İtaat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İtaat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Nisan 2018 Çarşamba

Resule İtaat Edin Emrinin Bugünkü Muhataplar Açısından Anlamı Üzerine

Kur'an'ın bir çok ayetinde Allah (c.c) nin "Allah'a ve Resulüne itaat edin" mealinde verdiği emirler, herkesçe malumdur. Bu emirlerin anlaşılması ve uygulanması ilk muhataplar nezdinde herhangi bir sorun teşkil etmemiş olmasına karşın, sonraki nesillerde değişen din algıları neticesinde, özellikle "Resule itaat edin" emri konusu üzerinde bir takım spekülasyonlara gidildiği, bunun sonucunda ise bu emrin bugün, hadis kitaplarındaki rivayetlere itaat etmek şeklinde anlaşıldığını görmekteyiz. Yazımızda, "Resule itaat edin" emrinin sonraki muhataplar olan bizler nezdinde nasıl bir yere oturması gerektiği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Bir insanın Allah (c.c) tarafından Resul olarak görevlendirilmesinin ne anlama geldiğinin bilinmesi, bu görevi yüklenen kişinin görev ve yetki alanının sınırlarının belirlenmesi, bugün bu emrin nasıl anlaşılması konusunda bizlere yardımcı olacaktır.

Allah (c.c) nin Nebi Resul olarak tanımladığı kimseler, onun kullarına dair olan emir ve yasaklarını iletmekle görevli, bizler gibi beşer cinsinden kimseler olmaları nedeniyle de o emirler ile kendilerinin de muhatap ve sorumlu oldukları kişilerdir. Allah (c.c) biz kulları ile Nebi Resul olma görevini yüklediği bazı kullarına vahyetmek sureti ile konuşur. Nebi Resul vasfına sahip olan kimseler, Allah (c.c) nin yetki alanına giren konularda herhangi bir söz söylemek ve hüküm koymak yetkisine sahip değillerdir. Bu durumun bugün farklı bir şekilde anlaşılması, Muhammed (a.s) ın konumunun daha üst bir dereceye, neredeyse ilahlık derecesine yükseltilmesine sebep olmuştur.

[006.050]  De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.» De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»

Kur'an içinde geçen "Allah'a ve Resulüne itaat edin" emri içinde geçen "Ve" bağlacının Allah ve elçiyi birbirinden ayırdığı, dolayısı ile elçinin görev ve yetki sınırlarının Allah (c.c) ile eşit olduğu gibi bir düşünceye ilk muhataplar sahip değildi. Çünkü elçi hayatta ve aralarında idi. Elçi, ashabının arasında iken onlara Allah'tan gelen vahyi okumakta, ashap ise onun elçilik görevi dahilindeki emirleri ile, devlet başkanı veya ordu komutanı olma görevi arasındaki farkı bilerek hareket etmekte idi. 

[033.036] Allah ve Resulü bir işe karar verdiği zaman, gerek inanan bir erkeğin gerek inanan bir kadının kendilerine ait bir işte tercih hakları olamaz. Her kim Allah'a ve peygamberine asi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.

Ashabı, onun Nebi Resul olarak kullandığı yetkiler konusunda herhangi bir seçim hakkına sahip olmadıklarını bilirken, bu görevinin dışında kullandığı yetkiler konusunda seçim hakkına sahip olabileceklerini düşünerek, bazı karşı tezler ortaya koyabilmekteydi. Uhut harbi öncesinde Muhammed (a.s) tarafından önerilen savaş taktiğine karşı, ashabın da karşı bir tez getirmesi, ve ashabın önerdiği savaş taktiği planının kabul edilmiş olması buna bir örnektir. Şayet Muhammed (a.s) tarafından önerilen savaş taktiğinin vahye dayalı olduğu düşünülmüş olsa idi, ashap tarafından ona böyle bir itiraz asla getirilmez, onun önerisi itiraza uğramadan kabul edilirdi.

Bu ve benzeri örnekler, ashabın bugün bazı Müslümanlar arasında yaygın bir inanç olan, "Onun ağzından çıkan her söz vahiydir" gibi bir inanca sahip olmadıklarını göstermesi açısından ibretli bir örnektir.

İlk muhataplarca "Allah'a ve Resulüne itaat edin" emri içindeki Ve bağlacının Allah'ı ve Resulü birbirinden ayırdığı, Resulün de hüküm koyma konusunda Allah (c.c) gibi olduğu düşünülmezken, Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında ortaya çıkan farklı din algıları, bu bağlacın Allah'ı ve Resulü birbirinden ayırdığını iddia etmeye, dolayısı ile Muhammed (a.s) ın da Allah (c.c) gibi teşri yetkisine sahip olduğunu söylemeye başladılar. 

Ancak burada Muhammed (a.s) ın ölmüş olması gerçeği vardı, ve aynı zamanda ölü bir elçiye itaatin nasıl gerçekleşeceği sorusunun cevabının verilmesi gerekmekte idi.

