Müşriklerin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müşriklerin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mart 2015 Cumartesi

Tevbe s. 5. Ayeti: Müşriklerin Görüldüğü Yerde Öldürülmeleri ve Haram Aylar

Kur'an okumalarında yapılan yanlışlardan birisi , okunan Ayetin tarihi arka planının hesaba katılmadan okunarak anlaşılmaya çalışılmasıdır. Özellikle Medine de inen Ayetleri anlamanın yolu, tarihsel arka plan bilgisinin göz ardı edilmemesi ile mümkündür. Arka plan ve okunan Ayetin bağlamı göz ardı edilerek yapılan anlama çalışmaları , anlama çalışmasından çok anlaMAma çalışmasına dönüşmesi ile karşı karşıya kalabilir.

Tevbe s. 5. Ayeti , tarihi arka plan ve bağlam gözetilmeden okunarak, bazı yanlış anlamalara sebebiyet veren Ayetlerden biri olarak yerini korumaktadır. Kur'an merkezli düşünce sloganı ile yola çıkanların bir kısmı , bu Ayeti bu gün inmiş gibi okumaya çalışarak altından kalkamayacakları bir yükün altına girmişler , bu düşünceye karşı çıkanlarda "Kur'anın bu hükmünü neden uygulamıyorsunuz?" şeklinde istihzai sorularla, bu düşüncedeki insanları köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadırlar. Ateist taifesi bir başka cepheden saldırarak , kendilerince Allahı haşa gaddar olmakla suçlama çalışmaları içinde cihada!! girişmişlerdir. Bu problemler dahilinde, "Tevbe s. 5. Ayetini nasıl doğru anlayabiliriz?" sorusunun cevabını bu yazımızda aramaya çalışacağız.

Tevbe s. 5. Ayetini tek başına okuduğumuz zaman , Allah (c.c) nin bizlere elde kılıç sokaklarda müşrik avına çıkmamızı emrediyor gibi bir durum göze çarpmaktadır, acaba gerçekten öyle mi ?, bunu anlayabilmek için Tevbe suresinin ilk Ayetlerinden itibaren konu bütünlüğü içinde okumak gerekmektedir. 

 [009.001] Kendileri ile aranızda antlaşma bulunan müşriklere Allah ve Peygamber'i tarafından yöneltilen bir ilişki kesme ihtarıdır .
 [009.002]  Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. Ve bilin ki; siz, Allah'ı aciz bırakamazsınız. Hem Allah, gerçekten kafirleri rüsvay edendir.
 [009.003]  Ve büyük Hacc (Hacc-ı Ekber) günü, Allah'tan ve Resulünden insanlara bir duyuru: Kesin olarak Allah, müşriklerden uzaktır, O'nun Resulü de... Eğer tevbe ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Allah'ı elbette aciz bırakacak değilsiniz. Küfre sapanları acıklı bir azabla müjdele.
[009.004]  Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden (antlaşma şartlarına uyan) hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayanlar (bu hükmün) dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayınız. Allah (haksızlıktan) sakınanları sever.
 [009.005]  O haram aylar çıkınca artık müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun! Eğer tevbe edip namaz kılar ve zekatı verirlerse, onları serbest bırakın; çünkü Allah bağışlayan ve merhamet edendir.
 [009.006]  Ve eğer müşriklerden biri senden aman dileyerek yakınına gelmek isterse, Allah'ın kelamını dinleyebilmesi için ona aman ver, sonra onu güven duyacağı yere kadar gönder; çünkü onlar gerçeği bilmez bir toplulukturlar.
[009.007]  O müşriklerin Allah katında ve Resulü katında herhangi bir ahdi nasıl olabilir? Ancak Mescid- i Haram yanında antlaşma yaptıklarınız var ki, bunlar size karşı doğru durdukça siz de onlara doğru olun. Allah (hainlikten) sakınanları elbette sever.
[009.008]  Nasıl olabilir ki! Onlar size galip gelselerdi, sizin hakkınızda ne ahit, ne de antlaşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla sizi razı ediyorlar, halbuki kalpleri (buna) karşı çıkıyor. Çünkü onların çoğu yoldan çıkmışlardır.
[009.009]  Allah'ın ayetlerini az bir değer karşılığında sattılar ve Allah yolundan alıkoydular. Gerçekten bunlar, ne kötü şeyler yapmaktalar!
[009.010]  Bir mümin hakkında ne bir yemin gözetirler, ne de bir antlaşma. Bunlar işte böyle haddi aşan kimselerdir.
[009.011]  Fakat tevbe eder, salatı ayakta tutar ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz, bilen bir kavme âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.
[009.012] Ve eğer antlaşma yaptıktan sonra yeminlerini bozar ve dininize saldırıya kalkarlarsa, o küfür öncülerini hemen öldürün. Çünkü onların yeminleri yoktur, belki vazgeçerler.
[009.013]  Yeminlerini bozan, resulu yurdundan çıkarmaya teşebbüs eden bir kavim ile döğüşmez misiniz? Ki, önceleri kendileri başlamışlardır. Onlardan korkar mısınız? Şayet mü'minler iseniz asıl korkmanız gereken; Allah'tır.
[009.014]  Onlarla savaşın ki, Allah onları sizin elinizle cezalandırsın, rezil etsin onları, yardımıyla sizi onlara karşı zafere erdirsin, mü'min bir topluluğun yüreklerine su serpsin,
[009.015] Ve kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
[009.016] Yoksa siz, kendi halinize bırakılacağınızı, içinizden savaşanları ve Allah'tan, Peygamberinden ve mü'minlerden başka sokulacak bir locaya tutunmayanları Allah'ın hiç de bilip görmeyeceğini mi sandınız? Oysa Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

Ayetleri konu bütünlüğü içinde 1-16. Ayetler arası okuduğumuzda konu gayet açık anlaşılacaktır.

Ayetlerin nazil olma zamanı Medine döneminin son yıllarıdır. Bu yıllarda Müslümanlar artık insiyatifi ellerine geçirerek kuvvetli bir duruma gelmişlerdir. Mekke ile sıcak savaş halinin, Medine döneminin ilk günlerinden beri devam eden bir süreç olduğunu hatırda tutmak bu Ayetlerin anlaşılmasında önemli bir rol oynayacaktır. Ayetlerin nazil olduğu zaman süreci içinde Müşriklerle yapılmış bir antlaşma vardır ve bu antlaşma Müşrikler tarafından tek taraflı olarak ihlal edilmiştir. Ayetlerden anlaşıldığına göre Müşriklerden bir kısmının antlaşmaya sadık kaldığı anlaşılmakta olup, Ayetler antlaşmayı bozan Müşriklere bir ihtardır.

Ayetler antlaşmayı bozan Müşriklere 4 ay süre tanınmakta olup bu sürenin sonunda artık yeniden bir antlaşma yapılmasının mümkün olmadığı ya Müslüman olmak ya da savaşmak tercihinden birini yapmaları gerektiği ihtar edilmektedir. Yeniden antlaşma yapılmama sebebi , var olan antlaşmayı bozarak ahidlerine sadık kalmamış olmalardır.

4. Ayete baktığımızda savaşılacak Müşrikler dışında tutulacak olanların antlaşmalarına sadık kalanlar olduğu görülmektedir. 8. ve 9. 10. Ayetlere baktığımızda o Müşriklerin ellerine fırsat geçtiği anda , Müslümanlara neler yapabilecekleri haber verilerek , onlara karşı gaflete düşülmemesi hatırlatılmaktadır. 

5. Ayette ki , "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün" emrini bu arka plan dahilinde anlaşılmasının daha doğru sonuçlar vereceğini düşünmekteyiz. Herhangi bir ordu karşısındaki düşmana karşı bir anlık gaflete düştüğü an , bu gafletinden faydalanan düşman ordusu tarafından perişan edilebilir. Bunun en açık örneği Uhud harbinde görülmüştür , Allah (c.c) Müslümanların gaflete düşmemelerini hatırlatarak verilen süreye kadar beklenerek süre sonunda onlara karşı savaş açılmasını emretmektedir. Bu emrin, sokakta gezen , pazarda alış verişini yapan bir müşrik görüldüğü zaman hemen onu öldürün anlamında bir emir olmadığını burada hatırlatmak yerinde olacaktır.

Müşriklerle savaşarak onları öldürme emri gayet açık ve net beyan edilmiş bir durum olup , bu duruma düşme sebebleri onların ihanetleridir. Anlaşmaya sadık kalmayarak bozmanın anlamı zaten savaş ilanı anlamına gelmektedir. Allah (c.c) onlara 4 ay mühlet tanıyarak tevbe etme kapısını onlara açık bırakmıştır. Aslında Ayetlere art niyetsiz yaklaşan birisi bu durumu çok rahat görebilecektir. Mümtehine s. 8. ve 9. Ayetleri bu konuda bilgi veren Ayetlerdendir.

[060.008]  Allah sizi din hakkında size kıtal yapmıyan ve sizi yurdlarınızdan çıkarmıyan kimselerden, onlara iyilik etmeniz ve kendilerine adalet yapmanızdan nehyetmez, çünkü Allah adalet yapanları sever
[060.009]  Allah sizi ancak size din hakkında kıtal yapan ve sizi yurdlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza muzaheret ede kimselerden, onlara dostluk etmenizden nehyediyor, her kim de onlara dostluk ederse işte onlar kendilerine yazık eden zalimlerdir.

12-13. Ayetler okunduğunda onlar ile savaşmanın altında yatan sebeblerin zikredildiğini görmekteyiz. Hiç bir ordu kendisi için kötü niyetler besleyen düşman ordusunun eline koz vererek , onlar tarafından yenilgiye uğratılmak istemez. Allah ( c.c) Mü'minlere olan yardım sözü gereği onların bu niyetlerini ortaya koyarak onlara karşı gafil olunmamasını öğütlemektedir. 

Tevbe s. 5. Ayeti içindeki " Haram Aylar" ibaresi eski tefsirlerde bile tartışma konusu olmuş , bu gün ise bu ifade ile kast edilen ayların hangileri olduğu konusunda farklı düşünceler mevcuttur. 

Haram Aylar , İbrahim (a.s) ile başlayan Hacc ibadetini ifa etmek için uzak yollardan gelen insanların , yol selametinin temini için ihdas edilmiştir , bu aylar Zilkade , Zilhicce ,Muharrem ve Recep aylarıdır. Bu Aylar Araplar tarafından İbrahim (a.s) dan beri böyle bilinmektedir ilk 3 ay arka arkaya gelen aylar olup 4. Recep ayı umre ayı olarak senenin ortasındadır. Ancak bu gün Kur'anın nuzül süreci ile ilgili arka plan bilgilerini toptan arkaya atarak bu gün inen bir Kitap gibi okumak isteyenler, bu ayların hepsinin arka arkaya gelmesi gerektiği gibi bir düşünce içindedirler. 

Bu düşünceye sebeb ise, Tevbe s. 2. Ayetinde Müşriklere 4 ay süre tanınmış olması , 5. Ayette "Haram aylar çıkınca" ifadesi ile kast edilen ayların arkaya gelmesi gerektiği şeklinde bir düşüncedir. Burada doğru olan taraf bu ayların arka arkaya gelmesi gerektiğidir bu düşünce tabiki doğrudur,ancak Kur'an da diğer Ayetlerdeki "Haram Aylar" tabiri ile Tevbe s. 5. Ayet içindeki haram aylar aynı aylar değildir. Tevbe s. 5. Ayeti haricinde Kur'an da diğer Ayetlerde geçen "Haram Aylar" tabiri, Hac yolunun güvenliği ile ilgili olarak ihdas edilmiş ve Zilkade , Zilhicce , Muharrem ve Recep aylarını kapsar.

Tevbe s. 5. Ayetinde bahsedilen Haram Aylar bu Aylar olmayıp , "Haccı Ekber" ifadesinden anlaşılacağı üzere Zilhicce ayının 10. gününden başlamak üzere verilmiş olan müddetin 4. ay sonra biteceği ve bu Aylar içinde Müşriklere karşı onlar silaha sarılmadığı müddetçe Müslümanların da silaha sarılmamaları emredildiği için savaşmanın yasak olduğundan hareketle "Haram Aylar" ifadesi kullanılmış ve Zilhicce nin 10. günü başlangıç olmak üzere devam eden aylar olan , Muharrem , Safer, Rebiül evvel, Rebiül ahir ayının 10. gününe kadar olan süredir. Yani Hac yolunun güvenliği ile alakalı Haram Aylar ile Tevbe s. 5. Ayetinde bahsedilen Haram Aylar aynı aylar değildir.  

"Haccı Ekber günü" ifadesi ile sürenin başlangıcının , Zilhicce ayının 10. günü olduğu anlaşılmaktadır, şayet Hacc ibadeti ile ilgili olan Haram Aylar kast ediliyor dediğimizde , Muharrem ayı ile bu aylar son bulmaktadır , dolayısı ile Zilhicce ayından 20 , Muharrem Ayından 30 olmak üzere yaklaşık 50 günlük bir süre sonra Müşriklerin görüldüğü yerde öldürülmeleri emredilmiş olur ki bu da verilen 4 aylık süre Ayeti ile müşkil bir durum arz eder. 4 aylık izni göz önünde tutarak yapılan bir hesaplamada, sürenin Rebiül evvel ayının 10. günü sona ermiş olacağı anlaşılır ki , 2. Ayette ki 4. ay müddetin bu şekilde dolacağı anlaşılır.


Bu Ayetler sadece inmiş olduğu zaman ve mekan ile sınırlı yani tarihselliği olan Ayetler midir ? , yoksa evrensel mesaj ihtiva etmesi açısından bir okumaya tabi tutulabilir mi ? şeklinde bir sorunun akla gelmesi muhtemeldir.

Ayetlerin nazil olduğu zaman ortamı ile yaşadığımız zaman ortamı içinde bir aynilik durumu görüldüğünde , yani insiyatifin Müslümanların lehinde olduğu ve Müşrikler ile yapılan anlaşmaların tek taraflı olarak onlar tarafından ihlal edilme durumunda onlara belli bir süre verilerek tevbe etme imkanı sağlanabilir. Şayet verilen süre içinde tevbe ederlerse onlardan geri durulması aksi takdirde onlarla sonuna kadar savaşılmasını , Ayetlerin bize dönük mesajı olarak okumak mümkündür.

Sonuç olarak , Bir Ayetin bulunduğu bağlam ve nazil olduğu zaman ve mekan şartlarından koparılarak okunmasına örnek olarak verebileceğimiz , Tevbe s. 5. Ayeti ,1-16. Ayetler arasında bir bütünlük içinde okunduğunda anlaşılması kolaylaşmaktadır. Hiç bir askeri güç kendisine düşman olan karşı güce yenilerek gücünün kırılmasını asla kabul edemez, bu durum Müslümanlar açısından da böyledir ve böyle olması gerekmektedir. Allah (c.c) kendisine iman etmeyen ve başkalarını da bu yoldan çevirmek isteyerek savaş ilan edenlere karşı uygulanacak olan stratejiyi Mü'minlere öğreterek anlaşma kurallarını tek taraflı ihlal edenlerle artık yeniden bir anlaşma yapmanın mümkün olmadığını beyan etmektedir. Bu meyanda anlaşmalara sadık kalanlara karşı herhangi silahlı bir mücadeleye girişilmeyeceği de Ayetlerde beyan edilmektedir.Bu Ayet bazılarının anlamak istediği şekli ile , elde kılıç çarşı pazar gezerek müşrik avına çıkılmasını emreden bir Ayet değil , sıcak savaş ortamında Müslümanlara nasıl davranmaları gerektiğine beyan edilen Ayetlerdendir.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


28 Ocak 2015 Çarşamba

Namaz Müşriklerin İbadeti midir ?

Yazımıza attığımız başlığın konuya yabancı olanlar tarafından biraz yadırganacağını umuyoruz , ancak Namaz ibadeti ile ilgili olarak ortaya atılan bazı düşünceleri bilenler için bu başlık pek yadırgayıcı gelmeyecektir.

Son yıllarda Kur'an gündem edilmeye başlanması sevindirici bir durum olmasının yanısıra, aşırı ve geçmişteki haricilik benzeri yaklaşımlar maalesef bu düşünce içinde de baş göstermektedir. Bu tür yaklaşımların sebeblerinden en başta geleni Kur'anı salt bir metin gibi okuyarak geçmiş ile herhangi bir bağı olmadan okumak , onun "Zikr" yani hatırlatıcı bir Kitap olduğunu hiç hesaba katmamaktır. 

Kur'anın "Zikr", yani hatırlatıcı olması bizim için önemli bir noktadır. Adem (a.s) ile başlayan insanlık serüveni içinde gelen bütün Elçiler kendilerinden önce bilinen fakat unutulmuş olanı hatırlatmak için gönderilmişlerdir. Bu noktada Elçilerin tamamına vahy edilen bilgilerin ortak adlarından birisi "Zikr" olup, bu isim Kur'an içinde geçerlidir ve Kur'anın nazil olmaya başlaması ile önceden bilinen fakat unutulan bazı bilgiler yeniden doğru bir zemine oturtulmuştur. 

Nuzül öncesi bilinen, fakat zayi edilen (Meryem s. 59) kulluk görevlerinden bir tanesi de "SALAT" tır. Salat , Kur'an da en fazla geçen ve anlam alanı geniş bir kelimedir. Bu yazımızda bu kelimenin içerdiği anlamlardan olan ve dilimizde "NAMAZ" olarak bildiğimiz ibadet üzerinde duracak ve bu ibadetin, müşrik ibadeti olduğu düşüncesinin ne kadar doğru!! olduğunu ele almaya çalışacağız. 

Rabbimiz bizleri sadece kendisine kul olmak için yaratmış ve kendisinin dışındakilere kul olmayı "Şirk" olarak nitelemiştir. Yarattığı insanın fıtratına , kendisinden yüce olarak gördüğü bir varlığa tazim etme şeklinde bir özellik yükleyen Rabbimiz bu varlığın sadece kendisi olması gerektiğini ve bunun tersi bir durumun "Şirk" olduğunu bütün Elçileri vasıtası ile kullarına bildirmiştir. 

"Salat" , Arap dilinde "Çok anlamlı" olarak ifade edilen kelimeler gurubuna dahil bir kelimedir. Bu kelimenin konumuzu ilgilendiren anlamını , "kişinin yönelimi" olarak kısaca ifade edebiliriz. Bu bağlamda Allah (c.c) kişinin yöneliminin sadece kendisine ait olması gerektiğini en son Zikr de bir çok defalar "Salatı ayakta tutun" emri ile beyan etmiştir.  

Namaz ibadeti hakkında, bazı arkeolojik bulgulardaki, secde eden insan figürlerine bakarak , "Bakın sizin kıldığınız namazın aynısını puta tapanlarda kılıyor" diyerek bu ibadetin bir müşrik ibadeti olduğunu iddia edenler, aslında çok önemli bir noktayı bilerek veya bilmeyerek kaçırmakta ve bir gerçeği itiraf etmektedirler.

Bunu demekle , Secde , Rüku , Kıyam şeklindeki ibadet şekillerinin tarihinin sadece Muhammed (a.s) ile başlamadığını itiraf etmektedirler. Adem ile başlayan insanlık serüveninde en önemli olgu insanın Allah (c.c) kul olmasına bütün gücü ile karşı çıkacağını haber veren "Şeytan" olgusunun altının çizilmesi gerekmektedir.

İnsanın cevherinde gerçek ve tek olan bir İlaha kulluk etme özelliği yatmaktadır , Şeytan bu cevheri bozarak insanları "Şirk" bataklığına bulaştırmıştır. Adem ve İblis kıssası bu olayı görsel temalar ile bizlere anlatmaktadır. 

Adem ve Eşini yaratan Allah (c.c) onlara nasıl yaşayacaklarına dair olan bilgileri " yiyin için şu ağaca yaklaşmayın" ifadeleri ile verdiğini bizlere beyan etmektedir. İnsanın ilk muhatap olduğu bilgi, Allah (c.c) nin İlahlığına dayalı bir bilgidir yani "Tek tanrılı bir Din" dir. Şeytan bu Dini bozarak yerine kendisinin hevasına uygun bir Din dayatacağına dair olan sözlerini hatırladığımızda "Şirk Dini" dediğimiz olgunun sonradan arız olduğu görülür.  
 
Secde ederek, İlah olarak kabul ettiği varlığa olan yaklaşma ritüeli insanlığın ortak hafızasının bir ürünü olup arkeolojik bulgularda elde edilen secde eden insan figürleri bu hafızanın bir delilidir. Secde ederek İlahına yaklaşma ritüeli ilk insanın tarihi kadar kadim bir gelenektir ve bu geleneğin başlaması tek ilah inancının ilk olması nedeniyle Allah (c.c) nin Ademe öğretmiş olması ile birlikte başlamıştır.

 Şeytan olgusu burada devreye girerek Allah (c.c) ye olan kulluğu başka yerlere kanalize ederek insanları şirke düşürme sözünü yerine getirmiştir. Bu noktada, Allah (c.c) için yapılan secde onun dışında edinilen ilahlara yapılmaya başlanmıştır. Arkeolojik buluntulardaki secde eden insan figürleri bu durumun bir sonucu olup , secdenin insanlığın kadim bir ortak kültürü olduğu noktasında önemli bir noktadır. 

Bütün bunlardan sonra adına "NAMAZ" dediğimiz secdeli ibadet şekli, Müslüman olsun  Müşrik olsun bütün insanlığın ortak bir ritüeli olup, ayrışım noktası sadece İLAHLARIN FARKLI olmasıdır demek sanırım yanlış olmayacaktır. Müslüman kişi Namazını tek İlah olarak bildiği Allah (c.c) için kılarken , Müşrik kişi ilah olarak bildiği herhangi bir varlık için bu Namazı kılar aradaki fark sadece bu dur. 

Burada bilerek veya bilmeyerek yapılan bir hata vardır ki o da , yapılan secde eyleminin sadece müşriklere has olduğu iddiasıdır. Halbuki asıl olan secdenin Allah (c.c) için olması ve bu  secdenin zaman içinde yönünün değişerek şirk unsuru haline gelmiş olması secdenin asıl boyutu olan sadece Allah (c.c) için olduğu gerçeğini değiştirmez.

Olayın adını NAMAZ olarak koyacak olursak bu durumu nuzül öncesi Mekke müşrikleri çerçevesinde şöyle değerlendirebiliriz;

Secde, Rüku,Kıyam dan oluşan kadim bir ibadet kültürü mutlaka Mekkeli müşriklerde de yapılmaktaydı . Bunun adını NAMAZ koyacak olursak , Mekkeli müşriklerde Namaz kılmaktaydılar ancak kıldıkları bu Namazı Allah (c.c) için değil ona yaklaşmak için ihdas ettikleri putlarına kılarak yani şirk  karıştırararak eda etmekteydiler. Onların bu ibadetleri Enfal s. 35 ve Maun s. Ayetlerinde kınanmaktadır. Allah (c.c) Elçisi Muhammed (a.s) ile yapılan bu ibadetleri şirk boyutundan kurtarıp asli boyutu olan Tevhidi boyuta yeniden getirmiştir. 

Bunları söylerken , bu gün Müslümanların namaz şuuru noktasında ne halde oldukları konusu başlı başına problem arz eder bir haldedir. Cami içersinde Allah (c.c) ye secde eden kişi bu secdenin ne anlama gelmesi şuurundan nasipsiz bir halde dışarıya çıktığı zaman hayatını başka ilahların belirleyiciliğine bırakmaktadır. 

 Salatın kötülüklerden alıkoyan bir tarafının olması , maalesef bu gün zayi edilmiş ve bazılarının elinde bir kalkana dönüşerek kılınan namazların şuurdan yoksun oluşunun kabahatı yanlışı yapan Müslümanlara değil , namazın kendisine yüklenmeye çalışılmaktadır. 

Yapılan en büyük yanlış Kur'andaki "Salatı ikame" geçen Ayetlerin tamamının sadece namaza indirgenilmesi olup, "Kıl beşi bitir işi" misali her şeyin beş vakit namazı kılmak ile bitttiği zannı oluşturulmuştur. Salatın kötülüklerden alıkoyması , onun Allahı birlemenin bir göstergesi olması artık unutulmuş ve Salat zayi edilmiştir. Bu gün tartışılması gereken asıl konu bu namazların tevhidi bir eylem olduğu şuurunun yeniden kazandırılması olmalıdır. 

Bazı yazılarımızda vurgulamaya çalıştığımız üzere , bu tür suni gündemlerle vakit kaybetmek bizlere hiç bir şey kazandırmayacağı gibi aksine daha geriye götürecektir. Bu tür suni gündemlerden bir tanesi "Namaz" kelimesinin arapça değil farsça olduğu , dolayısı ile İranlı müşriklerin dilinden geçtiği ve müşrik ibadeti !! olduğu iddiasıdır. 

Bu iddiada bir gerçeğin sesli olarak itirafından başka bir şey değildir eğer İranlı müşrikler namaz kılıyorlar ise bu namaz, onların kendi putlarını tazim etmek için icad ettikleri bir ibadet şekli değildir. Tek Tanrılı din asıl olması ve çok Tanrılı dinin sonradan arız olması insanlık tarihinin bir gerçeği olmasından yola çıkarak , eğer İranlı müşrikler namaz kılıyorlar ise bu namazı onlarda zaman içinde zayi ederek tevhidi boyutundan çevirerek şirk boyutuna dönüştürmüşlerdir.  

Her topluluğa Elçi gönderen Allah (c.c) İranlılara da Elçi göndererek onlara kime kul olmaları gerektiğini öğretmiştir, ancak zaman içinde bu öğretiler terk edilerek Şeytani öğretiler öne geçmiş ve Allah (c.c) için olması gereken namaz da iranlıların şirk olarak icra ettikleri bir ibadet haline gelmiştir.

Geleneksel Din algısında Namazın sanki ilk defa Muhammed (a.s) ın Elçiliği ile gündeme geldiği , Cibrilin ona namaz kılmayı öğrettiği gibi iddialar gerçeği yansıtmamaktadır. Muhammed (a.s) önce bir insan , sonra da Mekkenin bir ferdi olması hasebiyle yaşayan bir kültür ile iç içe yaşamaktadır. Kur'an ona vahyedilmeye başladığında, ona vahyedilenlerin büyük bölümü Mekkelilerin yanlış inançlarını düzeltmeye yöneliktir. 

Mekkelilerin yanlış inançlarının başında Şirk gelmekte ve kulluk adına yaptıkları şeyleri sadece Allah (c.c) için yapmamaktaydılar. Mekkelilerde binlerce yıllık insanlık tarihinin bireyleri ve o tarihin getirdiği ortak hafıza ile yaşantılarına devam etmekteydiler. 

Kur'an eğer bu arka plan düşüncesi içinde okunmaz ise ve bu gün dağ başına inmiş ve muhteviyatının ilk defa inen bilgiler ve bu bilgilerin içini bizler doldurmakla görevli imişiz gibi okuduğumuzda bu tür tarji komik çıkarımlar kaçınılmazdır. Kur'an , binlerce yıllık insanlık tarihinin birikimine sahip olan bir topluluğa inmiş ve topluluğun unuttuğu veya yanlış olan inançlarını, sağlam bir temele oturtmayı amaçlamıştır.

Sonuç olarak; Namaz ibadeti hakkında yanlış uygulamayı kalkan edinerek bir takım olumsuz düşünceler ortaya atılmakta ve bu ibadete bir takım arkeolojik bulgulara dayanarak "Müşrik ibadeti" olduğu iddiası gündeme getirilmektedir. Bu iddia aslında bir gerçeğin itirafı olup insanlığın, Adem den beri süre gelen bilgi alışverişinin bir ürünüdür. İnsanlığın , Secde etmek şeklinde olan İlah olarak kabul ettiği varlığa karşı olan tazimi önce Allaha karşı yapılırken geçen zaman içinde şirk düşüncelerinin hakim olması neticesinde Allah (c.c) nin dışındakiler için yapılmaya başlanmıştır. Bu ibadetin adını "Namaz" olarak koyacak olursak bu ibadeti yapmayan hiç bir insan yoktur , her insan Namaz kılmaktadır ancak bu Namazı İlah olarak bildikleri varlığa özgü kılarlar. Bir Mü'min bu ibadeti Allah (c.c) için bir Müşrik bu ibadeti Allah (c.c) nin dışında ilah olarak kabul ettikleri varlıklar için yaparlar fark sadece bu dur. 

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

19 Haziran 2013 Çarşamba

Müşriklerin Miraç İstekleri ve İsra s. 93. Ayeti

Müşriklerin kendilerine gelen elçileri red etme sebeblerinden biri onlarında kendileri gibi bir beşer olmaları veya melek olmamaları olup bu red bahanelerinin aynısı ile son elçi muhammed as da muhatap olmuştur. Kur'anın pek çok ayeti onun melek olmadığı, beşer olduğu, çarşılarda gezip durduğu bahaneleri öne sürülerek red edildiğini beyan etmektedir.    

Maalesef "beşer bir elçi" müşrikleri rahatsız ettiği gibi müslümanlarıda rahatsız ederek son elçi muhammed as ı kur'anın kendisine vermediğini söylediği istenilen ayetleri(mucizeleri) müslümanlar kur'ana rağmen verdirmişlerdir. İsra s 59. ayeti bunun açık bir örneğidir " Bizi ayetlerle göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud'a dişi deveyi görünür  olarak gönderdik, fakat onlar bununla  zulmetmiş oldular. Oysa biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz."

Bu ve benzeri ayetlere rağmen müslümanlar son elçi muhammed as adına akla hayale gelmedik mucize iddiaları uydurarak müşriklerin red edilen isteklerini uydurma rivayetlerle yerine getirmiş olup miraç uydurmasıda bunların en bariz örneklerinden biridir. Kur'anın hiç bir ayetinde miraç ile ilgili en ufak bir karine dahi olmamasına rağmen isra s. 1. ayeti ve necm surelerinin ilk ayetleri bu konu ile ilgili olarak zorlama te'villerle ilişklendirilmek istenmiştir.  

İsra s. 90-95. ayetlerine baktığımız zaman müşriklerin bu tür isteklerine karşılık "ben bir beşer elçiden başkası değilim" cevabının verilmesi istenmektedir. 93. ayete baktığımızda müşriklerin isteklerinin tanıdık bir konu üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz.    

" «Veya altın bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin ama oradan okuyacağımız bir kitap indirmezsen yine o yükselmene inanmayacağız.»"  
Altın'dan ev istemelerinin yanında  özellikle muhammed as ın göğe yükselmesini ve oradan bir kitap getirmedikçe yine inanmayacaklarını söylemeleri bizlere yabancı gelmemektedir.   

Bilindiği gibi isra s. ilk ayetinde "Uzaktır bütün noksanlıklardan O ki, kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya götürdü; ona ayetlerimizden gösterelim diye. Gerçek şu ki, O'dur işiten gören!" buyurulmasının eksikliği !! miraç ile tamamlanmış mescidi aksa'dan göklere çıkma rivayetleri kitaplarımızda yer almış ve imanın şartı haline getirilmiştir.    

İsra s. 93. ayetinde "yahut göğe yükselmelisin ama oradan okuyacağımız bir kitap indirmezsen yine o yükselmene inanmayacağız" sözlerine karşılık Allah cc elçisine " BEN ASLINDA GÖĞE ÇIKTIM ORADAN BAKARA S. SON İKİ AYETİNİ BİLE GETİRDİM" şeklinde demesini neden vahyetmedide " SUBHANALLAH BEN ANCAK BEŞER BİR RESULUM" demesini emrettiği hiç düşünülmezmi? . Kulunu mescidi haramdan sonra göklere çıkardığını beyan etmeyen Allah cc hatta aynı surenin 93. ayetinde bu isteğin geri çevrildiğini neden beyan ettiği hiç düşünülmezmi?.   

Sonuç olarak , muhammed as ın beşer olmasının kabulu bırakın müşrikleri ona iman etiğini iddia bir kesime bile zor gelerek onu insanüstü bir elçi olarak görme eğilimi ağır basan bir düşünceyi genel geçer bir düşünce olarak oturtmaya çalışmalarına  rağmen bir çok kur'an ayeti bunu red etmektedir. Miraç iddiaları aynı bu düşüncenin bir ürünü olup müşriklerin bu istekleri 93. ayette geri çevrilmesine rağmen imanın şartı mesabesinden bir kabulu gerektirdiği öne sürülerek inkarı kişiyi dinden çıkmaya kadar götürdüğü yalanı ile insanlar bir nevi mahalle baskısı şeklinde bastırılmışlardır. Şunu düşüncelerinden ötürü hesap vereceğine inanan biri olarak haykırıyorum.  

YANLIŞ YOLDA OLANLAR, MİRAÇ UYDURMASINI KUR'AN AYETLERİNE İMAN EDEREK RED EDENLER DEĞİL , ESAS YANLIŞ YOLDA OLANLAR MİRAÇ UYDURMALARINI İLGİLİ AYETLERE RAĞMEN ELÇİNİN BEŞER OLMASINI İÇİNE SİNDİREMEYEN MÜŞRİKLERİN ZİHNİYETİNE SAHİP OLANLARDIR.    

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.