Bakara s. 61. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bakara s. 61. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mayıs 2015 Perşembe

BAKARA s. 61. Ayeti : Zillet ve Meskenet Damgası Vurulmasının Yasası

Kur'an'ın İsrailoğulları ile anlatımlarını sadece onların nasıl bir kavim oldukları çerçevesinde değil, "Sünnetullah" dediğimiz Allah(c.c)'nin arz üzerine koymuş olduğu toplumsal yasalarının nasıl ve ne sebeble işlediğinin onlar üzerinden okunması amacına matuf olduğunu konu ile ilgili yazılarımızda öncelikle vurgulamaya çalışmaktayız. Yapılan bu anlatımlardan dersler çıkarılması ve aynı yasaların değişmez olduğundan hareketle, onların yapmış olduğu müsbet ve menfi amellerin onlar üzerindeki etkilerinin, sonrakiler için de işleyeceğinin bilinmesi çerçevesinde okunması gerektiğini düşünmekteyiz.

Bu yazımızda ele almaya çalışacağımız konu BAKARA 61 ayeti olup, bu ayet üzerinden verilmek istenen mesajı bize dönük bir mesaj olarak okumaya çalışacağız.

BAKARA 61. ayete kadar olan süreç kısaca şöyledir; İsrailoğulları Firavun zulmünden kurtulduktan sonra, yerleştikleri topraklar üzerinde Allah(c.c) onlara "elmenne vesselva" (meallerde "bıldırcın ve kudret helvası" şeklinde çevrilen yiyecekler) sunduğunu bildirmektedir. Tefsirlerde bu isimlerle anılan yiyeceklerin cins isimden ziyade, genel bir anlamı olduğunu kısaca hatırlatmak istiyoruz.

"Menne" kelimesi Kur'an'ın başka yerlerinde de geçmekte olup "verilen bir nimetin kişiye hatırlatılması" anlamındadır. "Selva" kelimesi ise "kişiyi avunduran şey" anlamındadır.

Kelimelerin bu anlamları üzerinden giderek, İsrailoğulları'na verilen "men" ve "selva" olarak ifade edilen şeylerin cins ismi olan yiyeceklerden ziyade, onları beslenme ihtiyaçlarını giderecek olan nimetlerin sunulması ve bu nimetlerin onlara hatırlatılması olarak anlamak mümkündür.

Allah(c.c)'nin İsrailoğulları'nı bu şekilde nimetlendirmiş olması, onları tatmin etmez ve Musa(a.s)'dan başka yiyecekler isterler.

 وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪ي هُوَ خَيْرٌۜ اِهْبِطُوا مِصْراً فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْۜ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟

[002.061] Siz (ise şöyle) demiştiniz: «Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanamayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarmısak, mercimek ve soğan çıkarsın.» (O zaman Musa da) «Hayırlı olanı,  değersiz, şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? (Öyleyse) Mısır'a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır.» demişti. Onların üzerine zillet ve meskenet (damgası) vuruldu ve Allah'tan bir gazaba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah'ın ayetlerini tanımazlıkları ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi: (yine) bu, isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi.

Bu ayeti mesaj içerikli olarak okuduğumuzda şunları söyleyebiliriz;

Bir çeşit yemeğe katlanamayan insanlar, yemek çeşidini çoğaltmak için bu yönde bir çalışma içine girmek zorundadırlar. Allah(c.c) hiçbir insana yattığı yerden rızık göndermez. Rızkının genişlemesini isteyen kimse bunu genişletmek için gerekli olan ameliyeyi göstermek zorundadır. İsrailoğulları bu ameliyeyi göstermek yerine, Musa(a.s)'dan bunu istemişler ve ona "Rabbine yalvar" demişlerdir. İsrailoğulları kendileri için istedikleri bir şey için çalışmak yoluna gitmeyip, elçilerinden bunu "Rabbine" ifadesini kullanarak istemişlerdir. Halbuki Allah(c.c) sadece Musa(a.s)'ın Rabbi değildir.

Rızıklarını artırmasını istedikleri Rablerine kendileri dua etmeyecek kadar kibir sahibi bir kavim örneği, aynı kibre sahip olanların başlarına geleceklerin yaşanmış örneğini göstermektedir. Daha dün büyük bir zulümden kurtulanlar, bu zulmü unutup konforlu bir hayat istemeye başlamışlardır.

Musa(a.s) onlara daha önce başlarından geçen olayı hatırlatarak "İhbitu Mısran" (Mısır'a inin) diyerek, istediklerinin orada önceden olduğunu veya istediklerini orada bulabileceklerini hatırlatmıştır.

