Yazımıza
böyle bir başlık atma sebebimiz; zikri geçen ayetlerin, özellikle İsra s. 1.
ayetinin geleneksel ve modernist okuma tarzında bir takım yanlışlar
üzerine temellendirilerek okunması olup, yazımızda bu ayetlerin nasıl
bir bakış açısı altında değerlendirilip okunması gerektiği yönündeki
tekliflerimizi paylaşacağız. Tekliflerimizi paylaşırken
söylediklerimizin nihai doğrular ve bundan başka doğru yoktur mantığı
altında değil, sadece bu yazıyı yazanın bakış açısından kaynaklanan bir
düşüncenin ürünü olduğunu baştan hatırlatarak konumuza giriş yapalım.
Bilindiği
gibi İSRÂ 1 ayeti hatıra geldiği zaman; geleneksel din algısında ilk
önce "Miraç" adı verilen olay hatıra gelmektedir. İSRÂ 1 ayeti böyle bir
olayın olduğu bilgisini (en ufak bir delalet ihtimali dahi olmadan)
içinde barındırMAmaktadır. Bu olayın olduğuna inananlar, şayet aynı surenin 93.
ayetini okudukları takdirde; bu olayın müşrikler tarafından
gerçekleşmesinin istendiğini ancak böyle bir olayın asla olmayacağının
özellikle belirtildiğini göreceklerdir. NECM Suresi ayetlerinde bu
olayın anlatıldığı düşüncesi, bu surenin İSRÂ Suresi'nden önce inmiş
olduğu hesaba katılır ve ilgili ayetler ön kabulsuz ve bağlam içinde
okunursa, miraç diye bir olayın değil, Muhammed(a.s)'ın Cibril'den vahiy
almasının anlattığı açıkça görülebilir.
"Miraç"
olayı tamamen mitolojik bir düşünce eseri olup özellikle Hıristiyan
düşüncesinde ortaya çıkan elçiyi yüceltici bir düşüncenin eseri olması
açısından tehlikeli bir durum arz etmektedir. Allah(c.c), göndermiş
olduğu elçilerini, biz kulları tarafından asla onları ilah derecesine veya diğer elçilerle üstünlük
yarışına sokulması için göndermemiştir.
Yazımızda
geleneksel okuma hatalarından ziyade, geleneğe karşı çıkarak yapılan
okumalardaki bir takım hatalara dikkat çekmeye çalışacağız.
Modernist
okuma metodunda, ilgili ayetleri anlamakta problem olarak ortaya çıkan
düşüncelerden bir tanesi; 1. ayet içindeki "bi abdihi" (kulunu) kelimesi
ile zikredilen kişinin Muhammed(a.s) değil, 2. ayette "ve ateyne
Musel-kitabe" (ve Musa'ya Kitabı verdik) ibaresinin 1. ayetle bağlantılı
olduğu, "ve" bağlacı ile ayetin başlamış olmasının buna delalet ettiği
iddialarını görmekteyiz. Bu düşüncede olanların 1. ayet içindeki "minel
mescidil-harami" ifadesini farklı şekilde tevil ederek, belirli bir
mekan ismi olmaktan çıkardıklarını ve bu kelimeye "Batınî yorum" olarak
ifade edebileceğimiz bir anlam bindirmeye çalıştıklarını görmekteyiz.
Kur'an
okumalarında herhangi bir fikre varmak için, önce konu ile ilgili
ayetlerin tamamını alt alta koyarak okumak, vardığımız düşüncenin diğer
bir ayet ve Kur'an bütünlüğü ile herhangi bir çelişkisi olup olmadığına dikkat etmek zorunda
olduğumuzu unutmamamız gerekmektedir. Vardığımız neticenin "Konu ve
Kitap bütünlüğü"nü gözeterek bu neticeye varılmış olması ve herhangi bir
çelişki arz etmemiş olması gerekmektedir. "Mescidi Haram" deyimi;
Kur'an'da geçtiği bütün ayetlerde belirli bir mekan ismi olarak
geçmektedir. Bu terime farklı anlamlar yükleyerek kafamızdaki ön
kabullere kurban ettiğimiz takdirde, başka bir ayette geçen kelimenin
çelişki arz edeceğini gözden ırak tutmamak gerekmektedir.
