Muhammed (a.s) ın vefatını müteaakiben başgösteren siyasi ayrılmalar neticesinde, bu ayrılıklar akidevi bir temele oturtulmaya çalışılmış bir çok fırka ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda islam topraklarının sınırlarının genişlemesi ve farklı toplumlardan insanların islama dahil olmaları neticesinde müslümanlar farklı kültürlerle tanışmışlar, bu durum Yunan , İran ve Hint düşüncesinin İslam düşüncesi ile harmanlanması şeklinde gelişmiştir.
Ancak İslam düşüncesi , bu düşüncelere etki etmek yerine , bu düşüncelere sahip filozofların görüşleri İslam düşüncesine hakim olmuş ve "İslam filozofları" payesi verilen bir gurup türemiş , bu filozoflar Yunan düşüncesini esas alarak İslam düşüncesini yorumlamaya başlamışlardır. "İslam filozofları" denen bu gurup, temeli Yunan düşüncesinden alınmış verileri, İslam düşüncesine adapte etme çalışmalarına girişmiştir. Allahın bilgisinin sınırlarının tartışılmaya başlanması bu durumun bir neticesidir.
Müslümanlar tarafından yapılan, bitmek tükenmez tartışma konularından birisi de "Kader" konusudur . Bu tartışmaların başlangıcı , emevi saray erkanının yapmış olduğu gayri meşru işleri meşrulaştırmak amacına matuf olduğunu söylemek, bu tartışmaların kaynağının ne olduğunun bilinmesi açısından önem arz etmektedir.Bu tartışmalar sadece Kur'an baz alınarak yapılmış olsaydı bu kadar farklı görüşler ve ayrışımların meydana gelmesinin önü alınmış olurdu.
Kader konusunda en büyük tartışmalar, Allah (c.c) nin insanın başına gelecekleri ezelden yazmış olduğu düşüncesi olup, bu düşünce gerçekten büyük bir problem teşkil etmektedir. Bu görüşleri red etmeye yönelik bazı görüşler ortaya atılmış , ancak "Kaş yapayım derken göz çıkarmak" misali görüşler ortaya çıkmıştır. Bu göz çıkaran görüşlerden bir tanesi, Allah (c.c) nin kullarının gelecekte ne yapacağının yazmasının mümkün olmadığı , çünkü Allah (c.c) nin böyle bir bilgiye sahip olmadığıdır.
Allah (c.c) nin kullarının fiilleri ile ilgili ne yapacakalarını ezelden yazmış olduğu düşüncesi , haklı olarak "Madem Allah ne yapacağımızı yazmış yaptıklarımız konusunda bizim herhangi bir suçumuz neden olsun" düşüncesini doğurmuştur. Allah (c.c) hiç bir kulu üzerinde baskıcı olmadığını , onlara irade özgürlüğü tanıdığını , cennet veya cehennem ile cezalandırılmanın kullarının yaptıklarının karşılığı olduğunu bir çok ayetinde beyan etmektedir.
Ancak şurası bir gerçektir ki , Allah (c.c) yarattığı kullarının yaşadıkları hayat içinde ne yapacaklarını bilmektedir. Onun bu bilgisi , bazı kimseler tarafından yadırganarak böyle bir şeyin olamayacağı düşüncesine götürmüştür. Kur'anda geçen "Gayb" kavramı bizim için geçerli bir alan olup , Allah (c.c) için böyle bir alan asla olamaz.
Allah (c.c) nin dolaylı olarak gaybı bilemeyeceği iddialarından olan , Onun bizim imtihanımız ile ilgili olarak ne yapacağımızı ve kiminle evleneceğimizi bilmediği iddiaları , Allah (c.c) yi biz kulların seviyesine indirmek durumuna düşüren bir düşüncedir.
"Cehmiyye" adı ile bilinen , Cehm Bin Safvan tarafından temelleri atılan fırkanın görüşlerine baktığımızda , Allah (c.c) nin bilgisinin ezeli olmadığı, sonradan oluştuğu gibi düşüncelere sahip oldukları , bu görüşlerini ise Muhammed s. 31. ayeti ve bazı ayetlerde geçen "Li na'leme" (Bilmek için) kelimesinin kullanılmasına dayadıklarını , bu kelimenin kullanılış sebebinin ise, Allah (c.c) nin önceden bilmediği iddialarıdır
Cehmiyye fırkasının bu görüşleri, yaklaşık 1250 sene sonra yeniden ısıtılarak piyasaya sürülmüş , "Allah (c.c) imtihanı ile ilgili olarak ne yapacağını ve kiminle evleneceğini bilmez" şeklinde bir söylem ile gündeme sokulmuştur. Bu söylemi desteklemek için , Cehmiyye nin destek olarak aldığı , içinde "Li na'leme" (Bilmek için) ibaresi geçen ayetler bu düşünceye destek olarak sunulmaktadır.
