Şahitliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şahitliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Nisan 2017 Salı

Maide s. 109. Ayeti ile Nisa s. 41. ve Nahl s. 89. ayetleri Arasındaki Bir Müşkülat ve Peygamberlerin Şahitliği

Allah (c.c) Maide s. 109. ayetinde "Allah, Resulleri topladığı gün şöyle buyurur; Size ne cevap verildi? Onlar da: Bizim bir bilgimiz yoktur, doğrusu gaybları bilen Sensin Sen, derler." buyurarak, hesap gününde meydana gelecek bir olayı bildirmektedir. Ancak dikkatli bir Kur'an okuyucusu, Kur'an'ın bazı ayetlerinde Muhammed (a.s) ın kavmine şahit olarak getirileceğini beyan eden ayetleri okuduğu zaman, bu ayetler arasında bir müşkülat olduğunu fark edecek ve bu müşkülatın nasıl çözülebileceğini düşünecektir.

[004.041] Her ümmetten bir şahid getirdiğimiz ve onların da üzerine seni şahid olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak?.

[016.089] Her ümmet içinde kendi nefislerinden onların üzerine bir şahid getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.

Nisa s. 41. ve Nahl s. 89. ayetlerine baktığımızda, Muhammed (a.s) ın yaşadığı zaman içindeki muhataplarına karşı, hesap gününde şahit olarak getirileceğinden bahsedilmektedir. Maide s. 109. ayetine baktığımız zaman ise, hesap gününde bütün resullere (Muhammed a.s da bu resullere dahildir) kavimleri tarafından onlara ne cevap verildiği sorulduğunda, onların "Bizim bir bilgimiz yoktur, doğrusu gaybları bilen Sensin Sen" şeklinde bir cevap verecekleri bildirilmektedir. 

Bu ayetleri okuyan dikkatli bir okuyucunun, Nisa ve Nahl surelerindeki ayetlerde, Muhammed (a.s) ın kavmine karşı şahitlik için getirileceğinden bahsedilirken, Maide s. 109. ayetinde ise içinde Muhammed (a.s) ın da dahil olduğu elçilerin, bu konuda bilgi sahibi olmadıklarını söyledikleri dikkatini çekecektir. Bu durum, tefsirde Müşkülat olarak bildiğimiz durum ile izah edilerek, bu müşkülatın nasıl çözülebileceği üzerinde fikir yürütülmektedir.

Bilindiği üzere, hesap gününde bütün insanlar toplanacak, toplanan bu insanlar arasında, Allah (c.c) tarafından gönderilmiş elçilere, onların vefat etmesinden sonra da iman etmiş veya etmemiş olan insanlar da bulunmaktadır. 

Bu durumu Muhammed (a.s) ın elçiliğinde örnekleyecek olursak; Muhammed (a.s) a iman eden veya etmeyen insanlar, sadece kendisinin yaşadığı zaman ile sınırlı değil, vefatından sonra da ona iman eden veya etmeyen insanlar, kıyamete kadar da ona iman edecek veya etmeyecek olan insanlar olacaktır. Bu durum İbrahim, İsa, Musa ve bütün elçiler (hepsine selam olsun) için de geçerlidir. 

Bütün insanların toplandığı mahşer alanında, bütün elçilerin vefatlarından sonra kendilerinden sonra yaşayan insanlar ile ilgili herhangi bir şahitlikte bulunmalarının söz konusu olmadığını düşündüğümüzde, Maide s. 109. ayetinde elçilerin söyleyeceği "Bizim bir bilgimiz yoktur, doğrusu gaybları bilen Sensin Sen" sözü daha net anlaşılacak, Nisa s. 41. ve Nahl s. 89. ayetlerinde müşkül olarak görünen durum açıklığa kavuşmuş olacaktır.

Bu noktada Elçilerin şahitlikleri kimler için sınırlıdır? sorusu sorulacak ve bunun cevabı istenecektir. Bu sorunun cevabı ise Maide s. 116-117-118. ayetlerindeki İsa (a.s) ın sorgulanması sırasında söylediği sözlerdedir.

