21 Ekim 2024 Pazartesi

Kabirde Kalma Süresi Örneğinde Ayetlerin Rivayetler Işığında Anlaşılma Çabaları

 Allah (c.c.) son kitabı olan Kur'an'ı "Hakem Kitap" olarak indirmiş olmasına rağmen, bu kitabın hakemliği maalesef çok kısa bir zaman sürmüş, zaman içinde hakem olarak Allah'ın kitabı değil rivayet kitapları hakem kitap olarak görülmeye başlanmış, bu durum halâ da devam etmektedir. Bu durum öyle bir raddeye gelmiştir ki Kur'an ayetleri bile artık rivayetler doğrultusunda anlaşılmaya başlanmış ilgili ayetler parantez açılarak veya hiç açılmadan direk tahrifata uğratılarak rivayetleri onaylar hale getirilmeye çalışılmıştır.

Bu duruma pek çok konuda örnek vermek mümkün olmasına rağmen biz bu yazımızda ölümden sonra diriliş safhasının anlatıldığı ayetlerde geçen konuşmaların bazı meallerde parantez açılarak veya hiç açılmadan kabir azabının olduğu önyargısıyla nasıl tahrifata uğratıldığını ele almaya çalışacağız.

Aşağıda vereceğimiz ayet meal örnekleri bir aslına uygun çevrilen bir de tahrifata uğramış şekilde çevrilen olmak üzere iki örnek olacaktır. Amacımız bu örneklerde meallerin kimin tarafından yapıldığına değil nasıl yapıldığına dikkat çekmek olacağı için herhengi bir isim verilmeyecektir.

--- İlk vereceğimiz ayet örneği Yunus s. 45. ayetidir.

وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ كَاَنْ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنَ النَّهَارِ يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْۜ قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِ وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ

Örnek 1-- Allah’ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün aralarında birbirleriyle tanışırlar. Allah’ın huzuruna varmayı yalanlayanlar elbette zarara uğramışlardır. Zira onlar doğru yola gitmemişlerdi.


Örnek 2-- Allah onları mahşerde topladığı gün, sanki dünyada sadece günün bir saatinde birbirleriyle tanışmaya yetecek kadar kısa bir süre kaldıklarını sanacaklardır. Allah’a kavuşmayı yalanlayıp da doğru yola bulamayanlar o gün kesinlikle hüsrâna uğramışlardır
Örnek 1 de verilen meal örneği metne daha uygun bir meal örneğidir. Örnek 2 de verdiğimiz  meal örneğinin içinde geçen "dünyada" Kelimesi Arapça metinde olmamasına rağmen metne parantez dahi açılma ihtiyacı duyulmadan ilave edilmiştir.

--- 2. örneğimiz İsra s. 52. ayetidir.

يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِه۪ وَتَظُنُّونَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلًا۟

Örnek 1-- O sizi çağıracağı gün derhal ona kemali ta'zîm ile icabet edeceksiniz ve zannedeceksiniz ki pek az bir müddet kaldınız

Örnek 2-- Sizi (kabirlerinizden) çağıracağı gün, hemen O'na hamd ederek (da'vetine) icâbet edeceksiniz ve (dünyada) ancak pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.

Örnek 1 de verilen meal örneği metne daha uygun bir örnektir. Örnek 2 de yine parantez içine "dünyada" yazılarak önyargılar meale yansıtılmıştır.

--- 3. örneğimiz Taha s. 103. ayetidir. Örnek 2-- Örnek

يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْرًا

Örnek 1--«Ondan fazla durmadınız» diye aralarında gizli gizli konuşacaklar

Örnek 2--Aralarında (korkularından) gizlice şöyle konuşacaklar: “- Dünyada ancak on gece kaldınız, değil mi?”

Örnek 1 de verilen meal örneği metne daha uygun bir örnektir. Örnek 2 de paranteze bile gerek duyulmadan "dünyada" ilâvesi yapılmıştır. Yine bu ayette de parantez açılarak veya açılmadan önyargılar Kur'an'a onaylatılmaya çalışılmıştır. 

--- 4. örneğimiz Mü'minun s. 112-113-114. ayetleridir. 

قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْاَرْضِ عَدَدَ سِن۪ينَ

قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَسْـَٔلِ الْعَٓادّ۪ينَ

قَالَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلًا لَوْ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Örnek 1--(Allah inkârcılara) "Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?" diye sorar.

Örnek 2--(Allah, kâfirlere kıyamet günü şöyle) buyuracak: “- Dünyada veya mezarda ne kadar seneler sayısınca kaldınız?”

Örnek 1 de verilen meal metne uygun bir örnek olup, örnek 2 de ise "Dünyada veya mezarda" şeklinde verilen anlamın metinde yeri yoktur. Meal yapıcısı kendisi ikilem içinde kaldığı için bunu meale yansıtarak sanki Allah'ın böyle bir soru sorduğunu patanteze dahi gerek duymadan göstermeye çalışmıştır. Halbuki metinde her iki kelime de bulunmamaktadır. Şayet parantez açılarak (mezarda) şeklinde bir anlam verilmiş olsaydı daha isabetli olabilirdi. 113. ve 114. ayetlerin meallerinde genelde sıkıntı olmadığı için 112. ayet meali ile yetiniyoruz.

--- 5. örneğimiz Rum s. 55- 56. ayetlerdir.

وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَۙ مَا لَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍۜ كَذٰلِكَ كَانُوا يُؤْفَكُونَ

وَقَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ وَالْا۪يمَانَ لَقَدْ لَبِثْتُمْ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ اِلٰى يَوْمِ الْبَعْثِۘ فَهٰذَا يَوْمُ الْبَعْثِ وَلٰكِنَّكُمْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

Örnek 1--  O gün ki saat gelir Kıyamet kopar, mücrimler, bir saatten fazla durmadıklarına yemîn ederler evvel de böyle çeviriliyorlardı

Örnek 2-- Kıyamet koptuğu gün, günahkârlar, (dünyada) ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler. İşte onlar, (dünyada da haktan) böyle döndürülüyorlardı.  

Örnek 1 de verilen meal metne daha uygun, örnek 2 deki ise yine önyargının bir eseri parantez açılarak (dünyada) anlamı ilave edilmiştir.

--- 6. örneğimiz Ahkaf s. 35. ayetidir.

فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْۜ كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَۙ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍۜ بَلَاغٌۚ فَهَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ

Örnek 1-- Artık sabret, resûllerden azim sahiplerinin sabrettiği gibi ve onlar için isti'cal etme. Sanki onlar vaadolunduklarını görecekleri gün, gündüzden bir saatten başka durmamışlar gibi olacaklardır. (Bu) Bir tebliğdir, fâsıklar olan kavimden başkası, helâke uğratılacak mıdır? (Elbette uğratılmayacaktır).

Örnek 2-- Azim ve sebat sahibi peygamberler nasıl sabrettiyse, sen de sabret; onlar için acele etme. Kendilerine vaad olunan günü gördüklerinde, onlar dünyada gündüzün bir saatinden fazla kalmadıklarını sanırlar. Bu bir tebliğdir. Yoldan çıkmışların güruhundan başkası helâk olur mu hiç?

Örnek 1 de yine metne daha uygun bir meal verilmiş olup, örnek 2 de ise parantez dahi açılmadan dünyada ilavesi yapılmıştır.

Bu verdiğimiz örneklerden anlaşılmaktadır ki meal yapıcılarının bir kısmında belirleyici olan kitap Kur'an değildir. Onlar için hakem kitap rivayet kitapları olup, Kur'an ayetlerini bu doğrultuda çevirmektedirler. 

Eğer bu kimseler Kur'an'ı belirleyici olarak görmüş olsalardı Bakara s. 259 ve Kehf s. 19. ayetlerini diğer ayetleri anlamak konusunda ayetleri anlamada baz alırlardı. 

---- Bakara s. 259. ayeti:

اَوْ كَالَّذ۪ي مَرَّ عَلٰى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَاۚ قَالَ اَنّٰى يُحْي۪ هٰذِهِ اللّٰهُ بَعْدَ مَوْتِهَاۚ فَاَمَاتَهُ اللّٰهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُۜ قَالَ كَمْ لَبِثْتَۜ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ اِلٰى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْۚ وَانْظُرْ اِلٰى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ اٰيَةً لِلنَّاسِ وَانْظُرْ اِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًاۜ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۙ قَالَ اَعْلَمُ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


---Bakara s. 259- Veya çatıları üzerine çökmüş haldeki bir şehre uğrayan kişiyi (görmedin mi). "Allah buraya ölümünden sonra nasıl yaşam verecek?" demişti. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl öldürmüş, sonra yeniden harekete geçirmişti. (Allah ona) "Ne kadar kaldın?" demiş, o da: "Bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldım" demişti. (Allah): "Aksine yüz yıl kaldın, gıdana ve içeceğine bak hiç bozulmamış. Ve eşeğine de bak, seni insanlara böylece delil yapmak için. Ve  kemiklere de bak onları nasıl ayaklandırıyor, sonra et giydiriyoruz." (Sorusunun cevabı) apaçık belli olduğunda: " Biliyorum şüphesiz ki Allah her şeyin üzerine ölçü koyandır" demişti.

Bakara s. 259. ayeti, 100 yıl ölü kalan ve sonrasında diriltilen bir kişiden bahsetmekte ve bu kişiye sorulan soruya verdiği cevap örnek ayetleri anlama noktasında anahtar konumdadır. Hiçbir meal yapıcısı "Ne kadar kaldın?" sorusuna "Dünyada" ilavesi yapmamıştır. Bunun nedeni ise ayetin ölüm ile diriliş süresi arasında geçen süreden açık ve net bir şekilde bahsetmesidir.

----Kehf s. 19

وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَدًا

----Kehf s. 19-- Yine böyle onları ba's de ettik ki aralarında soruşsunlar diye: içlerinden bir söyliyen «ne kadar durdunuz?» Dedi, bir gün yâhud bir gün yâhud bir günün birazı dediler, ne kadar durduğunuza dediler: rabbınız a'lemdir, şimdi siz birinizi şu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın hangisi yiyecekçe daha temiz ondan size bir rızık getirsin, hem çok kurnaz davransın ve zinhar sizi birine sezdirmesin.

Bu ayette senelerce bir mağarada uyutulanların uyandıktan sonra birbirlerine sordukları soruyu görmekteyiz. Bu ayette aynı Bakara s. 259. ayeti gibi yukarıda verdiğimiz örnek ayetleri doğru anlama noktasında anahtar konumda bir ayettir. Yine bu ayette hiçbi meal yapıcısı "Ne kadar kaldınız?" sorusuna "Dünyada" ilavesi yapmamıştır. Çünkü her iki ayette böyle ilaveye gerek duyulmamaktadır.

Peki her iki ayette ilaveye gerek duyulmadığı halde diğer örnek ayetlerde neden böyle bir ilaveye gerek duyulmuştur?

Bunun tek bir cevabı vardır. O da ilave yapan meal yapıcılarının kafalarında rivayetlerden devşirilmiş olan "Kabir Azabı" inancı bulunmaktadır ve ayetleri de bu inanç doğrultusunda tahrif etme gereği duymuşlardır. 

Halbuki Ümmi bir kafayla bu kitabı okusalar hiçbir yerde kabir azabına dair bir bilgi kırıntısı dahi bulamayacaklar ve örnek ayetleri de Bakara s. 259 ve Kehf s 19. ayetlerini dikkate alarak ölümden sonra diriliş arasında geçen süreden hiçbir şekilde ölen kişinin haberi olmadığı sanki uykudan uyanır gibi uyandığı anlaşılır ve ilgili ayetlere eğer parantez açılacaksa "Dünyada" parantezi veya ilavesi değil "KABİRDE" parantezi açılarak daha doğru anlaşılması sağlanabilirdi. Bazı meallerde bu şekilde parantez açılmış olduğunu karşılaştırmalı meal okuyaanlar görebileceklerdir.

Bu noktada bazı kimseler Mümin s. 46. ayetinin kabir azabına işaret ettiğine dair itiraz edebilir. Onlara da Allah (c.c.) kitabının bir yerinde başka bir yerinde başka şey diyerek çelişkili bir kitap indirmediğini hatırlatmak isteriz.

Kur'an'da sadece tek bir ayet bile ölüm ile diriliş arasında geçen zamanın doğru anlaşılması açısından yeterli olmasına rağmen kitabın içinde binlerce ayet dahi olsa rivayetleri hakem kitap olarak gören kimseler yine de ikna olmayacaklar " Vay seni kabir azabını inkar mı ediyorsun ?" diyerek itirazlarından vazgeçmeyeceklerdir.

--- Yasin s. 52. ayeti:

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَاۢ هٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ

Derler ki: “Eyvâh bize! Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? Bu, Rahmân'ın va'd ettiği şeydir; demek peygamberler doğru söylemiş!”

Şimdi soruyoruz: Eğer kabir azabı inancı doğru bir inanç olsaydı kabirden kaldırılan bu inkarcılar böyle bir soru ile kalkarlar mıydı?

Eğer böyle bir inanç doğru olsaydı kabirde çektikleri azabın ifadesi olan bazı sözlerle kabirlerinden kalkmazlar mıydı?

Sonuç olarak: Kur'an'ın önyargılardan arınmış bir halde okunması bu kitabı doğru anlamanın olmazsa olmazlarındandır. Şayet bu yapılmazsa yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi önyargılarını onaylatılmaya çalışıldığı bir kitap olmaktan öteye gitmeyen bir kitap karşımıza çıkacaktır.

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

17 Ağustos 2024 Cumartesi

HİCR SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Elif, Lâm, Ra. Bunlar, o kitabın ve apaçık okunan (Kur'an)ın ayetleridir.

