Kendilerinden güçlü ve zalim olan topluluklara karşı, "Allah'ım kafirler topluluğuna karşı bize yardım et" şeklinde, Allah (c.c) den yardım istemek , ona inanan tüm insanlar tarafından yapılan bir duadır. Allah (c.c) inananların bu isteğin yerine gelmesini bir takım yasalara bağlayarak , yardım etme işinin gerçekleşmesini kullarının çalışması ve gayret etmesi şartına bağlamıştır.
Başlık olarak seçtiğimiz ayetler, Uhud harbi ile ilgili bir bağlam dahilindeki ayetlerdir. Bizler genelde, Muhammed (a.s) ve ashabının yaptığı savaşları, kahramanlık destanları şeklinde bir okumaya tabi tuttuğumuz için , bu savaşların altında yatan asıl saik olan "SÜNNETULLAH" gerçeğini maalesef ötelemekteyiz. Muhammed (a.s) ve ashabı , Allah (c.c) nin kafirlere karşı, onlara yardım etmesinin yolunun "SAVAŞMAK" olduğunu bilerek , bu yardımı hak etmek için savaşmışlardır.
[003.146] Nice nebi vardır ki, yanında çok sayıda rabbe kul olanlar ile birlikte
savaştı. Bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler,
yılmadılar ve boyun eğmediler. Allah sabırlıları sever.
[003.147] Onların sözleri ancak: «Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve
işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı diret,
Kâfirler güruhuna karşı da bize yardım et!» demekten ibaretti.
[003.148] Artık Allah Teâlâ da onlara hem dünya nîmetini, hem de ahiret
sevabının güzelliğini verdi. Ve Allah Teâlâ muhsin olanları sever.
Bu ayetler bizlere , Allah (c.c) ye dua etmenin nasıl karşılık bulacağını göstermektedir. Dua etmeyi, "Kavli Dua" - "Fiili Dua" olarak düşündüğümüzde , bir topluluğa Allah (c.c) tarafından yardım edilmesinin sadece kavli dua ile değil fiili dua dediğimiz, çalışma ve gayret etmek ile yakından alakası olduğunu görebiliriz.
Savaş , bir çoğumuzun hoşuna giden bir kelime olmasa dahi , bir dünya gerçeği , ve zulme uğrayanların , zulümden kurtulmak için baş vurması gereken çarelerden birisi olarak, Kur'an içinde yer alan bir kavramdır. Bu kavram elbette , mazlumların canlarına ve mallarına kast etmek amacı ile değil , can ve mallarına kast edilmiş olanların , kendilerini koruması amacına yönelik bir araç olarak kullanılması gerekmektedir.
[002.216] Hoşunuza gitmediği halde, savaşı üzerinize farz kılınmıştır. Bir
şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir. Bir şey de hoşunuza
gittiği halde sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
[004.075] Size ne oluyor da: «Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden
çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet»
diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda
savaşmıyorsunuz?
Aynı duayı, Bakara suresinde anlatılan evlerinden ve yurtlarından ayrılmak zorunda bırakılan İsrailoğullarının, Talut'un komutası altında bir ordu oluşturarak , Calut'a karşı savaşmalarının anlatıldığı ayetlerde de görmekteyiz.
[002.250] Talut’un beraberindeki müminler ise Câlut ile ordusuna karşı
çıkınca dediler ki: «Ya Rabbenâ, üstümüze sabır yağdır, Ayaklarımıza
sebat ver ve kâfir topluluğa karşı bizi muzaffer eyle!»
Bu ayette , kafirlere karşı zafer isteyen İsrailoğullarının Sünnetullah gereği olan yasalar dahilinde , yardıma mazhar olmanın gereğine göre hareket ederek, Calut ve ordusuna karşı savaştıklarını görmekteyiz.
