Karşılığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Karşılığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2017 Perşembe

Zuhruf s. 36-40. Ayetleri : Zikre Karşı Kör Bir Hayat Sürmek ve Onun Karşılığı

Allah (c.c) tarih boyunca elçiler ve onlar aracılığı ile kitaplar göndermek sureti ile , insanların kendilerini yaratan Rablerine karşı olan sorumluluklarını unutmamalarını amaçlayan bilgiler göndermiştir. "Zikr" (Hatırlatma) adını verdiği bu kitaplara duyarsız kalanların ise , rehberden yoksun kalmak sureti ile yollarını şaşırdıklarını , ve şaşırdıkları yolun ise onları ateşe götüreceğini beyan ederek bundan sakınılmasını, son elçisi ile gönderdiği kitabının bir çok yerinde bizlere hatırlatmaktadır.

Yazımıza konu edeceğimiz , Zuhruf s. 36-39. ayetleri arasında zikre karşı kör kalmanın dünya hayatındaki sonucu , ve bu sonucun ahiret karşılığı haber verilerek insanlar uyarılmaktadır.

[043.036]  Her kim Rahman'ın zikrinden  körlük edip görmemezlikten gelirse Biz ona bir şeytan sardırırız , artık o ona arkadaş olur.
[043.037]  Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar (şeytanların doğru yoldan alıkoydukları), kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.
[043.038] Nihâyet Bize geldiği zaman (o arkadaşına) der ki: «Keşke benim ile senin aranda iki doğu uzaklığı olsa idi, (sen) ne kötü arkadaşmışsın!»
[043.039]  Zulmettiğiniz için bugün (nedâmet) size hiçbir fayda vermeyecektir. Çünkü siz, azapta ortaksınız.
[043.040] Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yoksa körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola sen mi eriştireceksin?

"Şeytan" Kur'an'ın bir çok yerinde geçen önemli bir terimdir. Bu terimi ,  kötülüğün sembol ismi olarak, insana düşman olan ve onun ayağının cennetten kaymasına vesile olan her şey olarak tarif edebiliriz. 

36. ayet , insana Şeytan'ın arkadaş olmasının yasasını bizlere beyan etmektedir. İnsan fıtratının boşluk kabul etmediğini düşündüğümüzde , bu fıtrat eğer onun yaratan ve onun gönderdikleri doğrultusunda işlemez ise , başkaları tarafından o boşluk doldurulacaktır. Allah (c.c) nin elçiler vasıtası ile göndermiş olduğu kitapların ortak adı olan "Zikr" , yaratılış amacını unutan insana yaratılış amacını hatırlatan bilgiler ihtiva eden ve onların fıtratlarına dönmesini sağlayan bir kitaptır. 

36. ayet içinde "Arkadaş" olarak çevrilen "Qarinun" kelimesi ; " İki ya da daha fazla nesnenin herhangi bir anlamda bir araya toplanması" anlamındadır.

Dikkat edilirse Şeytan'ın insana arkadaş olması, sebep sonuç ilişkisi dahilindedir. Allah (c.c) nin bir insana Şeytan'ı arkadaş kılması , insanın hür iradesi ile yaptığı seçim sonunda gerçekleşmektedir. İnsan , kendisini yaratan Rabbinin fıtratına yüklediği kodlara uygun olarak indirdiği Zikr'e karşı kayıtsız kaldığı zaman , bu kayıtsızlıktan doğan boşluk başka şeylerle doldurulmakta , Zikre alternatif olan her şey , dolayısı ile kişiyi cennetten uzaklaştıran bir hayat sürmesi yönünde teşvik eden bir sistemi önermekte ve bu hayat tarzı ise onu adım adım ateşe yaklaştırmaktadır.

Eğer insan yolunu vahyin önerdiği hatırlatıcı bilgiler doğrultusunda belirlemez ise , bu yolu vahyin dışındaki bilgiler istila ederek , insana bu doğrultuda yürümesi için teşvikte bulunacaktır. Allah (c.c) insana "Zikr" dışında bilgiler üreterek onun bu yolda yürümesi için teşvikte bulunan her türlü unsura "Şeytan" adını vermektedir. 

Bir çok ayette Şeytan'ın insana düşman olduğu hatırlatılarak , bizimde ona düşman olmamız gerektiği emredilmektedir (Fatır s. 6). Bizim ona düşman olmamız , sözde değil amelde gerçekleşmediği müddetçe , sadece sloganda kalan bir düşmanlık olacaktır. Şeytanın insana olan düşmanlığı ,onu Allah'ın zikrinden uzaklaştırmak şeklinde olması , bizim ona düşmanlığımızın, Allah'ın zikrine yapışmak ile olması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.

36. ayette Şeytan'ın insana olan yakınlığı "Nuqayyid" kelimesi ile ifade edilmektedir. Bu kelime , "Yumurtanın kabuğu" anlamına gelen "El qaydu" kelimesinden türemiştir. Bu ifade , yaşamını "Zikr" den soyutlayan bir sistem üzerine bina edenlerin durumunu veciz  biçimde açıklayan bir kelimedir. Yumurta nasıl içinde bulunan sıvıyı dış etkenlerden koruyarak , saklı biçimde tutuyor ise , kendisini Allah'ın zikrinden soyutlayan kimse de , artık Şeytan tarafından vahyin  etkisinden korunmaya alınarak vahiy ile arasına kalın bir duvar çekilmiş olacak, bu durum ise kişinin vahiyden soyutlanmış bir hayat sürmesine sebep olarak, onun ateşe girmesine sebep olmaktadır. 

Zuhruf s. 36. ayetinde bahsedilen durum , Fussilet s. 25. ayetinde de karşımıza çıkmaktadır.