2- Gerçeği örtmüş olan kimseler, nice zamanlar: "Keşke teslim olanlar olmalarını" arzu edecekler.

3- Onları yemeye ve yararlanmaya ve o beklentinin oyalandırmasına bırak. Artık ileride bilecekler.

4- Ve biz hiçbir kasabayı onun bir bilinmiş yazgısı olmadan yok etmedik.

5- (Onlarda yaşayan) hiçbir toplum kendi süresini öne geçiremiyor ve erteleyemiyordu.

6- 7- Ve onlar: "Ey üzerine o hatırlatma indirilmiş olan kimse, şüphesiz ki sen kesinlikle cinlenmişsin. Eğer sen o doğru söyleyenlerden isen, bize o melekleri getirmeli değil miydin?" dediler.

8- Biz o melekleri o gerçek olmadıkça indirmiyoruz. (İndirdiğimiz) takdirde de bakılmışlar olmazlar.

9- Şüphesiz ki o hatırlatmayı biz indirdik ve şüphesiz ki biz onu kesinlikle (cin, şeytan v.s. müdahalesinden) kollayıcılarız.

10- Ve ant olsun ki biz senden önce, o ilk taraftarlara da (elçiler) göndermiştik.

11- Ve onlara hiçbir bir elçi gelmiyordu ki,  onunla ancak alay ediyor olmasınlar.

12- Biz onu (o hatırlatmayı) o suç işleyenlerin kalplerine böyle sokarız.

13- Ona (o hatırlatmaya) inanmazlar. Oysa ki (inanmayanlara uygulanan) o ilklerin yasası kesinlikle gelip geçmişti.

14- 15- Ve eğer biz üzerlerine gökten bir kapı açsak onda yükseliyor olsalar, yine de kesinlikle: "Gözlerimiz ancak ve ancak sarhoşlaştırıldı. Aksine biz sihirlenmişler topluluğuyuz" derlerdi.

16-  17- Ve ant olsun ki biz o gökte kaleler oluşturduk ve onları o bakanlar için süsledik. Ve onları her taşlanan şeytandan kolladık.

18- Ancak (yine de) kim o kulak hırsızlığına kalkışırsa, hemen ona da bir apaçık ateş parçası takılır.

19- Ve o yere gelince, biz onu uzattık ve onda sabitlikler bıraktık ve onda her şeyden tartılmış (dengeli) olarak bitirdik.

20- Ve biz, sizin için ve ona rızık vericiler olmadığınız kimseler için, onda geçimlikler oluşturduk.

21- Ve hiçbir şey yoktur ki onun depoları bizim yanımızda olmasın. Ve biz onu bir bilinmiş ölçüsü olmadan da indirmiyoruz.

22- Ve biz, o rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderdik de o gökten bir su indirdik böylece biz onunla sizi suvardık. Ve oysa siz onu depolayıcılar da değilsiniz.

23- Ve biz, şüphesiz ki kesinlikle yaşatırız ve öldürürüz. Ve biz onlara o mirasçı olanlarız.

24- Ve ant olsun ki biz sizden o öncekileri de bilmişizdir ve ant olsun ki biz o diğerleri de bilmişizdir.

25- Ve şüphesiz ki senin Efendin, onları sürüp toplayacak olanın ta kendisidir. Şüphesiz ki O, bir en bilgedir, bir en iyi bilicidir.

26- Ve ant olsun ki biz o insanı kuru çamurdan şekillenmiş balçıktan takdir ettik.

27- Ve  Cann'ı da biz onu önceden o kavurucu ateşten takdir etmiştik.

28- 29- 30- Ve bir zaman senin Efendin o meleklere: "Şüphesiz ki ben kuru çamurdan şekillenmiş balçıktan bir beşer takdir ediciyim. Artık ben onu denkleştirdiğim ve ona esintimden (yaşam verme gücümden) üflediğim zaman, hemen ona boyun eğiciler olarak çökün" demişti de, o meleklerin hepsi toplu olarak hemen boyun eğmişti

31- İblis hariç. O boyun eğenlerin beraberinde olmaktan direnmişti.

32- (Allah): "Ey İblis, sana ne oluyor ki o boyun eğenlerin beraberinde olmuyorsun?" demişti.

33- (İblis): "Ben kuru çamurdan şekillenmiş bir balçıktan kendisini takdir ettiğin bir beşere boyun eğmek için olmadım" demişti.

34- 35- (Allah): "Ondan hemen çık. Artık şüphesiz ki sen bir taşlanansın. Ve şüphesiz ki o karşılığın gününe kadar o dışlama senin üzerinedir" demişti.

36- (İblis): "Ey Efendim, harekete geçirilecekleri güne kadar beni gözet" demişti.

37- 38- (Allah): "Şüphesiz ki sen o bilinmiş vaktin gününe kadar o gözetilmişlerdensin" demişti.

39- 40- (İblis): "Ey Efendim, senin beni azdırman nedeniyle, bende onlara o yerde (kötülükleri) kesinlikle süsleyeceğim ve içlerinden senin o özgülenmiş kulların hariç onları kesinlikle toplu olarak azdıracağım" demişti.

41- 42- 43- 44- (Allah): "Bu, bana göre bir dosdoğru yoldur. Şüphesiz ki sana takılmış o azgınlardan başka, benim kullarım üzerinde senin bir yetkin yoktur. Ve şüphesiz ki cehennem, onlara toplu olarak söz verilmiş yerdir. Onun yedi kapısı vardır. Her bir kapı için onlardan paylaşılmış bir grup vardır" demişti.

45- Şüphesiz ki o korunanlar bahçelerde ve su gözelerindedir.

46- (Onlara) "Bir esenlikle ve güvenliler olarak ona girin" (denilir).

47- Ve biz onların göğüslerinde (kin nefret gibi) bağdan ne varsa çekip çıkardık. Kardeşler olarak karşılıklı döşekler üzerindedirler.

48- Onlara onda bir yorgunluk dokunmaz ve onlar ondan çıkarılmış da olmayacaklar.

49- Kullarıma haber ver ki: Şüphesiz ki ben o çok bağışlacının o çok merhamet edicinin ta kendisiyim.

50- Ve şüphesiz ki benim azabım da, acı azabın ta kendisidir.

51- Ve onları İbrahim'in konuklarından haberlendir.

52- Hani huzuruna girmişlerdi de"Selâm" demişlerdi. (İbrahim de onlara): "Şüphesiz ki biz sizden ürperenleriz" demişti.

53- (Konuklar): "Sakın ürperme, şüphesiz ki biz sana bir bilgin oğulu müjdeliyoruz" demişlerdi.

54- (İbrahim): "Üzerime (yaşça) o büyüklük dokunmuşken beni mi müjdelediniz? Hangi nedenle müjdeliyorsunuz?" demişti

55- (Konuklar): "Biz sana o gerçeği müjdeledik. Artık sakın o karamsarlardan olma" demişlerdi

56- (İbrahim): "Kendisinin Efendisinin şefkatinden o sapkınlardan başkası kim karamsar olur?" demişti.

57- (İbrahim): "Başka sözünüz nedir ey o elçiler?" demişti.

58- 59- 60- (Elçiler): "Şüphesiz ki biz suç işleyenler topluluğuna gönderildik. Lût'un ailesi hariç. Şüphesiz biz onları onun karısı hariç toplu olarak kesinlikle kurtarıcılarız. Biz şüphesiz ki onun kesinlikle o geride kalanlardan olması ölçüsünü koyduk" demişlerdi.

61- 62- O gönderilmişler Lût'un ailesine geldiğinde (Lût onlara): "Şüphesiz ki siz tanınmayanlar topluluğusunuz" dedi.

63- 64- 65- (Elçiler): "Aksine, biz sana onların, hakkında tereddüte düşmekte oldukları şeyi getirdik. Ve biz sana o gerçeği getirdik ve şüphesiz ki biz kesinlikle doğru söyleyenleriz. Artık o geceden bir kesitte halkını yürüt ve sen de onların arkalarına takıl ve sizden bir kimse arkasına (kalan kimseye) eğilim göstermesin. Ve buyurulacağınız yere geçip gidin" dediler.

66- Ve biz ona şu: "Şüphesiz ki onların arkası sabah vaktine girdiklerinde kesilmiş olacaktır" buyruğunu yerine getireceğimizi bildirdik.

67- Ve o şehrin halkı müjdeleşerek geldi.

68- 69- (Lût): "Şüphesiz ki bunlar benim konuklarımdır. Sakın beni mahcup etmeyin. Ve Allah'a karşı korunun ve sakın beni rezil duruma düşürmeyin" dedi.

70- (Halkı): "Biz seni o insanlar(ın işine karışmak)dan vazgeçirmemiş miydik?

71- (Lût): "Eğer (doğru olanı) yapanlarsanız, bunlar benim kızlarım" dedi.

72- (Elçiler Lut'a): "Ömrüne ant olsun ki şüphesiz ki onlar kesinlikle kendi sarhoşlukları içinde bocalıyorlar" (dediler).

73- Gün doğma vaktine girenler iken o korkunç ses birden onları tutuverdi.

74- Biz onun üstünü altına getirdik ve onların üzerine de pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırdık.

75- Şüphesiz ki bunda işaretlerden anlayanlara kesinlikle (gözle görülen) ayetler vardır.

76- Ve şüphesiz ki o (şehir) kesinlikle bir kalıcı yol üzerindedir.

77- Şüphesiz ki bunda, o inananlara kesinlikle (gözle görülen) ayetler vardır.

78- Ve şüphesiz ki o ormanlık yerin arkadaşları da kesinlikle haksızlık yapanlar idi.

79- Bu yüzden biz de onlardan öç aldık. Ve şüphesiz ki bu ikisi (Eyke ve Lut'un şehri) kesinlikle bir apaçık yol üzerindedir.

80- Ve ant olsun ki o taşlık yerin arkadaşları da o gönderilmiş olanları yalanladı.

81- Ve biz onlara bizim ayetlerimizi vermiştik, fakat onlardan kayıtsız kalanlar oldular.

82- Ve o dağlardan güvenli evler yontuyorlardı.

83- Sabah vaktine girdiklerinde o korkunç ses birden onları tutuverdi.

84- Artık kazanmakta oldukları şeyler onlara bir zenginlik sağlamadı.

85- Ve biz o gökleri ve o yeri ve o ikisinin arasında olan şeyleri o gerçek (bir neden) den başka takdir etmedik. Ve şüphesiz ki o saat kesinlikle gelicidir. Artık sen o güzel müsamaha ile davran.

86- Şüphesiz ki senin Efendin, o tekrar tekrar takdir edicinin, o en iyi bilicinin ta kendisidir.

87- Ve ant olsun ki biz sana o tekrarlanan elçilik gücünden* ve o büyük okunan (Kur'an)ı verdik.

* Ayette geçen "Seb'an" kelimesine "Güç" anlamı verme gerekçemiz, bu ayetin yorumu ile ilgili çok farklı görüşlerin olması ve bu kelimenin sadece 6 dan sonraki bir rakamı ifade etmemesi ve sembolik bir anlamının da olmasındandır. Ayrıca Maide s. 3. ayetinde de geçen bu kelimenin güçten kinaye olarak yırtıcı hayvanlar için kullanılmış olması, bizi bu kelimeye "Güç" anlamı vermeye yöneltmiştir. En doğrusunu Allah (c.c.) bilir.

88- Sen içlerinden bazılarını bizim onunla çifter çifter olarak yararlandırdığımız şeylere iki gözünü sakın uzatma. Ve sen onlara da üzülme. Ve sen kanadını da o inananlara alçalt.

89- Ve de ki: "Şüphesiz ki ben o apaçık uyarıcının ta kendisiyim."

90- Nitekim biz (Salih'i öldürmek için aralarında) yemin edenlerin üzerine de (azap) indirmiştik.*

* Bu ayete diğer meâllere göre farklı bir meâl verme gerekçemiz, surenin 80-84. ayetleri arasında Hicr topluluğundan bahsediliyor olması ve Neml s. 49. ayeti ile bağ kurmamızdır.

91- O kimseler ki, o okunan (Kur'an)ı parça parça hale soktular.

92- 93- Artık senin Efendine ant olsun ki işlemekte oldukları şeylerden dolayı biz onlara toplu olarak kesinlikle soracağız.

94- Artık sen sana buyurulmakta olanı (safları birbirinden net olarak) ayırırcasına ortaya koy ve o ortak koşanlardan kayıtsız kal.

95- Şüphesiz ki o alay edicilere karşı biz sana yeteriz.

96- O kimseler ki, Allah'ın beraberinde diğer bir tanrı oluşturuyorlar. Artık ileride bilecekler.

97- Ve ant olsun ki biz onların söylemekte oldukları nedeniyle göğsünün daralmakta olduğunu biliyoruz.

98- Bu durumda sen Efendini övgü ile her türlü eksiklikten uzak tut ve o boyun eğenlerden ol.

99- Ve o kesinkes bilgi (olan ölüm) sana gelene kadar Efendine kulluk et.


12 Ağustos 2024 Pazartesi

Hicr s. 9. Ayeti: Kur'an'ın Korunmuşluğu Üzerine

Kur'an üzerine yapılan konuşmalarda açılan konulardan bir tanesi de, onun kıyamete kadar Allah tarafından korunacağı üzerinedir. Bu konuşmanın delil getirildiği ayet ise Hicr s. 9. ayetidir. Biz bu yazımızda konu ile ilgili olarak delil getirilen bu ayetin böyle bir anlama gelip gelemeyeceği üzerinde durmaya çalışacağız.