Savaş, "Zalim" ve "Mazlum" kavramlarını da beraberinde getirmektedir. Saldırgan taraf genelde , karşı tarafı zayıf gördüğü için , onları yok etmek , maddi ve manevi bakımdan onları sömürmek amacı ile savaşa girmekte , bu durum mazlum olan tarafın haklarını geri almak için savaşmasını meşru ve gerekli hale getirmektedir. Savaşın meşru ve gerekli olduğu zamanlar işte bu zamanlar olup , Kur'anda savaşa getirilen teşvikler de, böyle duruma düşenler içindir. Hiç bir topluluk , diğer bir topluluğu maddi ve manevi olarak sömürmek için savaşa giremez , girdiği takdirde ise bu durum onların zalim bir topluluk olduğunu gösterir.
[002.246] Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin
mi? Kendilerine gönderilmiş bir nebiye: «Bize bir hükümdar gönder ki (onun
komutasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya size savaş yazılır da
savaşmazsanız?» dedi. «yurtlarımızdan çıkarılmış , çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?» dediler.
Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar.
Allah zalimleri iyi bilir.
Yukarıdaki ayet, Bakara suresindeki Talut kıssası içinde bulunmakta olup , savaşın meşru olduğu hal, altı çizili olan cümlede anlatılmaktadır. Bu ayetlerin sadece tarihte kalmış bir olayı anlattığı düşüncesi ile okunması , Kur'anı bir masal kitabı haline getirecektir. Bu ayetler bizlere , tarihin hangi zaman diliminde olursa olsun , evlerinden ve yurtlarından çıkarılarak zulme uğrayan insanların evlerine ve yurtlarına nasıl döneceğini öğretmektedir.
Talut kıssasını bu düşünce içinde okuyan Medine'de yaşayan Müslümanlar , sürülmüş oldukları Mekke'ye geri dönüşün savaş ile mümkün olacağını bilerek ,bu haklarını kullanmak için Bedir ve Uhud'da savaşmışlardır. Bedir ve Uhud savaşları "Sünnetullah'ın işleyişi hakkında bizlere önemli bilgiler veren savaşlardır.
[003.140] Eğer size bir yara dokunduysa; şüphesiz o kavme de o kadar yara
dokunmuştur. Hem o günleri Biz, insanlar arasında döndürür dururuz. Bu; Allah'ın
iman edenleri belirtmesi ve içinizden şahitler edinmesi içindir. Allah,
zalimleri sevmez.
[003.141] Bu; Allah'ın iman edenleri seçmesi, kafirleri mahvetmesi içindir.
Yine Uhud savaşı ile ilgili bir bağlama sahip olan bu ayetler bizlere , kafirlerin nasıl mahvolacağını öğretmektedir. Allah kafirleri kendisi gökten melekler indirerek değil, bizim elimiz ile mahvedecektir. Bu değişmez bir yasa yani Sünnetullahtır , kıyamete değin bu yasa böyle işleyecektir. Tevbe suresinin 14. ayeti, bu gerçeğe işaret eden ayetlerden olup , eğer kafirlerin yok olması isteniyor ise bu yok oluş, mazlumların ayağa kalkarak zalimlerle savaşması ve galip gelmesi sonucunda gerçekleşecektir.
[009.014] Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın;
onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini
ferahlatsın.
Kur'anın Medine'de inen ayetlerini dikkatli okuduğumuzda, ağırlıklı olarak savaş ile ilgili konulu ayetler karşımıza çıkmaktadır. Bu ayetler ashabın kahramanlığını değil , savaşın toplumsal bir yasa gereği hayatın bir gerçeği olduğuna dikkat çekerek , zalimlere karşı koymanın nasıl gerçekleşeceğini bizlere anlatmaktadır.
Bu ayetler , maalesef gerçekçi bir şekilde okunmadığı , Allah (c.c) den nasıl yardım istenilmesi , ve onun nasıl yardım edeceğinin yaşanmış örnekleri olan bu ayetler, masalsı bir biçimde okunduğu için, hayatın gerçekleri ile olan bağı kurulamamış , yardım isteme ve yardıma mazhar olmanın kuralları olarak okunamamış , Allah (c.c) nin bize oturduğumuz yerden yardım edeceği zannedilerek , sadece kavli dua ile yardım talebinde bulunan Müslümanlar hala gökten melek inerek kafirlerin helak edilmesini beklemektedirler.