Bu hatırlatma bizim için şunları ifade edebilir; özgür bir yaşam sürmek bir takım bedeller vermeyi gerektirmektedir. Bu bedelleri ödemeye razı olmayanlar başkalarının esareti altında yaşamaya mahkumdurlar. Ülkelerin siyasal ve ekonomik yönden bağımsızlık içinde olma istekleri böyle bir bedel ödemeyi gerektirir. Her ülke insanı kendilerinin sahip oldukları kaynakları kullanmak sureti ile --yani kendi yağı ile kavrulmaya razı olan bir hayat idame ettirmeye çalıştıkları takdirde-- dışa bağımlı bir durumda kalmaktan kurtulurlar ve siyasal ve ekonomik bağımsızlıklarını elde etmiş olurlar. 

Bu durumu kişisel bazdan başlayarak devletler bazına kadar genişletmek mümkündür. Kişi kazandığı kadar harcama yapıyorsa, bu kişi hiç kimseden maddi olarak bir yardım istemek zorunda kalmaz. Devletler gelirleri kadar harcama yapıyorlarsa, başka devletlerden borç istemek zorunda kalmazlar. Gelirlerinden çok harcama yaparak başkalarından borç almak zorunda kalan devletler, aldıkları borç karşılığında o devletlere ekonomik ve siyasal yönden bir takım tavizler verirler ve onların baskıları altına girmekten kurtulamazlar.

Musa(a.s)'ın İsrailoğulları'na söylemiş olduğu "Mısır'a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır" sözünün açılımını şu şekilde okumak mümkündür; "Her istediğinizi elde etmek veya her istediğinizi yemek gibi bir amaç içindeyseniz; Firavun'un kanatları altına girin. Karnınız belki doyar ama bir zalimin yönetimi altına girmiş olursunuz.".

Bu sözler evrensel bir yasayı bizlere hatırlatmaktadır. Ayet içinde geçen "İhbitu" kelimesinin tahlilini yaptığımız zaman, söylemek istediğimiz biraz daha açık bir biçimde anlaşılacaktır. "Elhubut" kelimesi "yukarıdan aşağı inmek veya düşmek" anlamındadır. "İzhebu Mısran" (Mısır'a gidin) denilmeyip "İhbitu Mısran" (Mısır'a inin) denilmesi; yüksek bir mevkiden daha aşağı bir inişi ifade etmektedir. "Mısır'a inmek" tabiri; İsrailoğulları'nın içinde bulundukları özgür ortamı, midelerini doldurmak için satmaları anlamına gelmektedir.

"Hayırlı olanı, değersiz, şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz?"

Musa(a.s)'ın bu sorusu, aslında hayırlı olan şeylerin sadece dünya hayatının geçici zevkleri uğruna satılmaması gerektiği vurgusunu yapması açısından önemli bir cümledir. Ahiret hayatının, geçici dünya hayatı karşılığına sadece yemek içmek gibi şeyler kazanmak için satılmaması, yemek, içmek gibi zevklerden daha değerli olan şeylerin olduğu hatırlatması Musa(a.s)'ın ağzından yapılmaktadır. 

Musa(a.s) İsrailoğulları'na, içinde bulundukları özgürlük nimetini hatırlatarak, özgürlüklerini sadece midelerinin isteklerini yerine getirmek amacı ile satarak, yerine dolu bir mide fakat esaret altında bir hayata razı olanların durumlarını hatırlatarak, onlara başlarına gelecek akıbeti hatırlatmaktadır. Kişiler ellerindeki imkanları kullanarak rızıklarını artırmaya çalışmak yerine, başkalarının imkanlarını kullanma yolunu seçerlerse; bu imkanı kullanmanın bedelini ödemek zorundadırlar. Bu bedel; borç, esaret, baskı, zulüm, siyasal ve ekonomik işgal şeklinde gerçekleşecektir.

"Geri bırakılmış (kalmış) ülkeler" olarak bildiğimiz yerlerde yaşayan insanların yaşam tarzlarına baktığımız zaman; Amerikan yaşam tarzının bir yansıması olan kola, cips, hamburger vb. tür yiyeceklerin zararlı olduklarını bile bile tüketmenin elit bir yaşamın gereği olarak görülmüş olmasının, geçmişte İsrailoğulları'nın düştüğü ve "zillet ve meskenet" damgası vurulmasına sebep olan durumdan hiçbir farkı yoktur.

Kişiler veya devletler şayet zengin ve müreffeh bir hayat sürmek istiyorlarsa; önce kendilerinin sahip oldukları kaynakları değerlendirmek zorundadırlar. Başkalarından borç alarak böyle bir zenginliğe sahip olmak zor hatta imkansızdır. Hiçbir devlet diğer bir ülkeye kalkınması için borç vermez, verdiği borcu faiz almak karşılığında verir. IMF adlı dünyaya borç veren örgütün, borç verdiği ülkelere koştukları şartları araştıracak olduğumuzda bu söylediklerimiz daha açık ve net olarak anlaşılacaktır.

IMF adlı örgütün borç verdiği ülkelere tarım üretimi konusunda belirli şartlar koymuş olması, o ülkelerin ekonomik yönden bağımlı olmasını amaçlayan, yani onları göbeklerinden kendilerine bağlamayı amaç edinmiş olmalarının açık bir örneğidir. Verdikleri borcu üretimi değil tüketimi artırmak amacı ile kullandırma şartı, bu örgütün şeytani bir örgüt olduğunu açık bir göstergesidir.

