Kavramlarını etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kavramlarını etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Kasım 2015 Pazartesi

"Mezhep" ve "İçtihat" Kavramlarını Yeniden Düşünmek

Mezhep ve İçtihat , İslam düşüncesi içinde önemli bir yere sahip olan iki kavramdır.Bu kelimeler ile ifade edilen konular, İslam tarihi içinde bir takım olumsuzlukları barındırmış olması nedeniyle , özellikle son zamanlarda Kur'anın öne çıkması ile birlikte sorgulanmaya başlanarak toptancı bir mantık ile  hayat içinden çıkarılmaya yönelik bir düşünce oluşturulmaya çalışılmaktadır. 

Bu tür toptancı düşüncelerin oluşmasına zemin hazırlayan etkenler , bu iki kavram etrafında oluşturulmuş olan fıkhi kuralların, din haline getirilerek  tartışılmaz bir hale sokulması ve tarih içinde oluşturulmuş bu fıkhi kuralların sanki evrensel bir hüküm arz ettiği gibi bir havaya sokulması ,ve günümüze kadar gelen ve "4 hak mezhep" şeklinde dilimizde dolanan bir tabu haline getirilmiş olmasıdır. 

Kur'anın yeterliliği etrafında gündeme gelen bu tartışmalarda , Kur'anın yeterliliğini iddia eden taraf , Kur'anda her şeyin olduğu ve onun dışında herhangi bir kaynağın özellikle mezheplerin gereksiz olduğu yönündedir. Bizim mezheplerin gerekliliğinden kastımız, bildiğimiz anlamda 4 mezhebin uygulanması  olmamakla birlikte , bu mezheplerin çıkışını gerektiren amillerin üzerinde durarak , bu kavramların günümüzde nasıl bir anlayış zeminine oturtulması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaşacağız. 

Kur'anın yeterliliği ve yetersizliği konusunda yapılan tartışmalarda,  ortaya konulan argümanlar maalesef tatmin edicilikten uzak , sadece karşı tarafın görüşlerine itiraz etmeye dayalı bir tartışmadan ileri gidememektedir. 

Klasik İslam düşüncesinde "İslamın kaynakları" denilince, akla gelen "Kur'an-Sünnet-İcma-Kıyas" şeklindeki yerleşmiş inancı savunanların ortaya koyduğu delillerden bir tanesi, Kur'anın bazı konularda yeterli olmadığı ve bu yetersizliğin Kur'an dışındaki kaynaklar yardımı ile aşılabileceği yönündedir. 

Kur'anın yeterliliğini savunanlara göre , Kur'anda hiç bir şey eksik bırakılmamış olması nedeniyle , hadis , sünnet , mezhep , gibi ilavelere ihtiyaç yoktur ve her konuda Kur'an bize gerekli olan bilgiyi vererek , başka bir kaynağa muhtaç bırakmamaktadır. 

Kur'anın yeterliliği konusunda görüş beyan edenlerin, bu konuda doğru düşündüğü kadar hatalı düşündüğü noktalarda mevcuttur. 

Evet Kur'an yeterlidir , Kur'an içinde beyan edilmiş olan ayetler, bizlerin itikadını belirleme açısından yeterli olup , harici bir kaynak tarafından ilave itikadi hükümlere asla ihtiyaç yoktur. Nasıl ki bir talebe imtihana girdiği zaman , sorulan sorular ona öğretilen konulardan olup , müfredat harici konulardan imtihana çekilmiyorsa , bizimde Din adına müfredat konumuz, sadece Kur'an içindekiler olup , bunun dışındaki kaynaklardan oluşturulmuş bir müfredattan sorguya çekilmeyeceğiz.  

Kur'anın yaklaşık 1500 yıl önce nazil olan bir kitap olması , aynı zamanda kıyamete kadar gelecek ve kendisini "Müslüman" olarak tanımlayacak insanlar için hayat rehberi olacak olması, bu kitabın içinde beyan edilen bazı hükümlerin, yaşanan zaman ve mekana uygun düzenlemeler içermesi gerekliliğini de beraberinde getirmiştir. Bu gereklilik , "Mezhep" ve "İçtihat" dediğimiz kavramların yeniden gündeme gelmesini gerektirmektedir. 

