teslim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
teslim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Haziran 2016 Pazartesi

Sebe Hükümdarının Süleyman'ın Kitabına Teslim Olması ve Bu Teslimiyetin Karşılığı

Kur'anın muhataplarına vermek istediği mesajı iletmekteki kullandığı yollardan birisi, insanların birbirleri arasındaki iletişimlerinde kullandıkları edebi sanatlardır. "Teşbih" (benzetme) sanatı denilen edebi üslup , insanların kendi aralarındaki iletişimlerinde sıkça kullandıkları, bilinen bir üsluptur. Kur'an bu sanatı, özellikle gaybi anlatımlarda kullanarak , zihin dünyamızın algılayamadığı gaybi alemi, zihin dünyamızın algıladığı, gözle gördüğümüz alemin verilerine benzeterek anlatmaktadır.

Kur'anın Allah (c.c) ile ilgili verdiği bilgilerin anlatımında böyle bir edebi üslup kullanılmaktadır.

Allah (c.c) kendisini bizlere, zihin dünyamızın aşina olduğu "Hükümdar" tasvirine uygun bir benzetme kullanarak anlatmaktadır. Neml suresinde anlatılan Süleyman (a.s) kıssasını okuduğumuzda, beşer bir hükümdarın emrine tabi olan ve olmayanlara ne yapacağı üzerinden , Allah (c.c) nin kendisini hükümdara benzetmesi ile ilgisini kurarak , emrine tabi olan ve olmayanlara ne yapacağını görmekteyiz. 

Neml suresinde anlatılan Süleyman (a.s) kıssasında , onun Sebe hükümdarına gönderdiği elçi ile arasında geçenlerin anlatıldığı ayetlere baktığımızda, Allah (c.c) nin hükümdarlığı ile , Süleyman (a.s) ın hükümdarlığı arasında bir benzetme kurulduğunu görmekteyiz. Süleyman (a.s) ın elçisi ile "Kitap" gönderdiği Sebe hükümdarına, kendisine teslim olması gerektiğini , teslim olmadığı takdirde onu orduları perişan edeceğini haber vermektedir. Sebe hükümdarı, Süleyman (a.s) ın bu isteğine olumlu cevap vererek , kendisi ve ülkesini helak edilmekten kurtarmış ve sarayda ağırlanmaya hak kazanmıştır. 

Kur'an geneline baktığımızda ise , Allah (c.c) nin elçileri ile gönderdiği kitaba iman etmeyen kavimleri helak ettiğini , edenleri ise helak olmaktan kurtardığını görmekteyiz.

Bu yazımızda, ilgili ayetler üzerinden kurulan benzerliği okumaya çalışarak , Allah (c.c) nin, yeryüzündeki bir hükümdarın kendi emrine uyan ve uymayanlara yapacakları üzerinden, kendi emrine uyan ve uymayanlara yapacaklarını anlamaya çalışacağız.

Hüdhüd , Sebe adlı ülkeden haber getirerek oradaki durumu Süleyman (a.s) a anlattıktan sonra (27/ 22.27) , Süleyman (a.s) ona şunları söylemektedir ; 

[027.028]  Şu kitabımı götür onlara bırak; sonra geri çekil de, ne sonuca varacaklarına bak!

Hükümdarların bir ülkeye elçi gönderme adetine uygun olarak, elçi  seçtiği Hüdhüd'ü Sebe ülkesine gönderen Süleyman (a.s) ın, o elçisini gönderirken kullandığı "Şu kitabımı götür onlara bırak" cümlesi önemli bir noktadır. 