Ayrıca "Ve" bağlacı bir konuyu birbirine bağlamak için kullanılabileceği gibi, bir konuyu birbirinden ayırmak için de kullanılmakta, İSRA s. 2. ayeti başka bir konuya giriş yapmakta, dolayısı
ile İSRÂ 1 ayeti içindeki "abdihi" kelimesi ile ifade edilen kişinin
Musa(a.s) olmasının imkanı yoktur. Bahsedilen kişi; adı geçen mekanda
yaşayan Muhammed(a.s)'dır. Böyle bir düşünce içine girilmiş olmasının,
ilgili ayetleri Kur'an bütünlüğünü gözetmeden okumanın bir sonucu
olduğunu düşünmekteyiz.
İSRÂ
1 ayeti içinde geçen "elmescidil-Aksa" (en uzak mescid) terimi ile
ifade edilen yerin nerede olduğu üzerinde yine farklı düşüncelerin
üretilmiş olduğunu görmekteyiz. Bu deyim ile ifade edilen mekanın
"Beytül Ma'mur" adı verilen ve gökte, meleklerin secde ettiği ve
Kabe'nin iz düşümünde bir mescid olduğu olduğu iddiası vardır. Bu
düşüncenin rivayetler yardımı ile ortaya atıldığı, Kur'an'da geçen "vel
Beyt'il Ma'mur" (TÛR 4) deyiminin Kabe olduğu, Kur'an açısından
baktığımızda bu düşüncenin daha doğru olduğu ortadadır. Bu iddianın daha
vahim bir tarafı; miraç olayını kabul etmek anlamına gelir. Bu da
"İsra" kelimesi ile göğe çıkışın ifade edilmiş olduğu iddiasına gelir ki
bu iddianın doğru olması kelime anlamı açısından mümkün değildir.
"Mescidil
Aksa" adlı yerin Mekke'nin Cirane vadisinde bir mescid olduğu ve
Muhammed(a.s)'ın orada namaz kıldığı şeklinde iddialar olup, İSRÂ 1
ayetinin bu duruma işaret ettiği düşüncesi eski tefsirlerde de yerini
bulmuştur. İddialarımızı Kur'an çerçevesinde delillendirmenin daha doğru
bir yaklaşım olduğundan hareketle, İSRÂ 7 ayeti içinde geçen
"el-mescide" kelimesini göz önüne alarak "Mescidil Aksa" ile ifade
edilen yerin neresi olduğu daha doğru ortaya konulabilir.
Bu
deyim ile kast edilen yerin Cirane vadisindeki mescid olduğu
düşüncesinde olanlar, "Mescidil-Aksa" adı ile bugün bildiğimiz yerin
Ömer(r.a) zamanında yapılmış olduğunu, Muhammed(a.s)'ın zamanında bu
yerin Kudüs şehrinin çöplüğü olduğunu, dolayısı ile "İsra" adlı olayın
gerçekleştiği mekanın Kudüs olması ihtimali bulunmadığı iddialarını dile
getirmektedirler.
Kudüs
şehrinde şayet bir mescid var ise, ki var olduğunu İSRÂ 7 ayetinde
görmekteyiz, bu mescidin yıkık ve harap olmuş olması, orasının "Mescid"
adı ile anılMAmasını gerektirmez. "Mescidil-Aksa" olarak anılmış olması,
orada bina halinde yapılmış olan ve Muhammed(a.s) hayatta iken orasının
imarlı bir halde olması gerektiğini de ifade etmez. Süleyman(a.s)
tarafından yapılmış olan bir mescidin var olduğu ve bu mescid harap bir
halde olmuş olması, sembolik olarak ifade ettiği anlamdan herhangi bir
şey kaybetmiş olacağı anlamına gelmez.
