hissedecektir. "Takva elbisesi" nin yani Allah (c.c) nin biçtiği elbiseyi giymeyen insan , o elbisenin yerine "Fücur elbisesi" ni giymek zorunda kalacaktır , onun giymiş olduğu bu elbise , ahiret gününde onu yakan bir elbise olarak karşısına çıkacaktır.

[007.031] Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.

Araf suresinin 31. ayetinin, bazı meallerde literal bir okuma sonucu çevrilerek , camilere güzel elbiseler giyinerek gidilmesi gerektiği gibi bir anlam olarak çevrildiğini görmekteyiz. Elbise nasıl bir insan için zaruri bir ihtiyaç ise , "Zinet" adı verilen eşyalar da aynı şekilde insana güzel gelen ve insanların kullanmayı sevdikleri eşyalardan dır. 

Bu ayeti, camilere güzel elbiseler ile gitmeyi emrettiği gibi dar bir alana hapsetmek yerine , "Elbise" kelimesinin ifade ettiği anlam ile birlikte okuyarak anlamanın, daha doğru sonuç vereceğini düşünmekteyiz.

"Elbise" ve "Zinet" bir insanı tamamlayan eşyaların genel adıdır. İnsan nasıl fıtri olarak giyinme ihtiyacı duyuyor ise , ziynet eşyaları takınmak ihtiyacı da duyar. Elbise ve ziynet eşyasının, insan üzerinde devamlı bulunması ve hiç çıkarılmamasını dikkate aldığımızda, bunların çıkarıldığında ortaya çıkan durumdan insan nasıl rahatsızlık duyuyor ise , vahyi hayattan çıkararak elbise ve ziynetsiz kalmak ta insanı o derece rahatsız etmesi gerekecektir. 


"Mescit" kelimesinin, "Secde edilen mekan" anlamını dikkate alarak , bu kelimenin hayatımız içinde sadece namaz ile sınırlı bir eylem değil , bütün zamanları kaplaması gereken bir anlama sahip olması gerektiğini öne çıkardığımız zaman , "Mescitlere ziynetlerin takınarak gidilmesi" ni anlayabiliriz.

Allah'a secde eden , yani hayatın her anında Allah (c.c) yi merkeze alan bir hayat , yaşadığımız her yeri ve anı "Mescit" haline getirecek ve bizleri ziynetlerini yani vahyi takınmış bir hayat sürer hale getirecektir.

Sonuç olarak ; Mesel ile anlatma üslubunun en güzel örneklerini veren Kur'an , "Elbise" ve "Zinet" kelimelerinin insanlar için ifade ettiği değer ve anlamları dikkate alarak , bu kelimeler üzerinden takvanın yani imanın insan için ne kadar gerekli olduğunu bizlere anlatmaktadır. Çıplaklık arızi bir durum olduğu için , vahiyden kendisini soyundurmuş bir insanın bu hali "Çıplak kalmak" olarak tasvir edilmektedir. 

Takvayı esas alan bir hayat süren kişi , elbisenin kişiyi dış etkenlerden koruması misali , "Takva elbisesi" de kişiyi küfür ve şirk tehlikesinden koruyarak emin bir hayat sürmesine sebep olacaktır. 

Hayatının her anında ziynetini takınarak onu üzerinden çıkarmayan insan , ziynetin kişiyi güzel göstermesini dikkate aldığımızda , Allah (c.c) tarafından güzel bir insan olarak görünecek ve kulun bu güzelliği onu dünya ve ahirette mutlu kılacaktır. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

31 Ekim 2015 Cumartesi

Kur'anın Teşbihi Anlatımına Örnek : Allah'ın Orduları

Allah (c.c) nin bizlere kendisini tanıtırken kullandığı ifadeler , bizlerin gözümüzün ve zihnimizin algılarına hitap eden teşbihi yani benzetme yollu ifadelerdir. Allah (c.c) bizlere kendisini yüce , güçlü ve yenilmez "Hükümdar" a benzetip kendisinin emrinde ordular olduğunu bildirerek , kimsenin kendisine karşı gelmemesini aksi takdirde onları bozguna uğratacağını hatırlatmaktadır.  