Allah (c.c) nin yardım yasası , dün nasıl işledi ise , bugün de , yarın da , kıyamete dek aynı şekilde işleyecek , ondan yardım talebinde bulunanlar, yardıma mazhar olmak için, onun koyduğu yasalara tabi olmak zorunda kalacaklardır.
Bugün dünya yüzünde zulme uğrayan insanların , bu zulümden kurtuluş yollarından bir tanesi savaşmak sureti ile bu zulümden kurtulmaya çalışmak olmalıdır. Zulme uğrayan insanlar topluluğundan olan biz Müslümanlar , kafirlerin zulmünden kurtulmanın yolunun dua ile olacağını bilmekte , fakat bu duanın nasıl yapılacağı konusunda yanlışlıklar yapmaktayız.
Yazılarımızı takip edenler , Sünnetullah adı verilen yasaların Kur'anda yaşanmış örnekleri ile kıssa yolu ile anlatıldığını , ve bu anlatımlarda değişmez yasaların öncekiler üzerinde nasıl işlediğinin gösterilerek , sonrakiler içinde aynı şekilde işleyeceğinin bilinmesi ibret alınmasına dair olduğunu okumak üzerine bir yol takip etmeye çalıştığımızı bilmektedirler.
İslam coğrafyasında yaşanan kafir zulmünden çıkış yolunu gösteren kitabın bu rehberliği maalesef okunamamakta , zulümden çıkış yolunu gösteren ayetler , masal veya güzel sesli hafızların okuması ile, göz yaşı içinde dinlenecek bir müzik eseri haline getirilmektedir.
İslam dünyasının içinde bulunduğu bu zelil durumdan kurtuluşun ilk adımı , savaş ile ilgili ayetleri , kahramanlık destanları olarak değil , Sünnetullah yasaları olarak okumak ve o doğrultuda ibret almak ve hayata geçirmeye çalışmak olmalıdır. Zulümden çıkışın yolunun bu şekilde fark edilmiş olması , bu yolun gerekleri için çalışmanın da temelini atacaktır.
Allah (c.c) indinde hiç bir kul ve hiç bir topluluğun özel bir statüsü olmadığı biz Müslümanlar tarafından bilinmedikçe ve yardıma mazhar olmanın gerekleri yerine getirilmedikçe , üzerimizdeki ölü toprağının kalkarak zulümden kurtulmamız mümkün değildir.
Yazımıza konu olarak aldığımız ayetlerin Uhud harbi ile ilgili olduğunu yeniden hatırlayacak olursak , Uhud'daki mağlubiyetin nedenlerinin uzun uzadıya anlatılan ayetleri, sadece o zaman ve mekanda yaşanmışlığı dahilinde okumak , bu ayetler üzerinden verilmek istenilen mesajların ötelenmesi anlamına gelecektir.
Bedir'de yardıma mazhar olan Müslüman ordusu , Uhud'da yardıma mazhar olamamış ve mağlup olmuştur. Onlara mağlubiyeti getiren sebepler uzun uzadıya anlatılarak , onların ve sonraki gelecek olanların bu mağlubiyetin nedenleri üzerinde durarak yapılan hataları tekrarlamamaları istenilmektedir.
Sonuç olarak : Savaş bir dünya gerçeği olarak , kişiye göre değişen bir silahtır. Bu silah zalimin eline geçtiği zaman , her tarafı kan , göz yaşı ve fesada boğarken , mazlumların eline geçtiğinde ise, zalimlerin zulmüne son veren bir silahtır. Kur'an, savaş gerçeğini kabul ederek bunu bir zorunluluk kılarak , Allah'ın yardımını isteyenler için , bu yardımın yerine gerçekleşmesi için bir vesile kılmıştır.
Kur'anda geçen savaş örnekleri , Sünnetullah yasaları çerçevesinde okunarak , zulüm yapmak için değil , zulme son vermek için girişilmesi gereken bir eylem olarak kendisini göstermektedir. Bugün dünyanın müstekbir güçleri tarafından insanları evlerinden , yurtlarından , mal , mülk, ve evlatlarından eden savaş, bir zulüm aracı olarak mazlumların canını yakmaktadır.
