Kur'an'ın İsrailoğulları ile anlatımlarını sadece onların nasıl bir
kavim oldukları çerçevesinde değil, "Sünnetullah" dediğimiz
Allah(c.c)'nin arz üzerine koymuş olduğu toplumsal yasalarının nasıl ve
ne sebeble işlediğinin onlar üzerinden okunması amacına matuf olduğunu
konu ile ilgili yazılarımızda öncelikle vurgulamaya çalışmaktayız.
Yapılan bu anlatımlardan dersler çıkarılması ve aynı yasaların değişmez
olduğundan hareketle, onların yapmış olduğu müsbet ve menfi amellerin
onlar üzerindeki etkilerinin, sonrakiler için de işleyeceğinin bilinmesi
çerçevesinde okunması gerektiğini düşünmekteyiz.
Bu
yazımızda ele almaya çalışacağımız konu BAKARA 61 ayeti olup, bu ayet
üzerinden verilmek istenen mesajı bize dönük bir mesaj olarak okumaya
çalışacağız.
BAKARA 61. ayete kadar olan süreç
kısaca şöyledir; İsrailoğulları Firavun zulmünden kurtulduktan sonra,
yerleştikleri topraklar üzerinde Allah(c.c) onlara "elmenne vesselva"
(meallerde "bıldırcın ve kudret helvası" şeklinde çevrilen yiyecekler)
sunduğunu bildirmektedir. Tefsirlerde bu isimlerle anılan yiyeceklerin
cins isimden ziyade, genel bir anlamı olduğunu kısaca hatırlatmak
istiyoruz.
"Menne" kelimesi Kur'an'ın başka yerlerinde de geçmekte olup "verilen bir nimetin kişiye hatırlatılması" anlamındadır. "Selva" kelimesi ise "kişiyi avunduran şey" anlamındadır.
Kelimelerin
bu anlamları üzerinden giderek, İsrailoğulları'na verilen "men" ve
"selva" olarak ifade edilen şeylerin cins ismi olan yiyeceklerden
ziyade, onları beslenme ihtiyaçlarını giderecek olan nimetlerin
sunulması ve bu nimetlerin onlara hatırlatılması olarak anlamak
mümkündür.
Allah(c.c)'nin İsrailoğulları'nı bu
şekilde nimetlendirmiş olması, onları tatmin etmez ve Musa(a.s)'dan
başka yiyecekler isterler.
وَاِذْ قُلْتُمْ يَا
مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ
يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا
وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ
اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ اِهْبِطُوا مِصْراً فَاِنَّ لَكُمْ مَا
سَاَلْتُمْۜ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫
بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ
اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ ذٰلِكَ بِمَا
عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟
[002.061]
Siz (ise şöyle) demiştiniz: «Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe
katlanamayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla,
acur, sarmısak, mercimek ve soğan çıkarsın.» (O zaman Musa da) «Hayırlı
olanı, değersiz, şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? (Öyleyse) Mısır'a
inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır.» demişti. Onların
üzerine zillet ve meskenet (damgası) vuruldu ve Allah'tan bir gazaba
uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah'ın ayetlerini tanımazlıkları ve
peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi: (yine) bu, isyan
etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi.
Bu ayeti mesaj içerikli olarak okuduğumuzda şunları söyleyebiliriz;
Bir
çeşit yemeğe katlanamayan insanlar, yemek çeşidini çoğaltmak için bu
yönde bir çalışma içine girmek zorundadırlar. Allah(c.c) hiçbir insana
yattığı yerden rızık göndermez. Rızkının genişlemesini isteyen kimse
bunu genişletmek için gerekli olan ameliyeyi göstermek zorundadır.
İsrailoğulları bu ameliyeyi göstermek yerine, Musa(a.s)'dan bunu
istemişler ve ona "Rabbine yalvar" demişlerdir. İsrailoğulları
kendileri için istedikleri bir şey için çalışmak yoluna gitmeyip,
elçilerinden bunu "Rabbine" ifadesini kullanarak istemişlerdir. Halbuki
Allah(c.c) sadece Musa(a.s)'ın Rabbi değildir.
Rızıklarını
artırmasını istedikleri Rablerine kendileri dua etmeyecek kadar kibir
sahibi bir kavim örneği, aynı kibre sahip olanların başlarına
geleceklerin yaşanmış örneğini göstermektedir. Daha dün büyük bir
zulümden kurtulanlar, bu zulmü unutup konforlu bir hayat istemeye
başlamışlardır.
Musa(a.s) onlara daha önce
başlarından geçen olayı hatırlatarak "İhbitu Mısran" (Mısır'a inin)
diyerek, istediklerinin orada önceden olduğunu veya istediklerini orada
bulabileceklerini hatırlatmıştır.