Askeri güç kullanarak , karşısındaki düşmanı bozguna uğratmak şeklindeki bilgiler , insanın şahid olduğu alana dair bilgiler olup , Allah (c.c) nin kendisine düşman olanlara karşı böyle bir güç kullanarak bozguna uğrattığı veya uğratacağı şeklindeki ayetler ,Allah (c.c) nin yenilmez bir güce sahip olduğunun bilinmesi için , bizlerin şahid olduğu alana dair bilgilere benzetilerek anlatılmasıdır.

"Cünd" kelimesi ; "Askerlerden müteşekkil bir topluluk" anlamındadır. Allah'ın orduları deyiminin ne ifade ettiği , bu kelimenin hakiki anlamda kullanıldığı ayetlere baktığımızda anlaşılacaktır. 

[002.249]  vaktaki Talut ordu ile hareket etti, muhakkak, dedi: Allah sizi bir nehrile imtihan edecek, kim ondan içerse benden değil, kim onu tatmazsa işte o benden, ancak eliyle bir avuc alan müstesna, derken varır varmaz ondan içtiler, ancak içlerinden pek azı müstesna kaldılar, derken Talut ve maiyetinde iman edenler nehri geçtiler, o vakıt de «bizim bu gün Calut ile ordusuna takatımız yok» dediler, Allaha mülâki olacaklarına kani' olanlar ise şu cevabı verdiler «nice az bir cemiyet, çok bir cemiyete Allahın izniyle galebe çalmışlar, Allah sabırlılarla beraberdir»
[027.017]  Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı. Hepsi toplu olarak gidiyorlardı.
[027.037] (Süleyman dedi ki ) Dön onlara, vallahi karşı gelemiyecekleri ordularla varırım da oradan kendilerini zilletler içinde hor, hakıyr oldukları halde çıkarırım
[051.039-40]  Firavun, erkaniyle birlikte hakdan yüz çevirdi; «sihirbazdır veya delidir» dedi.Sonunda onu ve ordularını yakalayıp denize attık. O, kınanmayı haketmişti.

Talut , Süleyman (a.s) ve Firavun ordularından bahseden ayetlerde , karşılarında düşman olarak gördükleri topluluğu alt etmek için her hükümdarın ordu beslediğini görmekteyiz. Allah (c.c) kendisine düşman olanları alt etmek için ordu kullandığını beyan etmesini , bizim anladığımız anlamda elinde kılıç ile gökten meleklerin inerek savaşması şeklinde anlamak doğru bir yaklaşım değildir. 

Biz insanların, bir şeye inanmak ve güvenmek için elle tutulur gözle görülür somut bir delile olan ihtiyacına binaen , Allah (c.c) kendisi ile ilgili bu tür bilgileri bizlere somutlaştırarak anlatmaktadır. Ordu ve askerler , İnsanın zihni algısında güç ve karşısındaki düşmana karşı koyan onu zarara uğratan bir unsur olarak yer etmiştir. Allah (c.c) insan zihninde yer etmiş olan bu bilgileri kullanarak ,kendisinin orduları olduğunu bu ordular ile düşmanlarını yerle bir edeceğini bildirmektedir. 

Bizler bu tür anlatımları literal bir okumaya tabi tutarak , bu orduların mahiyeti hakkında fikir yürütmeye kalktığımız zaman , yaptığımız işin adı "Gaybı taşlamak" olup bu tür fikir yürütmelerinin bizlere herhangi bir getirisi olmayacaktır. Bizler verilmek istenen mesajı okuyarak , bu tür ayetlerin mesajının Allah (c.c) ye düşmanlık etmenin sonucunun, darmadağın olarak ebedi cehenneme yuvarlanmak olduğunu bilmemiz yeterlidir. 

Bir ülkenin sahip olduğu ordu ve askerler , o ülkeye düşman olanlar için caydırıcı bir unsur olup , ordu sahibi bir ülkeye saldırmak , ordusu olmayan veya güçsüz olan bir ülkeye saldırmaktan daha zor ve düşündürücüdür. Allah (c.c) kendisinin orduları olduğunu ve bu orduların yenilmesinin asla mümkün olmadığını bizlere hatırlatarak , kendisine savaş açanları bir kere daha düşünmeye davet etmektedir.