Öncelikle şunu ifade etmek isteriz ki , bu düşünce temelini Kur'andan almayan devşirme bir düşüncedir. Bu düşüncenin meşruiyeti, bazı kur'an ayetlerinin ilgili düşünceye destekletilmesi şeklinde okunması sonucunda , "Ben demiyorum Allah diyor" şeklindeki ifadeler ile kendi söylemini Allah (c.c) mal ederek ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Bu gün bu konuyu ortaya atanların bu konuda 1250 yıl önceden ortaya atılan bir söylemi yeniden ısıtmış olması, bu konuda taklitçi bir yaklaşım sergilediğini göstermektedir.
Bilindiği üzere bu konunun gündeme gelmesine sebeb olan Abdülaziz Bayındır hocadır. Biz sayın Abdülaziz Bayındır hocayı , Kur'anı öncelleyen bir söyleme sahip olarak bilen birisi olarak bilir tanırız, Kur'an okuyan kim olursa olsun , okuduğu ayetlerden çıkardığı fikirler o kişinin kendi düşüncesi olup, bu düşüncesini "Ben demiyorum Allah böyle diyor" şeklinde bir söyleme oturtmaya çalışması büyük bir talihsizliktir. Bu tür söylemi kullananların , genelde tasavvuf kesimi olduğu bilinmektedir. Sayın hocanın bu kesimin ağzı ile konuşmuş olması üzüntü vericidir. Kur'an okuyarak, ayetleri üzerinde fikir yürüten bir kişinin söyleyebileceği tek söz, "Bu konuda benim düşüncem bu dur" olmalıdır.
Sayın hocanın bu düşüncesinin yanlış olduğu bir çok kişi tarafından dile getirilmiştir . Bu düşüncenin yanlışlığı bir çok Kur'an ayeti tarafından red edilmiş olduğunu söyleyerek, bu yazımızda sadece Kur'anda 3 ayrı sure içinde geçen "İbrahim'in misafirleri" kıssasındaki anlatımları baz alarak bu düşüncenin yanlışlığı hakkındaki düşüncelerimizi dile getirmeye çalışacağız.
Kıssalar ,Kur'an'ın hacmini büyüten bir anlatım uslubu olup , bir kıssa içinde kendi içerisinde bir çok mesaj taşıyarak , okuyucuya seslenmektedir. Biz bu durumu göz önüne alarak "İbrahim'in misafirleri" kıssası içinde Allah (c.c) nin bilgisine sınır koyma girişimlerinin , Kur'an içindeki ayetlerin delaleti ile nasıl batıl bir düşünce olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.
"İbrahim'in misafirleri" kıssası , Kur'anın 3 ayrı suresi içinde geçmekte olup , bu sureler içindeki anlatımlar dikkatli bir okuyucunun gözünden kaçmayacak şekilde farklılıklar arz etmektedir. Bu farklı anlatımlar bizlere, Kur'an kıssaları üzerinden verilmek istenilenin, tarihi bir olayı masal olarak anlatmak değil , kıssa üzerinden okuyucuya mesaj verilmeye yönelik olduğunu göstermektedir.
Kur'an kıssalarını okuyanlar , aynı konuyu anlatan kıssanın bir surede farklı , diğer bir surede farklı bir anlatıma sahip olduğunu görecektir.Bu farklılık İbrahim'in misafirleri kıssasında gözümüze çarpmakta olup , kıssayı sadece tarihsel zaman ve mekanı içine hapsederek okumaya kalktığımız takdirde ,bu farklılıkların sebebini anlamamız mümkün olmayacaktır. Bizler, "anlatılan olayın üzerinden nasıl bir mesaj verilmek istenmiş olabilir?" sorusunun cevabını aramaya yönelik bir okuma yaptığımız takdirde, kıssayı anlamamız kolaylaşacaktır.
Hicr s. 51. ve 60. ayetler arasında anlatılan İbrahim'in misafirleri kıssasında , İbrahim'e gelen elçiler, ona "Ğulamin alimin" (Bilgin bir oğul) müjdelemektedirler.
