94-101. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
94-101. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Aralık 2015 Pazar

En'am s. 42-45 ve Araf s. 94-101. Ayetleri: Kıtlık ve Bolluk,Toplumlara Uygulanan Değişmez Yasa

Kur'anın bizden öncekiler ile ilgili anlatımları sadece yaşandığı zaman ve mekana has bir okuma yapılarak anlaşılmaya çalışıldığı takdirde , bu anlatımlar sadece "Eskilerin masalları" gibi okunan hikayeler olarak okunmuş olacaktır. "Sünnetullah" adı verilen toplumsal yasalar , kıyamete kadar geçerli olup , Kur'an bizden öncekilerin başlarından geçen bir takım olayları anlatmakla , "Sünnetullah" denilen toplumsal yasaların, bizlerden öncekilerin üzerinde nasıl işlediğini göstererek , bizlerin bu işleyişten ibret çıkarmasını amaçlamaktadır. 

En'am s. 42-45 ve Araf s. 94-101. ayetlerinde ,elçi gönderilmiş olan kavimlerin başlarına gelenlerin anlatılma sebebinin , "Sünnetullah" yasalarının bizden öncekiler üzerinde nasıl cari olduğunun okunarak, bu yasalardan ibretler çıkarılması amacına dönük bir okuma yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. 

Konumuz ile ilgili olan En'am s. 42-45. ayetlerinin meali şöyledir.

[006.042] Andolsun, senden önceki ümmetlere (elçiler) gönderdik de onları dayanılmaz zorluk  ve sıkıntılarla çeviriverdik. Umulur ki yalvarırlar diye.
[006.043] Onlara, zorluğumuz geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici  gösterdi.
[006.044]  Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık da umutsuz kalıverdiler.
[006.045]  Böylece zulmeden topluluğun kökü kurutuldu. Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'adır.

Araf s. 94-101. ayetlerinin meali şöyledir.

[007.094] Biz hiçbir ülkeye bir nebi göndermedik ki (karşı çıkmaktan vazgeçip) yalvarıp yakarsınlar diye ora halkını yoksulluk ve sıkıntıya uğratmış olmayalım.
[007.095]  Sonra kötülüğü değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik, nihayet çoğaldılar ve: «Atalarımıza da böyle darlık ve sevinç dokunmuştu.» dediler ve hemen onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakaladık.
[007.096]  Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik.
[007.097]  O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
[007.098]  Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?
[007.099] Artık onlar; Allah'ın düzeninden emin mi oldular? Hüsrana uğrayanlar topluluğundan başkası Allah'ın düzeninden emin olmaz.
[007.100] Önceki sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâla şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık! Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitmezler.
[007.101]  İşte bu ülkeler, sana onların 'haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.' Gerçekten, onlara peygamberleri apaçık belgelerle gelmişlerdi. Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar. İşte Allah, küfre sapanların kalplerini böyle damgalar.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde , elçi gönderilmiş kavimlerin başlarından geçen bazı olayların o kavmi imana sevk etmesi gerekirken tersi bir duruma yol açtığı ve bu durumun onların helakine sebep olduğu anlatılmaktadır. 

İlk okunuşta ayetlerin geçmiş zamanda yaşamış , ve sadece içlerinden elçi çıkmış kavimler ile ilgili olduğu zannı hasıl olabilir .Halbuki o kavimlerin başlarından geçenler, toplumsal yasaların bir gereği olarak başlarına gelmiş olup , bu yasalar dün nasıl gerçekleşti ise , bu gün , yarın , ve kıyamete kadar, gerekli şartlar oluştuğu takdirde aynı yasalar yine gerçekleşecektir. 

Bu kavimleri feci bir akıbete götüren sebepler ne idi ?.

Allah (c.c) nin bir kavme elçi gönderme sebebi , o kavmin Allah (c.c) ye kulluk için gerekli olan amelleri , onun dışındakilere yapmaya başlayarak şirk'e düşmeleri sonucu , kime kulluk edilmesi gerektiğini yeniden hatırlatmalarıdır. 