"Mescidil-Aksa"
ve "Mescidil-Haram" terimlerinin ortak yönüne baktığımızda; her iki
terimde geçen "Mescid" kelimesi ile ifade edilen yerin ortak bir bağının
olduğu ve bu bağın Musa(a.s) ve Muhammed(a.s)'ın beslendiği kaynağın
aynı olduğunun beyanı açısından okunmasının bizleri daha doğru bir
neticeye ulaştıracağını düşünmekteyiz.
"Aksa"
(en uzak) tabiri Mekke'ye olan uzaklığı göz önüne alınarak ifade
edilmiş olup, Muhammed(a.s)'ın yaşadığı zaman içinde tabela ismi olarak
"Aksa Mescidi" şeklinde orasının bilindik bir ismi olmayıp Kur'an'ın
Mekke şehrine olan uzaklığını göz önüne alarak belirtmiş olduğu bir
terkiptir. Bilinen ismi "Süleyman Mabedi" olup, bu mabedle olan ilişkiyi
ilgili ayetler ile ilgili okuma metodu teklifimizde açıklamaya gayret
edeceğiz.
Buraya
kadar ilgili ayetler ile öne sürülen farklı görüşlere katılmama
gerekçemizi izah etmeye gayret ettik. Yazımızın bundan sonraki bölümünde
ilgili ayetleri okurken göz önünde bulundurulması gereken noktaları ele
almaya çalışacağız.
Konumuz
ile ilgili ayetlere yapılan yorumlarda hata yapıldığını düşündüğümüz
nokta şu dur; ilgili ayetler sadece yaşandığı zaman ve mekan dahilinde
değerlendirilmeye tabi tutulmakta ve bu ayetler, nasıl bir mesaj
taşıdıkları düşüncesi ışığında okunmamaktadır.
İSRÂ
1 ayeti ile ilgili olarak tefsirlere baktığımızda "İsra" (gece
yürüyüşü) olayının bedenen mi, yoksa uykuda görülen bir rüya şeklinde mi
gerçekleştiği tartışılmıştır. Kanaatimizce bu olayın bedenen veya rüya
ile gerçekleşmiş olmasının tartışılmasının herhangi bir faydası olmayıp,
her iki şekilden birisi ile gerçekleşmiş olması muhtemeldir. İlgili
ayetleri okurken yürütülmenin keyfiyetini değil, yürütülme ile verilmek
istenen mesajın ne olması gerektiğini düşünmenin daha faydalı olacağını
düşünmekteyiz.
İlgili
ayetlerin nazil olduğu Mekke dönemini kısaca hatırlamak, konuyu
anlamanın başlangıcını teşkil etmektedir. Mekke dönemi; bilindiği gibi Muhammed(a.s) ve
ona tabi olan iman edenlere baskı, işkence ve zulümlerin had safhaya
vardığı bir dönemdir. Musa(a.s) kıssasının Firavun ile mücadelesinin
anlatıldığı ayetler, bilindiği gibi Mekke'de nazil olmuştur. Bu
mücadelenin anlatılma sebebi tarihi bilgi vermek değil, geçmişteki zalimlerden
kurtulmanın Musa(a.s) örnekliğinde nasıl gerçekleştiği, önce Muhammed(a.s) ve
onunla birlikte olanların, sonra da bizler gibi sonradan gelenlerin o
mücadele örnekliğinden ibretler çıkarılmasına matuftur.
"İsra"
(gece yürüyüşü), müşrik kavimler ile mücadele sürecinin sonunda ve
müşrik kavmin helak edilme sürecinin başlaması ile ilgili bir kelime
olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Musa(a.s) kıssasına baktığımızda;
Firavun ve ordusunun helak edilmesi, Musa(a.s)'ın kavmini "isra" yani
gece yürüyüşüne çıkarması ile başlamıştır (ŞUARA 52).