Burada Hüdhüd'ün ne veya kim olduğu noktasında herhangi bir açıklama yapmamış olmamız , bu konuda daha önceden bir çalışma yapmış olduğumuz içindir. Bu çalışmayı okumak isteyenler verdiğimiz linkteki yazıya göz atabilirler. 

http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/03/hudhud-ve-elcilerin-kimligi.html 

Allah (c.c) Alemlerin yegane rabbi ve ilahı olarak, mülkü altında yaşayan insanların hangi kurallara tabi olacaklarını bildirmek için, elçileri aracılığı ile KİTAP göndermektedir. Bu durumu Süleyman (a.s) ın beşer bir hükümdar olarak elçi ve kitap göndermesi ile benzerliğini kurabiliriz. Süleyman (a.s) bir hükümdar olarak , başka bir ülkenin hükümdarına elçi göndererek , kendisinin emirlerine tabi olmalarını istemektedir.

Süleyman (a.s) ın Hüdhüd'e söylediği "sonra geri çekil de, ne sonuca varacaklarına bak" emrinin, Allah (c.c) nin göndermiş olduğu elçilerin , muhataplarına karşı olan vazifelerinin sınırlarını anlatan bir ifade olduğunu söyleyebiliriz. 

Başta Muhammed (a.s) olmak üzere elçilerin vazifelerinin sadece mesajı iletmek (elçilerin sadece postacı olduğunu söylemek istemediğimizi hatırlatalım) muhataplarına herhangi bir baskı ve zorlama gibi bir vazifelerinin olmadığını ifade eden ayetleri dikkate alarak okuduğumuzda , Hüdhüd'e Süleyman (a.s) tarafından verilen "sonra geri çekil de, ne sonuca varacaklarına bak" daha kolay anlaşılacaktır. Elçiler getirdikleri mesajı muhataplarına iletirken onların kabul etmeleri noktasında onlara herhangi bir baskıda bulunmaları gibi bir vazife ve selahiyete sahip değillerdir.

Elçinin getirmiş olduğu kitap kendisine ulaşan Sebe hükümdarı şunları söylemektedir;

[027.029] Dedi ki: Ey ileri gelenler (meleu); gerçekten bana kerim bir kitap bırakıldı.
[027.030] Süleyman'dan; o Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla (başlamakta)dır.
[027.031]  «Bana karşı üstün gelmeye çalışmayın (elle ta'lu aleyye), teslimiyet göstererek(müslimine) bana gelin diye (yazmaktadır).»

Sebe hükümdarının , Süleyman'ın elçisi tarafından kendisine bırakılan kitab'a karşı söylediği "kerim bir kitap" ifadesi onun , Süleyman tarafından kendisine gönderilen kitaba teslim olduğunu göstermektedir. 

Süleyman (a.s) ın Sebe hükümdarına hitaben söylediği "elle ta'lu aleyye ve'tuni müslimine" (Bana karşı üstün gelmeye çalışmayın teslimiyet göstererek bana gelin) ifadesi , Allah (c.c) nin elçileri vasıtası ile bildirdiği biz kullarından olan isteğini ifade etmektedir. Bu ifadenin bir benzeri Musa (a.s) tarafından Firavuna karşı söylenmektedir. 

[044.019] «Allah'a karşı üstün gelmeye kalkışmayın (ve en le ta'lu alallahi; doğrusu ben size apaçık bir delil getirdim.»

Bu noktada Mısır hükümdarı Firavun ile , Sebe hükümdarı arasındaki ortak bağı kurmanın faydalı olacağını düşünmekteyiz. 

Her ikisinin de ortak yönü, ellerinde mülk , güç ve servet bulundurmuş olmalarıdır. Firavun kendisine gönderilen "Kerim elçi" yi (44.17) ret ederken , Sebe hükümdarı kendisine Süleyman tarafından gönderilen "Kerim kitap" a iman etmiştir.

Ayetlerde geçen "Mele" kelimesi ; " bir düşünce ve inançta birleşmiş olan topluluk" anlamında olup , ayrıca hükümdarların etrafında bulunan danışmanlar için de kullanılmaktadır. Süleyman (a.s) ve Sebe hükümdarlarının yanlarında bulunan mele , hükümdarların yanlarında bulunan bir danışman kadrosunu oluşturmaktadır.