Resul görevini üstlenmiş olan kişilerin en önemli özellikleri onların vahiy sayesinde böyle bir vasfa nail olmuş olmalarıdır. Bu nedenle vahiy olgusu bir kenara bırakılarak onların kimliklerinin öne çıkarılması doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Resul ve vahiy, et ile tırnak gibi birbirinden ayrılmaz parçalar olup, onları vahiyden soyutlayarak kendilerini öne çıkarmak demek, İsa (a.s) örneğinde olduğu gibi insanların şirke düşmeleri demek anlamına gelecektir.

[004.080] Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!

Kur'an ayetlerinde geçen 
Allah'a ve Resulüne itaat edin emrindeki asıl vurgu, Allah'a itaat etmektir. Resule itaat etmek demek, Allah adına konuşmak yetkisine sahip olması bakımından Allah'a itaat etmek demek anlamına gelir. Cümle içindeki ve bağlacının Resule ayrı bir teşri yetkisi tanıdığı bir anlamı yoktur. Aksini iddia etmek demek, Resulü Allah ile aynı kefeye koymak anlamına gelecektir. Allah'a itaat etmenin yolu, Resulü aracılığı ile gönderdiği vahye itaat etmek anlamına gelmesinden, ve Muhammed (a.s) ın da yaşayan bir kimse olmasından ötürü böyle bir emir verilmiş olması söz konusudur.

Bugün artık Muhammed (a.s) aramızda yoktur, onun aramızda olmaması, ona itaat etmenin nasıl gerçekleşeceği sorusunu beraberinde getirmiştir. 

Bugün bu emrin Müslüman hayatında nasıl gerçekleşeceği sorusuna verilen ağırlıklı cevap ise, "Allah'a itaat Kur'an'a itaat, Resule itaat ise hadislere itaattir" şeklindedir. Böyle bir cevap ise bugün karşımıza bir çok problemi çıkarması açısından hatalı bir düşüncedir. Şöyle ki:

"Allah'a ve Resulüne itaat edin" emrinin fıkhi boyutunu düşündüğümüz zaman, bu emrin karşılığı "Farz" hükmündedir. Yani Allah (c.c) kendisine ve elçisine uyulmasını bizlere farz kılmaktadır. Bu farziyetin ilk muhataplar açısından hayata geçirilmesi şu şekilde olmuştur:

Allah'a ve Resule itaati emreden ayetlerin ayetlerin Medine'de nazil olması da ayrıca dikkat çekicidir. Bu emirler genelde vahyi kabul etmeyenleri değil, vahyi kabul eden müminleri muhatap almakta, onlara yol göstericilik yapmakta idi. Muhammed (a.s) artık Medine'de hem elçi, hem devlet başkanı, hem de ordu komutanlığı gibi vazifeleri de yüklenmiş olmasının Resule itaat edin emri ile ilişikli olduğu da hatırdan çıkarılmamalıdır.

Allah (c.c) elçisine bir konuda vahyetmiş, elçi bu vahyi ashabına bildirmiş, ashap ise bu vahye uymuştur. Resulün vahyi uygulama konusundaki herhangi bir hatası olduğunda ise, vahiy ile uyarı gelmiş ve hata düzeltilmiştir. Yani Resulün fiilleri olan sünnet, sözleri olan hadis konusunda eğer bir hatalı davranışta bulunmuş ise, bu hata anında düzeltilmekte idi. Resul hayatta iken bu konuda herhangi bir problem yok iken, resule itaat emrinin yerine getirilmesinin o öldükten sonra hadislere yüklenmiş olması bir takım problemleri beraberinde getirmiştir.

Resule itaatin hadislere yüklenmesi ile ortaya ne gibi problemler çıkmıştır?.

Yukarıda Resule itaatin fıkhi açıdan hükmünün farz olduğunu söylemiştik. Şayet bugün Resule itaat demek hadislere itaat demek ise, hadislere itaat etmekte aynı şekilde farz hükmündedir. Hadislere itaatin farz olmasını iddia etmek ise başka problemleri getirmektedir.

Hadislere itaatin farz olduğunu iddia etmek, beşer sözü ile Allah sözünü aynı kefeye koymak anlamına gelmektedir. Sahabe herhangi bir senet zinciri olmadan anında Muhammed (a.s) ın ağzından çıkan bazı sözleri işitmiş olmasına rağmen, bu sözlerin bir kısmına vahiy olmadığı için itiraz etmiş olması, onların beşer sözü ile Allah sözünü aynı kefeye koymadıklarını göstermektedir.

Bugün hadis kitaplarında bulunan ve Muhammed (a.s) atfedilen sözlerin tamamının, onun tarafından söylendiği asla kesin bir bilgi değildir. Ona atfedilen sözlerin sahih olup olmadığı, hadisçiler tarafından belirlenmiş kriterlere göre yapılmakta, bir hadisin sahih olup olmadığı, kişisel kriterlere göre karar verilmektedir. Buna göre aynı hadis için iki ayrı hadisçinin görüşleri farklılık gösterebilmekte, bir hadisçi tarafından sahih olarak görülen hadis, diğer hadisçiye göre sahih olarak görülmeyebilmektedir.