[005.116-8] Allah: «Ey Meryem oğlu İsa!» Sen mi insanlara «Beni ve annemi Allah’tan başka iki tanrı edinin,» diye? «diye sorguladığı vakit o şöyle diyecek: «Hâşa! Sen şerikden ve her noksandan münezzehsin Ya Rabbî! Hakkım olmayan bir şeyi söylemem doğru olmaz, bana yakışmaz.» «Hem söylediysem malûmundur elbet. Benim varlığımda olan her şeyi Sen bilirsin, ama ben Sen’in Zatında olanı bilemem. Bütün gaybleri hakkıyla bilen ancak Sen’sin.» «Sen ne emrettinse ben onlara, bundan başka bir şey söylemedim. Dediğim hep şu idi: «Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin!» «Ya Rabbî! Ben aralarında olduğum müddetçe onları kolladım. Fakat vakta ki Sen beni aralarından tutup aldın, onları görüp denetleyen yalnız Sen kaldın. Sen gerçekten her zaman, her şeye hakkıyla şahitsin. Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Sen’in kullarındır. Onları affedersen, aziz-u hakîm (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sen’sin!»

Bu ayetlerde İsa (a.s) yaşadığı zaman içinde ulaştığı kişilere, kendisine verilen emrin dahilinde hareket ettiğini, kendisinin vefatından sonra olan bitenden haberi olmadığını söylemektedir. İsa (a.s) ın bu durumu sadece kendisi için değil, bütün elçiler için geçerlidir. Bütün elçiler yaşadıkları zaman zarfı içinde olan biten hakkında şahitlik yapacak olup, kendilerinden sonra olanlar için,  bu durum ayet içinde GAYB olarak geçmektedir, herhangi bir bilgiye sahip olmadığını söylemektedir.

Nisa s. 41 ve Nahl s. 89. ayetlerdeki şahitlik, Muhammed (a.s) ın kavmine karşı yapacağı şahitlik olup, kendisinden sonra gelen insanlar hakkında herhangi bir şahitliği olmayacaktır. Maide s. 109. ayeti elçilerin kendilerinden sonra ki durumu ifade etmektedir.

Sonuç olarak; Elçilerin şahitlikleri yaşadıkları zaman içinde muhatap oldukları insanlar ile sınırlı olup, kendilerinden sonra yaşamış insanlar hakkında herhangi bir şahitliklerinin olması söz konusu değildir. Maide s. 109. ayetinde, elçilerin kendilerine Allah (c.c) tarafından sorulan soruya verdikleri cevap ile, Nisa s.41. ve Nahl s. 89. ayetlerinde elçinin şahitlik etmesi ile ortaya çıkan müşkül durum, elçilerin kendilerinden sonraki insanlar hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmadıkları için, onlar hakkında herhangi bir şahitliklerinin olamayacağını söylemeleri olarak anlaşılması, ayetler arasındaki müşkülatın ortadan kalkması anlamına gelecektir. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

22 Ekim 2016 Cumartesi

Nisa s. 41 ve Nahl s. 89. Ayetleri : Muhammed a.s ın Şahitliği Kimler İçin Olacaktır?

İslam düşüncesi içinde en yanlış olarak bilinen konuların başında Muhammed a.s ın nasıl bir konuma oturtulması gerektiği gelmektedir. Bütün Müslümanlar, onun beşer bir elçi olduğunu bildikleri halde , bir kısım Müslüman onun beşer olmasını içine sindiremeyerek , onu beşer üstü bir konuma çıkarmış  böylelikle bir çok yanlışın kapısı açılmıştır. 

Her nefsin ölümü tadacağını (Ankebut s. 57), onunda öleceğini (Zümer s. 30)bildiren ayetlere rağmen , Allah yolunda öldürülenlerin diri olduğunu beyan eden ayetlerin literal olarak yorumlanması sonucu , onun da Allah yolunda ölen birisi olduğu için ölmediği , diri olduğu düşüncesi yaygınlaşarak , bu düşünce üzerinden bir çok yalan , iftira ve hurafe uydurulmuştur. 

Bu yazımızda , onun yaşayan biri olarak ümmeti üzerinde hala gözetmen olduğunu iddia edenlerin dayanak olarak sunmaya çalıştığı , Nisa s. 41. ve Nahl s. 89. ayetlerinde geçen şahitlik konusunu ele alarak , Muhammed a.s ın kimler üzerinde şahit olabileceğini , onu şahitliğinin ölümünden sonra devam edip etmeyeceğini ele almaya çalışacağız.

فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا مِن كُلِّ أمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلَى هَؤُلاء شَهِيدًا
يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَعَصَوُاْ الرَّسُولَ لَوْ تُسَوَّى بِهِمُ الأَرْضُ وَلاَ يَكْتُمُونَ اللّهَ حَدِيثًا

[004.041-42]  Her ümmetten bir şahid getirdiğimiz ve bunların da üzerine seni şahid olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak? .İşte o gün, küfredip Rasul'e asi olanlar, isterlerdi ki; yerle bir olsalardı da Allah'dan o bir sözü gizlememiş bulunsalardı.

وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِي كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا عَلَيْهِم مِّنْ أَنفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَهِيدًا عَلَى هَؤُلاء وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ

[016.089]  O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de bunların üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.

Ayetler , kıyamette gerçekleşecek olan bir sahneyi canlandırmaktadır. Ayetlerde altını çizdiğimiz, "bunların" kelimesinin, Muhammed a.s misyonunun ölümü ile bitmediğini, hayatiyetini halen devam ettiğine inanan rivayet kültürünün etkisi altında kalınması sebebi ile bir çok mealde, "onların" , "ümmetinin" veya "hepsinin" şeklinde çevrilmiş olması sonucunda , Muhammed a.s ın şahitliğinin daha geniş bir zamanı ve kişileri kapsadığı düşüncesi hakim olmuştur. Halbuki yapılan çeviriler "bunların" şeklinde yapıldığı zaman , bu kelime ile kast edilen kimselerin ilk muhataplar olan , Muhammed a.s ın hayatta iken tebliğini ulaştırmış olduğu kişiler olduğu daha kolay anlaşılacaktır. 

Ayetlerdeki "haulai" zamirinin "bunların" yerine "onların" olarak çevrilmesi ne gibi yanlışları beraberinde getirebilir ?. 

Öncelikle bu ayetteki "haulai" zamirinin, rivayet kültürünün eseri olan Muhammed a.s ın şahitliğinin kıyamete kadar devam edeceği düşüncesinden kaynaklanan bir ön kabul doğrultusunda, "bunların" yerine "onların" şeklinde çevrildiğini söylemek istiyoruz. Bazı meal yapıcıları , bu zamire doğru anlam vermiş olsalar dahi, ağırlıklı olarak bu  zamirin "onların" şeklinde veya, şahitliğin vefatı sonrasında da geçerli olduğu düşüncesini çağrıştıran anlamlar verilerek yapılmış olduğunu söyleyebiliriz. 

Hatta bazı meal yapıcıları bu iki ayetin konu bütünlüğünün aynı olmasına dikkat etmeyerek bir ayette "onların" şeklinde çevirdikleri zamiri, diğer ayette "bunların" olarak çevirerek , Kur'an çevirisi yapılır iken konu bütünlüğüne dikkat edilerek anlam verilmesinin gereğine riayet etmemenin örneklerini sergilemişlerdir. Halbuki her iki ayetteki ibareler sadece "şehiden" kelimesinin yer değişmesi farkı ile aynıdır.

Konu bütünlüğü dikkat edilmeden aynı zamirin farklı anlam verilerek çevrildiği bir kaç meal örneği vererek, söylediklerimizin daha kolay anlaşılmasını sağlamak istiyoruz.

Bayraktar Bayraklı :
-Nisa s. 41 -- Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de ONLARA şahit olarak tutacağımız zaman, halleri nice olacaktır.
- Nahl s. 89 -- O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şâhit göndereceğiz. Seni de HEPSİNİN üzerine şâhit olarak getireceğiz. Ayrıca bu kitabı da sana, herşey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.

Ali Fikri Yavuz :
- Nisa s. 41--Her ümmetten peygamberlerini birer şahid getirdiğimiz ve seni de ONLARIN üzerine bir şahid yaptığımız zaman bakalım kâfirlerin hali ne olacak!...
- Nahl s. 89 -- Kıyamet günü, her ümmet içinden kendileri üzerine Peygamberlerini bir şâhid göndereceğiz ve SENİ DE ŞU ÜMMETİN üzerine şâhid getireceğiz (Ey Rasûlüm). Sana bu kitabı (Kur’an’ı), her şeyi beyan etmek için ve bir hidayet, bir rahmet, müminlere de bir müjde olarak perderpey indirdik.

Diyanet Vakfi :
- Nisa s. 41-- Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de ONLARA şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!
- Nahl s. 89 -- O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de HEPSİNİN üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu Kitab'ı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.