Bu bağlamda Allah (c.c) nin kendisini bir hükümdar olarak tanıtmasına paralel olarak "Mele i Ala" (Yüce topluluk) terkibinin de kullanıldığını hatırlatalım (37/ 8 - 38 / 69). Bu terkibin kullanılmasından maksadın , Allah (c.c) nin yaptığı işleri bu topluluğa danışarak karar alması şeklinde bir durumun olduğunu söylemek mümkün değildir , böyle bir terkip kullanılmasının amacının , Allah (c.c) nin kendisini bizlere tanıtır iken kullandığı hükümdar benzetmesine uygunluk olduğunu söyleyebiliriz. 

Allah (c.c) nin Firavundan , Süleyman (a.s) ın Sebe hükümdarından istediği "Bana üstün gelmeye kalkmayın" ifadesi örtülü olarak ,  "malınıza , mülkünüze , gücünüze güvenerek bana kafa tutmaya kalkmayın" anlamındadır. Bu tehdide Firavun kulak asmamış , sonucunda helak edilmiş , fakat Sebe hükümdarı bu tehdide boyun eğerek kurtulmuştur.

[027.032]  Dedi ki: «Ey ileri gelenler! Bu işim hakkında bana fetva veriniz. Siz hazır bulununcaya değin ben bir işimi kestirmiş değilim.»

Hükümdarların yanlarında olan danışmanları ile olan müşaveresi Sebe hükümdarı tarafından da yapılmakta , aynı müşavere Firavun tarafından da yapılmaktadır.

[007.110]  O, sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. (Firavun): «O halde siz ne diyorsunuz?» dedi.

Sebe hükümdarının melesi, kararı hükümdara bırakır iken , Firavunun melesi, Musa (a.s) a karşı hileler düzenlemenin yollarını aramak için Firavuna akıl vermektedir. 

[027.033]  Dediler ki: «Biz kuvvet sahipleriyiz ve şiddetli bir azim sahipleriyiz ve emir sana aittir. Artık bak, ne emredeceksen.»

[007.111-2] «Onu ve kardeşini alıkoy, bütün şehirlere de görevliler yolla, usta sihirbazların hepsini senin huzuruna getirsinler» dediler.

[027.034] Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi.

Sebe hükümdarı , sorumluluk örneği göstererek ülkesini ve halkını düşünüp , melesi tarafından teklif edilen savaş önerisini ret eder. Onun bu sözleri , kendisine elçiler aracılığı ile gelen talimatlara kişilerin nasıl bir cevap vermesi gerektiği yönünde mesaj içermektedir.

Kur'an kıssalarında anlatılan kavimlerin , kendilerine elçiler aracılığı ile gelen talimatlara karşı inkarcı tavır takınanların uğradıkları sonları okuduğumuzda , Neml s. 34. ayetinin anlaşılması kolaylaşacaktır. Kur'an kıssalarında anlatılan helak edilen beldeler ile ilgili baktığımızda o beldelerde taş üstünde taş bırakılmadığını dümdüz edildiği haber verilmektedir.

[027.035]  «Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler.»

Sebe hükümdarının bu sözleri, elinde bulundurmuş olduğu servetin kendisine fayda sağlayabileceği ve bu servet ile Süleyman'ın kendisine karşı yaptığı teslim olma emrini delme umudunu taşıyan sözlerdir. Bu sözleri daha geniş anlamda , iman etmeyi bazı karşılıklı tavizlere bağlamak isteyenlere mesaj niteliği taşıması açısından okumak mümkündür.

Kur'an geneline baktığımızda kendilerine gelen elçilere karşı çıkanların öne çıkan söylemlerinde , ellerinde bulunan güç ve servete güvenerek bu karşı çıkışlarını yaptıklarını gözlemlemekteyiz. Ellerindeki 3 kuruşluk dünya malı ile kendilerini yenilmez görerek, ilahlık ve rablik taslayanların başında Firavun gelmektedir.

[043.051] Firavun kavmine seslendi ve şöyle dedi: «Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâla görmüyor musunuz?»