[067.020] Yoksa sizin için kimdir o Rahmân'ın berisinde size yardım edecek ordunuz! Kâfirler ise ancak bir gurur içindedirler.
[019.075]  Onlara de ki; rahmeti bol olan Allah sapık yolda olanlara ne kadar geniş maddi imkân verirse versin, sonunda tehdit edildikleri somut azab ile ya da kıyamet günü ile yüzyüze geldiklerinde nasıl olsa kimin sosyal konumunun daha düşük ve kimin askeri gücünün daha zayıf olduğunu öğreneceklerdir.»

Kafirlerin Allah (c.c) ye karşı kendilerini koruyacaklarını zannettikleri ordularının hiç bir işe yaramayacağı Firavun ve ordusunun helak edilmesi ile gerçek olarak gösterilmektedir.

[044.024]  «Denizi sakin iken geride bırak, doğrusu onlar suda boğulacak bir ordudur.»
[085.017-8]  Sana o orduların haberi geldi mi? Fir'avun ile Semûd'un (haberi)?
[010.090]  Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun) : «İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de müslümanlardanım» dedi.
[020.078]  Derken Firavun ordularıyla onları takip etti; denizden kendilerini saran sarıverdi.
[028.039-40]  Ve o da (Fir'avun da) askerleri de yeryüzünde haksız yere kibirlendiler, ve sandılar ki, onlar Bize döndürülmeyeceklerdir. Biz de onu ve ordularını tuttuk denize fırlatıverdik. Bak şimdi o zalimlerin sonu nasıl oldu?

Allah (c.c) kendisinin orduları olduğunu , ve bu orduların asla yenilmeyeceği , galip gelen tarafın kendi ordusu olacağını ve olduğunu beyan etmektedir. 

[037.173] Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.
[009.026] Bozgundan sonra Allah, Peygamberine, müminlere güvenlik verdi ve görmediğiniz askerler indirdi; inkar edenleri azaba uğrattı. İnkarcıların cezası budur.
[009.040] Eğer siz ona (Resûlullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.
[033.009]  Ey inananlar! Allah'ın size olan nimetini anın; üzerinize ordular gelmişti. Biz de onların üzerine rüzgar ve göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı görüyordu.
[048.004]  İnananların, imanlarını kat kat artırmaları için, kalblerine güven indiren O'dur. Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah'ındır. Allah bilendir, Hakim olandır.
[048.007]  Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah'ındır. Allah güçlü olandır. Hakim olandır.
[074.031]  Cehennemin bekçilerini yalnız meleklerden kılmışızdır. Sayılarını bildirmekle de, ancak inkar edenlerin denenmesini ve kendilerine kitap verilenlerin kesin bilgi edinmesini ve inananların da imanlarının artmasını sağladık. Kendilerine kitap verilenler ve inananlar şüpheye düşmesinler. Kalblerinde hastalık bulunanlar ve inkarcılar: «Allah bu misalle neyi muradetti?» desinler. İşte Allah, böylece, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu, insanoğluna bir öğütten ibarettir.

Bu ayetlere baktığımızda Allah (c.c) , bizim göremediğimiz orduları olduğunu ve bu ordular ile iman edenleri desteklediğini beyan etmektedir. Bu orduların Bedir savaşında iman edenlere yardım ettiğini beyan eden ayetler , tefsir kitaplarında gerçek olarak yorumlanmış elinde kılıç olan sarıklı meleklerin gökten inerek savaştığı gibi düşünceler hakim olmuş , ve bu düşünceler maalesef bizleri tembelliğe götürerek , sıkıştığımız anda gökten savaşçı meleklerin inerek bizim için savaşacakları düşüncesi hakim olmuştur.

[3.123-26] Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir'de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki O'na şükretmiş olasınız.O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder.Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.

[008.012]  Rabbin meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin» diye vahyetti. «Ben inkar edenlerin kalblerine korku salacağım, artık vurun onların boyunları üstüne, vurun her parmağına» dedi.