Kur'an üzerinde yapılan konuşmalarda genel olarak yapılan hatalardan bir tanesi de, bütüncül okuma değil parçacı okuma yapılmasıdır. Bu okumanın altında yatan en önemli etken ise, kişinin ön kabulünü Kur'an'a onaylatma çabasıdır. Yani birçok kişinin "Kur'an acaba bu konuda ne demiş olabilir?" sorusunun cevabını aramak yerine, "Ben ön kabulümü Kur'an'a nasıl onaylatabilirim?" sorusunun cevabına yönelik okuma yapmasıdır

Kanaatimizce, Hicr s. 9. ayeti ile ilgili varılan sonuç ta böyle bir parçacı okumanın sonucu olup, eğer bütüncül bir okuma yapılacak olduğunda, daha farklı bir anlam ortaya çıkacaktır. İlgili ayeti daha doğru anlamanın yolu öncelikle surenin 6. ayetinden itibaren okumaya başlamak olduğunu düşünmekteyiz.

Hicr s. 6- 7- Ve (inkâr edenler): "Ey  üzerine Hatırlatma (Ezzikr) indirilmiş olan, şüphesiz ki sen kesinlikle cinlenmişsin. Eğer doğrulardan isen bize melekleri getirmeli değil miydin?" dediler.

Hicr s. 8- Biz melekleri bir gerçek olmadıkça indirmeyiz. İndirdiğimiz takdirde de süre verilmişlerden de olmazlar.

Hicr s. 6. ve 7. ayetlerinde Mekke müşriklerinin Muhammed (a.s.) ın elçiliğini ret etmek için ortaya sürdükleri iddialardan bir tanesi onun "Mecnun" Yani "Cinlenmiş" olduğu iddiasıdır. Bu kelime, birçok mealde hatalı olarak "Deli" olarak çevrilmekte ve Kur'an'ın bu konuda vermek istediği mesajın doğru anlaşılmamasına sebebiyet vermektedir. Çünkü "Mecnun" olmak nüzul ortamında cinlerle alâka kuranlar için söylenen bir sözdür. Bu iddianın temelinde cinlerden haber alan, söylediği sözün o kişiye cinler tarafından ilham edilmiş olduğu yönünde bir inanç mevcuttur. 

Bu iddia Mekke müşriklerinin Muhammed (a.s.) ı çağrısını insanlar gözünde küçük düşürmek için ortaya atılan iddialardan bir tanesidir. Yani ona indirilen vahyin Allah (c.c.) tarafından değil, cinler tarafından ilham edildiğidir. Cinlerin kendisine musallat olduğu bir kişinin de söyledikleri ciddiye alınacak sözler değildir. İşte surenin 6. ve 7. ayetleri bu iddiayı dile getirmektedir.

Hicr. s. 6. ve 7. ayetleri böyle okuduktan sonra 9. ayeti okuyabiliriz.

Hicr s. 9- Şüphesiz ki Hatırlatmayı (Ezzikr) biz indirdik ve şüphesiz ki biz onu (Hatırlatmayı) kesinlikle (cin müdahalesinden de) koruyucularız.

Ayette bir koruma konusunun olduğu göz ardı edilemez. Fakat bu korumanın kime ve nasıl bir koruma olduğu konusu öncelerden beri tartışma konusudur. Eski tefsirlere bakıldığında, ayetin Arapça metninde geçen "Lehu"  edatının kimin için kullanılmış olabileceği yönünde farklı görüşler bulunmaktadır. Bazı tefsirciler bu edatın Muhammed (a.s.) için kullanılmış olabileceği yönünde görüşler serd ederek, ayetin Muhammed (a.s.) ın korunacağı yönünde bir beyanı olduğunu iddia etmişler, bu iddialarına da başka ayetlerden ve gramer kurallarından delil getirmişlerdir.

Biz bu görüşün asla kabul edilemez olduğunu düşünmemekle birlikle, olayı Kur'an bütünlüğünde ve nuzül dönemi arka plânı dahilinde düşündüğümüzde bu görüşün isabetli olamayacağı kanaatinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Çünkü;

Nuzül dönemi arka plânına baktığımızda, kendilerine "Mecnun, Kâhin, Arraf" gibi isim verilen bazı kimselerin insanüstü güçlerden yani "CİN" adı verilmiş olan varlıklardan gökyüzünden haberler aldıklarına dair yaygın bir inanç mevcuttur. Mekkeli müşriklerde böyle bir inanca istinaden Muhammed (a.s.) ın aldığı vahyin böyle bir durumun neticesi olduğu kanaatine sahip olmuşlar ve onu "Mecnun" olarak nitelemişlerdir.

Hicr s. 9. ayetini anlamak, böyle bir iddiayı merkeze aldımızda kolaylaşacaktır. Ayrıca aynı surenin 16.17.18 ayetleri, Saffat s. 6.7. 8. 9. ve 10. ayetleri, Cin s. 8. ve 9. ayetleri, Muhammed (a.s.)a inen vahyin herhangi bir şeytan veya cin bulaşması olmadan ona Allah- Melek elçi- Beşer elçi yoluyla indirildiğini beyan etmektedir. Yani Mekke müşriklerinin vahye ve elçiye karşı olan bu iddialarını yalanlamaktadır.

İşte Hicr s. 9. ayeti böyle korunmuşluktan bahsetmektedir. Muhammed (a.s.) indirilmekte olan ve ayette "Ezzikr" olarak ifade edilen kitap, hiçbir şekilde dış etken olmadan Allah (c.c) den melek elçiye ondan da beşer elçiye ulaşmaktadır. Yani Kur'an vahyediliş sürecinde korunan bir kitaptır ve ona asla herhangi bir dış etken müdahalesi olmamıştır. 

Hicr s. 9. ayeti ile ilgili durum böyle iken, " Şimdi siz Kur'an korunmamıştır mı demek istiyorsunuz?" şeklinde bir sorunun sorulması gayet yerinde bir sorudur. 

El cevap: Hayır, "Kur'an korunmamıştır" şeklinde bir iddiamız asla ve kat'a yoktur. Bizim iddiamız, Hicr s. 9. ayetinin mushafın kıyamete kadar Allah tarafından korunacağının bu ayet ile garanti altına alınmış olduğu düşüncesinin doğru olmadığıdır.

         --------- Peki, Kur'an korunmuş mudur yoksa korunmamış mıdır? --------

Bir kitabın korunmuş veya korunmamış olduğunun bilinmesi, o kitabın asıl nüshası ile karşılaştırılması suretiyle olması gerektiği, bu soruya verilebilecek cevaplardan bir tanesidir.

Biz Tevrat ve İncil'in bugün Yahudi ve Hristiyanlarca kabul edilen kısmının, tamamının Allah (c.c.) tarafından indirilen Tevrat ve İncil olmadığını iddia ederken, Kur'an'ı baz almaktayız. Biz Kur'an'ın Allah (c.c) tarafından indirilen bir kitap olduğuna inanmış olmamızdan dolayı, Kur'an'da Tevrat ve İncil'in tahrif edildiği yönündeki ayetler bizim için delil mesabesindedir.

Eğer Kur'an tahrif edilmiş ise, böyle bir şey mümkün olmamakla beraber, bugün yeni bir kitabın inerek bu kitap üzerinde bazı tahrifatların yapıldığını beyan eden ayetlerin olması gerekir ki, biz Kur'an'ın Muhammed (a.s.) sonrasında tahrif edilmiş olduğuna inanalım.

Bugün Kur'an merkezli düşünce sahibi olduğunu iddia eden bazı kimselerin, Kur'an'ın orjinal metni sanki kendi ellerindeymiş gibiymişcesine, bazı kelimeler üzerinde şahsi tasarruflar yaparak Kur'an'ın tahrif olduğunu ve bu tahrifatın kendileri tarafından düzeltiliyor olduğu iddiası, yeni bir Kur'an yazma çalışmasından başka birşey değildir. Bu kişilerin en garip iddialarından bir tanesi, Kur'an'ın yazılı olarak indirildiği iddiasıdır. 

Onlara göre Kur'an yazılı ve harekesiz olarak inmiş, sonradan harekelendiği için bazı kelimeler üzerinde tahrifat yapılmış, ve ellerinde orjinal metin olan! bu kimseler bu tahrifatları düzeltmektedirler.

Yazımızın konusu Kur'an'ın tahrif edilip edilmediği konusu olmadığı için fazla uzatmamak adına kısaca bu kadarını söylemek istiyoruz.

Hasılı kelâm; Hicr s. 9. ayeti mushafın kıyamete kadar korunacağının garanti alnda olduğunu beyan eden bir ayet değil, onun iniş sürecinde dış etkenlerden korunmuş olduğunu beyan eden bir ayettir. Bununla birlikte Kur'an'ın tahrif edilmiş olduğu yönünde bir düşüncemiz de asla yoktur.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH(C.C.) BİLİR.


11 Ağustos 2024 Pazar

İBRAHİM SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Elif, Lâm, Ra. (Bu) bir kitap ki Efendilerinin onayıyla o insanları o karanlıklardan o ışığa, o en güçlü o övgüye lâyık (Allah)ın yoluna iletmen için, biz onu sana indirdik.

2- Allah O ki, o göklerde olan şeyler ve o yerde olan şeyler O'nundur. Ve bir çetin azaptan dolayı yazıklar olsun o gerçeği örtücülere.

3- O kimseler ki, bu şimdiki yaşamı o diğer (yaşamın) üzerine tercih ediyorlar  ve Allah'ın yolundan uzaklaştırıyorlar ve onda bir eğrilik peşine düşüyorlar. İşte onlar, bir uzak sapkınlık içindedirler.

4- Ve biz hiçbir elçiyi onlara açıklaması için topluluğunun dilinden başkası ile göndermedik. Böylece Allah kimi dilerse saptırır ve kimi dilerse doğruya iletir. Ve O, o çok güçlüdür, o en bilgedir.

5- Ve ant olsun ki biz Musa'yı: "Topluluğunu o karanlıklardan o ışığa çıkar ve onlara Allah'ın günlerini hatırlat" diye, bizim ayetlerimizle gönderdik. Şüphesiz ki bunda her bir çokça direnip gayret eden, şükreden için kesinlikle ayetler vardır.

6- 7- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani sizi, oğullarınızı boğazlayarak kadınlarınızı yaşatarak o azabın kötüsüne süren Firavun'un hanedanından kurtarmıştı. Ve bu sizin için Efendinizden bir büyük yoklamaydı. Ve hani Efendiniz - Eğer şükrederseniz, kesinlikle size artırırım ve eğer gerçeği örterseniz, şüphesiz ki benim azabım kesinlikle çetindir- diye duyurmuştu" demişti.

8- Ve Musa (devam ederek): "Eğer siz ve o yerdeki kimseler toplu olarak gerçeği örtseniz dahi, şüphesiz ki Allah kesinlikle zengindir övgüye lâyıktır" demişti.

9- Size, sizden önceki kimseler olan Nuh'un ve Ad ve Semud topluluğunun ve onlardan sonraki kimselerin -ki onları Allah'tan başkası bilmez-, haberi gelmedi mi? Elçileri onlara o apaçık delilleri getirmişti de, onlar ellerini onların ağızlarına geri döndürmüşler ve onlar: "Şüphesiz ki biz, sizin onunla gönderildiğiniz şeyi (ret ederek) örttük ve şüphesiz ki biz, sizin bizi kendisine çağırmakta olduğunuz şeyden de kesinlikle bir kuşkulu belirsizlik içindeyiz" demişlerdi.

10- Elçileri: "O göklerin ve o yerin açığa çıkarıcısı Allah hakkında bir kuşku mu var? Sizi arkaya takılı suçlarınızdan bir kısmını bağışlaması ve sizi bir isimlenmiş süreye kadar ertelemesi için çağırıyor" demişti. (Onlar): "Siz bizim örneğimiz bir beşerden başkası değilsiniz. Siz bizi kendi atalarımızın kulluk etmekte olduğu şeylerden uzaklaştırmak istiyorsunuz. Öyleyse bize bir apaçık yetki getirin" demişlerdi.

11- 12- Elçileri: "(Evet) biz sizin örneğiniz bir beşerden başkası değiliz. Fakat Allah kullarından kime dilerse büyük iyilikte bulunur. Ve bizim için Allah'ın onayı olmadıkça bizim size bir yetki getirmemiz olamaz. Ve o inananlar artık yalnızca Allah'a dayansın. Ve bize ne oluyor ki, Bizi kesinlikle yollarımıza iletmişken Allah'a dayanmayalım? Ve biz, sizin bize verdiğiniz rahatsızlığa karşı kesinlikle direnip gayret edeceğiz. Ve o dayananlar artık yalnızca Allah'a dayansın" demişti

13- 14- Ve gerçeği örtmüş olan kimseler elçilerine: "Sizi kendi yerimizden kesinlikle çıkaracağız ya da hemen bizim inanç sistemimize tekrar döneceksiz" demişlerdi. Bunun üzerine Efendileri onlara: "O haksızlık yapanları kesinlikle yok edeceğiz. Ve onlardan sonra sizi kesinlikle o yerde durultacağız. Bu, benim mevkimden kaygılanmış olan ve tehdidimden kaygılanmış olan kimseler içindir" diye vahyetmişti.

15- Ve (elçiler) fetih istemişler Ve her bir zorba inatçı perişan olmuştu.

16- Onun (o perişanlığın) ardından da cehennem vardır. Ve (cehennemde) bir irinli sudan suvarılacak.

17- Onu yutmaya çalışacak, fakat neredeyse onu boğazından geçiremeyecektir. Ve o ölüm ona her bir taraftan gelecek, oysa o ölecek de değildir. Ve onun ardından daha da bir sert azap vardır. 

18- Efendileri(nden gelen) gerçeği örtmüş olan kimselerin işlediklerinin örneği, fırtınalı bir günde o rüzgârın onu çetince savurduğu bir kül gibidir. (Bu kimseler) kazandıkları şeylerden hiçbir şeye güç yetiremezler. Bu, o uzak sapkınlığın ta kendisidir.