Bu gerekliliği maalesef , düşüncelerini Kur'anın belirlediğini iddia eden bir kısım insan anlayamamakta ve bu kelimeleri duyunca , elektrik çarpmışa dönmektedirler. Bu insanların bir çoğu, okudukları Kur'anı sadece hadisçileri ve tasavvufçuları , yani "Cübbeli şirk" olarak gördükleri kısımdaki insanları tekfir etmek için kullanmakta , şirk'in öteki kanadı olan  "Kravatlı şirk" için  herhangi bir tepki koymamaktadırlar. 

"Kravatlı şirk" deyiminden kastımız , içinde yaşadığımız yönetim sisteminin temelinin , Kur'anın "Tağut" olarak nitelediği sistemlerden alınma olması , bir Müslümanın bu tür sistemlere karşı nebevi bir duruş sergilemesi gerektiği , fakat kendisini "Kur'an Müslümanı" olarak tanıtan bir kısım insanın , bırakın böyle bir duruş sergilemeyi , sistemi içselleştirmeye ve bu sisteme itaat etmeyi Kur'ani bir temele dayandırmaya yönelik düşünce içinde olmalarıdır.

Bu insanlar için, Kur'anın itikadi konulardaki beyanı dikkate alınıp , yaşanan hayat içinde günlük sorunlarımıza karşı herhangi bir çözümü olup olmadığı bile düşünülmediği için, "Mezhep" ve "İçtihat" kavramları onlar için gereksiz hatta şirk !! içeren kavramlar haline gelmiştir. 

"Mezhep" ve "İçtihat" kavramlarının isimlerini değiştirerek , "Mezhep" kavramını "farklı görüş" olarak , "İçtihat" kavramını ise "Hüküm çıkarmak için yapılan çalışma" olarak tarif edersek,  bu kavramlara karşı olan antipati bir nebze olsun azalacaktır.  

Kur'an nasıl bir kitaptır?. 

Bu sorunun cevabı , konumuz ile ilgili kavramların hayat içinde gerekli, hatta olmazsa olmaz kavramlardan olduğunu da ortaya çıkaracaktır.

Kur'an, insanı yaşadığı hayat içinde "Tek İlah" sistemine dayalı bir hayatı esas almasını emreden bir kitaptır. Tek İlah sistemi, akide boyutunda yaşanması gerektiği gibi , sosyal hayatın içinde gerekli olan konular içinde de geçerlidir. İnsan birlikte yaşama fıtratında yaratılmış olması nedeniyle , onun bu birlikte yaşamı bazı sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu sorunların aşılması , bir takım düzenlemeler yapılarak , insanların bu kurallara uyması neticesinde gerçekleşebilir. 

Allah (c.c) insanların tek Rabbi ve İlahı olması sebebi ile , o insanların yaşamlarını belirleyecek düzenlemeler koyma hakkının kendisine ait olduğunu söyleyerek , son elçi ile gelen kitap içinde bu hükümleri vaaz etmiştir. Miras , evlilik , boşanma , ceza, savaş , barış v.s gibi insan hayatı içinde ortaya çıkan bu gibi konular Kur'an tarafından bir takım kurallara bağlanmıştır. 

Bu hükümlerin indirildiği zaman ve mekan, yaklaşık 1500 sene önce Arapların yaşadığı Mekke ve Medine şehirleridir. Bu zaman ve mekan içinde inen ayetler , sosyal hayatın nasıl düzenleneceği konusunda gerekli olan hükümleri vaaz ederken , Kur'anın beyan etmediği hükümler emir sahibi yani devlet başkanı olan , Muhammed (a.s) tarafından hükme bağlanmaktaydı.

Ancak ilerleyen zamanlarda , insanların sosyal hayatlarındaki gereksinimlerin genişlemesi ile , İslama dayalı olarak yaşanan hayat içinde yeni düzenlemeler yapılması şartı hasıl olmuştur. Muhammed (a.s) ın yaşamıyor olması , bu düzenlemelerin başka kimseler tarafından yapılma gereğini de beraberinde getirmiştir.

Bu düzenlemeleri yapan kişiler, Kur'an ayetlerini ve bu konuda Muhammed (a.s) dan varid olan rivayetleri baz alarak görüş beyan etmişlerdir. Bu kişilerin yapmış olduğu çalışmanın literatürdeki adı "İÇTİHAT" , bu kişilerin aynı konuda ortaya koyduğu farklı görüşlerin literatürdeki adı ise "MEZHEP" tir.

"İçtihat" kelimesini güncelleyerek "Hüküm çıkarmak için yapılan çalışma" , "Mezhep" kelimesini güncelleyerek "Farklı görüşler" olarak bir tarif getirdikten sonra bunların İslami bir hayat içinde nasıl bir yeri olduğunu düşünebiliriz. 