Kur'anın pek çok ayeti, mal ve evlatlar ile övünerek, bunları Allah (c.c) ye kafa tutma vasıtası yapanların, dünya ve ahirette uğrayacakları akıbeti haber vermektedir. Sebe hükümdarı da elinde bulundurduğu mal ve servetten bir kısmını Süleyman'a hediye olarak göndererek , kayıtsız şartsız teslimiyet konusunda Süleyman'dan bir çeşit ödün yani müdahene başvurusunda bulunmaktadır. 

Bu başvuruya Süleyman'ın cevabı şöyledir ; 

[027.036-7] Süleyman'a geldiklerinde: «Bana mal ile yardım etmek mi istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği size verdiğinden daha iyidir. Ama belki de siz hediyenizle sevinirsiniz. Onlara dön! And olsun ki, güç yetiremeyecekleri bir ordu ile gelir onları oradan alçalmış ve küçük düşmüş olarak çıkarırız» dedi.

Süleyman beşer bir hükümdar iken , kendisine tam bir teslimiyet ile gelinmesini istemekte, bu konuda hiç bir taviz vermemektedir. Hükümdarların hükümdarı olan , Allah (c.c) pazarlıklı bir imanı acaba kabul edebilir mi?. Kur'anın bir çok ayetinde pazarlıklı bir imanın kabul edilmeyeceği , imanın şartlarını kulların değil , Allah (c.c) nin belirlediğini , bu şartlara herkes tarafından uyulması gerektiği , uymayanların nasıl bir akıbete uğrayacaklarını haber verilmektedir.

Bu konuda özellikle ilk inen surelerde Muhammed (a.s) a çizilen yol haritasında, tavizkar, yani müdaheneci bir tavıra asla müsaade edilmemektedir. 

 [068.008-14] Şu halde yalanlayanlara itaat etme. Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etmeyesin.

Sebe hükümdarı , Süleyman (a.s) tarafından kendisine elçi vasıtası ile gönderilen kitaba teslim olarak , helak edilmekten kurtulmuş , Süleyman (a.s) ın sarayında ağırlanmaya hak kazanmıştır.

[027.044] Ona denildi ki: «Saraya gir.» Vaktâ ki onu gördü, onu derin bir su sandı, iki baldırını açıverdi. (Süleyman) Dedi ki: «O hakikaten sırçalardan döşenmiş düz, açık bir yerdir (min kavarira)

Sebe hükümdarı ,kendisine elçi aracılığı ile gelen kitaba iman ederek , o elçiyi gönderen Süleyman (a.s) ın ona orduları ile saldırmasından korunmuş , netice olarak Süleyman (a.s) ın sarayında ağırlanmaya hak kazanmıştır. Kur'anın "Allah'ın orduları" ile alakalı ayetlerine baktığımızda , Süleyman'ın ordusu ile bir ülkeyi helak etme tehdidi ile , Allah (c.c) nin orduları ile kendisine iman etmeyenleri helak etmiş olduğunun anlatıldığı ayetler daha kolay anlaşılacaktır.

Aynı şekilde , Allah (c.c) nin elçi aracılığı ile gönderdiği kitaba iman edenlerde aynı şekilde Allah (c.c) nin saraylarında ağırlanmaya hak kazanacaktır. Kur'anın cennet ile ilgili anlatımlarına baktığımızda bu yönde bir paralellik görmekteyiz.

[076.015]  Çevrelerinde gümüş kaplar ve billur kaseler (kavariradolaştırılır.
[076.016]  Billurları (kavarira)gümüş gibi parlaktır, onları ölçüp ölçüp dağıtırlar.

Sonuç olarak ; Kur'anın içinde benzeterek anlatma (teşbih) üslubunu taşıyan ayetler önemli bir yer tutmaktadır. Bu anlatıma, gayb alanı içine giren konular dahil olmakta , ve o alana ait bilgiler dünya hayatında bilgimiz olan alana ait verilere benzetilerek anlatılmaktadır.