Kişisel kriterlerin söz konusu olduğu hadisin sahihliği meselesinde ortaya çıkan problem şu dur; Sahih olduğu düşünülen hadise itaatin farz olması, sahih olmadığı düşünülen hadise itaatin farz olmamasını gerektirmektedir. Bu durumun aynı hadis karşısında Sahihtir veya Sahih değildir şeklinde hüküm veren hadisçiler büyük bir kaosa yol  açacağı malumdur. Bu duruma göre bir hadisi sahih kabul etmeyerek ona itaat etmeyen bir hadisçi, aynı hadisi sahih olarak kabul ederek ona itaati farz olarak kabul eden hadisçiye göre Kafir durumuna düşebilecektir.

Elimizdeki mevcut hadis külliyatında hadisçiler tarafından sahih olmadığı düşünülen bir çok hadisin bulunduğu gerçeğini göz önüne aldığımızda, hadislere karşı böyle bir hüküm yüklemenin ne kadar sakıncalı olduğu da böylece ortaya çıkmaktadır.

Öyleyse Resul hayatta iken Resule itaat edin inen emrinin çerçevesinin, onun diri olması ve bulunduğu toplum içinde sadece Resul olmasının haricinde devlet başkanı ve ordu komutanı olması ile yakından ilişkili olduğu hatırdan çıkarılmadan bu ayetler üzerinde düşünülmelidir. 

Bugün ise Resule itaati emreden ayetlere karşı bakışımız onun ölü olmasını dikkate alarak olmalı, yaşamayan bir elçiye itaatin nasıl olabileceği üzerinde düşünülmeli, bu itaatin gerçekleşme şeklinin ancak ona inen vahiy, onun ve diğer elçilerin yaptıklarını beyan eden Kur'an ayetleri dikkate alınarak anlaşılmalıdır.

Muhammed (a.s) ve diğer elçilerin örnek alınması gereken yönleri zaten Kur'an içinde yeterinde bulunmakta, Kur'an içinde olmayan ve bugün bir çok Müslüman tarafından Peygamber Sünneti olarak bilinen bir çok şeyin sünnet ile alakası bile olmadığı, sakal, sarık, misvak, sağ elle yemek v.s gibi sünnet diye ihdas edilen şeylerin ortaya çıkardığı en büyük tehliken asıl sünnet olan elçilerin şirk ile olan mücadele örnekliklerinin önünü kapattığı artık anlaşılmalıdır.

Hatırdan çıkarılmaması gereken nokta, Kur'an ayetlerinin ilk muhataplarının Muhammed (a.s) ve onun etrafında olan iman eden ve etmeyenler olduğudur. Bizler bu ayetler ile ilk muhatap değil, dolaylı muhataplarız. Kendimizi ilk muhataplar yerine koyarak okuduğumuz bir Kur'an, bazı yerlerde bizlerin bir takım problemlere düşmemizi beraberinde getirecektir. 

Sonuç olarak: Allah (c.c) nin Resule itaat etmeyi emrettiği ayetlerin ne anlama geldiği öncelikle, ilk muhataplar açısından okunmalı ve anlaşılmalı, sonrasında ise bize dair ne gibi mesajları olabileceği üzerinde düşünülmelidir. 

Resule itaati emreden ayetlerin anlama çalışmalarında onun ölü ve aramızda olmadığı gerçeği göz önünde bulundurulmalı, diri iken inen ona itaati emreden ayetlerin onun devlet başkanı ve ordu komutanı olmasına da dikkat çektiği bilinmelidir. 

Resule itaat etme emrini, bugün rivayet kitaplarına itaat etmek olarak anlamak, Allah sözünü beşer sözüne indirmek anlamına gelecektir.

Bugün Resul vasfına sahip olmayan bir kişiye itaatin nasıl olabileceği ise, o kişiye Allah (c.c) tarafından yüklenen Resul olma görevi çerçevesinde bakılmalıdır. Böyle bir göreve sahip olan kimseye itaat etmeyi, onun adına söylenen sözlerin toplandığı rivayet kitaplarında değil, ona inen vahyin içinde aramalıdır.

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

5 Nisan 2017 Çarşamba

Nisa s. 80: Resule İtaat Edin Emirlerinin Doğru Anlaşılmasında Anahtar Ayet

Allah (c.c) alemlere rahmet ve hidayet olarak gönderdiği kitabının bir çok yerinde bizlere Allah'a ve resulüne itaat edin şeklinde emirler vermektedir. Bu emirlerde geçen ve bağlacının Allah ve resulü birbirinden ayırdığı, Allah'a itaat edin emri ile Kur'an'a itaatin emredildiği, Resule itaat edin emri ile onun söylediği rivayet edilen hadislere itaat etmenin emredildiği yönündeki düşüncelerin ağırlıkta olduğu bilinmektedir. 