Kur'an içindeki hüküm ile ilgili ayetler , maksadı öne çıkarması açısından okunması gerekli olan ayetlerdir. Kur'an her konuda en ince detayına kadar hüküm vermekten ziyade , ilgili konuda genel bir çizgi çizerek , ilgili konuda nasıl bir yol takip edilmesi gerektiğini önerir. 

"Adalet" kavramı bu konuda olmazsa olmazlardan olan bir kavramdır. Nisa s. 135 ve benzeri ayetler bizlere insanlar arasında hüküm konusunda yol çizmektedir. İşlenen suça ceza verilmesi ile ilgili ayetlerin maksadını okumaya çalıştığımızda öne çıkan mesaj, "Caydırıcılık"tır. 

Özellikle ceza hukuku ile ilgili ayetler bağlamında baktığımızda , Kur'anda açık ve net olarak cezası bulunmayan bir suç için takip edeceğimiz en önemli yol , verdiğimiz cezanın adalete uygun , ve caydırıcı olup kamu vicdanını rahatlaması icap etmektedir. Bu gün ülkemiz bağlamında baktığımız zaman , bazı suçlara verilen cezaların adalet ve caydırıcılıktan uzak olmuş olması , suç işleme potansiyeline sahip olanları teşvik edici bir unsur olarak karşımızda durmaktadır.

Kur'ana baktığımız zaman içindeki güncel yaşama dair sorunlar ile ilgili hükümler konusunda, en ince detayına kadar hükümler bulunmamaktadır , bulunmasını beklemek onun yaşanan hayata dair kıyamete kadar sözü olmasına engel bir durumdur. 

Yaşanan hayatın her geçen gün değişmesi , bu hayat içindeki ihtiyaçları da beraberinde getirmekte olduğu bir gerçektir. 1500 sene önce nazil olan bir kitabın , kıyamete kadar geçecek süre içinde gelecek olan insanların hayatlarına dair en ince ayrıntısına dair hükümler vaaz etmesi beklenemez. İnsan unsuru burada devreye girerek , yaşanan hayatla ilgili sorunlar konusunda yapılması gereken düzenlemeler , Kur'anın çizmiş olduğu yol doğrultusunda yapılacaktır.

Bugün elimize Kur'anı verip , "Al bu beldeyi Kur'ana göre yönet" deseler , günlük yaşam içinde karşımıza bazı sorunlar hakkında Kur'an içinde net ve açık hükümlerin olmadığını görebileceğiz. Bu durumda hukukçular gerekli olan çalışmaları yaparak , yaşadığımız zaman ve mekana uygun yeni hükümler ihdas etmek zorunda kalacaklardır.

Kur'an içinde açık ve net bir şekilde hüküm bulamadığımız konular hakkında çalışma yapmak ve bu çalışma yapanların farklı görüşlere sahip olması bildiğimiz anlamda "İçtihat" ve "Mezhep" kavramlarının gündeme gelmesini gerektirecektir. 

Örneğin ; Kasten adam öldürmenin cezası , kısas olup katilin aynı cezayı görmesidir . Fakat nefsi müdafaa durumunda kalarak karşısındaki kişiyi öldüren kişiye nasıl bir ceza verileceği Kur'anda yoktur. Bu durumda ilgili kişiye nasıl bir ceza uygulanacağı hukukçuların belirlemesine bırakılmıştır.

Kur'ana baktığımız zaman , bazı suçlara kefaret olarak , köle azat edilmesi emrini görmekteyiz. Bugün kölelik kurumu artık olmadığına göre , Kur'an içindeki bu hükmün bugün nasıl bir düzenleme ile hayat içinde geçerli olacağı yine hukukçuların belirlemesine bırakılmıştır. 

Kur'anın hırsızlık cezasına verdiği el kesme şeklindeki cezanın , bugün bütün hırsızlık vakalarına uygulanabilir mi ? sorusunu beraberinde getirmiştir. Yaşadığımız hayat içinde adına "Hırsızlık" diyebileceğimiz ve Kur'anın nazil olduğu zaman içinde bilinmeyen ve yapılmayan türden suçlar ortaya çıkmıştır. El kesmenin daha altında veya daha üzerinde ceza verilmesini gerektiren bu tür suçların hükmü yine hukukçular tarafından belirlenecektir. 

Vergi bir devletin en önemli geliri olup , "Zekat" adı altında toplanan gelirler, İslam hükümleri ile yönetilen devletin gelir kaynağıdır. Bu verginin miktarı Kur'anda yoktur. Geçmişte , 1/40 olarak belirlenmiş olan miktar değişmez bir miktar olmayıp , ihtiyaca göre artırılıp eksiltilebilir. Bu miktar ülkenin iktisatçıları tarafından belirlenerek uygulanır.

Maide s. 33. ayeti içinde beyan edilen suç için önerilen 4 ayrı cezanın hangisinin uygulanması gerektiği yine hukukçular tarafından belirlenecektir , bu örnekleri çoğaltmak mümkündür , fakat verdiğimiz örneklerin , anlatmak istediğimiz konu için yeterli olduğunu düşünüyoruz. 

Çoğaltılması mümkün olan bu örneklerden sonra şunu söyleyebiliriz ; Kur'an ceza hukuku kitabı değildir , fakat ceza hukuku ile ilgili ana  düzenlemeler konusunda yol belirler. Kur'an ekonomi kitabı değildir , fakat ekonomi ile ilgili düzenlemeler konusunda yol belirler. Kur'an insan hayatı ile ilgili düzenlemelerin nasıl yapılması konusunda ana yolu belirleyen bir kitap olup , ara yol tabir edebileceğimiz , günün şartlarına uygun hükümlerin düzenlenmesi o günü yaşayan insana bırakılmıştır. 

Bu durumu T.C. anayasası ile benzeştirmek mümkündür. T.C. anayasasında, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar için gerekli olan sosyal düzenlemelerin ana hatları belirtilmiş olup , her türlü sosyal düzenlemenin, bu anayasanın maddelerine uygun olması gerekmektedir. Örneğin , ceza kanunu ile ilgili yapılan bir düzenleme, eğer anayasanın ilgili maddesine uymuyor ise, bu madde Cumhurbaşkanı veya muhalefet tarafından anayasa mahkemesine götürülerek , ilgili düzenlemenin anayasaya uygun olması için gerekli müdahele yapılır . 

Herhangi bir kanun eğer yaşanan şartlara uygun olmayan bir hale gelmiş ise , yine anayasanın ilgili maddesi esas alınarak , günün şartlarına uygun olarak yeniden düzenlenebilir. Bu düzenlemeler yapılırken hukukçular tarafından ortaya farklı görüşler konulabilir. Yapılan bu tür çalışmaların ve ortaya konulan farklı görüşlerin , İslami literatürdeki adı olan "Mezhep" "İçtihat" kelimesinin ihtiva ettiği anlam ile eşdeğerdir.

 Kur'anı bir anayasa gibi düşünürsek , onun içindeki sosyal hayata ilişkin düzenlemeler , hükmünü Kur'anda bulamadığımız hükümler için yol göstericidir. Bu yol göstericiliği insanların bu konuda çalışmalar yapmasını da beraberinde getirdiği için , "Mezhep" ve "İçtihat" kavramları , Kur'anın yaşanan zamana dair sosyal düzenlemeleri ihtiva ettiğini düşünenler , ve sosyal hayatta Kur'anın belirleyici bir kitap olmasını isteyenler için olmazsa olmaz kavramlardandır.

Sonuç olarak ; Geçmişte yapılan bazı olumsuzluklardan yola çıkarak, adını duyduğunda bir kısım insanın elektrik çarpmışa döndüğü, "Mezhep" ve "İçtihat" kavramları , İslamın sosyal hayata dair düzenlemeleri hayata geçtiği takdirde en önemli kavramlar olarak yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelecektir. 

Kur'anın yeterliliğinin ne demek olduğu veya, yeterlilikten anlaşılması gerekenin ne olduğu bilinmeden ortaya atılan, "Kur'an yeter" sloganının her yerde geçerli olmadığı , Kur'anın sosyal hayata indirilmesi sonucunda görülecektir. 

"Yalnız Kur'an" denilince Kur'anın dışında herhangi bir kaynağın, din adına hiçbir şekilde kural koyamayacağı iddiası elbette doğrudur , ancak bu sloganın her yerde kullanılamayacağı , bu sloganı kullanan bir kısım zevatın eline Kur'anı verip , "Al bu kitapla şu beldeyi yönet" dediklerinde, bu slogan sahiplerince anlaşılacaktır. Karşılarına çıkan bir takım sorunlara Kur'an dışından hüküm vermek zorunda kalacak olan bu insanların , konumuz olan kavramları ön yargısız ve realist bir biçimde yeniden değerlendirerek "Herşeye karşıyız" modunda bir anlayış sergilemeleri onların gerçeklerlerden habersiz bir Kur'an anlayışı içinde olduklarını göstermektedir.

"Mezhep" ve "içtihat" kavramlarının , "Yalnız Kur'an" sloganına herhangi bir halel getirmediği , Kur'anın yaşam içinde pratize edilmesi gereken bir kitap olduğu idrak edildiğinde daha kolay anlaşılarak , bu kavramlara yapılan gereksiz itirazlar son bulacaktır.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.



12 Mayıs 2015 Salı

Kur'an Kavramlarını Kapitalist Sistem içinde Eritme Çalışmaları: Riba örneği

Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz en sıkıntılı durumlardan birisi , yaşadığımız topraklarda geçerli olan ekonomik sisteme ayak uydurarak kapitalizm'in çarkları arasında ezilmiş olmamızdır. Faiz bu sistemin bel kemiğini oluşturmakta olup , neredeyse hiç kimse bu tür işlemlerden kendisini dışarda bırakamamaktadır. 

İşin en sıkıntılı tarafı, içinde bulunduğumuz bu ekonomik sistem içinde Kur'anın yasakladığı ve "Riba" olarak kavramlaşan,  bu gün "Faiz" olarak gündemimizde bulunan işlemin yumuşatılma veya delme çabaları olarak ifade edebileceğimiz düşüncelerin içine girilmiş olunmasıdır. 

Kur'anda yasak edilen Riba ile şimdiki Faiz tanımının aynı olmadığı , yasaklanan Ribanın kat kat olan Riba olduğu , haram olan kısmın faiz almak olduğu vermenin haram olmadığı , mecbur kalma durumunda nasıl domuz veya şarap helal oluyorsa faiz almanın da böyle bir helallik dairesine girdiği gibi düşüncelerin dile getirildiğini görmekteyiz. Yazımızda önce Kur'anda geçen "Riba" kelimesinin anlamı ve geçtiği Ayetleri ele almaya çalışarak  bu konuda nasıl bir tavır içinde olunması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

"Erriba" kelimesi ; " Yüksek tepe" anlamına gelen "Rabvetün" kelimesinden türemiştir. Tepe nin kendi kendine arttığı yükseldiği için , ona bu ad verilmiştir. Buradan hareketle , "Arttı ve yükseldi" anlamında "Rabee" fiili kullanılmıştır. "Erriba" kelimesi , ana malın üzerinde artma , üzerine ekleme anlamında olup , İslam hukukunda ki kullanımı yalnızca , belirli bir şekilde olan artışa , eklemeye tahsis edilmiştir ( Elmüfredat). 

Bu kelimenin "Artma" , "Çoğalma" şeklinde sözlük anlamlarının geçtiği Ayetler  şunlardır.

[013.017] Gökten su indirir de dereler onunla dolar taşar. Üste çıkan (Rabiyen)köpüğü sel alır götürür. Süslenmek veya yararlanmak için ateşle erittiklerinizin üzerinde de buna benzer bir köpük vardır. Böyle misal verir Allah hak ile batıl için. Köpük; uçar gider, insanlara fayda veren ise yerde kalır. İşte böyle; Allah daha nice misaller verir.
[069.010]  Hep Rablerinin peygamberine karşı geldiler; o da onları gittikçe artan (Rabiyeten) bir tutuşla alıverdi.
[016.092]  İpliğini iyice eğirip katladıktan sonra, söküp bozan kadın gibi olmayın. Bir ümmetin diğerinden daha çok(Erba) olmasından ötürü yeminlerinizi aranızda aldatma vasıtası yapıyorsunuz. Allah, onunla sizi imtihan eder. Kıyamet günü ihtilaf ettiğiniz şeyleri elbette size beyan edecektir.
[002.265]  Allah'ın rızasını kazanmak ve kalblerini sağlamlaştırmak için mallarını sarfedenlerin durumu, yüksekçe bir tepede (Rabvetin)bulunan, bol yağmur aldığında yemişlerini iki kat veren, bol yağmur yağmasa bile çisentisi düşen bir bahçenin durumu gibidir. Allah işlediklerinizi görür.
[023.050]  Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepeye (Rabvetin) yerleştirdik.
[022.005]  Ey insanlar! Eğer siz öldükten sonra tekrar dirilmekten bir şüphede iseniz (düşününüz ki) Biz sizi topraktan, sonra safi bir sudan, sonra kırmızı bir kan parçasından, sonra da tam yaratılmış veya tam yaratılmamış bir et parçasından yarattık, size açıkça anlatalım (diye) ve dilediğimizi rahimlerde muayyen bir vakte kadar durduruyoruz, sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz, sonra da kemale eresiniz (diye yaşatıyoruz) ve sizden kimi vefat ettiriliyor, ve sizden kimi de ihtiyarlık çağına itiliverilir, tâ ki, bilgiden sonra birşey bilmez olsun. Ve yeryüzünü kurumuş bir halde görürsün. Vaktâ ki, onun üzerine suyu indiriveririz, harekete gelir ve kabarır (Rabet)ve her güzel çiftten otları bitirir.
[041.039]  Kupkuru gördüğün yeryüzünün, Biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçmesi, kabarması (Rabet), Allah'ın varlığının belgelerindendir. Ona can veren Allah şüphesiz ölüleri de diriltir. Doğrusu O her şeye kadir'dir.

Kelimenin sözlük anlamında kullanılan Ayet meallerini gördükten sonra , ıstılahi anlamda kullanıldığı Ayetleri görelim.

[030.039]  İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz her hangi bir riba Allah katında artmaz; fakat, Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz herhangi bir sadaka  böyle değildir. İşte onlar sevablarını kat kat artıranlardır.
 [003.130-131] Ey İnananlar! Faizi kat kat alarak yemeyin. Allah'tan sakının ki kurtuluşa erişesiniz.İnkar edenler için hazırlanmış ateşten sakının.
[002.275]  Riba yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, «Zaten alışveriş de riba gibidir» demelerindendir. Oysa Allah alışverişi helal, ribayı haram kıldı. Kime Rabb'inden bir öğüt gelir de riba dan geri durursa, geçmişi kendisinedir, onun işi Allah'a aittir. Kim ribaya dönerse, işte onlar cehennemliktir, onlar orada temelli kalacaklardır.
[002.276]  Allah ribayı eksiltir, sadakaları bereketlendirir. Allah pek nankör olan hiçbir günahkarı sevmez.
[002.278] Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve eğer inanmışsanız, ribadan artakalanı bırakın.
[004.161]  ve nehyedildikleri halde riba almaları ve halkın malını haksızlıkla yemeleri sebebleriledir ki evvelce onlara halâl kılınmış bir çok pâk ve hoş ni'metleri kendilerine haram ettik ve kâfir kalanlarına elîm bir azab hazırladık

Ayetlere baktığımız zaman , yasaklanan riba'nın ne olduğu bilinmekte ve insanlar arasında yapılmakta olan bir işlemdir. Riba yani bu gün faiz olarak bildiğimiz işlemin , insanlar arasında malların "Hak" olarak yenildiği işlem olan "Ticaret" in dışında bir işlem olduğu ve bunun "Haram" kılındığı beyan edilmektedir. 

Kur'ana baktığımız zaman zaruret halinde bu faizli işlemin yapılabileceği gibi bir ruhsat görmemekle birlikte , bu gün içinde bulunduğumuz sistemin faize dayalı olmuş olması bizleri bu konuda kapı aralamaya veya yaptığımız faizli işlemlerin haram olmadığına inanmamızı sağlayacak teorilerin üretilmesi gerektiğine dair düşünceler içine girmemizin şart olduğu zannına kaptırmaktadır. 

"Faiz" veya Kur'an tabiri ile "Riba" kısaca, "alınan bir borç veya yapılan bir alışverişte bir tarafın lehine önceden şart koşulan ve karşılığı olmayan fazlalık" olarak tanımlanabilir. Meselemiz bu gün içinde yaşadığımız şartlarda bu tür işlemlerde yapılanın bu tanıma girip girmediğidir. 

Kur'anın tanımladığı faiz ile bu günkü faizin aynı şey olmadığı , Kur'anda tanımlanan ve haram olan faizin "Kat kat" şeklinde olan ve tefeci faizi olarak bildiğimiz işlem olduğu bu gün bankaların tüketicilerden aldıkları faizlerin bu tanıma dahil olmadığı ,olmaması gerektiği gibi sözleri özellikle düşüncelerini Kur'an nisbet eden insanlardan duymaktayız. 