19- 20- Sen görmedin mi şüphesiz ki Allah o gökleri ve o yeri o gerçekle takdir etmiştir? Eğer dilerse sizi giderir ve yeni bir takdir ediliş getirir. Ve bu da Allah'ın üzerine bir güçlük değildir.

21- Ve toplu olarak Allah'a (hesap için) ortaya çıktılar. O zayıflar büyüklük taslamış olan kimselere: "Şüphesiz ki biz size takılan halde idik, şimdi siz bizi Allah'ın azabından az bir şeyden de olsa zenginleştirenler misiniz?" dedi. (Büyüklük taslamış olanlar): "Eğer Allah bizi doğruya iletmiş olsaydı, biz de sizi doğruya iletirdik. Artık biz sızlansak da dirensek de bizim için denktir. Bizim için hiçbir kaçış yeri yok" dediler.

22- Ve o buyruk yerine getirildiğinde o şeytan: "Şüphesiz ki Allah, size o sözün gerçek olanını söz verdi. Ve ben de size söz verdim, fakat ben size (verdiğim söze) aykırı davrandım. Benim için sizin üzerinizde sizi çağırmaktan başka hiçbir yetki yoktu, siz de beni (olumlu) cevaplandırdınız. Sakın beni kınamayın, kendi benliklerinizi kınayın. Ben sizin feryadınıza cevap verici değilim ve siz de benim feryadıma cevap verici değilsiniz. Şüphesiz ki ben, sizin beni ortaklaştırmanızı önceden (redderek) örtmüştüm. Şüphesiz ki o haksızlık yapanlar var ya, bir acı azap onlar içindir" dedi.

23- Ve inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olan kimseler, Efendilerinin onayıyla onda sürekli kalıcılar olarak onların altından o nehirler akar bahçelere girdirilmiştir. Ondaki esenlik temennileri "Selâm" dır. 

24- 25- Sen görmedin mi Allah nasıl bir örnek ortaya koydu? Temiz bir kelime, onun kökü sabit ve onun dalı o gökteki bir temiz ağaç gibidir. Efendisinin onayıyla yemişini her vakit verir. Ve Allah o insanlara, onların hatırlamaları için o örnekleri böyle ortaya koyuyor.

26- Ve bir murdar kelimenin örneği ise, gövdesi o yerin üstünden koparılmış olan hiçbir sabitliği olmayan bir murdar ağaç gibidir. 

27-Allah inanmış olan kimseleri bu şimdiki yaşamda ve o diğer (yaşamda) o sabit sözle sabitleştirir. Ve Allah o haksızlık yapanları saptırır ve Allah ne dilerse yapar.

28- 29- Sen görmedin mi o kimseleri ki, Allah nimetini gerçeği örtmeyle değiştirdiler ve topluluklarına o yıkımın yurdunu serbest hale getirdiler? Cehennem. Ona yaslanacaklar. Ve o ne sıkıntılı sabitliktir.

30- Ve O'nun yolundan saptırmak için Allah'a benzerler oluşturdular. De ki: "(Şimdilik) yararlanın, ama şüphesiz ki dönüş yeriniz o ateşedir."

31- İnanmış kimseler olan kullarıma de ki; Onda alışverişin ve dostluğun asla olmacağı gün gelmesi öncesinden, o kulluk görevini ayağa kaldırsınlar ve bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, saklı veya açık olarak harcasınlar.

32- 33- Allah O ki, o gökleri ve o yeri takdir etti ve o gökten bir su indirdi de onunla size bir rızık olarak o ürünlerden çıkardı ve O'nun buyruğu ile o su kütlesinde akması için o gemileri size boyun eğdirdi ve o nehirleri size boyun eğdirdi. Ve o güneşi ve o ayı, aynı minval (dönmek) üzere size boyun eğdirmiş ve o geceyi ve o gündüzü de size boyun eğdirmiştir.

34- Ve kendisinden sorduğunuz şeylerin hepsinden size verdi. Ve eğer Allah'ın nimetini adetlemeye kalksanız, onu sayılandıramazsınız. Şüphesiz ki o insan, kesinlikle çok haksızlık yapandır, çok nankördür.

35- 36- 37- 38- 39- 40- 41- Bir zaman İbrahim: "Ey Efendim, bu yöreyi güvenli hale getir ve beni ve oğullarımı bizim o putlara kulluk etmemizden uzak tut. Ey Efendim, şüphesiz ki onlar o insanlardan birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana takılırsa, şüphesiz ki o bendendir. Ve kim bana karşı çıkarsa, şüphesiz ki sen bir çok bağışlayıcısın, bir çok merhamet edicisin. Ey Efendimiz, şüphesiz ki ben soyumdan bir kısmını ekinsiz bir vadide, senin o yasaklanmış evinin yanında yerleştirdim. Ey Efendimiz, o kulluk görevini ayağa kaldırmaları için. Artık o bir kısım insanlardan onlara arzulu gönüller oluştur ve şükretmeleri için onları o ürünlerden rızık ver. Ey Efendimiz, şüphesiz ki sen bizim saklamakta olduğumuz şeyleri ve açığa vurmakta olduğumuz şeyleri bilirsin. Ve Allah'a o yerde ve o gökte hiçbir şey gizli kalmaz. O övgü Allah'adır ki, (yaşça) bu büyüklüğüme rağmen bana İsmail'i ve İshak'ı bahşetti. Şüphesiz ki benim Efendim o çağrıyı kesinlikle işiticidir. Ey Efendim, beni o kulluk görevini ayağa kaldıran biri yap ve soyumdan da. Ey Efendimiz, ve çağrımı kabul et. Ey Efendimiz, o hesabın ayağa kalkacağı günde beni ve anne babamı ve o inananları bağışla" demişti.

42- Ve Allah'ı o haksızlık yapanların işlemekte olduğu şeylerden sakın duyarsız halde olduğunu hesap etme. Onları ancak ve ancak onda o gözlerin donup kalacağı bir gün için ertelemektedir.

43- Başlarını dikerek (develer gibi) koşacaklar. Bakışları onlara geri döndürülmez (gözlerini açıp kapayamazlar). Ve gönülleri ise bomboştur (kendileri için rahmet beklentileri yoktur).

44- 45- Ve o insanları onlara o azabın geleceği günle uyar. (O gün geldiğinde) haksızlık yapmış olan kimseler: "Ey Efendimiz, bizi bir yakın süreye kadar ertele de senin çağrını (olumlu) cevaplandıralım ve o elçilere takılalım" derler. (Onlara karşılık olarak): "Önceden kendiniz için bir düşüş olmayacağına dair yemin etmiş değil miydiniz? Ve sizler kendi benliklerine haksızlık yapmış olanların durulma yerlerinde durulmuştunuz ve onlara (sizden önce) nasıl yaptığımız size apaçık belli olmuş ve size o örnekleri de ortaya koymuştuk" (denir).

46- Ve onlar gerçekten tuzaklarını kurmuşlardı. Ve eğer ki onların kurdukları tuzaklardan dolayı o dağlar (yerinden) düşecek olsa da, onların kurdukları tuzakları (n bilgisi ve karşılığı) Allah'ın yanındaydı.

47- O halde sakın Allah'ı, elçilerine olan (yardım) sözüne aykırı davranıcı hesap etme. Şüphesiz ki Allah bir çok güçlüdür, bir öç sahibidir.

48- O gün o yer, o yerin başkasıyla değiştirilir ve gökler de (değiştirilir ve insanlar da) o tek, o boyun eğdirici Allah'a (hesap için) ortaya çıkmışlardır.

49- 50- Ve sen o gün o suç işleyenleri o zincirlerle birbirlerine yaklaştırılmış olarak görürsün. onların giysileri eritilmiş bakırdandır ve yüzlerini de o ateş kaplar.

51- Sonuçta Allah (haksızlık yapan) her benliğe kazandığı şeyin karşılığını verir. Şüphesiz ki Allah, o hesabı hızlı görendir.

52- Bu, o insanlara onunla uyarılmaları için ve O'nun ancak ve ancak bir tek tanrı olduğunu bilmeleri için ve o temiz akıl sahiplerinin hatırlaması için, bir duyurudur.


5 Ağustos 2024 Pazartesi

RA'D SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Elif, Lâm, Mim, Ra. Bunlar, o kitabın ayetleridir. Ve sana Efendinden indirilmiş olan şey o gerçektir. Fakat o insanların daha çoğu inanmazlar.

2- Allah O ki, o gökleri kendisini görmekte olduğunuz bir direk olmaksızın yükseltti, sonra o tahtın üzerine denkleşti ve o güneşi ve o ayı boyun eğdirdi. Her biri bir isimlenmiş süre için akmaktadır. (Bunlar ile ilgili) o buyruğu ardı ardına düzenlemektedir, Efendinizin karşılaşmasına kesinkes inanmanız için, (gözle görülen) o ayetleri ayrıntılı olarak açıklıyor.

3- Ve O ki, o yeri yayıp uzattı ve onda sabitlikler ve nehirler oluşturdu ve onda o bütün ürünlerden iki eş yaptı, o geceyi o gündüze kaplatmaktadır. Şüphesiz ki bunda, düşünmekte olan bir topluluk için kesinlikle (gözle görülen) ayetler vardır.

4- Ve o yerde birbirine komşu (toprak) kesitler ve bazısını bazısından o yemişinde (lezzetçe) lütuflandırdığımız üzümlerden bahçeler ve ekinlik ve çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki, bir tek suyla suvarılır. Şüphesiz ki bunda, bağlantı kurmakta olan bir topluluk için kesinlikle (gözle görülen) ayetler vardır.

5- Ve eğer şaşacaksan asıl şaşılacak olan onların: "Biz bir toprak olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi bir yeni takdir ediliş içinde olacağız?" demeleridir. İşte onlar, Efendilerini(nden gelen) gerçeği örtmüş olan kimselerdir. Ve işte onlar, o (demirden) bağlar onların boyunlarındadır. Ve işte onlar, o ateşin arkadaşlarıdır. Onlar onda sürekli kalıcıdırlar.

6- Ve senden o iyilikten önce o kötülüğün çabuklaşmasını istiyorlar. Oysa onlardan önce kesinlikle o örnekler gelip geçmişti. Ve şüphesiz ki senin Efendin, haksızlıklarına rağmen o insanlara karşı bir bağışlama sahibidir. Ve şüphesiz ki senin Efendin, o sonuçlandırması kesinlikle çok çetindir.

7- Ve gerçeği örtmüş olan kimseler: "Ona kendisinin Efendisinden (gözle görülen) bir ayet indirilmiş olmalı değil miydi?" diyor. Sen ancak ve ancak bir uyarıcısın ve her bir topluluk için doğruya ileticisin.

8- Allah, her bir dişi ne yükleniyor ve o rahimler neyi eksiltiyor ve neyi artırıyor, bilmektedir. Ve her bir şey O'nun yanında ölçülenmiştir.

9- O algılanamayananın ve o tanık olunanın bilicisidir, o çok büyüktür, o çok yücedir.

10- Sizden o söyleneni saklamış olan kimse ve onu açıkça söylemiş olan kimse ve o geceye gizlenen kimse ve o gündüze akıp giden, (Allah için) denktir.

11- Onun (insanın) önünden ve ardından Allah'ın buyruğundan dolayı onu kollamakta olan takipçileri vardır. Şüphesiz ki bir topluluk benliklerinde olan şeyi (olumlu veya olumsuz yönde) başkalaştırana kadar, Allahta  o toplulukta olan şeyi (olumsuz veya olumlu yönde) başkalaştırmaz. Ve Allah bir topluluğa kötülük istediği zaman, artık onun geri döndürmesi asla olmaz. Ve onlar için O'nun berisinden hiçbir yönelen yoktur.

12- O ki, size bir kaygı ve bir umut olarak o şimşeği gösteriyor ve o ağır bulutları meydana getiriyor.

13- O gök gürlemesi, O'nu Onun övgüsü ile her türlü eksiklikten uzak tutar ve o meleklerde O'nun kaygısından (aynısını yaparlar). Ve o yıldırımları gönderir de, onları kime dilerse eriştirir. Oysa onlar Allah hakkında söz dalaşı yapmaktadırlar. Ve O, o darbesi çetindir.

14- Çağrının o gerçek olanı O'nadır. Ve onların O'nun berisinden çağırmakta oldukları kimseler ise, onlara hiçbir şeyle cevap veremezler. (Onların durumu) ancak, ağzına o suyun ulaşması için iki avucunu genişleten gibidir. Oysa o (su) ona ulaşıcı değildir. O gerçeği örtücülerin çağrısı, bir sapkınlıktan başka birşey değildir.

15- Ve o göklerde ve o yerde kim varsa ve onların gölgeleri de isteyerek ve istemeyerek de olsa, o sabah serinliği ve akşamın erken vakti Allah'a boyun eğerler.

16- De ki: "O göklerin ve o yerin Efendisi kimdir?" De ki: "Allah'tır." De ki: "O'nun berisinden kendi benlikleri için bir faydaya ve bir zarara hükümran olamaz yönelenleri mi sahiplendiniz?" De ki: "O kör ve o gören denk midir? Yahut o karanlıklar ve o ışık denk midir?" Yoksa Allah'a ortaklar kıldılar (o ortaklar) O'nun takdir etmesi gibi takdir ettiler de, o takdir etme onlara benzer mi geldi? De ki: "Allah, her bir şeyin takdir edicisicidir. Ve O, tektir, boyun eğdiricidir."

17- O gökten bir su indirdi de dereler kendi ölçüsünce sel oldu, böylece o sel üste çıkan bir köpük yüklendi. Ve bir takı veya bir yararlılık peşine düşmek için o ateşte üzerini yakıp tutuşturmakta oldukları şeylerden de onun örneği bir köpük çıkar. İşte Allah, o gerçeği o geçersizin üzerine işte böyle koyar. O köpüğe gelince, curuf olarak gider. O insanlara faydalı olan şeye gelince, o yerde durup kalır. Allah o örnekleri böyle ortaya koyar.