Fakat Allah (c.c) nin itaat konusunda kendisine ait yetkilerin bir kısmını, beşer cinsinden hiç bir kul ile paylaşmayacağı, beşer cinsinden elçi olarak  seçtiği insanlara yüklediği vazifenin kendi emirlerini tebliğ etmek ve yaşamak ile sınırlı olduğunu dikkate aldığımızda, Muhammed (a.s) a yüklenen bu görev bazı sakıncalar doğurmaktadır.

İslam dünyasında Ehli Hadis  düşüncesinin hakim olması, elçi merkezli din anlayışının öne çıkmasına sebep olmuş, elçi ile onu gönderen aynı kefeye konulmak sureti ile Kur'an'ın din de belirleyici olarak görülmediği bir din anlayışı geliştirilmiştir. Bu konuda en büyük yanlışlık, itaatin asıl kime olması gerektiği noktasında yapılmaktadır. Allah (c.c) kendisine itaat edilmesi için gerekli olan emirleri, biz insanlar içinden seçtiği elçiler yolu ile bildirmektedir. Elçilerin bu noktadaki görevi, elçi olmaları bakımından Allah'ın emir ve yasaklarını tebliğ etmeleri, insan olmaları bakımında ise aynı emir ve yasaklara uymanın nasıl gerçekleşmesi gerektiği insanlara yaşayışı ile örnek olmaktır.

Hal böyle iken Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında ortaya çıkan farklı algılar, mesajın değil mesajı getirenin öne çıkarılmasına sebep olmuş, ve bu noktada bazı ayetlein delil olarak sunulma ihtiyacı doğmuş ve Allah ve elçisine itaat edilmesine emredilen ayetlerin, elçinin ayrı bir hüküm koyucu konumuna sahip olduğu, ve aynı Allah (c.c) gibi haklara sahip olduğunun, bu ayetler ile beyan edildiği yönünde iddialar ortaya atılmıştır. 

Nisa s. 80. ayeti, Allah ve resulüne itaat etmenin ne anlama geldiğini açık ve net olarak gösteren ve bu konudaki diğer ayetleri anlamanın anahtar bir ayetidir. Bu ayet doğru olarak anlaşıldığında, elçinin konumu hakkında ortaya atılan düşüncelerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünülecektir.

[004.080] Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına gözcü olarak göndermedik!

Bu ayet, din de asıl olanın Allah'a itaat etmek olduğunu, bu itaatin yolunun ise, Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ eden resulden geçtiğini beyan etmektedir. Allah'a itaatın yolunun resul den geçmesi ise, onun aracılığı ile Allah tarafından vahyedilen emir ve yasaklara itaat etmekten geçmektedir. Elçilerin asıl görevlerinin Allah (c.c) tarafından kendilerine yüklenen görevi yerine getirmek olduğu anlaşıldığı zaman, ona yüklenen ilave görevlerin ne kadar yanlış olduğu da anlaşılacaktır.

Sonuç olarak; Yüzlerce yıl öncesi Allah'a ve resulüne itaat edin ayetlerinden iki başlı bir din anlayışı çıkarmak hatasına düşülmesinden ötürü, elçinin dinde ortak duruma gelmesi gerektiği gibi bir ön yargıya varılmış, bazı ayetleri bu yönde tevil etmekle ile, belki kıyamete kadar sürecek bir kargaşanın temelleri atılmıştır. 

Nisa s. 80. ayeti, Kur'an içinde bir çok yerde geçen, Allah'a ve resulüne itaat edin ayetlerinin doğru anlaşılmasında anahtar konumda bir ayettir. Bu ayet, kul için asıl olanın Allah'a itaat etmek olduğu, bu itaatin yolunun ise onun seçtiği beşer elçiler ile kullarına ilettiği vahye uymaktan geçtiğini bildirmektedir. 

Beşer cinsinden seçilmiş olan elçilerin Allah (c.c) ile herhangi bir görev ve yetki paylaşımı gibi bir durumda olmadıklarının anlaşılmadığı sürece, yüzlerce yıldır devam eden ve büyük sıkıntıların doğmasına sebep olan yanlış elçi anlayışının düzelmesi ancak hesap gününe kalacaktır. 

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

17 Şubat 2016 Çarşamba

Allah (c.c) "Resule İtaat Edin" Emri İle Bizi Buhari ve Müslim'e mi Mahkum Etti ?

Kur'anın bir çok yerinde Allah (c.c) bizlere, "Allah'a ve Resulüne itaat edin" şeklinde emirler vermektedir. Bu emirlerin , Muhammed (a.s) hayatta iken anlaşılması ve yaşanmasında, sahabe  tarafından herhangi bir problem teşkil etmemesine karşın , Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında bu emirlerin, "Resulüne itaat edin" kısmının nasıl anlaşılması gerektiği konusunda bazı ihtilaflar meydana gelmiş , ve bu ihtilaflar halen sürmektedir. 

"Resulüne itaat edin" şeklindeki emirlerin , Muhammed (a.s) ın artık hayatta olmaması neticesinde , ve bu emirlerin kıyamete kadar geçerli olmasına istinaden , bu emirlerin şu anda hayata geçirilmesi, başta "Buhari" ve "Müslim" olmak üzere , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözlerin toplandığı kitaplara iman etmekle yerine getirilmiş olacağı "Hadis Ehli" fırkası mensuplarınca iddia edilmektedir.  