[041.025]  Hem onlara bir takım arkadaşlar sardırmışızdır da onlar, onlara önlerindekini ve arkalarındakini süslü göstermişlerdir, Cin ve İnsten önlerinden geçen ümmetler içinde onların aleyhine de söz hakk olmuştur, çünkü hep kendilerine yazık etmişlerdir

Bu ayet , Fussilet s. 19. ayetinden başlayan bir bağlam dahilinde "Allah'ın düşmanları" olarak ifade edilen insanların hesap günündeki durumlarını anlatan ayetler gurubuna dahil olan , ve onların Allah'a düşman olmalarına sebep olan durumun ise , onlara yaptıkları çirkinlikleri süslü gösterenleri arkadaş edinmiş olmalarıdır. Allah'ı öteleyen bir yaşam sürmek demek , onun dışında bir takım yoldaşlar edinmek anlamına gelmekte , bu yoldaşlar ise insanların Allah'a düşman olan bir yaşam sürmelerine sebep olarak ebedi cehennem ile cezalandırılmalarına sebep olmaktadır. 

İnsanı bir kabuk gibi sararak vahiy ile alakasını kesen bir yaşam sürmesine sebep olan Şeytan'ın insana süslü gösterdiği amellerin bazılarını şu şekilde görmekteyiz.


[004.038]  Mallarını insanlara gösteriş için sarfedip, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanları da Allah sevmez. Şeytanın arkadaş olduğu kimsenin ne fena arkadaşı vardır!

Yaşamını Allah'a ve ahiret gününe iman etmemek üzerine temellendiren insanlara ,Şeytan tarafından süslü gösterilen bir amel de, malını gösteriş için sarf etmektir. Halbuki mal , insanlara Allah tarafından dünya hayatının geçici bir süs olarak verilmiş bir emanettir. Bu emaneti kendisinin zannederek sahiplenmeye kalkan insan , bu mal üzerinde istediği gibi tasarruf edebileceğini zannetmekle Şeytana arkadaş olmuş olmaktadır. 

Allah düşmanlarının mal konusunda 2 farklı tasarrufları olduğunu görmekteyiz. 1- Mallarını Allah yolunda harcamamak , 2- Mallarını insanlara gösteriş olsun diye harcamak . Bu tasarruf çeşitlerinin her ikisi de Şeytan'ın mal sahibine yaptığı düşmanlıklardandır. 

Şeytan insana hesap gününü unutturan , onu yok sayan , onu ret eden bir hayat tarzı önermekte , onun bu önerisini kabul ederek , ahiret yokmuşçasına yaşayan insanlar ise , yapacaklarının hesabını verme kaygısı olmadan yaşamakta , ve bu yaşam onları her türlü çirkinliği güzel görerek  işlemelerine sebep olmaktadır. 

Allah (c.c) nin bir çok yerde insanların yaptıklarının zerre kadar kayıt dışı olmadığını hatırlatarak , onları bu konuda uyarmakta , yapacak olduklarını bu kayıtların karşılarına çıkacağı günü hesap ederek yapmalarını bildirmektedir.

Zuhruf s. 37. 38. ayetleri , Şeytanlar tarafından doğru yoldan alıkonulan insanların , üzerinde olduğu yolu, doğru bir yol zannettiklerini beyan etmektedir. İnsanlar fıtratları gereği yapmış olduğu yanlışların yanlış olduğunu mutlaka bilmektedirler . Ancak yine de bu yanlışları yapmaktan kendilerini alıkoyamamalarının sebebi , kendilerince bu yanlışı işlemek için haklı sebepler üretmiş olmalarıdır. 

Her insan hırsızlığın yanlış olduğunu fıtratı gereği mutlaka bilir. Ancak bu hırsızlığı yapmak için önce vicdanında kendisini haklı çıkaracak sebepler uydurur ve bu sebeplere dayanarak bu fiili güzel görür ve bu fiili işler. İşte Şeytan'ın amelleri süslemesi , bir insanda bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu örnek bütün kötü fiiller için geçerlidir.

Hayatını Şeytan tarafından süslü gösterilen çirkinlikler üzere devam ettirerek , bu çirkinliklerle hesap gününe erişen insanın pişmanlığı 38. ayette görülmektedir. 

"Keşke benim ile senin aranda iki doğu uzaklığı olsa idi, (sen) ne kötü arkadaşmışsın!" diyen insanın bu pişmanlığı, artık ona hiç bir fayda getirmeyecektir. Ayet içinde geçen "İki doğu uzaklığı" deyimi , Arapların iki zıt şeyden birinin ismini diğeri yerine kullanmalarından doğan "Doğu ve batı arasındaki uzaklık" anlamına gelmektedir. Bu deyim kişinin pişmanlığını gösteren , yaşadığı hayatta bir an olsun yanından ayrılmayan Şeytan ile arasında olmasını istediği uzaklığı ifade eden gecikmiş bir temennidir. Dünya hayatında iken onun kendisine süslü göstermesi ile Zikre karşı düşmanlık yapan kişi , yaptığı yanlışın ona neye mal olduğunu anladığında artık iş işten geçmiştir. 

40. ayet , vahye karşı kulaklarını tıkayan ve gözlerini kapayanlara karşı, artık elden bir şey gelmeyeceğini hatırlatmaktadır. 

Şeytan'ın arkadaş olduğu kimselerin hesap gününde birbirleri ile yaptıkları  konuşmalar , Kur'an'ın bir çok yerinde bulunmaktadır. Bu konuşmalarda son pişmanlığın fayda etmeyeceği , insanların sonradan pişman olacakları çirkinlikleri , daha hayatta iken yapmaması gerektiği vurgusu yapılarak , Allah'ın zikrinden kendisini soyutlamış bir yaşam sürenlerin düşecekleri durum gösterilmektedir. 