18- Efendilerini (olumlu) cevaplandırmış olan kimseler için, o en iyisi vardır. Ve o kimseler ki O'nu (olumlu) cevaplandırmadılar, eğer o yerde olan şeyler toplu olarak ve onun beraberinde bir örneği de onların olsaydı, kesinlikle onu kurtulmalık olarak verirlerdi. İşte onlar, o hesabın sıkıntılısı onlar içindir. Ve onların sığınağı cehennemdir. Ve o ne sıkıntılıdır o döşek.

19- Öyleyse Efendinden sana indirilmiş olan şeyin gerçek olduğunu bilmekte olan kimse, o kör kimse gibi midir? Ancak ve ancak o temiz akıl sahipleri hatırlarlar.

20- O kimseler ki, Allah'ın antlaşmasını tastamam yerine getirirler ve o yeminle bağlanmış sözü bozmazlar.
 
21- Ve o kimseler ki, Allah'ın onunla bitiştirilmesini buyurduğu şeyi bitiştirirler ve Efendilerinden endişelenir ve o hesabın kötüsüne karşı kaygılanırlar.

22- Ve o kimseler ki, Efendilerinin yüzünün peşine düşerek direnip gayret ettiler ve o kulluk görevini ayağa kaldırdılar ve bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden saklı veya açık olarak harcadılar ve onlar o kötülüğü o iyilikle savarlar. İşte onlar, o yurdun (güzel) sonu onlar içindir.

23- 24- Adn bahçeleri, kendi babalarından ve eşlerinden ve soylarından düzgün olmuş kimseler ile ona gireceklerdir. Ve o melekler de her kapıdan: "Direnip gayret etmeniz nedeniyle selam sizin üzerinizedir. O yurdun sonu ne güzeldir" (diyerek) onların üzerine girerler.

25- Ve o kimseler ki, Allah'ın antlaşmasını onun yeminle bağlanmasının arkasından bozarlar ve Allah'ın onunla bitiştirilmesini buyurduğu şeyi keserler ve o yerde bozuculuk yaparlar. İşte onlar, o dışlama onlar içindir ve o yurdun kötüsü onlar içindir.

26- Allah o rızkı kime dilerse geniş tutar ve bir ölçüye göre verir. (Rızkı geniş tuttuklarımız) bu şimdiki yaşam ile sevindiler. Oysa bu şimdiki yaşam o diğer (yaşamın) yanında bir yarardan başka bir şey değildir.

27- Ve gerçeği örtmüş olan kimseler: "Ona Efendisinden (gözle görülen) bir ayet indirilmiş olmalı değil miydi?" diyor. De ki: "Şüphesiz ki Allah kimi dilerse saptırır ve O'na içtenlikle yönelen kimseyi de doğruya iletir."

28- O kimseler ki, inanmış ve kalpleri Allah'ın hatırlamasıyla rahatlamakta olanlardır. Dikkat edin, o kalpler Allah'ın hatırlaması ile rahatlar.

29- O kimseler ki, inanmış ve o düzgün işleri işlemiş olanlardır, hoşluk ve dönülecek yerin iyisi onlar içindir.

30- Böylece biz seni kendisinden önce toplumların gelip geçtiği bir topluma, sana vahyettiğimiz şeyi onlara peşi sıra okuman için gönderdik. Oysa onlar o şefkatli (nin ayetlerini) örtüyorlar. De ki. "O, benim Efendimdir. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Ben O'na dayandım ve itaate dönüşüm yalnızca O'nadır."

31- Ve eğer bir okunan olsaydı ki, onunla o dağlar gezdirilmiş olsa veya onunla o yer paramparça edilmiş olsa veya onunla o ölüler konuşturulmuş olsa (yine de inanmazlardı). Aksine, o buyruk toplu olarak Allah'a aittir. İnanmış olan kimseler  (onların inanacaklarından) ümit kesmedi mi; Eğer Allah dilerse, o insanları kesinlikle toplu olarak doğruya iletirdi. Ve gerçeği örtmüş olan kimselere ustalıkla yaptıkları şeyler nedeniyle Allah'ın sözü gelinceye kadar, başlarına vurucu bir felâket eriştirilmeye veya yurtlarından yakına serbest olmaya son vermeyecektir. Şüphesiz ki Allah, verdiği o söze aykırı davranmaz.

32- Ve ant olsun ki senden önceki elçilerle de alay edilmişti de ben de o gerçeği örtmüş olan kimselere mühlet vermiş sonra onları tutuvermiştim. Artık benim sonlandırmam nasıl olmuş?

33- Öyleyse her benliğin kazandığı şeyin üzerinde ayakta olan (onu gözeten) O, (böyle olmayan gibi midir?) Ve Allah'a ortaklar oluşturdular. De ki: "Onları isimlendirin. Yoksa siz o yerde bilemeyeceği bir şeyi O'nu mu haberlendiriyorsunuz? Yoksa o söylenenden bir içeriği olmayan boş şeyi mi (söylüyorsunuz?)" Aksine, gerçeği örtmüş olan kimselere kurdukları tuzakları süslendi ve o yoldan uzaklaştırıldılar. Ve Allah kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir doğruya iletici yoktur.

34- Bu şimdiki yaşamda azap onlar içindir. Ve o diğer (yaşamın) azabı ise daha meşakkatlidir. Ve onlar için  Allah'tan hiçbir koruyucu da yoktur.

35- O korunanlara söz verilmiş olan o bahçenin örneği şu dur: Onun altından o nehirler akar. Onun yemişleri ve gölgesi süreklidir. Bu, korunmuş olan kimselerin sonudur. Ve o gerçeği örtücülerin sonu ise o ateştir.

36- Ve bizim kendilerine o kitabı verdiğimiz kimseler sana indirilmiş olan nedeniyle sevinirler. Ve o gruplardan onun (kitabın) bir kısmını yadırgayan kimseler de vardır. De ki: "Ben ancak ve ancak Allah'a kulluk etmemle ve O'nu ortaklaştırmamamla buyuruldum. Ben yalnızca O'na çağırıyorum ve benim dönüşüm de yalnızca O'nadır."

37- Ve böylece biz onu bir Arabi karar olarak indirdik. Ve eğer sana gelmiş olan bu bilgiden sonra onların keyfi arzularına takılacak olursan, senin için Allah'tan hiçbir yönelen ve hiçbir koruyucu yoktur.

38- Ve ant olsun ki biz senden önce de elçiler göndermiş ve onlar için de eşler ve soylar oluşturmuştuk. Bir elçi için Allah'ın onayı olmadıkça (gözle görülen) bir ayet getirmesi olamaz. Her bir süre için bir yazgı vardır.

39- Allah, neyi dilerse ortadan kaldırır ve (neyi dilerse) sabitleştirir. Ve o kitabın anası O'nun yanındadır.

40- Ve eğer biz, bizim onlara söz vermekte olduğumuz şeyin bir kısmını sana göstersek de veya seni ömrünü tamamlasak da, artık senin üzerinde olan ancak ve ancak o ulaştırma ve bizim üzerimizde olan da o hesabı görmektir.

41- Onlar görmediler mi gerçekten biz o yere gelip onun uçlarından (günbegün) eksiltmekteyiz? Ve Allah karar verir, O'nun kararı için hiçbir takipçi yoktur. Ve O, o hesabı hızlı görendir.

42- Onlardan önceki kimseler de kesinlikle tuzak kurmuştu. Oysa kurdukları o tuzaklar (ın bilgisi) toplu olarak Allah'ındır. Her benliğin kazanmakta olduğu şeyi bilir. Ve azılı gerçeği örtücüler o yurdun (kötü) sonu kimin içindir bilecek.

43- Ve gerçeği örtmüş olan kimseler: "Sen gönderilmiş biri değilsin" diyor. De ki: "Allah, benimle sizin aranızda o kitabın bilgisi kendisinin yanında olan bir tanık olarak yeter."


30 Temmuz 2024 Salı

YUSUF SURESİ ÇEVİRİSİ

1- Elif, Lâm, Ra. Bunlar, o apaçık kitabın ayetleridir.

2- Şüphesiz ki biz onu, sizin bağlantı kurmanız için bir Arabi okuma olarak indirdik.

3- Biz sana, bu okunan (Kur'an)ı vahyetmemiz nedeniyle o anlatıların en iyisini anlatacağız. Ve şüphesiz ki sen onun öncesinden kesinlikle o duyarsızlardandın.

4- Biz zaman Yusuf kendi babasına: "Ey babacığım, şüphesiz ki ben on bir parlak cismi ve o güneşi ve o ayı (rüyamda) gördüm. Ben onları bana boyun eğiciler olarak gördüm" demişti.

5- 6- (Babası): "Ey oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine sakın anlatma, yoksa sana bir plân plânlarlar. Şüphesiz ki o şeytan, o insana bir apaçık düşmandır. Ve böylece senin Efendin seni derleyip toplayacak ve o sonradan olacak olayların geri dönüşümünden bir kısmını sana öğretecek ve nimetini, senin ve Yakub'un hanedanı üzerine, önceden senin iki atan İbrahim'e ve İshak'a onu tamamladığı gibi tamamlayacak. Şüphesiz ki senin Efendin bir en iyi bilicidir, bir en bilgedir" demişti.

7- Ant olsun ki Yusuf'ta ve kardeşlerinde, soranlar için ayetler (ibretler) vardır.

8- 9- Bir zaman (kardeşleri): "Gerçekten Yusuf  ve kardeşi, bizim babamıza bizden daha sevgilidir. Oysa biz bir çetin topluluğuz. Şüphesiz ki bizim babamız da, kesinlikle bir apaçık sapkınlık içindedir. Yusuf'u öldürün veya onu bir yere atın ki, sizin babanızın yüzü size kalsın. Ondan sonra (babanızın en sevgilisi) düzgünler topluluğu olursunuz" demişlerdi.

10- İçlerinden bir sözcü: "Yusuf'u sakın öldürmeyin ve eğer yapanlarsanız, onu o kuyunun algılanamayanına atın da, o bazı kervancılar onu bulup alsın" demişti.

11- 12- (Kardeşleri): "Ey babamız, sana ne oluyor ki Yusuf hakkında bize güvenmezsin? Ve şüphesiz ki biz ona kesinlikle içten öğüt vericileriz. Onu bir sabah serinliği bizim beraberimizde gönder ki, yesin ve oynasın. Ve şüphesiz ki biz onu kesinlikle kollayıcılarız" demişlerdi.

13- (Babaları): "Onu götürmeniz şüphesiz ki beni üzer. Ve ben, siz ondan duyarsızlar iken onu o kurdun yemesinden kaygılanıyorum" demişti.

14- (Kardeşleri): "Eğer biz bir çetin topluluk iken onu o kurt yerse, o takdirde şüphesiz ki biz kesinlikle ziyan edenleriz" demişlerdi.

15- Onu götürdüklerinde onu o kuyunun algılanamayananına bırakmak (kararın)da toplaştılar. Ve biz de ona: "Sen bu işlerini onlar fark etmezlerken onları kesinlikle haberlendireceksin" diye vahyetmiştik.

16- 17- Ve bir akşam karanlığı babalarına ağlayarak gelmişler: "Ey babamız, biz gitmiş yarışıyorduk ve Yusuf'u da yararlılıklarımızın yanında bırakmıştık da (geri döndüğümüzde) o kurt onu yemiş. Ve eğer ki biz doğru söyleyenler olsak da, sen bize inanan değilsin" demişlerdi.

18- Ve üzerinde yalancı kan olan gömleğini getirmişlerdi. (Babaları): "Hayır, benlikleriniz sizi bir işe sürüklemiş. Artık (bana düşen bu üzüntüye) bir güzel direniştir. Ve Allah, nitelemekte olduğunuz şeylere karşı destek istenilmiş olandır" demişti.

19- Ve bir kervan geldi, su arayıcılarını gönderdiler o da kovasını (kuyudan) çıkarınca: "Ey müjde bu bir oğlan çocuğu" dedi. Onu ticaret malı olarak (satmak için) sakladılar. Ve Allah onların işlemekte olduğu şeyleri en iyi bilicidir.

20- Ve onu düşük bir değere, sayılanmış dirhemlere sattılar. Ve ona (değer vermedikleri için) o isteksizlerden olmuşlardı.

21- Ve Mısır'dan onu satın almış olan kimse, karısına: "Onun barınağını değerli yap, bize faydası olması veya bizim onu bir çocuk olarak sahiplenmemiz umulur" dedi. Böylece biz Yusuf'a sonradan olacak o olayların geri dönüşümünden ona öğretmemiz için o yerde olanak sağladık. Ve Allah kendi buyruğunun üzerinde bir yenicidir. Fakat o insanların daha çoğu bilmezler.

22- Ve en çetinliğine ulaştığında biz ona bir karar yeteneği ve bir bilgi verdik. Ve biz o iyilik edenlere böyle karşılık veririz.

23- Ve onun (Yusuf'un) evinde olduğu kadın, onun benliğinden (cinsel isteğini tatmin etmek) istedi ve o kapıları sıkıca kapattı ve: "Sana (söylüyorum) haydi gel" dedi. (Yusuf): "Allah'a sığınırım, şüphesiz ki o (kocan) benim efendimdir, beni en iyi bir şekilde barındırmıştır. Gerçek şu ki, o haksızlık yapanlar başarıya eriştirilmez" dedi.

24- Ve ant olsun ki kadın ona eğilim göstermişti. Eğer Efendisinin doğru sonuca götüren delilini görmeseydi, o da ona eğilim göstermişti. O hayasızlığı ve o kötülüğü böylece ondan çevirmemiz için... Şüphesiz ki o özgülenmiş kullarımızdandı.