Şaban Piriş :
-Nisa s. 41 --Her toplumdan bir şahit getirdiğimiz ve seni de ONLARA şahit kıldığımız zaman nasıl olacak?
- Nahl s. 89-- Her topluma, kendi içlerinden bir şahid getirdiğimiz gün, seni de BUNLARA şahid olarak getireceğiz. Çünkü, sana her şeyi açıklamak için ve müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak kitabı indirdik.

Muhammed a.s ın şahitliği ile ilgili bu ayetleri anlamanın anahtar ayetlerinden bir tanesi , Maide s. 117. ayetinde İsa a.s ın sorgulanma sahnesinin anlatıldığı cümlelerdir. 

[005.117]  «Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiç bir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Beni vefat ettirdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sen oldun. Sen her şeyin üzerine şahid olansın.»

Maide s. 117. ayeti , bir elçinin şahitliğinin yaşadığı hayat içinde, muhatap olduğu kişiler ile sınırlı olduğunu gösteren bir ayettir. Bir elçinin vefat ettikten sonra şahitliğinin devam ettiği iddiası, itikadi yönden bir takım sıkıntılara yol açması açısından büyük bir hatadır. Bu elçi kim olursa olsun böyledir. İsa a.s ın Allah c.c indindeki yeri ile Muhammed a.s ın Allah c.c indindeki yeri asla farklı değildir. İsa a.s için geçerli olan durum ne ise , aynısı Muhammed a.s içinde geçerlidir. İsa a.s ın şahitliği vefatı ile nasıl bitti ise , Muhammed a.s ın da şahitliği vefatı ile sona ermiştir.

Bu konudaki düşüncemizi bundan önce, https://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2016/10/maide-s-117-ayeti-muhammed-as-kabrinde.html adresindeki yazımızda belirtmeye çalışmıştık.

Bu konudaki bir başka sıkıntı , konumuz olan ayetlerdeki şahitliğin, sınırlı bir zaman için geçerli olduğunu iddia etmenin , Kur'anın evrenselliğine gölge düşürmek anlamına geleceği noktasındadır, şöyle ki :

"Muhammed a.s ın şahitliğinin vefatı ile kesilmiş olması , onun şahitliğinden bahseden Nisa s. 41. ve Nahl s. 89. ayetlerinin tarihselliğe gömülmesi anlamına gelecek , bu ise "Kur'anın bütün ayetleri evrenseldir" söylemine ters düşecektir" denilmektedir. 

"Kur'anın bütün ayetleri evrenseldir" söyleminin, önce kendisinin ters ve ayakları yere basmayan bir söylem olduğunu söylemek isteriz. Kur'an içinde bazı ayetler dikkatlice okunduğunda, bugün için bize dair söyleyecek bir şeyi olmadığı görülecektir. Bu iddiamız , Kur'anın bütünü ile tarihsel bir kitap olduğunu iddia etmek anlamına gelmemektedir.

Kur'an, önce "İlk Muhataplar" dediğimiz Muhammed a.s ve onunla aynı zaman ve mekanda yaşayanlara inen bir kitaptır. O muhataplara inen ayetlerin anlaşılabilmesi , önce onlara ne dediğinin anlaşılmasından geçecektir. İlk muhataplara seslenen Kur'an ayetlerinin bize neler söyleyebileceği ise işin ikinci aşamasıdır. Birinci aşamayı geçmeden yapılacak okumalar, ilk muhatapların yaşadıkları şartları göz önüne alarak inen bir kitabın doğru anlaşılmamasını da beraberinde getirecektir.

Konumuz olan Nisa s. 41. ve Nahl s. 89. ayetlerinde , Muhammed a.s ın haklarında şahitlik edeceği, "heulai" (bunların) zamiri ile işaret edilen kişiler , Muhammed a.s ın birebir muhatap olduğu kişilerdir. Bu ayetlerde bahsedilen kişilerin ilk muhataplar olmuş olması , dolayısı ile Muhammed a.s ın şahitliği konusunun evrensel bir durum yani kıyamete kadar geçerli değil tarihsel bir durum, yani yaşadığı zaman ve mekan ile sınırlı olduğunu göstermektedir.