[037.019]  İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri bakıp durmaktadırlar.
[037.020]  Derler ki: «Eyvahlar bize; bu, din günüdür.»
[037.021]  Bu, ayırdetme günüdür ki siz, onu yalanlamıştınız.
[037.022]  Zulmetmiş olanları ve onların eşlerini toplayın. Onların taptıklarını da;
[037.023] «Allah'tan başka (taptıklarını) ; artık onları cehennemin yoluna yöneltip götürün.»
[037.024]  (Cehenneme) vakfedin onları. Çünkü onlar sorumludurlar.
[037.025]  Ne oldu sizlere yardımlaşmıyorsunuz?
[037.026]  Hayır bugün onlar teslim olmuşlardır.
[037.028]  Ve derler ki: Doğrusu siz, bize sağdan gelirdiniz.
[037.029]  Onlar da şöyle derler: «Hayır; siz inanmış kimseler değildiniz.»
[037.030]  «Bizim sizin üzerinizde zorlayıcı hiç bir gücümüz yoktu; hayır, siz azgın bir kavimdiniz.»
[037.031]  «Bu sebeple, Rabbimizin sözü aleyhimizde gerçekleşti. şüphesiz azabı tadacağız.»
[037.032]  «Sizi biz azdırmıştık, çünkü kendimiz azgındık».
[037.033]  Şüphesiz o gün onlar azapta ortaktırlar.
[037.034]  Doğrusu suçlulara böyle yaparız.
[037.035]  Çünkü onlara 'Allah'dan başka ilah yoktur' denildiği zaman büyüklük taslarlardı.
[037.036]  Ve «hiç biz mecnun şâır için ilâhlarımızı bırakır mıyız?» diyorlardı
[037.037]  Hayır, o, hakkı getirmiş ve gönderilenleri de doğrulamıştı.
[037.038]  Şüphesiz siz can yakıcı azabı tadacaksınız.
[037.039] Yapmakta olduklarınızdan başkasıyla cezalanmayacaksınız.
[037.040]  Ancak Allah'a içten bağlı kullar bunun dışındadır.

Yukarıda meallerini verdiğimiz Saffat suresi ayetleri , cehennem ehlinin kendi aralarındaki konuşmalarıdır. Pişmanlığın fayda etmediği günde dünyada iken birbirleri ile yakın dost olan , fakat ateşi gördüklerinde birbirlerine düşman kesilenlerin düştükleri içler acısı durum , önceden gösterilerek , "Siz de böyle bir duruma düşmeyin" mesajı verilmektedir. 

Cehenneme düşmelerine sebep olan durum Saffat s. 28. ayetinde " Doğrusu siz, bize sağdan gelirdiniz." şeklinde belirtilmektedir. Bilindiği üzere "Sağ" iyilik , güzellik ve doğruluğu sembolize eden bir kelimedir. Şeytanlar insanlara , onlara çirkinlikleri güzel göstermek sureti ile de yaklaşır , insanlarda bu süslemelere kanarak , onlara uyar ve neticede hepsi birlikte cehennem ehli olmaya hak kazanırlar.

Konumuz olan ayetlerin mesajı , Allah'ın "Zikr" olarak beyan ettiği kitabının, insan için belirleyici olarak, hayatının tam içinde yerini alması gerektiği üzerinedir. Zikr , insana yol gösteren , onu Şeytan'ın iğvalarına karşı uyanık tutarak ateşe düşmesine engel olan kurtarıcı bir kitaptır. Şeytanların sağdan yaklaşma yollarından bir tanesi , Kur'an'a alternatif kitaplar üretmek sureti ile Zikirden alıkoymaktır. İslam dünyasının içinde bulunduğu çalkantıların baş sebebi , zikirden uzaklaşarak, zikre muadil olarak gördükleri kitaplara sarılmak sureti ile çok başlı bir din anlayışına sahip olmak sureti ile fırka fırka olmalarıdır. 

[025.026] O günde gerçek mülk, Rahman'ındır. Kafirler için de pek yaman bir gündür.
[025.027]  O gün, zalim kimse ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o resulle birlikte bir yol tutsaydım!
[025.028]  «Vah yazıklar bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim.»
[025.029]  Zikir bana geldikten sonra , vallahi o beni saptırdı.» Öyle ya şeytan insanı yapayalnız, yardımsız bırakır.

Yukarıdaki Furkan suresi ayetlerinde, yine hesap günündeki bir pişmanlık sahnesini görmekteyiz. kendisine Zikir geldikten sonra , bu zikirden kendisini soyutlamış bir hayat süren kişi, pişmanlığından ötürü parmaklarını ısırmaktadır. Kendisinin böyle bir pişmanlık içine  düşmesine sebep olan şeyin, yine Şeytan olduğunu görmekteyiz. Dünyada kendisinin peşini bir an bırakmayan Şeytan, hesap gününde ayarttığı kişilerden kaçacak ve şöyle diyecektir ; 

[014.022]  İş olup bitince; şeytan dedi ki: Gerçekten Allah, size sözün doğrusunu söylemişti. Ben de size söz verdim, ama caydım. Sizi zorlayacak hiç bir gücüm de yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Esasen daha önce, beni Allah'a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Doğrusu zalimlere elim bir azab vardır.

Yine Taha suresinde , zikre karşı kör kalmanın sonuçlarını beyan eden ayetlere rastlamaktayız;

[020.124]  «Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.»
[020.125]  O zaman: «Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim» der.
[020.126]  Allah: «Böyledir, ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun, bugün de öylece unutulursun» der.
[020.127]  İşte haddi aşanları, Rabbinin ayetlerine inanmayanları böylece cezalandıracağız. Hem, ahiretin azabı bu dünya azabından daha şiddetli ve daha devamlıdır.

Sonuç olarak ; Allah (c.c) kitabının bir çok yerinde , insanın ebedi hayatını cehennem ehli olarak geçirmesine sebep olan unsuru "Şeytan" olarak resmederek , bizlere ondan korunmanın yollarını göstermiştir. Yine aynı kitap içinde onun insana karşı nasıl düşmanlık yaparak onun ebedi olarak cehennemde kalmasına sebep olduğu da haber verilmektedir. 