Allah (c.c) kendisini bir hükümdara benzetmekte ve bu benzetme, yaşamış gerçek bir hükümdar olan Sülayman (a.s) ın Sebe hükümdarına gönderdiği elçi ve kitap ile eşleştirilerek , Süleyman (a.s) ın gönderdiği elçi ve kitaba karşı çıkanlara ne yapacağı üzerinden, kendisinin gönderdiği elçi ve kitaplara karşı çıkanlara tarih boyunca ne yaptığı elçi kıssalarında anlatılmaktadır.

Kendisinin gönderdiği elçi ve kitaplara iman edenlere ise ne yapacağını , yine yaşamış gerçek bir hükümdar olan Süleyman (a.s) ın , Sebe hükümdarına gönderdiği elçi ve kitaba iman etmesi neticesinde onu sarayında ağırlaması ile eşleştirdiğimizde , Allah (c.c) de kendisine iman edenleri ahirette saraylarda ağırlayacağını cennet ile ilgili ayetlerde bizlere bildirmektedir. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


17 Mayıs 2012 Perşembe

Kur'anı Teslim Almak Veya kur'ana Teslim Olmak Maide s. 38. Ayeti Üzerindeki Bazı Yaklaşımlar

Muhammed sav in vefatını müteaakip gelişen olaylar sonrası ortaya çıkan akidevi düşüncelerin temelleri, yazımızın başlığı olan "kur'anı teslim almak" düşüncesinin bir eseri olduğu bir gerçektir. Vefatı sonrası gelişen olaylara baktığımız zaman kökü risalet öncesi yüzyıllara dayanan ümeyyeoğulları ve haşimoğulları rekabetinin müslüman olduktan sonrada devam ettiğini görmekteyiz. İktidar mücadelesi şeklinde devam eden bu kavganın temelleri "kur'anı teslim almak" şeklindeki düşüncenin bir eseri olarak "ehlibeyt kültürü"adında dinleştirilmiş bugüne kadar gelmiştir. 

İslam adına ortaya çıkan hangi fırka olursa olsun kendi haklılığına gerekçe için hadisler uydurmaktan veya daha kötüsü kur'an ayetlerini hevalarına göre te'vil etmekten geri durmamışlardır. Günümüze geldiğimiz zaman mevcut fırkaların aynı metod üzerinde devam ettiklerini üzülerek müşahede etmekteyiz.   


Bizi daha üzen , bütün fırka, hizip ,cemaat, şeyh,üstad, ağabeylerin kudukları din anlayışlarını red ederek "sadece kur'an" diyenlerin, yazının başlığı olan , "kur'anı teslim almak" şeklindeki bir anlayış ile kur'an okumalarıdır, halbuki mü'min olmanın gereği "kur'ana teslim olmaktır". Kur'an dışı düşünceler ile kur'ana bakan bu düşünce sahipleri kur'anı, kur'andan anlamak yerine kur'anı "izmlerden" anlamak metodunu seçmişlerdir. 

Bu yazımızda bu tür düşüncenin bir uzantısı olarak maide s. 38. ayetindenki hırsızlık cezası için öngörülen el kesme cezasının hakiki anlamda olmayıp mecazi bir anlamı olduğu , ayeti bu şekilde anlamak gerektiğini ileri sürmektedirler.Bu düşünceleri ileri sürenler, sanki kur'an dün indirilen bir kitap ve daha önceden yapılan uygulamalar tamamen  gözardı edilmesi gerekirmiş gibi bir tutum içindedirler. Biz bu konudaki rivayetleri ileri sürerek ayeti anlamak yerine "kur'ana teslim olmak" metodu içinde ayeti anlamaya çalışacağı.Önce ilgili ayetin mealini verelim. 


Ves sâriku ves sârikatu faktaû eydiyehumâ cezâen bimâ kesebâ nekâlen minallâh(minallâhi) vallâhu azîzun hakîm(hakîmun).
 5.38- Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak,  ikisinin ellerini kesin. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir.