Savaşın zalimlerin elinde bir silah olarak alınıp , mazlumların haklarını savunan bir araç olması , mazlumların en az zalimler kadar her açıdan üstün olması ile gerçekleşecektir. Allah'ın yardımı mazlumlara ancak bu şekilde tecelli edecektir. Sadece kuru dua seansları ile gökten meleklerin inmesini beklemek ise , masallarla avunan Müslümanların harcı olup , Kur'anın hayatın gerçekleri ile olan bağının koparılması anlamına da gelecektir.
Allah (c.c) koyduğu yasa gereği , yardımını hak edene yapacağını yaşanmış örnekleri göstermiş , bunun dışında bir yardım şeklinin olmayacağını bildirmiştir. Bize düşen bu ayetleri gerçekçi biçimde okuyarak hayata nasıl aktarılması gerektiği üzerinde kafa yormak olmalıdır.
Biz Müslümanlar , Allah (c.c) nin yardımına mazhar olmayı özel kul statüsüne dahil olduğumuz için değil , koyduğu yasalar dahilinde bir hak edene verildiğini öğrenmediğimiz ve bunun gereklerini yerine getirmediğimiz müddetçe burnumuz asla pislikten kurtulmayacaktır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Yasası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yasası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
13 Ekim 2016 Perşembe
14 Mayıs 2015 Perşembe
BAKARA s. 61. Ayeti : Zillet ve Meskenet Damgası Vurulmasının Yasası
Kur'an'ın İsrailoğulları ile anlatımlarını sadece onların nasıl bir
kavim oldukları çerçevesinde değil, "Sünnetullah" dediğimiz
Allah(c.c)'nin arz üzerine koymuş olduğu toplumsal yasalarının nasıl ve
ne sebeble işlediğinin onlar üzerinden okunması amacına matuf olduğunu
konu ile ilgili yazılarımızda öncelikle vurgulamaya çalışmaktayız.
Yapılan bu anlatımlardan dersler çıkarılması ve aynı yasaların değişmez
olduğundan hareketle, onların yapmış olduğu müsbet ve menfi amellerin
onlar üzerindeki etkilerinin, sonrakiler için de işleyeceğinin bilinmesi
çerçevesinde okunması gerektiğini düşünmekteyiz.
Bu
yazımızda ele almaya çalışacağımız konu BAKARA 61 ayeti olup, bu ayet
üzerinden verilmek istenen mesajı bize dönük bir mesaj olarak okumaya
çalışacağız.
BAKARA 61. ayete kadar olan süreç
kısaca şöyledir; İsrailoğulları Firavun zulmünden kurtulduktan sonra,
yerleştikleri topraklar üzerinde Allah(c.c) onlara "elmenne vesselva"
(meallerde "bıldırcın ve kudret helvası" şeklinde çevrilen yiyecekler)
sunduğunu bildirmektedir. Tefsirlerde bu isimlerle anılan yiyeceklerin
cins isimden ziyade, genel bir anlamı olduğunu kısaca hatırlatmak
istiyoruz.
"Menne" kelimesi Kur'an'ın başka yerlerinde de geçmekte olup "verilen bir nimetin kişiye hatırlatılması" anlamındadır. "Selva" kelimesi ise "kişiyi avunduran şey" anlamındadır.
Kelimelerin
bu anlamları üzerinden giderek, İsrailoğulları'na verilen "men" ve
"selva" olarak ifade edilen şeylerin cins ismi olan yiyeceklerden
ziyade, onları beslenme ihtiyaçlarını giderecek olan nimetlerin
sunulması ve bu nimetlerin onlara hatırlatılması olarak anlamak
mümkündür.
Allah(c.c)'nin İsrailoğulları'nı bu
şekilde nimetlendirmiş olması, onları tatmin etmez ve Musa(a.s)'dan
başka yiyecekler isterler.
وَاِذْ قُلْتُمْ يَا
مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ
يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا
وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ
اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ اِهْبِطُوا مِصْراً فَاِنَّ لَكُمْ مَا
سَاَلْتُمْۜ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫
بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ ذٰلِكَ بِمَا
عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟
[002.061]
Siz (ise şöyle) demiştiniz: «Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe
katlanamayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla,
acur, sarmısak, mercimek ve soğan çıkarsın.» (O zaman Musa da) «Hayırlı
olanı, değersiz, şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? (Öyleyse) Mısır'a
inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır.» demişti. Onların
üzerine zillet ve meskenet (damgası) vuruldu ve Allah'tan bir gazaba
uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah'ın ayetlerini tanımazlıkları ve
peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi: (yine) bu, isyan
etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi.