Allah (c.c) orduları ile iman edenleri destekleyeceğine dair olan vaadinin Bedir'de gerçekleşip , Uhud'da gerçekleşmemesinin sebebi, Allah (c.c) nin kullarına yardım vaadinin bir yasaya göre işlediği içindir. Allah (c.c) gökten eli kılıçlı melekler indirerek iman edenlere hiç bir zaman yardım etmez. Böyle yardım iddiaları ancak hurafe ve palavralar ile din anlatan masalcı dedelerin anlatımlarıdır. Urfadaki balıklı göldeki balıkların kıbrıs savaşına katılarak orada yaralandıkları iddiaları hala dillerde destan olarak gezmesi bizlerin bu konularda nasıl hurafe meraklısı olduğumuzun traji komik bir göstergesidir.

Allah (c.c) kullarına olan yardım sözünden asla caymaz , ancak bu sözünün yerine gelmesi için, kullarının bu yardımı hak etmesi gereklidir. Allah (c.c) hiç bir kuluna hak etmediği bir yardımı asla yapmaz. Allah (c.c) yardım konusunda mü'min -kafir ayrımı da yapmaz, bu durumu Uhud savaşında açık ve net bir biçimde görmekteyiz. Bedir savaşında yardımı hak eden müslümanlar , aynı yardımı Uhud savaşında hak edememişler ,bu yardımı müşrik ordusu hak etmiştir.

Sonuç olarak ; İnsan zihninde mevcut olan ,askeri güç ile düşmanları alt etme yöntemi bilgisi , Allah (c.c) tarafından benzetme uslubu ile kullanılmaktadır. Allah (c.c) bizim göremediğimiz orduları olduğunu ve bu ordular ile iman edenleri destekleyerek , kendisine düşman olanları bozguna uğrattığını ve uğratacağını beyan etmektedir. Bu konuda bize düşen kısım , bu orduların mahiyetinin ne veya nasıllığı değil , Allah (c.c) nin yenilmez olduğu , kimsenin ona karşı efelenmeye kalkmaması , böyle bir efelenmenin sonucunun hüsran olacağıdır. 

Ayrıca Allah (c.c) nin orduları ile iman edenlere yardım edeceği vaadi, belirli bir yasaya tabi olup , yattığımız yerden el açıp dua etmekle bu yardım yasası asla işlemez. Bu gün biz müslümanların içinde olduğu zilletin baş müsebbibi , Allah (c.c) nin bizlere istediğimiz zaman gökten ebabil veya melekler ile yardım edeceği zannıdır. Bu zan bizleri dünyanın en tembel bir topluluğu haline getirerek her şeyi bizim yerimize Allah (c.c) nin yapacağı gibi bir hava oluşturmuş ve kendimizi seçilmiş kullar zannı hakim olmuştur. 

İsrailoğullarının kendilerini seçilmiş kul olarak görmeleri defaatle red edilerek, "sizde kullardan bir kulsunuz" denilmesi bizlere örnek olmamış , bizlerde kendimizi seçilmiş kullar olarak görerek , Allah (c.c) haşa bir ırgat olarak görmeye başlamış ve bunun sonucunda büyük bir zillet içine girerek hala böyle yaşamaktayız.

Evet Allah (c.c) orduları ile yardım eder ama bu yardımı kim hak ederse ona eder. Dün Bedir'de bu yardımı hak eden iman edenlerin , Uhud'da hak edememiş olmalarını çok iyi okuyarak bunu sebeblerini bilmek ve bu sebebin "Sünnetullah" dediğimiz yasaların işlemesi neticesinde olduğunu idrak etmemiz gerekmektedir. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

29 Ekim 2015 Perşembe

Kur'anın Teşbihi Anlatımına Örnek : "Mele-i A'la" (Yüce Topluluk)

Kur'an içindeki ayetleri guruplandıracak olursak , 1- gözle görülen aleme dair ayetler , 2- gözle görülmeyen aleme dair ayetler, olmak üzere 2 ye ayırmak mümkündür. 1. gruba dahil olan ayetlerin anlaşılması, okuyucu için herhangi bir sorun etmez iken , 2. guruba giren ayetler bizim müşahade alanımız sınırları dışında olması ve zihni kapasitemizin algılamasının mümkün olmaması nedeniyle, Kur'an bu alana dair bilgileri teşbih yani benzetme yolu ile bizlere anlatmaktadır. 

