Yasa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yasa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ağustos 2017 Çarşamba

Zümer s. 49-52. Ayetleri: Allah'a Karşı Yapılan Nankörlüğün Karşılığının Değişmez Bir Yasa Olması

Allah (c.c) nin elçileri vasıtası ile indirdiği kitapların ortak adının ZİKİR (hatırlatma) olması gereğince, geçmişteki kişi ve toplumların başlarından geçenlerin Kur'an'da bizlere anlatılma sebebi, kişi toplumların yaşadığı bu olayların  SÜNNETULLAH yani Allah (c.c) nin yeryüzüne koyduğu değişmez yasaların bir sonucu olarak meydana gelmesidir. Bizler Kur'an'ı eğer bu açıdan okuyacak olursak, muhteviyatı içinde olan bir ayetin bize dair çok şeyler söylemiş olacağını da görebiliriz.

Zümer s. 49. ve 52. ayetlerini bu gözle okuduğumuz zaman, bize dönük önemli mesajlar içerdiğini görebiliriz.

فَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَا ثُمَّ إِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّا قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَىٰ عِلْمٍ ۚ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
[039.049]  İnsana bir sıkıntı dokunuverince bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir ni'met bahşediverdiğimiz zaman da o bana bir bilgi üzerine verildi der, bilakis o bir fitnedir velâkin pek çokları bilmezler.

قَدْ قَالَهَا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَمَا أَغْنَىٰ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
[039.050] Bu (o bana bir bilgi üzerine verildi) sözünü kendilerinden öncekiler de söylemişti; ama kazandıkları şeyler onlara hiç bir yarar sağlamadı.

فَأَصَابَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا ۚ وَالَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْ هَٰؤُلَاءِ سَيُصِيبُهُمْ سَيِّئَاتُ مَا كَسَبُوا وَمَا هُمْ بِمُعْجِزِينَ
[039.051] Bunun için işledikleri kötülükler başlarına isabet etti. Bunlardan zulmedenlerin de kazandıkları kötülükler başlarına isabet edecektir. Bu hususta Allah'ı aciz bırakamazlar.

أَوَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
[039.052]  Allah'ın rızkı dilediğine yaydığını ve kısıp bir ölçüye göre verdiğini bilmezler mi? Doğrusu bunda, inanan kimseler için dersler vardır.

Zümer s. 49. ayetinde kendisine bir sıkıntı dokunduğunda Allah'a yalvaran, bu sıkıntı ondan giderildiğinde önceden çektiklerini unutarak nankörleşen insan tiplerinden Kur'an'ın müteaddit ayetlerinde bahsedilmektedir. İnsanların bir kısmı kendilerine sıkıntı dokunduğunda Allah'a yalvarır, bu sıkıntı ondan giderilince yine Allah'ı hatırlayarak nankörleşmez, fakat bu olması gereken durum olduğu için, Kur'an bundan pek bahsetmez, aksine Allah'a karşı nankörlük yapan insanları merkeze alarak onlardan bahseder.

İnsanın içine düştüğü sıkıntıdan sonra sıkıntısının giderilmesinin insan için bir deneme olduğu beyan edilmektedir. Bu denemeyi geçemeyen insanın, nankörlüğünün bir ifadesi olarak söylediği, o bana bir bilgi üzerine verildi sözünün, 50. ayette önceki nankörler tarafından da söylendiği haber verilmektedir. 

Bu haberin karşılığını Kasas s. 76-82. ayetler arasında geçen Karun kıssasının 78. ayetinde görmekteyiz. Zenginliği ile şımarmış olan Karun, kendisine kavmindeki bir kısım kişi tarafından söylenen "Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah'ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu gözet. Dünyadaki nasibini de unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan da bulun. Yeryüzünde bozgunculuk arama. Doğrusu Allah; bozguncuları sevmez." ikazına karşılık o,  "Bu servet bana bendeki bir bilgi üzerine verildi" diyerek nankörlüğünü alenen açığa vurmaktadır. Karun kıssasının okuduğumuzda, kıssanın sonunda onun ve servetinin helak edildiği bildirilmektedir.

Zümer s. 51. ayetine geldiğimizde, nankörlük edenlerin, bu nankörlüklerinin karşılığını gördüğü bildirilmekte, 51. ayet içinde geçen وَالَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْ هَٰؤُلَاءِ (bunlardan zulmedenlerin de) ibaresi, zenginlikten şımarmış olan Mekke'li kodamanları işaret ederek (ilk muhataplar onlar olduğu için), Karun'un uğradığı aynı akıbetin onlar için de geçerli olduğu haber verilmektedir.

Mekke'de ilk nazil olan surelere baktığımızda, bu surelerde işlenen ağırlıklı konunun, Mekke'li inkarcıların kendilerine gelen elçi ve vahyi ret etme sebeplerinin başında, evlat, mal ve servetlerine olan aşırı güvenleri, ve bu güvenlerinin onlara özellikle ahirette ne  gibi zarar vereceği olduğu görülecektir. 

Mekke'li inkarcıların bu arka planını bildiğimiz zaman, Kur'an içinde bir çok yerde geçen Mekke'li inkarcılardan kat be kat üstün oldukları halde, evlat, mal ve servetlerinin kendilerine fayda etmediği kişi ve toplulukların helak edildiklerinin neden bizlere haber verildiğini daha net bir şekilde anlayabiliriz.