İlgili ayetlerde anlatılan elçi gelmiş olan bir kavmin , ekonomik ve sosyal yönden devam eden bir yaşantısı vardır , elçiler böyle bir yaşam süreci devam eden kavim içinden seçilmiş olan bireylerdir. Bu kavim içinde en önemli aktörler , o kavmin "Mele" , "Müstekbir" , "Mütref" gibi kelimeler ile ifade edilen, ekonomik , sosyal , siyasal yönlerden o kavim içinde öne çıkmış "Kanaat önderleri" de diyebileceğimiz insanları olup , gelen elçiye ilk önce karşı çıkan bu aktörlerdir.

[017.016]  Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz.

Enam s. 42. ayetinde beyan edilen elçi gelmesi ile o kavmin zorluk ve sıkıntılara düşürülmesi , o kavmin kendi elleri ile işledikleri amellerin neticesindedir. Örneğin ; o kavmin ekonomik olarak zorluk ve sıkıntılara düşürülmesi demek , o kavmin yaşamış olduğu ekonomik ve iktisadi hayatın sonucu olarak işleyiş gösteren , ilgili yasaların neticesinde olup ,bu yasalar sadece geçmiştekilere  , veya belirli bir topluluğa has yasalar değil , evrensel mahiyet arz eden her zaman mekanda yaşayan insanlara has yasalardır. 

Ekonomik ve iktisadi yasalar , tek kişi için de , kişilerin oluşturduğu topluluklar olan devletler için de aynı şekilde işlerlik gösterir. En basit tarif ile , "Kazandığından fazlasını harcamak" şeklinde ortaya çıkan iktisadi dengesizlik , kişide ve devletlerde de aynı sonucu gösterir. Kazandığından fazlasını harcayan her kim olursa, hangi devlet olursa olsun , belirli bir zaman sonra evrensel yasalar gereği mutlaka iflasa yani helaka uğrayacaktır.

Kişi ve toplumlar üzerinde meydana gelen ekonomik ve iktisadi sıkıntıların iki boyutu vardır. 1. boyut bu sıkıntıya uğrama sebepleri ile ilgilidir , kişilerin kendi elleri ile işlediklerinin sonucu  meydana gelen bu sıkıntıların baş müsebbibi o sıkıntıya düşenler olup , Allah (c.c) nin bu konuda herhangi bir mes'uliyeti yoktur. Sebep -sonuç ilişkisi dahilinde gerçekleşen bu 1. boyutun 2. boyutu ise , sıkıntıya düşüldükten sonra ortaya çıkar. 

[002.155-157] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.Onlar ki, kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman, «Biz Allah içiniz ve biz nihâyet ona döneceğiz,» derler.Rablerinden (olan bir salat) bağışlanma ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır.

Bakara s. 155-157. ayetleri arasını okuduğumuzda , insanın başına gelen korku ,açlık , eksliltme gibi durumlar tamamen sebep -sonuç ilişkisi dahilinde meydana gelen durumlar olup , ortaya çıkan bu durumu Allah (c.c) "Deneme" olarak nitelendirmektedir. Bu olaylar bir şekilde başına gelen kişi ve toplumların , ikinci aşamada yapacakları şey , isyan etmemek ve başlarına gelen olaylara sebep olan durumu değerlendirerek , yeniden bir çıkış arama yoluna gitme gereğini anlatmaktadır. 

"Bu nereden başımıza geldi" gibi sözlerle onu bunu suçlayarak , meydana gelen kötü durumun düzelmesi mümkün değildir. Bu sonucu getiren sebepler ele alınarak , "Böyle bir sonuca neden geldik?" sorusunun cevabı aranmalı ve kötü durumdan ders alınarak bir daha aynı duruma düşülmemesinin çaresine bakılmalıdır. 

"Sabretmek" olarak nitelenen bu durum, bir çoğumuz tarafından yanlış anlaşılarak , içinde bulunulan kötü durumdan kendilerini Allah (c.c) nin çıkaracağı sanılmaktadır. Allah (c.c) insanları içinde bulundukları kötü durumdan çıkarır  çıkarmasına, ama bu durum insanın kendi eli ile işleyeceği müspet amellerin karşılığı olacaktır , aksi takdirde Allah (c.c) kimseyi yattığı yerden, "Ben sabrediyorum" diyerek çalışma karşılığı olmadan içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarmaz. 