Allah (c.c) nin insanlara rahmet ve hidayet olarak gönderdiği "Zikir" insanların tabi olması , ve hayatlarını bu Zikrin önerdiği yol üzerinde yürümeleri gereken bir rehberdir. Bu rehbere uymayarak başka rehberlerin önerdiği yoldan gitmenin sonunun cehenneme varacağı , bizlere hesap gününde yaşanacak olan sahnelerle gösterilerek , "Yol yakın iken dönün" mesajı verilmektedir. 

Zikri rehber edinmemek sureti ile doğan boşluk, Şeytan tarafından doldurulmak sureti ile , onun ile arkadaş olunmak durumunda kalınacaktır. Onun bu arkadaşlığı insanın hayrına gibi görünecek , fakat insanın hayrına bir arkadaşlık olmadığı hesap gününde ayan beyan ortaya çıkacaktır. Yaşanacak olan pişmanlıklar şimdiden haber verilerek , böyle bir pişmanlık içine girilmemesi için gerekli olan yolun kitabın önerdiği yol olduğu , ve bu yoldan ölene kadar sapılmaması gerektiği emredilmektedir. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

13 Haziran 2016 Pazartesi

Sebe Hükümdarının Süleyman'ın Kitabına Teslim Olması ve Bu Teslimiyetin Karşılığı

Kur'anın muhataplarına vermek istediği mesajı iletmekteki kullandığı yollardan birisi, insanların birbirleri arasındaki iletişimlerinde kullandıkları edebi sanatlardır. "Teşbih" (benzetme) sanatı denilen edebi üslup , insanların kendi aralarındaki iletişimlerinde sıkça kullandıkları, bilinen bir üsluptur. Kur'an bu sanatı, özellikle gaybi anlatımlarda kullanarak , zihin dünyamızın algılayamadığı gaybi alemi, zihin dünyamızın algıladığı, gözle gördüğümüz alemin verilerine benzeterek anlatmaktadır.

Kur'anın Allah (c.c) ile ilgili verdiği bilgilerin anlatımında böyle bir edebi üslup kullanılmaktadır.

Allah (c.c) kendisini bizlere, zihin dünyamızın aşina olduğu "Hükümdar" tasvirine uygun bir benzetme kullanarak anlatmaktadır. Neml suresinde anlatılan Süleyman (a.s) kıssasını okuduğumuzda, beşer bir hükümdarın emrine tabi olan ve olmayanlara ne yapacağı üzerinden , Allah (c.c) nin kendisini hükümdara benzetmesi ile ilgisini kurarak , emrine tabi olan ve olmayanlara ne yapacağını görmekteyiz. 

Neml suresinde anlatılan Süleyman (a.s) kıssasında , onun Sebe hükümdarına gönderdiği elçi ile arasında geçenlerin anlatıldığı ayetlere baktığımızda, Allah (c.c) nin hükümdarlığı ile , Süleyman (a.s) ın hükümdarlığı arasında bir benzetme kurulduğunu görmekteyiz. Süleyman (a.s) ın elçisi ile "Kitap" gönderdiği Sebe hükümdarına, kendisine teslim olması gerektiğini , teslim olmadığı takdirde onu orduları perişan edeceğini haber vermektedir. Sebe hükümdarı, Süleyman (a.s) ın bu isteğine olumlu cevap vererek , kendisi ve ülkesini helak edilmekten kurtarmış ve sarayda ağırlanmaya hak kazanmıştır. 

Kur'an geneline baktığımızda ise , Allah (c.c) nin elçileri ile gönderdiği kitaba iman etmeyen kavimleri helak ettiğini , edenleri ise helak olmaktan kurtardığını görmekteyiz.

Bu yazımızda, ilgili ayetler üzerinden kurulan benzerliği okumaya çalışarak , Allah (c.c) nin, yeryüzündeki bir hükümdarın kendi emrine uyan ve uymayanlara yapacakları üzerinden, kendi emrine uyan ve uymayanlara yapacaklarını anlamaya çalışacağız.

Hüdhüd , Sebe adlı ülkeden haber getirerek oradaki durumu Süleyman (a.s) a anlattıktan sonra (27/ 22.27) , Süleyman (a.s) ona şunları söylemektedir ; 

[027.028]  Şu kitabımı götür onlara bırak; sonra geri çekil de, ne sonuca varacaklarına bak!

Hükümdarların bir ülkeye elçi gönderme adetine uygun olarak, elçi  seçtiği Hüdhüd'ü Sebe ülkesine gönderen Süleyman (a.s) ın, o elçisini gönderirken kullandığı "Şu kitabımı götür onlara bırak" cümlesi önemli bir noktadır. 

Burada Hüdhüd'ün ne veya kim olduğu noktasında herhangi bir açıklama yapmamış olmamız , bu konuda daha önceden bir çalışma yapmış olduğumuz içindir. Bu çalışmayı okumak isteyenler verdiğimiz linkteki yazıya göz atabilirler. 

http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/03/hudhud-ve-elcilerin-kimligi.html 

Allah (c.c) Alemlerin yegane rabbi ve ilahı olarak, mülkü altında yaşayan insanların hangi kurallara tabi olacaklarını bildirmek için, elçileri aracılığı ile KİTAP göndermektedir. Bu durumu Süleyman (a.s) ın beşer bir hükümdar olarak elçi ve kitap göndermesi ile benzerliğini kurabiliriz. Süleyman (a.s) bir hükümdar olarak , başka bir ülkenin hükümdarına elçi göndererek , kendisinin emirlerine tabi olmalarını istemektedir.

Süleyman (a.s) ın Hüdhüd'e söylediği "sonra geri çekil de, ne sonuca varacaklarına bak" emrinin, Allah (c.c) nin göndermiş olduğu elçilerin , muhataplarına karşı olan vazifelerinin sınırlarını anlatan bir ifade olduğunu söyleyebiliriz. 