Zariyat s. 24. ve 37. ayetler arasında anlatılan aynı kıssada , gelen elçiler Hicr s. ayetlerinde gördüğümüz gibi İbrahim'e "Gulamin alimin" (Bilgin bir oğul) müjdelemektedirler.
Hud s. 69. ve 76. ayetleri arasında anlatılan kıssada , İbrahim'e gelen elçilerin , ona İshak ve Yakub'u müjdelediklerini görmekteyiz.
Hicr ve Zariyat surelerinde bir erkek çocuğunun yani İsmail'in , Hud suresinde ise ikinci oğlu olan İshak'ın, ve İshak'ın oğlu olan Yakub'un müjdelenmesini nasıl okumak gerekmektedir?.
İbrahim'e gelen elçilerin , bir yerde ,başka bir yerde başka neden konuştukları konusunda takılıp kaldığımız zaman , bu ayetler üzerinden verilmek istenilen mesajı anlamamız zorlaşacaktır. Bizler neden farklı anlatımlar olduğunu düşünmekten ziyade, Hud suresinde bizlere İbrahim'e İshak ve Yakub'un müjdelenmesindeki hikmeti okumak durumundayız.
İbrahim (a.s) kıssasını hatırlayacak olursak , onun ileri bir yaşa varmış olmasına rağmen bir çocuğu olmamış ve Allah (c.c) nin kendisine çocuk bağışlaması için dua etmektedir (Saffat s. 100). Burada okunması gereken önemli nokta ilk çocuğundan sonra ikinci bir oğlun ve torunun müjdelenmesidir.
Önce konumuz olan iddiayı tekrar hatırlayalım;
"Allah (c.c) kulunun imtihanı ile ilgili olarak ne yapacağını ve kiminle evleneceğini bilmez"
Bu iddianın doğru olup olmadığını, İbrahim'in misafirleri kıssasındaki bu anlatımlar üzerinden değerlendirmeye çalışalım.
Saffat suresi içinde anlatılan , İbrahim (a.s) kıssasının ,100. ve 113. ayetleri arasına baktığımız zaman, İbrahim (a.s) ın duası kabul olmuş ve bir erkek evlat sahibi olmuştur. İbrahim (a.s) oğluna , onu rüyasında boğazladığını gördüğünü söylediğinde oğlu ona , "Babacığım emrolunduğun şeyi yap" der , babası da oğlunu boğazlamak için hazırlandığı sırada , bunun bir imtihan olduğu , İbrahim'in bu imtihanı başardığı vahyedilir.
Allah (c.c) , İbrahim (a.s) ın bu imtihanı başarma ödülü olarak ona İshak adında bir oğul daha bağışladığını beyan etmektedir (37.112).
Şimdi Hud suresi içindeki kıssada anlatılan , İshak ve Yakub'un müjdelenmesi daha kolay anlaşılacaktır. İshak , İbrahim (a.s) ın ikinci oğludur , İbrahim (a.s) a İshak adında bir oğul bağışlanmasının sebebi , onun imtihanı başarması nedeniyledir.
Yani Allah (c.c), İbrahim (a.s) ı imtihan ederek onun bu imtihanı başaracağını önceden bilmekte ve daha ortada ilk oğlu İsmail ortada dahi yok iken ona İshak'ın bağışlanacağı haber edilmektedir.
İshak ile birlikte Yakub'un bağışlanacağının haber edilmesini ise , daha İshak hayatta yok iken bile onun kiminle evleneceğini bilmiş , İshak'ın evlenerek Yakub adında bir oğlu olacağını bilmiştir.
Cehmiyye fırkasının bu konudaki görüşlerine tekrar dönecek olursak ; Allah (c.c) nin ilmi hadis yani varlığı yaratmadan önce onun hakkında bir bilgi sahibi değilse , İbrahim (a.s) ın imtihanı başaracağını , ilave olarak ona İshak'ı vereceğini , İshak'ın evlenerek Yakub adında bir oğlu olacağını Allah (c.c) nasıl bilmiştir?.
Demek oluyor ki , Allah (c.c) kulunun imtihanı ile ilgili olarak ne yapacağını ve kiminle evleneceğini bilmekte olup bunun tersi düşünceler Kur'an onaylı değildir.
Ayrıca, kıssanın Zariyat suresinde geçen , İbrahim'e gelen elçilerin Lut (a.s) ın kavminin helak edilişi ile ilgili ayetlere baktığımızda, daha onlar Lut kavmine gitmeden , İbrahim (a.s) a Lut kavminin helak edildiğini ve bu helakın nasıl gerçekleştini haber vermektedirler.
