2 Eylül 2013 Pazartesi

Nisa s. 26. Ayeti ve Zina Suçunun Tevrat'taki Cezası

Rabbimiz nisa s. 26. ayetinde şu şekilde bir beyanda bulunmaktadır.

يُرِيدُ اللّهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ                
Allah size açıklamak ve sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah Bilen'dir, Hakim'dir.

Bu ayeti anlamak için 26. ayetten önce başlayan 22-23-24-25. ayetlerdeki hükümleri okumak gerekmektedir.   

 -----4.022 Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin, geçmişte olanlar artık geçmiştir çünkü bu bir fuhuş ve igrenç bir şeydi, ne kötü yoldu!
-----4.023 Sizlere, analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kızkardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızin yanınızda kalan üvey kızlarınız ki onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir engel yoktur, öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak suretiyle evlenmek, -geçmişte olanlar artık geçmiştir- size haram kılındı. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.
-----4.024 Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. Maliki bulunduğunuz cariyeler müstesna, bunlar, Allah'ın üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Bunlardan başkasını, zinadan kaçınıp, iffetli olarak, mallarınızla istemeniz size helal kılındı. Onlardan faydalandığınıza mukabil, kararlaştırılmış olan mehirlerini verin; kararlaştırılandan başka, karşılıklı hoşnud olduğunuz hususda size bir sorumluluk yoktur. Allah Bilen'dir, Hakim'dir.   
-----4.025Sizden, hür mümin kadınlarla evlenmeye güç yetiremiyen kimse, ellerinizdeki mümin cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Birbirinizdensiniz, aynı soydansınız. Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velilerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin.EVLENDİKLERİNDE ZİNA EDECEK OLURLARSA ONLARA HÜR KADINLARA EDİLEN AZABIN YARISI EDİLİR.  Cariye ile evlenmedeki bu izin içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar ve merhamet eder.

Bu 4 ayetteki hükümler sıralandıktan sonra rabbimiz 26. ayette "Allah size açıklamak ve sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah Bilen'dir, Hakim'dir. " buyurarak BU HÜKÜMLERİN BİZDEN ÖNCEKİLEREDE UYGULANAN HÜKÜMLER OLDUĞUNU BEYAN ETMEKTEDİR.

25. ayete dikkat edecek olursak ayet içindeki " EVLENDİKLERİNDE ZİNA EDECEK OLURLARSA ONLARA HÜR KADINLARA EDİLEN AZABIN YARISI EDİLİR." hükmünün, bizden öncekilere uygulanan hükümler arasında olduğu görülmektedir. Bu ayetteki yarım azabın tam olanı nur s. 2. ayetinde "Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini konusunda o ikisine acımayın. Onların ceza görmesine, inananlardan bir topluluk da şahit olsun." şeklinde bizlere bildirilmektedir. Bu ayet'teki ceza hükmü zina edenler için evli ve bekar ayrımı yapılmadan uygulanması bir bir hükümdür olup bu konu ile ilgili olan "Recm kavramı ve zina fiilinin kur'an ve tevrattaki cezası" başlıklı yazımıza bakılabilir.    

Zina cezasının evli bekar ayrımı yapılmadan 100 değnek olduğunu kabul edenler maalesef recm cezasının tevrat'ta olan bir ceza olduğu kur'anın nazil olması ile bu cezanın nesholunduğu iddiasını dile getirmektedirler.   

Nisa s. 26 . ayeti bu düşüncenin yanlış bir düşünce olduğu yolundaki düşüncemize delil olarak getirdiğimiz bir ayettir şöyleki ; eğer nisa s. 25. ayet içindeki "EVLENDİKLERİNDE ZİNA EDECEK OLURLARSA ONLARA HÜR KADINLARA EDİLEN AZABIN YARISI EDİLİR" hükmü bizden öncekilerede uygulanan bir hüküm ise tevratta olduğu iddia edilen RECM cezasının yarısı nasıl ve ne şekilde uygulanmaktaydı? Çünkü bizden öncekilere uygulanan hükmüler bizden öncekilere indirilen kitabın içinde olması gerekir. Tevratta böyle bir ceza olmuş olsaydı ki, şimdi elimizde olan tevrat içinde olması bize bu cezanın Allah cc nin öngörmüş olduğu ceza olduğu anlamına gelmez çünkü bugün elimizde olan tevrat Allah cc nin elçileri vasıtası ile indirdiği şekli ile mevcut olmayıp tahrife uğramış bir kitaptır.   

Sonuç olarak, recm cezasını kabul etmeyenlerin bu cezanın tevratta olan bir ceza olduğu ve kur'an ile neshedildiği düşüncesi nisa s. 26. ayet çerçevesinde düşünülecek olursa doğru bir düşünce olmadığı görülmektedir. Çünkü bizden öncekilerden zina suçunu işleyen bir kimse eğer hür değilse onlara hür olanların yarısı kadar ceza veriliyorsa bu cezanın RECMEDİLMEK OLAMAYACAĞI ayan beyan ortadadır.   

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
 


19 Temmuz 2013 Cuma

Zuhruf s. 61. Ayeti ve İsa a.s'ın Saat'in İlmi Olması

Allah cc nin adem as dan muhammed as a kadar göndermiş olduğu elçiler zincirinin bir halkası olan isa as hakkında hıristiyanlar tarafından oluşturulan düşünceler bir kısım müslümanlar tarafından kabul görerek onun kıyamete yakın bir zamanda tekrara dünyaya geri geleceği şeklindeki rivayetler doğru zannettirilerek dinin esaslarından biri haline gelmiştir. İsa as ın yeniden dünyaya gelişi hakkında kur'anda en ufak bir delil olmamasına karşın zuhruf s. 61. ayeti buna delil getirilmeye çalışılmış ve "kitab'tan olmadığı halde bu kitab'tandır" denilerek israiloğullarının kitablarına karşı yapmış oldukları kelimeleri yerlerinden oynatma taktiği ile parantez içine (isa'nın yeniden gelişi) şeklinde tahriflerle bunu büyük ölçüde başarmışlardır. Bugün isa as ın yeniden dünyaya geleceğine inanan bir müslüman bunun doğru olmadığını söylemeye kalktığınız zaman vereceği ilk tepki " kardeşim ayet var sen ayeti inkarmı ediyorsun" şeklindedir. Bu ayetin hangi ayet olduğunu sorduğunuz zaman alacağınız cevap zuhruf s. 61. ayetinin parantez içi tahrif metodu ile yapılmış herhangi bir mealidir. Bu şekilde bir mealin arapça metin ile uyuşmadığının söyelnmesine karşılık alacağınız cevap genellikle " sen falanca kişiden daha iyimi biliyorsun?" şeklinde olmaktadır.   

İsa as ile ilgili ayetleri doğru anlamak için önce kendilerinin isa as a iman ettiğini iddia eden hıristiyanların onun hakkındaki arka plan düşüncelerinin bilinmesi gerekmektedirki kur'anın isa as hakkındaki ayetleri doğru anlaşılabilsin. Bilindiği üzere hıristiyanlar onu ve annesini ilah seviyesine çıkarmışlar ve ona "allah'ın oğlu" payesini yakıştırmışlardır. Kur'anın bu arka plan dahilinde nazil olan isa as ile ilgili ayetlerinin tamamı onun ilahlığı iddialarını red ederek onun bir beşer olduğu vurgusunu yapmaktadır. 

Zuhruf s. deki ilgili ayetlerinde bağlamı bu şekilde olup mealleri şöyledir.  

 57. Meryem oğlu İsa, bir misal olarak anlatılınca senin kavmin hemen bağrışmaya başladılar.
58. Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa o mu? dediler. Bunu sana ancak tartışmak için söylediler. Doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur.
59. O, sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.
60. Eğer dileseydik, içinizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler yaratırdık.
61. Şüphesiz ki o , kıyamet için  bilgidir. Ondan hiç şüphe etmeyin ve bana uyun; çünkü bu, dosdoğru yoldur.
62. Sakın şeytan sizi yoldan çevirmesin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.
63. İsa, açık delillerle geldiği zaman demişti ki: Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyleyse Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
64. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na ibadet edin. İşte bu, doğru yoldur.
65. Ama aralarından çıkan guruplar, bir ihtilâfa düştüler. Acı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin haline!
66. Onlar farkında değillerken kıyamet gününün kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? 

Ayetlerin bağlamı isa as hakkındaki diğer ayetlerde olduğu gibi yine onun beşer ve elçi yönüne vurgu yapmaktadır. Beşer elçilerin ortak yönü olan muhataplarını kıyamet gününün azabı ile korkutması bu ayetlerdede vurgulanmaktadır. Mekkelilerin ondan bahsedilince verdikleri tepkiye karşın onun kendisine nimet verilen ve  israiloğullarına örnek kılınan bir KUL  olduğu vurgusu yapılır ve diğer beşer elçiler gibi kıyamet ile korkutan bir elçi olduğu söylenerek 63. ayette onun tebliğinden bir kesit sunulmakta ve 64. ayette yine Allah cc nin rablığı vurgusu yapılarak hem isa nın hemde diğer insanların rabbı olduğu hatırlatılmaktadır.   

Allah cc nin göndermiş olduğu elçilerin ortak tebliği ölüm,yeniden diriliş , hesap ,cennet ve cehennem haberi olduğu dikkate alınacak olursa bu haber verişlerden isa as da beri olmayıp kendinden önceki elçilerin haberlerini kavmine aktarmaya çalışan bir beşer elçi olduğu beyan edilmektedir. Onun "kıyamet için bilgi" olması bu anlama gelmekte olup bütün elçilerin ortak yönlerinden birisi olan " KIYAMET İÇİN BİLGİ" olmaları isa as içinde geçerlidir.    

Hal böyle iken, maalesef ön kabullu okumalar ve ayetlerin rivayetler rehberliğinde anlaşılma yanlışına kurban edilen isa as ın durumu beşer bir elçilikten çıkarılmış onun kıyamete yakın bir zamanda geleceği rivayetlerine kurban edilmeye çalışılmıştır.    

Burada yeri gelmişken 61. ayetteki "innehu" zamirinin isa as a değil kur'ana raci olduğu iddiaları gramer açısından pek isabetli görünmemektedir. Ayetin öncesinde en yakın olarak bahsedilen ve zamirin raci olmasına daha uygun olan isa as dır. İnnehu zamirini kur'ana raci kılanlar isa ın kıyamet öncesi yeniden gelmeyeceğini savunan kimseler olmasına rağmen, "innehu" zamiri isa as a racidir fakat onu yeniden geleceğine dair hiç bir şekilde delil teşkil etmez.   

Sonuç olarak; Allah cc nin elçiler zincirinin bir halkası olan isa as hakkında uydurulan kıyamet öncesi yeniden geliş senaryolarının kur'anla uyuşmamasına karşılık "uymazsa uydururuz" türü çalışmalar neticesinde parantez yardımı ile ayet tahrif edilmiş ve onun yeniden dünyaya gelişi sanki ayetin hükmü görüntüsü verilmeye çalışılmıştır. Bütün elçilerin ortak özelliği olan "KIYAMET İÇİN İLİM" olmaları isa as içinde geçerli olup yine diğer elçiler gibi o da kavmini kıyamet gününün azabı ile uyarmıştır. Bunun haricinde isa as için başka bir özel durum kur'ani bilgiler içinde yoktur, ancak rivayet bilgileri içinde mevcut olan yeniden dünyaya dönüş bilgileri, kur'an onayından maalesef  geçmemektedir dolayısı ile isa as ın geleceğini bekleyenler boşa beklemektedir.       