Bu ayetlerdeki şahitliğin sınırlı bir zamana ve kişilere has olmasını, Kur'anın evrenselliğine gölge düşürmemek adına kıyamete kadar geçerli olduğunu iddia etmeye kalkmak "Kaş yaparken göz çıkarmak" misali bir duruma düşmek anlamına gelecektir. Böyle bir duruma düşmemek için , Muhammed a.s ın yaşamının artık son bulduğu , onun vefatı sonrası bizlerin yaptıkları konusunda herhangi bir bilgi sahibi olmasının mümkün olmadığını düşünmek , ve bu doğrultuda bazı ayetleri yorumlamak en doğru tutum olacaktır.

Sonuç olarak : Muhammed a.s ın vefatı sonrasında gelişen olaylar , farklı bir peygamber algısını da beraberinde getirerek , yüzlerce yıldır bir çok sorunun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Onun beşer olmasını hazmedemeyen bazı kimseler onun ölmediğini , ümmeti ile olan alakasının kıyamete değin devam edeceğini iddia ederek , kişileri şirk'e düşüren düşünceler ortaya atmışlardır.

Onun hakkında ortaya atılan bu yanlış düşünceler , bazı Kur'an ayetlerinin bu ön kabul doğrultusunda çevrilmesine ve yorumlanmasına sebep olmuştur. Yazımıza konu  ettiğimiz ayetler , bazı meal yapıcıları ve yorumcular tarafından , böyle bir ön kabule uygun olarak çevrilerek , yanlış anlamalara sebep olmaktadır.

Bu gibi yanlışların önünün alınabilmesi , Kur'anın rivayet kültürü esas alınarak çeviri ve yorumlarının yapılmaması ile mümkün olacaktır. Kur'an meali yapmaya soyunanların , konu bütünlüğüne ve aynı ibareye sahip olan cümleleri bir yerde farklı , bir yerde farklı çevirmeleri , onların bu konudaki dikkatsizliğinin ve acemiliğinin bir sonucudur. 

Nisa s. 41 ve Nahl s. 89. ayetlerindeki şahitliğin , onun herkes gibi bir beşer olmasınını getirdiği durum gereği , insanlar hakkında olacak olan şahitliğinin , yaşadığı zaman ve mekan ile sınırlıdır . Vefatı sonrasında oluşan olaylar ve insanlar ile herhangi bir şahitliğinin olması mümkün değildir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.

10 Aralık 2014 Çarşamba

Kadının Şahitliği Meselesi

Kur'anın içinde olan bazı hükümler hakkında , bir takım insanların itirazları olduğu malumdur  ve bu itirazların başında kadının şahitliği meselesi de gelmektedir. Bakara s. 282. ayet içinde bildirilen şahit olma durumunda , bir erkeğin yerine, iki kadının şahit olabileceği beyan edilmiş olması Kur'anın kadınları aşağıladığı ikinci sınıf bir varlık gördüğü gibi itirazları da beraberinde getirmiştir.

Yazımızın amacı , Kur'anın kadın haklarına ne kadar değer verdiği , Kur'anın aslında çağdaş bir kitap olduğu v.s gibi sözlerle eziklik psikolojisi altında kalarak savunma amaçlı değil, bu meselenin nasıl anlaşılması gerektiğine dair düşüncelerimizi paylaşmak şeklinde olacaktır. Konu ile ilgili ayetin meali şu şekildedir. 

 [002.282]  Ey iman edenler, birbirinizden belirli bir vade ile borç aldığınızda, onu yazın; aranızda doğrulukla tanınmış bir yazı bilen kişi, onu yazsın. Yazı bilen de kendisine Allah'ın öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın. Bir de borçlu adam söyleyip yazdırsın, her biri Allah'tan korksun ve haktan birşey eksiltmesin. EĞER BORÇLU , AKLI ERMEYEN BİRİ YAHUT KÜÇÜK VEYA KENDİSİ SÖYLEYİP YAZDIRAMAYACAK İSE, VELİSİ DOSDOĞRU SÖYLEYİP YAZDIRSIN. ERKEKLERİNİZDEN İKİ ŞAHİT GÖSTERİN.EĞER İKİSİ DE ERKEK OLAMIYORSA O ZAMAN DOĞRULUĞUNA GÜVENDİĞİNİZ BİR ERKEKLE İKİ ŞAHİT OLSUN Kİ BİRİ UNUTUNCA DİĞERİ HATIRLATSIN.  Şahitler de çağrıldıklarında kaçınmasınlar. Siz yazanlar da az olsun çok olsun onu vadesine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu Allah yanında adalete en uygun olduğu gibi şahitlik için daha sağlam ve şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Ancak aranızda peşin devrettiğiniz bir ticaretse, o zaman bunu yazmamanızda size bir sakınca yoktur. Alışveriş yaptığınızda da şahit tutun, bir de ne yazana ne de şahitlik edene zarar verilmesin. Eğer zarar verirseniz bu mutlaka kendinize dokunacak bir günah olur. Allah'tan korkun! Allah size ilim öğretiyor ve Allah her şeyi bilir.