Bu ayetin hakiki manada bir el kesmekten bahsetmediği , ayetteki "el" veya "kesmek" kelimesinin kur'anda başka ayetlerde mecaz olarak kullanılmasından yola çıkarak bu ayettteki el kesmekten maksadın hırsızlık yapacak yolları kesmektir şeklinde bir iddianın dillendirilmeye çalışıldığını görmekteyiz. Kur'an ayetlerinde bir kelimenin hakiki veya mecaz anlamda kullanıldığının anlaşılması ayetin bütünlüğü veya siyak sibak içinde kolayca anlaşılabilir. Bu ayet acaba mecazi bir anlamada anlaşılabilirmi? şeklinde sorulan bir sorunun cevabını şu şekilde arayabiliriz.   


Ayetin metnindeki , " NEKALEN" kelimesi anlam olarak, "işlediği bir suçtan dolayı başkasını benzerini işlemekten çevirip yada medar-ı ibret olacak bir şey yapmak ( elmüfredat s. 1485) tır. Bu kelime bakara s. 66 ayetinde cumartesi yasağını çiğneyen israiloğullarının akıbeti ile ilgili olarak , zariyat s. 25. ayetinde firavun'un akıbeti ile ilgili olarak'da kullanılmaktadır. Hırsızlığa verilen cezanın aleme ibret olacak bir ceza ve o cezayı görenlerin hırsızlık yapmalarını caydırıcı bir ceza olması bu kelime ile ifade edilmektedir. Ayetteki el kesme eğer mecazi olarak kullanılmış olsaydı ibret verici bir ceza olması olarak ifade edilmesinin ne gereği vardı?. 


Yine aynı ayetin metnindeki, "EYDİYEHÜMA" ( ikisinin ellerini) kelimesindeki "eydiye" kelimesinin çoğul olarak kullanılmasından yola çıkılarak insanda iki el olduğu ve çoğul olarak kullanılmasının hakiki bir el kesme olarak değil mecaz olarak anlaşılması gerektiğini ileri sürmektedirler. Sayın hakkı yılmaz maide s. 38 . ayetinin mealini yaparken bunun mecaz olduğundan yola çıkarak mealine parantez açarak ( ikiden çok el) şeklinde bir ilave yapmıştır. Bu konu ile ilgili olarak sayın Soner Gündüzöz'ün "KUR’ÂN’DA YERLEŞİK GRAMER KURALLARINA AYKIRI DİL YAPILARI VE KUR’ÂN’IN LEHÇE HARİTASI ÜZERİNE BİR İNCELEME"adlı makalesinde şunları bulmaktayız.
 "
Tesniye yerine cemînin kullanılması: Kur’ân’da ruhsat kabilinden olan kullanımlardan biri de tesniye yerine ceminin kullanılmasıdır. Örneğin والسَّارِقُ و السَّارِقَةُ فَاْقْطَعُوا أيْدِيهما   âyetinde[i] يَدَيْهِما denmemiştir. Aynı şekilde إنْ تَتُوبا إلَى الله فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُما âyetinde[ii] de iki kişiye âit kalpler çoğul kalıbıyla gelmiştir. Arapların insan vücudu ile ilgili tesniyelerde bu kullanım şekline baş vurdukları söylenir.[iii] el-Ferrâ (ö.207/822) “İnsanın organları iki ya da daha çok bir şeye muzâf kılınsa bu organlar çoğul olarak anılır.” der. “ هَشَمْتُ رُؤُوسَهُما / başlarını yardım.” denir. Bu tür kullanımlar insan organlarını dışında da görülür. İki kişiye onların birer hanımlarını kastederek “خَلَّيْتُما نِسَائكما / hanımlarınızı terk ettiniz.” ya da iki kişiye “خَرَقْتُما قُمُصَكُما / gömleklerinizi yırttınız.” denilebilir[iv].