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR

7 Temmuz 2013 Pazar

Kur'anın Tahrif İddiaları Veya Aydınlatıcı Delil Olmadan Kur'an Hakkında Konuşmak

Alemlere rahmet ve hidayet olmak üzere Allah cc tarafından muhammed as a indirilen kur'ana iman ettiğini iddia edip, bu kitabın bazı ayetlerinin eksik veya fazla olduğu veya yanlış yazıldığı şeklinde iddialar yüzyıllardır gündemimizde yer tutmakta olup bundan sonrada yer tutmaya devam edecektir. Kur'ana iman etmeyenlerin bu kitabın tahrifi ile ilgili iddialarının kaynağı maalesef bizim kaynaklarımız olup haklı olarak "kardeşim ben demiyorum kendiniz diyorsunuz" şeklinde sözlerle bizleri muhatap etmektedir.   

Kitabın eksik olduğu konusundaki iddialar geleneksel anlayışta nasih mensuh teorisi adı altında yürütülerek,1- tilaveti mensuh hükmü baki (recm ayeti  örneği) 2- tilaveti ve hükmü mensuh şeklinde kategorize edilerek kitabın ayetleri olarak indirilen fakat kitaba alınmayan ayetlerin olduğu iddialarının devamı olarak bazı ayetlerin kurandan olmadığı veya bazı ayetlerin yanlış yazıldığı iddiaları konuşulmaya devam etmektedir.      

Bir kitabın doğru veya yanlış olduğunu iddia edebilmek için elimizde kesin doğru olduğuna inandığımız bir delilin olması ve o kitabın içeriğindeki bazı sözlerin  kesin doğru olduğuna inandığımız delil ile ispatlamak zorunluluğumuz vardır.    

Allah cc nin indirmiş olduğu kitabın doğruluğuna dair delilimiz yine kur'andan olup harici olarak bir delilimizin olması mümkün değildir. Kur'anın sahihliğini iddia etmek için kullandığımız kur'an harici deliller yaratılmış olan kulların koymuş olduğu deliller çerçevesinde olacağı için Allah cc nin kitabını yaratılmış olan kulların koymuş olduğu ölçüler dahilinde doğrulatmaya çalışmak bizi doğru bir sonuca götürmez.    

Allah cc nin kitabının matematiksel bir koruma ile çok mükemmel bir şekilde korunduğu iddiası ile yola çıkan bazıları tevbe s. son iki ayetinin bu matematiksel ahenge uygun olmadığı gerekçesi ile red etmektedirler. Allah cc hiç bir ayetinde " bu kitap 19 ve katlarının ahengi ile korunmuştur bu ahenge uymayan ayetler kitaba sonradan ilave dilmiştir" şeklinde bir beyanda bulunmamasına rağmen Allah cc nin kitabının kulların koyduğu ölçüler dahilinde sağlamaya gidilmesi kitabın korunmadığına dair düşüncelere sebeb olmuştur.     

Bu tür söylemlerin iyi niyetli olmayan düşünceler olduğu açıktır. Adı müslüman olan kimselerden sadır olması bu düşünceleri ortaya atanların bu sözleri iyi niyetle ortaya attığı zannına götürmemelidir. Bu tür düşüncelere karşı olan yaklaşımlarımız bunların isimlerine kanarak samimi oldukları yolundaki düşüncelerine kanmayıp belli bir projenin içerdeki tatbikçileri olarak görülmesi olmasıdır.     

Kitab üzerinde şüphe uyandırarak kitaba olan güveni sarsmak amacında olan yaklaşımlardan biriside kitabın imlası konusundadır. Bilindiği gibi kur'an sözlü olarak inmiş bir kitab olup vahiy meleğinin muhammed as vahyi bırakması ve o vahyin muhammed as ın ağzından çıkan sözler olarak muhatablarına tebliği şeklinde olmuştur. Muhammed as ın ağzından çıkan ayetler  vahiy katipleri tarafından yazıya geçirilmiştir. Bugün elimizde olan mushaftaki harflerin harekeler ve noktalama işaretleri okumayı kolaylaştırmak amacı ile ebu esved eddüeli tarafından sonraları yapılmıştır.   

Bu durumu fırsat bilen bazıları bu konuyu istismar ederek işlerine gelmeyen bazı ayetlere  kendi hevaları doğrultusunda anlam vererek o ayetin mushaftaki yazılışının yanlış olduğu doğru olanın! kendi yazdığı biçimde olduğu şeklinde  görüş beyanında bulunmaktadırlar. Mushafın putlaştırıldığını iddia ederek mushaf hakkında şüpheler ortaya atmaları mushafı putlaştırmama adına yaptıkları girişim kendi hevalarını putlaştırmaktan başka bir şey değildir.  

Kitab indiği zaman muhammed as ın katiplere yazdırır yazdırmaz hafızasından silinmiş değildir. Aksine onun haricinde bir çok kişinin hafızasında yer etmiş ve yazılışı anında yapılacak herhangi bir hata başkaları tarafından görülerek yanlışın düzeltileceği muhakkaktır. Yazılan kitabın Allah cc nin indirdiği ayetler olması ve kur'andan önce nazil olan kitabın ayetleri konusunda israiloğullarının yaptıklarınında o kitabta bahsedilmesi aynı hataya düşmemeleri konusunda müslümanlara verilen bir mesaj olarak algılanmasını  ve kitabı sonraki geleceklere miras bırakırlarken herhangi bir ihtilafa sebebiyet verecek hataları yapmamaları gerektiğini herhalde  çok iyi biliyorlardı. Hele hele kitabın anlamını değiştirecek şekilde bir harf hatası yaptıkları iddiası masum bir iddia olamaz.                     
        
Birileri kalkıp , " bu dedikleriniz kitabın tahrif olmadığı ön kabulu içinde yazılmış duygusal ifadelerdir" diye bir itirazda bulunabilir. O zaman bizde kendisinden duygusal olmayan ve delile dayanan bir karşı itiraz beklerizki kitabın tahrif olduğu konusunda bizleri inandırsın. 
  
-----031.020 Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz? İnsanlardan, Allah hakkında hiçbir bilgisi olmadan, doğruluk rehberi ve aydınlatıcı bir Kitap bulunmadan tartışanlar vardır.
-----022.003 İnsanlardan, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı şeytana uyan birtakım kimseler vardır.
-----022.008 İnsanlardan kimi de vardır ki, ne bir bilgiye, ne bir yol göstericiye, ne de aydınlatıcı bir Kitab'a dayanmaksızın Allah hakkında tartışır.

Allah hakkında tartışmak için gerekli olan verilerden bir tanesi kişinin elinde aydınlatıcı bir kitabı olmasıdır. Bu aydınlatıcı kitab yine Allah cc nin indirdiği kitabtan başkası olamaz. Kur'andan önce nazil olan tevrat ve incilin tahrif olduğuna dair delilimiz o aydınlatıcı kitab olan kur'an iledir. Tevrat ve incilin tahrif edilerek içine vahiy harici bilgilerin karışmış olduğuna dair delilimiz yine Allah cc nin indirdiği son kitab olan kur'anın verileri ile o kitapları karşılaştırmak ve kur'ana aykırı olan bilgilerin tevrat veya incile sonradan dahil edildiği şeklindedir.   

Eğer biri kalkıp kur'ana bu tür ilavelerin veya yazılım hatalarının yapıldığı noktasında bir iddiada bulunacak olursa ondan isteğimiz Allah cc nin indirmiş olduğu aydınlatıcı bir kitabtan delil getirmesidir. Şayet kur'ana vahiy harici bir ilave olduğu yolunda bir iddiada bulunan kişi ya bize Allah cc nin indirmiş olduğu bir delil getirecek yada bu iddiasını bu şekilde delillendiremediği müddetçe müfteri olmaktan öteye gidemeycektir.  Allah cc ve onun kitabı hakkında söylenecek en doğru söz o kitabın doğrultusunda olacaktır, başka kitaplar referans alınarak Allah cc ve kitabı hakkında söylenecek her söz batıldır.  

"elkur'an mushafı" adını kullanarak elimizdeki iki kapak arasında sahifelenmiş olan kitabın levhi mahfuzdaki kur'an ile aynı olmadığı tahrif olmayan kur'anın levhi mahfuzdaki kur'an olduğu elimizde olanın tevrat ve incil gibi tahriften kurtulamayacağı düşüncesi yine adı müslüman! olanlar tarafından dile getirilen düşüncelerden biridir. Kur'ana korunmuş gözüyle bakanların onu putlaştırdığı iddiası ile yazılım hataları olabileceği ve bu yazılım hatalarını düzelten kur'an alimlerinin çalışmalarından !! örnekler vermek istiyoruz.     

Meryem s. 24. ayetine vermiş olduğu mealin gerekçesi olarak "tahtihe" kelimesinin hatalı yazıldığı hatasız! olanın hangisi olduğunu şu şekilde delillendirmektedir.

"Doğurduktan hemen sonra ona seslendi: “Sakın üzülme, Rabbin senin doğuruşunu meşru kılmıştır,
 Nuhhata, nahtuta, aramice de terk, teslim, çıkış, veriş, doğurma anlamlarına gelir. Min edatı aramice de ve arapça da -den, -dan olarak genel kullanımının yanında “that point in time” “yani o olayın olduğu an, o anda” manalarında da kullanılır. ” İza nudiye li el-salati MİN yevm el cumuati” Cuma/9  bu kullanımdır.benzeri bu surenin 37. Ayetinde “MİN meşhedi yevmin azim” HAALE Hud/43
“Min nahtiha” şeklinde okunursa anlamı “doğurduktan hemen sonra, doğruduğu anda” olur.Arapçada Nahte ( nun-ha-te ) yontmak, yonga, yontulan nesneden düşen şey, insanın üzerine yontulduğu tabiatı ( nuhita aleyha  – Müfredat ), Kuran mushafı harfleri çok sonradan noktalanırken büyük ihtimalle yazıcı bir nokta yerine iki nokta koyarak NUN olması gereken harfi TE yapmıştır ve kritik kelime NUHİTAHA dan TAHTİHA ya dönüşmüş olmuştur, Allahu alem.

Sin-ra-elif ( Lisan ) Asil, şerefli, soylu, yiğit, mert, Reculün seriyyun ( Müfredat ) yüce ve yüksek asil saygın onurlu cömert adam
Seriya nın arami köklü bir kelime olduğu çok açıktır. Aramice’de (SARYA), yasal doğum,asil, yüce şerefli adam manalarındadır. Kelimenin direkt anlamı özgürlük (hür) kökünden gelir. Kehf suresi 61. Ayetin sonundaki seraba okunan kelime de buradaki seriya olabilir."   demektedir .