Bu iddia , özellikle son yıllarda Kur'anın öne çıkmasını hedefleyen düşünce hareketine karşı bir söylem halinde daha da hız artırarak , bu kitaplara karşı çıkmanın kişinin imanına halel getireceği , küfre düşüreceği , bu kitaplara iman etmenin haşa Allah (c.c) nin emri olduğu , bunlara iman etmeden gerçek bir Mü'min olmanın imkansız olduğu gibi sözler, daha yüksek sesle dile getirilir olmuştur. 

Yazımızda , imana halel getiren durumun , Buhari ve Müslim gibi kitaplara iman etmemek değil , bu kitaplara iman etmek ve bunun çığırtkanlığını yapmak olduğunu dile getirmeye çalışarak , bu söylemin kişinin imanında açacağı derin yaralara dikkat çekmeye gayret edeceğiz.

Bu konudaki problemin asıl kaynağı, "Resul" kelimesinin anlam çerçevesinin yanlış anlaşılması veya anlaşılmak istenilmemesinden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar, eğer bu kelimenin anlamını ilk yıllardan beri doğru olarak anlamış olsalardı, böyle bir kavganın gündemimize oturarak aramızdaki düşmanlığın körüklenmesine sebep kalmazdı.

"Allah VE Resulüne itaat edin" ayetlerindeki "VE" bağlacının, Allah ile Resulünü ayırdığı dolayısı ile , Resulünün Allah tan bağımsız bir yetkiye sahip olduğu düşüncesi , "Resul" kelimesinin anlamına tamamen terstir. Bu düşünce, Allah ile Resulünün arasını ayırmak anlamına gelerek , sadece Allah'ın elçisi olan bir kişiyi, Allah ile dinde ortak bir duruma getirmektedir.

"Resul" kelimesi ; "Bir kimsenin sözünü , başka bir kimseye ileten kişi" anlamında bir kelimedir. Bu kelime, bizlere kendisini "Hükümdar" tasviri içinde tanıtan Rabbimizin emirlerini, bizlere tebliğ etmesi için, bizler içinden seçtiği insanlar için kullanılmaktadır.

"Resul" sıfatını alan kişi , taşıdığı mesajı sadece ve sadece karşısındakilere aktarmakla mükellef olup , bu mesaja İLAVE veya EKSİLTME şeklinde herhangi bir müdahalede bulunamaz. Yeryüzünde yaşayan bir hükümdarın elçisinin bile , aldığı mesaja herhangi bir müdahalede bulunması o elçi için ölüm sebebidir. 

[069.044-6]  Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.

Bu bağlamda Muhammed (a.s) hem mesajın taşıyıcısı , hem de mesajın muhatabı olması nedeniyle o mesajı aktarmak ve yaşamak ile mükellef bir kişi olup onun "Postacı" olduğunu iddia etmek , ona karşı atılmış en büyük yalan ve iftira olacaktır.

Resuller yeryüzünde Allah (c.c) nin sözlerini insanlara aktaran kişiler olup , bunun dışında onların getirdikleri mesaja ilave ve eksiltme yapma yetkisine sahip olduğunu iddia etmek , Allah ve Resulüne yapılmış en büyük bir iftiradır. 

Resullerin görev ve yetki sınırı , Allah (c.c) den aldıkları mesajı YAŞAMAK ve İLETMEK ile sınırlı olup , o mesajın içeriğine İLAVE  veya EKSİLTME gibi müdahalede bulunma hakları asla yoktur. Resulü yüceltmek adına yapılmış böyle bir iddia , Resulü Allah (c.c) ile eşitlemek , yani Resulü ilah konumuna çıkarmak, Allah (c.c) yi ise Resul konumuna yani İlahı kul durumuna düşürmek anlamına gelecektir.

Muhammed (a.s) ın sünnetinin Kur'an ayetini neshedebileceği yani hükmünü kaldırabileceği düşüncesi , "Ehli Hadis" düşüncesi içinde savunulan bir düşüncedir. Bu demektir ki ; Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin kendisine indirdiği vahydeki hükümler konusunda muhayyerdir . 

Recm cezası etrafında geliştirilen teori , onun böyle bir yetkisi olduğuna dair olan düşüncenin bir ürünüdür. Kur'anda böyle bir ceza olmamasına rağmen "Mütevatir sünnet Kur'an ayetini nesheder" düşüncesi böyle bir cezanın İslam ceza hukuku içinde yer almasını sağlamıştır.

Muhammed (a.s) ın dinde haram helal koyma yetkisi olduğu iddiası, "Ehli Hadis" fırkasının hararetle savunduğu düşüncelerden bir tanesidir. Bu iddia, Allah (c.c) nin dininin eksik olduğu , ve bu eksikliğin Muhammed (a.s) tarafından tamamlandığı iddiasını beraberinde getirmektedir. Hükümde muhayyerlik veya hükümde artırmaya gidebilme yetkisine sahip bir peygamber , Allah (c.c) nin değil kitabının değil , hadis ehlinin oluşturduğu ve Hristiyanlık düşüncesindeki İsa (a.s) ın ilah ve rab olduğu düşüncesinin, Müslümanlar arasındaki yansımasının bir sonucudur.