[i]Mâide, 5/41.
[ii]Tahrîm, 66/4.
[iii]Ebû ‘Ubeyde, Mecâzu’l-Kur’an, I, 166.
[iv]el-Ahfeş, Meâ ‘nî’l-Kur’ân, I, 306-307. 
Sayın gündüzöz'ün makalesinde , tesniye yerine cemi kullanılmasının insan vücudu ile ilgili olarak arap dilinde kullanılmış olduğunu görmekteyiz, nitekim bu şekil bir kullanım tahrim s. 44. ayetinde yine insan vucüdu ile ilgili olarak karşımıza çıkmaktadır. Arap dili üzerinde uzman olan sayın hakkı yılmaz'ın bu kaideyi nasıl görmediği yoksa görmek istemediğimi soru işaretidir. Sayın yazarın maide s. 38. ayeti için aklına gelen parantezin tahrim s. 4 . ayetinde neden görmediği yine ayrı bir soru işaretidir.  Sayın hakkı yılmaz'ın maide s. 38. ayetinde geçen "EYDİYEHÜMA" ve tahrim s. 4. ayetinde geçen "GULUBEKÜMA" kelimelerinin kalıp olarak aynı olmalarına rağmen bu ayetlere verdiği meal kendi çelişkisini ortaya koymaktadır. 

-----5.38. Hırsız erkek ve hırsız kadın; bunların yaptıklarına karşılık, Allah'tan bir engelleyici uygulama olarak hemen ikisinin de gücünü/ellerini [ikiden çok el] kesin. Ve Allah, Azîz'dir, Hakîm'dir
-----66.4  Eğer ikiniz, Allah'a tövbe ederseniz... –çünkü kesinlikle ikinizin kalbi kaydı.– Yok eğer o'na [peygamber'e] karşı dayanışmaya girerseniz, hiç kuşkusuz bizzat Allah o'na Mevlâ'dır [yardımcıdır, destekçisidir, koruyucudur, yol göstericidir], Cibrîl ve iman edenlerin sâlihleri de. Ve bunlardan sonra melekler de o'na arka çıkarlar.

Sayın yazar maide s. 38. ayetinde gördüğü çoğul kelimeyi tahrim s. 4. ayetinde görmeyerek ön kabuller dorultusunda yapılan bir okumanın örneklerini sergilemiştir. 


 Maide s. 33. ayetinde"Allah ve resulu ile savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahirette büyük azab vardır." şeklinde geçen ayet maide s. 38 . ayet benzeri olarak el keslimesinden bahsetmektedir. Ancak bu ayet ile ilgili olarak, "bu ayet mecazidir" şeklinde bit yoruma rastlayamıyoruz. Bu ayette gördüğümüz ceza şeklini firavun iman eden büyücüleri içinde kullanırken oradada " mecaz bir anlatımdır" şeklinde herhangi bir yorum göremiyoruz, çünkü mecaz olarak anlamaya ilişkin en ufak bir karine dahi yoktur, yine aynı şekilde maide s. 38. ayet içinde " mecazdır" şeklindeki ifadeleri kur'an bütünlüğü içinde değerlendirdiğimiz zaman haklı bulmak mümkün değildir. 


                                     YUSUF SURESİNDEKİ HIRSIZLIK CEZASI

Hırsızlık cezası ile ilgili olarak, yusuf as ın kıssası içinde anlatılan ve  kardeşini alıkoymak için hükümdarın su kabını alıkoymak istediği kardeşinin yükünün içine koydurması ve yakaladıkları zaman "sizde hırsızın cezası nedir?" şeklindeki soruya verilen cevabın hırsızlığın bugünde olması gereken cezasının bu olduğu şeklinde bir düşüncenin dile getirildiğinede şahid oluyoruz.

-----12.074-75 «Yalancı iseniz, hırsızlığın cezası nedir?» dediler.«Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız» dediler. .