Yine aynı şekilde bir başka kur'an alimi!  olan Hakkı Yılmaz'da bazı ayetlerdeki harflerin sehven! hatalı yazıldığını ve bu hatayı düzelterek! doğru olanı nasıl yaptığını bir çok yazımızda örneklerini vererek göstermeye çalışmıştık. Kur'an mushafını putlaştırmama adına yapılan bu çalışmalar kur'anı sanki herhangi bir kulun kitabı seviyesine indirmiş ve hevayı putlaştırmıştır.  
Sonuç olarak;

 Müslüman olarak kur'ana bakış açımız, şu anda elimizde olan "el kur'an mushafı" Allah cc den indirildiği şekli ile bozulmadan herhangi bir tahrife uğramadan elimizde olup kıyamete kadarda böyle kalacaktır. Aksine Allah cc nin katından olan bir kitapla delillendirilmesi gerekirki bunun böyle olduğuna inanalım. Eğer yeni bir elçi ve beraberinde yeni bir kitap gelecek olursa (ki bu kur'anın beyanıyma bu mümkün değil) yeni gelen kitap bizlere kur'andaki tahrifleri mutlaka beyan edecektir. Bunun dışındaki kur'anın bozulmuş olduğu yönündeki iddialar tamamen art niyetli belli bir proje ürünü olup, tek doğru ölçü olan kur'anıda yıkarak elde doğru ölçü adına hiç bir şey bırakmayarak müslümanları kaosa sürükleme çabalarından başka bir şey değildir. Adı müslüman dahi olsa bu tür kişilerin yapmış oldukları çalışmalar art niyet ürünü olup bilerek veya bilmeyerek olsun bir yerlere hizmet ederek onların ekmeğine yağ sürme çabalarıdır. Rabbimiz bizleri içimize sokulmuş olan truva atı mesabesinde olan bu tür insanlardan muhafaza buyursun.   

4 Temmuz 2013 Perşembe

Bakara s. 260. Ayeti ve Kuşların Alıştırılması

Ölümden sonra diriliş haberi kur'anın en büyük haberlerinden bir olması hasebiyle kur'anın pek çok ayeti bu konu ile ilgili olarak ahiret hakkında bilgiler içermektedir. Ölümden sonra diriliş ile ilgili ayetlere baktığımız sadece iddia sadedinde olduğu görülmektedir. Kalkıp birisi "gidiptegörenmi var?" diye sorduğu zaman "evet gören var" şeklinde bir cevap vermemiz mümkün değildir. Bizler islam olmuş (teslim olmuş) kullar olarak Allah cc nin kitabına kayıtsız şartsız iman etme gereği olarak ölümden sonraki hayatın kur'anda nasıl anlatılıyor ise ona iman ediyoruz ,ancak Allah cc kur'anda  ölümden sonra dirilişin gerçek olduğunu dünya hayatındaki bazı kıssalarda bizlere anlatarak ölümden sonraki dirilişi "ayn'elyakin (göz ile) göstermiştir.   

Bakara s. 260. ayeti ölümden sonra dirilişin ibrahim as üzerinden göz ile gösterilmesini anlatan bir ayet olması ile dikkat çekicidir. 


"
Ve iz kâleibrâhîmurabbîerinî keyfe tuhyilmevtâkâle e ve lemtu’minkâle belâ ve lâkin liyatmainne kalbî kâle fe huzerbeatenminettayri fe surhunneileykesummec’alalâkulli cebelin minhunnecuz’ensummed’uhunneye’tînekesa’yâ(sa’yen), va’lemennallâheazîzun  hakîm(hakîmun) "

"Hani İbrahim: Rabbım, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster, deyince. İnanmıyor musun? demişti. O da: Hayır öyle değil, ama kalbim iyice mutmain olsun, demişti. Öyleyse dört çeşit kuş al; onları kendine alıştır, sonra her dağ başına onlardan birer parça koy. Sonra onları, çağır, koşarak sana gelirler. Ve bil ki şüphesiz Allah, Aziz'dir, Hakim'dir. "

Ayet ilk bakışta ibrahim as ile Allah cc arasında geçen bu konuşmanın sanki karşılıklı bir şekilde cereyan ettiği imajını vermektedir. Şura s. 51 .de "Allah bir insanla ancak vahiy suretiyle veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderir; izniyle, dilediğini vahyeder. Doğrusu O yücedir, Hakim'dir."buyurularak Allah cc nin insan ile konuşmasının keyfiyeti hakkında verilen bilgiler içinde elçisiz olarak sadece musa as ile konuştuğuna şahid oluyoruz. 260. ayette bu konuşmanın nasıllığından ziyade konuşmada verilen mesaja odaklanmak gerektiğini düşünmekteyiz. Bir önceki 259. ayettede birebir cereyan ettiği imajı bir konuşmada ismi belirsiz bir kul ile yapılmakta olup orada yapılan konuşmanın konusuda ölümden sonra dirilişin aynelyakin olarak dünyada gösterilmesidir. Öyleyse ayeti okurken ibrahim as ile Allah cc nin konuşması keyfiyetinin değil ayetin verdiği mesajın öne çıkarılarak anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz.   

İbrahim as ın "
Rabbım, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" şeklindeki isteğin ayet içindeki kuşların durumu ile ilgili bilgi vermesi açısından önemlidir. Bazı meallerde gördüğümüz şekli ile  kuşların canlı olarak dağa salınması anlamında yapılan meallerin ibrahim as ın bu isteğinin doğrultusunda uygun olmadığını,uygun olan anlamın kuşların üzerinden yeniden dirilişin aynelyakin olarak gösterilmesi gereği kuşların önce ölmüş olmasıdır.   

İbrahim as, bu isteğini ölümden sonra dirilmeye inandığını fakat kalbinin mutmain olması için böyle bir istekte bulunduğunu söyledikten sonra Allah cc ona 4 tane kuş alıp kendisine alıştırmasını emrediyor. "fesurhünne" kelimesi, bizlere bu kelimenin kullanıldığı diğer ayetleri gördüğümüz zaman ölülerin diriltilmesi ile ilgili olarak kullanılan "sur" kelimesi ile aynı olduğu görülecektir.    


Kıyamet saati ile ilgili anlatımlara bakacak olursak sura üfürülerek herkesin bir araya getirileceği haberi bir çok ayette bizlere bildirilmekte olup sura üfürülmesi müteşabih bir anlatımdır. 260. ayette kuşlar için kullanılan "fesurhünne" kelimeside kıyamet saati ile ilgili olarak anlatılan ayetlerin muhkem bir açılım ayetidir şöyleki:   


Kuşların kendine alıştırılmasından kastedilen onların alışmış oldukları çağırıcının dışında kimsenin çağrısına kulak asmadan çağrısına uymak zorunda oldukları kişinin çağrısına icabet etmeleri olup bu tür anlatımlar kıyamet saati ile ile ilgili olarakda anlatılmaktadır.  


-----050.041.42 Bir çağırıcının yakın bir yerden çağıracağı güne kulak ver. O gün insanlar bu sesi gerçekten işiteceklerdir. İşte bu, çıkış günüdür.
-----054.006.7.8Öyleyse onlardan yüz çevir; çağıran, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün;Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde ve dâvetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar. O esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.
-----020.108 O gün, hiçbir tarafa sapmadan o davetçiye (Sûr'a üfleyenin çağrısına) uyarlar. Öyleki, Rahmân'ın heybetinden sesler kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka hiçbir şey işitemezsin.

Kıyamet günü çağırıcının sura üfürerek yapacak olduğu çağrının bir benzeri ibrahim as ın kuşları çağırarak o kuşların ibrahim as a alışmış olmları hasebiyle direk ona gelmeleri bizlerin kıyamet günündeki ahvalimizin muhkem bir anlatımıdır.

-----006.073 Gökleri ve yeri gerçekle yaratan O'dur ki «Ol» dediği gün (an) hemen olur; sözü gerçektir. Sura üfleneceği gün hükümranlık O'nundur. Görülmeyeni de görüleni de bilir. O Hakim'dir, haberdardır.
-----018.099 Biz o gün onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sura üflenince hepsini bir araya toplarız.
-----020.102 Sura üflendiği gün, işte o gün, suçluları gözleri korkudan göğermiş olarak toplarız.
-----023.101 Sura üflendiği zaman, o gün, aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez ve birbirlerine de birşey soramazlar.
-----027.087 Sura üfürüldüğü gün, Allah'ın diledikleri bir yana, göklerde olanlar da yerde olanlar da, korku içinde kalırlar. Hepsi Allah'a boyunları bükülmüş olarak gelirler.
-----036.051 Sura üflenince, kabirlerinden Rablerine koşarak çıkarlar.
-----039.068 Sura üflenince, Allah'ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra Sura bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar.
-----050.020 Sura üfürülür. İşte bu geleceği söz verilen gündür.
-----069.013-4  Vaktâ ki Sûr'a bir üfürülme ile üfürülmüş olur. Ve yer ve dağlar yerlerinden kaldırılmış ve birbirine bir çarpışla çarpmış, darmadağın olmuş bulunur.
-----078.018 Sur'a üfürüleceği gün, artık siz dalga dalga geleceksiniz.

Ayette "sana koşarak gelirler" cümlesi üzerindede biraz durmak gerekmektedir. Klasik tefsirlere bktığımızzamak "kuşların koşarak gelmesi" üzerinde yorum yapan tefsirciler mesajın içeriğinden uzaklaşarak kuşların cinsi üzerinde yorumlar yapmışlar ibrahim as ın kuşlarının cinsi üzerinde derin ve ilmi!! müzakerelere girişerek tavuk,devekuşu gibi yürüyen kuş cinslerinden hangisi olabileceğini konuşarak sayfaları doldurmuşlardır.     

Ayetin mesajı gereği ayet içinde geçen "sa'yen" kelimesinin kıyamet günü ahvali ile ilgili kullanımlarına bakacak olursak kuşların koşarak gelmeleri ile insanların koşarak gelmeleri ve amellerinin karşılığını görmeleri arasındaki bağ aynı kelime olan "saa" kelimesinin kullanımında görülecektir.   


-----017.019 Ahireti isteyip, inanmış olarak onun için gerekli çalışmada bulunan kimselerin, işte onların çalışmaları(sa'yuhum) şükre değer.
-----053.039  İnsan ancak çalıştığına erişir.(sa a)
-----053.040 Onun çalışması şüphesiz görülecektir.(sa'yuhum)
-----079.035 O insanın neye koştuğunu(sa a) anlıyacağı gün.
-----020.015 Herkes işlediğinin (tes'a) karşılığını görsün diye, zamanını gizli tuttuğum kıyamet mutlaka gelecektir.
-----076.022 «İşte bu sizin işlediklerinizin(sa'yukum) karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer» denir.
-----092.004 Doğrusu sizin çalışmalarınız (sa'yukum) çeşitlidir.
-----021.094 İnanmış olarak yararlı iş işleyenin ameli (sa'yihi)inkar edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.  

Bakara s. 260. ayetinde geçen "sa'yen" - "sur"- "da'a" kelimelerinin kıyamet saati ile ilgili kullanımları ile bağını kuracak olursak ibrahim as ın kuşları alıştırarak  sonra onları çağırması kıyamet günü insanların yeniden diriltilerek çağrılmasının muhkem bir anlatımıdır.

Şimdi geldi o kuşların dağlara ölümü yoksa dirimi bırakıldıkları konusuna, bazı meallerde kuşların ölü olarak değilde diri olarak dağa bırakıldıkları şeklinde yapılan meallere katılmadığımızı hatta bu şekilde yapılan meallerin ayetteki verilmek istenen mesajı anlamadan birazda hayvanseverlik! tarafı ağır basan bir anlayış içinde yapılmış olduğunu düşünüyoruz.    

"sonra her dağ başına onlardan birer parça koy" cümlesinde geçen "cüz'en" kelimesi , "bir nesnenin bütününü oluşturan parçalar" anlamında olup kuşların cüz haline getirildiği zaman onların diri kalması nasıl mümkün olabilir? . Ayetin mesajı ölümden sonra dirilişin dünya gözü ile ibrahim as üzerinden gösterilmesi olduğuna göre kuşların ölmeden diri olarak dağlara salındığını iddia etmek doğru bir iddia değildir.    

Muhammed esed ve mustafaislamoğlunun bu şekilde yaptıkları mealden bir örnek vererek mealdeki hatayıda göstermek istiyoruz.  


Muhammed esed meali:  

Hani İbrahim, "Ey Rabbim! Ölüye nasıl hayat verdiğini bana göster!" demişti. O da, "Yoksa inancın yok mu?" diye sormuştu. (İbrahim) cevap vermişti: "Hayır, ama (görmeme izin ver) ki kalbim tamamen mutmain olsun." "Öyleyse" demişti Allah, "Dört kuş al ve onlara sana itaat etmeyi öğret; sonra onları (etrafındaki) her tepeye ayrı ayrı sal; sonra da çağır: uçarak sana gelecekler. Bil ki Allah her şeye kadirdir, hikmet sahibidir."

Mustafa islamoğlu meali :
Hani ibrahimdemiştiki , rabbim ölüyü nasıl dirlittiğini bana göster. O
da yoksa inanmadınmı ?diye sordu. Cevap verdi ,hayır fakat fakat kalbim mutmain olsun diye. O
da o halde dört kuş al onları kendine (itaate) alıştır., bunun ardından onları ayrı ayrı bir tepeye sal onları çağır uçarak sana gelecekler. iyibil'ki Allah her işinde mükemmmeldir, her işinde tam isabet edendir.

 Her iki mealde birbirinin aynı şekilde yapıldığı görülüyor. "sa'yen" kelimesini "uçarak" şeklinde çevirmeleri bu kelimenin kıyamet günü ile ilgili kullanımları arasındaki bağı hesaba katmadan sadece kuşun uçması gerektiği mantığı içinde yapılmış bir meal olduğu göze çarpmaktadır. 

"onları ayrı ayrı bir tepeye sal" şeklinde meal verilen cümlenin metni "
summec’alalâkulli cebelin minhunnecuz’en" dir. Cüz kelimesinin anlamı bütünün bir parçası olduğuna göre "onları ayrı ayrı bir tepeye sal" olarak verdiği anlamdan kastettiği kuşların ayrı ayrı olarak canlı olarak salınması şeklinde verdiği anlam cüz kelimesini 4 kuşu bütün sayarak birer birer tepeye sal anlamını verdiğini gösterirki cüz kelimesi bir kuşun parçası olmasını gerektirmektedir, ancak islamoğlu hoca kuşların öldürülmesine gönlünün razı olmayarak! onları canlı dağa salınması gerektiğini düşünmüş olacakki bu şekilde bir anlamı tercih etmektedir.   

"Cüz" kelimesinin nasıl bir anlama geldiğini yine bize atamız İbrahim as ın kıssasının anlatıldığı enbiya s. 58. ayeti anlatmaktadır. 
 Fe cealehumcuzâzen illâ kebîrenlehumleallehumileyhiyerciûn
"Derken onları parça parça etti, ancak bir büyüklerini bıraktı ki belki ona müracaat ederler."

İbrahim as ın kavminin putlarını kırmasını anlatan bu ayetteki "cuzazen" (cüzler) kelimesi putların kırılarak parçalanmasını ifade etmektedir. Bakara s. 260. ayetinin mesajını kur'an bütünlüğünde anlamak için enbiya s. 58. ayetindeki putların cüzlere ayrılması ile kuşların cüzlere ayrılmasını birlikte düşünerek kuşların nasıl cüzlere ayrılmış olduklarını öğrenmek mümkündür. İbrahim as putları kırarak cüzlere nasıl ayırdıysa kuşlarıda parçalayarak cüzlere öyle ayırmıştır. Bakara s. 260. ayet mealini "cüz" kelimesinden yola çıkarak kuşların ayrı ayrı dağıtılması şeklinde anlayanlar neden İbrahim as ın putları parçalamadan ayrı ayrı yerlere koyduğu söylemezler, tabikisöylemyemezler ayet putların parçalandığını anlatmaktadır, öyleyse bakara s. 260. ayeti ile enbiya s. 58. ayeti arasında bir paralellik kurup ayetin mesajını kur'an bütünlüğünde anlamaya gidilmemektedir?.

İslamoğlu hoca bu ayet ile ilgili gerekçe notunun 2. de , " Bununla hzibrahime söylenmek istenen hakikat zımmen şudur, "sen çağırınca terbiye ettğin kuşlar nasıl uçarak sana geliyorlarsa Allah'da RUHLARI ÇAĞIRDIĞINDA onlarda kuşlar gibi uçarak kendilerini terbiye eden rabbe varacaklar" demektedir .Kur'anın hiç bir ayeti insanı beden ve ruh şeklinde ikiye ayırmamasına rağmen sayın hocanın kabirlerden kalkanların beden ile değil "RUHLARI ÇAĞIRDIĞINDA" şeklindeki ifadesine  uygun olarak beden olarak yeniden dirilişe inanıp inanmadığı sorusunu beraberinde getirmektedir. Sayın hoca eğer bedenen dirilişe inanıyorsa ki şahsen inandığını sanıyorum "ruhları çağırması" ifadesi çelişkili ve kur'ana uymayan bir ifadedir, çünkü kıyamet günü çağrılan insanlar etli kemikli olarka dirilerek çağrıya koşacaklardır.

Kur'anın ölümden sonraki yeniden dirilişi bakara s. 260. ayeti örneğinde ibrahim as gözü ile hem ona hemde bizlere aynelyakin olarak gösterilmesi ile ilgili olan bu ayet, bazı modernist mülahazalara kurban edilmeye çalışılarak kuşların ölmediği diri olarak salındığı gibi düşünceler etrafında ana mesajın kavranmasını güçlendirmiştir. İnsanı beden ve ruh olarak ikiye ayıran ve kur'andan onay almayan bazı düşünceler kabir azabı olgusunu yerleştirerek azab görenin beden değilde ruh olduğunu iddia etmişlerdir. Bazı islam düşünürlerinin bedenen dirilişi red etme noktasına getiren beden-ruh şeklindeki ayrımı islamoğlu hocanın gerekçe notunda görmemiz ve "ruhları çağırdığında" şeklinde bir ifadesi sayın hocanın bedenen diriliş konusunda çekinceleri olup olmadığı konusunda bizleri düşünceye sevketmiştir. Sayın hoca eğer bedenen dirilişe inanıyor ise "ruhları çağırmasıifadesi çelişkili bir ifadedir. İnsanda ruh diye bir olguya inanıyor ise ve ruhun kabirde azab görerek ölmediğine inanıyor ve  diriliş olayının bu ruhla olacağına inanıyor ise sayın hoca ayır bir yanlışın içinde demektir. 

Sayın hoca 3. nolu gerekçede ise şunları demektedir; " Öldükten sonra dirilmenin mahiyetin kavramak için nasıl bir zihni yöntem izlenmesi gerektiğini Hz ibrahim' in şahsında öğreten kur'an bu pasajda RUHLARIN DİRİLİŞİNDEN" insanın Allah için yaptığı eyemlerin dirilişine getiriyor."  
   
3. nolu gerekçe bakara s. 261. ayeti ile ilgili olmasına rağmen 260. ayet ile bağlantı kurmakta ve 260. ayette  anlatılan konunun ölümden sonra dirilişin mahiyetinin "ruhların dirilmesi" şeklinde olduğu iddiasını öne sürmektedir. Kur'ana aykırı olarak beden-ruh ayrımına giden islam düşünürleri ruhların hiçbir zaman ölmediğini iddia etmelerine rağmen sayın hoca "ruhların dirilmesi" ifadesini kullanarak ruhu öldürmesi çelişkili bir yanlıştır. Sayın hocanın yeniden dirilişin bedenen olduğunu düşündüğünü zannettiğimiz için "ruhun dirilişi" gibi bir deyim üzerinde tekrar düşünmesini tavsiye ediyoruz.    

 Sonuç olarak, ibrahim as üzerinden ölüm sonrası yeniden dirilişin muhkem bir anlatımı olan bu ayet gaybi bir haberi aynelyakin ile bizlere gösterilmesidir. Kuşların ibrahim as a koşarak gelmesi onların daha önce ölmüş bir halde dağa bırakılmış olması daha uygun bir anlam olması gerekir'ki, kur'anın ölümden sonra yeniden dirilişin gözle görülerek hakikat olduğunun gereçek olduğu bilinebilsin. Aksi takdirde kuşlar canlı olarak dağ başlarına bırakılarak çağırma ile geldiği şeklinde çıkarılan bir anlam, beden -ruh ayrımına gidilerek ruhun ölümsüzlüğü ve yeniden dirilişin bedenen olmayacağı düşüncesine delil olarak dahi getirilebilir'ki bu düşünce kur'an ile taban tabana zıt bir düşüncedir. 

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

30 Haziran 2013 Pazar

Çocukları Sünnet Ettirmek Şirk midir?

Son zamanlarda Kur'an merkezli bir anlayış ile dini anlama iddiasında olanların gelenekteki  dini kural haline gelmiş bazı uygulamaları da sorgulamaya başladıklarına şahit olmaktayız , çocukların sünnet ettirilmesi uygulaması da bu sorgulamaya takılan konulardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.   

Sünnet uygulaması çok eski tarihten beri uygulanan bir ameliye olması hasebiyle bunu sadece dini bir uygulama olarak görme yanlışından kurtulunması gerekmektedir. Tevrat'ta İbrahim as ın 99 yaşında sünnet olduğu ve o zamandan beri süregelen bir uygulama olduğu şeklinde yaygın bir düşünce mevcut olmasına rağmen sünnet'in İbrahim as dan önce uygulanan  bir yöntem olduğu , tarihçi Herodot ve Mısır arkeolojik bulgularından elde edilen bilgilere dayanarak bilinmektedir.

Yazımızın konusu sünnet'in tarihçesi , fayda veya zararları olmadığı için sünnet'in tarihçesini değil, iddia edildiği üzere yaratılışı değiştirmek demek olup bunun şirk olup olmadığı üzerine olacaktır.     

Kur'an merkezli düşünce savunması içinde olanların haklı olarak öne sürdükleri argüman, sünnet edilme konusunda kur'anda herhangi bir emir bulunmaması hatta Nisa s. 119. ayetini delil getirerek bu uygulamanın şeytan iğvası olduğu öne sürülmektedir. Evet Kur'anda sünnet edilme ile ilgili olarak uzaktan yakından delil olabilecek hiç bir ayet olmadığı muhakkaktır.  

Sünnet edilmeyi müdafaa  etmek için ya muharref olduğunu iddia ettiğimiz Tevratı yada zan olduğunu iddia ettiğimiz rivayetleri delil getirmek mecburiyetinde olduğumuzu da biliyoruz. Bu kaynakları başkaları bazı konularla ilgili olarak delil getirdiği zaman ret edip sünnet konusu ile ile ilgili olarak kabul etmenin çelişki olacağı da herkesin malumudur. O zaman çocukların sünnet edilmesine Kur'ani boyuttan bakacak olursak nasıl bir müdafaamız veya reddimiz olmalıdır?.

Bu konu ile ilgili olarak dini metin olan Tevrat kaynaklı bilgi elimizde olup bu olayın Allah cc nin emri olup olmaması konusu Tevrat metninin tahrif edilmiş olması hasebiyle kesin bir bilgi olarak karşımızda durmamaktadır. , İbrahim  as ın Tevratta 99 yaşında Allah cc nin emri ile sünnet olması ve bu şeklide sünnet edilmenin onun bir sünnet olarak bu güne kadar devam etmesi Kur'ani bir delil sayılmaz.

Rivayetlerde Muhammed as ın sünnetli doğmuş olması yine rivayetlere bakış açımızın gereği olarak kesin bilgi içermez. Şurası bir gerçek'ki sünnet edilme ameliyesi Kur'anın nazil olmasından öncede Araplar arasında uygulanan bir yöntem olduğu cahiliye Arap şairlerinin şiirlerinden anlaşılmaktadır. Sünnet edilmenin kökeni Kur'anın nazil olmasından önce bilinen ve uygulanan bir gelenek olduğu konusunda herhangi bir itiraza mahal bırakmayacak şekilde açıktır. O zaman konu bu eylemin şirk olup olmamasında düğümlenmektedir.   

Kur'anın insanları şirk bataklığından kurtarıp tevhidin nuruna ileten bir kitap olması hasebiyle nuzül dönemi muhataplarının şirk olan uygulamalarını tevhidi boyuta getirmiştir. Kur'an nazil olmadan önce kurban,hacc, salat gibi ibadetler bilinen ve icra edilen ibadetler idi, ancak şirk bulaştırılmış bir halde icra olunmaktaydı. Kur'an bu ibadetleri sadece Allah cc ye hasredilerek yapılan ibadetler olarak yeniden düzenlemiştir.    

Çocukların sünnet edilerek Allah cc nin şirk saymış olduğu ve Nisa s. 119 da şeytanın insanları yoldan çıkarmak için kullandığı yöntemlerden olan "yaratılışı değiştirmek" olsa idi kur'an bu şekildeki bir şirkin ortadan kalkması için gerekeni yapardı. Kur'anın nazil olmasından önce cahiliye Araplarının şirk olarak yapmış oldukları bütün eylemleri ortadan kaldırma noktasında bir çok ayeti barındıran Kur'anda sünnet edilmenin şirk olduğu noktasında bir ayet bulamıyoruz. O zaman günümüzde sünnet edilme olayına Kur'ani olarak nasıl bir boyut kazandırabiliriz?  

 Sünnet edilme insanlık tarihinin en eski ameliyelerinden birisi ve bu ameliyenin İsrailoğulları ve Araplardan süregelen geleneksel bir uygulama olup dini yönden herhangi bir farziyeti yoktur. Ancak toplumdaki algı bunu farzlaştırmış olup ateist bir babayı bile çocuğunu sünnet ettirmek zorunda bırakmıştır. Sünnet edilme olayına bakışımızın, bunun yapılmasının farz olmadığı gibi,  şirk'te olmadığı yönünde olması gerektiğini düşünmekteyiz.    

Sünnet edilme konusunun yaratılışı değiştirmek olduğu fikrini Türkiye de ilk seslendirenlerin kendilerini "Hanif" olarak adlandıran kişilerden geldiğini hatırlamakta fayda vardır. Haniflik söylemini dillerinden düşürmeyen bu kişilerin bir çoğu atamız İbrahim'in şirk olarak gördüğü ve ateşe atılmak pahasına kırdığı putların önünde secde ve rüku etmelerine bakacak olursak sünnetin şirk olup olmaması konusunda fikir yürütebilecek en son insanlar dahi olmayacağı ortadadır. Bugün kur'anın şirk gördüğü eylemleri haniflik!! adına savunan kişilerin sünnet edilme olayını şirk! olduğu için  muvahhidlik adına red etmeleri onların ne kadar samimi olduklarının bir göstergesidir.   

Yaratılış değişmesi konusu ile ilgili olarak karşı çıkılması gereken şeylerden biri kız çocuklarının kulaklarının delinmesi veya pirsing denilen aksesuarların vucutlardaki bazı bölgelere takılarak "hilkat garibesi" şeklinde gezilmesi olduğunu düşünmekle beraber küpe takmak için kulak delinmesinin de sorgulanması gerektiğini de düşünmekteyiz.

Sonuç olarak, sünnet edilme dini yönden herhangi bir mecburiyet değil öteden beri süregelen bir gelenek olup yapılması veya yapılmaması neticesinde günah veya sevap açısından herhangi bir getirisi veya götürüsü olmayan bir işlemdir. Şirk olduğu iddiası doğru bir iddia olmayıp eğer şirk olsa idi kur'anın nazil olması aşamasında bunun belirtilip bu uygulamanın ortadan diğer şirk uygulamaları gibi kaldırılması gerekirdi. 

Bu gelenek çocuğun küçük yaşta kendi rızasının  olup olmadığı  sorulmadan yapılmış olması da ayrı bir sıkıntılı durum olup eğer gelenek çocukların baliğ olma yaşından sonra sünnet edilmesi şeklinde gelmiş olsaydı ve çocuk kendi rızası ile olmama yolunu seçse idi  ona zorlama şeklinde hiçbir yaptırım uygulanamazdı. Sünnetli olmak Müslüman olmanın şiarlarından olmayıp geleneğin bir uygulamasıdır ve sünnet olmayı istemeyen bir kişiyi zorla sünnet etmekte İslamın bir emri değildir. Muvahhidlik adına putların önünde secde edip sünneti şirk sayan düşünce sahiplerinin samimiyetinin sorgulanması ve bu düşünceyi savunan iyi niyetli kişilerin bu düşünceyi ortaya atan kişilerin ne kadar muvahhid olduğunu sorgulamalarını tavsiye etmekteyiz.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

29 Haziran 2013 Cumartesi

Vahy'in Kaynağı,İzlediği Yol ve Teşbihi Bir Anlatım

Allah cc alemlere rahmet ve hidayet olmak üzere indirmiş olduğu kitabının kaynağını ve muhammed as a ulaşmasına kadar olan yolu yine kitabında bizlere anlatmaktadır. Allah cc, ruh'ul emin,ruh'ul kuds ,cibril adını verdiği elçisi ile vahyini, beşer elçi muhammed as a ulaştırdığını bildirirken bu ulaşma şekli gaybi bir konu olması  ve gaybi konular ile ilgili bilgilerin teşbihi (benzetmeli) bir anlatım şeklinde bizlere anlatılması hasebiyle vahyin izlediği yol bizlerin anlayabileceği bir benzetme tarzı ile anlatılmaktadır.    

Allah cc kulu muhammed as a indirdiği kitabın kaynağının kendisi olduğunu indirmiş olduğu kitabının bir çok ayetinde bizlere bildirmektedir. 

-----017.105 Kuran'ı ancak hak olarak indirdik ve o da indiği gibi hak olarak kaldı. Seni de yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.
-----003.003 Sana kitabı hak ile ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. Ve Tevart'ı ve İncil'i indirdi.
-----004.136 Ey İnananlar! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitap'a ve daha önce indirdiği Kitap'a inanmakta sebat gösterin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününu inkar ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır.
-----007.196«Çünkü benim dostum, Kitap'ı indiren Allah'tır. O, iyileri dost edinir.»
-----025.001 Furkan'ı alemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir!
-----039.023 Allah kelâmın en güzelini indirdi, ikizli, ahenkli bir kitab, ondan rablarına saygısı olanların derileri örperir, sonra derileri de kalbleri de Allahın zikrine yumşar, o işte Allah rehberidir, Allah onunla dilediğini doğru yola çıkarır, her kimi de Allah şaşırtırsa artık ona hidayet edecek yoktur. 
-----002.023Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.
-----015.009Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.
-----016.089 Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi üzerlerine bir şahit göndereceğiz. Seni de onların üzerine şahit getireceğiz. Bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, bir rahmet kaynağı ve bir müjdeleyici olarak indirdik.
-----076.023 Gerçekten Kur'an'ı Biz sana aşama aşama indirdik.
-----002.091 Onlara, «Allah'ın indirdiğine inanın» denildiğinde «Bize indirilene inanırız» deyip ondan sonra gelen Kuran'ı inkar ederler; halbuki o, ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden hak bir Kitap'dır. Onlara «Eğer inanıyor idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?» diye sor.
-----006.092 Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübarek Kitap'dır. Ahirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam ederler.
-----027.006 Hiç şüphesiz, bu Kur'an, sana, hüküm ve hikmet sahibi olan, (ve her şeyi gerçeğiyle) bilen (Allah'ın) katından ilka edilmektedir.

Kur'anın bir çok ayeti, kitabın Allah cc den indirilmiş olduğuna dair ayetlerle doludur. Başka bir ayetler gurubuda kur'anın Allah cc den kimin elçiliği ile muhammed as a ulaştığını bizlere anlatmaktadır.  

----- 022.075 Allah; meleklerden elçiler seçer. İnsanlardan da. Doğrusu Allah; Semi' dir, Basir'dir.

Hacc s. 75. ayetinde meleklerden seçilmiş olan elçilerin vahyi ulaştırmadada rol oynadığını görmekteyiz.  

----- 002.097 De ki; «Kim Cibril'e düşman olursa - ki O Allah'ın izni ile Kur'an'ı, O'na inanmayanın elleri arasındaki Tevrat'ı onaylayıcı, müminlere yol gösterici ve müjde kaynağı olarak senin kalbine indirdi.
----- 016.002 Allah kullarından dilediğine buyruğunu bildirmek için meleklerini vahiyle indirerek şöyle der: «İnsanları uyarın ki, Benden başka tanrı yoktur. Benden sakının.»
----- 016.102  De ki: «Kuran'ı; Ruhul Kudüs  Rabbinin katından, inananların inançlarını pekiştirmek, Müslümanlara doğruluk rehberi ve müjde olmak üzere gerçekle indirmiştir.»
-----026.193-5 Onu Rûhu’l-emin, uyaranlardan olman için, senin kalbine açık ve vazıh bir Arapça ile indirmiştir.

Allah cc nin insanlara indirdiği kitabını meleklerden seçmiş olduğu elçileri ile beşer elçilere ilka ettiğini ayetlerin delaleti ile gördük, birde bu vahyin insanlara ulaştırılma süreci içinde cin ve şeytanların o vahye herhangi bir müdahelesi olmadan ulaştığına dair ayetler mevcuttur. Vahy'in melek elçi ile beşer elçiye ulaştırılırken o vahye herhangi bir harici müdahelenin olmadığının anlatımı bizlere teşbihi bir anlatım uslubu içinde anlatılmaktadır.    

-----015.016-8Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.
-----037.006-10  Muhakkak ki, Biz yakın olan göğü ziynet ile yıldızlar ile bezedik. Ve hem her isyankar şeytandan muhafaza ettik.Onlar yüce alemi asla dinleyemezler. Her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azap vardır.Ancak bir çalıp çarpan m üstesna. Ona da hemen bir parça ateş parçası ulaşıverir.
-----072.008-9 «Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.»Oysa gerçekten biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.

Bu ayetlerde teşbihi olarak vahyin izlediği yolun güvenli bir yol olduğu bu yolda herhangi bir varlığın vahyin muhteviyatına harici bir etkide bulunmasının imkansız olduğu vurgusu yapılmaktadır.   

 -----056.077-80Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'dadır.  Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.
-----080.011-6 Hayır! Şüphesiz bunlar (âyetler), değerli ve güvenilir kâtiplerin elleriyle (yazılıp) tertemiz kılınmış,  mukaddes sahifelerde (yazılı) bir öğüttür; dileyen ondan (Kur'an'dan) öğüt alır.

Vakıa ve abese surelerindeki ayetler'de Allah cc nin vahyine muhahhar meleklerden'den başkasının dokunamayacağı buyurularak cin veya şeytanlar tarafından bir etkinin olmasının mümkün olmadığı beyan edilmektedir.  Şuara s. 210-211-212. ayetlerde "Kuran'ı şeytanlar indirmemiştir.Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez.Doğrusu onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır." yine vahye şeytanların bir müdahelesi olamayacağı bildirilmektedir.   

Hicr, saffat ve cin surelerinde, dünya semasının korunması ile ilgili kullanılan "buruc" kelimesi anlam olarak kalelerdeki kuleler anlamında olup kur'anda muhkem anlamda kullanımıda mevcuttur. Nisa s. 78. ayettte "Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler(burucin) içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: «Bu Allah'tandır» derler, bir kötülüğe uğrarlarsa «Bu, senin tarafındandır» derler. De ki: «Hepsi Allah'tandır». Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?" buyurularak kişinin kendisini koruyabilecek bir yer anlamından hereketle teşbihi bir anlamda vahyin yolundaki kaleler olarak kullanılmıştır. Bu ayetlerdeki anlatımı teşbihi bir birçimde anlatacak olursak ayetlerin daha iyi anlaşılacağını ümid ediyoruz.   

Allah cc muhammed as a indirilen kitabın ayetlerinin muhkem ve müteşabih olarak ayırmıştır, müteşabih kısımdaki ayetleri nuhkemlerin delaleti ile anlamak mümkündür. Müteşabih kısmın ayetleri gaybi konular hakkında olup gözümüzle görme imaknı olmadığı için, gözümüzle gördüğümüz ve şahid olduğumuz alan verilerine benzetilerek anlatılmaktadır. Bilindiği gibi Allah cc kendini bize tanıtırken müteşabih yani benzeşmeli bir usulup ile anlatarak bildiğimiz alan verilerinden olan " HÜKÜMDAR" tasviri ile ilgili bilgiler dahilinde anlatmaktadır.   

Bilindiği üzere herhangi bir hükümdar emrini direk kendisi değil seçtiği bir elçi vasıtası ile halkına duyurur. Allah cc de aynı şekilde seçtiği bir elçi ile emrini kullarına duyurmaktadır. Hükümdarın mesajını iletmesi için gönderdiği elçinin yolu eğer güvenli olmaz ise elçinin yolu kesilerek hükümdarın mesajının muhataplarına ulaşması mümkün olmaz , bunun için elçinin yol güvenliği sağlanmalıdırki mesaj hükümdarın yazdığı şekli ile muhataplara ulaşsın.   

Aynı şekilde Allah cc nin elçisine verdiği mesaj beşer elçiye ulaştırılırken yok güvenliği emin olmalıdırki o mesaj muhammed as a herhangi bir eksik veya harici katılım olmadan ona ulaşsın. Hicr,saffat ve cin surelerindeki ilgili ayetler  yol güvenliğinin tam olarak sağlanarak vahyin hükümdarların hükümdarı olan Allah cc nin yazdığının aynı şekli ile muhammed as ulaştığı bilgisi verilmektedir.      

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

21 Haziran 2013 Cuma

Meryem s. 24. Ayetinin Bazı Farklı Mealleri Üzerine Bir Mülahaza

Meryem s. 16-34. ayetler arasında anlatılan İsa as ın doğumu ile ilgili olarak 24. ayette şu şekilde buyurulmuştur. 

" Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ(seriyyen).
"Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, rabbın senin altında bir su arkı vücûde getirdi"   

Birçok Kur'an mealinde yukarıdaki meal benzerinin yapılmış olmasına rağmen bir kaç tane mealde farklı çeviriler olduğuna şahid olduğumuz ve bu meallere katılmadığımız için bu meallerdeki hata olduğunu düşündüğümüz noktalara bu yazımızda değinmek istiyoruz. Önce hatalı olduğunu düşündüğümüz mealleri görelim.    

Diyanet işleri meali
Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi: «Sakın üzülme, Rabbin içinde bulunanı şerefli kılmıştır.

Ahmet Tekin
İçinden bir ses Meryem’e:
'Sakın bir çocuk doğuracağım diye üzülme, Rabbin rahmindekini en itibarlı bir şahsiyet olarak görevlendirecek, alt tarafından da bir su kanalı, bir çay akıtacak.' diye seslendi.

Bekir Sadak
(24-25) Onun altindan bir ses kendisine soyle seslendi: «Sakin uzulme, Rabbin icinde bulunani serefli kilmistir. Hurma agacini kendine dogru silkele, ustune taze hurma dokulsun.

Mustafa İslamoğlu
bunun ardından o (hurma ağacının )alt tarafından ona hitaben bir ses geldi sakın üzülme işte rabbin senin (rahminde ) olanı şerefli kılmıştır.  

Mustafa Öztürk
Bu sırasa ona birisi (isa)alt tarafından şöyle seslendi: (anacığım) üzülme artık,rabbin dünyaya getirdiğin çocuğu değerli /şerefli kıldı.Şimdi sen hurma dalını kendine  doğru çekip silkele de sana taze hurmalar dökülsün.   

Örneklerini verdiğimiz farklı mealler ayetin metnindeki "seriyyen" kelimesinin anlamı üzerindeki tercihten kaynaklanmaktadır. 

"Se-re-ye" kelimesi sözlükte ,gece yola çıkmak,yürümek anlamındadır. "Seriyyen" kelimesi ise, gece akıp giden nehir veya yüksek bir paye,asalet,saygınlık, onur ve cömertliğe sahip olan adam anlamındadır (el müfredat).  "Seriyyen" kelimesine hangi anlamın verilebileceği kelimenin diğer kelimeler veya diğer ayetler ile bağlantısından anlamak mümkündür.  

"Tahte" kelimesi anlam olarak "alt" demek olduğuna göre "tahteki" kelimesi "senin altında" anlamına gelir. "Tahteki seriyyen" (senin altından nehir) veya (senin altındakini şerefli kıldık) bu iki anlamdan birisi kur'an bütünlüğüne uygun diğeri değildir. Arapça bilmenin sadece Kur'an meali yapmaya yeterli olmadığı arapça bilmekten önce meal yapma durumunda olan kişinin kur'an bütünlüğüne vakıf olması gerektiğini bu konular ile ilgili yazılarımızda vurgulamıştık ve yine vurguluyoruz. 

İslamoğlu hoca veya Ahmet Tekin hocanın bu şekilde meal vermelerini eleştirmemizi bazılarına garip gelebilir "sen kimsin ki onları eleştirebiliyorsun?" gibi ama biz şahısların karizmasına değil onların yazdıklarına bakıp doğru veya yanlış yapıp yapmadıklarına bakmak zorundayız.   

Meryem'in çocuğunu doğurması anında bu olayın vaki olduğu açıktır, sayın Öztürk hoca konuşanın parantez içinde isa olduğunu söylemekte ama buna katılmadığımızı ifade edelim . Yukarda verdiğimiz ayet meallerinde "tahtike" kelimesi "içinde" veya "rahminde" şeklinde çevrilmiş olup "tahte" kelimesinin  "alt" anlamı ile uyuşmamaktadır. Şimdi anne karnında olan bir çocuğa "annesinin altında" demek ne kadar doğrudur?. Annesinin altında olan İsa as değil "seriyyen" kelimesinin daha uygun anlamı olan" su arkı " anlamı daha doğrudur.

Al-i imran s. 35. ayetine baktığımız zaman Meryemin doğum öncesi annesinin onu adaması ile ilgili olarak söylediği sözler Meryem s. 24. ayetine verilen sıra dışı anlamın doğru olup olmadığı yönünde bizlere bilgi verebilir. 

  "İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm(alîmu)."

 (Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti.) 

Ayette dikkat edecek olursak İmranın karısı" karnımda olanı"  (bi batni) kelimesi ile ifade etmektedir. "Tahteki" kelimesine," karnında" anlamı verilmesi kur'an bütünlüğü açısından bakıldığında uygun düşmediği görülmektedir. Eğer ayette "karnındakini şerefli kıldık" anlamının verilmesi doğru  olsaydı "tahteki"kelimesi yerine "batnıke" (senin karnındaki) kelimesi kullanılması gerekirdi.   

Tahte kelimesinin anlamını değiştirerek "alt" anlamı yerine "içinde" anlamı verilmesinin doğru bir çeviri olmadığını düşünüyoruz. Sayın Mustafa Öztürk hocanın konuşanın İsa as olduğunu parantez içi belirtmesi ve sanki çocuk dünyaya geldiği zaman konuşması gibi bir çeviri yapması gariptir. Daha doğum anı gerçekleşmeden olan bu olayın doğum sonrasını ve İsa as ın konuştuğunu belirtmesi İsa as ın annesi tarafından kavmine getirildiği zaman konuştuğuna dair olan bilgimiz ile  uyuşmamaktadır. Belki "o zamanda konuştu " diye bir itiraz gelebilir ama ayetin metin çevirisi bunu kabul etmemekte olup Öztürk hocanın "yorum meal" tarzı çeviri metodunun pek sağlıklı olmadığını maalesef göstermektedir.   

26. ayette " Ye iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan 'Ben Rahman için oruç adadım, bugün hiçbir insanla konuşmayacağım' de.»"" buyurulması "tahteki seriyyen" kelimesinin su arkı olduğu düşüncesini dahada kuvvetlendirmektedir, çünkü içilecek bir şeyin orada bulunması ve ondan iç denilmesi "seriyyen" kelimesinin su arkı anlamı şeklinde çevrilmesini gerekli kıldığını düşünmekteyiz.    

Ayrıca , Mü'minun s. 50. ayetinde "Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepede yerleştirdik." buyurulması Meryem s. 24. ayetindeki "seriyyen" kelimesinin "akarsu" anlamını pekiştirmektedir. 

Eğer , bu ayetin çevirisi yapılırken , konu bütünlüğü dikkate alınarak , Mü'minun s. 50. ayeti dikkate alınsaydı hatalı bir meale imza atılmamış olurdu.

Sonuç olarak, Meryem s. 24. ayetinin  diyanet işleri ,Mustafa İslamoğlu,Ahmet Tekin,Bekir Sadak ve Mustafa Öztürk hocalar tarafından yapılan çevirileri  hem Arapça metin karşılıkları hemde kur'an bütünlüğü açısından bakıldığında doğru bir çeviri olarak görülmemektedir. Doğru olan bir çok çevirideki "Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, Rabbın senin altında bir su arkı vücûde getirdi" şeklindeki çeviridir. 

Doğru şekilde çeviri yapmadıklarını düşündüğümüz sayın hocalara saygımız olmakla beraber her ne kadar arapça önemli ise kur'an bütünlüğüne vakıf olmakta Arapçaya vakıf olmaktan daha fazla gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.   

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Haziran 2013 Perşembe

Ölüm İle Yeniden Diriliş Arasını Kur'an Nasıl Anlatıyor?

Allah cc son elçisi muhammed as vasıtası ile indirdiği kitabında bizleri imtihan için yarattığını ilk ölümümüzün ardından kıyamet sonrası yeniden dirilirek dünyada işlemiş olduklarımızın karşılığının ebedi cennet veya cehennem olark verileceğini bildirmektedir. Ölüm ile yeniden diriliş arasındaki zaman ile bilgi kur'anda açık ve net  olmasına  rağmen rivayetlerin gölgesi altında kalarak anlaşılma çabaları bu konuyuda kur'an dışı bilgilerle örtmüş ve rivayetleri kur'ana uydurma amaçlı olarak sadece bir ayet üzerinden kabir azabının varlığına delil çıkarılmaya çalışmıştır. Biz bu yazımızda kur'anın ölüm ile yeniden diriliş arasındaki geçen zamanı kıyamet sonrası yeniden dirilenlerin aralarındaki konuşmalarının geçtiği ayetleri alarak konuyu aydınlatmaya gayret edeceğiz. Ama önce mü'min s. 46. ayeti üzerinde kısaca durmak istiyoruz.   

Kabir azabının olduğunu iddia eden kitaplara baktığımız zaman ölüye yapılan azabın onun bedenine değil ruhuna olduğu şeklinde ibarelere rastlamaktayız. Kur'anın insan için ruh ve beden ayrımı yapmadığı göz önüne alınacak olursa bu konunun baştan sakat bir konu olduğu açıktır.Kabir azabını müdafaa eden görüşe göre beden ölmekte fakat ruh ölmemekte dolayısı ile azab gören ruhtur. Bu görüş beraberinde problemleri getiren bir görüştür, bilindiği gibi ahirette yeniden diriliş dünyada iken olan halimizin aynısı olarak gerçekleşecektir, kur'an buna ölümden sonra yeniden diriliş der, eğer ruh ölmüyorsa ve kabirde azab gören ruhsa yeniden dirilip hesaba çekilmenin ne anlamı olabilir?. Bazı islam filozofları yeniden dirilişin bedenen olacağını bu yüzden red etmişlerdir. Onun için insanın beden ve ruh şeklinde bir ayrımına gidilerek azab görenin beden değil ruhudur denilmesi ayrı bir çelişki olup ölmeyen şey tekrar nasıl dirilir diye itiraz etmişlerdir. İnsanın kıyamette bedenen dirilerek hesap göreceği konusu kur'anın net beyanı olmasına rağmen dirilişten önce kabirlerde azab görmesi görmesi konusu çelişkili bir konu olup madem ruh asıl ise ve ölmüyor ise yeniden dirilip hesaba çekilmenin anlamı nedir? diye haklı olarak sorulmaktadır.   

Eğer bu konuya sadece kur'an ne diyor diye bakılmış olsaydı kabirde ruh azab görüyor diye bir iddia ortaya dahi atılmaz ve bu tür tartışmalara mahal bile kalmazdı . Biz yazımızın iesas amacı olan ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar geçen zamanın yeniden dirilenler arasındaki konuşmaların yansıması ile nasıl anlatıldığını gösteren ayetlere geçelim.  

-----17.052   O, sizi çağırdığı gün; hamdederek davetine uyarsınız. Ve çok az kalmış olduğunuzu zannedersiniz.
-----020.103-104 Onlar, aralarında: «On günden fazla durmadınız.» diye gizli gizli konuşacaklar. Onların sözünü ettiklerini biz daha iyi biliyoruz. Tutulan yol bakımından onların daha üst olanları ise: «Siz yalnızca bir gün kaldınız» derler.
-----023.112-113-114 Allah onlara yine: «Yeryüzünde kaç yıl kaldınız» der.«Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor» derler.Buyurur: Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız!
-----030.055-56 Kıyamet koptuğu gün suçlular sadece çok kısa bir müddet kalmış olduklarına yemin ederler. Böylece onlar dünyada da aldatılıp haktan döndürülüyorlardı.Kendilerine ilim ve iman verilenler; «And olsun ki, siz Allah'ın yazısında mevcut yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden dirilme günüdür, fakat sizler anlamıyordunuz» derler.
-----010.045 Onları toplayacağı kıyamet günü, sanki gündüz, birbirleriyle sadece tanışacakları bir saat kadar kalmış gibidirler. Allah'ın karşısına çıkmayı yalan sayanlar kaybetmişlerdir.
-----046.035 O halde üstün irade sahibi peygamberlerin sabrettiği gibi sabret ve onlar hakkında ivedilik etme! Onlar, kendilerine va'dedilen acıyı görecekleri gün, gündüzün bir saatinden başka durmamışa döneceklerdir. Bu yeterli bir tebliğdir. Demek ki, helak edilecekler, başkası değil, ancak itaattan çıkmış fasıklar topluluğudur!
-----079.046 Onlar, onu (kıyameti) görecekleri gün, sanki bir akşam veya bir kuşluğundan başka durmamışa dönecekler.
----- 036.052  «Vah halimize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı?» derler. Onlara: «İşte Rahman olan Allah'ın vadettiği budur, peygamberler doğru söylemişlerdi» denir.
-----037.019-20-21İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp durmaktadırlar.Şöyle derler: «Vay bize! İşte bu ceza günüdür.»Onlara: «İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür» denir.
-----054.007-8 Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde ve dâvetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar. O esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.
-----070.043-4 O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!    

Yukarda meallerini vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinden görüleceği üzere ölümden sonra yeniden dirilenlerin birbirlerine sormuş oldukları sorular onların azab görmüş olduğuna dair hiç bir şekilde bilgi içermemektedir. Birçok ayete rağmen sadece mü'min s. 46. ayetine dayanarak kabir azabına delil getirmeye çalışmak "kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" metodu ile yapılan bir çalışma olup ön kabulleri kur'ana tasdik amacından başka bir şey değildir.    

Bazı ayet meallerine baktığımız zaman kabirlerinden çıkanların birbirlerine sormuş olduğu sorulardan olan "ne kadar kaldınız" sorusuna "dünyada" ilavesi yapılarak sanki ayet metnindenmiş gibi bir hava oluşturularak kabir azabına kur'ani delil çıkarma yoluna gidildiğine şahid olmaktayız.  
----- 002.259 Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi? «Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?» dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti, «Ne kadar kaldın?» dedi, «Bir gün veya bir günden az kaldım» dedi, «Hayır yüz yıl kaldın, yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bak ve hem seni insanlar için bir ibret kılacağız, kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydiriyoruz» dedi; bu ona apaçık belli olunca, «Artık Allah'ın her şeye Kadir olduğuna inanmış bulunuyorum» dedi.
-----018.019 Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: «Ne kadar kaldınız?» dedi. «Bir gün veya daha az bir müddet kaldık» dediler. «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın» dediler.
Bakara s. 259 ve kehf s. 19. ayetlere bakacak olursak yeniden dirilişin dünyada iken canlı provası diyebileceğimiz ayetlerde kaldıkları süre olarak dünyada kaldıkları süre olarak "bir gün veya daha az" demeleri uykuda ve ölüm halinde kaldıkları süredir.    

 -----043.077] Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye seslenirler. Mâlik de: Siz böyle kalacaksınız! der.
Zuhruf. 77. ayetinde cehennemde azab gören birisinin cehennem bekçisine olan feryadı dile getirilerek o kişinin ölümü istediği görülmektedir. Eğer bu kişi ölümden önce kabirde bir azab görmüş olsaydı ölümü istermiydi? çünkü ölüm sonra beklediği kabirdede azab görmüş olsaydı böyle bir istekte bulunmazdı.   

-----040.011] Onlar: «Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmağa yol var mıdır?» derler.
 Mü'min s. 11. ayetinde yine cehennem ehlinin feryadı dile getirilmekte ve onlar rablerinden onun öldüren ve dirilten kudretini dile getirerek artık ölümü istemektedirler, aynı şekilde ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar herhangi bir azab görmüş olsalardı acaba ölümü isterlermiydi?

Sonuç olarak, kabir azabı konusu kur'anın ortaya attığı bir konu olmayıp aksine kur'ana rağmen ortaya atılan konulardan olup rivayetleri kur'ana uydurma amaçlı olarak sadece tek bir ayetten yola çıkılarak delil  getirilmeye çalışılmış bir konu olup bu şekilde getirilen delilde insanı beden ve ruh şeklinde yine kur'andan onay almayan bir ayrıma gidilerek yapılmıştır. İnsanın beden ve ruh şeklinde bir ayrımı sadece kabir azabını doğrulamak için yapılan bir ayrım olup buda ayrı bir sorunu beraberinde getirerek haklı olarak bazı filozofların bedenen dirilişi inkarına kadar götürmüştür. Kabir azabı etrafında çerçevesindeki bu tür konular kur'anı rehber edinerek çıkarılmayan hükümlerin beraberindeki getirebileceği sorunlarada bir  örnektir. İnsan kur'anın ifadesi ile bedenen ölür ve kıyamete kadar kabirlerde bekler ve o zaman içinde herhangi bir hesap sonucu cennet bahçesi veya cehennem çukuru şeklinde bir mekana sahip olmaz, çünkü hesaplar yeniden diriliş sonucu olacak ve herkes yapmış olduğu amelleri neticesinde ebedi mekanına kavuşacaktır.   

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

19 Haziran 2013 Çarşamba

Müşriklerin Miraç İstekleri ve İsra s. 93. Ayeti

Müşriklerin kendilerine gelen elçileri red etme sebeblerinden biri onlarında kendileri gibi bir beşer olmaları veya melek olmamaları olup bu red bahanelerinin aynısı ile son elçi muhammed as da muhatap olmuştur. Kur'anın pek çok ayeti onun melek olmadığı, beşer olduğu, çarşılarda gezip durduğu bahaneleri öne sürülerek red edildiğini beyan etmektedir.    

Maalesef "beşer bir elçi" müşrikleri rahatsız ettiği gibi müslümanlarıda rahatsız ederek son elçi muhammed as ı kur'anın kendisine vermediğini söylediği istenilen ayetleri(mucizeleri) müslümanlar kur'ana rağmen verdirmişlerdir. İsra s 59. ayeti bunun açık bir örneğidir " Bizi ayetlerle göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud'a dişi deveyi görünür  olarak gönderdik, fakat onlar bununla  zulmetmiş oldular. Oysa biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz."

Bu ve benzeri ayetlere rağmen müslümanlar son elçi muhammed as adına akla hayale gelmedik mucize iddiaları uydurarak müşriklerin red edilen isteklerini uydurma rivayetlerle yerine getirmiş olup miraç uydurmasıda bunların en bariz örneklerinden biridir. Kur'anın hiç bir ayetinde miraç ile ilgili en ufak bir karine dahi olmamasına rağmen isra s. 1. ayeti ve necm surelerinin ilk ayetleri bu konu ile ilgili olarak zorlama te'villerle ilişklendirilmek istenmiştir.  

İsra s. 90-95. ayetlerine baktığımız zaman müşriklerin bu tür isteklerine karşılık "ben bir beşer elçiden başkası değilim" cevabının verilmesi istenmektedir. 93. ayete baktığımızda müşriklerin isteklerinin tanıdık bir konu üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz.    

" «Veya altın bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin ama oradan okuyacağımız bir kitap indirmezsen yine o yükselmene inanmayacağız.»"  
Altın'dan ev istemelerinin yanında  özellikle muhammed as ın göğe yükselmesini ve oradan bir kitap getirmedikçe yine inanmayacaklarını söylemeleri bizlere yabancı gelmemektedir.   

Bilindiği gibi isra s. ilk ayetinde "Uzaktır bütün noksanlıklardan O ki, kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya götürdü; ona ayetlerimizden gösterelim diye. Gerçek şu ki, O'dur işiten gören!" buyurulmasının eksikliği !! miraç ile tamamlanmış mescidi aksa'dan göklere çıkma rivayetleri kitaplarımızda yer almış ve imanın şartı haline getirilmiştir.    

İsra s. 93. ayetinde "yahut göğe yükselmelisin ama oradan okuyacağımız bir kitap indirmezsen yine o yükselmene inanmayacağız" sözlerine karşılık Allah cc elçisine " BEN ASLINDA GÖĞE ÇIKTIM ORADAN BAKARA S. SON İKİ AYETİNİ BİLE GETİRDİM" şeklinde demesini neden vahyetmedide " SUBHANALLAH BEN ANCAK BEŞER BİR RESULUM" demesini emrettiği hiç düşünülmezmi? . Kulunu mescidi haramdan sonra göklere çıkardığını beyan etmeyen Allah cc hatta aynı surenin 93. ayetinde bu isteğin geri çevrildiğini neden beyan ettiği hiç düşünülmezmi?.   

Sonuç olarak , muhammed as ın beşer olmasının kabulu bırakın müşrikleri ona iman etiğini iddia bir kesime bile zor gelerek onu insanüstü bir elçi olarak görme eğilimi ağır basan bir düşünceyi genel geçer bir düşünce olarak oturtmaya çalışmalarına  rağmen bir çok kur'an ayeti bunu red etmektedir. Miraç iddiaları aynı bu düşüncenin bir ürünü olup müşriklerin bu istekleri 93. ayette geri çevrilmesine rağmen imanın şartı mesabesinden bir kabulu gerektirdiği öne sürülerek inkarı kişiyi dinden çıkmaya kadar götürdüğü yalanı ile insanlar bir nevi mahalle baskısı şeklinde bastırılmışlardır. Şunu düşüncelerinden ötürü hesap vereceğine inanan biri olarak haykırıyorum.  

YANLIŞ YOLDA OLANLAR, MİRAÇ UYDURMASINI KUR'AN AYETLERİNE İMAN EDEREK RED EDENLER DEĞİL , ESAS YANLIŞ YOLDA OLANLAR MİRAÇ UYDURMALARINI İLGİLİ AYETLERE RAĞMEN ELÇİNİN BEŞER OLMASINI İÇİNE SİNDİREMEYEN MÜŞRİKLERİN ZİHNİYETİNE SAHİP OLANLARDIR.    

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

18 Haziran 2013 Salı

Allah c.c Kebir mi Ekber mi?

Yazımıza böyle bir soru başlığı koyma nedenimiz kur'anı kendisine rehber edindiğini iddia eden bazı kişilerin özelllikle namazlarda çok kullanılan bir kelime olan ALLAHU EKBER kelimesinin bir kıyaslama kelimesi olduğu , ekber denilmesinin başka büyüklerinde var olduğunu kabul ederek Allah cc nin onlarla kıyaslanarak allah en  büyüktür denilmesinin yanlış olduğu, doğru olanın ALLAHU KEBİR denilmesi olduğu yolunda bazı düşünceleri duymaktayız. Bu tür düşüncelerin ortaya atılmasının sebebini kur'an bütünlüğünden habersiz olunmasına bağlamaktayız.   

Al-i imran s. 7. ayetinde kitabın ayetlerinin muhkem ve müteşabih olarak indirildiği bildirilmekte olup, özellikle müteşabih ayetlerin kapsama alanına hangi tür ayetlerin girdiği konusu önemlidir. Kur'an bilindiği üzere bizlere gözle görmediğimiz alan veya varlıklar ile ilgili bilgiler vermektedir. Allah,melek,cin,cennet.cehennem gibi varlıklar ve alanlar ile ilgili ayetlerin muhtevası "müteşabih ayetler" yani benzeşen ayetler" kategorisine girmektedir. Kur'an bizlere  göz ile şahid olamadığımız alan ve varlıkları  anlatırken göz ile şahid olduğumuz alan bilgilerine benzeştirerek anlatmakta olup buna müteşabih anlatım yani benzeştirerek anlatım denilir.    

Allah cc nin kendisini bizlere tanıttığı ayetlerde kur'anın müteşabih yani benzeştirerek anlatım metodu içinde anlaşılması gerekmektedir. Allah cc bizlerin gözümüzle göremediğimiz bi varlık olması kendisini bizlere gözümüzle gördüğümüz alanın bilgileri içinde benzeştirerek anlatmasını gerektirmekte olup kur'anda bunun yüzlerce örneği bulunmaktadır.     

"Allahu ekber " (Allah en büyüktür) demenin "sakıncalı ve bu şekil bir söylemin Allah cc yi kıyaslamak olduğu , başka büyüklerinde var olduğunu kabul anlamına geldiği" şeklinde düşünce müteşabih anlatımı anlamamaktan kaynaklanan bir anlayışın vardığı yanlış sonuçlardan birisidir.

Bu konuda tartışmanın ne kadar yanlış olduğunu sadece enam s. 19. ayetini okuduğumuz takdirde görmek yeterli olacaktır.

Kul eyyu şey’in ekberu şehâdeh(şehâdeten), kulillâhu şehîdun, beynî ve beynekum ve ûhiye ileyye hâzâl kur’ânu li unzirekum bihî ve men belag(belaga), e innekum le teşhedûne enne meallâhi âliheten uhrâ, kul lâ eşhed(eşhedu), kul innemâ huve ilâhun vâhidun ve innenî berîun mimmâ tuşrikûn(tuşrikûne).
«Şahit olarak hangi şey daha büyüktür» de. «Allah benimle sizin aranızda şahiddir. Bu Kuran bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmam içi n vahyolundu; Allah'la beraber başka tanrılar bulunduğuna siz mi şahidlik ediyorsunuz?» de. «Ben şehadet etmem» de. «O ancak tek Tanrıdır, doğrusu ben ortak koşmanızdan uzağım» de.

Enam s. 19. ayetinde, Allah cc nin kendisinin şahidlik bakımından daha büyük yani EKBER olduğunu beyan etmektedir. Şimdi soruyoruz, Allah cc nin kendisini ŞAHİDİ EKBER olarak vasıflandırması yanlışmıdır?

Ikra’ ve rabbukel ekrem(ekremu). Oku! (Çünkü) Rabbin Ekrem'dir!
Alak s. 3. ayetinde Allah cc nin kendisini "el ekrem" yani en kerim olarak başka kerimler ile kıyaslaması yanlışmıdır?  

Summe ruddû ilâllâhi mevlâhumul hakk(hakkı), e lâ lehul hukmu ve huve esraul hâsibîn(hâsibîne).
Sonra gerçek mevlaları olan Allah'a döndürülürler. Dikkat edin, hüküm O'nundur ve O hesabı en hızlı görendir.
Enam s. 62. ayetinde Allah cc nin kendisini "esraul hasibin" en hızlı hesap görücü olarak vasıflandırması kendisinden başka hesap görücüler olduğunumu kabul ederek "en hızlı" demiştir?

Ve izâ ezaknen nâse rahmeten min ba'di darrâe messethum izâ lehum mekrun fî âyâtinâ, kulillâhu esrau mekrâ(mekren), inne rusulenâ yektubûne mâ temkurûn(temkurûne).
 İnsanlara, kendilerine dokunan bir darlıktan sonra genişlik tattırdığımız zaman hemen ayetlerimiz hakkında hileler düşünmeye başlarlar. De ki: 'Allah düzen kurmada daha hızlıdır.' Elçilerimiz sizin düşündüğünüz hileleri yazmaktadırlar.
Yunus s. 62. ayetinde "en hızlı düzen kurucu" diye vasıflandırmasına acaba nasıl bir itiraz olabilir?

hud s. 45. ayeti ve tin s. 8. ayetinde "ahkemul hakimin" derken Allah kendisini başka hakimlerle neden kıyas ediyor diyebilirmiyiz?  

Mü'minun s. 14. ve saffat s. 125. ayetinde "ahsenul halıkin" derken kendisini başka yaratıcılar ile kıyaslıyor diyebilirmiyiz? bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür.  

Araf s. 151, yusuf s. 64-92,  enbiya s. 83. ayetlerinde "erhamurrahimin" şeklinde geçen ayetler de rabbimizin kendisini merhametlilerin en merhametlisi olarak vasfetmesi acaba kendinden başka merhametli ilah varda kendisini onunla kıyaslıyor diyebilirmiyiz?. 

Birçok ayette "alime" fiilinden türeyen ismi tafdil sigası olan "a'lemu" kelimesi Allah cc için kullanılmaktadır " inni a'lemu" (ben en iyi bilenim) şeklinde kullanılmış olması Allah cc nin kendisini başka bilenlerle kıyaslaması olarak görmek mümkünmüdür?

Allah cc şahidlerin EKBERİ , kerimlerin EKREMİ, hızlıların ESRAASI yım ,hakimlerin AHKEMUSU yum, rahimlerin ERHAMI , bilenlerin A'LEMU SU diye bizlere buyurmakta iken şimdi yine sorarız. "ŞİMDİ ALLAH CC NİN KİTABINDAN BAŞKA HANGİ SÖZE İNANACAKSINIZ?".  

Allah cc nin kendisi için kullandığı bu kelimeler kur'anı tek kaynak kabul ettiğini iddia edenlerin kur'an bütünlüğünü gözetmeden yapmış olduğu okumaya bir örnek teşkil etmesi açısından acı bir örnek olup belki biraz ağır olacak ama Allah cc nin kitabını oyuncak etmek anlamına gelmekten başka bir sonucu yoktur.  

Bu tartışma , "kaş yapayım derken göz çıkartma" mesabesinde bir durumuda meydana getirmektedir şöyleki; "kebir kelimesi anlam olarak "büyük" demektir , ekber kelimesi ise anlam olarak "daha büyük" demektir, şimdi biz ekber kelimesinin yerine kebir kelimesinin kullanarak Allah cc yi daha doğru büyüklediğimizi düşünüyorsak büyük bir yanlış içindeyiz demektir. Kur'an dilinin özelliğine dikkat edecek olursak Allah cc kendi ilahlığını ortaya koyarken müşriklerin ilah olarak kabul ettiği varlıkları kendi ile kıyaslayarak onların hakiki ilah olamayacağını beyan eder. Şimdi Allah cc kendini diğer sahte ilahlarla kıyaslarken biz buna hayır olmaz şeklinde itiraz etmek " kraldan fazla kralcı " olmak anlamına gelir. Kebir kelimesi ekber'den daha alt bir anlamı ifade ettiği için "Allahu kebir" şeklinde ifade "kaş yapayım derken göz çıkartmaya" vesile olur.

Sonuç olarak, Allah cc kebirmidir? ekbermidir? şeklinde yapılan bir tartışma "Allah cc yi hakkı ile takdir ededeme" şeklinde bir anlayışın sonucu olup kur'anı bir kere arapça metninden okuyarak Allah için kullanılan bazı kelimelerin insanlar içinde nasıl kullanıldığına bakılması gerekir. Hadi kur'anın tamamından vazgeçtik sadece yusuf suresini okumak bile bu konuda bizlere doğru bilgiyi vermesi açısından yeterli olacaktır. Yusuf suresinde kullanılan bazı kelimeler esma ül hüsnaya dahil olan isimler olup insanlar için kullanılmıştır. Bu mantıkla gidersek yusuf suresinde geçen kelimeler için ne diyebiliriz?.  

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.