Ayet meali içinde büyük harflerle yazılı cümlelere dikkat edecek şahitlik gerektiren durum anlatılmaktadır. 

Öncelikle şu tesbiti yapmak durumundayız ;Kur'anı doğru anlamak için indiği zaman ve mekan şartlarının göz önüne alınması ve ilk önce ayetin ilk muhatapların yaşadığı şartların göz önünde bulundurulması gerektiğini hatırlatarak, bir erkeğin yerine iki kadının çağrılması gerekçesinin ne için gerekli olduğunun düşünülmesi gerekmektedir.

Ticaret hayatının bu gün dahi çoğunlukla erkeklerin iştigal sahasını olduğunu hatırlayarak , bu işle daha az meşgul olan kadınların ticaret hukuku ile ilgili uygulamalarda erkeğe göre daha acemi olduğunu gerçeğini unutmamak zorundayız. 

Bu sözlerimiz , kadınların erkeklere göre daha az akıl sahibi olduğunu iddia etmek anlamında değildir. Kadın veya erkek olsun her kişi iştigal ettiği alanda ihtisas sahibi olur ve o alan üzerinde diğer cinse göre daha tecrübeli olabilirler. Ev hanımı olan bir kadın erkeğe göre daha tecrübeli olduğu ve ev işlerini erkeklerden daha iyi bildiği malumdur. Bu durum , erkeğin kadına göre daha az akıllı olduğuna anlamına gelmez. 

Kadın olsun erkek olsun her kişi beceri edindiği alanda uzmanlık sahibidir, bu anlamda kadın veya erkeğin fıtratlarından kaynaklanan ayrı özellikleri vardır. Bu özellikler bir cinsin üstünlüğü diğer cinsin aşağılığı anlamında ele alınmamalıdır. 
  
İki kadının şahitliğinin, bir erkeğe denk gelmesi bütün şahitliklerde olması gerektiği yönündeki görüşlere katılmadığımızı beyan ederek , Kur'anın şahit getirilmesini istediği diğer ayetlerde böyle bir ayrım görülmemektedir , bu noktanın göz önünde bulundurulmasının gereğine dikkat çekmek istiyoruz.

Olaya günümüzde yapılan kadın hakları tartışmaları türünden bir gözle değil , Mü'min gözü ile baktığımızda bizleri yaratan Allah (c.c) nin fıtratımızı daha iyi bildiği ve konuda koymuş olduğu hükmün en doğru olduğu kanaati hasıl olması gerekirken ,bazı kimselerin bu tür konuları istismar etmesi haklı olarak Müslümanları da düşündürmektedir.

Olaya ayet bazlı baktığımızda Mü'min olarak söylenmesi gereken söz "İşittik ve itaat ettik" olmalıdır , ancak ayetin kastı , maksadı , hikmeti gibi konular üzerinde anlaşılma gayreti olabilir ve olması gerekir. Allah (c.c) bizler için indirmiş olduğu Kitabının içindeki bütün hükümler , Mülk s. 14. ayetinde beyan edildiği gibi "Yaratan bilmez olur mu? O, Latif'tir, haberdardır." ön bilgisi dahilinde okunmalı , şayet bir yanlışlık görüyorsak onu Kur'anda değil bizim düşüncemizde arayıp Kur'an doğrultusunda onu düzeltmemiz gerekmektedir.

Bu gün bile ticaret hayatı içindeki kadın-erkek oranına baktığımızda erkek yüzdesi kadınlara oranla daha fazladır.Ayetin 1400 küsur yıl önce indiğini , bu günkü gibi modern hesaplama sistemlerinin olmadığını hesaba katacak olursak böyle bir ayrıntıyı kadın hakları açısından ele almak değil , Allah (c.c) nin insan haklarına ne kadar değer verilmesi gerektiğini bizlere öğretmesi açısından ele almanın daha doğru olduğu görülecektir. 