 İşin daha ilginç düşüncesi , Kur'anda haram kılınan faizin "Almak" şeklinde gerçekleşen işlem olduğu , "Vermek" şeklinde gerçekleşen işlemin haram olmadığı gibi sözlere bile rastlamaktayız. Kısa ve net bir şey söylemek gerekirse faiz alıp vermek aynen zina gibi iki kişinin arasında olan ve her iki kişiyi de haram işlemiş hükmüne sokan bir fiil gibidir. Kadın veya erkekten birisinin zinaya mecbur kalmış olması yapılan zinayı asla meşru göstermez.

Zina eden kadın veya erkekten herhangi birini yaptığı zinadan ötürü mazur görecek hiç bir bahane olamaz. Faiz konusu da aynı bu şekilde olup , faizi alanın haram işlediği , verenin haram işlemediği gibi bir düşüncenin Kur'anın bu konudaki takip ettiği tedricilik metodunu okumamaktan ileri gelen veya yaptığı yanlışı doğru görmek şeklinde bir düşüncenin eseridir.
Bakara s. içinde geçen Ayetler bu konudaki nihai Ayetler olup , sadece Ali imran s. içinde geçen Ayetlere bakıp, "haram olan kat kat yemektir , oranı düşük olan faiz haram değildir" demek yapılabilecek en büyük yanlışlardan birisidir. Kur'an, faizli olan en ufak bir işleme dahi cevaz vermemekte olup bu gün bu konuda aranmaya çalışılan faize cevaz bulma çalışmalarına Kur'an içinden delil bulmanın imkanı yoktur.



Günümüz şartları için bu haramlılığı değerlendirmeye kalktığımız zaman , kişinin darda kalması gibi bir durum ile karşı karşıya geldiği zaman ne yapabileceği sorusu ile karşı karşıya kalmaktayız. Özellikle Türkiye geneline baktığımız zaman , faiz oranlarının düşük seyretmesi , bankaların kişileri faizli borç almaya özendirmesi , kişisel ihtiyaçların suni bir şekilde kabarmasına sebeb olmuştur. 

Bankaların işi azıtarak dini bayramları bile kullanarak "Geleneksel bayram kredileri" adı altında kişileri borca sokarak tatil yapmalarını teşvik etmeleri , veya arabalarının modelinin yükseltmeleri için düşük faizli krediler vermeleri bizleri öyle bir hale getirmiştir ki bu tür kredi almayanlar neredeyse aptal durumuna düşmüş gibi bir hava oluşturulmaktadır. 

İşin daha korkunç boyutları kredi kartları ile ilgilidir , Türkiye geneline baktığımızda "Kredi kartı mağdurları" adı altında bir insan topluluğu oluşmuştur. Bu mağdurlara!!! sanki bankalar silah zoru ile kredi kartı vermiş , ve yine silah zoru ile aşırı borçlandırmış , ve yine borcunu ödemek istedikleri fakat banka onlardan faiz almak için bu borcu kabul etmemiş gibi bir mağdurluk edebiyatı içine girilmiştir. 

Halbuki kredi kartı için bankaya müracaat eden kişi mağdurun !!! kendisi , kredi kartını bedava para gibi kullanan mağdurun !!! kendisi , suni ihtiyaçlar türeterek "illaki bunu almak zorundayım" diyen mağdurun !! kendisi , borcun zamanı geldiğinde ödeyecek parası olmadığı için bankaya kart borcunu ödemeyemeyen yine mağdurun !! kendisidir. 

Kısacası "Kredi kartı mağdurları" şeklinde ortaya çıkan ordunun neferleri mecbur kalmaktan çok , mecbur kaldığını sanan kişilerden oluşan bir ordudur. Dünyanın hiç bir yerinde , Dünyanın hiç bir kanunu ve Evrensel yasalar , ödemeye gücü olmadığını bile bile borç alan birisini hoş görmez. 

Yusuf (a.s) kıssasına baktığımız zaman , Mısırın kıtlık ekonomisini yönetme şekli , bollukta darlık zamanı için birikim yapmak gibi bir esasa daynamış olması evrensel bir iktisadi yasadır. Yusuf (a.s) şayet Mısırın iktisadını bu yasalar gereği gibi yönetmemiş olsaydı ülkenin açlıktan kırılması yine yasaların bir gereğiydi. Bu yönetim şekli kişisel ihtiyaçların savruk bir biçimde kullanılmamasından tutun devletlerin harcamalarına kadar geçerlidir. 