Bu hatırlatma
bizim için şunları ifade edebilir; özgür bir yaşam sürmek bir takım
bedeller vermeyi gerektirmektedir. Bu bedelleri ödemeye razı olmayanlar
başkalarının esareti altında yaşamaya mahkumdurlar. Ülkelerin siyasal ve
ekonomik yönden bağımsızlık içinde olma istekleri böyle bir bedel
ödemeyi gerektirir. Her ülke insanı kendilerinin sahip oldukları
kaynakları kullanmak sureti ile --yani kendi yağı ile kavrulmaya razı
olan bir hayat idame ettirmeye çalıştıkları takdirde-- dışa bağımlı bir
durumda kalmaktan kurtulurlar ve siyasal ve ekonomik bağımsızlıklarını
elde etmiş olurlar.
Bu durumu kişisel bazdan
başlayarak devletler bazına kadar genişletmek mümkündür. Kişi kazandığı
kadar harcama yapıyorsa, bu kişi hiç kimseden maddi olarak bir yardım
istemek zorunda kalmaz. Devletler gelirleri kadar harcama yapıyorlarsa,
başka devletlerden borç istemek zorunda kalmazlar. Gelirlerinden çok
harcama yaparak başkalarından borç almak zorunda kalan devletler,
aldıkları borç karşılığında o devletlere ekonomik ve siyasal yönden bir
takım tavizler verirler ve onların baskıları altına girmekten
kurtulamazlar.
Musa(a.s)'ın İsrailoğulları'na söylemiş olduğu "Mısır'a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır" sözünün açılımını şu şekilde okumak mümkündür; "Her
istediğinizi elde etmek veya her istediğinizi yemek gibi bir amaç
içindeyseniz; Firavun'un kanatları altına girin. Karnınız belki doyar
ama bir zalimin yönetimi altına girmiş olursunuz.".
Bu
sözler evrensel bir yasayı bizlere hatırlatmaktadır. Ayet içinde geçen
"İhbitu" kelimesinin tahlilini yaptığımız zaman, söylemek istediğimiz
biraz daha açık bir biçimde anlaşılacaktır. "Elhubut" kelimesi "yukarıdan aşağı inmek veya düşmek"
anlamındadır. "İzhebu Mısran" (Mısır'a gidin) denilmeyip "İhbitu
Mısran" (Mısır'a inin) denilmesi; yüksek bir mevkiden daha aşağı bir
inişi ifade etmektedir. "Mısır'a inmek" tabiri; İsrailoğulları'nın
içinde bulundukları özgür ortamı, midelerini doldurmak için satmaları
anlamına gelmektedir.
"Hayırlı olanı, değersiz, şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz?"
Musa(a.s)'ın
bu sorusu, aslında hayırlı olan şeylerin sadece dünya hayatının geçici
zevkleri uğruna satılmaması gerektiği vurgusunu yapması açısından önemli
bir cümledir. Ahiret hayatının, geçici dünya hayatı karşılığına sadece
yemek içmek gibi şeyler kazanmak için satılmaması, yemek, içmek gibi
zevklerden daha değerli olan şeylerin olduğu hatırlatması Musa(a.s)'ın
ağzından yapılmaktadır.
Musa(a.s)
İsrailoğulları'na, içinde bulundukları özgürlük nimetini hatırlatarak,
özgürlüklerini sadece midelerinin isteklerini yerine getirmek amacı ile
satarak, yerine dolu bir mide fakat esaret altında bir hayata razı
olanların durumlarını hatırlatarak, onlara başlarına gelecek akıbeti
hatırlatmaktadır. Kişiler ellerindeki imkanları kullanarak rızıklarını
artırmaya çalışmak yerine, başkalarının imkanlarını kullanma yolunu
seçerlerse; bu imkanı kullanmanın bedelini ödemek zorundadırlar. Bu
bedel; borç, esaret, baskı, zulüm, siyasal ve ekonomik işgal şeklinde
gerçekleşecektir.
"Geri bırakılmış (kalmış)
ülkeler" olarak bildiğimiz yerlerde yaşayan insanların yaşam tarzlarına
baktığımız zaman; Amerikan yaşam tarzının bir yansıması olan kola, cips,
hamburger vb. tür yiyeceklerin zararlı olduklarını bile bile tüketmenin
elit bir yaşamın gereği olarak görülmüş olmasının, geçmişte
İsrailoğulları'nın düştüğü ve "zillet ve meskenet" damgası vurulmasına
sebep olan durumdan hiçbir farkı yoktur.
Kişiler
veya devletler şayet zengin ve müreffeh bir hayat sürmek istiyorlarsa;
önce kendilerinin sahip oldukları kaynakları değerlendirmek
zorundadırlar. Başkalarından borç alarak böyle bir zenginliğe sahip
olmak zor hatta imkansızdır. Hiçbir devlet diğer bir ülkeye kalkınması
için borç vermez, verdiği borcu faiz almak karşılığında verir. IMF adlı
dünyaya borç veren örgütün, borç verdiği ülkelere koştukları şartları
araştıracak olduğumuzda bu söylediklerimiz daha açık ve net olarak
anlaşılacaktır.
IMF adlı örgütün borç verdiği
ülkelere tarım üretimi konusunda belirli şartlar koymuş olması, o
ülkelerin ekonomik yönden bağımlı olmasını amaçlayan, yani onları
göbeklerinden kendilerine bağlamayı amaç edinmiş olmalarının açık bir
örneğidir. Verdikleri borcu üretimi değil tüketimi artırmak amacı ile
kullandırma şartı, bu örgütün şeytani bir örgüt olduğunu açık bir
göstergesidir.