Başta Muhammed (a.s) olmak üzere elçilerin vazifelerinin sadece mesajı iletmek (elçilerin sadece postacı olduğunu söylemek istemediğimizi hatırlatalım) muhataplarına herhangi bir baskı ve zorlama gibi bir vazifelerinin olmadığını ifade eden ayetleri dikkate alarak okuduğumuzda , Hüdhüd'e Süleyman (a.s) tarafından verilen "sonra geri çekil de, ne sonuca varacaklarına bak" daha kolay anlaşılacaktır. Elçiler getirdikleri mesajı muhataplarına iletirken onların kabul etmeleri noktasında onlara herhangi bir baskıda bulunmaları gibi bir vazife ve selahiyete sahip değillerdir.

Elçinin getirmiş olduğu kitap kendisine ulaşan Sebe hükümdarı şunları söylemektedir;

[027.029] Dedi ki: Ey ileri gelenler (meleu); gerçekten bana kerim bir kitap bırakıldı.
[027.030] Süleyman'dan; o Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla (başlamakta)dır.
[027.031]  «Bana karşı üstün gelmeye çalışmayın (elle ta'lu aleyye), teslimiyet göstererek(müslimine) bana gelin diye (yazmaktadır).»

Sebe hükümdarının , Süleyman'ın elçisi tarafından kendisine bırakılan kitab'a karşı söylediği "kerim bir kitap" ifadesi onun , Süleyman tarafından kendisine gönderilen kitaba teslim olduğunu göstermektedir. 

Süleyman (a.s) ın Sebe hükümdarına hitaben söylediği "elle ta'lu aleyye ve'tuni müslimine" (Bana karşı üstün gelmeye çalışmayın teslimiyet göstererek bana gelin) ifadesi , Allah (c.c) nin elçileri vasıtası ile bildirdiği biz kullarından olan isteğini ifade etmektedir. Bu ifadenin bir benzeri Musa (a.s) tarafından Firavuna karşı söylenmektedir. 

[044.019] «Allah'a karşı üstün gelmeye kalkışmayın (ve en le ta'lu alallahi; doğrusu ben size apaçık bir delil getirdim.»

Bu noktada Mısır hükümdarı Firavun ile , Sebe hükümdarı arasındaki ortak bağı kurmanın faydalı olacağını düşünmekteyiz. 

Her ikisinin de ortak yönü, ellerinde mülk , güç ve servet bulundurmuş olmalarıdır. Firavun kendisine gönderilen "Kerim elçi" yi (44.17) ret ederken , Sebe hükümdarı kendisine Süleyman tarafından gönderilen "Kerim kitap" a iman etmiştir.

Ayetlerde geçen "Mele" kelimesi ; " bir düşünce ve inançta birleşmiş olan topluluk" anlamında olup , ayrıca hükümdarların etrafında bulunan danışmanlar için de kullanılmaktadır. Süleyman (a.s) ve Sebe hükümdarlarının yanlarında bulunan mele , hükümdarların yanlarında bulunan bir danışman kadrosunu oluşturmaktadır.

Bu bağlamda Allah (c.c) nin kendisini bir hükümdar olarak tanıtmasına paralel olarak "Mele i Ala" (Yüce topluluk) terkibinin de kullanıldığını hatırlatalım (37/ 8 - 38 / 69). Bu terkibin kullanılmasından maksadın , Allah (c.c) nin yaptığı işleri bu topluluğa danışarak karar alması şeklinde bir durumun olduğunu söylemek mümkün değildir , böyle bir terkip kullanılmasının amacının , Allah (c.c) nin kendisini bizlere tanıtır iken kullandığı hükümdar benzetmesine uygunluk olduğunu söyleyebiliriz. 

Allah (c.c) nin Firavundan , Süleyman (a.s) ın Sebe hükümdarından istediği "Bana üstün gelmeye kalkmayın" ifadesi örtülü olarak ,  "malınıza , mülkünüze , gücünüze güvenerek bana kafa tutmaya kalkmayın" anlamındadır. Bu tehdide Firavun kulak asmamış , sonucunda helak edilmiş , fakat Sebe hükümdarı bu tehdide boyun eğerek kurtulmuştur.

[027.032]  Dedi ki: «Ey ileri gelenler! Bu işim hakkında bana fetva veriniz. Siz hazır bulununcaya değin ben bir işimi kestirmiş değilim.»

Hükümdarların yanlarında olan danışmanları ile olan müşaveresi Sebe hükümdarı tarafından da yapılmakta , aynı müşavere Firavun tarafından da yapılmaktadır.

[007.110]  O, sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. (Firavun): «O halde siz ne diyorsunuz?» dedi.

Sebe hükümdarının melesi, kararı hükümdara bırakır iken , Firavunun melesi, Musa (a.s) a karşı hileler düzenlemenin yollarını aramak için Firavuna akıl vermektedir. 

[027.033]  Dediler ki: «Biz kuvvet sahipleriyiz ve şiddetli bir azim sahipleriyiz ve emir sana aittir. Artık bak, ne emredeceksen.»

[007.111-2] «Onu ve kardeşini alıkoy, bütün şehirlere de görevliler yolla, usta sihirbazların hepsini senin huzuruna getirsinler» dediler.

[027.034] Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ulularını alçaltırlar. (Herhalde) onlar da böyle yapacaklardır, dedi.

Sebe hükümdarı , sorumluluk örneği göstererek ülkesini ve halkını düşünüp , melesi tarafından teklif edilen savaş önerisini ret eder. Onun bu sözleri , kendisine elçiler aracılığı ile gelen talimatlara kişilerin nasıl bir cevap vermesi gerektiği yönünde mesaj içermektedir.

Kur'an kıssalarında anlatılan kavimlerin , kendilerine elçiler aracılığı ile gelen talimatlara karşı inkarcı tavır takınanların uğradıkları sonları okuduğumuzda , Neml s. 34. ayetinin anlaşılması kolaylaşacaktır. Kur'an kıssalarında anlatılan helak edilen beldeler ile ilgili baktığımızda o beldelerde taş üstünde taş bırakılmadığını dümdüz edildiği haber verilmektedir.