Bu ayeti mesaj içerikli olarak okuduğumuzda şunları söyleyebiliriz;
Bir
çeşit yemeğe katlanamayan insanlar, yemek çeşidini çoğaltmak için bu
yönde bir çalışma içine girmek zorundadırlar. Allah(c.c) hiçbir insana
yattığı yerden rızık göndermez. Rızkının genişlemesini isteyen kimse
bunu genişletmek için gerekli olan ameliyeyi göstermek zorundadır.
İsrailoğulları bu ameliyeyi göstermek yerine, Musa(a.s)'dan bunu
istemişler ve ona "Rabbine yalvar" demişlerdir. İsrailoğulları
kendileri için istedikleri bir şey için çalışmak yoluna gitmeyip,
elçilerinden bunu "Rabbine" ifadesini kullanarak istemişlerdir. Halbuki
Allah(c.c) sadece Musa(a.s)'ın Rabbi değildir.
Rızıklarını
artırmasını istedikleri Rablerine kendileri dua etmeyecek kadar kibir
sahibi bir kavim örneği, aynı kibre sahip olanların başlarına
geleceklerin yaşanmış örneğini göstermektedir. Daha dün büyük bir
zulümden kurtulanlar, bu zulmü unutup konforlu bir hayat istemeye
başlamışlardır.
Musa(a.s) onlara daha önce
başlarından geçen olayı hatırlatarak "İhbitu Mısran" (Mısır'a inin)
diyerek, istediklerinin orada önceden olduğunu veya istediklerini orada
bulabileceklerini hatırlatmıştır.
Bu hatırlatma
bizim için şunları ifade edebilir; özgür bir yaşam sürmek bir takım
bedeller vermeyi gerektirmektedir. Bu bedelleri ödemeye razı olmayanlar
başkalarının esareti altında yaşamaya mahkumdurlar. Ülkelerin siyasal ve
ekonomik yönden bağımsızlık içinde olma istekleri böyle bir bedel
ödemeyi gerektirir. Her ülke insanı kendilerinin sahip oldukları
kaynakları kullanmak sureti ile --yani kendi yağı ile kavrulmaya razı
olan bir hayat idame ettirmeye çalıştıkları takdirde-- dışa bağımlı bir
durumda kalmaktan kurtulurlar ve siyasal ve ekonomik bağımsızlıklarını
elde etmiş olurlar.
Bu durumu kişisel bazdan
başlayarak devletler bazına kadar genişletmek mümkündür. Kişi kazandığı
kadar harcama yapıyorsa, bu kişi hiç kimseden maddi olarak bir yardım
istemek zorunda kalmaz. Devletler gelirleri kadar harcama yapıyorlarsa,
başka devletlerden borç istemek zorunda kalmazlar. Gelirlerinden çok
harcama yaparak başkalarından borç almak zorunda kalan devletler,
aldıkları borç karşılığında o devletlere ekonomik ve siyasal yönden bir
takım tavizler verirler ve onların baskıları altına girmekten
kurtulamazlar.
Musa(a.s)'ın İsrailoğulları'na söylemiş olduğu "Mısır'a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır" sözünün açılımını şu şekilde okumak mümkündür; "Her
istediğinizi elde etmek veya her istediğinizi yemek gibi bir amaç
içindeyseniz; Firavun'un kanatları altına girin. Karnınız belki doyar
ama bir zalimin yönetimi altına girmiş olursunuz.".
Bu
sözler evrensel bir yasayı bizlere hatırlatmaktadır. Ayet içinde geçen
"İhbitu" kelimesinin tahlilini yaptığımız zaman, söylemek istediğimiz
biraz daha açık bir biçimde anlaşılacaktır. "Elhubut" kelimesi "yukarıdan aşağı inmek veya düşmek"
anlamındadır. "İzhebu Mısran" (Mısır'a gidin) denilmeyip "İhbitu
Mısran" (Mısır'a inin) denilmesi; yüksek bir mevkiden daha aşağı bir
inişi ifade etmektedir. "Mısır'a inmek" tabiri; İsrailoğulları'nın
içinde bulundukları özgür ortamı, midelerini doldurmak için satmaları
anlamına gelmektedir.
"Hayırlı olanı, değersiz, şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz?"
Musa(a.s)'ın
bu sorusu, aslında hayırlı olan şeylerin sadece dünya hayatının geçici
zevkleri uğruna satılmaması gerektiği vurgusunu yapması açısından önemli
bir cümledir. Ahiret hayatının, geçici dünya hayatı karşılığına sadece
yemek içmek gibi şeyler kazanmak için satılmaması, yemek, içmek gibi
zevklerden daha değerli olan şeylerin olduğu hatırlatması Musa(a.s)'ın
ağzından yapılmaktadır.
Musa(a.s)
İsrailoğulları'na, içinde bulundukları özgürlük nimetini hatırlatarak,
özgürlüklerini sadece midelerinin isteklerini yerine getirmek amacı ile
satarak, yerine dolu bir mide fakat esaret altında bir hayata razı
olanların durumlarını hatırlatarak, onlara başlarına gelecek akıbeti
hatırlatmaktadır. Kişiler ellerindeki imkanları kullanarak rızıklarını
artırmaya çalışmak yerine, başkalarının imkanlarını kullanma yolunu
seçerlerse; bu imkanı kullanmanın bedelini ödemek zorundadırlar. Bu
bedel; borç, esaret, baskı, zulüm, siyasal ve ekonomik işgal şeklinde
gerçekleşecektir.
"Geri bırakılmış (kalmış)
ülkeler" olarak bildiğimiz yerlerde yaşayan insanların yaşam tarzlarına
baktığımız zaman; Amerikan yaşam tarzının bir yansıması olan kola, cips,
hamburger vb. tür yiyeceklerin zararlı olduklarını bile bile tüketmenin
elit bir yaşamın gereği olarak görülmüş olmasının, geçmişte
İsrailoğulları'nın düştüğü ve "zillet ve meskenet" damgası vurulmasına
sebep olan durumdan hiçbir farkı yoktur.
Kişiler
veya devletler şayet zengin ve müreffeh bir hayat sürmek istiyorlarsa;
önce kendilerinin sahip oldukları kaynakları değerlendirmek
zorundadırlar. Başkalarından borç alarak böyle bir zenginliğe sahip
olmak zor hatta imkansızdır. Hiçbir devlet diğer bir ülkeye kalkınması
için borç vermez, verdiği borcu faiz almak karşılığında verir. IMF adlı
dünyaya borç veren örgütün, borç verdiği ülkelere koştukları şartları
araştıracak olduğumuzda bu söylediklerimiz daha açık ve net olarak
anlaşılacaktır.
IMF adlı örgütün borç verdiği
ülkelere tarım üretimi konusunda belirli şartlar koymuş olması, o
ülkelerin ekonomik yönden bağımlı olmasını amaçlayan, yani onları
göbeklerinden kendilerine bağlamayı amaç edinmiş olmalarının açık bir
örneğidir. Verdikleri borcu üretimi değil tüketimi artırmak amacı ile
kullandırma şartı, bu örgütün şeytani bir örgüt olduğunu açık bir
göstergesidir.
Beslenmek; insanlığın en temel
ihtiyaçlarından birisi olup bu ihtiyacın giderilmesi, çalışmak gibi bir
şarta bağlanmıştır. İsrailoğulları'nın bir çeşit yemeğe dayanamamaları
ve farklı gıdalar istemiş olmasının yanlış olan tarafı şudur; insanlar
eğer rızık bakımından genişlik isterlerse, bu genişliği temin etmek için
çalışmaya gayret etmek zorundadırlar. İsrailoğulları'nın Kur'an'da
anlatılan kıssasına baktığımızda, isteklerinin yerine gelmesi için
koşulan şartı yerine getirmek istemedikleri görülmektedir.
BAKARA
58 ayetine baktığımızda, onlara istediklerini bulabilecekleri bir belde
gösterilmiş ve o beldede istediklerini rahatlığı bulacakları beyan
edildiği halde Allah(c.c)'nin koymuş olduğu kuralları yerine
getirmeyerek MAİDE 20-26 ayetleri arasında görüldüğü üzere Musa'(a.s)'a "Sen ve Rabbin gidin savaşın" diyebilmişlerdir. Onların bu isyanları pahalıya mal olmuş ve yıllarca darmadağınık bir yaşam sürmüşlerdir.
İsrailoğulları'nın
Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri yüzünden gazaba, zillet ve meskenete
düşmelerini BAKARA 61 ayeti içinde okuduğumuz zaman, inkar ettikleri
ayetler sadece "Kitabi Ayetler " değil "Kevni Ayetler" dediğimiz yerin
soğan, sarımsak vb. bitirme yasalarına tabi olmak istememeleridir.
Dün,
bugün ve yarın hangi insan topluluğu olursa olsun, eğer yerin
bitirdiklerini yemek istiyorlarsa yerin bitirme yasalarına tabi olmaları
gerekmekte, bu yasalar gereği toprağı ekip biçme vb. bakımını yapmak
sureti ile ürün almak zorundadırlar. Bu yasalar devlet politikası olarak
uygulama alanına sokulup, ülke sınırları içinde yaşayan insanların
temel gıda ihtiyaçlarının dışa bağımlı olmaması gerekmektedir.
Eğer
devletler temel gıda ihtiyaçlarını dışa bağımlı bir hale sokarlarsa,
gün gelir bu gıda ihtiyaçları, temin ettikleri ülkelerin elinde bir
silaha dönüşür ve sattıkları ülkeleri bunları vermemek veya fahiş fiyata
satın almak gibi bir duruma sokarak ülkeleri hegemonya altına sokarlar.
"ZİLLET"
(alçaklık) ve "MESKENET" (yoksulluk) damgası yemek, kişilerin veya
ülkelerin yazılmış bir kaderi değil, arz üzerindeki cari olan yasaların
işlemesi neticesindedir. Müslüman veya kafir kimliğine sahip olan kişi
veya ülkeler bu damgayı yemek için gerekli olan çabayı gösterdikleri
takdirde, Allah(c.c) herhangi bir ayırım yapmadan bu damgayı vurur.
Müslüman veya kafir kimliğine sahip olan kişi veya ülkeler bu damgayı
yeMEmek için gerekli olan çabayı gösterdileri takdirde, Allah(c.c) yine
ayırım yapmadan bu damgayı onlara vurmaz. Sünnetullah dediğimiz yasalar
belirli bir dine veya kavme mensup olanlar için özel bir işleyiş
göstermez.
Bugün adına "İsrail" denen topraklar
üzerinde yaşayan Yahudiler, atalarının yaptıkları hataları görmüşler ve
bu hatalardan bizlerin ders çıkarması gerekirken onlar eski hataların
atalarına neye mal olduğunu görerek, bu hatalardan olumlu dersler
çıkararak özellikle ziraat alanında dünyaya hakim olmuşlardır. Yerin
bitirdiklerini sadece Allah(c.c)'nin onlara yattıkları yerden
vermeyeceğini anlayan Yahudiler, "Kevni Ayetler"i okuyarak bu konuda
olması gereken çalışmayı yapmışlar, dolayısıyla da evrensel yasalar
onların lehinde işlemiştir.
Sonuç olarak;
İsrailoğulları ile ilgili anlatımların Sünnetullah'ın işleyiş
örneklerinin canlı örnekleri olarak okunduğunda, BAKARA 61 ayeti
evrensel yasaların işleyişini bizlere göstermektedir. Kişiler eğer
herhangi bir yönden genişlik istiyorsa, o genişliği elde etmenin
yollarına tabi olmaları gerekmektedir. Bu genişliği elde etmek, bazı
hayırlı şeylerden feragat etmeyi gerektirecek ise bu yapılmamalı, geçici
dünya zevkleri asla kalıcı Ahiret hayat karşılığında
değiştirilmemelidir. Aksi takdirde zillet ve meskenet damgası vurularak
dünyada zelil bir hayat sürülür.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)