[051.0337] Biz, de dediler: Mücrim bir kavme gönderildik Ki onların üzerine çamurdan taşlar salalım; Rabb 'inin katında, haddi aşanlar için işaretlenmiş taşlar.Orada mü'minlerden kim varsa çıkardık. Zaten orada bir evden başka müslüman bulamadık.Ve öyle elîm azabdan korkacaklar için orada bir âyet bıraktık
Hud ve Hicr surelerinde geçen kıssa içindeki ayetlerde , Lut (a.s) ın kavminin helak edileceği haberi , gelecek zaman kipi içinde verilirken , Zariyat suresi içinde geçen ayetlerde , Lut kavminin helak haberi neden geçmiş zaman kipi ile , yani işin olup bittiği şeklinde verilmektedir?.
Düşünecek olursak , elçiler daha İbrahim (a.s) ın yanında ve Lut (a.s) ın kavminin imtihanı devam etmektedir. Halen devam etmekte olan bir imtihan için artık kesin bir karar verilmiş olması yani kalemin kırılmış olması neyi göstermektedir ?.
Elçiler Lut (a.s) a gittiklerinde , Lut (a.s) kavmine bu kötülükten vazgeçmeleri için adeta yalvarmaktadır. Lut (a.s) ın kavmi, eğer onun bu isteklerine olumlu cevap vermiş olsa ve Lut'a iman etmiş olsaydı , iman etmiş bir kavmin helak edilmesi zulüm olurdu.
Hud ve Hicr surelerinde, Lut kavminin helak edilmesi haberinin, gelecek zaman yani işin henüz vaki olmamış hali olarak , Zariyat suresinde helak edilme haberinin, geçmiş zaman yani işin olmuş bitmiş hali olarak verilmesinin ne anlama gelebileceğini düşündüğümüz zaman , Allah (c.c) nin kullarının imtihanı ile ilgili olarak ne yapacaklarını bildiği , Bu bilgisinin ispatı ise, Lut kavminin artık iman etmeyeceğini bilmiş olması üzerinden bizlere anlatılarak gösterilmektedir.
Allah (c.c) için "Gayb" olan bir şey varmı dır ?.
"Gayb" insana has bir alan olup , Allah (c.c) için böyle bir alan yoktur. Zariyat suresindeki İbrahim'in misafirleri kıssasının olmuş bitmiş hali ile anlatılması , Kur'anın bir çok yerinde geçen kıyamet ve cehennem sahnelerinden bazılarının geçmiş zaman sigası, yani olup bitmiş bir şekilde anlatılmış olması , Allah (c.c) için gayb diye bir alanın olmadığının açık ve net bir kanıtıdır.
Sayın Bayındır hoca , bu konuda yapmış olduğu derslerden birisinde kendisi için yapılan , "Allah (c.c) nin gaybı bilmediğini" söylediği iddiasına çok sert bir biçimde karşılık vererek, kendisine iftira atıldığını , hiç bir zaman böyle bir söz söylemediğini beyan etmektedir. Bayındır hoca tabiki direk olarak böyle bir söz söylemez , ancak ortaya attığı iddianın Allah (c.c) nin gaybı bilemeyeceğini iddia etmek demek burada ifade etmekte istiyoruz.
Allah (c.c) nin imtihan için yarattığı insanların bir kısmının cehenneme girerek orada olan konuşmalarından bahsetmiş olması , devam eden bir imtihan hayatı içinde inen kitabın içinde haber verilen bu durumun , imtihanı bitmeyen insanların bir kısmının cehennemi hak edeceğini bilmesi , Allah (c.c) nin bilgisinin sınır olmadığını göstermektedir.
Allah (c.c) nin bilgisine sınır koymak isteyen düşüncenin delil olarak dayandığı ayetlerden birisi de içinde "Li na'leme" (Bilmek için) ibaresinin geçtiği ayetlerdir. Bu ayetleri delil olarak sayanlar , "Kardeşim Allah bilmek için dediğine göre demekki bilmiyor" şeklinde sözler söyleyerek bu konuda kendilerini komik duruma düşürmektedirler.
Bu iddianın ne kadar komik bir iddia olduğunu görmek için Muhammed (a.s) a verilen emir türü ayetleri okumak yeterlidir örneğin ;
[015.088] Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz geçimliğe gözlerini
dikme ve onlara üzülme. İnananlara kanat ger.