Bakara s. 155-157. ayetlerini konumuz olan ayetlerle bağını kurarak okuduğumuzda , kendilerine gelen elçilerin tavsiyelerine uymayan toplum , bir takım sıkıntılar içine girmiş ve bu sıkıntıları aşma yolunu yine kendi elçilerinin tavsiyesi üzerine değil kendi kafalarına uygun yani şeytanın onlara tavsiye ettiği şekilde aşmaya çalışmışlardır. 

[027.047]  Dediler ki: Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık: O da: Uğursuzluğunuz Allah katındandır. Belki siz, imtihana çekilen bir kavimsiniz, dedi.
[036.018] «Doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık; vazgeçmezseniz and olsun ki sizi taşlayacağız ve bizden size can yakıcı bir azap dokunacaktır» dediler. Elçiler dediler ki; «uğursuzluk kendinizdendir. Bu uğursuzluk size öğüt verildiği için mi oldu? Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz.»

Neml ve Yasin suresindeki ayetlerde , elçiler gönderilmiş olan müşrik kavimlere , konumuz olan ayetler dahilinde, bir takım sıkıntılar arız olmuş , ancak bu kavimler başlarına gelen sıkıntıların kaynağını kendilerinde değil , gelen elçilerde yani Allah (c.c) de arayarak isyana düşmüşlerdir. 

Allah (c.c) nin bizden istediği şey , koymuş olduğu yasalar dahilinde bizim başımıza gelen herhangi bir olay karşısında isyana düşerek , bunun sorumluluğunu Allah'a yüklemek değil , bu sıkıntıdan kurtulmanın yollarını aramaktır. Bu yol arayışının , "Fiili dua" dediğimiz çalışma, "Kavli dua" dediğimiz yalvarıp yakarma ile birlikte yürümesi gerekmektedir. 

Toplumların ve kişilerin başlarına gelen sıkıntılar bir şekilde telafi olur eski refah zamanlarına kavuşulur ise , yapılması gereken eskiyi unutup yine aynı hataları tekrarlamak olmamalıdır. Enam s. 44. ayetine baktığımızda , bu sıkıntıdan kurtularak eski refah dönemlerine dönen insanların , eski düşmüş oldukları sıkıntıları unutan bir yaşam sürmeye devam ettikleri takdirde , aynı yasalar yine işleyerek kişi ve toplumların yeniden iflas ve yıkıma sürüklendiğini görmekteyiz.

Aynı anlatımı Araf s. 95. ayeti içinde de görmekteyiz , kıtlıktan sonra bolluğa kavuşan insanlar , bu sürecin daha önceden de aynı şekilde olduğunu ve bu süreçten ibret alınmadan bir hayatın sürülmeye başlandığını , geçmiş sıkıntılardan ibret alınmadan yaşanan bir hayatın sonunun , tarihin tekerrür etmesi ile aynı sıkıntıların yeniden yaşanacağını anlatmaktadır. 

Araf suresindeki ilerleyen ayetler , kimsenin yaşamış olduğu sıkıntıları unutmamasını , aynı sıkıntıların yeniden yaşanmayacağına dair kimsenin garanti almadığını , bu tür sıkıntıların her an için yaşanacağı şeklinde bir düşünce ile hayatın sürülmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. 

"Tarih tekerrürden ibarettir diyorlar.Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi ?" (M.Akif Ersoy)

Rahmetli şair , Sünnetullah yasalarının insan ve toplum üzerindeki işleyişinden ibret alınmadan sürülen bir hayatın neye mal olduğunu dizelere dökülmüş bir bir şekilde anlatmaktadır. Kur'an içindeki ayetler , insan ve toplum üzerindeki yasaların öncekiler üzerinde nasıl işlediğini göstererek, "Böyle yaparsanız sonunuz aynı olur" mesajı vermesine rağmen, bir çoğumuz bu uyarılara kulak asmadan bir hayat sürerek tarihin tekerrür etmesine sebep olmaktayız.  