Allah (c.c) aşkın bir varlık olması nedeni ile, bizlerin müşahede alanının sınırları kalmakta olup , onun ile ilgili bilgiler müşahede alanımıza ait bilgilere benzetilerek verilmektedir. Bu merkezde Allah (c.c) kendisini bizlere müşahede alanımız dahilinde olan hükümdar benzetmesini kullanarak tanıtmaktadır. 

[023.116] Hak hükümdar olan Allah yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. O, yüce arşın Rabbidir.

Hükümdar ile özdeşleşmiş olan "Arş" (Taht) kelimesi ,yine bizlerin zihninde hükümdarlık ile bağlantılı bir kelimedir. Kur'anda 2 yerde geçen Mele-i Ala (Yüce topluluk) terimi , Kur'anın benzetme yolu ile yaptığı anlatım uslubu çerçevesinde anlaşılabilecek bir terimdir. 

 [037.008]  Onlar, artık Mele-i A'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar.
 [038.069]  «Mele-i A'lâ (yüce topluluk) tartışıp dururken, benim hiç bir bilgim yoktur.»

 "Mele" kelimesi ; Bir düşüncede , görüşte veya inançta birleşenlerin oluşturduğu topluluğa verilen isimdir. Bu kelime ağırlıklı olarak, gönderilen elçilere karşı gelen kavimlerin önde gelenleri olarak kullanılmaktadır. 

[007.060] Kavminin önde gelenleri (Elmeleu): «Gerçekte biz seni açıkça bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' içinde görmekteyiz» dediler.

Musa ve Süleyman (a.s) kıssası içinde de kullanılan bu kelime, konumuz ile ilgili olan deyimi anlamamızda yardımcı olacaktır. 


[027.038] (Süleyman) Dedi ki: Ey ileri gelenler (Elmeleu); kendileri bana müslüman olarak gelmeden önce hanginiz onun tahtını bana getirebilir?
[027.029] (Sebe hükümdarı) Kadın dedi ki: «Ey ileri gelenler (Elmeleu) bana çok önemli ve saygıdeğer bir mektup bırakıldı.
[027.032] (Sebe hükümdarı) Dedi ki: «Ey ileri gelenler! (Elmeleu)Bu işim hakkında bana fetva veriniz. Siz hazır bulununcaya değin ben bir işimi kestirmiş değilim.»
[007.127]  Firavun kavminin ileri gelenleri dediler ki (Elmeleu): «Seni ve ilâhlarını terketsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa'yı ve kavmini serbest bırakacaksın?» Firavun da dedi ki: «Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz.»

 Bu ayetlerde , Süleyman (a.s) , Sebe hükümdarı ve Firavun , yanında olanlara "Mele" şeklinde hitab etmektedirler. Hitab edilen bu kişiler, her hükümdarın yanında bulunan ve onların işlerini danıştıkları , fikir aldıkları , işlerini gördürdükleri kimselere verilen bir isimdir. 

Allah (c.c) nin "Mele-i A'la" deyimini kullanma sebebinin, tabiki böyle bir ihtiyaca binaen olduğunu söylemek mümkün değildir. Allah (c.c) nin böyle bir deyimi kullanması yanında danışmanları olduğu anlamında değil , hükümdar tasviri içinde yapılan bir anlatımın sonucudur. Allah (c.c) yapacağı herhangi bir iş için kimseye danışmaz veya yapacağı için nasıl bir sonuç doğuracağı konusunda kimseden talimat veya fikir almaz.

Allah (c.c) gaybi aleme ait verdiği bilgileri somut bir hale sokarak bizlerin algı dünyasına hitap etmektedir. Hükümdarlara has bir olgu olan "Mele" terimini kullanması, onun kendisini bizlere hükümdar olarak tanıtmasının bir sonucudur. Bizler ilgili ayetleri okurken Allah (c.c) nin yanındaki mele nin nasıllığı veya ne liğini değil, onun yüce bir hükümdar olarak bizlerin onun mülkü altında yaşayan kulları olduğumuzu hatırlamamız gerekmektedir. 