 Çocukluk çağından beri öğrendiğimiz kelime-i şehadet içindeki, "Muhammed onun KULU ve RESULÜDÜR" kısmı, pratik hayat içinde hadis ehli tarafından , "Muhammed onun DİNDE ORTAĞI ve HÜKÜM KOYUCUSUDUR" şekline dönüştürülmüştür.

"Ehli Hadis" düşüncesinin yaptığı en büyük hata , Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) nin dininin "İLETENİ ve YAŞAYANI olmaktan yani bir kul olmaktan çıkararak , onu Allah (c.c) nin dininin TAMAMLAYICISI ve HÜKÜM KOYUCUSU yani bir ilah olarak görmesi olmuştur.

"Ehli Hadis" fırkası şemsiyesi altında toplanmış, ve "Selefiyye" olarak bilinen insanların düşüncelerinin temelini oluşturan , Allah (c.c) nin dışındaki kimselerin hüküm koymalarının "Küfür ve Şirk" olduğu düşüncesinden Muhammed (a.s) ı istisna  ederek ona ayrıcalık tanıma düşünceleri  hem çelişki, hem de bu konuda tekfir ettikleri insanlar ile aynı duruma düşmeleri anlamına gelmektedir. 

Allah (c.c) nin yarattığı bütün insanlar "Kul" statüsüne tabi olup , bu statüden kimse istisna edilemez. İsa (a.s) ın bu statüden istisna edilme düşüncesi, nasıl ki Hristiyanları "Küfür ve Şirk" e düşürmüş ise, bu statüden Muhammed (a.s) ı istisna etmek isteyen Müslümanları da aynı şekilde "Küfür ve Şirk" batağına  düşürecektir.

"Biz Muhammed (a.s) ın ilah olduğunu iddia etmiyoruz o beşer bir resuldür" şeklinde gelecek olan bir itiraza cevabımız şu olacaktır ;

[003.079-80]  Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir): Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz.O, melekleri ve peygamberleri sizin Rabler edinmenizi emretmez. Siz, müslümanlar olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?

[009.031]  Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir.

Tevbe s. 31. ayeti ile ilgili tefsirlere baktığımızda Adiyy Bin Hatem adlı eski Hristiyan bir sahabenin "Biz böyle yapmıyorduk" şeklindeki itirazına , Muhammed (a.s) tarafından "Onlara haram ve helal kılma noktasında uyup uymadıkları" sorusuna "Evet" cevabını verdiğinde "İşte Rab edinmek bu dur" dediğini görmekteyiz.

Kendisinden başka Rabler edinmemizi istemeyen Rabbimiz, neden Muhammed (a.s) ı bundan istisna ederek , onun tarafından haram ve helal kılınmasına izin versin ?.

Allah (c.c) nin dışında kim tarafından olursa olsun , Resul konumuna sahip olsa da o kişi önce "Kul" statüsüne tabi olan bir kişi olup , Allah (c.c) nin dininde onun yetki sahibi olduğu iddiası, tekfirciliği bir silah olarak kullanan ve bunu kendilerine amentü haline getirmiş olan "Selefiyye" fırkasına dönerek kendilerinin "Kafir" ve "Müşrik" olduklarına kendileri tarafından şahit olunması anlamına gelecektir.

Resulün dindeki konumu "Şari" yani hüküm koyuculuk değil , konulan hükmü uygulayıcılıktır. Onun bu uygulamaları rivayet kitaplarında yer alabilir , ve bunlar okunabilir bunda herhangi bir mahzur yoktur. Ancak bu kitapların , dinin tamamlayıcısı muamelesine tabi tutulması doğru bir tutum değildir. Bu kitapların İslam dünyasında hükmünün kalkarak Resulün sünnetinin ortadan kalkacağı korkusu , bu kitapların taraftarları tarafından yayılmış bir mahalle baskısı ve korku imparatorluğudur.

Resul bizlere elbette "En güzel örnek" tir, onun bu örnekliğini hiç bir Müslüman inkar edemez.  Ancak bu örnekliğin nerede ve nasıl olduğu ve olması gerektiği konusundaki yaklaşımlarda ihtilaf bulunmaktadır. Onun örnekliğini sahihliği konusunda şüpheler bulunan rivayet kitaplarında aramak , onun gerçek sünnetinin ne olduğunu bizlere asla öğretemez. Kur'an Muhammed (a.s) dahil bütün Resullerin sünnetinin öğrenileceği en doğru kaynak olarak , rivayet kitapları ile örtülmüş olan din algısının bizlerin üzerinden kalkarak onun dinde belirleyici olmasını beklemektedir.

[017.111]  De ki; «Hamd, çocuk edinmemiş olan, egemenlikte ortağı bulunmayan ve güçsüzlüğünü telafi edecek bir destekçiye gerek duymayan Allah'a mahsustur. O'nun büyüklüğünü gereğince dile getir.

Allah (c.c) nin mülkünde asla ortak edinmeyeceğini beyan eden bir kitaba iman ettiğini iddia eden "Ehli Hadis" fırkası , mülkte ortaklık anlamına gelen Muhammed (a.s) ın da Allah (c.c) gibi haram helal koyma yetkisine sahip olduğunu iddia etmesi bu düşünce sahiplerinin "ŞİRK" içine düşmelerine sebep olmaktadır.

Gelelim, böyle yanlış ve şirk içeren düşünceler içinde olan "Ehli Hadis" fırkasının "Resule itaat emrinin hayata geçirilmesi bugün hadis kitaplarına itaat etmek şeklinde olur" tezinin ne derece doğru olabileceği konusuna ; 

Hadisler bilindiği üzere, Kur'an gibi Muhammed (a.s) ın ağzından çıktığı an da yazıya geçmeyen bir müktesebat olup , rivayet ile bu kitapları oluşturan kimselere ulaşmıştır. Elimizde olan bu kitaplardaki rivayetlerin sahihliği,  "Ehli Hadis" fırkasının tercih ettiği, o sözleri rivayet eden kişilerin "Cerh ve Tadil" metoduna göre belirlenmiştir. Yani hadisin metni değil, hadisi rivayet eden kişiler merkeze alınarak , ilgili rivayetin sahih olup olmadığı konusunda kişisel içtihatlar yapılmıştır.

Buhari ve Müslim gibi kitaplardaki rivayetlerin senet zincirinde olan bazı kişiler, daha ilk yıllarda tenkide tabi tutularak , başkaları tarafından güvenilmez olarak görülebilmişlerdir. Kısacası rivayet zincirinde olan kişilerin güvenilirliği, kişisel tercihler neticesinde yapılmış olup , o kitabın derleyicisinin belirlediği şartlar, bu konuda baz alınmıştır. 

Uzun yıllar önce, bugün İslam dünyasında Kur'anın önüne geçen kitaplardaki bazı rivayetler ve bu rivayet zincirindeki bazı kişiler, hadisçiler tenkide tabi tutularak , eleştirel yaklaşımlar getirilmiştir. Bu yaklaşımlar, adı geçen kitapların asla bir dokunulmazlığı olmadığını göstermektedir. İlerleyen zamanlarda değişen algılar , bu kitapları sorgulanamaz bir hale getirmiş , bu konuda müthiş bir mahalle baskısı ile kişiler sindirilmiş , bu kitaplara en küçük bir dil uzatmanın, kişiyi küfre düşüreceği korkusu ile kimse bu kitaplara eleştirel bir yaklaşım getirmeye cesaret dahi edememiştir. 

Bugün Türkiye genelinde yapılan mücadelenin hadis tarafında olanlar , bu kitaplara öyle bir misyon yüklemektedirler ki , bu kitaplar kesinlikle sorgulanamaz ve eleştirilemez. Bu kitaplar, "Ne derse ne yazıyorsa doğrudur" şeklinde bir bakış açısı ile savunulmaktadır. Mücadelenin hadis tarafında olanların, bu kitaplar hakkında söyledikleri akla zarar sözler , konu ile alakalı olanların malumudur.

Buhari ve Müslim gibi rivayet kitapları sadece , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözleri ihtiva eden kitaplar olup , bu kitapların içindeki Muhammed (a.s) atfedilen sözlerin doğru veya yanlış olma ihtimalleri vardır. "Kesinlikle doğrudur" şeklinde bir ifadenin sadece, Allah (c.c) nin kitabı için kullanılabileceğini hatırlatarak , diğer kitaplar için böyle bir ifadenin kullanılması ve böyle bir muamele yapılması , Allah (c.c) kitabına ortak kitaplar ihdas etmek anlamına gelecektir. 

Bu kitaplar içindeki sözlerin üzerinde herhangi bir şüphe duyulmaması noktasında geliştirilen argümanlar , kişileri itikadi yönden sıkıntıya sokacak , bu bu kitapların musanniflerini yüceltmek durumuna getirecektir. 

Allah (c.c) nin, dinini eksik bırakarak bu eksikliğin Muhammed (a.s) ın hadisleri ile doldurulduğu iddiası , Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) nin dininde ortak bir hale getirmek anlamına nasıl geliyorsa , Muhammed (a.s) ın hadislerinin toplandığı kitaplara iman etmenin farz olduğu iddiası da , aslında Resule değil bu sözleri toplayan kişilere iman edilmesinin farz olduğunu iddia etmek anlamına, yani Buhari ve Müslim gibi kişileri Allah (c.c) ye ortak koşmak anlamına gelir. 

Çünkü bu kitaplardaki sözlerin Resule aidiyet noktasındaki belirlemesi , o kitapların musannifleri tarafından yapılmış, doğru veya yanlışlığı kişilerin insiyatifine göre belirlenmiştir. Kişinin sahih olarak görerek aldığı bir rivayet sahih olmayabileceği gibi , sahih görmeyerek almadığı bir rivayetinde sahih olabilme ihtimali mevcuttur.

Buhari ve Müslim gibi kitapların Müslümanların hayatında nerede ve nasıl bir yeri olmalıdır?.

Bu kitapların İslam kültürünün bir gerçeği olduğunu unutmadan, bunlara öyle bir yer verilmesi gerekir ki, bu kitapların isimleri duyulduğu ve anıldığı vakit , Müslümanların elleri ve ayakları titremesin, ve yüzlerinin rengi değişmesin. 

Bu kitaplar Müslümanların hayatında, onlara dininin kurallarını vaz eden kitaplar olarak değil , geçmişteki yaşanmışlıklardan kesitler sunan, içinde doğru veya yanlış olma ihtimalini taşıyan bilgileri ihtiva eden, bir siyer kitabı olarak yer almalıdır. 

Allah (c.c) dinini eksik bırakarak resulüne eksikliği doldurması gibi bir yetki vermediği gibi , bizleri bu eksikliği tamamladığı iddia edilen hadis kitaplarına da mahkum etmemiştir. Bu konular açıldığı zaman "Hadi bana Kur'anda namazı göster" , "Hadi bana zekatın kaçta kaç verileceğini göster" hadi bana ..... göster" v.s diyerek , Kur'anın eksik olduğunu ispatlamaya çalışarak , rivayet kitaplarını kutsamak adına , Allah (c.c) nin dininin eksik olduğunu utanmadan söyleyebilmektedirler. 

Namaz, Muhammed (a.s) ile farz olan bir ibadet olmayıp , insanlığın kadim bir ibadet şeklidir. Hadis ehli taraftarları, bu ibadetin Muhammed (a.s) ile farz olduğu gibi bir cehalet içine girerek , miraç masalları ile, haşa Muhammed (a.s) ı Allah (c.c)  ile pazarlığa oturtmaktan haya etmemişlerdir. Zekat miktarı zaman ve zemine göre değişebilen bir miktar olup , rivayet kitaplarında olan miktar, evrensellik arz eden bir miktar değildir . Belirlenen miktar , o zamanın değerlerine göre belirlenmiş olup , toplumun ihtiyaç durumuna göre artar veya eksilebilir.

Bu kitaplar, İslam dünyasında bu hali ile saltanat sürmeye devam ettiği müddetçe , çok başlılığın getirdiği zararlar, biz Müslümanlara daha büyük etkiler yaparak , hala 1400 sene öncesinin din anlayışını savunan ve onun kavgalarını yapan insanlar olarak, yaşanan zamandan uzak bir halde kendimizle kavgaya devam ederek , düşmanlarımıza kendimizi güldürmekten başka bir şey yapmış olmayız. 

Ayrıca bu kitapları Kur'an ile eş tutmanın kişiye verdiği itikadi zararın boyutları ahirete de yansıyarak , telafisi imkansız olan bir duruma sokacaktır. Bu kimseleri, o kitaplarda yazan şefaat masalları veya cehennemde biraz yanıp çıkacağız gibi rivayetler tarafından belirlenmiş din algısı bile kurtaramayacak , dünya hayatında yaptıkları şirk ve küfür amellerinin cezasını ebedi olarak ödeyeceklerdir. 

Sonuç olarak ; Allah (c.c) dinini, Resulü ile bizlere bildirmiş, bu konuda herhangi bir eksik bırakarak , "Buraları Resulüm doldursun" şeklinde kimseye bir yetki vermemiştir. Resulün sözleri olduğu iddia edilen kitaplara bizi mahkum ederek, "Resule itaat Buhari ve Müslime itaat ile gerçekleşir" şeklinde küfür ve şirk içeren sözleri söylememize ve bunları savunmamızı gerektirecek herhangi bir emirde vermemiştir. 

Bugün iyice gün yüzüne çıkmış olan Kur'an-Hadis savaşının , Hadis tarafında olanlar tarafından koparılan yaygaralar , bu kitapların saltanatının sallanmaya ve bu kitaplar üzerinden oluşmuş olan din algısının sorgulanmaya başlanmasından doğan bir rahatsızlığın iyice su yüzüne çıkmış şeklidir.

Allah (c.c) dininde asla eksik bırakarak bu eksiğin giderilmesini , ne elçisine bırakmamış ne de elçisinin sözlerinin yer aldığı rivayet kitaplarına bizi mahkum etmemiştir. Elçinin sünneti, eğer bu kimselerin çok umurlarında ise , o elçinin gerçek sünneti Kur'an içinde ayan beyan ortada durmaktadır. Ancak Kur'an yerine hadis kitaplarını din edinenler için bu gerçek maalesef görülememektedir.


RABBİMİZ BİZLERİ RİVAYET KİTAPLARINA KUL OLMAYA ÇAĞIRAN PEYGAMBER DÜŞMANLARINDAN MUHAFAZA ETSİN.