[012.047-49]  Dedi ki: «Siz yedi yıl, önceleri (ektiğiniz) gibi ekin ekin, yediğinizin az bir kısmı dışında (kalanını) biçtiklerinizi başağında bırakın.»«Sonra onun ardından yedi şiddetli (sene) gelir ki: onlar için önceden biriktirmiş olduklarınızı yerler. Ancak tohumluk için saklayacağınızdan birazı müstesna.»«Sonra, halkın yağmur göreceği bir yıl gelir, o zaman sıkıp sağarlar» dedi.


Yusuf (a.s) kıssası içinde okuduğumuz bu ayetler , toplumlar için geçerli olan evrensel bir durumu anlatmaktadır. Toplumların yaşadıkları yıllar içindeki ekonomik ve iktisadi hayatları , aynı şekilde tek düze bir seyir arz etmez . "Bolluk ve kıtlık" şeklinde izah edebileceğimiz bu dalgalı seyir, doğru bir şekilde yönetildiği takdirde , kıtlık zamanları en az zarar ile atlatılarak , yeniden bolluk zamanına dönülebilir. 

Bollukta har vurup harman savurmadan, gelebilecek kıtlık yılları için gerekli olan hazırlıklar yapılmasının örneğini gördüğümüz Yusuf (a.s) ın kıtlık yönetimi politikası, bizlere evrensel bir mesaj vermektedir. Eğer hiç kıtlık olmayacakmış gibi harcama yaparak , gelebilecek yıllara karşı birikimde bulunmaz isek , kıtlık zamanında ağustos böceği misali, karıncanın kapısına dayanmak zorunda kalırız. 

Enam s. 45. ayetinde " Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'adır." cümlesi , o kavmin başına gelen olayın tamamen kendi elleri ile işlediklerinin karşılığı olup , Allah'ın onlara zulmetmesi gibi bir durumun asla söz konusu olmadığını göstermektedir. Allah (c.c) nin yapmış olduğu bütün işler "Hamd" etmeyi yani onu övmeyi gerektiren işler olup onu yermeyi gerektirecek herhangi bir iş asla işlemez.

Araf s. 96 da "Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazana geldikleri nedeniyle yakalayıverdik." buyurulması , "Takva" (sakınmak) temeline dayanan bir hayatın insan ve toplumların dünya hayatları ile ilgili yaptıklarına yansıyarak onların yanlış işler yapmasına mani olacağı , bu yanlış işlerin insan ve toplumların hayatında olumsuzluğa yol açmayacağı için , toplumsal yasalar onlar üzerinde bu sefer takva temelli bir hayatın karşılığı olarak işleyiş göstererek , ekonomik ve iktisadi yönden bolluk ve bereket içinde yaşanan bir hayatın kapılarını açacaktır.

Sonuç olarak ; Allah (c.c), arz üzerine koymuş olduğu yasaların bizden öncekiler üzerinde nasıl işlediğini anlatarak , aynı işleyişin bizler içinde geçerli olacağı mesajını vermiş , yapacağımız amellerin işleyiş yasalarına göre şekilleneceğini bildirmiştir. Özellikle ekonomik ve iktisadi hayat bu işleyiş yasalarına tabi bir şekilde gerçekleşmekte ve yaşanan hayat nasıl bir karşılığı gerektiriyor ise ona göre karşılık verilmektedir. 

Bu yasaların işleyişi mü'min kafir ayrımı yapılmadan işleyiş göstermekte olup , hiç kimse ve hiç bir toplum , işleyiş yasalarının karşılığını alma konusunda herhangi bir önceliğe veya torpile sahip değildir. İktisat kelimesi , kişi ve toplumların hayatında dengeyi ve adaleti gözeten bir yaşamın hedef alınması anlamına gelmekte olup , bu dengenin ve adaletin gözetilmediği toplumlar dün nasıl yıkıldıysa , bu gün , yarın ve kıyamete kadar aynı yıkım gerçekleşecektir. 

Bizler bu konudaki Kur'an ayetlerini , gereği gibi okuyarak geçmişlerden ders çıkaran okumalar yapıp , bu okumaları hayatımıza pratize ederek, "Takva" temelli bir bir hayat sürerek yıkımdan kurtulmamız mümkün olacaktır. 

                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.