Kur'an, Karun kıssası üzerinden bir gönderme yapmakla, bu kıssada yaşananların Mekke'li inkarcılar için de geçerli olacağını haber vererek, mal ve servet sahiplerinin ayağını denk almalarını istemektedir.

Bu anlatımlar sadece Mekke'li kodamanlara mı yöneliktir? 

Elbette hayır, Mekke'li kodamanlar ilk muhataplardan oldukları için, geçmişlerin kıssalarında anlatılanlar, onların inkarcı tavırlarının geçmişte yaşayan kişi ve topluluklarda da görüldüğü, geçmiştekilerin bu hatalarının onlara çok pahalıya mal olduğu haber verilerek, aynı bedeli Mekke'li kodamanların da ödeyecekleri haber verilerek tehdit edilmektedir.

Kur'an'da geçmişte yaşamış Karun adlı şımarık bir servet sahibinin akıbetinden bahsedilerek, Mekke'li şımarık zenginler tehdit edilmiş, Ebu Lehep gibi kodamanların ismi verilerek, mal ve servetinin ona fayda etmediği bildirilmiştir. Mekke'liler, Karun adlı bir şımarığın örneğinde, yeryüzünde cari olan bu değişmez yasanın nasıl işlediğini görürken, bizler Karun'a ilaveten Mekke'li kodamanların da aynı akıbete düştüğünü görmekte, ve bunlardan ibret alınmasının istenildiğini öğrenmekteyiz.

Bütün bunlar bizlere şunu göstermektedir; 

İnsanların sahip oldukları her şey, onların elinde geçici olarak bulundurdukları onlara emanet olarak verilmiş imtihan araçlarıdır. Bütün insanların elinde olan Dünya Malı olarak nitelenenlerin tamamının asıl sahibi Allah (c.c) olup, insan kendisine emaneten verilmiş olan bu geçici şeyleri kendi isteği doğrultusunda değil, mal sahibinin isteği doğrultusunda kullanmak zorundadır.

Elindeki emaneti keyfi doğrultusunda kullanan insanların durumu ve akıbeti nedir?.

Bu sorunun cevabı Karun'un uğradığı akibet ile verilmektedir. Onun ve Ebu Lehep gibilerin uğradıkları akıbet, sadece belirli kişilerle sınırlı bir akıbet değil, Sünnetullah olarak bildiğimiz değişmez toplumsal yasaların bir sonucudur. Bu isimler artık şımarık zenginler için kullanılan evrensel isimler haline gelmiş, her çağda yaşayan ve yaşayacak olan Karun ve Ebu Lehep'ler geçmiş atalarının uğradıkları akıbete er veya geç mutlaka uğrayacaklardır.

Kur'an'ın bir adının Zikir yani hatırlatma olması geçmiş yaşantıları bizlere hatırlatması yani unutmamamızı sağlaması demek olup, ilgili ayetler bizlere geçmişte yaşayan şımarık zenginlerin akıbetlerini hatırlatarak Bunlar gibi olmayın mesajı vermesi açısından okunduğunda, anlatılanlar masal olmaktan çıkarak, ibretli mesajlara dönüşecektir.

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

2 Mart 2016 Çarşamba

TEVBE s. 38-41. Ayetleri : Düşmanlarımızla Savaşmamak Neticesinde Meydana Gelen Toplumsal Yasa

Kur'anın "Sünnetullah" adını verdiği toplumsal yasaların sebepleri ve bu sebeplerin meydana getirdiği sonuçlar, Kur'an içindeki önemli anlatımları teşkil etmektedir. Bu anlatımların amacı, geçmişte yaşanan olaylardan, gelecek olanların ibret alarak  dersler çıkarması, ve yollarını ona göre belirlemeleri gerektiği doğrultusunda olup , bizden öncekilerin yaptıkları ve yapmadıkları neticesinde karşılaştıkları sonucun aynısının dün olduğu gibi , bugün , yarın ta ki kıyamete kadar görüleceğinin bilinmesine dairdir.

Bu yazımızda Tevbe s. 38-41. ayetlerini , "Sünnetullah" olgusunu dikkate alan bir okuma yapmaya çalışarak , bu ayetlerdeki yasaların bugün bizler için nasıl işlediği üzerinde durmaya gayret edeceğiz.

Bilindiği üzere "Kıtal" (Harp) bir insanlık gerçeğidir. Bu yolla , müstekbirler müstazafları ezdikleri gibi , aynı yolla müstazaflar müstekbirlerin fesatlarını önleyebilmektedirler. 

[002.251]  Allah'ın izniyle onları hemen hezimete uğrattılar. Davud da Calut'u öldürdü. Allah ona mülk ve hikmet verdi. Dilemekte olduğunu da ona öğretti. Şayet Allah'ın insanları birbiriyle def'edip savması olmasaydı yeryüzü muhakkak fesada uğrardı. Ancak Allah, alemler üzerinde lutuf sahibidir.

[022.040]  Onlar, başka değil, sırf «Rabbimiz Allah'tır» dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.

Bu noktada asıl olan şey , haksızlığa uğrayanların , gasp edilen haklarını geri almaları için bu savaşı yapmaları gerektiği olup , gasp edilen haklarını geri almak için savaşmayanların ise , zulüm ve baskı altında inlemeye mahkum olmaları, tarih boyunca değişmeyen toplumsal bir yasadır.

Konumuz olan ayetler, bizlere bu gerçeği vurgulamaktadır. 

[009.038] Ey iman edenler! Size ne oldu ki «Allah yolunda seferber olunuz!» emri verilince bulunduğunuz yere yığılıp kaldınız? Yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama iyi bilin ki dünya hayatının zevki, âhiretin yanında pek az bir şeydir!
[009.039]  Eğer  seferber olmazsanız, Allah sizi acı bir azaba uğratır ve sizin yerinize başka bir topluluk getirir de siz savaşa çıkmamakla Onun dinine zerrece zarar veremezsiniz. Çünkü Allah her şeye kadirdir.
[009.040] Siz ona (peygambere) yardım etmezseniz, Allah ona yardım etmiştir. Hani kâfirler ikiden biri olarak onu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: «Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.» Böylece Allah ona 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, küfre sapanların da kelimesini (küfür çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi ise, yüce olandır. Allah üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.
[009.041] Ey müminler! Sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak hep birlikte seferber olunuz, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad ediniz. Eğer anlıyorsanız, sizin için hayırlı olan budur.

Tevbe s. 39. ayeti, Allah (c.c) yolunda yapılması gerekli olan seferberliğin yapılmaması halinde meydana gelecek olan durumu beyan etmektedir. Eğer Allah (c.c) ye iman ettiğini iddia edenler , savaşılması gereken durumlarda , bu savaşı yapmayarak oturmayı tercih ederlerse , bu yaptıkları onlara ZİLLET ve ESARET olarak geri dönecektir.

Bu ayetler , dün Medine deki Müslümanların savaş konusundaki isteksiz davranışlarının onlara ne gibi bir zararı dokunacağı beyan ederek , bu zararın değişmez bir yasa olduğunu bizlere hatırlatarak , aynı fiilin işlenmesi durumunda bizlerin de bu yasanın getirdikleri ile karşı karşıya kalacağımız mutlak bir gerçektir.

Medine Müslümanlarına örnek olarak anlatılan geçmişteki hayatlardan kesitler olan kıssalarda, yurtlarından çıkarılmış olanların , çıkarıldıkları bu yerlere nasıl dönebilecekleri ve buralarda nasıl bir hakimiyet tesis edecekleri ,özellikle "Talut Kıssası" ile veciz bir biçimde anlatılmaktadır. Bu kıssa okunduğunda , ortak yönleri "İnsan" olan İsrailoğulları ve Müslümanların, düşmana karşı bir isteksizlik içinde olduklarını da görebiliriz.

[002.246]  Musa'dan sonra İsrailoğullarından bir topluluğu görmedin mi ? Hani, onlar nebilerine bize bir hükümdar gönder ki, Allah yolunda savaşalım, dediler. Nebileri de: Üzerinize savaş farz edilir de ya savaşmazsanız? dedi. Onlar dediler ki: Biz Allah yolunda neden savaşmayalım? Hem yurtlarımızdan çıkarıldık, hem de oğullarımızdan (ayrıldık) . Fakat onların üzerine savaş farz edildiği vakit, içlerinden pek azı müstesna hep geri döndüler. Allah, zalimleri çok iyi bilendir.

Tevbe s. 39. ayetinde , iman edenlerde düşmana karşı oluşacak olan savaş isteksizliğinin, onlara "Acı bir azap ve kendilerinin yerine başka bir topluluk gelmesi" şeklinde bir karşılığı olacağının beyan edilmiş olmasının, yaşadığımız hayatta ki bugünkü karşılığının nasıl olduğunu görmek , ve içinde bulunduğumuz bu durumdan çıkmanın yolunu, yine bize rehber olan kitaptan okumak durumundayız.

Bugün İslam coğrafyasının büyük bir kısmını teşkil eden topraklara baktığımızda , geçmiş zamanlarda Müslümanların yapmış oldukları hatalar neticesinde ellerindeki gücü kaybederek , güçsüz duruma düştükleri , ve bu durumun halen devam ettiğini söylemek , "Görünün köy klavuz istemez" misali, yanlış olmayacaktır. İslam coğrafyasının çok büyük bir kısmı , kafirler tarafından ya askeri işgale , ya da sosyal ve ekonomik yönden işgale uğramış vaziyettedir.

Biz Müslümanların içinde bulunduğumuz bu durum , 1- Bizlerin bu duruma düşmemize sebep olan hatalar , 2- Bizlerin içinde bulunduğumuz durumdan kurtulma yollarının aranması, şeklinde  2 başlık altında incelenebilir. 

Mü'min veya Kafir farkı olmadan , hangi inanç bayrağı altında olurlarsa olsunlar, bu toplulukların sahip oldukları bir inanç değerleri olup, Mü'min veya kafirlerin bu inançlarının yaşanan hayatlar üzerinde etkili olması gibi bir misyonları bulunmaktadır. Bu gerçeği ayetlerde şu şekilde görmekteyiz.

[008.039] Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür.
[009.033]  Müşriklerin hoşuna gitmese de kendi dinini diğer bütün dinlere karşı üstün getirmek üzere peygamberini doğru yol ve gerçek din ile gönderen O'dur.
[004.076]  İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de tağut yolunda savaşırlar. O halde siz şeytanın taraftarlarına karşı savaşın. Çünkü şeytanın hilesi zayıftır.

Müslüman bir inanca sahip olanlar , bu inançlarının diğer insanlar üzerinde etkisi olması ve onlar tarafından da kabul görmesi için , Kafir bir inanca sahip olanlarda kendi inançlarının diğer insanlar üzerinde etkili olması için çalışmaları ret edilemez bir gerçektir. Savaş , bu isteğin gerçekleşmesi yönünde her iki tarafın da kullandığı bir yol olarak binlerce yıldır süregelen bir olgudur. 

Mü'min -Kafir şeklinde meydana gelen yeryüzündeki denge , hiç bir zaman boşluk kabul etmez. Eğer Mü'min tarafı terazinin hafif basan kefesinde yer alırsa , ağır basan tarafında kafirler olacak , eğer kafir tarafı terazinin hafif basan kefesinde yer alırsa, ağır basan kefesinde Müslümanlar olacaktır. Çeşitli sebepler yüzünden bu denge uzun senelerdir kafirler lehine değişerek , terazinin ağır basan tarafına yerleşmiş bir halde , yeryüzünde fitne ve fesada devam etmektedirler. 

[008.046] Allah'a ve Peygamberine itaat edin; çekişmeyin, yoksa korkar başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.

Dengenin bozulmasından en fazla zarar gören toplulukların başında maalesef bizler gelmekteyiz. Halbuki bizler bırakınız zulüm görmeyi , bu zulme engel olarak yeryüzünde ıslahı ikame etmek ile görevli kimseler iken , kendi aramızda kin , öfke , nifak , fırkalaşmak gibi unsurları sokarak güçsüz düşmüş, böylelikle bizden boşalan yeri kafirlerin doldurmasına kendi elimiz ile onlara fırsat tanıyarak, yeryüzünde fesadın yayılmasına sebep olan bir topluluk haline gelmişiz. 

Tevbe s. 39. ayeti , bizlerin birbirimizi yememiz sonucunda ortaya çıkacak olan durumu bizlere haber vererek , bu duruma düşmemek için gerekenlerin yapılmasını emretmektedir.

[009.039] Eğer  seferber olmazsanız, Allah sizi acı bir azaba uğratır ve sizin yerinize başka bir topluluk getirir de siz savaşa çıkmamakla Onun dinine zerrece zarar veremezsiniz. Çünkü Allah her şeye kadirdir.

"Seferber olmak" emrini , "İçinde savaşın da dahil olduğu , ve küfrün yeryüzünde hakimiyet ortamı bulma imkanının kafirlere verilmemesi" ni ifade eden geniş bir anlam çerçevesinde anladığımızda ,bunları yapmadığımız zaman kafirlerin şu andaki yeryüzündeki sahip oldukları durum ortaya çıkacaktır. 

Müslümanların bilim , teknoloji , sosyal , ekonomi , askeri v.s gibi her yönden seferberlik hareketine girişerek , her konuda dünyanın en kuvvetli gücü haline gelmeleri gerekirken , bunların yapılmaması neticesinde , ayet içinde vaat edilen "ACI BİR AZAP" haberi gerçekleşerek , biz Müslümanlar kafirler tarafından çoluk ,çocuk , kadın , erkek ayırt edilmeden her türlü zulme maruz kalmaktayız.

Ayetin haber verdiği ikinci bir vaat olan , " BİZİM YERİMİZE BAŞKA BİR TOPLUĞUN GELMESİ" yine gerçekleşerek , İslam coğrafyası hem fiili olarak askeri yönden kafirlerin işgaline uğramış , hemde kendilerini bağımsız zanneden halkı Müslüman olan ülkelerin uyguladıkları siyasi ve ekonomik yönetim şekilleri ile kafirlerin üretimi olan sistemlere teslim olarak , onlar tarafından topyekün işgalimiz gerçekleşmiştir.

Bir kısım İslam coğrafyası , İsrail , Amerika , Rusya gibi müstekbirler tarafından fiili olarak askeri işgale maruz kalırken , diğer bir kısım İslam coğrafyası ise , bu gibi ülkelerin ürettikleri ürünleri tüketen ve onların kültürlerine ve yönetim sistemlerine sempati duyan bir toplum haline gelerek , ekonomik , siyasi ve sosyal olarak işgal edilmiş vaziyettedir.

Eskiden sadece askeri işgal yolu şeklinde ortaya çıkan sömürgecilik , artık başka şekillerde de ortaya çıkmaktadır. Bir ülkenin başka ülkeye muhtaç olan bir hayat sürmesi , o ülkenin ekonomik ve sosyal olarak işgal edilmesini de beraberinde getirecektir.

Ekonomik , sosyal , askeri , siyasi , ahlaki v.s gibi değerlerin İslam dışındaki başka topluluklardan ithal edilerek , İslam coğrafyasında yaşayanlar üzerinde hakim kılınması , o coğrafyanın işgali anlamına gelmektedir. Bu işgalden kurtuluş çareleri aranmadıkça , İslam coğrafyası üzerindeki zillet ve esaret sona ermeyecektir.

Bu durumdan nasıl çıkılır ?, kafirlerin zulmü nasıl sona erer? . 

[011.113] Ve zulm edenlere meyl etmeyin ki size ateş dokunur, ve Allahdan başka velîleriniz de yoktur sonra yardım göremezsiniz.

Hud s. 113. ayeti , bugün Müslümanlar olarak içinde bulunduğumuz durumun sebebini "Zulm edenlere meyletmek ve Allah tan başka veliler edinmek" şeklinde sürülen hayatların sonucu olduğunu haber vermektedir.

Biz Müslümanların , "Zulmedenlere meyletmemek ve Allah tan başka veliler edinmemek" şeklindeki emri hayatımıza pratize şekli bu sorunun cevabı olarak anlaşılıp , okunarak hayata aktarıldığında, şu anda dünyanın içinde bulunduğu duruma karşı çözümler üretilmeye başlanacaktır.

Kur'anın bir çok ayeti, kafirler ile velayet yani işlerimizi onlara havale etmek şeklindeki yaklaşımları ret ederek , kendi kaynağımızı kullanarak ürettiğimiz değerlerin hayata geçirilmesi gerektiği emretmektedir. Ne acıdır ki, biz Müslümanların elindekinin kıymetini bilmeyen bir tutum içine girerek , başkalarının ellerinde olanlara ilgi ve heves duyan bir yaşam tarzını tercih etmiş olması ,bizleri  bugünleri görmeyi hak eden bir topluluk haline getirmiştir.

Müslümanların şu anda içinde bulunduğu ZİLLET ve ESARET ten kurtulma yolunun ilk basamağını atlamaları , öncelikle böyle bir durumda olduklarının farkına varmaları ile gerçekleşecektir. İçinde bulunulan durumdan rahatsız olan bir yaşam sürmek , bazı şeylerin farkında olmanın ve kurtulma çarelerini de aramanın yolunu açacaktır. 

Tevbe s. 39. ayet içinde belirtilen "Topyekün seferberlik" emrinin , teknolojik , askeri , sosyal , ekonomik , ahlaki bir kalkınma emrini ifade ettiğini söyleyebiliriz. Savaşmak gücüne sahip olmak demek, her yönden kalkınmışlığın bir neticesi olup , savaşacak gücü elinde bulunduramayanlar, her yönden savaşacak gücü elinde bulunduranların kölesi olmaya mahkumdur.

Bizler Kur'anı okurken , ilk muhataplar olan Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanların , çıkarıldıkları Mekke ye muzaffer biçimde geri dönmeleri için nasıl hazırlandıklarına dikkat eden bir okuma yapmaya çalıştığımız zaman , Kur'an mantığını ve mesajını daha kolay çözmüş olacağımızı söyleyebiliriz.

Mekke şehri , müşriklerin kalesi konumunda olan bir şehir olarak , Medine deki Müslümanların nihai bir hedefi idi. Medine hicreti ile başlayan hareketin tek gayesi , müşriklerin güç ve kuvvetlerinin sembolü ve ŞİRK'İN KALESİ olan bu şehrin, Müslümanlar tarafından fethedilerek tevhidin bir sembolü haline getirilmesi idi. 

Bizler bu hedefi gözeten bir Kur'an okumaları yapıp , nihai hedef olarak şu anda ŞİRK'İN KALESİ (Mekke) konumunda olan yerleri TEVHİDİN KALESİ konumuna getirmeyi amaçlayan bir bir yaşamın gerektirdiklerini yapmakla mükellef bir topluluk olduğumuzu unutmayan bir iman iddiası içinde bulunmamız gerekmektedir.  

Bizler yaşadığımız dünyayı "Tevhidin Kalesi" yapmak için çalışmadıkça , yaşadığımız dünyayı "Şirk'in Kalesi" yapmaya çalışanlar meydanı boş bularak , şu andaki yaşanan dünyanın ortaya çıkmasına sebep olacaklardır.

Medine de inen ayetlere baktığımızda , dikkatimizi çeken en önemli vurgu, kafirler ile olan savaşlar ve bu savaşlardaki insan tipleridir. Savaş , hayat içinde istenmese dahi çoğu zaman kaçınılmaz olarak baş vurulması gereken bir yol olarak , Müslümanların karşılaştığı bir olgu olup , bu savaştan kaçmak şeklinde ortaya çıkan durum sert biçimde eleştirilerek , bu savaştan kaçanların "Münafık" sıfatlı kişiler olduğu bir çok yerde hatırlatılmaktadır. 

İman- Küfür savaşının her an devam ettiği bir dünyada , "İman" safında yer almak iddiasının getirdiği bir takım yükümlülüklerin yerine getirilmesi , olmazsa olmaz şartlardandır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi neticesinde ortaya çıkacak olan durumdan tüm Müslümanlar sorumlu olacaktır.

Sonuç olarak ; Savaş bir dünya gerçeği olup , inandığımız değerleri dünyaya hakim kılmak için yapılması gereken seferberlik hareketinin bir parçasıdır. Eğer bizler bu hareketi yapmaz isek , başkaları yaparak , bizleri zillet ve esaret altına alacaktır. Bu değişmez bir yasa olup şu anda yaşadığımız dünya içindeki durumumuz , savaş gerçeğini göz ardı eden yaşam tarzı ve onun gereğini yapmamanın bir sonucudur. 

Savaşacak güç sahibi olmak demek , ekonomik , sosyal , askeri , siyasi , ahlaki v.s gibi bütün değerler noktasında üst seviyede olmayı gerektiren bir güç sahibi olmayı da beraberinde getirmesi gerektirdiği unutulmamalıdır. Şu anda sadece askeri gücü kullanarak insani ve ahlaki değerleri gözetmeyenlerin dünyayı ne hale getirdiklerini gördüğümüzde , eksik olan tarafın insana değer vermemek olduğunu görürüz. 

Haksız yere bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek gibi olduğunu bildiren Rabbimizin bize indirmiş olduğu değerler bütünü kevni ayetler ile birlikte okunmadığı müddetçe dünya kan gölü olmaya devam edecektir. 

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

27 Aralık 2015 Pazar

En'am s. 42-45 ve Araf s. 94-101. Ayetleri: Kıtlık ve Bolluk,Toplumlara Uygulanan Değişmez Yasa

Kur'anın bizden öncekiler ile ilgili anlatımları sadece yaşandığı zaman ve mekana has bir okuma yapılarak anlaşılmaya çalışıldığı takdirde , bu anlatımlar sadece "Eskilerin masalları" gibi okunan hikayeler olarak okunmuş olacaktır. "Sünnetullah" adı verilen toplumsal yasalar , kıyamete kadar geçerli olup , Kur'an bizden öncekilerin başlarından geçen bir takım olayları anlatmakla , "Sünnetullah" denilen toplumsal yasaların, bizlerden öncekilerin üzerinde nasıl işlediğini göstererek , bizlerin bu işleyişten ibret çıkarmasını amaçlamaktadır. 

En'am s. 42-45 ve Araf s. 94-101. ayetlerinde ,elçi gönderilmiş olan kavimlerin başlarına gelenlerin anlatılma sebebinin , "Sünnetullah" yasalarının bizden öncekiler üzerinde nasıl cari olduğunun okunarak, bu yasalardan ibretler çıkarılması amacına dönük bir okuma yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. 

Konumuz ile ilgili olan En'am s. 42-45. ayetlerinin meali şöyledir.

[006.042] Andolsun, senden önceki ümmetlere (elçiler) gönderdik de onları dayanılmaz zorluk  ve sıkıntılarla çeviriverdik. Umulur ki yalvarırlar diye.
[006.043] Onlara, zorluğumuz geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici  gösterdi.
[006.044]  Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler.
[006.045]  Böylece zulmeden topluluğun kökü kurutuldu. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'adır.

Araf s. 94-101. ayetlerinin meali şöyledir.

[007.094] Biz hiçbir ülkeye bir nebi göndermedik ki (karşı çıkmaktan vazgeçip) yalvarıp yakarsınlar diye ora halkını yoksulluk ve sıkıntıya uğratmış olmayalım.
[007.095]  Sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik, nihayet çoğaldılar ve: «Atalarımıza da böyle darlık ve sevinç dokunmuştu.» dediler ve hemen onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakaladık.
[007.096]  Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik.
[007.097]  O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
[007.098]  Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
[007.099] Artık onlar; Allah'ın düzeninden emin mi oldular? Hüsrana uğrayanlar topluluğundan başkası Allah'ın düzeninden emin olmaz.
[007.100] Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâla şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.
[007.101]  İşte bu ülkeler, sana onların 'haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.' Gerçekten, onlara peygamberleri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, küfre sapanların kalplerini böyle damgalar.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde , elçi gönderilmiş kavimlerin başlarından geçen bazı olayların o kavmi imana sevk etmesi gerekirken tersi bir duruma yol açtığı ve bu durumun onların helakine sebep olduğu anlatılmaktadır. 

İlk okunuşta ayetlerin geçmiş zamanda yaşamış , ve sadece içlerinden elçi çıkmış kavimler ile ilgili olduğu zannı hasıl olabilir .Halbuki o kavimlerin başlarından geçenler, toplumsal yasaların bir gereği olarak başlarına gelmiş olup , bu yasalar dün nasıl gerçekleşti ise , bu gün , yarın , ve kıyamete kadar, gerekli şartlar oluştuğu takdirde aynı yasalar yine gerçekleşecektir. 

Bu kavimleri feci bir akıbete götüren sebepler ne idi ?.

Allah (c.c) nin bir kavme elçi gönderme sebebi , o kavmin Allah (c.c) ye kulluk için gerekli olan amelleri , onun dışındakilere yapmaya başlayarak şirk'e düşmeleri sonucu , kime kulluk edilmesi gerektiğini yeniden hatırlatmalarıdır. 

İlgili ayetlerde anlatılan elçi gelmiş olan bir kavmin , ekonomik ve sosyal yönden devam eden bir yaşantısı vardır , elçiler böyle bir yaşam süreci devam eden kavim içinden seçilmiş olan bireylerdir. Bu kavim içinde en önemli aktörler , o kavmin "Mele" , "Müstekbir" , "Mütref" gibi kelimeler ile ifade edilen, ekonomik , sosyal , siyasal yönlerden o kavim içinde öne çıkmış "Kanaat önderleri" de diyebileceğimiz insanları olup , gelen elçiye ilk önce karşı çıkan bu aktörlerdir.

[017.016]  Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz.

Enam s. 42. ayetinde beyan edilen elçi gelmesi ile o kavmin zorluk ve sıkıntılara düşürülmesi , o kavmin kendi elleri ile işledikleri amellerin neticesindedir. Örneğin ; o kavmin ekonomik olarak zorluk ve sıkıntılara düşürülmesi demek , o kavmin yaşamış olduğu ekonomik ve iktisadi hayatın sonucu olarak işleyiş gösteren , ilgili yasaların neticesinde olup ,bu yasalar sadece geçmiştekilere  , veya belirli bir topluluğa has yasalar değil , evrensel mahiyet arz eden her zaman mekanda yaşayan insanlara has yasalardır. 

Ekonomik ve iktisadi yasalar , tek kişi için de , kişilerin oluşturduğu topluluklar olan devletler için de aynı şekilde işlerlik gösterir. En basit tarif ile , "Kazandığından fazlasını harcamak" şeklinde ortaya çıkan iktisadi dengesizlik , kişide ve devletlerde de aynı sonucu gösterir. Kazandığından fazlasını harcayan her kim olursa, hangi devlet olursa olsun , belirli bir zaman sonra evrensel yasalar gereği mutlaka iflasa yani helaka uğrayacaktır.

Kişi ve toplumlar üzerinde meydana gelen ekonomik ve iktisadi sıkıntıların iki boyutu vardır. 1. boyut bu sıkıntıya uğrama sebepleri ile ilgilidir , kişilerin kendi elleri ile işlediklerinin sonucu  meydana gelen bu sıkıntıların baş müsebbibi o sıkıntıya düşenler olup , Allah (c.c) nin bu konuda herhangi bir mes'uliyeti yoktur. Sebep -sonuç ilişkisi dahilinde gerçekleşen bu 1. boyutun 2. boyutu ise , sıkıntıya düşüldükten sonra ortaya çıkar. 

[002.155-157] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.Onlar ki, kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman, «Biz Allah içiniz ve biz nihâyet ona döneceğiz,» derler.Rablerinden (olan bir salat) bağışlanma ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır.

Bakara s. 155-157. ayetleri arasını okuduğumuzda , insanın başına gelen korku ,açlık , eksliltme gibi durumlar tamamen sebep -sonuç ilişkisi dahilinde meydana gelen durumlar olup , ortaya çıkan bu durumu Allah (c.c) "Deneme" olarak nitelendirmektedir. Bu olaylar bir şekilde başına gelen kişi ve toplumların , ikinci aşamada yapacakları şey , isyan etmemek ve başlarına gelen olaylara sebep olan durumu değerlendirerek , yeniden bir çıkış arama yoluna gitme gereğini anlatmaktadır. 

"Bu nereden başımıza geldi" gibi sözlerle onu bunu suçlayarak , meydana gelen kötü durumun düzelmesi mümkün değildir. Bu sonucu getiren sebepler ele alınarak , "Böyle bir sonuca neden geldik?" sorusunun cevabı aranmalı ve kötü durumdan ders alınarak bir daha aynı duruma düşülmemesinin çaresine bakılmalıdır. 

"Sabretmek" olarak nitelenen bu durum, bir çoğumuz tarafından yanlış anlaşılarak , içinde bulunulan kötü durumdan kendilerini Allah (c.c) nin çıkaracağı sanılmaktadır. Allah (c.c) insanları içinde bulundukları kötü durumdan çıkarır  çıkarmasına, ama bu durum insanın kendi eli ile işleyeceği müspet amellerin karşılığı olacaktır , aksi takdirde Allah (c.c) kimseyi yattığı yerden, "Ben sabrediyorum" diyerek çalışma karşılığı olmadan içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarmaz. 

Bakara s. 155-157. ayetlerini konumuz olan ayetlerle bağını kurarak okuduğumuzda , kendilerine gelen elçilerin tavsiyelerine uymayan toplum , bir takım sıkıntılar içine girmiş ve bu sıkıntıları aşma yolunu yine kendi elçilerinin tavsiyesi üzerine değil kendi kafalarına uygun yani şeytanın onlara tavsiye ettiği şekilde aşmaya çalışmışlardır. 

[027.047]  Dediler ki: Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık: O da: Uğursuzluğunuz Allah katındandır. Belki siz, imtihana çekilen bir kavimsiniz, dedi.
[036.018] «Doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık; vazgeçmezseniz and olsun ki sizi taşlayacağız ve bizden size can yakıcı bir azap dokunacaktır» dediler. Elçiler dediler ki; «uğursuzluk kendinizdendir. Bu uğursuzluk size öğüt verildiği için mi oldu? Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz.»

Neml ve Yasin suresindeki ayetlerde , elçiler gönderilmiş olan müşrik kavimlere , konumuz olan ayetler dahilinde, bir takım sıkıntılar arız olmuş , ancak bu kavimler başlarına gelen sıkıntıların kaynağını kendilerinde değil , gelen elçilerde yani Allah (c.c) de arayarak isyana düşmüşlerdir. 

Allah (c.c) nin bizden istediği şey , koymuş olduğu yasalar dahilinde bizim başımıza gelen herhangi bir olay karşısında isyana düşerek , bunun sorumluluğunu Allah'a yüklemek değil , bu sıkıntıdan kurtulmanın yollarını aramaktır. Bu yol arayışının , "Fiili dua" dediğimiz çalışma, "Kavli dua" dediğimiz yalvarıp yakarma ile birlikte yürümesi gerekmektedir. 

Toplumların ve kişilerin başlarına gelen sıkıntılar bir şekilde telafi olur eski refah zamanlarına kavuşulur ise , yapılması gereken eskiyi unutup yine aynı hataları tekrarlamak olmamalıdır. Enam s. 44. ayetine baktığımızda , bu sıkıntıdan kurtularak eski refah dönemlerine dönen insanların , eski düşmüş oldukları sıkıntıları unutan bir yaşam sürmeye devam ettikleri takdirde , aynı yasalar yine işleyerek kişi ve toplumların yeniden iflas ve yıkıma sürüklendiğini görmekteyiz.

Aynı anlatımı Araf s. 95. ayeti içinde de görmekteyiz , kıtlıktan sonra bolluğa kavuşan insanlar , bu sürecin daha önceden de aynı şekilde olduğunu ve bu süreçten ibret alınmadan bir hayatın sürülmeye başlandığını , geçmiş sıkıntılardan ibret alınmadan yaşanan bir hayatın sonunun , tarihin tekerrür etmesi ile aynı sıkıntıların yeniden yaşanacağını anlatmaktadır. 

Araf suresindeki ilerleyen ayetler , kimsenin yaşamış olduğu sıkıntıları unutmamasını , aynı sıkıntıların yeniden yaşanmayacağına dair kimsenin garanti almadığını , bu tür sıkıntıların her an için yaşanacağı şeklinde bir düşünce ile hayatın sürülmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. 

"Tarih tekerrürden ibarettir diyorlar.Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi ?" (M.Akif Ersoy)

Rahmetli şair , Sünnetullah yasalarının insan ve toplum üzerindeki işleyişinden ibret alınmadan sürülen bir hayatın neye mal olduğunu dizelere dökülmüş bir bir şekilde anlatmaktadır. Kur'an içindeki ayetler , insan ve toplum üzerindeki yasaların öncekiler üzerinde nasıl işlediğini göstererek, "Böyle yaparsanız sonunuz aynı olur" mesajı vermesine rağmen, bir çoğumuz bu uyarılara kulak asmadan bir hayat sürerek tarihin tekerrür etmesine sebep olmaktayız.  

[012.047-49]  Dedi ki: «Siz yedi yıl, önceleri (ektiğiniz) gibi ekin ekin, yediğinizin az bir kısmı dışında (kalanını) biçtiklerinizi başağında bırakın.»«Sonra onun ardından yedi şiddetli (sene) gelir ki: onlar için önceden biriktirmiş olduklarınızı yerler. Ancak tohumluk için saklayacağınızdan birazı müstesna.»«Sonra, halkın yağmur göreceği bir yıl gelir, o zaman sıkıp sağarlar» dedi.


Yusuf (a.s) kıssası içinde okuduğumuz bu ayetler , toplumlar için geçerli olan evrensel bir durumu anlatmaktadır. Toplumların yaşadıkları yıllar içindeki ekonomik ve iktisadi hayatları , aynı şekilde tek düze bir seyir arz etmez . "Bolluk ve kıtlık" şeklinde izah edebileceğimiz bu dalgalı seyir, doğru bir şekilde yönetildiği takdirde , kıtlık zamanları en az zarar ile atlatılarak , yeniden bolluk zamanına dönülebilir. 

Bollukta har vurup harman savurmadan, gelebilecek kıtlık yılları için gerekli olan hazırlıklar yapılmasının örneğini gördüğümüz Yusuf (a.s) ın kıtlık yönetimi politikası, bizlere evrensel bir mesaj vermektedir. Eğer hiç kıtlık olmayacakmış gibi harcama yaparak , gelebilecek yıllara karşı birikimde bulunmaz isek , kıtlık zamanında ağustos böceği misali, karıncanın kapısına dayanmak zorunda kalırız. 

Enam s. 45. ayetinde " Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'adır." cümlesi , o kavmin başına gelen olayın tamamen kendi elleri ile işlediklerinin karşılığı olup , Allah'ın onlara zulmetmesi gibi bir durumun asla söz konusu olmadığını göstermektedir. Allah (c.c) nin yapmış olduğu bütün işler "Hamd" etmeyi yani onu övmeyi gerektiren işler olup onu yermeyi gerektirecek herhangi bir iş asla işlemez.

Araf s. 96 da "Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazana geldikleri nedeniyle yakalayıverdik." buyurulması , "Takva" (sakınmak) temeline dayanan bir hayatın insan ve toplumların dünya hayatları ile ilgili yaptıklarına yansıyarak onların yanlış işler yapmasına mani olacağı , bu yanlış işlerin insan ve toplumların hayatında olumsuzluğa yol açmayacağı için , toplumsal yasalar onlar üzerinde bu sefer takva temelli bir hayatın karşılığı olarak işleyiş göstererek , ekonomik ve iktisadi yönden bolluk ve bereket içinde yaşanan bir hayatın kapılarını açacaktır.

Sonuç olarak ; Allah (c.c), arz üzerine koymuş olduğu yasaların bizden öncekiler üzerinde nasıl işlediğini anlatarak , aynı işleyişin bizler içinde geçerli olacağı mesajını vermiş , yapacağımız amellerin işleyiş yasalarına göre şekilleneceğini bildirmiştir. Özellikle ekonomik ve iktisadi hayat bu işleyiş yasalarına tabi bir şekilde gerçekleşmekte ve yaşanan hayat nasıl bir karşılığı gerektiriyor ise ona göre karşılık verilmektedir. 

Bu yasaların işleyişi mü'min kafir ayrımı yapılmadan işleyiş göstermekte olup , hiç kimse ve hiç bir toplum , işleyiş yasalarının karşılığını alma konusunda herhangi bir önceliğe veya torpile sahip değildir. İktisat kelimesi , kişi ve toplumların hayatında dengeyi ve adaleti gözeten bir yaşamın hedef alınması anlamına gelmekte olup , bu dengenin ve adaletin gözetilmediği toplumlar dün nasıl yıkıldıysa , bu gün , yarın ve kıyamete kadar aynı yıkım gerçekleşecektir. 

Bizler bu konudaki Kur'an ayetlerini , gereği gibi okuyarak geçmişlerden ders çıkaran okumalar yapıp , bu okumaları hayatımıza pratize ederek, "Takva" temelli bir bir hayat sürerek yıkımdan kurtulmamız mümkün olacaktır. 

                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.