Beslenmek; insanlığın en temel
ihtiyaçlarından birisi olup bu ihtiyacın giderilmesi, çalışmak gibi bir
şarta bağlanmıştır. İsrailoğulları'nın bir çeşit yemeğe dayanamamaları
ve farklı gıdalar istemiş olmasının yanlış olan tarafı şudur; insanlar
eğer rızık bakımından genişlik isterlerse, bu genişliği temin etmek için
çalışmaya gayret etmek zorundadırlar. İsrailoğulları'nın Kur'an'da
anlatılan kıssasına baktığımızda, isteklerinin yerine gelmesi için
koşulan şartı yerine getirmek istemedikleri görülmektedir.
BAKARA
58 ayetine baktığımızda, onlara istediklerini bulabilecekleri bir belde
gösterilmiş ve o beldede istediklerini rahatlığı bulacakları beyan
edildiği halde Allah(c.c)'nin koymuş olduğu kuralları yerine
getirmeyerek MAİDE 20-26 ayetleri arasında görüldüğü üzere Musa'(a.s)'a "Sen ve Rabbin gidin savaşın" diyebilmişlerdir. Onların bu isyanları pahalıya mal olmuş ve yıllarca darmadağınık bir yaşam sürmüşlerdir.
İsrailoğulları'nın
Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri yüzünden gazaba, zillet ve meskenete
düşmelerini BAKARA 61 ayeti içinde okuduğumuz zaman, inkar ettikleri
ayetler sadece "Kitabi Ayetler " değil "Kevni Ayetler" dediğimiz yerin
soğan, sarımsak vb. bitirme yasalarına tabi olmak istememeleridir.
Dün,
bugün ve yarın hangi insan topluluğu olursa olsun, eğer yerin
bitirdiklerini yemek istiyorlarsa yerin bitirme yasalarına tabi olmaları
gerekmekte, bu yasalar gereği toprağı ekip biçme vb. bakımını yapmak
sureti ile ürün almak zorundadırlar. Bu yasalar devlet politikası olarak
uygulama alanına sokulup, ülke sınırları içinde yaşayan insanların
temel gıda ihtiyaçlarının dışa bağımlı olmaması gerekmektedir.
Eğer
devletler temel gıda ihtiyaçlarını dışa bağımlı bir hale sokarlarsa,
gün gelir bu gıda ihtiyaçları, temin ettikleri ülkelerin elinde bir
silaha dönüşür ve sattıkları ülkeleri bunları vermemek veya fahiş fiyata
satın almak gibi bir duruma sokarak ülkeleri hegemonya altına sokarlar.
"ZİLLET"
(alçaklık) ve "MESKENET" (yoksulluk) damgası yemek, kişilerin veya
ülkelerin yazılmış bir kaderi değil, arz üzerindeki cari olan yasaların
işlemesi neticesindedir. Müslüman veya kafir kimliğine sahip olan kişi
veya ülkeler bu damgayı yemek için gerekli olan çabayı gösterdikleri
takdirde, Allah(c.c) herhangi bir ayırım yapmadan bu damgayı vurur.
Müslüman veya kafir kimliğine sahip olan kişi veya ülkeler bu damgayı
yeMEmek için gerekli olan çabayı gösterdileri takdirde, Allah(c.c) yine
ayırım yapmadan bu damgayı onlara vurmaz. Sünnetullah dediğimiz yasalar
belirli bir dine veya kavme mensup olanlar için özel bir işleyiş
göstermez.
Bugün adına "İsrail" denen topraklar
üzerinde yaşayan Yahudiler, atalarının yaptıkları hataları görmüşler ve
bu hatalardan bizlerin ders çıkarması gerekirken onlar eski hataların
atalarına neye mal olduğunu görerek, bu hatalardan olumlu dersler
çıkararak özellikle ziraat alanında dünyaya hakim olmuşlardır. Yerin
bitirdiklerini sadece Allah(c.c)'nin onlara yattıkları yerden
vermeyeceğini anlayan Yahudiler, "Kevni Ayetler"i okuyarak bu konuda
olması gereken çalışmayı yapmışlar, dolayısıyla da evrensel yasalar
onların lehinde işlemiştir.
Sonuç olarak;
İsrailoğulları ile ilgili anlatımların Sünnetullah'ın işleyiş
örneklerinin canlı örnekleri olarak okunduğunda, BAKARA 61 ayeti
evrensel yasaların işleyişini bizlere göstermektedir. Kişiler eğer
herhangi bir yönden genişlik istiyorsa, o genişliği elde etmenin
yollarına tabi olmaları gerekmektedir. Bu genişliği elde etmek, bazı
hayırlı şeylerden feragat etmeyi gerektirecek ise bu yapılmamalı, geçici
dünya zevkleri asla kalıcı Ahiret hayat karşılığında
değiştirilmemelidir. Aksi takdirde zillet ve meskenet damgası vurularak
dünyada zelil bir hayat sürülür.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.