25- Ve o kapıya doğru koşuştular ve kadın onun gömleğini arkadan yırttı ve o kapının yanında onun kocasını buldular. (Kadın): "Senin ailene bir kötülük istemiş olan kimsenin karşılığı, hapsedilmekten veya bir acı azaptan başka nedir?" dedi.

26- 27- (Yusuf): "O, benim benliğimden (cinsel isteğini tatmin etmek) istedi" dedi. Ve kadının ailesinden bir tanık (bilirkişi olarak): "Eğer onun gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiş ve o ise o yalancılardandır. Ve eğer onun gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiş ve o ise o doğru söyleyenlerdendir" diye tanıklık etti.

28-29- Gömleğinin arkadan yırtıldığını gördüğünde (kocası): "Şüphesiz ki bu, sizin plânlarınızdandır. Şüphesiz ki sizin plânlarınız, büyüktür. Ey Yusuf, sen bundan kayıtsız kal. Ve (ey kadın) sen de arkaya takılı suçun için bağışlanma iste. Şüphesiz ki sen o yanılgıya düşenlerden oldun" dedi.

30- Ve o şehirdeki kadınlar: "O yöneticinin karısı genç (uşağ)ının benliğinden (cinsel isteğini tatmin etmek) istiyormuş. (Yusuf'a olan) sevgi onun bağrını delmiş. Şüphesiz ki biz onu bir apaçık sapkınlık içinde görüyoruz" dedi.

31- (Kadın) o kadınların (Yusuf'u görmek için) kurdukları tuzaklarını işittiğinde, onlara (elçi) gönderdi ve onlara dayanacakları yer hazırladı ve (geldiklerinde) onlardan her tekine birer bıçak verdi. Ve (Yusuf'a): "Çık onların karşılarına" dedi. (Kadınlar) onu gördüklerinde onu büyüklediler ve (şaşkınlıktan) ellerini kestiler ve: "Allah için böyle bir şeyi kabûl etmeyiz, ama bu bir beşer değildir. Bu, ancak değerli bir melekten başkası değil" dediler.

32- (Kadın): "Bu, kendisi hakkında sizin beni kınadığınız kimsedir. Ve ant olsun ki kendisinden ben (cinsel isteğimi tatmin etmek) istedim, fakat o kendisini (tehlikeden) sardı. Ve eğer ona buyurduğum şeyi yapmazsa, kesinlikle hapsedilecek ve kesinlikle o aşağılıklardan olacak" dedi.

33- (Yusuf): "Ey Efendim, o hapishane bana, onların beni kendisine çağırdıkları şeyden daha sevimlidir. Ve eğer sen onların plânlarını benden çevirmezsen, onlara meylederim ve o düşüncesizlerden olurum" dedi.

34- Efendisi de onu cevaplandırdı da onların plânlarını ondan çevirdi. Şüphesiz ki O, o en iyi işiticinin, o en iyi bilicinin ta kendisidir.

35- Sonra o (somut) ayetleri görmelerinin arkasından onlara, onu bir süreye kadar hapsetme (fikri) belirdi.

36- Ve o hapishaneye onun beraberinde iki genç erkek daha girdi. O ikiden biri: "Şüphesiz ki ben kendimi (rüyamda) şarap sıkıyor görüyorum" dedi. Ve o diğeri de: "Ben de kendimi (rüyada) başımın üstünde bir ekmek yükleniyor, o kuşun ondan yediğini görüyorum. Bunun geri dönüşümünü bize haber ver. Şüphesiz ki biz seni o iyilik edenlerden görüyoruz" dedi.

37- 38- 39- 40- 41-(Yusuf): "İkinize onunla rızıklandırılacağınız bir yiyecek gelmez ki o, ikinize gelmeden önce ben onun (rüyanın) geri dönüşümünü ikinizi haberlendirmeyeyim. Bu, Efendimin bana öğrettiği şeylerdendir. Şüphesiz ki ben Allah'a inanmazlar ve onlar o diğere inanmazların ta kendileri olan topluluğun inanç sistemini bıraktım ve onlar gerçeği örtücülerin ta kendileridir. Ve benim atalarım İbrahim'in ve İshak'ın ve Yakub'un inanç sistemine takıldım. Bizim hiçbir şeyi Allah'a ortaklaştırmamız olmaz. Bu, Allah'ın bize ve o insanlara olan lütfundandır. Fakat o insanların hiçbiri şükretmezler. Ey benim o hapishane arkadaşlarım, ayrı ayrı efendiler mi daha hayırlıdır, yoksa o tek, o boyun eğdirici Allah'mı? Siz O'nun berisinden Allah'ın onlar hakkında hiçbir yetki indirmediği, sizin ve sizin atalarınızın onları isimlendirdiği birtakım isimlerden başka şeylere kulluk etmiyorsunuz. O karar, Allah'tan başkasına ait değildir. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi buyurdu. Bu, o dimdik duran yaşam sistemidir. Fakat o insanların hiçbiri bilmezler. Ey benim o hapishane arkadaşlarım, ikinizden birine gelince efendisine şarap suvaracak. Ve o diğerine gelince, o asılacak da o kuş onun başından yiyecek. Hakkında görüş istemekte olduğunuz o buyruk bu şekilde yerine getirilmiştir" dedi.

42- Ve (Yusuf) iki kişiden kurtulan olacağı (kesin) kanaatine vardığı kimseye: "Efendinin yanında beni hatırla" dedi. Fakat o şeytan ona efendisine hatırlatmayı unutturdu. Bu yüzden birkaç sene daha o hapishanede kaldı.

43- Ve o hükümdar: "Şüphesiz ki ben (rüyamda) yedi semiz sığır görüyorum, onları yedi cılız (sığır) yiyor. Ve (ayrıca) yedi yeşil başak ve diğer kuru(başak)ları (görüyorum). Ey o dolular, eğer o rüya yorumu yapanlarsanız, benim rüyam hakkında da bir görüş bildirin" dedi.

44- (Dolular): "Karmaşık hayâllerdir. Ve biz o hayâllerin geri dönüşümünü bilenler değiliz" dediler.

45- Ve o iki kişiden kurtulmuş olan kimse (zaman parçalarından oluşan) bir topluluktan sonra hatırladı: "Ben size onun geri dönüşümünü haberlendireceğim, hemen beni (hapishaneye) gönderin" dedi.

46- (Hapishaneye gelince): "Ey Yusuf, ey o çok doğru söyleyen! bize yedi semiz sığır onları yedi cılız (sığır) yiyor. Ve (ayrıca) yedi yeşil başak ve diğer kuru(başak)lara görüş bildir. Umarım ki o insanlara (verdiğin bilgi ile) dönerim de (rüyanın sonucunu) onlar da bilirler" dedi.

47- 48- 49- (Yusuf): "Yedi sene aynı minval üzere ekersiniz. Sizin yiyeceğiniz şeyden bir azı dışında biçtiğinizi onun başağında bırakın. Sonra bunun ardından yedi çetinlik (kıtlık senesi) gelir ki, onlar (kıtlık yılları) için öncelediğiniz şeylerin (tohumluk için) korumakta olduklarınızdan bir azı dışındakileri yerler. Sonra bunun ardından onda o insanların onda yağmurlanacağı bir yıl gelir ki, onda (meyveleri ve hayvanların sütlerini) sıkarlar sağarlar (bolluğa kavuşurlar)" dedi.

50- 52- 53-Ve o hükümdar: "Onu bana getirin" dedi. O elçi ona geldiğinde (Yusuf): "Efendine dön de ona ellerini kesmiş olan o kadınların durumunu sor. Şüphesiz ki benim Efendim onların plânlarını en iyi bilicidir. Bu (isteğimin amacı), şüphesiz ki benim o algılayamaz durumdayken ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın o hainlik edenlerin plânını doğruya iletmez olduğunu bilmesi içindir. Ve ben kendi benliğimi (hatadan) berileştirmiyorum. Şüphesiz ki o benlik kesinlikle o kötülüğü buyurucudur, benim Efendimin merhamet ettiği hariç. Şüphesiz ki benim Efendim, bir çok bağışlayıcıdır, bir çok merhamet edicidir" dedi. *

* Bu ayetleri 50-52- 53 olarak sıralama gerekçemiz, bu üç ayetin içinde yapılan konuşmaların Yusuf'a ait olmasındandır. Araya 51. ayeti koyarak konuşma akıcılığının bozulmaması amacı ile bu şekilde bir sıralama yapılmıştır.

51- (Hükümdar kadınlara): "Yusuf'un benliğinden (cinsel isteğinizi tatmin etmek) istediğiniz zamanla ilgili sözünüz nedir?" dedi. (Kadınlar): "Allah için böyle bir şeyi kabûl etmeyiz. Biz onda kötülükten hiçbir şey bilmedik" dediler. O yöneticinin karısı: "Şimdi o gerçek meydana çıktı. Onun benliğinden ben (cinsel isteğimi tatmin etmek) istedim ve şüphesiz ki o kesinlikle o doğru söyleyenlerdendir" dedi.

54- Ve o hükümdar: "Onu bana getirin, onu kendi benliğime özgü (bir yardımcı) kılayım" dedi. Onunla konuştuğunda (Yusuf'a): "Şüphesiz ki sen bugün bizim yanımızda olanak sağlanansın, güvenilensin" dedi.

55- (Yusuf): "Beni bu yerin kaynaklarına (yönetici) yap. Şüphesiz ki ben (herkesin hakkını) bir kollayıcı (kıtlık yönetimini) bir biliciyim" dedi.

56- Ve böylece biz Yusuf'a o yerde olanak sağladık. Oradan nerede dilerse yerleşiyordu (geniş bir yetkiye sahipti). Biz kendi şefkatimizi dilediğimize eriştiririz. Ve biz o iyilik edenlerin iş karşılığını kayba uğratmayız.

57- Ve o diğer (yaşamın) iş karşılığı ise inanmış ve korunmakta olan kimseler için daha hayırlıdır.

58- Ve Yusuf'un kardeşleri geldi hemen onun huzuruna girdiler. (Yusuf) onları hemen tanıdı, oysa onlar onu tanımayanlardı.

59- 60- Ve onların donanımlarını donattığında (kardeşlerine): "Bana sizin babanızdan olan kardeşinizi getirin. Görmez misiniz şüphesiz ki ben o ölçeği eksiksiz yapıyorum ve ben o ağırlayanların en hayırlısıyım. (Gelecek sefer) eğer onu bana getirmediyseniz, artık benim yanımda size asla ölçek yok ve bana da sakın yaklaşmayın" dedi.

61- (Kardeşleri): "Ondan dolayı kendi babasının (iznini) isteyeceğiz Ve şüphesiz ki biz bunu kesinlikle yapıcılarız" dediler.

62- Ve (Yusuf emrindeki) genç (uşak)larına: "Onların zahire bedellerini, ailelerine çevrildikleri zaman onları tanıyıp dönmeleri için yüklerinin içine koyun" dedi. 

63- Babalarına döndüklerinde: "Ey babamız, o ölçek bizden alıkonuldu, artık kardeşimizi bizim beraberimizde gönder de, ölçek alabilelim. Ve şüphesiz ki biz onu kesinlikle kollayıcılarız" dediler.

64- (Babaları): "Önceden onun kardeşi hakkında size inanmam dışında onun hakkında da size inanır mıyım? Fakat Allah kollayıcılık bakımından daha hayırlıdır. Ve O, o merhamet edenlerin en merhametlisidir" dedi.  

65- Ve yararlılıklarını açtıklarında zahire bedellerini kendilerine geri döndürülmüş olarak buldular. "Ey babamız daha neyin peşine düşüyoruz? İşte bu, bize geri döndürülmüş zahire bedellerimiz. Hem ailemize erzak getiririz hem kardeşimizi kollarız ve de ölçeği bir develik artırırız. İşte bu (verilen) kolay (bitecek bir) ölçektir" dediler.

66- (Babaları): "(Ölüm ile) kuşatılmanız dışında, kesinlikle onu bana getireceğinize dair bana Allah'tan yeminle bağlanmış bir söz verene kadar, onu sizin beraberinizde asla göndermeyeceğim" dedi. Ona yeminle kayıtlanmış sözlerini verdiklerinde: "Bu söylediğimiz şeyin üzerine Allah bir dayanaktır" dedi.

67- Ve (babaları devamla): "Ey oğullarım, sakın bir tek kapıdan girmeyin ve ayrı ayrı kapılardan girin. Ve ben Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyden sizi zenginleştiremem. O karar Allah'tan başkasına ait değildir. O'na dayandım. Ve o dayananlar artık yalnızca O'na dayansın" dedi.

68- Ve babaları onlara buyurduğu yerlerden girdiklerinde, Yakub'un benliğindeki bir ihtiyacı yerine getirmesi dışında Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyden onları zenginleştirecek değildi. Ve çünkü o, ona öğrettiğimiz şeyler kadar bir bilgi sahibi idi. Fakat o insanların daha çoğu bunu bilmezler.

69- Ve (kardeşleri) Yusuf'un huzuruna girdiklerinde, kardeşini kendisinde barındırdı (ve ona) "Şüphesiz ki ben senin kardeşinin ta kendisiyim. Artık onların işlemekte oldukları nedeniyle sakın sıkıntı duyma" dedi.

70-  Onların donanımlarını donattığında, o su kabını kardeşinin yükünün içine koydu. Sonra bir duyurucu: "Ey o kafile, şüphesiz ki sizler kesinlikle çalanlarsınız" diye duyurdu.

71- Onlara doğru döndüler: "Neyi arıyorsunuz?" dediler.

72- "O hükümdarın kupasını arıyoruz. Ve onu getiren kimse için bir deve yükü (zahire) var ve ben onun garanticisiyim" dediler.

73- (Kardeşleri): "Allah için hayret, ant olsun ki bizim bu yere bozuculuk yapmak için gelmediğimizi kesinlikle bilmişsinizdir. Ve biz çalanlar da değildik" dediler.