Beslenmek; insanlığın en temel ihtiyaçlarından birisi olup bu ihtiyacın giderilmesi, çalışmak gibi bir şarta bağlanmıştır. İsrailoğulları'nın bir çeşit yemeğe dayanamamaları ve farklı gıdalar istemiş olmasının yanlış olan tarafı şudur; insanlar eğer rızık bakımından genişlik isterlerse, bu genişliği temin etmek için çalışmaya gayret etmek zorundadırlar. İsrailoğulları'nın Kur'an'da anlatılan kıssasına baktığımızda, isteklerinin yerine gelmesi için koşulan şartı yerine getirmek istemedikleri görülmektedir.

BAKARA 58 ayetine baktığımızda, onlara istediklerini bulabilecekleri bir belde gösterilmiş ve o beldede istediklerini rahatlığı bulacakları beyan edildiği halde Allah(c.c)'nin koymuş olduğu kuralları yerine getirmeyerek MAİDE 20-26 ayetleri arasında görüldüğü üzere Musa'(a.s)'a "Sen ve Rabbin gidin savaşın" diyebilmişlerdir. Onların bu isyanları pahalıya mal olmuş ve yıllarca darmadağınık bir yaşam sürmüşlerdir.

İsrailoğulları'nın Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri yüzünden gazaba, zillet ve meskenete düşmelerini BAKARA 61 ayeti içinde okuduğumuz zaman, inkar ettikleri ayetler sadece "Kitabi Ayetler " değil "Kevni Ayetler" dediğimiz yerin soğan, sarımsak vb. bitirme yasalarına tabi olmak istememeleridir.

Dün, bugün ve yarın hangi insan topluluğu olursa olsun, eğer yerin bitirdiklerini yemek istiyorlarsa yerin bitirme yasalarına tabi olmaları gerekmekte, bu yasalar gereği toprağı ekip biçme vb. bakımını yapmak sureti ile ürün almak zorundadırlar. Bu yasalar devlet politikası olarak uygulama alanına sokulup, ülke sınırları içinde yaşayan insanların temel gıda ihtiyaçlarının dışa bağımlı olmaması gerekmektedir.

Eğer devletler temel gıda ihtiyaçlarını dışa bağımlı bir hale sokarlarsa, gün gelir bu gıda ihtiyaçları, temin ettikleri ülkelerin elinde bir silaha dönüşür ve sattıkları ülkeleri bunları vermemek veya fahiş fiyata satın almak gibi bir duruma sokarak ülkeleri hegemonya altına sokarlar.

"ZİLLET" (alçaklık) ve "MESKENET" (yoksulluk) damgası yemek, kişilerin veya ülkelerin yazılmış bir kaderi değil, arz üzerindeki cari olan yasaların işlemesi neticesindedir. Müslüman veya kafir kimliğine sahip olan kişi veya ülkeler bu damgayı yemek için gerekli olan çabayı gösterdikleri takdirde, Allah(c.c) herhangi bir ayırım yapmadan bu damgayı vurur. Müslüman veya kafir kimliğine sahip olan kişi veya ülkeler bu damgayı yeMEmek için gerekli olan çabayı gösterdileri takdirde, Allah(c.c) yine ayırım yapmadan bu damgayı onlara vurmaz. Sünnetullah dediğimiz yasalar belirli bir dine veya kavme mensup olanlar için özel bir işleyiş göstermez.

Bugün adına "İsrail" denen topraklar üzerinde yaşayan Yahudiler, atalarının yaptıkları hataları görmüşler ve bu hatalardan bizlerin ders çıkarması gerekirken onlar eski hataların atalarına neye mal olduğunu görerek, bu hatalardan olumlu dersler çıkararak özellikle ziraat alanında dünyaya hakim olmuşlardır. Yerin bitirdiklerini sadece Allah(c.c)'nin onlara yattıkları yerden vermeyeceğini anlayan Yahudiler, "Kevni Ayetler"i okuyarak bu konuda olması gereken çalışmayı yapmışlar, dolayısıyla da evrensel yasalar onların lehinde işlemiştir.

Sonuç olarak; İsrailoğulları ile ilgili anlatımların Sünnetullah'ın işleyiş örneklerinin canlı örnekleri olarak okunduğunda, BAKARA 61 ayeti evrensel yasaların işleyişini bizlere göstermektedir. Kişiler eğer herhangi bir yönden genişlik istiyorsa, o genişliği elde etmenin yollarına tabi olmaları gerekmektedir. Bu genişliği elde etmek, bazı hayırlı şeylerden feragat etmeyi gerektirecek ise bu yapılmamalı, geçici dünya zevkleri asla kalıcı Ahiret hayat karşılığında değiştirilmemelidir. Aksi takdirde zillet ve meskenet damgası vurularak dünyada zelil bir hayat sürülür.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.