Öncelikle böyle bir düşünce kur'an için ve Allah cc için çelişki iddiasıdır. Allah cc kitabında iki farklı ceza öngörmesi kitabın çelişkisizliğinin reddi demektir. "Kuran'ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı." mealindeki nisa s. 82. ayetine muhalif olarak kur'anda iki farklı ceza iddiası sadece maide s.deki ayetin reddi için geçerli bir düşünce değil aksine düşünce sahibini daha vahim düşüncelere kapı açacak bir yoldur. Yakub as ın hayatta olması hırsızlık cezasının ona veya daha önceki elçilere indirilen vahiyde "alıkonulmak" şeklinde bir karşılığının olduğu şeklindeki bir çıkarım doğru bir çıkarım değildir. Yakub as ve oğlu yusuf as da birer elçidir ve ikisi hayattadır, yusuf as bulunduğu ülkenin bütün kurallarına hakim olan birisi değildir , bunu " Yusuf kardeşinin yükünden önce onlarınkini aramaya başladı; sonra kardeşinin yükünden su kabını çıkardı. İşte biz Yusuf'a böyle bir plan kullanmasını vahyettik. Çünkü hükümdarın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı, meğer ki Allah dileye. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Her ilim sahibinden üstün bir bilen bulunur." mealindeki 76. ayetten anlıyoruz. Eğer yusuf as bulunduğu ülkenin kanunlarına uymak ile kayıtlıysa yakub as ın oğullarıda bulundukları ülkenin kanunları ile neden kayıtlı olmasınlar. Buradan, yusuf as ile kardeşlerinin iki ayrı yönetim mekanızması ile kayıtlı oldukları çıkarılabilir,çünkü hırsızlığın aynı ülke içinde iki farklı cezasının olması akla muhaldir. 


Velevki hırsızlığın cezası daha önce el kesme haricinde bir ceza idi, kur'anın nüzulu ile bu cezanın değişmesi ile biz bir kul olarak Allah cc ye " önceden böyle idi şimdi neden böyle yaptın?" şeklinde bir soru cüretinde bulunabilirmiyiz?. Böyle bir sorgulama veya itiraz nahl s. 101. de"Bir ayetin yerini başka bir ayetle değiştirdiğimizde, ki Allah ne indirdiğini gayet iyi bilir onlar, «Sen sadece uyduruyorsun» derler. Hayır, öyle değildir, ama onların çoğu bunu bilmezler."mealindeki ayette buyurulduğu gibi Allah cc için " ne indirdiğini bilmiyor" veya elçisi için " sen ancak uyduruyorsun" demek anlamına gelir. ", yaptığından sorumlu değildir, onlar ise sorumlu tutulacaklardır." mealindeki enbiya s. 23. ayetini unutmadan kur'anı anlamaya çalışmak mü'minlerin görevidir.  


Sonuç olarak "kur'anı teslim almak" veya "kur'ana teslim olmak" şeklinde iki farklı yol ile anlaşılmaya çalışılan kur'an ayetlerinden olan maide s. 38 . ayeti ile ilgili olarak ortaya konulan düşüncelerden olan bu ayetin hakiki anlamda el kesme değil mecazi anlamda bir el kesme olduğu yolundaki düşünceleri "kur'ana teslim olmak" metodu ile okuduğumuz zaman doğru bir düşünce olmadığı açıktır. Eziklik psikolojisinin tezahürlerinden olan ve başkalarının bu tür ayetler üzerinde yaptıkları spekülasyonların etkisinde kalınarak eğilip bükülmeye çalışılan kur'an kavram ve kelimeleri kur'an bütünlüğünde okunduğu takdirde bizlere doğru bir anlam verebilir. Bizlerin Allah cc den başkasına verilecek hesabımız olmayıp kitabımızın doğruluğunu başkalarına onaylatmak için ayetleri eğip bükmeye ihtiyacımızda yoktur, aksine böyle bir davranış bizleri mü'min olma durumundan çıkarır. Allah cc nin kitabı sadece onun bak dediği yerden bakılmalı ve öyle anlaşılmalı ve "insanlardan korkmayın benden korkun"(maide s.44) emri hatırdan çıkarılmamalıdır. 


                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.