[027.035]  «Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler.»

Sebe hükümdarının bu sözleri, elinde bulundurmuş olduğu servetin kendisine fayda sağlayabileceği ve bu servet ile Süleyman'ın kendisine karşı yaptığı teslim olma emrini delme umudunu taşıyan sözlerdir. Bu sözleri daha geniş anlamda , iman etmeyi bazı karşılıklı tavizlere bağlamak isteyenlere mesaj niteliği taşıması açısından okumak mümkündür.

Kur'an geneline baktığımızda kendilerine gelen elçilere karşı çıkanların öne çıkan söylemlerinde , ellerinde bulunan güç ve servete güvenerek bu karşı çıkışlarını yaptıklarını gözlemlemekteyiz. Ellerindeki 3 kuruşluk dünya malı ile kendilerini yenilmez görerek, ilahlık ve rablik taslayanların başında Firavun gelmektedir.

[043.051] Firavun kavmine seslendi ve şöyle dedi: «Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâla görmüyor musunuz?»

Kur'anın pek çok ayeti, mal ve evlatlar ile övünerek, bunları Allah (c.c) ye kafa tutma vasıtası yapanların, dünya ve ahirette uğrayacakları akıbeti haber vermektedir. Sebe hükümdarı da elinde bulundurduğu mal ve servetten bir kısmını Süleyman'a hediye olarak göndererek , kayıtsız şartsız teslimiyet konusunda Süleyman'dan bir çeşit ödün yani müdahene başvurusunda bulunmaktadır. 

Bu başvuruya Süleyman'ın cevabı şöyledir ; 

[027.036-7] Süleyman'a geldiklerinde: «Bana mal ile yardım etmek mi istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği size verdiğinden daha iyidir. Ama belki de siz hediyenizle sevinirsiniz. Onlara dön! And olsun ki, güç yetiremeyecekleri bir ordu ile gelir onları oradan alçalmış ve küçük düşmüş olarak çıkarırız» dedi.

Süleyman beşer bir hükümdar iken , kendisine tam bir teslimiyet ile gelinmesini istemekte, bu konuda hiç bir taviz vermemektedir. Hükümdarların hükümdarı olan , Allah (c.c) pazarlıklı bir imanı acaba kabul edebilir mi?. Kur'anın bir çok ayetinde pazarlıklı bir imanın kabul edilmeyeceği , imanın şartlarını kulların değil , Allah (c.c) nin belirlediğini , bu şartlara herkes tarafından uyulması gerektiği , uymayanların nasıl bir akıbete uğrayacaklarını haber verilmektedir.

Bu konuda özellikle ilk inen surelerde Muhammed (a.s) a çizilen yol haritasında, tavizkar, yani müdaheneci bir tavıra asla müsaade edilmemektedir. 

 [068.008-14] Şu halde yalanlayanlara itaat etme. Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etmeyesin.

Sebe hükümdarı , Süleyman (a.s) tarafından kendisine elçi vasıtası ile gönderilen kitaba teslim olarak , helak edilmekten kurtulmuş , Süleyman (a.s) ın sarayında ağırlanmaya hak kazanmıştır.

[027.044] Ona denildi ki: «Saraya gir.» Vaktâ ki onu gördü, onu derin bir su sandı, iki baldırını açıverdi. (Süleyman) Dedi ki: «O hakikaten sırçalardan döşenmiş düz, açık bir yerdir (min kavarira)

Sebe hükümdarı ,kendisine elçi aracılığı ile gelen kitaba iman ederek , o elçiyi gönderen Süleyman (a.s) ın ona orduları ile saldırmasından korunmuş , netice olarak Süleyman (a.s) ın sarayında ağırlanmaya hak kazanmıştır. Kur'anın "Allah'ın orduları" ile alakalı ayetlerine baktığımızda , Süleyman'ın ordusu ile bir ülkeyi helak etme tehdidi ile , Allah (c.c) nin orduları ile kendisine iman etmeyenleri helak etmiş olduğunun anlatıldığı ayetler daha kolay anlaşılacaktır.

Aynı şekilde , Allah (c.c) nin elçi aracılığı ile gönderdiği kitaba iman edenlerde aynı şekilde Allah (c.c) nin saraylarında ağırlanmaya hak kazanacaktır. Kur'anın cennet ile ilgili anlatımlarına baktığımızda bu yönde bir paralellik görmekteyiz.

[076.015]  Çevrelerinde gümüş kaplar ve billur kaseler (kavariradolaştırılır.
[076.016]  Billurları (kavarira)gümüş gibi parlaktır, onları ölçüp ölçüp dağıtırlar.

Sonuç olarak ; Kur'anın içinde benzeterek anlatma (teşbih) üslubunu taşıyan ayetler önemli bir yer tutmaktadır. Bu anlatıma, gayb alanı içine giren konular dahil olmakta , ve o alana ait bilgiler dünya hayatında bilgimiz olan alana ait verilere benzetilerek anlatılmaktadır.

Allah (c.c) kendisini bir hükümdara benzetmekte ve bu benzetme, yaşamış gerçek bir hükümdar olan Sülayman (a.s) ın Sebe hükümdarına gönderdiği elçi ve kitap ile eşleştirilerek , Süleyman (a.s) ın gönderdiği elçi ve kitaba karşı çıkanlara ne yapacağı üzerinden, kendisinin gönderdiği elçi ve kitaplara karşı çıkanlara tarih boyunca ne yaptığı elçi kıssalarında anlatılmaktadır.

Kendisinin gönderdiği elçi ve kitaplara iman edenlere ise ne yapacağını , yine yaşamış gerçek bir hükümdar olan Süleyman (a.s) ın , Sebe hükümdarına gönderdiği elçi ve kitaba iman etmesi neticesinde onu sarayında ağırlaması ile eşleştirdiğimizde , Allah (c.c) de kendisine iman edenleri ahirette saraylarda ağırlayacağını cennet ile ilgili ayetlerde bizlere bildirmektedir. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


24 Ocak 2016 Pazar

Hiç Bir Ücret İstemeyen Elçilerin Para Karşılığı Din Satan Ümmetleri

İnsanları aldatarak onlar üzerinden , para , makam , mevki , şöhret edinme hastalığı insanlığın kadim sorunlarından bir tanesi olarak güncelliğini korumakta ve korumaya devam edecektir. İnsanları aldatmak için kurulan tezgahların en eski ve en kullanılan yöntemi dini duyguları kullanmak yani "Allah ile aldatmak" yöntemidir. Bu yöntem, insanları sömürmenin en kolay ve en basit bir yolu olarak Müslümanlar arasında da en acımasız yöntemlerle kullanılmaktadır.

Müslümanlar olarak örnek almamız gereken kişiler olan elçilere baktığımızda , bu elçilerin muhataplarına vaat ettikleri cennet karşılığında, onlardan herhangi bir ücret talep etmediklerini görmekteyiz. 

[036.020]  Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. «Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyunuz!»«Sizden bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.»
[010.072] (Nuh) «Eğer yüz çevirirseniz bilin ki, ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim Allah'a aiddir. Müslimlerden olmakla emrolundum.»
[011.051] (Hud) Ey kavmim buna karşı ben sizden bir ecir istemiyorum, benim ecrim ancak beni yaratana aiddir, artık akıllanmıyacak mısınız?
[052.040]  Yahut sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?
[012.104]  Oysaki sen buna karşı onlardan bir ücret te istemiyorsun. O, alemler için yalnızca bir 'öğüt ve hatırlatmadır'.
[026.164] (Lut) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.
[026.180] (Şuayb) Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.

Yapılan bir hizmet karşılığı ücret talep etmemek , bu hizmeti yapan kişinin samimiyetini göstermektedir. Tarih boyunca gelen elçilerin tamamı , hiç kimseden herhangi bir ücret talep etmeden , ecirlerini sadece Allah (c.c) den beklemişlerdir. Onların bu yolları yani "Sünnet" leri bizler içinde yol ,yani sünnet olması gerekirken , sünnet kavramı başka yerlere çekilerek, olması gereken yerinden kaydırılmış ve farklı anlamlar yüklenerek din bezirganların istismar ettiği ettiği bir kavram haline dönüşmüştür.

Din bezirganlarının ekmeğine yağ süren en büyük etken , "Din" denilince , halkın anlamadığı , halk arasında yaygın olan deyim ile hoca , şeyh , gavs , alim v.s gibi etiketlere sahip olanların anladığı ve onların tekelinde kalan ve "Onlar ne derse doğrudur" şeklinde genel bir kanıya sahip olanların inandığı değerler akla gelmektedir. Hal böyle olunca din konusunda cahil olan insanları aldatmanın yolu kolayca açılmaktadır. 

Kur'anın anlattığı din de cennete gitmenin yolu ile , bu tiplerin anlattığı din de cennete gitmenin yolu farklı olup , bu kimselerin anlattığı din de cennet yolu daha kolaydır. T.V kanallarında boy gösteren, bir çok "Hoca"  etiketli kimsenin anlattıklarına baktığımızda, tamamen hurafe kaynaklı bir din insanlara sunularak , önerilen yolu takip etmenin cennetin kapılarını sonuna kadar açacağı söylenerek cahil halk aldatılmaktadır. 

Ticareti din yolu ile ve dini malzemeler satarak kullanan bir çok t.v kanalı ve internet sitesine baktığımızda , bu kanalların çoğunun tasavvuf kaynaklı bir din algısını sunduklarını görmekteyiz. Bu tür din algısında en önemli nokta , söylenen söz değil , sözü söyleyen kişidir. Böyle olunca kerameti kendinden veya müritlerinden menkul kişiler, ekranlarda boy gösterip , falan kitabı veya falan kişiyi referans vererek satmak istedikleri ürünleri kolayca hem de yüksek fiyatla satabilmektedirler. 

Çörek otu yağları , dua kitapları , muskalar , kolyeler , yüzükler , yakmayan kefenler , peygamber nalını , kokular gibi ürünlerin satın alınarak kullanıldığı takdirde o kişilere büyük sevaplar vaad eden bu sahtekarlar için , Tevbe s. 34. ve 35. ayetlerinin beyan ettiği akıbet onları beklemektedir.

İnsanların umutlarını sömürerek onlar üzerinden para kazanma yolu , hırsızlık , gasp , soygun gibi suçlardan daha ahlaksız bir yöntemdir. Hasta olan , işi bozulan , kocası veya karısından ayrılan , imtihanını kazanmak isteyen , kısmeti kapalı olan insanların bu hacetlerini gidermek için sattıkları ürünler veya yazdıkları muskalardan aldıkları ücretler , kıyamet günü sırtlarına ateş olarak geri dönecektir.

T.V kanallarında astronomik ücretler alarak programlar yapanların , arka fonda kaval sesi ile insanları resmen koyun yerine koyarak  yaptığı programların yüksek bir izleyici kitlesine sahip oldukları , bu izleyicilerin sordukları incir çekirdeğini doldurmayan abuk sabuk sorulara cevap vermek için uğraşan kişiler bu memleketin dini manzarasını oluşturmaktadır.

Muhammed (a.s) ve onun ashabının yaşadıkları sıkıntıları anlatarak paraları cebe indiren bu insanlar , onun sadece kılı tüyü gibi şeyleri kutsayan bir peygamber inancına sahip oldukları için , anlattıkları da kıldan tüyden meseleleri aşmamaktadır.

"Cinci hoca" lakaplı kişiler , bu bezirganların önemli bir kesimini oluşturmaktadır. Bu kimselere gidenler , hangi sıkıntıları olursa olsun onlardan aldıkları cevap , "Sende cin var onu çıkarırsak iyi olacaksın" şeklindedir. İçlerinde olan cini çıkarmak için !! yüklü meblağlar ödeyenlerin bir çoğu, soyulduğunun bile farkında olmadan , sadece cinci hocaya gitmenin verdiği bir rahatlıkla iyileşmesini , cinci hocaların marifeti sanarak ,başkalarını onlara gitmesi yönünde teşvik dahi etmektedir. 

Boyunlarına taktıkları cevşen ve muskaların onları her türlü beladan ve sıkıntıdan koruyacağına dair rivayetlerle bezenmiş bilgilere inanan saf kişiler, bunların kimseye hiç bir faydası olmadığını , aksine kişiyi şirke düşürme tehlikesine kadar boyutları olduğunu bildikleri anda , cevşen ve muska sektörü diye bir şey ortada kalmayacaktır.

Gavs olarak namlanmış tarikat ağalarının tarlalarında bedava amelelik yaparak , cennette o ağalar tarafından şefaate nail olacaklarını zanneden pek çok zavallı mürit , bu düşüncelerinin hayal ve yalan olduğunu eğer yaşadıkları zaman içinde anlamayarak , ahirette anlayacak olurlarsa iş işten geçmiş olacaktır.

Tarikat ve cemaat yapılanmaları altında gerçekleşen ticaret, son senelerde büyük bir artış göstererek neredeyse devlet içinde devlet şeklinde bir güce erişmiştir. Bu güce erişmelerine sebep olan en büyük faktör , bu güçlerin başlarındaki kişilerin vaat ettikleri cennet ve şefaat garantili bağışlar olmaktadır. Bu kişiler, insanları ellerine ceplerine attırmak için olmadık taklalar atarak , her türlü menkıbe yolu ile bunların verdiklerinin ne kadar faziletli ve karşılıklarının cennet olduğunu söyleyerek soygunu gerçekleştirmektedirler.

Bu manzaranın tamamen yok olması pek mümkün görünmemekle birlikte en aza indirilerek bu türlerin ipliğinin pazara çıkarılması nasıl gerçekleşebilir ?.

Ortalıkta gezen bu tür din tüccarları yaptıkları hizmet karşılığında her hangi bir ücret talep edip etmediklerini sorgulayıp , sattıkları ürünlerin ve söyledikleri sözlerin bize din adına ne gibi bir getirisi olduğunu ilk ağızdan, yani Kur'andan öğrenmek gerekmektedir.

Bizlere önce din den bahsederek etrafına toplayan , sonra esas amacı olan satışı gerçekleştirmeye çalışanların etrafından kaçarak onları yalnız bıraktığımızda , bu bezirganların ekmek kapıları yavaş yavaş kapanmaya başlayacaktır. Bu yalnız bırakma ameliyesinin , kişilerin gerçek bir din anlayışına sahip oldukları zaman gerçekleşeceği de muhakkaktır.

Bu işe önce , kişi merkezli din anlayışından , kitap merkezli din anlayışına geçmekle başlayabiliriz. Kitap merkezli bir din algısına sahip olanlar , sözü söyleyene değil , söylenen söze bakarak , bu sözün doğruluğunu veya yanlışlığını kitaba göre ölçerler. 

Bu yöntem en etkili yöntem olup , dini ticaret haline getirerek onun üzerinden para kazananların en büyük dayanakları olan , "Falan efendinin sözü" , "Filan kitabın sözü" diyerek insanları "Bak ben demiyorum haaa falan efendi, filan kitap diyor" şeklindeki sözlerle bağlamalarıdır.

Bizler eğer falan efendi , filan kitap yerine "Kur'an ne diyor?" sorusunun cevabına yönelik bir din algısına sahip olduğumuzda , bu kişilerin sözleri ve kitapları artık hükmünü yitirerek çöp tenekesinden başka bir yere layık olmadığı görülecektir. Bu tehlikeyi çok iyi bilen bu tipler , Kur'anın elde gezen bir kitap olmaması için yüzyıllardır ellerinden geleni artlarına koymayarak , insanları kendi söylediklerine bağlamışlardır ve hala bağlamaktadırlar.

İnsanlar Kur'ani bir din algısına sahip olduklarında , bu tür kişilerin istismarına sebep olan , dua kitapları , muskalar , kolyeler , yüzük gibi şeylerin faydasının alan kişiye değil , satan kişiye olduğu anlaşılarak, dini duyguların istismar edilerek açılan bu kazanç kapısı kapanmaya başlayacaktır.

Din bezirganların sahtekarlıklarını anlatmak için ciltler dolusu kitaplar yazılsa genede bitmeyecektir. Bize düşen bunların tezgahlarına gelmemek , bunların tezgahlarına düşmüş olanları hatalı olduklarını anlatarak , din denilince akla bu tür sahtekarlar değil Kur'anın gelmesi gerektiğini anlatmaya çalışmak olmalıdır.

Ayrıca "Alim" sıfatına sahip olanların siyasi iktidarlar ile yakınlaşarak , onlardan bir takım menfaatler elde etmeye kalkmaları, bahsini ettiğimiz durumun bir başka versiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyasilerin oy uğruna attığı taklalardan bir tanesi , oy deposu olarak gördükleri şahsiyetlere yanaşarak karşılıklı müdahene içine girmeleridir. Alim sıfatına sahip kişilerin , elçilerin yolunu izleyerek  dünyevi menfaat karşılığı hiç bir kişi , kurum veya kuruluş ile yakınlık içine girmeyerek , kendilerini hiç bir yere bağımlı hissetmemeleri gerektiğini ifade etmek istiyoruz. 

RABBİMİZ BİZLERİ , DİN SATARAK PARA KAZANANLARIN OLMADIĞI BİR DÜNYADA YAŞAYAN KULLARINDAN KILSIN.