Muhammed(a.s)'a
bedenen veya uykuda böyle bir yürüyüş yaptırılmış olmasını, ona Rabbi
tarafından zulümden kurtulmasının yolunu göstermesi açısından okunması
gerektiğini düşünmekteyiz. Musa(a.s) ve İsrailoğulları nasıl "İsra" ile
Firavun zulmünden kurtulmuş ise, Muhammed(a.s) ve onunla birlikte
olanlar böyle bir hicret sonunda başarıya ulaşacaklardır ve 10. yılın
sonunda Mekke'nin fethedilmesi, bu zulmün sona ermesi ve Mekkeli
müşriklerin Firavun misali yenilgiye uğraması olarak okunması
gerektiğini düşünmekteyiz.
İSRÂ
1 ayetini Muhammed(a.s)'a hicret etmesi gerektiğini bildiren, devam
eden 2-8 ayetlerinde İsrailoğulları'nın zikredilmiş olmasını ise,
onların yaşadıkları belde olan "Yesrib"e yani Medine'ye hicret etmesi
gerektiği ve onların nasıl bir yapıda olduğunu bildiren ayetler olarak
okumak mümkündür.
İSRÂ
2-8 ayetleri; Müslümanların Medine'de karşılaşacakları topluluğun,
Allah(c.c)'nin göndermiş olduğu elçilerden olan Musa(a.s)'a tabi
olduğunu iddia eden bir topluluk olduğunu, dolayısı ile "Ehli Kitap"
olarak aralarında bir bağ olduğunu hatırlatmaktadır. Aynı ayetler,
İsrailoğulları'na hitaben daha önceki çıkardıkları fesadlarında başlarına geleni
hatırlatarak, karşılacakları Müslümanlara karşı aynı fesada devam
ettikleri takdirde, Sünnetullah yasalarının işleyerek bozguna
uğratılacakları haberi verilmektedir.
Kur'an'ın
Medine'de inen ayetlerine baktığımızda; İsrailoğulları'nın Müslümanlar
aleyhine yapmış oldukları fitne ve fesadın, onları nasıl bir sona
uğrattığını açık ve net bir biçimde görmüş olmamız, İsrailoğulları'nın
geçmişte yapmış oldukları fitne ve fesadın cezasını nasıl çekmişlerse,
aynı fitne ve fesadı Müslümanlar aleyhine yapmış olmaları sonucunda,
Sünnetullah yasalarının tekerrür ederek nasıl bir bozguna uğradıklarını
bizlere göstermektedir.
İSRÂ
1-8 ayetlerini sadece Muhammed(a.s)'ın yaşadığı zaman ve mekan
çerçevesinde değil, yaşanan her çağa dönük mesajlar olarak okumanın,
Kur'an'ın evrensel mesajına uygun bir okuma biçimi olduğunu
düşünmekteyiz. Dünyanın her neresinde olursak olalım, içinde
bulunduğumuz şartlar bizleri Allah(c.c)'nin dinini yaşamaya engel teşkil
ediyorsa, bulunduğumuz belde dışında yaşama alanı aramak yani hicret
etmek, bizden önceki elçilerin ve onlara tabi olanların uygulamış
oldukları bir yoldur.
Musa(a.s)
ile birlikte olan İsrailoğulları, Firavun zulmünden kurtulmak için
Musa(a.s) önderliğinde bir mücadeleye girişmişler, uzun yıllar süren
mücadele sonunda Firavun ve ordusu helak edilerek İsrailoğulları
kurtuluşa ermişlerdir. Bu mücadele süreci Sünnetullah dediğimiz
yasaların işlemesi sonucunda başarıya ulaşmıştır. Aynı Sünnetullah
kuralları, bir başka zaman İsrailoğulları üzerinde yine işlemiş olup,
fitne ve fesada koştukları zaman nasıl bir işleyiş ile karşılacaklarını
2-8 ayetleri arasında görmekteyiz. Bu yaşananlar örnek gösterilerek
ilerleyen zamanlarda Müslümanlar aleyhine yapabilecekleri fesad
hareketlerinin onlara pahalıya mal olacağı şimdiden haber verilmektedir.