Allah (c.c) nin melesinin "A'la" olarak vasıflandırılması , bir hükümdarın yanında bulunanların o hükümdarın haşmeti , azameti , büyüklüğü ile orantılı olması gerektiği için , onun yanında bulunanların , kendisinin azameti ,büyüklüğü ve yüceliğine yakışır olduğunun bilinmesi içindir.

Saffat suresi içinde geçen, Mele-i A'la teriminin öncesi ve sonrası ayetlerine baktığımızda , vahyin Muhammed (a.s) a ulaşması yolunda herhangi bir kazaya uğramadığının teşbihi bir yolla anlatıldığını görmekteyiz.  

[037.006]  Gerçekten biz dünya göğünü (o yakın göğü) bir zinetle, yıldızlarla süsledik.
[037.007] Ve onu itaat etmeyen her şeytandan koruduk.
[037.008]  Onlar, artık Mele-i A'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar.
[037.009]  Uzaklaştırılırlar. Onlara ardı arkası kesilmez bir azab vardır.
[037.010] Ancak çalıp çırpan olursa; onu da hemen delip geçen yakıcı bir alev takib eder.

Sad suresi içinde geçen bu terimin öncesi ve sonrası ayetlerinin bağlamı ise , Muhammed (a.s) ın gayb bilgisinin ona verilen vahyin muhteviyatı ile sınırlı olduğu anlatılmakta ,  70. ayet sonrası , ona ve bizlere gerektiği kadar bilgi verilmektedir.

[038.069]  «Mele-i A'lâ (yüce topluluk) tartışıp dururken, benim hiç bir bilgim yoktur.»
[038.070]  «Bana sadece vahyolunuyor; doğrusu ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.»

Sad s. 70. ayet sonrasında Adem'in yaratılışı ile ilgili bilgiler verilmektedir. Adem kıssasının Bakara suresi içinde anlatılan ayetlerine baktığımız zaman , Allah (c.c) ile Melekler arasında bir konuşmanın anlatıldığını görmekteyiz. Allah (c.c) arz üzerinde bir halife kılacağını Meleklere haber ettiği zaman , Meleklerin bu habere itiraz ettiğini görmekteyiz. Allah (c.c) ye karşı bir itirazın mümkün olmadığını düşündüğümüzde , böyle bir konuşmanın temsili bir anlatım olabileceği , Meleklerin "Mele-i A'la" yani yüce topluluk olarak ifade edilenler olduğunu anlamak mümkündür. 

Sad s. 70. ayetinden , Muhammed (a.s) ın gayba dair olan bilgilerinin Allah (c.c) den aldığı vahy ile sınırlı olduğu, bunun dışında ona herhangi bir gaygi bilgi verilmediği , onun gaybi aleme dair olan bilgisinin elimizde olan Kur'an ile sınırlı olduğu , bunun dışında onun adına atfedilen gayba dair bilgilerin güvenilmez bilgiler olduğunu anlayabiliriz.

Sonuç olarak ; Allah (c.c) nin gayba dair olan bilgileri , bizlerin anlayışına somutlaştırarak sunmasına örnek olarak, Kur'anda geçen "Mele-i A'la" deyimi ile ne kast edilebileceği  doğrultusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalıştığımız yazımızda ,bu ve benzeri deyimlerin anlaşılabilmesi için , Allah (c.c) nin kendisi için kullandığı "Hükümdar" benzetmesi dahilinde olan bilgileri dikkate almak gerektiğini düşündüğümüzü ifade etmeye çalıştık. Gayba dair olan bilgilerin ne veya nasıl oldukları konusunda bizlere verilen bilginin amacının , Allah (c.c) nin gücü ve kudretinin anlaşılması ve o güç ve kudret sahibi olana kul olmak gerektiğinin hatırlatılması olduğu , bunun dışında varılmaya çalışılan bazı sonuçların gaybı taşlamak sayılabileceği için dikkatli olunması gerektiğini düşünmekteyiz. 

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.