 [017.026-7]  Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, sakın saçıp savurma. Çünkü savurganlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.
 [017.029]  Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma, yoksa pişman olur, açıkta kalırsın.
[025.067]  Onlar, sarfettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar.

Bu gün içinde bulunduğumuz kapitalist sistem sadece tüketim odaklı olması nedeniyle insanları sadece tüketmeye teşvik etmekte bunu her türlü yayı organını devreye sokarak yapmakta , reklamı yapılan ürünü alamamayı eziklik gibi göstererek bu ezikliği yaşamamak için bilmem kaç taksitle o ürünü kişilere satmaktadır. Bu tür aldatmalarla gelirinden fazla borçlanan kişi borç yükü altına girmekte ve bunu ödemek için faize düşmektedir. 

Bu tür sıkıntılar maalesef Müslümanlar içinde geçerlidir , zorunlu ihtiyaç olduğunu düşünerek faizli kredi almak zorunda kaldığını hisseden Müslümanlardan bir kısmı , faizin haramlılık boyutunu bir şekilde kırmanın yolunu aramaya çalışmaktadırlar. İçkinin veya Domuz etinin, darda kalınması durumunda helal olduğundan yola çıkarak, yani bir nevi kıyas yaparak kendisini bu haramlıktan kurtarma yoluna gitmektedirler. 

İçki veya Domuz etinin yenilme ruhsatı ölüm ile karşıya karşıya gelindiği ve başka bir çare olmadığı an helal olup, bu şekil bir ruhsatı faizli bir işlem için kullanmanın asla imkanı olmadığını düşünmekteyiz. Faizli kredi alan bir kimse , kredi almak zorunda kalmasını başka bir çaresi olmadığı için değil, faizlerin düşük olması nedeniyle almaktadır , aksi takdirde ölüm ile burun buruna gelme durumuna düşmesi gibi bir zorunluluktan dolayı faizli kredi alan bir kişi olduğunu düşünmek zordur. 

Kapitalist sisteme entegre olmuş Müslümanların içinde oldukları bu durum maalesef içler acısıdır. Bir çok Müslüman gelirinden fazla yaptığı harcamalardan dolayı faiz batağına düşmüş ve bazıları bu batağa düşmekten dolayı herhangi bir rahatsızlık dahi duymamaktadır. 

Gerçekten darda kalan birisine yardım etmeyi teşvik eden Ayetler maalesef işlevini yitirmiş durumda olup faizli kredi almaktan başka bir çaresi kalmayan Müslümanların o kişiye yardım etme zorunlulukları olduğu unutlmuş ve bankaların kucağına itilmiştir. 

Sonuç olarak ; "Müslümanlar olarak yaşadığımız sistem içinde nasıl hareket etmeliyiz ?" sorusu , yukarıda yazılanlardan sonra cevaplanması gereken bir sorudur. 

1- Faizli işlemlerin hiç bir şekilde , nasıl bir  durumda olursak olalım helal dairesi içinde değerlendirilmemesi faizli yapılan her türlü işlemin "Haram" olduğunu bilinmesi. 
 2- Evrensel iktisadi yasalar gereği , gelirinden fazla harcayan kişi ,aile , toplum , devletlerin batmaya mahkum olduğunun asla hatırdan çıkarılmaması , gelirimiz ne kadarsa asla onun üzerinde bir harcamaya gidilmemesi.

3- İçinde bulunduğumuz kapitalist sistemin çarklarının ne kadar acımasız olduğunu asla unutmadan bizlere suni ihtiyaçlar sunmalarına kanmamalıyız. 

 4- Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz sistemin yanlışlıklarını , Kur'andan delil aramaya kalkarak düzgün göstermeye çalışmamalıyız , şayet faizli bir işlem yapmak durumundaysak bunun yanlış olduğunu en azından bilerek yapmalıyız , doğru olduğunu düşünerek yapılan faizli işlemler kişilerin itikadı derinden yaralayacaktır. 
 5- Bizleri faizli işlem yapmaya zorlayacak harcamalardan ve tüketim alışkanlıklarından mümkün olduğunca geri durmalıyız.
6- Riba veya Faiz kelimeleri üzerinde çeşitli spekülasyonlarda bulunmaya çalışmak Kur'ana teslim olmanın değil , Kur'anı teslim almaya yönelik çalışmaları olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
7- Dara düşen bir kişiye karşılığına sadece Allah (c.c) den bekleyerek yardım etmek.

                          EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.