74- (Onlar): "Eğer yalancılar iseniz, onun (sizdeki) karşılığı nedir?" dediler.

75- (Kardeşleri): Onun (bizdeki) karşılığı, (çalınan) kimin yükünde bulunursa, artık o (çalan) onun karşılığıdır. Biz o haksızlık yapanlara böyle karşılık veririz" dediler.

76- Kardeşinin balyasından önce, onların balyalarını (aramaya) başladı, sonra onu kardeşinin balyasından çıkardı. Biz Yusuf için işte böyle plânladık. Allah'ın dilemesi dışında o hükümdarın yaşam sistemine göre kardeşini (başka türlü) kesinlikle tutabiliyor değildi. Biz dileyeceğimiz kimseyi kademelerle yükseltiriz. Ve bir en iyi bilici (Allah), her bir bilgi sahibinin üstündedir.

77- (Kardeşleri): "Eğer çalıyorsa, önceden onun kardeşi de kesinlikle çalmıştı" dediler. Bunun üzerine Yusuf: "Sizler durumca daha şerlisiniz. Ve Allah, nitelemekte olduğunuz şeyleri daha iyi bilendir" sözünü onlara belli kendi içinden söyledi.

78- (Kardeşleri): "Ey o yönetici, gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Artık onun yerine bizim birimizi tut. Şüphesiz ki biz seni o iyilik edenlerden görüyoruz" dediler.

79- (Yusuf): "Biz, kendi yararlılığımızı onun yanında bulduğumuz kimseden başkasını tutmamızdan Allah'a sığınırız, Aksi takdirde şüphesiz ki biz kesinlikle haksızlık yapanlarız" dedi.

80- 81- 82- Ondan (Yusuf'tan) ümit kestiklerinde gizlice konuşarak (diğer insanlardan) bir tarafa çekildiler. Onların büyüğü: "Babanızın sizden kesinlikle Allah'tan yeminle bağlanmış söz tutmuş olduğunu ve önceden de Yusuf hakkında ölçüyü kaçırdığınızı bilmediniz mi? Artık babam bana onay verinceye veya Allah benim hakkımda karar verinceye kadar, bu yerden asla ayrılmayacağım. Ve O, o karar vericilerin en hayırlısıdır. Babanıza dönün ve ona - Ey babamız, şüphesiz ki senin oğlun çaldı ve biz bildiğimiz şeyden başkasına da tanıklık etmedik ve biz o algılanamayanı kollayıcılar da değildik. Ve onda olduğumuz o kasabaya ve onda döndüğümüz o kafileye sor. Ve şüphesiz ki biz kesinlikle doğru söyleyenleriz deyin- " dedi.

83- (Babaları): "Hayır, benlikleriniz sizi bir işe sürüklemiş. Artık (bana düşen bu üzüntüye de) güzel bir direniştir. Allah'ın onları toplu olarak bana getirmesi umulur. Şüphesiz ki O, o en iyi bilicinin o en bilgenin ta kendisidir" dedi.

84- Ve onlardan (başka tarafa) yöneldi. Ve: "Ey Yusuf'a karşı kederim (ve çocuklarıma) öfkem" dedi ve o üzüntüden dolayı iki gözü ağardı. Artık o (kederini öfkesini içinde tutan) bir yutkunandır. 

85- (Çocukları): " Allah için hayret, Yusuf'u hatırlamayı sürdürüyorsun, sonunda bitip tükenen biri olacaksın veya o yok olanlardan olacaksın " dediler.

86- 87- (Babaları): "Ben (içimde bastıramayıp) yaydığım kederimi ve üzüntümü, ancak ve ancak Allah'a yakınıyorum. Ve ben Allah'tan sizin bilemeyeceğiniz şeyleri daha iyi biliyorum. Ey oğullarım, gidin de Yusuf'tan ve kardeşinden araştırma yapın ve sakın Allah'ın esintisinden ümit kesmeyin. Gerçek şu ki, Allah'ın esintisinden o gerçeği örtücüler topluluğundan başkası ümit kesmez" dedi.

88- Onun (Yusuf'un) huzuruna girdiklerinde: "Ey o yönetici, bize ve ailemize o zarar dokundu ve biz güçlükle denkleştirdiğimiz bir zahire bedeli getirdik. Artık bize o ölçeği eksiksiz yap ve bize bağış yap. Şüphesiz ki Allah, o bağış yapanların karşılığını verir" dediler.

89- (Yusuf kardeşlerine): "Hani siz düşüncesizler iken Yusuf'a ve kardeşine ne yaptığınızı bildiniz mi?" dedi.

90- (Kardeşleri): "Gerçekten sen, Yusuf'un kendisi misin?" dediler. (Yusuf): "Ben Yusuf 'um ve bu da kardeşim. Gerçekten Allah bize büyük iyilikte bulundu. Gerçek şu ki; Kim korunursa ve direnip gayret ederse, artık şüphesiz ki Allah o iyilik edenlerin iş karşılığını kayba uğratmaz" dedi.

91- (Kardeşleri): "Allah için hayret, ant olsun ki Allah seni bize yeğledi. Ve şüphesiz ki biz kesinlikle yanılgıya düşenlerdik" dediler.

92- 93- (Yusuf): "Bugün size azarlama yok. Allah sizi bağışlar. Ve O, o merhamet edenlerin en merhametlisidir. Siz bu gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne atın, gören biri haline gelecektir. Ve siz ailenizi de toplu olarak bana getirin" dedi.

94- O kafile ayrıldığında babaları (yanındakilere): "Siz eğer beni bunamış saymazsanız, şüphesiz ki ben Yusuf'un esintisini buluyorum" dedi.

95- (Yanındakiler): "Allah için hayret, şüphesiz ki sen kesinlikle sen o eski sapkınlığının içindesin" dediler.

96- O müjdeci gelip onu, onun yüzüne attığında, hemen gören biri hale geri döndürüldü. (Yakub): "Ben size, şüphesiz ki ben Allah'tan, sizin bilemeyeceklerinizi daha iyi biliyorum demedim mi?" dedi.

97- (Çocukları): "Ey babamız, bizim için arkaya takılı suçlarımıza bağışlama iste, şüphesiz ki biz yanılgıya düşenlerdik" dediler.

98- (Babaları): "Sizin için Efendimden ileride bağışlama isteyeceğim. Şüphesiz ki O, o çok bağışlayıcının o çok merhamet edicinin ta kendisidir" dedi.

99- Yusuf'un huzuruna girdiklerinde, babasını annesini kendisinde barındırdı ve:"Allah'ın dilemesi ile güvenliler olarak Mısır'a girmiş olun" dedi.

100- 101- Ve babasını annesini o tahtın üzerine yükseltti ve ona boyun eğen olarak yere kapandılar. Ve: "Ey babacığım bu, önceden gördüğüm rüyamın geri dönüşümüdür. Benim Efendim onu bir gerçek yaptı. Beni o hapishaneden çıkardığı zaman ve o şeytan benimle kardeşlerimin arasını dürtüklemesinin arkasından sizi o çölden getirmekle, kesinlikle bana iyilik etti. Şüphesiz ki benim Efendim ne dilerse lütfedendir. Şüphesiz ki O, o en iyi bilicinin, o en bilgenin ta kendisidir. Ey Efendim, gerçekten o hükümranlıktan bana verdin ve o sonradan olacak olayların geri dönüşümünden bana öğrettin. Ey o göklerin ve o yerin açığa çıkarıcısı! Sen bu şimdiki (yaşamda ve o diğer (yaşamda) benim yönelenimsin. Benim ömrümü teslim olan biri olarak tamamla ve beni o düzgünlere kat" dedi.

102- Bu, onu sana vahyetmekte olduğumuz o algılanamayananın haberlerindendir. Ve işleri konusunda toplaşıp onlar tuzak kurmakta oldukları zaman, sen onların yanında değildin.

103- Ne kadar istekli olsan da o insanların daha çoğu inananlar değildir.

104- Ve sen buna karşı onlardan hiçbir iş karşılığı da sormuyorsun. O, o tüm insanlar için bir hatırlatmadan başkası değildir.

105- Ve o göklerde ve o yerde (gözle görülen) ayetten nicesi vardır ki, onlardan kayıtsız kalanlar olarak geçip giderler.

106- Ve onların tamamı Allah'a, ortak koşanlar olaraktan başka inanmıyor. 

107- Onlar, Allah'ın azabından kaplayıcı bir felâketin kendilerine gelmesinden veya onlar fark etmezlerken o saatin kendilerine bir anda gelmesinden güvende mi gördüler?

108- De ki: "Bu, benim yolumdur. Ben ve bana takılmış olan kimselerle bir sağgörü üzerine Allah'a çağırıyorum. Ve Allah'ı her türlü eksiklikten uzak tutarım ve ben o ortak koşanlardan değilim."

109- Ve biz senden önce de o kasabaların halkından kendilerine vahyetmekte olduğumuz adamlardan başkasını göndermedik. O yerde gezmediler mi ki kendilerinden önceki kimselerin sonu nasıl olmuş baksınlar? Ve o diğerin yurdu korunmuş olan kimseler için kesinlikle daha hayırlıdır. Siz hiç bağlantı kurmaz mısınız?

110- Nihayet o elçiler ümit kestikleri ve kendilerinin kesinlikle yalanlanmış olduklarına kanaat getirdikleri zaman, bizim yardımımız onlara gelmiş, böylelikle bizim dilemekte olduğumuz kimseler kurtarılmıştır. Ve bizim sıkıntımız o suç işleyenler topluluğundan geri döndürülmez.

111- Ant olsun ki onların anlatılarında o temiz akıl sahipleri için bir ders vardır. (Bu Kur'an) yakıştırılabilecek bir söz değildir. Fakat önünde olan şeyin doğrulayıcısı ve her bir şeyin ayrıntılı bir açıklaması ve inanmakta olan bir topluluk için bir doğruya ileten ve bir şefkattir. 


28 Temmuz 2024 Pazar

İsa a.s. İle İlgili Ayetleri Okuma Kılavuzu

Ne zaman İsa (a.s.) ile ilgili bir konu açılacak olsa, bugün birçok Müslümanın aklına gelen ilk şey, onun ölmediği, göğe çekildiği, kıyamete yakın bir zamanda tekrar yeryüzüne indirilerek bir takım işler yapacağı şeklindeki sözleri tekrar etmek olacaktır. Bu sözler İslâm inancında öylesine kemikleşmiş bir inancın ürünleridir ki, bunu tersini iddia etmek, söyleyen kişinin dinden çıkarak kâfir, zındık v.s. olması anlamına gelmektedir.

Biz bu yazımızda İsa (a.s.) ile ilgili ayetleri tahlil etmek yerine, onun ve diğer bazı ihtilâflı konular ile ilgili ayetlerin nasıl bir anlama yöntemine göre anlaşılması gerektiği üzerinde durmaya çalışacağız. Doğru bir okuma ve anlama yöntemi olmadıkça, din konusunda ortaya çıkan ihtilâfların en aza indirilmesinin mümkün olamayacağını düşünüyoruz.

Bundan önce, Kur'an'ı Kerim'in biz Müslümanların inancını belirlemede nasıl bir konuma sahip olduğunu hatırlamaya, sonra da bu kitabın biz Müslümanların inancını belirlemede nasıl bir konuma sahip olması gerektiği üzerinde durmaya çalışacağız.

Bugün Müslümanlar arasında ihtilâfa sebep olan başta Şefaat, Kabir azabı, Muhammed (a.s.) a isnad edilen mucizeler!, İsa (a.s.) nüzulü meselesi v.s. olmak üzere birçok mesele, bize Kur'an'ın direk olarak ortaya koyduğu ve onun ışığında anlaşılan meseleler değildir. Aksine Kur'an ayetlerinin hevaya göre yorumlanarak nasıl anlaşılmak isteniliyorsa öyle anlaşılmak istenilen meselelerdir.

Kur'an'ın hiçbir ayetinde başta Muhammed (a.s.) olmak üzere, hesap günü bazı kimselerin bazı kimselere şefaatçi olarak onları cehennemden kurtaracağına dair bir tek ayet yoktur. Aksine bu inancın müşrik inancı olduğu için ret edilmesini merkeze alan ayetler sözkonusudur. 

Kur'an'ın hiçbir ayetinde kabir azabına dair bırakın en ufak bir işareti, aksine birçok ayette kabirden kaldırıldığımız anda yapılan konuşmaların nakledildiği ayetlerde, kabirlerde ne kadar kaldıklarının farkında olmayan insanların sözlerini okuyup, kabir azabı diye bir düşüncenin ne kadar yanlış olduğunu rahatlıkla görebiliriz.

Yine aynı şekilde müşriklerin Muhammed (a.s.) dan istedikleri mucizeler her defasında Allah (c.c.) tarafından ret edilmiş olmasına rağmen, ona atfedilen yüzlerce mucizenin!! olması akıllara zarardır. Aynı şekilde İsa (a.s.) için bugün dillerde pelesenk olan iddiaların hiçbiri Kur'an merkezli bir düşünce olmamasına rağmen maalesef genelgeçer bir inanç haline getirilmiştir.

Bu yanlış iddiaların hiçbirinin Kur'an temelli olmaMAsına rağmen, nasıl İslam inancının amentüsü haline getirildiği konusu, asıl konuşulması gereken noktadır. Aksi takdirde biz ne kadar bu gibi düşünceleri ret edersek edelim, kimseyi düşüncesinin yanlışlığına asla ikna edemeyiz.

Bugün Kur'an'ın Müslümanlar nezdindeki konumu, onun "HAKEM KİTAP" olmaktan çıkarılmış, anlaşılmaz bir kitap, sadece sevap makinesi, bırakın okuyup anlamayı el sürmenin bile korkulduğu, bazı ayetlerinin oraya buraya okunarak sihirli bir değnek gibi deva olması beklenen bir durumdadır.