Bu ayetin bu gün nasıl uygulanabileceği veye uygulanabilirliği meselesine gelince; 

Ticaret hayatının bu gün daha modern sistemler ile tutulmuş olması bu tür şahitliklerin bu gün için hayat içinde yer bulup bulamayacağı konusunun gündem edilmesini gerektirdiğini düşünüyoruz. Bunu derken Kur'ana tarihselci bir açıdan bakıp , " bu ayetler sadece o gün geçerlidir bu gün için geçerli değildir " şeklinde bir iddiamız olmadığını hatırlatalım.

Ayeti doğru anlamak için , önce nazil olduğu zaman şartlarının göz önüne alınmasının önemli olduğunu tekrar hatırlattıktan sonra , esas maksadı göz önünde tutmanın gerektiği ortaya çıkmaktadır. Ayette özürlü  veya engelli diyebileceğimiz duruma sahip olan ve kendi hakkını korumaktan aciz olan birisinin hakkının korunmasına yönelik bir hüküm ortaya konmuştur. O gün için geçerli olan hukuki durum böyle bir titizliği gerektirmekteydi demek sanırım yanlış olmayacaktır. 

Bu şekil bir durum bu gün karşımıza çıktığımızda yapılması gereken , o durumda olan kişinin hakkının zerre kadar yenilmemesi üzerine bir amaç dahilinde zaman içinde geçerli olan şartlar dahilinde uygulanacak işlemler olmalıdır. Ayet o zamanki şartları göz önüne alarak bir hüküm üretmiştir , bu gün bu tür bir şahitliğe gerek duyulmasını gerektiren ortam yoktur , bunu derken ayetin hükmü nesh olmuştur geçerli değildir demiyoruz , ancak nuzül zamanı şartları eğer yeniden canlanacak olursa bu şekil bir uygulamayı hayata aktarabiliriz , bu gün içinde olduğumuz şartlar böyle bir şahitlik durumunu gerektirdiğini düşünmüyoruz. 

 Kur'anın içinde olduğumuz şartlar göz önüne alınarak bu şartlar dahilinde çareler sunma mantığının dikkate alınmasının şart olduğunu düşünmekteyiz, bunun tersi bir durum bizi 1400 yıl öncesi bir hayat sürmemizi şart koşar ki bu şekil bir hayat kimse tarafından kabul görmez. 

Kur'anın hüküm içeren ayetlerinin ana maksadı belirleme açısından okunmasının gerektiğini düşünmekteyiz şöyle ki ; Hırsızlık cezası ile ilgili olarak hırsıza el kesme cezası öneren Kur'an , bu cezanın ibret olması gerektiğini belirtir .Bu gün şayet Kur'anın hüküm alanında uygulanması söz konusu olursa , hangi tür hırsızlığa nasıl ceza verilmesi gerektiği gündeme gelecektir , çünkü bütün hırsızlık türlerinde el kesme cezasnın uygulanması adil olmayacaktır , insan faktörü burada devreye girerek hukukçular tarafından bunların belirlenmesi gerekir. 

Ticaret hukuku da aynı şekilde düzenleme gerektirmektedir , asıl olanın hak yenilmemesi ve adaletli uygulama olması bazında gerekli olan evrensel ilkeler baz alınarak alt düzenlemeler yine hukukçular tarafından düzenlenecektir. Allah (c.c) kullarına karşı asla zulümkar olmadığı hatırdan çıkarılmayarak bazı durumlarda iki kadının şahitliğinin bir erkek yerine olmasının zulüm değil yaratanın bilmesi açısından okunmalıdır.

Sonuç olarak ; Bakara s. 282. ayetinde iki kadının bir erkek şahitliğine eş tutulması bütün şahitlerde değil ticaret ile ilgili olan uygulamada olduğu , Kur'anın şahitlik ile ilgili diğer ayetlerinde böyle bir uygulama emredilmemiş olmasından anlaşılmaktadır. Yaratanın yarattığını en iyi bildiği bilgisinden yola çıkarak, Kur'anın bu tür ayetlerinin kadın-erkek eşitsizliği açısından değil ,aksine hakka ve hukuka dayalı bir sistemin oluşması açısından bakılması gerektiğini düşünmekteyiz. Eziklik psikolojisi altında kimseye şirin görünmek gibi bir mecburiyetimiz olmadığını hatırlatarak , Kur'an içinde olan emirlere olması gereken Mü'min tavrının "İşittik ve itaat ettik" şeklinde olması gerektiğini bilenlerden olmamız gerekmektedir. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.