İSRA s. ayetleri İsrailoğullarının gelecek bir zamanda Müslümanlar tarafından yenilgiye uğratılacağını haber veren ayetler değildir. Hele hele rivayetlerde geçen "Melhame-i Kübra" olarak bilinen bir savaşı işaret eden ayetler hiç değildir. Bu ayetler Allah (c.c) nin yeryüzüne koyduğu evrensel toplumsal yasaların İsrailoğulları örneğinde nasıl işlediğini göstermekte, aynı yasaların bütün toplumlar için de geçerli olduğunu bildirmektedir.
Bugün yeryüzünde İsrail, Amerika gibi müstekbirlerin yıkımının, kıyamete yakın bir sürede geleceğine inanılan İsa ve Mehdi eli ile gerçekleşeceğine inanarak o zamanı beklemek, Müslümanların zilletini artırmaktan başka bir işe yaramamakta, zilletten kurtuluşun yolu ise, Musa (a.s) önderliğindeki İsrailoğullarının Firavun'dan nasıl kurtulduklarını bildiren ayetlerdedir.
İSRA s. ayetleri İsrailoğullarının gelecek bir zamanda Müslümanlar tarafından yenilgiye uğratılacağını haber veren ayetler değildir. Hele hele rivayetlerde geçen "Melhame-i Kübra" olarak bilinen bir savaşı işaret eden ayetler hiç değildir. Bu ayetler Allah (c.c) nin yeryüzüne koyduğu evrensel toplumsal yasaların İsrailoğulları örneğinde nasıl işlediğini göstermekte, aynı yasaların bütün toplumlar için de geçerli olduğunu bildirmektedir.
Bugün yeryüzünde İsrail, Amerika gibi müstekbirlerin yıkımının, kıyamete yakın bir sürede geleceğine inanılan İsa ve Mehdi eli ile gerçekleşeceğine inanarak o zamanı beklemek, Müslümanların zilletini artırmaktan başka bir işe yaramamakta, zilletten kurtuluşun yolu ise, Musa (a.s) önderliğindeki İsrailoğullarının Firavun'dan nasıl kurtulduklarını bildiren ayetlerdedir.
Sonuç
olarak; İSRÂ 1-8 ayetleri bir bağlam dahilinde okunarak,
Muhammed(a.s)'ın belirli bir mekandan bir başka mekana götürülmesinin,
Musa(a.s) örnekliğindeki gece yürüyüşünün başarıya ulaşmış olması
hatırlatılmış ve bu hatırlatma, Muhammed(a.s)'ın İsrailoğulları'nın
kutsal beldesindeki "Mescid"e "isra" yani gece yürüyüşü ile yapılmıştır.
Bu yürütülmenin keyfiyetinden çok, verilmek istenen mesajı okumaya
çalışmanın, konu ile ilgili bir takım yanlış düşünceler içine
girilmesine engel olacağını düşünmekteyiz. Bu mesajı, Muhammed(a.s)'ın
içinde bulunduğu zulüm ve baskıdan nasıl kurtulabileceği daha önce
yaşanmış olan canlı örnekten yola çıkılarak gösterilmesi olarak
okuyabiliriz. Olayı sadece belirli bir mekandan bir başka mekana
götürülmek şeklinde okuyarak "mucize" şeklinde değerlendirmek, verilmek
istenen mesajı anlamamaktan kaynaklanan ve elçiyi merkeze alan bir
düşüncenin ürünüdür. Halbuki ilgili ayetler evrensel mesajlar taşımakta
olup, her devirde karşımıza çıkan zorluklarla nasıl bir yol ile başa
çıkabileceğimiz bizlere gösterilmiştir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.