Bugün Müslümanların "HAKEM KİTAB'I" değil, "HAKEM KİTAPLARI" vardır ve inançlarının kaynağını oluşturmada Müslümanlara bu kitaplar yol göstermektedir. işte bu, hakem olarak olarak belirlenmiş kitaplar, Kur'an'ın önünde aşılmaz bir engel oluşturmuş ve bugünkü ihtilâflarda Kur'an'ın hakemliğine değil, o kitapların hakemliğine başvurularak doğrular!! öğrenilmeye çalışılmaktadır.

Doğrularını Kur'an'dan değil de onun önüne konan hakem kitaplardan öğrenen Müslümanlar için, Kur'an'ın belirlediği inançlar maalesef inkâr edilmekte ve bu kitabın inanç kaidelerini inkâr edenler, kendilerinin sahip olduğu inancın tersini düşünenlere, "Kâfir, zındık, Hadis inkârcısı, Meâlci" yaftalar takarak onları bertaraf etmeye çalışmaktadırlar.

Olaya Türkiye genelinde baktığımızda, Kur'an'ın hakem kitap olmaMAsı gerektiğini savunan hoca, efendi v.s. ünvanlı kişilerin daha fazla prim yaptığı maalesef görülmektedir. Bu kişiler Kur'an'ın gündeme getirilerek inançların belirlenmesinde hakem olması gerektiğini iddia edenlere karşı hop oturup hop kalkarak onları karalamaya, asıl kendilerine lâyık olan yaftaları onlara takmaya çalışarak güçlerinin ellerinden gitmemesi için vargüçleriyle savaşmaktadırlar.

---Kur'an, Müslümanların inançlarını belirlemede nasıl bir konuma sahip olmalıdır?---

Bugün asıl bu sorunun cevabının etrafında bir gündem oluşturulması ve ihtilâflarda bu kitabın hakem olması gerektiği anlatılmaya çalışılmalıdır. Aksi takdirde Kur'an dışı hakem kitaplara inanan kitle, sahip oldukları inançların yanlış olduğuna asla ikna olmayacaktır. Biz İsa (a.s.) konusunu Kur'an'ı "HAKEM KİTAP" yaparak okuyup anlamaya çalıştığımızda ortaya şöyle bir durum çıkacaktır:

Öncelikle İsa (a.s.) ile ilgili ayetlerin Medine'de nazil olduğunu dikkate almamız gerekmektedir. Bunun sebebi de Medine'de yaşayan Hristiyanların İsa (a.s) hakkında birtakım yanlış inançlara sahip olmalarıdır. 

Kur'an  içindeki İsa (a.s.) ile ilgili ayetler, Medine'de yaşayan Hristiyanların sahip olduğu yanlış inançlarını merkeze alarak indirilmiş ve bütün ayetler bu yanlışı izale etme amaçlıdır. İşte bu durumu dikkate alan bir okuma anlama çalışması, İsa (a.s) gerçeğini bize en doğru biçimde ortaya çıkaracaktır.

---Peki, Hristiyanların sahip olduğu bu yanlış inançları neydi?

Hristiyanlar, İsa (a.s) ı Allah'ın oğlu olarak görüyor, ona ve annesine insanüstü bir konum yükleyerek onları ilahlık seviyesine çıkartıyorlardı.

Kur'an'ın İsa (a.s) ile ilgili ayetlerini tek bir cümle ile özetleyecek olursak bu kadardır. İsa (a.s) ile bütün ayetler ama bütün ayetler, onun ve annesinin, Allah'ın yarattığı bir beşer olduğu ilâhlık gibi herhangi bir konumlarının asla olAmayacağını merkeze alarak indirilmiş ayetlerdir.

---Peki bu ayetleri bütün Müslümanlar okudukları halde, neden İsa (a.s.) ile ilgili böyle ihtilâflar gündemden düşmüyor?

Bu sorunun tek bir cevabı vardır, o da "Kur'an'nın hakem kitap olmaktan çıkarılarak başka kitapların haken kitap olarak devreye sokulması, bu hakem kitapların bilgi kaynakları ise İsrailiyyat olarak bildiğimiz Yahudi ve Hristiyanlardan devşirilmiş aslı astarı olmayan bilgilerdir."

Düşünmesi bile korkunç olan durum şu dur: Kur'an bize her konuda yol gösterici olması ve karşımıza din adına çıkan herhangi bir duruma doğru cevap aramamız gereken bir kitap olması gerekirken, bu konumdan çıkarılmış ve ilgili ayetleri dış kaynaklardan alınan asılsız bilgileri doğrulamak için bir noter görevi gören bir kitap haline getirilmiştir. Hâl böyle olunca, bugün karşı karşıya olduğumuz durum meydana çıkmakta ve İsa (a.s.) ile ilgili olarak karşımıza çıkan duruma Kur'an merkezli çözüm arayanlar suçlu duruma düşmektedirler.

İsa (a.s.) ve diğer bütün konular ile ilgili ayetler, Kur'an'ın hakemliğine başvurulmadıkça doğru olarak anlaşılamaz ve Müslümanlar arasındaki ihtilaflar asla çözülemez. Kur'an kesinlikle arkaya atılacağı ve diğer kitapların onun önüne konulacağı bir kitap asla değildir. Bugün Müslümanlar arasında konuşulması gereken asıl konu bu dur.

İsa (a.s.) ile ilgili ayetlerin merkezinde onun bir elçi ve kul olduğu, ilâhlık gibi bir durumunun olMAdığının öne çıkarılarak, bu ayetlerden biz Müslümanların da Muhammed (a.s.) ın konumu ile ilgili bir örneklik çıkarması gerekirken, "Onların İsa'sı varsa bizim de Muhammed'imiz var" inancı oluşturularak, Muhammed (a.s.) Allah'ın ortağı durumuna çıkarılmıştır.

Kur'an'ın hakem kitap olma özelliği her zaman gündemde tutulmalı ve Müslümanların bu kitabın ne liği konusunda bilinç sahibi olmaları gerektiği üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. özellikle ayetlerin rivayetler karşısındaki durumu, rivayetlerin ayetler karşısındaki durumu Kur'an merkezli ortaya konulmadığı ve o şekilde anlaşılmadığı müddetçe bu ihtilâfların sona ermesi demeyelim ama en aza indirilebilmesi asla mümkün olmayacaktır.

Çünkü bugün herhangi bir konuda siz ayet ortaya koyduğunuz zaman eğer biri size "Ayet var diyorsun ama hadis var kardeşim" diyebiliyor ve hadis dediği bu söz eğer Kur'an'la çelişiyorsa onun asla bir elçi sözü olamayacağını bilincinde olmayan bir kimseye söz anlatabilmek asla mümkün olmayacaktır.

                                               Minareyi çalan kılıfını uydurur.

Bu söz, rivayetleri Kur'an karşısında belirleyici yapanlar için söylenebilecek güzel bir sözdür. Çünkü ayet ile rivayet arasındaki çelişkinin farkına varanlar, rivayetleri belirleyici olarak görmek için "Gayri Metluv Vahiy" denen bir ucube fikir ortaya atmış, ayet ile rivayeti aynileştirmiş, bunun sonucunda rivayet ayetin önüne geçmiş ve ayetler işlevsiz hale getirilmiştir. Bu durumların en güzel bir şekilde anlatılarak kişilerin haberdar edilmesi, yapılacak en doğru işlerdendir.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.


23 Temmuz 2024 Salı

Yusuf s. 37. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Mülâhaza

Yusuf suresini karşılaştırmalı olarak birkaç farklı meâlden okuyan bir okuyucu, bu surenin 37. ayetine geldiğinde 2 farklı şekilde yapılmış meâl ile karşılaşacak ve haklı olarak ta hangi meâlin daha doğru olduğu yönünde bir sorunun cevabını arayacaktır. Bu yazının konusu, iki farklı meâlden hangisinin daha doğru olabileceği yönündedir.

Konu ile ilgili ayetin Arapça metni ve iki farklı meâli şöyledir: 1. 

قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪يۜ اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ  

1. Meâl:

Yûsuf, delikanlılara şöyle dedi: “- Size rızık olarak verilecek bir yemek, daha size gelmeden önce onun ne çeşit ve nasıl bir yemek olduğunu size haber verdim. Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Çünkü ben, Allah'a, inanmıyan ve topyekûn ahireti inkâr eden bir kavmin dinini terk ettim.

2. Meâl: 

(Yusuf) dedi ki: “(Merak etmeyin, daha yiyeceğiniz yemek önünüze gelmeden, size rüyanızın ne anlama geldiğini bildireceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah'a inanmayan ve ahireti de inkâr eden bir toplumun milletini terk ettim.”

Öncelikle konuyu daha iyi anlamak için, 36. ayetin de okunması gerektiğini hatırlatmak isteriz. 36. ayetin meâli de şu şekildedir:

Onunla beraber iki delikanlı daha zindana girdi. Bunlardan biri: “Ben (rüyamda) kendimi şarap (yapmak için üzüm) sıkarken gördüm.” Öbürü de: “Ben de başımın üzerinde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm, bunların yorumunu bize bildir. Çünkü biz senin gerçekten iyilik edenlerden olduğunu görüyoruz” dediler.

Bu ayetten anlaşılacağı üzere, Yusuf (a.s.) ile birlikte hapse iki kişi daha giriyor ve bu iki kişi gördükleri rüyayı anlatarak onun yorumunu Yusuf (a.s.) dan öğrenmek istiyorlar. 37. ayette ise, Yusuf (a.s.) o iki kişinin rüyasını yorumlamadan önce onlara bazı sözler söylemektedir. İşte bu sözlerin Türkçeye çevirisi konusunda Kur'an meâllerinde iki farklı eğilim olduğu görülecektir. 

1. örnek meâldeki anlama göre; Yusuf (a.s.) iki arkadaşına yiyecekleri yemek onlara daha gelmeden önce, onlara hangi çeşit yemeğin geleceğini haber vereceğini söylerken, 2. örnek meâldeki anlama göre ise; Yusuf (a.s.) iki arkadaşına yiyecekleri yemek gelmeden önce, onlara gördükleri rüyanın yorumunu onlara haber vereceğini söylemektedir.

Öncelikle bu farklılığın sebebi, "Zamirin Mercii" olarak bilinen, zamirin hangi isme döneceği konusundaki farklı görüşlerden kaynaklanmaktadır. Kur'an'da bazı ayetlerde, zamirin hangi isme döneceği konusundan kaynaklanan farklı anlayışlardan ötürü farklı çeviriler mevcut olup, bu durumdan kaynaklanan bazı ayet çevirilerine daha önceden değinmeye çalışmıştık.

Zamirin en yakın isme dönmesi genel geçer bir kural olmakla beraber, bu kural bazı ayetlerde istisnai durum göstermektedir. Bu kuralın işlemediği ayetlerden bir tanesi de konumuz olan bu ayettir.

1. örnek meâlde yapılan çeviri, zamirin mercii kuralının, en yakın isme dönmesi gerektiği yönündeki görüşün bir sonucudur. Yani aslında ortada yapılan hatalı bir çeviri yoktur. Fakat zamirin mercii kuralı sadece ilgili ayetin kendi içinde uygulanabilecek bir kural değildir. Siyak sibak dediğimiz ayetin öncesi ve sonrası birlikte okunarak bir anlam çıkarılması, yani bağlamın gözetilmesi daha sağlıklı sonuçlar doğuracaktır. 

Bağlam merkezli bir okuma yaptığımızda 36. ayeti tekrar hatırlamamız gerekmektedir. Ayetin Arapça metni şöyledir: 

وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِۜ قَالَ اَحَدُهُمَٓا اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَعْصِرُ خَمْراًۚ وَقَالَ الْاٰخَرُ اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَحْمِلُ فَوْقَ رَأْس۪ي خُبْزاً تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُۜ نَبِّئْنَا بِتَأْو۪يلِه۪ۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ 

Bu ayette geçen بِتَأْو۪يلِه۪ۚ kelimesini merkeze alan bir okuma yaptığımızda 37. ayete nasıl bir anlam verilebileceği de daha kolay ortaya çıkacaktır. 36. ayette arkadaşları Yusuf (a.s.) a rüyalarını anlattıktan sonra ona "نَبِّئْنَا بِتَأْو۪يلِه۪ۚ " (bunların yorumunu bize bildir) demektedir. Aynı kelime 37. ayette yine geçmekte olup, bu geçişi bizim için anahtar konumundadır. 37. ayeti ikiye bölerek okuyacak olursak bunu daha net olarak anlamak mümkündür.

قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ

Dedi ki: İkinize rızıklanacağınız bir yemek gelmesin ki

اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ

Ben onun yorumunu size gelmecen önce size haber vermeyeyim.

"Onun yorumunu" şeklinde çevrilmiş olan kelimenin Arapça metin karşılığıبِتَأْو۪يلِه۪ kelimesidir. Bu kelimenin aynısı 36. ayette de geçmekte ve iki kişinin gördükleri rüyanın yorumunun ne olduğu sorusunun karşılığıdır. 36. ayette kullanılan bu kelimenin 37. ayette de kullanılmış olması, bize "Gelecek yemeğin yorumu" olarak değil, "Görülen rüyanın yorumu" anlamı verilmesinin daha isabetli olacağı yönünde bir işaret vermektedir.

Bu noktayı dikkate aldığımızda, Yusuf s. 37. ayetine verilen meâllerin isabetli olanının, 2. örnekteki "(Yusuf) dedi ki: “(Merak etmeyin, daha yiyeceğiniz yemek önünüze gelmeden, size rüyanızın ne anlama geldiğini bildireceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah'a inanmayan ve ahireti de inkâr eden bir toplumun milletini terk ettim."  şeklinde yapılan meâller olduğu ortaya çıkmaktadır.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.