Bu ayeti okuyan birisi , "Demek Muhammed (a.s) müşriklere verilen dünya malına göz dikiyor ve mü'minlere kanat germiyormuş onun için ona böyle yapmaması emredilmiş" şeklinde bir iddia ortaya atabilir mi ?.
El cevab = böyle bir iddiada bulunmak asla mümkün değildir. Bu tür ayetler , Muhammed (a.s) yapmadığı işleri değil onun şahsında bizlere hatırlatmalardır.
Allah (c.c) , yarattığı kullarını ahirette cennet veya cehennem ile cezalandırması için o kulların somut ameller işlemesi gerekmektedir. "Bilmek için" şeklinde gelen ibareler , onun bilmediğinin göstergesi değil , kullarına vereceği karşılığın sebebinin somut amellere dayanması içindir.
Sonuç olarak ;Allah (c.c) nin bilgisine sınır koymak sureti ile ona eksiklik izafe etmek kişinin itkadında derin bir yara açacak , ve bu yaranın Kur'an literatüründeki adı "KÜFR" dür. Allah (c.c) nin bilgisi konusunda yapılan tartışmaların en büyük hatası , bu tartışmaların temelini devşirme düşüncelerden alınmış olmasıdır. "İlk nesil" dediğimiz kişilerin , böyle bir tartışma içine girmeyerek sadece inen ayetleri hayatlarına pratize etme gayretlerini düşündüğümüz , bizlerin bu ayetleri entellektüel muhabbet malzemesi yaparak birbirimizi incitme malzemesi yaptığımızı düşündüğümüz zaman ilk nesil ile aramızda nasıl bir fark olduğu görülecektir.
Geçmiştekilerin , sadece saray erkanını temize çıkarmak için , kullandıkları kavramlardan olan "Kader" konulu tartışmaların , onların dedikleri gibi olmadığını ispatlamak için , Allah (c.c) nin bilgisine sınır koymak ve onu bilmezlikle suçlamak , "Kaş yapayım derken göz çıkarmak" misali bir durum olup, Allah (c.c) ye işlenmiş büyük bir hatadır. Bizler Kur'an ayetlerini baz alırken ön yargılarımızı onaylatmak amacı değil , bu konuda kitabın nasıl bir bilgi verdiğini dikkate almak zorundayız , aksi takdirde bu kitap belirleyiciliğini kaybederek , sadece birilerinin indi düşüncelerini onaylamaya yarayan bir kitap haline dönüşecektir. Rabbimiz bizleri kitabı teslim almaya çalışanlardan değil , teslim olan kullarından kılsın.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
İsmail hocam, Abdülaziz Bey'in bu Kur'an dışı ve facia derecesindeki iddiasına cevaben yazdığınız bu yazınızın altına imzamı atıyorum.Elinize sağlık.Müsadenizle küçük bir katkı da ben yapmak istiyorum:
YanıtlaSilNuh (a.s.)kavmi ile ilgili olarak Hud Suresi 36. ayette Allah Teala şöyle buyurmuştur:
Nûh’a vahyolundu ki: “Kavminden daha önce iman etmiş olanlardan başka, artık hiç kimse iman etmeyecek. O hâlde, onların yapmakta oldukları şeylerden dolayı üzülme.”
Bu duruma göre Nuh kavminin sınavı daha bitmemişken, daha yaşıyorlarken, isterlerse her an iman etme şans ve imkanları varken, Allah Nuh'a kavminden şimdiye kadar iman edenlerden başkasının iman etmeyeceğini bildirmiştir. Eğer Allah kullarının ne seçim yapacaklarını onlar seçene kadar (haşa) bilmiyor idiyse bu durumu Nuh'a nasıl vahyetmiştir? Haşa bilmeden mi?
Allah Teala böyle eksikliklerden münezzehtir. O herşeyi, geçmişte kullarının ne amel işlediğini, gelecekte de ne işleyeceklerini bilmektedir. Allah, işlediklerimize kendimizin şahit olmamız, Kendisinin şahit olması ve diğer şahit olabilecek her ne var ise şahit olmaları için bu dünya hayatını ve ölümü yaratmıştır.Hal böyleyken Abdülaziz Bey'in iddiası imanın temeli olan Allah inancının köküne dinamit koyarak mahvetmektedir. Böyle sakat bir Allah inancını reddediyorum ve O'nu tüm eksiklik ve acizliklerden münezzeh tutuyorum...
Selam ve sevgiler.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil